9 Eylül 2015 Çarşamba

DEVR-İ TAYYİP ÇIRAKLIK DÖNEMİ:2002-2007




DEVR-İ TAYYİP ÇIRAKLIK DÖNEMİ:

2002-2007




Yeni Türkiye’nin takip edeceği siyaset, belirsiz ve keyfi olamaz. Bizim siyasetimiz, mutlaka milletin kabiliyet ve ihtiyacı ile mütenasip olacaktır. Artık yeni Türkiye’nin devlet siyaseti, milli sınırları dahilinde egemenliğine dayanarak bağımsız yaşamaktır (1923)




Yukarıdaki başlık 19 KASIM 2013 tarihinde amazon.com’dan yayınlanarak okuyucuların hizmetine sunulan 14  ncü kitabımın ismidir (1)
Türkiye’nin son 12 yılının siyasi yaşamına damgasını vuran başbakan Sayın Recep Tayyip Erdoğan ile ilk karşılaşmamız 2002 Mayısında tarihi Sepetçiler Kasrının Haseki salonunda oldu. Güven Hareketi yönetim kurulunun periyodik perşembe toplantısına konuşmacı olarak davet edilmişti.
Tayyip Bey bize önce kendi siyasi geçmişini anlattı. Sonra henüz bir yaşındaki partisini tanıttı. Gelecek için hedeflerini ve siyasetten beklentilerini açıkladı. Tayyip Erdoğan’ı dört saat kadar süren karşılıklı soru cevap periyodunda sıkıştırmış olmalıyız ki dışarıda yolunu kesen gazetecilere söylediği ilk söz ayni mekânda yer alan Hammam isimli lokanta’dan da esinlenerek “Derin devlet beni hamamda fena terletti” olmuştu.
Tayyip Bey haklıydı. İktidara oynayan bir partinin genel başkanı olarak her biri konusunda uzmanlaşmış ondört kişinin soru bombardımanı karşısında gerçekten bunalmıştı. Bizler bir taraftan kamuoyunun beklentileri doğrultusunda Türkiye’nin geleceğinde söz sahibi olacak olan kişiyi tanımaya çalışırken, diğer taraftan ülke ve devlet için kendisinden ve partisinden beklentilerimizi de birinci ağızdan iletme fırsatı bulmuştuk. 
Recep Tayyip Erdoğan alışılagelmiş lider tiplerinin dışında çok değişik bir tavır içinde idi. Fiziği düzgün, enerjik, kendinden emin, insanları korkutmayan karşısındakilere güven veren, halka yakın, hitabeti güçlü ve delikanlı bir kişiliğe sahip bir lider tipi sergiliyordu. 
Türk halkı, aleyhindeki bütün söylemlere ve “ seçtirmezler, hanımı başörtülü kişiyi başbakan yaptırmazlar” şeklindeki ciddi uyarılara rağmen Tayip Bey’e büyük destek verdi. Önce partisini tek başına iktidara taşıdı ve sonra da önündeki bütün engelleri birer birer kaldırarak başbakanlık koltuğuna oturttu. 
Türk halkı, yıllardır koalisyon yönetimlerindeki kısır siyasi çekişmelerden bıkıp Tayyip Bey ve arkadaşlarını tek başına iktidara taşırken yılların siyasetçilerini partileri ile birlikte sandığa gömmüştü. Halk istikrar istemişti. Ve şimdiye kadar denenmemiş bir lideri ve henüz bir yıllık bir geçmişe sahip partisini tek başına iktidara taşımıştı. Bunu yaparken de ona gerek mecliste ve gerekse yerel yönetimlerde başarılı olmasını temin edecek temsil gücü vermişti.
Dünyanın merkezindeki bir coğrafyada, küresel mihrakların menfaatlerinin düğümlendiği bir bölgede, cihan imparatorluğu mirasından gelen 70 milyonluk bir Türkiye’nin yönetimi kolay değildi. Bu ülkenin yönetimi sadece karizmatik liderlik vasfı dışında, köklü bir devlet tecrübesine bilimsel düşünceye ve zorluklardan asla  yılmayacak güçlü bir iradeye ihtiyaç gösteriyordu. 
Peki, Recep Tayyip Erdoğan liderliğindeki AK Parti kadroları ülke yönetecek bilgi, beceri ve tecrübeye sahipler miydi? İşte bunu zaman gösterecekti. 
30 yıllık devlet memurluğu görevimin tecrübeleriyle hiçbir siyasi fikrin tesiri altında kalmaksızın Atatürkçü düşünce ışığında ülke meselelerine çözüm üretmeye çalışan biri olarak Türkiyenin gündemindeki konuları Önce Vatan gazetesindeki “Bildiri-Yorum” köşesinde ve internetteki (www.kumkale.net) adresli sitemde irdeledim. Bir başka ifade ile AK Parti’nin Kasım 2002’de başlayan ve iktidarını araştırıcı bir gözle yakından takip ederek görüşlerimi tarafsız bir gözle açıklamaya çalıştım. 
 “Devri Tayyip” kitabı, 20 Eylül 2002- 22 Temmuz 2007 arasında Türkiye’nin yönetim ile ilgili gündem maddelerinin kronolojik olarak ifadesidir. 
Bu kitap, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın ve AK Partinin özellikle eleştirildiği bir kitap olarak görülmemelidir.  Türkiyenin meselelerine Atatürkçü görüşle stratejik anlamda bakan bir aklın ürünüdür. Türkiyeyi yönetecek siyasi kadrolara tavsiyeler ve yol haritası belirlemesinde yardımcı doküman olarak değerlendirilmelidir. 
AK Parti kurucusu ve genel başkanı Recep Tayyip Erdoğan bu ülkenin son 12 yılına damgasını vurmuş bir siyasi liderdir. AK Parti birinci yılı  içinde 3 Kasım 2002’de girdiği genel seçimin galibi olarak tek başına iktidar olmuştur. İktidarının arkasındaki halk desteğini tüm seçimlerde artırarak bugünlere gelinmiştir. Çok  partili sistem içinde ilk defa bir iktidar bu kadar uzun süre yönetimde kalmıştır.
AK Parti, gerek liderinin otoriter kişiliği gerekse  kuruluş felsefesinin temelindeki Milli Görüş fikrinin güçlü yapısından olsa gerek, geçen 12 yıllık süre içinde yaptıkları büyük yanlışlara rağmen hem oylarını sürekli arttırmış, hemde kendi içinde birlik ve beraberliğini pekiştirerek güçlenmiştir.
Geçen süre içinde diğer siyasi partilerde sıkça görülen parti içi demokratik muhalefet AK Parti içinde görülmemiştir. AK Partililer, liderleri Tayyip Erdoğan’ın emrinde verilen her türlü görevi en iyi şekilde yerine getirmeye çalışan inançlı ve birbirlerine saygılı bir parti grubu sergilemişlerdir.
Bu kitaba konu olan olaylar AK Parti yönetiminin 2002-2007 arasındaki ilk dönemine aittir. Devleti çok az tanıyan ve tecrübesiz olarak nitelendirilen kadroların icraatlarını bizzat Başbakan Erdoğan ÇIRAKLIK dönemi olarak belirtmektedir. Yine başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın ın sözleriyle 2007-2011 ikinci seçim dönemi KALFALIK devri, 2011-2015 üçüncü seçim dönemi ise USTALIK dönemi olarak tarif edilmektedir.
Kalfalık dönemi olarak sayılan ikinci dönem AK Partinin iktidarına muhalif olan tüm toplum kesimleri ile ciddi bir hesaplaşmanın içine girildiği dönemdir.
Özel yetkili mahkemeler bu dönemde kurulmuş ve bu mahkemeler eliyle muhalefete savaş açılmıştır.  Özellikle ulusalcı ve milliyetçi olarak bilinen aydınlar ile Türk Silahlı Kuvvetleri komuta kademesinin tasfiyesini öngören ERGENEKON, BALYOZ, CASUSLUK, FUHUŞ gibi davalar bu dönemde başlamıştır. Basın ve Yayın organları her yönü ile baskı altına alınarak muhalif basın susturulmuştur. Hükümetin kontrol ve denetiminde “Yandaş Basın” oluşturularak kamuoyu yönlendirilmeye başlanmıştır. Direkt veya otokontrol ile başlayan basın sansürü sonunda halk gerçeklerle değil, sadece iktidarın söyledikleri ile bilgilenir hale gelinmiştir. Bu dönemde devlet yönetiminde artık tamamen cemaatlerin söz sahibi olduğu konusu sıkça dile getirilmiştir.
            USTALIK Dönemi olan 2011-2015 yılları arasında ise 12 Eylül 2010 Anayasa Referandumu sonuçlarına dayanılarak Yasama ve Yürütme erkini denetleme konumunda olan bağımsız yargı sistemi  kontrol altına alınmış ve AKP’nin siyasi rakiplerinin susturulması operasyonlarında doğrudan kullanılmaya başlanmıştır.
Son dönemde toplumda adalet ve yargıya güven duygusu sıfırlanırken Cumhuriyetin  temel değerleri olan Atatürk ve Atatürkçü Düşünce plânlı şekilde yokedilmeye çalışılmıştır. Bütün komşularımız ile sıfır sorun diyerek tamamı ile sorunlu hale gelinmiş, ülkemizin Suriye ile savaşmasına ramak kalmıştır.
Kürtçü/Bölücü  PPK terör örgütü lideri Abdullah Öcalan ile sözde barış masasına oturularak “Çözüm  Süreci” adı altında ülkenin hızla bölünmesinin yolları açılmıştır. Dağdaki PKK militanlarına toplumda itibar kazandırılırken, bu örgüte karşı geçmişte mücadele etmiş askerler düzmece deliller ve gizli tanık ifadeleri ile terör görgütü üyesi suçlamasıyla ömür boyu hapis cezaları almışlardır. 26 ncı Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ ile O’nun Genelkurmay Karargahındaki yakın silah arkadaşlarının çoğu terör örgütüne üye veya yönetici olmak suçlamasıyla hapse mahkum edilmişlerdir.
Bu dönemde bir yandan ülkenin federal bir yapı altında yeniden şekillendirilmesi çalışmaları sürerken yeni Anayasa çalışmaları ile rejimin değiştirilmesi istikametinde ciddi ilerlemeler sağlanmıştır.
Yine bu  dönemde TBMM’deki partilerin yeterli muhalefet yapamadığını iddia eden üniversiteli gençler sokaklara dökülmüştür.  Gençlerin eylemleri sokaktaki sade vatandaşın büyük desteğini almıştır. Sokaklarda oluşan toplumsal muhalefet giderek gücünü arttırmış ve eylemler ayni anda tüm yurt sathına yayılmıştır.
Tamamen demokratik yöntemlerde anayasal hakkını sokaklarda kullanan halkın üzerine polis gücü ile çok şiddetle gidilmiştir. Polis terörü ve şiddeti  ile yargı baskısı halkı korkutamamış daha fazla sokaklara çıkması sonucunu doğurmuştur.  Bu dönemde AK Partinin şiddet uygulamaları dünya gündeminin de daima ön sıralarınını işgâl etmiştir.
Bizzat iktidar sözcüleri ve özellikle başbakanın söylemleri ile Türk toplumu fiilen bizimkiler ve ötekiler  olarak ikiye bölünmüştür. Bu arada meydanı boş bulan terör örgütü PKK, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde fiilen Kürdistan’ı kurma yolunda çok önemli kazanımlar elde etmiştir.
Özetle; 2002-2013 döneminin uygulamalarının tamamına Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, tek adam olarak  damgasını vurmuştur. Ülkede her olay, her faaliyet kendisinden sorulur olmuştur. Tek seçici, tek karar verici, kanun koyucu, kaldırıcı, her şey o’nun iki dudağı arasındadır. Başbakan Tayyip Erdoğan  için, Tek Adam, Diktatör,  Sultan, Padişah, Usta  gibi yakıştırmalar basında sıkça görülmeye başlanmıştır.
Başbakanın deyimiyle 2007-2013 yıllarını kapsayan KALFALIK ve USTALIK dönemini içeren olaylar hakkındaki değerlendirmeleri yansıtan yazılarımın yer alacağı yeni kitaplar üzerindeki çalışmalarım devam etmektedir.

Dr. Tahir Tamer Kumkale


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder