11 Ocak 2015 Pazar

YENİ ANAYASANIN ŞİFRELERİ BÖLÜM 3


YENİ ANAYASANIN  ŞİFRELERİ BÖLÜM 3


Milli Egemenliğimiz ve “Yeni” Anayasa 

Sadi SOMUNCUOĞLU  13 

DİPNOT;
13- Devlet eski bakanı ve Milli Düşünce Merkezi Başkanı 

GİRİŞ 

“Yeni” anayasaya gerçekten ihtiyaç var mıdır? Varsa önceliği nedir? “Yeni” anayasadan murat, Türkiye’nin daha iyi yönetilmesi ise, devletin temellerini 
sarsmadan, yeni huzursuzluklara, ayrışma ve çatışmalara meydan vermeden, mevcut anayasayı ıslah etmek daha akıllıca olmaz mı? Neden “Yeni” 
anayasanın bütünü için “insan odaklı, insanı mutlu edecek, demokratik ve özgürlükçü” gibi yuvarlak, içi boş, anlamsız sloganlarla yetinilirken, sıra devletin 
meşruiyet temellerine ve kimliğine gelince, Türk Devletini tasfiye edici, ayrıntılı ifadeler kullanılmaktadır. “Yeni” anayasa denince neden bütün söylemler, Milletimizin birliği, egemenliği ve devletimizin üniter-milli yapısı üzerinde odaklanmaktadır? Bu tartışmalarda niçin bölücü terör örgütü muhatap alınmaktadır; gizli-açık görüşmeler ve pazarlıklarda sanki birlikte “yeni” anayasanın ruhu belirlenmeye çalışılmaktadır? Bu durumda “yeni” anayasa, TBMM’nin hür iradesiyle mi, yoksa bölücü terör örgütüyle varılacak mutabakatla mı hazırlanmış olacaktır? 

İşte bu incelemede “yeni” anayasa meselesi, bu sorular ve benzerleri ekseninde tahlil edilecek; coğrafyayı vatan yapan milletimizin yüksek iradesi, 
kültür ve medeniyeti, devletlerimizin temelleri ve kimliği ile öne çıkan bazı kavramlar üzerinde durulacaktır. 

Anayasa Ne Demektir? 

Anayasa devletin meşruiyet kaynağını, kimliğini, kuruluş esaslarını, temel amaç ve görevleri ile yönetim biçimini belirleyen; bireylerin hak, özgürlük ve 
yükümlülüklerini gösteren, kişilerin birbirleriyle, toplumla ve devletle ilişkilerini düzenleyen temel siyasi yasadır. Anayasa üstün hukuk normudur. Demokratik 
hukuk devletinde ana yapı, yasama, yürütme ve yargı organlarından oluşmaktadır. 

Kuruluş esasları ve hukuki yapıları uluslararası hukuka ve genel duruma uyan devletler bu özelliktedirler. Kendine has şartlarda ve konjonktüre göre kurumuş 
istisnai konumdaki devletlerin anayasaları ise, birbirlerine benzemediği gibi, hiçbir ülkeye de örnek teşkil etmez. Anayasa konusuna bu çerçevede 
bakılması gerekmektedir. 

Türk Anayasaları 

Bugüne kadar, 108 yılda 5 yazılı anayasamız olmuştur. Bunlar; 1876 Kanuni Esasi, 1921 geçici Anayasası, 1924 Anayasası, 1961 Anayasası ve 1982 
anayasasıdır. Bu anayasalardan ilk üçünün gerçek ihtiyaçtan; son ikisinin ise darbeler sonucu kurulan yeni rejime göre “sıfırdan” yapıldığı bilinmektedir. 

Ancak konumuz açısından çok önemli olan husus, devletin kimliğinin Sultan II. Abdülhamit Han’ın 1876 Kanuni Esasi’sinden 1982 Anayasasına kadar aynı kalması, adeta kopya eder gibi korunmasıdır. Anayasaların hepsinde de, kurucu irade, kuruluş esasları ve meşruiyet kaynağı denilen, milletin ruhu esas alınmıştır. Böyle olması da çok tabiidir. Çünkü kurucu iradenin sahibi değişmemiş, hep Türk Milleti olmuştur. 

Kimlik meselesi günümüz tartışmalarının da eksenini teşkil ettiğinden, ilk anayasamızdan somut deliller vererek, devletin yapısındaki sürekliliğe ve bütünlüğe dikkatleri çekmek isteriz. 

Önce 1876 Kanun-i Esasi’ye bakalım. (1908 değişiklikleri dâhil) 

Madde 1. Osmanlı devleti ülkesiyle bir bütündür, hiçbir gerekçeyle bölünemez. 

Madde 2. Osmanlı Devletinin başşehri İstanbul’dur 

Madde 8. Osmanlı Devleti’nin uyruğunda bulunanlara “Osmanlı” denir, 

Madde 17. Yasa önünde bütün Osmanlılar eşittir. Kişilerin, din ve mezhebine bakılmaksızın vatana karşı aynı hak ve ödevleri vardır. 

Madde 18. Devlet memuru olabilmek için “devletin resmi dili” Türkçeyi bilmek şarttır. 

Madde 57. Mecliste müzakerelerin dili Türkçedir. 

Madde 68. Türkçe bilmeyen milletvekili olamaz. 

Madde 71. Milletvekilleri, seçim bölgesinin ayrıca vekili olmayıp, Osmanlı vekilidir. 

Muhtevası belirlenen bu kimlik elbette 1876 Kanuni Esasi ile kazanılmış değildir. Devletin kuruluşundan itibaren; sarayda, orduda, devlet işlerinde, mahkeme lerde, şiirde, edebiyatta, kültürde, musikide, mimaride, sanatta, günlük hayatta, her yerde ve her işte, Türk dili ve kültürü esas olmuştur. Ondan önce Selçuklu devleti de, Osmanlı gibi Türk Milletinin devletiydi. 

Yukarıda 8. Maddede bahsi geçen “Osmanlı” sözü hiç şüphe yoktur ki, “Türk” anlamındadır. Aynen Cumhuriyet dönemi anayasalarında çok kullanılan “Türkiye” sözünün, Türk anlamında kullanılması gibi. 

Nitekim bu anayasalarda, “egemenlik kayıtsız şartsız Türk Milletine aittir” denilmek suretiyle, hiçbir tereddüde yer bırakılmamıştır. O bakımdan, bu günün 
tartışmalarında “Türkiye” sözünü, “Türk”ten ayrıymış gibi göstermeye kalkışmanın gerçekle ilgisi yoktur. 

Buna rağmen, günümüzün her türlü istismarına fırsat vermemek için, Türkiye yerine, hep Türk, Türk vatanı ve Türk Milleti kavramlarını kullanmakta yarar vardır. 

Osmanlı Devletinin ömrünü tamamlaması üzerine yerine Türkiye Cumhuriyeti Devleti geçmiştir. 

Bu dönemde bütün dünyada imparatorlukların dağıldığını, egemenliğin artık hanedan eliyle değil, doğrudan doğruya millet eliyle temsil edildiğini, 
demokratik hukuk devleti dönemine girildiğini hatırlamalıyız. 

Nitekim TBMM, 1922’de aldığı 308 numaralı kararla bu hususa açıklık getirmiştir.14 Karar şöyledir: “Osmanlı İmparatorluğunun kurucusu ve gerçek sahibi olan Türk Milleti,… düşmanlarına karşı kıyam etmiş …bugünkü kurtuluş gününe vasıl olmuştur.” 

DİPNOT;
14 Türk Anayasa Metinleri, s.96,Prof. Dr. Suna Kili-Prof. Dr. Şeref Gözübüyük 

Daha önce de 1921 Anayasasında 

1. Maddede, “ Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir ” 

2. Maddede “İcra kuvveti ve yasama yetkisi milletin yegâne ve hakiki temsilcisi olan Büyük Millet Meclisinde belirir ve toplanır” denildiği görülüyor. 
    Benzer hükümler 1924 Teşkilatı Esasi’de 2. Maddede “Devletin resmi dili Türkçedir” 

3. Maddede ” Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir ” 

4. Maddede “ Türk Milletini ancak Türkiye Büyük Millet Meclisi temsil eder ” 

1945 değişikliği ile “ Türkiye ahalisine din ve ırk farkı olmaksızın vatandaşlık itibariyle Türk denilir… vatandaşlık kanunu gereğince Türklüğe kabul olunan 
herkes Türktür.” şeklindedir. 

1961 Anayasasında 

2. Maddede, “milli devlet” 

3. Maddede “resmi dili Türkçedir” 

4. Maddede “Egemenlik kayıtsız şartsız Türk Milletinindir” 

1982 Anayasasında 

3. Maddede “Devletin dili Türkçedir” 

6. Maddede “Egemenlik kayıtsız şartsız Türk Milletinindir” şeklinde belirlenmiştir. 

Bu örneklerde görüldüğü gibi devletin sahibi ve kimliği hiç değişmemiş, “Türk” ve “Türk Milleti” olarak kalmıştır. Esasen egemenlik millete ait bir kavram olduğundan, devletin sahibi, bünyesindeki etnik grupları da temsil eden millettir. Zaten başka türlüsü mümkün de değildir. 

Anayasalar ve Kanunlar Kullanıldıkça Değer Kazanırlar 

Anayasalar ve kanunlar kullanıldıkça değer kazanırlar. Yürürlükteki anayasa ve yasalar; mahkeme içtihatlarıyla zenginleşir, gelişir, değişir, toplumun ihtiyaçlarını karşılayacak bir muhtevaya ulaşmaya çalışır. Mevzuat da, böylece aynen toplum gibi canlı, gelişen dinamik bir hüviyet kazanır. 

Bu bakımdan “yeniden” anayasa yapılması çok sorunlu, riskli, konjonktüre ve bir kesimin ideolojisine bağlı olma tehdidi altındadır. Yerleşmiş, köklü devlet 
kültür ve geleneğine sahip ülkelerde, yeni anayasa değil, ıslah edilen anayasadan bahsedilebilir. Bu da, ciddi saha araştırmalarını, samimi ve azami bir uzlaşmayı gerektirir. 

Ama Afrika gibi yeni ve istikrar kazanmamış, kökleşmemiş devletlerde, işler yürümedikçe anayasa ve yasaların, yeni baştan yapılması sıradanlaşır. Buna 
karşılık, gelişmiş ülkelerde anayasalar, kurucu irade ve devletin kuruluş esasları titizlikle muhafaza edilerek, geliştirilmektedir. Mesela ABD, 250 yıldır böyle yapıyor. 

1961’de ihtilalciler, “ Sıfırdan ” yeni anayasa yapmaya kalktıklarında, rahmetli Ord. Prof. Dr. Ali Fuat BAŞGİL mealen şu tavsiyede bulunmuştu: 

“1924 anayasasını çöpe atmayın. Bünyemize ve ihtiyaçlarımıza uyduğu görülen maddelerini muhafaza edip, yetersiz veya eksik olan yönlerini geliştirin, değiştirin. Yeni bir anayasa yapılırsa, ideal planda çok iyi olabilir, ama toplumun ihtiyaçlarına ve yapısına ne kadar uyacağı, nelerle karşılaşılacağı bu günden bilinemez. Endişe ederim ki, uygulamada çok büyük sıkıntılara sebep olabilir.” 

Bu bilge kişinin tavsiyesine uyulmadı, 1924 Anayasası çöpe atıldı. Konjonktüre ve teorik doğrulara göre 1961 anayasası maalesef yeniden hazırlandı. Türk 
siyaseti 1982’ye kadar, bünyemize uymayan bu anayasayla kavga etmek zorunda kaldı. 

1980 darbesini yapanlar da söz dinlemediler, aynı hataya düşerek 61 anayasasını bütünüyle çöpe attılar. 

Yine konjonktüre göre bir tepki anayasası hazırlattılar. Bu defa da 1982 Anayasası kavga konusu oldu. TBMM 1987’den başlayarak bu anayasanın kuruluş esasları hariç, maddelerin tamamına yakınını değiştirdi. 

Bu da yetmedi. Sıra, darbecilerin bile düşünmedikleri, 1876 Osmanlı anayasasından beri korunan devletin üniter-milli yapısı, daha açık ifadesiyle devletin Türk milletine ait olduğunu gösteren maddelerine geldi. Tarihimizde, egemenliğimizi hedef alan böyle bir durumla ilk defa karşılaşılmaktadır. 

“Türkiye’yi dönüştürmek” adı verilen bu inkârcı, ülkeyi sosyal gruplara göre ayrıştırıcı ve egemenliği paylaştırıcı sürecin, bölücü terör örgütü ve 
emperyalistlerden beslendiği de açık bir gerçektir. Bu yoldan dönülmediği takdirde, varlığımızın bütünüyle daha da vahim bir keşmekeşe sürükleneceği 
görülmektedir. 

Milli Devlet, Rejimler ve Yönetim Türleri 

Dünyamızdaki genel duruma ve uluslararası hukuka göre devletlerin tamamına yakını, bir millete dayandığı için millidir. Tabii ve esas olan da bu yapıdır. Bu eksende kurulan devletlerin rejimleri farklı olabilmektedir. Padişahlık, krallık, diktatörlük, mutlakıyet, meşrutiyet, cumhuriyet, demokrasi gibi. 

Öte yandan rejimlerin bir de yönetim, (Otorite/yetkinin kullanılması) biçimleri vardır ki; bunlara üniter (merkezi), federasyon veya konfederasyon adı verilmektedir. 

Bir de, zamanımızda pek rastlanmayan gayri milli adı verilen çok ortaklı etnik devlet yapıları vardır. Dağılan Yugoslavya, SSCB ve bugünkü Irak gibi. 

Burada dikkatten kaçmaması gereken bir husus vardır; o da ülkemizde rejimler değişmiştir, ama devletin temel yapısı hep aynı, milli olarak kalmıştır. Yönetim 
biçimi de böyledir; değişmemiş, hep üniter (bir merkezden yönetim) olarak sürmüştür. Özetle, Osmanlı gibi Türkiye Cumhuriyeti de milli ve üniter/tekil yapıda bir devlettir. 


ABD ve Almanya da bir milletin devleti (milli)’dir. Ama yönetim biçimi üniter değil, federaldir. ABD’nin 50 eyalet devleti de “Amerikan” milletine; Almanya’nın 16 eyalet devleti de “Alman” milletine, yani bir millete aittir. Ama yönetimi çok merkezden yapılmaktadır. 

Irak Federal Cumhuriyeti ise, bu genel duruma istisna teşkil etmektedir. Yani Devletin temel yapısı gayrı millidir. Çünkü 2 kurucu unsurlu (Arap ve Kürt), 2 dilli (Arapça ve Kürtçe) ve 2 yönetim merkezli (Bağdat ve Erbil)’dir. 2003’e kadar üniter-milli olan Irak’ta, bir olan ne varsa böylece ikiye bölünmüştür. Bu devlet yapısına ne milli, ne üniter ne de bilinen anlamda federal denilebilir. Gayri milli, çok ortaklı ve etnik yapıda konjonktüre ve emperyalistlerin çıkarlarına göre kurulmuş bir devlettir. Bu haliyle geleceği karanlıktır ve her zaman iç çatışma, savaş ve kaos demektir. 

Şimdi “yeni” anayasa ile aynı gayri milli, çok ortaklı etnik devlet, Türkiye’de de kurulmak istenmektedir. 

BOP çerçevesinde, “demokratikleşme” ve “özgürleşme” uyuşturucusuyla, PKK terörü, AB ve ABD baskılarıyla, adım adım sonuca yaklaşmaktadır. 

Devlet Yapılarındaki Dönüşümler 

“Yeni” anayasa tartışmaları sırasında, bazı kişi ve çevrelerin “Dünyamızda milli-üniter devletlerin devri bitiyor, federasyonlar dönemi başlıyor. Türkiye büyümek için, çağa uymalı ve federasyona geçmelidir” şeklinde propaganda yaptığı görülmektedir. 

Gerçekten böyle mi? Önce burada bahsi geçen “federasyon”un bir millete ait olan değil, “çok ortaklı, etnik” yapıda gayri milli devlet biçimi olduğu 
hatırlanmalıdır. Buna göre bakalım: 

Sovyetler Birliği (SSCB) dağılmış, bağımsızlığını kazanan 15 devlet milli-üniter yapıda kurulmuştur. 

Varşova Paktından bağımsızlığını kazanan Merkezi ve Doğu Avrupa’nın 6 ülkesi, milli ve üniter devlet olarak yola devam etmiş. Çek ve Slovaklar ayrılarak milli ve üniter devletlerini kurmuşlardır. Federal yapıda olan Belçika Krallığı, Flaman ve Valon bölgesi olarak fiilen ikiye bölünmüş, milli-üniter devletlerini kurma mücadelesini vermektedirler. 

Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti, 20 yıla varan kanlı etnik çatışmalardan sonra dağılmış, yerine 5’i milli-üniter, 2’si karmaşık-suni yapıda bağımsız 7 devlet kurulmuştur. 

Görüldüğü gibi dünyamızda çok ortaklı-etnik federasyondan, ideal olan milli devlete dönüş devam etmektedir. Buna karşılık milli-üniter devletlerden federasyona dönüşen tek bir örnek yoktur. 

“Renksiz”, “İdeolojisiz” ve “Kimliksiz” Anayasa 

İnsanlar gibi milletler de subjektif varlıklardır. Hayata bakışları, değerleri, algılamaları, öncelikleri, yorumları farklıdır. Bunun için bu varlıklar ayrı renklere, 
ideolojilere, üsluplara ve kimliklere sahiptirler. Milletler ve devletler tek tip, birbirinin kopyası gibi olamazlar. Dünya düzeninde egemenlikler bu sosyolojik ve siyasi yapıya göre düzenlenmektedir. Uluslararası hukuk da buna göre şekillenmektedir. 

Onun için devletlerin rengi, ideolojisi ve kimliği vardır ve farklıdır. Kurucu olan, milletin özelliklerini taşır. 

Bu genel tespitten sonra konumuza dönelim. İktidar partisi adına anayasa çalışmaları yapan Prof. Dr. Ergun Özbudun diyor ki; “Renksiz anayasa doğru, bir ideolojiye bağlı anayasa yanlış olur”;15 Prof. Dr. Zafer Üskül ise; “Milliyetçilik farklı anlaşıldığı için anayasaya girmemeli” diyor.16 

DİPNOT;
15 www.yenicagkitap.com/yazargoster.php?haber=568 
16 www.yenicagkitap.com/yazargoster.php?haber=601 

Doğrudur; Milliyetçilik, Türk Milleti, milli kültür, milli-üniter devlet, Atatürk’ün dünya görüşü, kurucu felsefe, devletin kuruluş esasları gibi kavramların farklı 
algılanması normaldir. Hangi sosyal ve siyasi terim kullanılırsa kullanılsın durum değişmez. Sosyal ve siyasi nitelikli kavramların şablonları, tek tip anlamları 
yoktur. Nereden bakıldığına göre değişir. Ama “biz”i tarif ettiği için çok önemlidirler. 

Konuya açıklık getirmek için asrımızın en büyük medeniyet projesi denilen AB Anayasasından birkaç örnek vermek isteriz. 

“Avrupa’nın kültürel, dini ve insani mirasından... ilham alarak... Manevi ve ahlaki mirasın bilincinde olarak... Avrupa halklarının kültürlerindeki ve geleneklerindeki 
çeşitliliğe ve üye devletlerin kimliklerine saygılı olarak… kiliseyle sürekli irtibatta bulunarak...” 

AB anayasasındaki bu kavramlar rengi, ideolojiyi, kimliği göstermiyor mu? Eğer siz bir millete, ortak bir kültür ve medeniyete sahipseniz, renginiz, ideolojiniz 
ve kimliğinizin olması kaçınılmazdır. 

Bu gerçek bilindiği halde, milleti aldatmaya yönelik sloganlarla propaganda yapılmasının bir amacı olması gerekir. Anlaşılan Türk Milletinin egemenliğiyle 
sorunları ve hesapları olanlar sahnededirler, ama dürüst de değildirler. 

DİPNOT;

BELGE BİLĞİ VE ÇALIŞMALAR 
www.millidusunce.org 
e-posta: bilgi@millidusunce.org 
Yayın Numarası: 3  
Sadi SOMUNCUOĞLU 
Milli Düşünce Merkezi Başkanı 
YAYINLARINDAN ALINMIŞTIR,,


***
..



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder