8 Mart 2015 Pazar

ORDU GÖREVE...




ORDU  GÖREVE...



İnan kahramanoğlu

Ordu Göreve!

Türkiye’de tüm tartışmalar artık gelip Ordu üzerinde düğümlenmiş durumda. Hükümet attığı her adımda Ordu’yu karşısında bulurken Ordu da her geçen gün ABD-AB-AKP ittifakı tarafından biraz daha kuşatılıyor.
Türk siyasetinde hangi taşı kaldırsanız altından Ordu-siyaset kurumu çatışması çıkıveriyor. Bu durumu analiz etmek için özel bir çabaya bile gerek yok. Çünkü artık tüm kartlar açılmış ve neredeyse bütün kozlar ortaya serilmiş durumda.
Bir kısım insan Ordunun bu kadar fazla siyasetin içinde olmasını yadırgayabilir ve o bildik darbe tartışmalarını ısıtıp ısıtıp piyasaya sürebilir. Türk siyaseti üzerinde bir “Ordu vesayeti”nden veya “demokrasimiz”e yönelik bir darbe tehdididinden söz edebilir.
Ordu’ya darbe
Ama gerçek, yaratılmak istenen bu tablonun tam da zıddıdır. Çünkü Türkiye zaten bir darbe dönemini yaşamaktadır. Şimdi de bu darbenin son basamakları tırmanılıyor. Darbenin son basamağı Orduya yapılacak darbedir.
Türkiye’yi parçalamaya götürecek yasal düzenlemeler artık neredeyse tamamlanmıştır. 6. Uyum Paketi kabul edilmiş, diğerlerinin de hazırlıkları bitmek üzeredir. İkiz yasalar kabul edilmiş ve böylelikle Türkiye kendi eliyle ülke içinde azınlıklar yaratılmasını ve hatta bu azınlıklara devlet kurmaya kadar varacak haklar tanımayı kabul etmiştir.
Bu sürecin önündeki tüm siyasi engeller, toplumsal gruplar, partiler birbir darbelerle tasfiye edilmiş ve Türk siyaseti bütünüyle AB ve ABD’nin denetimi altına girmiştir. Darbe sürmekte, işbirlikçi AKP bir bir rakiplerini temizlemektedir.
Tüm bu tablo içinden Ordu’nun ve milliyetçi güçlerin darbe tezgahladığı sonucunu çıkartmak akla mantığa sığmaz. Çünkü esas darbeyi planlayan, darbe çığırtkanlığı yapan ve hatta daha şimdiden darbeyi yürürlüğe koyan güçler gün gibi ortadadır.
Bir cuntadan söz edilecekse, bu cunta, ABD-AB-AKP koalisyonudur. Darbe merkezi budur. Darbenin amacı Ordu’yu tasfiye etmek ve Türkiye’yi parçalamaktır. Darbenin çığırtkanlığını yapanlar ise Aydın Doğan başta olmak üzere bütün Amerikancı-AB’ci gazeteler ve bu gazetelerde çarşaf çarşaf muhtıra gibi ilanlar yayınlayan bilumum kuruluşlardır.
Ordu’nun siyasetin merkezine yerleşmesinin nedeni de budur. Şer ittifakının son darbeyi vurma vakti gelmiştir. Onun için kılıçlar çekilmiş ve hazır beklenmektedir.
Bu koşullar altında Ordu’yu darbe konusunda uyarmak, darbecilere müdahale etmeye çağırmak darbecilik olarak damgalanmaktadır. Buradaki amaç gayet açıktır, Ordu’nun elini kolunu bağlamak.
Karşı taraf kılıcını çekmiştir. Kılıç öldürmek için Ordu’ya yönelmiştir. Ama belli bir kesim Ordu’ya “kılıcını kınına sok ve öl” çağrısı yapmaktadır.
Ordu’ya yönelik saldırı ve Ordu’nun bu saldırıya nasıl karşı koyacağı sorunu işgalin eşiğine gelmiş bir Türkiye’de temel sorundur. Bu yüzden de sorunun temelinde yatan gerçeği ve bu çatışmanın nasıl geliştiğini iyi kavramak gerekir.
Ordu düşmanı şer ittifakı: ABD-AB-AKP
Türkiye’de siyasetteki saflaşmayı çok uzun bir süredir Ordu-siyaset kurumu çatışması olarak ortaya koymuştuk. Gerek seçim öncesinde yaptığımız çağrıda gerekse AKP’nin iktidar olmasından sonra Türk Ordusu’nun tasfiye edilmeye çalışıldığını ve dönen bütün tartışmanın da, yapılan seçimlerin de asıl amacının Ordu’yu güçsüz düşürmek olduğunu yazmıştık.
TÜRKSOLU’nun geçen sayısında da uzun süredir Ordu’yu tasfiye etmeye çalışan Ordu düşmanı ittifakı gözler önüne sermiştik. ABD-AB-AKP ittifakının yanında TÜSİAD başta olmak üzere Amerikancı ve Şeriatçı basının da bu kampanyanın aktörleri olduğunu belirtmiştik.
Bugüne kadar Ordu’nun bir şekilde bu sürece ikna edilebileceği ya da etkisizleştirilebileceği gözönünde bulundurularak nispeten daha düşük dozda, daha gizli ve ince bir Ordu düşmanlığı sözkonusuydu. Oysa bugün artık Ordu’nun açıkça siyasetin önünde bir engel teşkil ettiği açıkça söyleniyor ve Ordu hedef tahtasına konmuş durumda.
Bu saldırı planının en açık şekilde ortaya çıktığı yer ise medya. Amerikancı ve Şeriatçı basının özellikle 28 Şubat sürecinden beri bütün saldırı oklarını Ordu’ya yöneltmesinden beri geçen altı yıllık süreç, aslında Türk Ordusu’nu gözden düşürmek ve tecrit etmeye yönelik yayınlarla geçti desek yeridir.
Ordu düşmanı kampanya o derece pervasızlaştı ve büyüdü ki yalnızca şeriatçı ve Amerikancı yazarlar değil sahte Atatürkçüler bile kampanyaya dahil edildiler. Daha önce Atatürkçü Düşünce Dernekleri ve Kulüplerinin kapatılması önerisiyle şeriatçı gazetelerden büyük övgü alan Cumhuriyet gazetesi yazarı Orhan Bursalı Ordu düşmanı kampanyanın da ilk tetikçilerindendi.
Bursalı, Silahlı Kuvvetler Cumhuriyet’i başlıklı yazısında Ordu düşmanı bütün tezleri ard arda sıralayarak Türk Ordusu’nun kimi dönemlerde Atatürkçülüğün içini boşalttığını söyleyerek Ordu’yu ağır bir dille suçladı. Yazının içeriğindeki ağır ithamlar bir yana yazısının başlığı bile ordu düşmanlığı kokuyordu. Bursalı Türkiye Cumhuriyeti’ni “Silahlı Kuvvetler Cumhuriyet’i” olarak nitelendirerek Ordu düşmanlığında şeriatçı yazarların bile dudaklarını uçuklattı.
Medya kanalıyla yürütülen Ordu düşmanlığı kampanyasının arkasında ise büyük bir ittifak duruyor. Malum ittifakın bir yanında bizzat ABD’den alınan icazetle kurulan ve tuzak bir seçimle tek başına iktidara getirilen Şeriatçı AKP, diğer yanında Kuzey Irak’ta kukla bir Kürt devletini fiilen hayata geçiren ve Irak saldırısında istenilen desteği vermediği için Türk Ordusu’nu en ağır şekilde itham eden ABD ve son olarak da demokratikleşme kisvesiyle bölücü terör örgütünün siyasallaşmasını sağlayarak Türkiye’nin Güneydoğusu’nu ve Kıbrıs’ı Türkiye’den kopartmaya çalışan AB var.
AKP’nin ipleri AB ve ABD’nin elinde
AKP ise AB ve ABD’nin Türkiye üzerindeki bütün politikalarının resmi sözcülüğünü üstlenmiş durumda ve bunları uygulamak için ne gerekiyorsa yapıyor.
İktidara geldiği günden beri özellikle Recep Tayyip Erdoğan’ın tüm tavırları ve açıklamaları AKP’nin kendisine yüklenen görevi yerine getirmekteki kararlılığını ortaya koyuyor.
AKP’nin tasarladığı Şeriat düzenine geçiş planını uygulamaya koyabilmesi için Ordu duvarını aşması gerekiyor ki, bunun hiç de kolay olmayacağı 28 Şubat tecrübesiyle ortaya çıkmıştı. Dolayısıyla Ordu engelini aşmak için büyük bir güce yaslanmak AKP açısından bir zorunluluktu ve AKP hem ABD hem de AB’nin desteğini arkasına alarak bunu sağlamaya çalışıyor.
AKP, 28 Şubat’ın rövanşını almak için emperyalistlerle işbirliğine girme cesaretini kendinde görebiliyor. Daha AKP iktidarının ilk gününden itibaren Ordu ile AKP arasında ciddi bir çatışma olduğu ortaya çıkmış ve karşılıklı açıklamalarla bu tespit doğrulanmıştı.
Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’ün o günün başbakanı Abdullah Gül’e yönelik “Başbakan irticaya destek verdi” suçlaması AKP ile Ordu arasındaki çatışmanın boyutlarını gösteriyordu. Ordu’yu önündeki en büyük engel olarak gören AKP’ye karşı Ordu’nun da AKP’yi Cumhuriyet açısından açık bir tehdit olarak gördüğü böylelikle ortaya çıkmıştı. Bu aynı zamanda bütün gücünü Batıdan alan iktidarın meşruluğunun olmadığının da ortaya çıkmasıydı.
Son sekiz aylık sürece baktığımızda da Ordu-AKP ilişkisinde temel belirleyenin AKP değil AKP’yi destekleyen AB ve ABD olduğunu da rahatlıkla görebiliriz. AKP’lilerin Ordu’yu dikkate almayan tavırları da onların arkalarındaki güce olan güvenlerinden kaynaklanıyor.

Türk Devletinin direnç Noktalarına Saldırılıyor

AKP hükümetinin arkasına aldığı bu güçlere yaslanarak uygulamaya çalıştığı bütün politikalar Türk devletini parçalayacak ve ortadan kaldıracak nitelikteydi ve bu nedenle verilen
tepki de çok sert olmuştu.
Dış politikada özellikle Kıbrıs ve Irak konusunda gösterilen teslimiyetçi ve işbirlikçi tavır yalnızca Ordu’nun değil, Cumhurbaşkanı’ndan Dışişleri Bakanlığı’na, yargı organlarından YÖK’e kadar neredeyse bütün devlet kurumlarının sert tepkisine yol açmıştı.
Bugün yürürlüğe konulmak istenilen uyum yasaları konusunda da aynı durum söz konusu. Devlet-AKP çatışması her gün biraz daha keskinleşiyor. Tayyip Erdoğan ise bütün bu karşı çıkışları hiçe sayarcasına kadrolaşma suçlamaları üzerine yaptığı açıklamada “kadrolaşma kadrolaşma diye bağırıyorlar. Birilerinin kovanına çomak soktuk o yüzden bağırıyorlar” diyerek devlet AKP çatışmasının gerçek niteliğini çarpıtmaya çalışmıştı.
Tayyip Erdoğan şimdi de uyum paketlerinin içeriğine karşı çıkanları “bürokratik oligarşi” olarak suçluyor. Dolayısıyla bu bürokratik oligarşinin tasfiyesi de AKP’nin öncelikli hedefi. Yeni düzenlemelerle AKP’nin hazırladığı yasa değişikliklerini veto eden Cumhurbaşkanı’nın yetkileri daraltılırken, MGK’nın konumu da yeniden düzenlenerek MGK etkisizleştiriliyor. Bu Türk Devleti’nin direnç noktalarını kırma ve AB-ABD dayatmalarının gerçekleşmesinin önündeki son engellerin de ortadan kaldırılması demek.
AB parlamentosuna sunulan Oostlander raporu da bu noktada oldukça önem kazanıyor. Oostlander raporunda Kemalizmin ve Türk Ordusu’nun demokratikleşmenin önünde engel olduğu belirtilmişti ki, AKP’nin yapmaya çalıştığı düzenlemelerin bu raporla son derece uyumlu olduğunu görmemek mümkün değil.
Uyum paketleri bölücülüğü yasallaştırıyor
6. Uyum Paketi ve ardından gelecek uyum paketlerinin de aynı amaca hizmet edeceğini görmek gerek. Demokratikleşme ve AB’ye uyum olarak gösterilen yasa değişikliklerinin hepsi Türkiye’nin üniter devlet yapısını ve laikliği ortadan kaldırmaya yönelik yasalar.
Terörle mücadele yasasının 8. maddesinin kaldırılmasıyla siyasallaşma çalışmalarında önemli mesafe kateden bölücü örgütün önü açılıyor. Kürtçe isimlere getirilen serbestlikten, DGM’nin kuruluş ve yargılama usulüne dair kanundaki değişikliğe kadar bir dizi değişiklikle Kürt azınlık yaratma planlarının bir aşaması daha başarıyla tamamlanmış oluyor. RTÜK yasasında yapılan kamu ve özel radyo-televizyonlarda Kürtçe yayın yapılmasının önünü açan değişiklik de Türk Devleti’nin Kürtçe’yi resmen tanıması anlamına geliyor.
AKP hükümeti bugünlerde TRT’den Kürtçe yayın yapılması için çalışmalarını sürdürmekte. TRT’den sorumlu Devlet Bakanı Beşir Atalay, kamuya ait radyo-televizyonlarda Kürtçe yayının herhangi bir sakınca yaratmayacağı açıklamasıyla AKP’nin tavrını ortaya koymuş oldu. TRT ise bu düzenlemelere karşı çıkarak Danıştay’a başvurdu ve Kürtçe yayın konusunda AKP hükümetine direnişini sürdürüyor.
Türk Ordusu nasıl tasfiye edilecek?
Elbette bütün bu yasaların bu şekliyle kabul edilmesi ve daha da önemlisi uygulamaya geçebilmesi için Terörle Mücadele Yasası’nın ve bölücülüğü yasallaştıran düzenlemelere karşı çıkan Ordu’nun ortadan kaldırılması gerek.
Yakında tamamlanarak Meclis’e getirilmesi planlanan 7. Uyum Paketi tam da bu amaca hizmet ediyor. Hükümet hem 6. Madde’nin yarattığı tepkiden rahatsızlık duyduğu için hem de 7. Madde’nin içeriğinden dolayı bu paketi tartışmaya açmadan Meclis’e getirip apar topar geçirmenin yollarını arıyor.
Yeni paketin hedefi ise, MGK’yı işlevsizleştirerek Ordu’yu tasfiye etmek. Yapılacak düzenlemelerle MGK kuruluş yasası değiştirilerek MGK Genel Sekreteri’nin sivil olması öngörülüyor. Sinema, Video ve Müzik Eserleri Kanunu’nda bile değişikliğe gidilerek MGK adına denetim yetkisi bulunan üyenin üyeliği ortadan kaldırılıyor.
7. Uyum Paketi’nin en önemli maddelerinden birisini de Ordu’nun harcamalarının Sayıştay denetimine açılması ve Ordu bütçesinin hükümet tarafından belirlenmesi oluşturuyor. Hükümet sadece Ordu’nun yetkilerini ve etki alanını daraltmakla kalmıyor Ordu’yu tamamen kendi denetimine alacak bir planı uygulamaya koyuyor.
Hükümetin nihai hedefi ise Genelkurmay Başkanı’nı Milli Savunma Bakanlığı’na bağlamak. Bu plan henüz uyum paketleri içinde yer almasa da AKP iktidara geldiği ilk günden beri bu niyetini defalarca açıklamıştı ve dolayısıyla önümüzdeki dönemde bu konunun da gündeme gelmesi kaçınılmaz görünüyor.
Burada Ordu’nun şu an geçmekte olan uyum paketlerine olan tepkisi de belirleyici olacak. Kabul edilen ve şu an Meclis’e getirilmek üzere olan uyum yasalarına gösterilecek direncin dozu AKP’nin bu konudaki çalışmalarının hızını da belirleyecek.
6. Uyum Paketi’nin Ordu’nun çekincelerini açıklamasına rağmen MGK’ya getirilmeden Meclis’ten geçirilmesi ve apartmanlarda mescit açılmasının önünü açan maddenin dışında bütün olarak kabul edilmesi AKP’nin cüretini artırmış görünüyor. AKP’nin bu cüretini Adalet Bakanı Cemil Çiçek, “Uyum Paketi değişmeyecek. Herkes görüş bildirebilir. 8. Madde kalkacak, yabancı gözlemciler gelecek, Kürtçe yayın da bölmez” diyerek ortaya koymuştu.
AB Komisyonu Türkiye Temsilcisi Hansjörg Kretschmer de Türk Ordusu’nun AB’ye girişin önünde engel olduğunu belirterek “Türkiye’de askerlerin, MGK’nın ve MGK Genel Sekreterliği’nin durumu, konumu ve Silahlı Kuvvetler’in bütçe bazındaki özgürlüğü ve TSK’nın bu konudaki ifadeleri ve gözlemlerini açıklayışı Avrupa Birliği’nde bizim alışık olmadığımız durumlardır.” sözleriyle AKP’yi desteklediği mesajı vermişti.



Türk Ordusu niçin hedef?

Ordu Düşmanları TÜRKSOLU’na saldırıyor

Ordu Düşmanları: ABD-AB-AKP” kapağımız ile birlikte Amerikancı ve şeriatçı basının aylardır süren TÜRKSOLU’nu hedef gösterme ve karalama kampanyasına bir halka daha eklendi.
Şeriatçı Vakit üç gün boyunca TÜRKSOLU’nu birinci sayfadan haber yaptı. Tabi buna haber dersek. İlk günkünün başlığı “İdamlık tahrik”ti ve TÜRKSOLU’nu çıkaran Atatürkçü gençlerin Ordu’yu müdahaleye çağırdıkları için idamla yargılanmalarını talep ediyordu. Gençlerin idamı konusundaki bu iştah şeriatçı zihniyetin ne kadar demokratik olabileceğini de gösterdi.
Bütün yargı kanunlarını hiçe sayarak yılın 365 günü Ordu ve devlet düşmanlığı yapan Vakit, gazetemizin geçtiğimiz sayısındaki başyazının içinden kendince idam cezası gerektiren bir suç bulup savcıları göreve çağırdı. Buldukları suç Ordu’yu birlik ve bütünlüğümüzü korumak için müdahaleye davet etmekti. Oysa ki kendileri son yıllar boyunca Hıristiyan ülkelerini Türkiye’ye müdahaleye çağırdı durdu.
Devlete, Ordu’ya ve Atatürk’e ettiği küfürler yüzünden Akit’i kapamak zorunda kalan, yaptığı yalan haberler ve ettiği küfürler karşılığında talep edilen tazminat cezalarını ödememek için yazarları gizli adreslerde yaşayan, idamla yargılanan eli kanlı şeriatçı teröristleri sayfalarında öve öve bitiremeyen Vakit’in yüzsüzlüğü gerçekten görülmeye değerdi. Şariatçı terörün militanlığını yapıp Sivas Katliamı’nı bile manşetten savunabilen, Ahmet Taner Kışlalı’yı öldürülmesi için hedef gösterip bir de utanmadan Atatürkçülerin idam edilmesini istemeyi ancak Vakit hayal edebilirdi.
Vakit bununla kalmadı. TÜRKSOLU’nun İstanbul Üniversitesi tarafından desteklendiğini ve TÜRKSOLU gazetesinin üniversitenin tüm öğretim üyelerine ücretsiz dağıtıldığını yazarak yalan haberlerine bir yenisini ekledi.
Mason ve Yahudilerden destek almadan Şeriatçılık yapmaya bile alışık olmadıkları için akıllarına başka yol gelmemiş olacak. Ama bu sefer yaptıkları çirkefin dik alasıydı. Ahmet Yılmaz adını kullanarak TÜRSOLU’nu arayıp İstanbul Üniversitesi saymanlığına öğretim üyelerine dağıtılmak üzere 200 gazete istediklerini söylediler ve akıllarınca TÜRKSOLU’nu tuzağa düşürmeye çalıştılar. Kendilerine öğretim üyelerinin büyük çoğunluğunun zaten abone olduğu söylendiğinde ise aynı haberi tekrar yapmaya utanmadılar.
Aynı Vakit bir gün sonra da “Böylesi ancak Türkiye’de olur” manşetiyle TÜRKSOLU’na saldırmayı sürdürdü. Vakit’in bir diğer hedefi de gazetemiz yazarı Yekta Güngör Özden oldu. Özden’e Genç Kemalistler Ordusu davasında Kemalist subayları savunduğu için saldırdı.
Vakit gazetesinin yaptığı haber ertesi gün Akşam gazetesinde “Türk Solu çağrı yaptı” şeklinde ve Vakit gazetesinin haberinin noktasına virgülüne dokunulmadan yayınlandı. Akşam’ın hedefinde de yine Yekta Güngör Özden vardı. Ancak Özden’in açıklamaları Akşam’ın hevesini kursağında bıraktı.
Yekta Güngör Özden, gazeteye verdiği demeçte “TÜRKSOLU’ndaki görüşleri yadırgamıyorum. Çünkü 28 Şubat’ta olduğu gibi hukuk kuralları içinde bir müdahale çağrısında bulunuyorlar. 28 Şubat müdahalesi de kaynağını Anayasa’nın 118. Maddesi’nden alan gecikmiş bir uyarıydı. TSK kendisine yönelik saldırıları ortadan kaldırmak için Anayasal çerçevede tavır almaya hak kazanmıştır. Ordu böyle bir şey yaparsa desteklerim.” görüşlerine yer verdi. AKP’yi de devlet içindeki irtica olarak tanımlayarak AKP’nin laik Cumhuriyet için bir tehlike olduğunun altını çizdi.
Vakit ve Akşam gazetelerinin saldırılarına Tercüman gazetesinden Serdar Arseven ve Gülay Göktürk ile Sabah gazetesinden Ahmet Hakan Coşkun da katıldılar.
İslamcı-liberal Ahmet Hakan Coşkun’un köşesinden bize solculuk öğretmeye çalışmasına ise sadece güldük. Ona önerimiz önce İslamcılığı öğrenmesi. Kolay mı o kadar tartıştı da hala kimliğinin ne olduğuna karar veremedi. Önce kendisinin ne olduğuna karar versin de sonra sıra bize akıl vermeye gelsin.

AKP ve AB sözcüsünün açıklamalarının yanısıra Ordu düşmanı ittifakın başını çeken ABD de artık Türk Ordusu’nu açıkça itham etmekten kaçınmıyor. Her ne kadar Amerikancı gazetelerde Türk-Amerikan ilişkilerinin yeniden düzelebileceği yazılsa da ABD’nin Irak saldırısında yaşanan tezkere krizi ve ABD’nin Türkiye üzerindeki planlarını uygulamaya devam edeceği düşünüldüğünde ilişkilerde bir düzelmeden bahsetmenin imkanı yok.
Zaten gerek AB gerekse ABD açısından Türk Ordusu, Türkiye ve Ortadoğu’daki planların önünde önemli bir engeldi ve her iki emperyalist güç de çok uzun süredir Ordu’yu düşman olarak görüyorlardı.
ABD daha tezkere krizi çıkmadan çok önce Millenium Challange 2002 tatbikatında “Deniz yollarını kontrol eden, deprem kuşağında bulunan ve ordunun iktidara el koyduğu” bir ülkeyi işgal tatbikatı düzenlemiş ve Amerikancı basının tüm yalanlamalarına karşın bu kriterlere Türkiye dışında uyan tek bir ülke bile bulamamışlardı. Bu tatbikat aslında ABD’nin Türk Ordusu’nu çok daha önceden düşman olarak gördüğünü ve savaş hazırlıklarına giriştiğini gösteriyordu. Türk Ordusu da Genelkurmay Eski Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu’nun ağzından ABD’nin K. Irak’ta kuracağı kukla Kürt devletini savaş nedeni sayacağını açıklamıştı.

Türk Ordusu Asıl tehdidin Batıdan geldiğini görüyor

Genelkurmay İkinci Başkanı Yaşar Büyükanıt’ın Harp Akademileri’nde düzenlenen “Küreselleşme ve Ulusal Güvenlik” konulu sempozyumdaki açıklamaları da Türk Ordusu’nun asıl tehdidin Batıdan geldiğini saptadığını ve Batı tehdidine karşı yeni bir ulusal güvenlik stratejisi geliştirme noktasına geldiğini gösteriyor.
Amerikancı basının Büyükanıt’ın açıklamalarını “Asker AB’yi destekliyor” şeklinde çarpıtma çabalarına karşın Türkiye’deki Amerikancıların önde gelen isimlerinden Cengiz Çandar, Büyükanıt’ın açıklamalarının hiç de basında gösterildiği biçimde olmadığını açıkça söylüyor. Çandar, “TSK Üçüncü Dünyacı mı?” adlı yazısında Büyükanıt’ın sadece TSK’nın “AB’ye karşı olmadığını” söylediğini ve bunu “AB’yi destekliyoruz” şeklinde algılamanın mümkün olmadığını belirtiyor. Çandar’ın Türk Ordusu’na yönelttiği suçlamalarının tam da Çandar’ın yakın arkadaşı ABD Savunma Bakan Yardımcısı Paul Wolfowitz’in Türk Ordusu’nu Irak konusunda ABD’ye destek olmamakla suçlayan açıklamalarını takiben geldiğini de hatırlatalım.
Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök de “İpek Yolu-2003 General-Amiral Semineri”nin açılış konuşmasında KADEK’in AB tarafından terör örgütleri listesine alınmadığını hatırlatarak “terör örgütü cesaretlendirilmektedir” sözleriyle AB ülkelerini eleştirmişti. Türk Ordusu’nun Batı ittifakının yarattığı tehdide yaptığı vurgu ve küreselleşmeden Yeni Dünya Düzeni’ne kadar Batıya karşı aldığı tavır ABD ve AB’nin Türkiye ve Ortadoğu üzerindeki planlarının önündeki en büyük engel ve bu nedenle Ordu tasfiye edilmeden bu planların uygulanması mümkün değil.
Üstelik “Genç Subaylar Rahatsız” haberlerinin sadece AKP’nin faaliyetleriyle sınırlı olmadığını ve Batının dayatmalarını da kapsadığını tahmin etmek hiç de zor değil.
Türk siyaseti kimin vesayetinde: Ordu’nun mu AB ve ABD’nin mi?
Ordu’nun ABD ve AB dayatmalarına ve Türkiye’nin parçalanma planlarına karşı çıkışı da zaten tasfiye planının temel nedeni. TÜSİAD, TİSK ve TOBB’un da aralarında bulunduğu 13 kuruluşun açıklamaları ile birlikte Ordu karşıtı kampanyaya hız verilmiş durumda.
Ordu düşmanı kampanyanın sloganı ise “Batıda siyaset Ordu’yu kontrol ediyor, Türkiye’de ise Ordu siyaseti”. Dolayısıyla AB’ye girmek için demokratikleşme yolunda adımlar atmak şart ve bu adımların başında da Ordu’nun siyaset üzerindeki vesayetinin son bulması geliyor.
Ordu’yu sürekli darbe yaparak demokratikleşmenin önünde engel olan bir kuvvet olarak gösterenler Türk siyasetinin AB ve ABD vesayetinde olduğunu bilmiyor olamazlar.
Türkiye’de AB ve ABD politikalarına karşı çıkan kaç parti var? Dolayısıyla siyaset üzerinde bir vesayet var deniyorsa bunun AB ve ABD tarafından yaratıldığını görmeliyiz. Ancak Avrupacı ve Amerikancı basın açısından AB ve ABD güdümündeki siyaset istenilir ve kabul edilebilirdir. Dahası bu Batıcı siyaset Türk halkını temsil etmektedir. Türkiye’nin parçalanma planlarına karşı çıkan ordunun siyasete müdahalesi ise üstelik anayasayla belirlenmiş bir hak olmasına rağmen bunlara göre antidemokratik ve Türk halkının isteklerinin dışındadır.
Burada asıl gözden kaçırılan nokta Türkiye’nin sorununun demokratikleşme değil, ulusal bütünlüğünü ve bağımsızlığını korumak olduğudur.
Türk halkının AB demokrasisi gibi bir gündemi hiçbir zaman olmadı ve olmayacak. Otuz bin insanı katleden terör örgütü lideri Apo’yu affeden, terör örgütünün siyasallaşma çabalarına dayanak olan bir demokratikleşmenin Türk halkından destek bulacağını sananlar yanılıyor. AB demokrasisinin yalnızca Türkiye’yi parçalamak için tezgahlanmış bir oyunun aracı olduğu artık geniş çevreler tarafından kabul ediliyor.
Zaten bu nedenle Türk halkı siyaset kurumuna güvenmiyor ve en güvenilir kurum bütün psikolojik savaş taktiklerine rağmen Ordu.
Ordu bölücü siyasete müdahale etmekte gecikmemeli
Ordu’ya yönelen saldırının iyice yoğunlaştığı bir döneme giriyoruz ve önümüzdeki günlerde Ordu düşmanı bu kampanyanın daha da pervasızlaşarak süreceğini görmek gerek. Ordu’nun Türk devletinin varlığı ve Türkiye’nin bağımsızlığının temel dayanağı olduğunu bilen şer ittifakı Ordu’yu ne pahasına olursa olsun yoketmek istiyor ve bu planından vazgeçmeyecek.
Ancak burada inisiyatifin bütün saldırılara rağmen hâlâ Türk Ordusu’nda olduğunu da görelim. Ancak aradan geçen her dakika bölücü siyaseti güçlendirmekte ve Türkiye’nin ulusal bütünlüğünü tehdit etmekte. Ordu bugün tasfiye ve terhis edilme tehlikesiyle karşı karşıyadır. Türkiye bölünme ve yokolma tehlikesiyle karşı karşıyadır. Ordu’ya verilecek destek Türkiye’nin bağımsızlığını korumanın tek çıkar yolu.
Ordu’nun siyaset üzerindeki baskısını daha da arttırması ve bu saldırıyı püskürtmesi zorunludur. 3 Ağustos’ta kabul edilen AB uyum yasaları konusunda gerekli müdahale yapılmadığı için bugün yeni ve daha büyük bir saldırı Türkiye’yi ve Türk Ordusu’nu tehdit etmektedir. Gayrımeşru siyaset kurumuna yapılacak her türlü müdahale son derece meşrudur. Türk halkı bölücü siyasete karşı Türk Ordusu’nun yanındadır.
Bu müdahale Ordu’nun anayasal çerçeve içinde Türkiye Cumhuriyeti’ni koruma ve kollama görevini yerine getirmesidir. 28 Şubat, Ordu’nun bu planlara karşı çıkışının başarılı bir örneğidir. Binyıl kolay kolay dolmayacağına göre 28 Şubat sürecini hatırlamanın zamanıdır. 28 Şubat benzeri bir müdahale Türkiye’yi hem parçalanmaktan kurtaracak hem de laik devletin güvence altına alınmasını sağlayacaktır.
Durum son derece kritiktir. Türkiye işgale doğru gitmektedir. İşgalcilerin amacı da yine Ordu’yu terhis etmek ve yeni kurtuluş savaşında Türk milletini Ordusuz bırakmaktır. Denge her an karşı tarafa geçebilir. Ordu’yu tasfiye etmek ve Türkiye’yi parçalamak için Amerika’nın, AB’nin ve onların emrindeki şeriatçıların giriştikleri darbeyi püskürtmenin tek yolu kalmıştır. Ordu bu gidişe dur demeli ve geç kalmadan gereken müdahaleyi yapmalıdır. Milletin birliği ve bütünlüğü tehlike altındadır. Ordu milletin Ordusuysa elbette ki görevini yapacaktır.



*****


Ege Ordu Komutanı Hurşit Tolon:

Ordu’ya Yönelik Yıpratma Kampanyası

Ülkemizin dört bir köşesinde mesleki yaşamınıza ilk adımı atarak kutsal vatan görevinize başlama heyecanı içinde olduğunuz şu günlerde mensubu olduğunuz Türk Silahlı Kuvvetleri’ne yönelik haksız, insafsız, planlı ve sistemli bir yıpratma kamapanyasının sizleri üzmekte ve endişeyle düşündürmekte olduğuna da eminim. Bir süredir içten ve dıştan çok yönlü olarak TSK’yı yıpratmaya ve onu bağrından çıktığı halkından uzaklaştırmaya, TSK’ya beslenen güven duygusunun zaafiyete uğratılmasına yönelik maksatlı bir yaklaşımın sergilendiğini görmektesiniz. Bu kapsamda;
*TSK aleyhindeki gerçek dışı haber ve yorumlarla, kamuoyu yaratmaya çalışmakta,
* Bu bilinçli uygulama sadece içerden değil dış basın ve çevreler tarafından da desteklenmekte,
* Ordu’nun demokrasi ve toplumun çağdaşlaşmasının önünde bir engel olarak gösterilmeye çalışıldığı dikkat çekmekte,
* Daha da ileri gidilerek bütünüyle yanlış ve yalan olan haberler ve iddialar ile TSK Türkiye’nin AB üyeliğine karşıymış gibi sunulmakta,
* TSK bütçesinin ve savunma harcamalarının tüm hesapları yasalarla belirlenmiş kurum ve kuruluşlarca diğer bakanlıklarda olduğu gibi denetlendiği halde devlet denetimi dışında olduğu, şeffaf olmadığı şeklinde çok yanlış bilgiler ile zihinlerin bulandırılması istenmektedir.
Öte yandan Anayasa ile kurulan devletin milli güvenlik siyasetinin tayini, tespiti ve uygulaması ile ilgili tavsiye kararları ve gerekli koordinasyonun sağlanması konularında görüş tesbiti görevi olan MGK, ülkenin öncelikli ve önemli bir sorunu şeklinde gündeme getirilmektedir.
TSK’nın Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda ve geçen yıllar içinde halkımızın modernleşmesinde öncü rol oynadığı, Türkiye’deki askerin Avrupa’daki gibi olmayan düşmana karşı caydırıcı güç olarak değil, Türk varlığına kasteden düşman ve teröristin karşısında, depremde, selde, yangında, eğitim ve sağlık hizmetinde ve köye destek programlarında, kısaca her konuda mmilletinin yanında olduğu bilinen bir gerçektir.
Bir süredir yöneltilen haksız eleştiriler ve yıpratma çabalarına Silahlı Kuvvetlerin Komutanı Genel Kurmay Başkanımız tarafından 8 Ocak ve 26 Mayıs 2003 tarihinde çok net olarak gerekli yanıt verilmiştir.
Buna rağmen TSK’nın devlet ve toplum içinde tarihten gelen gücü, güvenilirliği ve sağlam organizasyonundan bugün rahatsız olanların onu kendilerine hedef belirledikleri açık olarak görülmektedir. Bundan asla tedirginlik duymayacağımız. Zira Silahlı Kuvvetler milletimizin özüdür. Yıpratılmasından onu yıpratanlar da dahil herkes zarar görür.
Bu tören münasebetiyle belirtmek isterim ki laik ve demokratik Türkiye Cumhuriyeti devletinin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğüne, üniter devlet yapısına yönelmiş iç ve dış tehditlerin bundan önce bugün olduğu gibi bundan sonra da aynı azim ve kararlılıkla yenileceğinden hiç şüpheniz olmasın.
Türk ulusu sizlerle birlikte bölünmez bütünlügünden ve üniter devlet yapımızdan asla taviz vermeden sarsılmaz bir azim ve inançla bu yolda yürümeye devam edecek ve aynı zamanda Atatürk’e, cumhuriyetimize ve lailiğe her hal ve şartta sahip çıkacaktır. Çünkü çağdaş uygarlık, üniter yapı ve laiklik büyük Atatürk’ün Türk milletine ve siz gençlere bıraktığı, korunmasını vasiyet ettiği en büyük mirastır.
(53. dönem Subay temel kursunu başarıyla tamamlayan genç subaylara yaptığı konuşmadan alınmıştır)

Zeki Hacıibrahimoğlu

Vatandaş Uyan!

(Devletin bölünmez bütünlüğü ve egemenlik ile ilgili maddeler kaldırılıyor.)
Bu yazımı aslında sevgiye, hoşgörüye ve insanlara saygıya ayırmıştım. Bu konuda yazacaktım. Ancak 21 Mayıs 2003 tarihli gazetelerin başlıklarını okuyunca irkildim, devletin en yetkili ağızlarının beyanatları gazete sütunlarını işgal etmiş, herkeste büyük bir sevinç, Terörle Mücadele Yasası’nın 8. maddesi kalkıyor.
Şimdi Terörle Mücadele Yasası’nın 8. maddesini ilk şekli ile aynen bilgilerinize sunuyorum.
Madde 8: Hangi yöntem, maksat ve düşünceyle olursa olsun Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı hedef alan yazılı ve sözlü propaganda ile toplantı, gösteri ve yürüyüş yapılamaz, yapanlar hakkında 2 yıldan 5 yıla kadar ağır hapis cezası hükmedilir. Bu madde 06.02.2002 tarihinde değiştirilerek aşağıdaki şekilde düzenlenmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ülkesi ve devleti ile bölünmez bütünlüğünü bozmak amacıyla yazılı, sözlü veya görüntülü propaganda ile toplantı, gösteri ve yürüyüş yapanlar hakkında fiilleri daha ağır bir cezayı gerektirmedikçe bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasına hükmedilir. Bu suçun terör yöntemlerine başvurmayı özendirecek şekilde işlenmesi hakkında, verilecek ceza üçte bir oranında arttırılır.
Terörle Mücadele Yasası’nın 8. Maddesi’nin ilk şekli “Hangi yöntem, maksat ve düşünceyle olursa olsun” kaldırılmasının gerekçesi çok geniş olduğu için bu cümle çıkarılmış. Böyle bir gerekçe ile bu cümleyi çıkarmak Türkçe’yi de bilmemek anlamına gelir. Çünkü bu cümleden sonra bağlayıcı ve sınırları tayin edici bir cümle gelmektedir: “Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı hedef alan” Yani, maksadın ne olursa olsun devletin bölünmez bütünlüğünü hedef alamazsın.
Bölücülük suçunu teşvik hiçbir zaman hürriyetler sahasında düşünülemez. Türkiye ve Türk milletinin değişmez bir esasıdır. Etnik ve inanç farklılıkları bu bütünlüğü zaafa uğratacak nitelikte kullanılamaz. Bölücülüğü teşvik edecek her türlü tavizkar davranışlardan kaçınmak gerekir.
Şimdi “hangi yöntem, maksat ve düşünceyle olursa olsun” cümlesi kaldırıldığında bu işlerle uğraşan bölücüler “Bizim gayemiz bir araştırmadır. Tarihi gerçekleri ortaya çıkarmak için yazı yazdık, kitap yazdık, yürüdük, toplantı yaptık” dediklerinde hiçbir şekilde takibata uğramazlar ve haklarında dava açılamaz. Biz Türkiye’nin bütün sorunlarını çözdük de sıra devletin bölünmez bütünlüğünü tartışmaya mı kaldı? Yeni yapılan değişiklikler ile 2 yıldan 5 yıla kadar olan ceza 1 yıldan 3 yıla indiriliyor. Biz bu değişikliğin, onların yardakçılarına ve destekçilerine meydan açmak için olduğunu bildiğimizden karşı çıkarken şimdi de bu maddenin tamamen ortadan kaldırılacağının devletin en yetkili ağızlarından söylenmesi “Acaba Türkiye nereye götürülmek isteniyor” sorusunu aklımıza getiriyor.
Kanarya Koruma Derneği gibi bir dernek olan TÜSİAD haddini aşıyor ve bakın Terörle Mücadele Yasası’nın tamamen kaldırılmasının gerekçesini kamuoyuna nasıl duyuruyor:
“Gelinen son noktada 8. Madde’de yapılan değişikliklerin iç kamuoyunu ve AB organlarını tatmin etmediği açıkça görülmektedir. Bugüne dek yapılan değişikliklerin istenilen neticeyi vermedeği açıktır. 8. Madde’nin 6. Uyum Paketi ile tasarlandığı gibi kaldırılması ve maddenin kaldırılmasının ardından Terörle Mücadele Kanunu’nun tümüyle, dünyadaki yeni terörizm olgusu gözönünde bulundurularak günün ihtiyaçları ve AB standartlarına uygun bir tarzda yeniden kaleme alınması en doğru yol olacaktır.”
Zenginler Kulübü TÜSİAD, parası olanın aklı da olur düşüncesiyle ahkam kesiyor ve “iç kamuoyu ve AB organlarını tatmin etmediği açıkça görülmektedir” deme cesaretini gösteriyor. AB organlarını tatmin etmez, bu doğaldır. Çünkü Atalarımın nal sesi kulaklarında çınlamaktadır. TÜSİAD, iç kamuoyundan kastın nedir açıklar mısın? Bu konuda imkanların var mı? Cesaretin varsa bu konuda bir kamuoyu araştırması yap da bu milletten cevabını al. Senin kastettiğin kamuoyu görevini yapıyor ve verkurtulcularla el ele gidiyorsunuz.

Mustafa Kemal Atatürk diyor ki;
“Memleketin dahilinde iktidara sahip olanlar gaflet, dalâlet ve hatta hıyanet içinde olabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri şahsi menfaatlerini müstevlilerinin siyasi emelleri ile birleştirebilirler. İşte bu ahval ve şerait içinde dahi vazifen Türk istiklâlini ve Türk Cumhuriyeti’ni kurtarmaktır. Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur!”
Atatürk’ün bu vasiyetini Türk gençliği tutacak ve Türkiye Cumhuriyeti devletini bütün yıkıcı ve bölücü güçlere karşı koruyacaktır.
Selam Türk gençliğine, selam Türk milliyetçilerine. Tanrı Türkü korusun ve yüceltsin


http://www.turksolu.com.tr/33/kapak33.htm

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder