8 Mart 2015 Pazar

Özal, Kürtlük ve “Federasyon”




Özal, Kürtlük ve “Federasyon”



Kürtlük vurgusu yapan lider













Barzani e Özal















Celal Talabani

Turgut Özal’ı daha önceki Kürt-İslamcı politikacılardan ayıran en önemli özelliklerden biri kendisinin de Kürt olduğunu bilinçli olarak vurgulamasıydı. Turgut Özal’ın siyaset sahnesinde esas olarak çıktığı tarih 1983’tü. Bu ANAP’ın kuruluşu ve tek başına iktidara geldiği yıldı. Hemen bir yıl sonrasında da PKK’nın silahlı eylemleri başlamıştı. Gerçi PKK 1978’de kurulmuştu ama 1980’e kadar sadece güneydoğuda hâlâ etkisi olan Türk sol örgütleriyle ve Kürt gruplarıyla çatışmıştı. Apo, Türkiye’den 12 Eylül 1980’den önce ayrılmış, militanlarını gerçekte Lübnan’ın parçası olan ama Suriye denetiminde bulunan Bekaa Vadisi’nde eğitmişti. Kendisi de Şam’da kalıyor ve Suriye devleti tarafından korunup kollanıyordu. 1984’te artık şartları olgunlaşmış bulmuş olmalı ki ilk saldırı emrini verdi. Şemdinli ve Eruh PKK’lılar tarafından eş zamanlı olarak basıldı. İlk başta “Birkaç eşkıyanın işi” olarak görülmek ve gösterilmek istense de arkasında neredeyse tüm bölge ülkelerinin ve emperyalist güçlerin bulunduğu bir bölücü terör gerçeği artık Türkiye’nin en önemli gündemi olacaktı.
PKK sadece devlet güçlerine saldırmadı. Bölgede Türk olan her şeye savaş açtı. Türk öğretmenleri, doktorlar, mühendisler, işçiler hedef oldu. Devletten yana olan aşiretler, kendilerine katılmayan köylerin halkı gibi aslında Kürt hedefleri olan kesimler de PKK’nın vahşetinden nasibini bolca aldı. PKK’nın bu yıldırma ve tedhiş stratejisi zamanla sonuç verdi. Sadece ölüm korkusundan PKK’ya yakın davranan Kürtler değil, aynı zamanda solun önemli bir kısmı da PKK’nın peşine takıldı. Artık güneydoğuda siyasî güç olarak sadece PKK ve Kürt-İslamcı RP kalmıştı.
Turgut Özal tam da bu ortamda günümüzde AKP’nin açılım politikalarının ilk örneğini oluşturan bir yola girdi. O güne kadar tüm sağcılar Kürt-İslamcılarla, şeyhlerle, aşiretlerle işbirliği yapmış olsa da devlet politikası olarak ayrı bir Kürt kimliğinin tanınması söz konusu değildi. Özal’ın “Benim anneannem de Kürt’tü” ve “Kürt sorununu muhakkak çözeceğim” çıkışları işin rengini değiştirdi. Tabii ki isteyen herkes kendisini Kürt olarak tanımlayabilirdi ama devletin başındaki bir kişinin bu söylemi, devletin Kürtlüğü ayrı bir kimlik olarak tanımlamasının ilk aşaması oluyordu. Ayrıca o güne kadar “terör” olarak adlandırılan PKK olayının “Kürt sorunu” olarak tanımlanması da işin önemli bir boyutu olmuştu.

1991’de ABD’nin Irak’a saldırısı, fiili Kürt bölgesi ve Türkiye
Aslında hayata geçirilmeye başlanan esas şey ABD’nin Kürt devleti projesiydi. 1991’de Saddam Hüseyin liderliğindeki Irak’ın Kuveyt’i işgali yeni bir süreci tetikledi. İşgalin hemen ardından ABD ve müttefikleri Irak’a saldırdı. Kuzeyde de Barzani ve Talabani Irak yönetimine karşı ayaklandı. Irak, İran, Suriye ve Türkiye’deki Kürtler en başından beri Ortadoğu politikasının çok taraflı kullanılmaya hazır kartlarıydı. Ama artık ABD kararını vermişti. Ortadoğu’da bir Kürt devleti kurulacaktı. Fakat bu adımları atarken bir taraftan da Özal’ın iştahını kabartmaktan da geri durmadılar. Özal’a önerilen şuydu: Türkiye, ABD’nin saldırısına kuzeyden katılacak bunun karşılığı olarak da Musul ve Kerkük de içinde olmak üzere Kuzey Irak, Türkiye’nin denetimine verilecekti. Özal bunu “Bir koyup üç alacağız” şeklinde açıklıyordu.
Ama ABD açısından mesele daha farklı bir perspektif içeriyordu. Özal tam da bu dönemde Kürt meselesi ile ilgili olarak “federasyon” fikrini ortaya attı. “Federasyon dâhil her şey tartışılmalı” diyordu. Ama Özal’ın nasıl bir “federasyon” tanımı yaptığı hâlâ tartışmalıdır. Bu Türkiye’nin güneydoğusunu federe bir devlet yapmak anlamında mı sarf edilmiş bir sözdü? Yoksa Kuzey Irak Kürtlerinin Türkiye’ye katılarak bir federasyon olmak mı kastedilmişti? Bu ikinci seçenekte Türkiye’nin Kürtlerin yaşadığı bölgeleri de Kürt federe kısmına mı dâhil olacaktı? Özellikle PKK gibi bir etken varken bunun sonucunun buraya varacağını kestirmek de güç değildi.
Bugün Özal’ı savunanlar, Özal’ın Kuzey Irak’ı Türkiye’ye katacak bir “federasyonu” ima ettiğin ileri sürmekteler. Fakat dediğimiz gibi bu gerçekten böyle olsaydı bile sonucu Erbil-Diyarbakır hattında bir federe Kürt devletinin oluşması ve bunun da zamanla bağımsızlığa yol alması demek olacaktı.
Bugün tüm bu tartışmaların ötesinde bir gerçek vardır ki o da o veya bu anlamdaki “federasyon”un Kürt meselesindeki tartışmalara yine Özal tarafından sokulmuş olduğudur. Neticede Özal’ın “Kürtlük” çıkışı da “federasyon” söylemi de sadece ve sadece Kürtçülüğü meşrulaştırılması sonucunu doğurmuştur.

Özal’ın Barzani ve Talabani ile ilişkileri
Özal’ın Kürtlere tanıdığı imkânlar bularla da sınırlı kalmadı. 1991 Irak Savaşı’nın ardından Saddam Hüseyin’den kaçan peşmergelere Özal sınırları açtı. Bununla da kalması Türkiye açısından o güne kadar sadece birer aşiret reisi olan Mesut Barzani ve Celal Talabani devlet nezdinde kabul gören kişiler haline getirildi. Turgut Özal her ikisini de Ankara’ya davet etti, bizzat görüştü. O yıllarda dünya ile ilişki kuramayan hatta Irak’tan çıkamayan bu iki isme Türk pasaportu sağlandı. Bu gerçekte Kuzey Irak’ta ABD desteğiyle oluşturulan fiilî Kürt bölgesinin Türkiye tarafından tanınması anlamına gelecek bir uygulamaydı. Türkiye’ye yerleştirilen ABD Çekiç Gücünün koruması altında, 36. paralelin kuzeyinde rahatlayan Barzani ve Talabani bir de Türkiye’nin daha doğrusu Özal’ın bu tavırlarıyla daha da rahatlamış oluyorlardı.

Peki, Özal bu yaptıklarının semeresini görebildi mi? Gerçekte Özal’ın Kürtleri kendi eksenine sokma çabalarının karşılığı tam bir sıfırdan ibarettir. Birincisi Barzani ve Talabani asla Özal’ın uydusu ya da Türkiye’nin müttefiki olmadılar. Onların kendilerine göre bir yol haritaları vardı ve asıl patronlarının her zaman ABD olduğunun bilincindeydiler. Özal’ın ve Kürt meselesindeki akıl hocalığını yapan eski Aydınlıkçı Cengiz Çandar’ın hayalleri tabii ki çökmüştü.
İşin Türkiye’nin güneydoğusundaki cephesine bakarsak da yine Özal’ın hiçbir şey elde edemediğini görürüz. 1987 seçimlerinde hâlâ oy alabildiği Kürtler bir daha ANAP’ın ya da diğer merkez sağ diyebileceğimiz güçlerin yüzüne bile bakmadılar. Kürtlerin önemli bir kısmı 1984 Yerel Seçimlerinden beri RP’yi tercih etmeye başlamıştı bile. Diğerleri de artık PKK’nın kurdurduğu partilere ve adaylara oy vereceklerdi. Kısacası Özal’ın Kürt-İslamcı politikalar sadece güneydoğuyu daha da Kürtleştirmeye, Şeriatçılığın ve Kürtçülüğün zeminini kuvvetlendirmeye yaramıştı. Fakat bu zemin değişimi sadece burada da kalmayacak tüm Türkiye’de bundan etkilenecekti.

Özallı yılların sonucu: 12 Eylül’ü tamamlayan Kürt-İslamcı tahribat
Özal, 1993’teki ölümüne kadar ama özellikle de 1983-1989 arasında başbakan olduğu altı yıllık dönem içerisinde Türkiye’de birçok değişim yarattı. Ekonomideki liberalleşme ve genişleme gibi birçok alanda yaşanan dönüşümleri olumlayanlar da eleştirenler de çoktur. Biz de eleştirel saflarda olmamıza karşın meselenin bu yönlerine çalışmamızın içeriği açısından değinmeyeceğiz.
Bizim açımızdan tespit edilmesi gereken ilk şey aslında Özal döneminin 12 Eylül’ün gerçek bir tamamlayıcısı olduğudur. Türk-İslamcılık görüntüsü altında 12 Eylül’ün kurmak istediği Kürt-İslamcı ideolojik ve siyasal ortam Özal’ın attığı adımlarla tamama erdirilmişti. Daha önceden de bahsettiğimiz devlet içindeki Nakşibendî yaygınlaşması bu dönemin genel karakteridir. Bu nedenle özellikle eğitim sahasında Türk-İslamcılık olarak belirlenen çizgi milliyetçi insanlar değil dinci eğilimli kişiler yetiştirmiştir.
Bunun yani dincileşmenin yanı sıra Özal’ın Kürt eksenli çıkışları da yine dincilik gibi Kürtçülüğün de güç kazanmasına neden olmuştur. 1980 öncesinde nispeten küçük ve marjinal algılanan dincilik RP ile beraber bu dönemde önemli bir hamle yapmıştır. Yine kayda değer bir gücü olmayan Kürt örgütlerinin yerine geçen PKK, hem silahlı gücüyle hem de öyle ya da böyle aldığı oyla bir güç haline gelmiştir. 12 Eylül solu ezmiş, toplumda siyasal alanda doğan boşluk ise iki akım tarafından doldurulmuştur. Yine daha önceden de tespit ettiğimiz gibi gerçekte Kürtçülük ve İslamcılık olarak ayrı ayrı ele alınan bu iki akım tek bir Kürt-İslamcılığın iki kolu olmuştur.
Özal döneminin en kısa tahlili şudur: 12 Eylül’ün Kürt-İslamcı tahribatı tamamlanmıştır…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder