Aç kalınır, onursuz kalınmaz
Yekta Güngör
Özden
10/03/2003 Sayı: 25
Kendi çıkarları için dünya egemenliği kurmak doğrultusunda barışı gözardı
edip savaşı çözüm olarak yeğleyen yeni yayılmacı ve sömürgeci tutumuyla ABD,
medyadaki maşaları aracılığıyla Türkiye’yi zorlamaktadır. Yaşamsal olursa savaş
kaçınılmaz ve zorunludur. Hiçbir barış ve savaş tek yanlı değildir. Sıradan
kavgalar bile. Barış ve savaş için söylenecek çok söz, yazılacak çok
değerlendirme vardır. Kuşkusuz savaş, us taşıyan hiç kimsenin isteyeceği bir
durum değildir. Ateştir, kandır, ölümdür, yıkımdır. Barışın aracı sayılsa bile,
yitiklerle doğacak boşluğu, yaşanacak acıyı hiçbir şey dindiremez. Bir Fransız
sözündeki (Kader isteyeni sevk eder, istemeyeni sürükler) duruma düşmemek için
bilinçli davranma zorunluluğu tartışılamaz. Ama ülkemizde, özellikle büyük bir
kesimi terör aygıtı gibi çalışan, medyamızın tek yanlı yönlendirmesiyle (birkaç
bağımsızlık tutkunu, özgür düşünceli yazar dışında) savaş çığlıkları
atılmaktadır. Giderek bozulan ekonomiye kısmî katkısı olacağı savunularak
neredeyse dilenen, yardım karşılığında savaşta yer alınacağı izlenimini veren,
ulusumuzu küçük düşüren çirkin pazarlıklar, TBMM’nin tepki niteliğindeki
kararıyla sonuçlandı sanılmaktadır. Kanımca, “tezkere trafiği” bitmemiştir,
sürecektir. Olayın, Anayasa’nın 92. Maddesinde öngörülen koşullara uygunluğu,
BM Güvenlik Konseyi’nin yeni bir kararını, hatta yasama işlemini gerektirip
gerektirmediği ayrıca, salt hukuksal bir sorun olarak tartışılabilir. Bir dergi
sayfasının kısıtlı sayılacak bölümünde ayrıntılara girmek olanaksız ve yararsız.
Ancak, her olaydan bir ders çıkarmak gelecek yönünden yararlıdır. Kan parası,
asker kiralama, savaştan çıkar sağlama, savaşla yapılanma ve gelişme
sayılabilecek, ABD ve AB yanlı medya militanlarının şakşakçılığı ve
şaklabanlığıyla sürdürülen, tekelci sermaye yamyamlarının doyumsuzluğunu
sergileyen savaş körüğü delinmiştir. Kimi AB ülkelerinin, başta ABD’li diplomat
ve yazarların uyarıları, eleştirileri ve önerileri bizim uydu ve uşak yapılı
çıkarcıları durduramamıştır. TBMM kararını büyük bir düş kırıklığı olarak
karşılayan, neredeyse kahrından ölecek bu aymazların yazılarında ve
konuşmalarında kişiliklerini ve niteliklerini yansıtan terbiyedışı saldırıları
kim olduklarına ilişkin kanıları güçlendirmiştir. Kimi saplantı ve
sapkınlıkları, inanç sömürüsü girişimleri düşünce özgürlüğüyle karşılamaya
çalışan bu sözde demokrat, sözde ilerici, sözde liberal koro, barış isteyen
savaş karşıtlarını, okuyanları utandıracak bir ölçüsüzlükle suçlamaktadır.
Eleştiriye, değişik düşünceye katlanamayanların demokrasi anlayışına ve
demokratlığına kimse inanamaz. Savaş zorunlu olursa kaçınılmaz. Bağımsızlığı,
özgürlüğü için canını adamak, insan olmanın, adam olmanın, yurttaş olmanın en
doğal gereğidir. Ama macera peşinde koşulamaz. Başkasının kuyruğunda
dolaşılamaz. Gelirden pay kapma amacıyla yurttaşları ve yurdu ateşe atılamaz.
Savaşın ekonomik, toplumsal, siyasal artı ve eksileri güvenlik başta
gözetilerek karar verilir. Yetkisiz ve sorumsuz kişilerin kendi geleceklerini
düşünerek, ilerde karşılaşacağı olumsuzluklarda kendini koruyup destek verecek
güçleri sağlama çabasıyla konumundan yararlanıp gereksiz sözler vermesi
bağlayıcı olamaz. TBMM’nin, Anayasa Mahkemesi’nin Anayol Hükümeti’nin güven
oylamasını Meclis İçtüzüğü’nün eylemli değişikliği biçiminde değerlendirerek
iptal etmesiyle ortaya koyduğu Anayasa’nın 96. Maddesinin öngörüyü benimsemesi,
barışın en güzel insanlık iklimi olduğunu vurgulamıştır. ABD’nin baskısı,
gözdağları, dayatması, IMF ve AB ilişkilerine yollama yapması, Kıbrıs oyunları,
bakanlarımızı kovarcasına azarlaması gereken yanıtı almıştır. Unutulmamalıdır
ki aç kalınır, onursuz kalınmaz.
Türkiye yönetimleri, Kuzey Irak’taki oluşumları doyurucu yaptırımlarla
karşılamamışlardır. Şimdi bunun ezikliği ve pişmanlığı duyulmaktadır. Türk
Silahlı Kuvvetleri, Atatürk’ün ocağıdır. “Yurtta barış, dünyada barış”
ilkesiyle yaşamsal olmayan savaşların kıyım olacağı sözlerini asla unutamaz.
Ancak, kaçınılmaz bir durumda da etkin olmayı, yararlanılmasa bile zararlı
çıkmamayı gözetecektir. Üstelik, ulusal onurumuza yönelik saldırıları asla
hoşgörüyle karşılayamaz. Özal zamanında verilmiş kırmızı pasaportlarla Türkiye
karşıtı toplantılara gidip gelen Kuzey Iraklı aşiret liderlerinin ikilemli,
içtenliksiz davranışlarıyla tehlikeli çıkışları görmezlikten gelinemez. Tersini
savunmak ve kanıtlamak çok güçtür: Kuzey Irak’ta bir Kürt Devleti kurulmuştur.
“Federasyonun öğesi” ve “alt yapı taşı” gösterilmesi tepkileri çekmemek
içindir. Devlet sayılmanın gerektirdiği organlar kurulmuştur. Türkiye’den
Kerkük’e giden bilim adamlarının pasaportuna “Kürdistan” damgası basılmakta,
Irak petrolleri gelirinden %13 pay alınmaktadır. ABD ve Çekiç Güç, PKK-KADEK’e
desteğini sürdürmekte, Kürtlere silah dağıtılmaktadır. PKK-KADEK Kuzey Irak’ta
yuvalanmıştır. Onlara ilişilmemekte, Türkiye’nin kendilerine yardım ve
desteğinin tersine, Türkiye’den toprak koparmak için binlerce insanımıza kıyan
örgüte aşırı destek sağlanmaktadır. ABD, Türkiye kendisiyle birlikte davransa,
kuzeyden kapı ve yol açsa da ilerde söz verdiklerini yerine getirmeyebilir.
Bunun hiçbir güvencesi yoktur. 1991 Körfez Savaşı zararımızı karşılamış
değiller. Eski hesap kapatılmadan yeni sayfa açmak, yeni aldanışları gündeme
getirir.
Olay çok boyutlu. Olumlu, olumsuz yanlarının bulunması doğal. Yansız bir
görüşle irdeleyip değerlendirmek gerekir. Burada Genelkurmay’ın görüşleri
önemli. Kıbrıs konusunda Denktaş’tan yana olan emekli ve görevdeki
askerlerimizin Irak konusunda iktidara yakın görüşte oldukları da
bilinmektedir. Genelkurmay Başkanı’nın 5 Mart konuşması bekleniyordu.
İçeriğinde Türk Silahlı Kuvvetleri’nin demokratlığı (sık sık yinelerim “Bizim
askerlerimizin çoğu, sivillerimizin çoğundan daha demokrattır” bu görüşüm
doğrulanıyor), barışseverliği, hukuka saygısı vurgulanmakla birlikte gündemdeki
konuya değinişi de açık. Önceki tezkerenin oylanmasından önce konuşmama
yerindeliği bu kez gözetilmemiştir. İkinci tezkereden söz edilirken yapılan
konuşma elbet etkileyicidir. Askerlere çatmayı beceri sayanlar, siyasetçiler
başta herkes dönüş yapmıştır. Takiyyecilerin, liderlerinin baskıları karşısında
dönüş için aradıkları bahane, muvafakat partisi durumundaki siyasal partilerin
gerekçeleri ortaya konulmuştur. Saygınlığına toz konulmamasını, gölge
düşmemesini istediğimiz Türk Silahlı Kuvvetleri iktidarı rahatlatmıştır. Artık
“Gel Tezkere!” türküleri yeri göğü inletecektir. Başka bir organ ya da kişi
bunu yapsaydı yargı organlarına bile saldırmaktan çekinmeyen goygoycular
ellerinden geleni arkalarına koymazlardı. Şimdi hakaret-küfür bile olsa sineye
çekmekte, övgüler yağdırarak alkışlamaktadırlar. Kanımızca, Silahlı
Kuvvetlerimiz, açıklanmayı, tanınmayı bekleyen Kürt Devleti oluşumuna ağırlık
vererek çalışmalarını yürütmekte, önceki ve şimdiki dönemin yavanlık ve
yavaşlığının getirdiği sakıncaların giderilmesi fırsatının doğduğunu, ABD’yi sözleriyle
bağlayıp kimi tehlikeleri önlemeyi düşünmektedir. Duyarlılıkları yerindedir.
Yöntemi tartışılabilir.
Yeniçağ tarihinde Irak olayı önemli bir bölüm oluşturacaktır. Saddam’ın
diktatörlüğü, Halepçe katliamı, ekonomik düşkünlük, Kuveyt saldırısı vd. değerlendirilecektir.
ABD’nin küreselleşmenin öncülüğüyle dünyaya egemen olma tutkusu, yeniçağ
diktatörlüğü de yerini bulacaktır. Birleşmiş Milletler Silah Denetçileri’nin
yeterli kanıt bulamadıkları, Güvenlik Konseyi’nin karar almadığı bir ortamda
dayanaksız suçlamalar, kanıtsız girişimler, sivil ve askerlerin tahminleriyle
savaşın açılması petrol çekiciliğine bağlanmakta, Rusya’nın veto hakkını
kullanacağından, Almanya, Fransa ve Belçika’yla birlikte Çin’in olası
tutumlarından söz edilmektedir. Türkiye karşıtlarını belirgin Arap ülkelerinin
yüzyıllar sürecek hırs ve hıncı da ayrı. İnsanlığını unutmayanları utandıran
“Barışın faturası” deyişi ile ikinci tezkereye oy sağlamak için yürürlüğe
konulan vergi baskısı da başka. Borç arttıkça artan bağımlılığın düşürdüğü
üzücü durumları yaşamak acısının tanımı güç. Tezkerenin reddi ya da kabulü
durumlarında “etekleri zil çalanlar” deyimini kullananları ibretle izliyoruz.
Ciddi bir sorunu sen-ben-biz-onlar kavgasına dönüştürmek ilkelliktir. Şimdi
önce red oyu verenlerin kişilikleri, nitelikleri daha iyi anlaşılacak, kimlerin
nasıl, ne bahanelerle döndükleri, kimlerin özür dilercesine destek verecekleri
saptanacaktır. Karşı çıktıkları kurum ve kişileri övmeye başlayan
ikiyüzlülerin, döneklerin kendilerini düzelttiklerini umanlar da
çıkabilecektir. Oysa, bizim değişmez kanımız, Türk askeri asla bir lejyon
askeri, paralı asker değildir. Yansızdır, güçlüdür, yurtseverdir,
barışseverdir, hukuka saygılıdır, tehlike saydığı duruma değinmek zorunda
kalmıştır. Atatürk Orduları kimsenin değil ulusunun gücüdür.
Türkiye’yi yanına alarak güçlüklerini azaltmak isteyen ABD’nin Güvenlik
Konseyi kararını beklemeden TBMM’den tezkereyi geçirtmek için sürdürdüğü
baskıların bir bölümü olarak Kuzey Iraklıları kışkırttığı görüşü ağırlık kazanmaktadır.
Önce sevinç çığlıkları atıp hiçbir şey değişmeden bayrak yakmaya girişmenin
anlamı olmalıdır. Göstermelik kınamalar kimseyi kandıramaz. ABD kendilerine
destek olup bağımsızlık ilan edeceklerdir. Türkiye bunu engelleyecektir. Bunun
için Türkiye istenmemektedir. Kürtçülerin yurtdışı güçlerinin ABD ve Avrupa
ayaklarını bilmeyen kaldı mı? Barışsever ve yurtları için canlarını adamaya
hazır Atatürkçülere “Lâikperest, lâikçi, jakoben, irtica paranoyası, şahinler”
diye suçlamaya çalışan ırkçı, şeriatçı, çıkarcı, dönek gurubunun şimdi hangi
dalda öttüğünü herkes görüyor. Neler olup bittiğini anlıyor. Kargalıktan
şahinliğe geçenleri seyrediyorlar.
Tarih, en büyük öğreti ve hakem olarak yargısını ortaya koyacaktır. ABD’den
beklenen ve istenen dolarlar savaşın hangi zararını, ne ölçüde giderebilir ki?
Yıkımların onarımı, yitiklerin acısı, yaşanılan olumsuzlukların giderilmesi
nasıl karşılanabilir? Alınacak para yaraların sargısı olamaz. Her şeyden önce
para için savaşa girilemez. Güvenliğimiz, geleceğimiz, bağımsızlığımız, ulusal
çıkarımız için gerekirse, ölünür. Yineliyorum aç kalınır, onursuz kalınmaz.
Savaşa da onurla girilir, zaferle çıkılır. Hatırla, baskıyla, oyunla değil. Ne
Damat Ferit, ne Enver Paşa ne de Ali Kemal anlayışı ve tutumu geçerli olamaz.
Saddam’dan değil, barıştan yanayız. ABD’ye değil, emperyalizme, savaşa
karşıyız. ABD dalkavuklarını kınıyoruz. Atatürkçü ve barışsever olmakla
övünüyoruz.
..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder