27 Kasım 2014 Perşembe

BARIŞ HAYÂLİ BİR KAVRAMDIR.. AMA SAVAŞ GERÇEKTİR.

BARIŞ HAYÂLİ BİR KAVRAMDIR.. AMA SAVAŞ GERÇEKTİR.




..İnsanları istediği gibi kullanan kuvvet, fikirler ve bu fikirleri tanıyan ve genelleştiren kimselerdir. Fikrin özelliği de hiç bir itirazın bozamayacağı bir kesinlikle kendi kendisini kabul ettirmesidir. Bu ise fikrin yavaş yavaş duygular haline gelerek inanca dönüşmesi ile mümkündür. Ve böyle olduktan sonradır ki,onu sarsmak için bütün başka mantıkların, başka yargılamaların hükmü kalmaz.Gazi Mustafa Kemal Atatürk .(1914)
Musul Konsolosluğumuzun 49 çalışanını üç aydır rehin tutan ve aldıkları rehinelerin kafalarını tek tek keserek televizyonlarda yayınlatan IŞİD terör örgütüne karşı Başkan Obama savaş ilan etti. Hazırlanacak koalisyon güçleri ile fiilen bu örgütün ortadan kaldırılması için düğmeye basıldı. Bu demektir ki Irak ve Suriyede halen devam eden kaos-kargaşa ve Asimetrik Savaş ortamı daha da artacak. Ortadoğu ülkeleri sıcak savaş ortamını yeniden yaşayacaklar.
Savaş ve barış insanoğlunun günlük hayatta en çok kullandığı kavramlardır. Savaş bir gerçek olayı, hareketli bir durumu ifade eder. Barış ise olması şiddetle arzu edilen ama bir türlü ulaşılamayan bir durumu anlatır.
Biz biliyoruz ki dünyadaki tüm hayvanlar arasında hiç bitmeyen kıyasıya bir savaş vardır. Bu savaş zorunludur ve bu tamamen hayatta kalabilme içgüdüsünün yansımasıdır. Tamamen doğal olarak yapılarından gelen ve hayatı idame amacıyla diğer cinslere karşı yapılan saldırıda fiziki güç kullanımı esas faktördür. Burada güçlü olan güçsüzü mutlaka yener. Sonunda güçlü yaşar, güçsüz ölür.
İnsanlar arasındaki bitmeyen mücadelenin temelinde de maddi çıkar temini yatmaktadır. Buna rağmen akıl ve mantık gibi unsurlarla kendini eğitip geliştirme kabiliyetine sahip insanların maddi çıkar  temininin yanında daha pek çok çatışma sebebi vardır. Genellikle kışkançlık ve bencillik egosunun hakim olduğu insanda savaş duygusu doğuştan mevcuttur. Bu duygu daima vardır ve insanı yönlendirip yönetmede önemlidir.
Canlılar arasında savaş kaçınılmaz bir olgudur ve daima olacaktır. Barış ise tarihin hiç bir döneminde fiilen olmamıştır ve olmayacaktır. Barış sözcüğü bir ideali bir özlemi ifade eder. Ütopiktir. Savaş sözcüğü ise gerçekleri anlatır. Savaş her zaman ve her yerde insanın hayatını yöneten ve yönlendiren bir egonun dışa vuruşudur.
Ayni ana-babanın ayni evde yaşayan, ayni kültür ve ayni ilgi ile büyüttükleri evlâtları arasından tamamen kıskançlık ve benlik egosunun tatmini yüzünden başlayan anlaşmazlık giderek maddi çıkarlar  devreye girdiğinde çatışmaya dönüşür. Abla-kardeş, abi-kardeş arasında bu bitmeyen kavgalar ebeveynleri en çok etkileyen ama bir türlü çözümünde başarılı olamadıkları temel aile içi olaylardır.
Aile içindeki bu çatışma çok doğaldır. Çünkü insanın tabiatında çatışma ruhu vardır. Yani yaratılıştan gelir. Munis ve sakin yaratılan kardeş huysuz ve bencil diğer kardeşin çatışma alanında yaşar. Biri hep saldırgandır. Diğeri ise daima savunmadadır. Bu çatışma bir ömür boyu sürer. Maddi çıkarlar ortaya çıktığında daha şiddetlenir. Miras paylaşımı gibi olağan durumlar ise kardeşler arasındaki en şiddetli ve kaçınılmaz mücadele sebeplerinden biridir.
Toplum yaşamında ayni kandan gelen ve ayni candan hasıl olan iki kardeş arasında dahi doğuştan meydana gelen bu doğal çatışmayı önlemek asla mümkün olamamıştır. Aile içindeki çatışma  aile dışındaki yakın komşular arasında devam eder. Ayni apartımanda birlikte yaşayan iki komşu arasında çatışmaya yol açacak pek çok etken vardır. Halı silkelemekten, gürültü etmeğe kadar süren çatışmalar istisnasız bütün toplumlarda vardır. Burada da temel etken kıskançlık egosudur.
Apartıman komşuları arasındaki çatışma alanından çıktığımızda yaşadığımız mahalle içindeki menfaât çatışmalarını görürüz. Mahalleler, sokaklar ve giderek köyler, kasabalar ve şehirler birbirine düşman olurlar. Yaşamımızın her safhasında ve her yerde daima çatışma vardır.
Bu çatışmaların çoğu maddi çıkar temininden çıkıyor gibi görünse de günümüzde iki kişi ve iki toplum arasında çatışma sebebi olabilecek pek çok etken dolaylı olarak kullanılmaktadır. Yani taraflar dışarıdan yapılan basit yönlendirmelerle kolaylıkla çatışma ortamına sokulmaktadır. Bir başka deyişle tarafların çatışmasının yaratacağı menfi sonuçlardan yararlanmak isteyen bir kısım mihraklarca bilerek, isteyerek, plânlı, proğramlı ve kontrollu çatışma ortamları yaratılmaktadır.
Mesela değişik futbol takımına sempati duymak gibi sanal bir olgu dahi iki kişi veya iki grup arasında çok önemli bir çatışma sebebi olabilmektedir. Bu kıyasıya çatışma karşı tarafın öldürülüp yaralanmasına veya sahip olduğu mal varlıklarının vahşice imhasına kadar uzanabilmektedir. Görüldüğü gibi burada maddi menfaat temini yoktur. Çatışmanın kaynağı tamamen düşünseldir.
Bugün kullanılan çatışma yaratma metotları arasında çeşitli ideolojiler yer almaktadır. İnsanoğlu kendisi gibi düşünmeyeni kendisi gibi düşünmeye ikna edebilmek için fikir tartışması yapmaktan kaçınır. Çünkü fikir çatışması ancak konusuna hakim ve karşıt fikirler hakkında da yeterli bilgi sahibi eğitim düzeyi yüksek kişiler arasında yapılır.
Fikirler çok uzun ve dikkat isteyen bilgi edinme sürecinden yani yeterli bir eğitim devresinden sonra sahiplenirler ve ancak bundan sonra karşıt fikirlerle mücadeleye girebilirler. Bir fikir sahibi kendi fikri kadar mücadele edeceği fikir hakkında da yeterli bilgi sahibi olmadıkça iki karşıt fikir arasında fikir tartışması yapmak imkansızdır.
Atatürk’ün başlıkta yer verdiğim  bariz ifadesi ile açıkladığı gibi insanları fikirler ve bu fikirleri sahiplenen kimseler yönetmekte ve yönlendirmektedir. Aslında burada mücadele fikirlerle birlikte fikirleri sahiplenerek sistemi yöneten kişi veya gruplar arasında olmaktadır. Dünyadaki tehlikeli davranışlardan biri de eksik ve kulaktan dolma bilgilerle fikir mücadelesine girmektir. Bu durumda bilgilerin değil kaba kuvvetlerin çatışması çok doğaldır.
Bilgisiz insanların kendisi gibi düşünmeyenlere yapacağı ilk şey kaba kuvvetle korkutup sindirerek rakibe fikrini kabul ettirmeye çalışmaktır. Yani kısa ve en kestirme yolu denemektir. Nitekim günümüzde değişik ideolojilerin birbirleri ile fikir plâtformunda değil, elde silah kaba kuvvetle savaş alanındaki mücadelelerine şahit olmaktayız.
 Fikir çatışmalarının ortak bir noktada birleşebilmesi idealdir ama pratikte bu imkansızdır. İşin içine kuvvet ve zor kullanılması girince karşıt fikirler arasındaki anlaşmazlıklar çok kısa sürede küçük çatışmalardan kitlesel savaşlara kadar dönüşebilmektedir. Nitekim, günümüzde ideoloji ayrılıkları  savaşların ana sebebi olan ekonomik çıkarların elde edilmesi gerçeğinin yerini almıştır. Şimdi fikir ayrılıkları  (ideolojiler) çatışmalarda başrolü oynamaya başlamıştır.
En geniş kitleleri etkisi altına alan ideolojiler olarak görülen dini inanç ve itikatlar; kişi ve gruplar arasındaki küçük çatışmalardan kıtalararası savaşlara kadar varan Haçlı Savaşları gibi büyük çatışmaların temel sebebi olmuştur. Tarihte bunun örnekleri tüm dini inançlarda görülmüştür. 
Bugün de Suriye ve Irak’ta İŞID terör örgütünün kendisi gibi düşünmeyen dindaşlarına yaptığı vahşet dünyayı dehşete düşürmeye yetmektedir.
Peki nedir bu savaş ve çatışma arzusu.? Bunun sonu olmayacak mı.? İnsanlar hep birbirleri ile savaşacaklar mı.? Barış, huzur dolu ve istikrarlı ortamlara insanlar kavuşamayacak mı.?
Bunların geçerli cevabı şudur; “ Evet insanoğlu bu yer kürede kaldıkça birbiri ile daima çatışacaktır, barış ise ulaşılmak istenen bir hedef olarak kalacaktır.” Aslında insanlık tarihi tamamen insanların, toplumların ve kültürlerin birbiri ile çatışmalarının tarihidir.
Tarihte hiç bir zaman hiç bir yerde devamlı sulh ve sükûn dönemi olmamıştır ve bundan sonra da olmayacaktır. İnsanlar savaşı gerçek olarak yaşamaya ve bunun yıkımını görmeye devam edeceklerdir.  Barış ise daima dillerde kalan güzel bir duygu olarak hayallerimizi süsleyecektir.
Bu durumda yapılabilecek tek şey bu çatışmaları yaratan etkenleri mümkün olduğu kadar azaltarak çatışma sonunda meydana gelebilecek tahribatı hafifletmek olacaktır.
Peki insan doğasında varolan bencilllik ve kıskançlıktan kaynaklanan ve maddi menfaat elde etmeye yönelmiş egolar olduğunu bilerek bunu çıkarları için kullananları önlememiz mümkün değil mi.?
İşte bu mümkündür? Çünkü bu gruplar kendi çıkarlarının elde edilmesinde insanlar arasındaki renk, dil, inanış faklılığından doğabilecek muhtemel çatışmaları körükleyerek önce toplumları ve bilahare ülkeleri bir savaş alanına çevirmektedir.
Burnumuzun dibinde kendi müesses nizamı içinde yaşayan Irak halkını liderleri Saddam Hüseyin’in zulmünden kurtarmak için ABD kıtalar ötesinden geldi ve ülkeyi bir uçtan bir uca işgal etti. Bu demokrasi oyununa diğer ülkeleri de kattı ve koalisyon güçleri adı altında dünya ordularını bölgeye yığdı. Havadan ve karadan yapılan acımasız saldırılarla bir milyonu aşkın Irak’lı hayatını kaybederken Irak toprakları bütün tarih, kültür ve tabiat varlıklarıyla bir harabeye çevrildi.
Ülke yağmalanırken Irak halkı kendi içinde birbirine düşürülerek işgalci güçlerle değil, birbirleri ile savaşır hale getirildi. Iraklılar her alanda zayıflar ve fakirleşirken ABD kontrolündeki petrol ve silah tüccarları, para babası bankerler, medya patronları ve nihayet küresel işadamları kârlarını katladılar.
ABD başkanı Bush, Irak’a demokrasi getirdiklerini(!) ve bu demokrasinin benzerini Büyük Ortadoğu Plânı çerçevesi içinde diğer 24 Ortadoğu ve İslam ülkesine getireceklerini dünyaya duyurdu.
Irak’ın işgâlini takiben Kuzey Irak’ta Türkiye’nin baskısından uzak kalan PKK terör örgütü ABD’nin kontrolundaki bölgede giderek güçlenmiştir. Aldığı ABD ve desteği ile silah ve kadrolarını yenileyerek giderek büyüyen PKK, yeterince güçlendiğine kanaat getirdikten sonra 2003 yılından başlayarak Türkiye’ye soktuğu militanları ile ülkemizi asimetrik savaşın harekât alanı haline getirmiştir.
Ülkemizi ve bölgeyi daha karanlık günler beklemektedir.
Sıcak savaş kapımızdadır. Muhtemel sıcak savaşlara hazırlıklı olmak zorundayız.

  Dr.  Tahir Tamer Kumkale

..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder