30 Aralık 2016 Cuma

El Arabia Türkiye Temsilcisi Daniel Abdulfettah: “ Suriye’de Kontrol Rejimin Elinde ”





El Arabia Türkiye Temsilcisi Daniel Abdulfettah: “ Suriye’de Kontrol Rejimin Elinde ” 




27 Nisan 2011 





El Arabia TV Türkiye Temsilcisi Daniel Abdulfettah, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki muhalefet hareketlerini değerlendirdi. Kendisi de bir Suriyeli olan Abdulfettah, bu ülkedeki olaylar için şöyle konuştu: “Ben Suriye’de sokaklara halkın gittiğine katılmıyorum. Suriye rejimi zekidir. Bilinmeyen adamları vardır. 

Bunlar insanları bir araya getirerek toplantı üstüne toplantı yaparlar ve meseleleri çözerler. Kontrol rejimin elindedir.” 





ORSAM: Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki değişim hareketleri hakkında neler düşünüyorsunuz? Ülke bazında neler söyleyebilirsiniz? 


Daniel Abdulfettah: Ortadoğu’daki hareketler birbirine bağlantılı gibi gözükse de aslında birbirinden farklı. Fakat bizi korkutan ve endişeye sevk eden hadise; Tunus’ta başlayan şu an Suriye ve Yemen’de devam eden olaylar gerçekten halk kökenli mi? Ortadoğu insanının değişim talebi ile mi ortaya atılıyor? Yoksa bir proje mi? Çünkü şu anda görülen; belli bir karmaşa, belli bir hareketlilik yaratılması ve bunun üzerine halktan çıkan bu hareketlilikle üst yapının halkın üstüne çökmesinin sağlanması. Üst yapının altında kalan halkın iki seçeneği oluşacak; bir dış müdahale, iki yeniden imar bahanesi ile işgal ve sömürme. Maalesef ortada bizi bu endişeye sürükleyen olaylar var. Masum bir Tunus ayaklanması, arkasından biraz daha ciddi ve halkın direnişi ile yükselen bir Mısır çıtası ve sonrasında Yemen’de direnme, Yemen’deki direnmenin çok çok daha üst düzeyi Libya iç savaşı ve son olarak fitne fesat karıştırılan bir Suriye 
hadisesi. Bunların hepsini bir çerçeve içine koyup da bakarsanız gerçekten endişe verici bir manzara ile karşı karşıya kalındığını anlarsınız. Bu çerçeve olayların hiç de masum bir süreç olduğunu göstermiyor. “Benim halkım, benim kardeşim gerçekten bilinçli” demek isterim. Bu durumda bile demek ki benim halkımın bilinci ile oynanıyor. Ayaklanması bile dışarıdan yaptırılıyor ve başka kazanımlar sağlanmak isteniyor. Yani yine kandırıldık, yine kullanıldık. Bunları biraz utanarak biraz da çekinerek söylüyorum, ama ortaya çıkan sonuç budur. Bu demek ki Ortadoğu insanının kaderinde var. Bilinçlenmesi kullanılıyor. Kessinger’ın bir lafı var; “ Petrol kaynakları üzerinde oturan Araplar ” diye. “O kaynakların üzerinde oturan Arapları kaldırıp atalım, petrolleri biz alalım. Biz bunlara daha layığız” zihniyeti var. Hayır, efendim, kim demiş? İnanın ben o petrolü içmesini öyle iyi bilirim ki. Ama onlar bizi hep hor görmüşler, “Neden 
onlar bu kadar zengin” demişler. Amerikalı bir gecede 1 milyon dolar harcadığında; “ Üff, adama bak ” derler. Ben 100 milyon dolar harcadığımda; “Pis Arap’a bak, paraya para demiyor” diyorlar. Benim gelirim ortada. Gelirime uygun harcayacağım elbette. 

Bu bakış Türkiye’de bile var. Aslında çok basit. Bizim adımız “ Pis Arap’a ” çıkmış. Arap kıyafetimizi giysek olmuyor, onlar gibi giyinsek olmuyor. 

Bu doğrultuda bugünkü ayaklanmamızı, bugünkü bilinçlenmemizi, bugünkü demokrasi arayışımızı da fazla görmüşler ise ve bunu da kullanıyorlarsa inanın çok çok üzüleceğim ki sanırım üzüleceğim. 


ORSAM: Gerçekten iç dinamiklerin çok etkili olduğuna inanıyor musunuz? 

Daniel Abdulfettah: Ben en başta iç dinamiklerin etkili olduğunu düşünüyordum. Aslında bu içimizden gelen bir temenni. Ama inşallah endişelerim doğru çıkmaz. 
Sokaktaki 100.000 Yemenli gerçekten Yemenlidir, Mısır’dakiler de Mısırlı. Ama onları kim kullanıyor? Ben bunu soruyorum. 

ORSAM: Asıl değinmek istediğimiz konu Suriye. Suriye’de güçlü bir yönetim olduğu düşünülürken yaşanan olayları nasıl değerlendiriyorsunuz? 


Daniel Abdulfettah: Evet, Suriye’deki yönetim güçlü. Güçlü bir yönetim fakat zayıf bir rejim. Bir çölleşme var yönetimde. Güçlü yönetim Sağlık Bakanlığı’nın bütçesini iyi kullanmak mı demek yoksa askerin ya da polisin cop yerine direk mermi kullanması mı? Baas Partisi’nin idare gücü artık zayıfladı. Bugünkü çerçeveye uygun enstrümanları yok. 1963’te ne varsa bugünde aynıları var. Baas Partisi Suriye’ye geldiğinde 100 Suriyeli vardı. 100 Suriyeliye hizmet eden 2 okul vardı. Yani her 50 Suriyeliye 1 okul düşüyordu. Şimdi Baas Partisi diyor ki; “Ben geldiğimde iki okul vardı şimdi 2000 okul var”. Doğru ama bugün 50 değil 500 vatandaşa bile bir okul düşmüyor. 

Yani bu mantıkla gidiyorlar, dünü bugüne uyarlamak istiyorlar. Bu yüzden Suriye halkı çok sabırlı. Rejime karşı sabırlı davrandı. 11 yıl Beşar Esad’a süre tanıdı. Hatta hoşgörülü oldu, kendini “rejim iyi” diye kandırdı. 

ORSAM: Konu Beşar Esad’a gelmişken, reform sözlerini nasıl değerlendiriyorsunuz? Gerçekleşme ihtimali var mı sizce? 

Daniel Abdulfettah: Harika sözler bunlar. 
Çok dürüst. Reform denen şey akademik bir terimdir. 
Hepimiz bu işin erbabıyız, bu kelimenin içini ben de siz de biliyorsunuz. 

Beşar Esad’ın ömrü bunu yapmaya yetmez. İngiltere’de 300 yıl sürdü. Fransa’da 270 yıl sürdü. Ama bunu başlattı ne güzel. Örneğin ben bile baskı uyguluyorum, bu kadar uzun bir süreç olduğunu bilmeme rağmen. Bu iş on yılda yirmi yılda olmaz. Ama zaten bizim istediğimiz bu değil. Tüm toplumu ve rejimi etkileyecek bir reform değil. Bizim istediğimiz isim olarak reform, aslı iyileştirme. Örneğin 
ben Türkiye’ye geldiğimde bana verilen pasaportun süresi altı aylıktı. Kanunen pasaportunuzda altı aylık bir süre kalmışsa hiçbir ülke size vize vermez. Biz sadece bizimle dalga geçilmemesini istiyoruz. Ya da bir suç işlendiği zaman beni polis evden alsın, ceza evine götürsün, mahkemede yargılasın. Ben Suriye’de bir suç işleyeyim, işlemeyeyim muhatabım polis değil istihbarat. Üniformalılar 
değil, siviller gelecek evime. Karakola değil, istihbarat merkezine götürüleceğim. Mahkemede değil, askeri istihbarat biriminde yargılanacağım. 

Bizim istediğimiz iyileştirme. Peki, bu iyileştirmeler neden uygulanamıyor? Uygulanabilir mi? Uygulanamaz. Bunu bende biliyorum, Beşar Esad’da biliyor. Yapamaz. Neden yapamaz? Diyelim ki “Reform hareketlerini başlatacağım” dedi ve ilk olarak hükümeti değiştirdi. İnsaf, kırk yılın en iyi hükümeti bu idi. En temiz, en düzgün hükümet bu. Reformun ilk adımı bizim açısından en iyi olan şeyi çöpe atıyor. Diğer neden, biz istihbarat değil polis beni tutuklasın diyoruz. İstihbarat başkanı değiştirilmedi. Halkın üzerinden istihbaratın eli çekilmedi. Bu nedenlerle yapamaz diyoruz. Millet aç, susuz, tuzsuz, şekersiz kalmış. Demek ki biz dağılımda adalet istiyoruz. 

Suriye rejimi gerçekten enteresan. Suriye’de örtülü ödenek yok. Beşar Esad’ın Maliye Bakanlığı’ndan para çıkarma yetkisi yok. Cumhurbaşkanının mali konularda imza yetkisi yok. Yani yolsuzluk yapılamıyor. Yapılıyorsa da başka insanlar üzerinden yapılıyor. Cumhurbaşkanının resmi olarak bir evi ve maaşı vardır. Şimdi ben Suriye’de sokaklara halkın gittiğine katılmıyorum. Zaten 
bende bütün tanıdıklarıma çıkmayın, evinize kapanın diyorum. Çünkü bir fitne fesat ortamı yaratılmıştır. O yüzden en iyisi evlerinde oturmalarıdır. Peki, şu an sokaklardaki benim halkım mı? Tabii ki değil. Peki, bu durum nereye gidecek? Suriye rejimi zekidir. Bilinmeyen adamları vardır. Bunlar insanları bir araya getirerek toplantı üstüne toplantı yaparlar ve meseleleri çözerler. İnsanları teker teker ikna ederler. 

Kontrol rejimin elindedir. İstihbarat çok gelişmiştir. Suriye’de normal vatandaş bile istihbaratın etkisi altındadır. Rejim gücünü, halka bu şekilde göstermektedir. Suriye’de bazı şehirlerde suç oranının düşük olması maalesef halkın dürüstlüğünden değil, polis ve istihbarat korkusundadır. Çünkü kimin ne yaptığını istihbarat biliyor ve polisler hiç beklemediğiniz bir anda gelip sizi götürebiliyor. 
Halkın beynine bu korku işlenmiştir. Tabii ki halkın kendi bilinci ve dürüstlüğüyle bu şekilde davranmasını isterdim. Bu durum biraz daha uzarsa ben inanıyorum ki Suriye rejimi bu adamları teker teker toplayacak ve bir şekilde ikna edecek. 

ORSAM: Suriye’deki bu durum Türkiye’yi nasıl etkileyecek sizce? 

Daniel Abdulfettah: Başbakanınız Recep Tayyip Erdoğan olayı, stratejik yöntemlerle değerlendirirse sanırım Türkiye çok fazla etkilenmez. 
Sadece ilişkilerin hızında bir yavaşlama olabilir. Stratejik bazı konularda, Suriyeliler Türkiye’ye bilgi vermeyeceklerdir. Birçok hareketlerini gizli yapacaklardır ki şu an da durum böyledir. Ahmet Davutoğlu Suriye’den uzaklaştırılmıştır. Bu çok kötü olmuştur. Çünkü eli kolu bağlı gelişmeleri izlemek zorunda bırakılmıştır. Davutoğlu, Beşar Esad’ı yönlendiremeyecektir. 
Ama ben buna karşıyım. 

Bana göre Erdoğan ve Davutoğlu, durmadan, ısrarla Suriye’ye gidip gelmelidir. Suriye rejimi Türkiye’ye danışarak hareket ederse işi çözemeyeceğini düşünüyor. Çünkü Türkiye Suriye’ye halkın taleplerini karşılaması gerektiğini ama Suriye’ye göre bu çözüm yolu değil. 
Bu yüzden Türkiye’yi bu süreçten uzaklaştırdılar. 
Bu yüzden Suriyeliler Türkiye’yi eleştirecekler. 
Hani siz örnek olacaktınız, hani siz bölgeye demokrasiyi, insan haklarını, hukuku 
getirecektiniz, neden en yakın dostunuza bile etkiniz olamadı şeklinde. Demek ki Suriye, Türkiye’den almak istediklerini aldı, işine gelmediği zaman da onu uzaklaştırdı. 

ORSAM: Suriye’nin geleceği hakkında ne düşünüyorsunuz? 

Daniel Abdulfettah: Şu an istenmeyen olaylar yaşanıyor. Dileğimiz bu olayların bir an önce son bulması. Ve Suriye’nin daha iyi noktalara gelmesi. 

ORSAM: Biraz da işin gazetecilik kısmını konuşalım. Son dönemde Ortadoğu’nun haberini yapmak nasıl? 

Daniel Abdulfettah: Ortadoğu’dan kastınız sanırım Arap ülkeleri ve şu an Arap ülkelerinde olan hadiseler. Tabi ki haber yapmak her zaman aynıdır. Aynı unsurlara dayanır. Ama bu dönemde alternatif var. Bir de haber kirliliği var. Bu tür ayaklanmalarda ve istikrarsız ortamlarda siz de biliyorsunuz, her şey çok 
zor oluyor. Sizi kendi tarafına çekmek isteyen, kendi haberlerinin doğruluğunu ileri sürmek isteyen ve sizi açıkçası kullanmak isteyenlerin sayısı çok daha fazla oluyor. Böylece siz baskı altında kalıyorsunuz, hem zamanla yarışıyorsunuz 
hem de haber yapmanız gerekiyor hem de çok çetin bir yarış içindesiniz. Çünkü haber alternatifleri çok. Herhangi bir vatandaş orada cep telefonuyla bir görüntü çekip yollayabilir ve sizin yorucu bir şekilde hazırladığınız her şey suya düşebilir veya ikinci sırada kalabilir. 

Belki de hiç sıraya bile giremeyebilir. 
O yüzden hakikaten çok zor. İkinci olarak, bugün siz meydanda çalışma yaparsınız, sahadasın ız ve sahada işinizi yaparken ajansların neler aktardığını ve arkanızda nelerin cereyan ettiğinin farkında olmuyorsunuz. Böylece siz sabah meydana inip çalışma esnasında iken gündemin değiştiğini hatta sizin yapmakta 
olduğunuz haberin anlamsız kaldığını, aradığınız soruların cevaplarının başka meydanlarda patlak verdiğini bilmiyorsunuz. Bunun nedeni sahadayken, internetin aktif hızına yetişmenizin mümkün olmamasıdır. 

ORSAM: Peki, Irak özelinde basının, habercilerin ne gibi eksileri var? 

Daniel Abdulfettah: Irak’ta gazete, televizyon, radyo açmak isteyenler gidip Amerikalılardan para yardımı alıyorlar. Ben Irak’ta imkansızlık ya da finans sorunu yaşıyorum diyenlerden şüphe duyarım. Ama şöyle bir şey var; fazla maddi kaynaklardan ötürü, birincisi, ticari kuruluşlarla karşı karşıya kalıyorsunuz. 
İkinci olarak, para kaynağından akışın devam etmesi için yanlış habercilik yapılıyor ve kayırmacılık var. Şu an 50 uydu kanalından söz ediliyor. Bence Irak basını net ve özet olarak Irak’ın parçalanmışlığını onayan merci 
olarak görülüyor. Kendileri de parçalanmışlar. 

Çünkü hitap dili, şivesi, dini ve hatta mezhebi var yaptıkları yayının. Irak’taki basın resmen Irak aleyhine çalışıyor. Kaynağını bölenler den aldığı için bölünmüşlüğün devamı için çalışıyor. 


ORSAM: Peki, basının düzelme ihtimali var mı, düzelmesi için neler yapılabilir? 

Daniel Abdulfettah: Zaten medya siyasetten üretilmiştir. Siyasiler medya yaparlar ki yaptıkları kapalı oturumları dışarı ile paylaşalım ve insanlar üzerindeki etkisini sürdürelim diye. Bu yüzden öncelikle siyasetin düzeltilmesi 
lazımdır. Medya’nın halk üzerindeki etkisi çok büyüktür. Örneğin ABD’nin 5 Milyon dolara bir kanal satın alması, ona çok büyük geri dönümler sağlamakta dır. Ülkeleri bölebiliyor ve bölünmüşlüğü kalıcı hale getirebiliyorlar medya sayesinde. Irak medyası, Türkmen medyası hepsi aynı şekildedir. Büyük kanal 
sahipleri Suriyelidir ama Suriye’de medya yoktur. Bunun aksini iddia edebilen yoktur. 

ORSAM: Son olarak Kurultay toplantısı ile ilgili yorumunuz nedir? 

Daniel Abdulfettah: Çok sıcak, nostaljik bir ortam oldu. Bizden olsun olmasın herkes gelmiş bizim sorunlarımızı konuşuyor. Birileri bizim meselelerimizi dinliyor. Irak’ta Gale başyazarı, bizim cumhurbaşkanlığına uzanan bir belkemiğimiz yok dedi. Bize Irak’tan destek yok dedi. Ama biz Ankara’da cumhurbaşkanlığından destek alıyoruz. 

ORSAM: Peki, bunun faydalı sonuçlar doğuracağını düşünüyor musunuz? 

Daniel Abdulfettah: Ben bu hissi aldım. Ben objektif olamayacağım, eleştiremeyeceğim, eleştirmekte istemeyeceğim. Bir araya gelmişiz, bu çok güzel bir şey. Türkmen varlığında söz ediyoruz. Övünülecek taraflarımızda var, 
bunlardan da bahsediyoruz. Bunlar çok güzel şeyler. Bütün bunlar olmalı. Türkmen basının biz başlattık diye bir iddiam yok ama başarılıyız. 
Şu an ki mevcut halimiz bu kongrede bellidir. 
Biz bir hiçiz, bu durumdayız ama varız. 
Bölünmüş, parçalanmış bir Türkmen medyasındayız ama bireysel olarak muazzam gücüz. 
Savaş var, sindiriliyor uz ama biz çalışarak kendimizi savunmada tutmaya çalışıyoruz. 
Bu yüzden çaresiz olmamız, medyamızın sesinin cılız çıkması. Birbirimizi seviyoruz ama gücümüz olmadığından dolayı bir araya gelemiyoruz. 


ORSAM: Bize vakit ayırdığınız için teşekkür ederiz. 

* Bu Söyleşi Ankara’da 15 Nisan 2011’de Bilgay Duman ve Seval Kök tarafından gerçekleştirilmiştir. ORSAM 
Rapor No: 184, Kasım 2013 



Ryan Mauro: “ Amerika Suriye Muhalefetini Kucaklamalıdır ”



Ryan Mauro: “ Amerika Suriye Muhalefetini Kucaklamalıdır ” 

27 Nisan 2011 















Suriye Uzmanı, Worldthreats.com’un kurucusu, Hristiyan Eylem Ağı’nın Milli Güvenlik danışmanı ve Wikistrat’ın stratejik analisti Ryan Mauro, Suriye’deki mevcut siyasi kriz ile ilgili görüşlerini ORSAM’la paylaştı. 





ORSAM: Öncelikle, Suriye’nin de domino etkisine girmesini bekliyor muydunuz? 26 Mart’ta yazdığınız bir makalede Suriye rejiminin, bölgede protestolara karşı en çok bağışıklığa sahip devlet olduğunu fakat şimdi ise çatışma merkezlerinden biri haline geldiğini belirtmiştiniz. 

Ryan Mauro: Ben Suriye’nin Yasemin Devrimi ile başlayan domino etkisinin bir parçası olacağından emindim. Diğer ülkelerde ayaklanmalara yol açan tüm faktörler Suriye’de fazlasıyla mevcuttu. Rejimin Facebook ve YouTube’u yasaklaması ve her türlü topluluğu derhal dağıtması, rejime biraz zaman kazandırdı. Tek ihtiyaç duyulan sadece bir kıvılcımdı. Önemli bir olay olması ya da bir dizi küçük olayın gittikçe büyüyecek olan eşzamanlı protestolara dönüşmesi gerekiyordu. Bu, Şam’da bir adamın güvenlik güçleri tarafından şiddete maruz kalması sonucu 1500 kişilik bir kalabalığın toplanması ile gerçekleşti. Bundan sonra küçük ama sık gösteriler düzenlendi. Rejim Dera’da devrim yanlısı sloganlar yazdıkları gerekçesiyle iki çocuğu tutukladı ve ondan sonra kibrit tutuştu. Dera’da protestolar başladı ve tüm ülkeye hızla yayıldı. Güvenlik güçleri her ateş ettiğindeprotestolar daha güçlendi. 

ORSAM: Beşar Esad’ın kriz yönetimini nasıl değerlendiriyorsunuz? 

Ryan Mauro: Beşar Esad bu krizi daha kötü yönetemezdi. Hala güvenlik güçlerinin protestoculara ateş ettiğini kabul etmiyor, bunun yerine radikal Selefistleri ve “silahlı grupları” suçluyor. Esad muhalefeti yabancı komplonun parçası olmakla suçladı. Bu her bir protestocuya yöneltilmiş bir hakarettir ve taleplerinin duyulmadığının da açık göstergesidir. Şiddet kullanılması ve tutuklamalar ile protestolar rejim değişikliği ile ilgili bir hal aldı. 

ORSAM: Suriye Ortadoğu’daki en istikrarlı devlet sayılıyordu. Şimdi uluslararası arenada Suriye’nin imajı hakkında ne düşünüyorsunuz? 
Ve eğer Esad iktidarını korursa, dış politikanın olanlardan ne yönde etkileneceğini bekliyorsunuz? 

Ryan Mauro: Eğer Arap Baharı bize bir şey öğrettiyse o da açıkça istikrarlı rejimlerin de aniden sarsılabileceğidir. Tunus Devlet Başkanı Bin Ali de oldukça istikrarlı görülüyordu. Hiç kimse oradan gelecek bir domino etkisini düşünemezdi. Bin Ali gücüne rağmen hızlıca düştü ve bu da bölgedeki tüm halklara ilham kaynağı oldu. Suriye hükümetinin imajı diktatörlük olması nedeniyle kötüydü, ama bazıları İsrail ve Amerika karşıtı duruşunu takdir ediyordu. Şimdi yüzlerce sivil sokaklarda öldürülmüşken kimse rejimi savunamaz. Rejim sadece kendi gücünü koruyabilmek için kadın, çocuk demeden Arapları öldürüyor. Başka bir nedeni yok. Eğer Esad iktidarını 
korursa dış politikasının değişeceğini sanmıyorum. 

Zaten İran rejimi ile dost ve Hamas, Hizbullah ve diğer teröristlerin de sponsoru. Kendi rejimine istikrar kazandırmak gibi yanlış bir inançla, İsrail ile bir çatışmaya girmeye çalışması muhtemeldir. 

ORSAM: Makalelerinizde birçok kez Suriye’de kutlanması gereken bir devrim olduğunu, yerine gelecek hiçbir rejimin Esad rejimi’nden daha kötü olmayacağını yazdınız. Hiçbir endişeniz yok mu? 

Ryan Mauro: Alevilerin, nüfusun yüzde 6 ile 12’si oranında olması nedeniyle mezhepsel çatışma çıkmasını kesinlikle bekliyorum. 
Ama eğer Esad karşıtı bir Alevi iktidara gelirse ve Aleviler temsil edildiklerini hissederlerse, bu çatışmayı engelleyebilir. Gelecek hükümette Müslüman Kardeşlerin de söz hakkı olacak ama bunun çok fark yaratacağını düşünmüyorum. Esad terörü tamamen destekliyor. Müslüman Kardeşler, hükümetteki tek ses olmayacak. Onların gücünü dengeleyecek birçok İslamcı olmayan grup olacak. Dr. Barry Rubin İslamcıların sadece yüzde 15’lik bir nüfusun desteğini alacağını öngörüyor. 

ORSAM: Suriye’deki olaylara ilişkin Amerika’nın tavrına karşı oldukça eleştirel yaklaşıyorsunuz. Sizce Amerika nasıl davranmalı? 


Ryan Mauro: Amerika ve müttefiklerinin Esad rejimine karşı daha güçlü karşı geliyor olmamaları bir şanssızlık. Suriye’nin İran’dan uzaklaştırılabileceği ya da gerçekten reformlara başlayacağı ve Batı’ya yaklaşacağı gibi yanlış düşüncelere inananlar var. Bu, Esad iktidardayken asla olmayacak. Amerika aynı zamanda rejim değişikliğinin getireceği istikrarsızlıktan korkuyor ve Esad’ın düşüşünü destekleyerek emperyalist görünmek istemiyor. 

Başka bir çekince de Amerika’nın muhalefetin meşruiyetine gölge düşürmesi, ama sanıyorum bu çekinceler çok abartılı. Amerika’nın üst düzey Suriyeli yetkililere yaptırım uygulamayı ve şiddeti kınamayı planladığına ilişkin haberler var. Bu iyi ama daha fazlası yapılmalı. 
Suriye büyükelçisi geri çekilmeli. Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu ile işbirliği yapmadığı için yaptırımlar uygulanmalı. Suriye muhalefeti 
kucaklanmalı. 

ORSAM: Yine makalelerinizde birçok defa değindiğiniz gibi bu süreçte adı geçen bir çok yabancı öğeler var. İsrail medyası İran’ın müdahalesine vurgu yapıyor, Suriye rejimi İsrail ve Müslüman Kardeşleri ya da Selefistleri suçluyor. Bu konudaki gerçek nedir? 

Ryan Mauro: Amerika İran’ın Suriye’ye müdahale ettiğini iddia ediyor ve bu doğru. 21 Mart’ta İran’dan Halep’e silah taşıyan bir gemi Türkiye’de yakalandı. İranlılar rehberlik ve ekipman sağlıyorlar ve Suriye’nin Reform Partisi’ne göre, Esad’ın generalleri, Humus’taki İran Devrim Muhafızları üssüne rapor veriyor. Esad protestoların ardında Selefistler’in olduğu izlenimini vermeye çalışıyor, ama bu bir hile. 

ORSAM: Suriye rejimi şu anda saldırıya geçmiş durumda. Bundan sonra ne olur, nasıl bir son bekliyorsunuz? 

Ryan Mauro: Birkaç senaryo var; Esad rejimi binlerce insanı öldürür ve büyük bir zararın ardından protestolara son verir. Ya da Esad’ın iktidarına son veren bir askeri darbe olabilir. Esad’ın ordusundan bazı gruplar ayrılıp, rejim yanlılarına karşı halkı korumak için savaşabilir. 
Zaten Dera’da Dördüncü ve Beşinci Tümen arasında çatışmalar var. 

ORSAM: Zamanınızı ve görüşlerinizi paylaştığınız için teşekkürler. 

* Bu Söyleşi ORSAM Ortadoğu Uzman Yardımcısı Selen Tonkuş Kareem tarafından 29 Nisan 2011’de gerçekleştirilmiştir. 
ORSAM 


***

Prof. Eyal Zisser: “ Suriye de Irak Gibi Etnik Çatışma Sürecine Girebilir ”





Prof. Eyal Zisser: “ Suriye de Irak Gibi Etnik Çatışma Sürecine Girebilir ” 


26 Nisan 2011 




Ünlü Suriye uzmanı ve Tel Aviv Üniversitesi Sosyal Bilimler Fakultesi Dekanı Prof. Eyal Zisser, ORSAM’ın Suriye iç ve dış politikası 
ile bu ülkedeki muhalefet kriziyle ilgili sorularını cevapladı. 

ORSAM: Suriye dış politikası ile başlamak gerekirse, sizce Suriye dış politikasının göreceli olarak daha sabit belirleyicileri nelerdir ve Beşar Esad’ın liderliğinde bunlarda herhangi bir değişim meydana geldi mi? 



Eyal Zisser: Rejimin ve devletin istikrarı temel belirleyicidir ama aynı zamanda ideolojik boyut da var. Yani bu bir karışım; devletin mantalitesi bir yanda, diğer yanda ise halkın görüşü. Dolayısıyla bunlar Suriye devletinin ne yapıp ne yapamayacağını belirleyen, hareket sınırlarını belirleyen çizgiler. Bu sınırlar dahilinde Suriye elinden gelenin en iyisini yapıyor ama oyun aynı Suriye oyunu; düşmanınla direk olarak karşılaşma ama vekillerini kullan. Tüm bunlar açısından Beşar Esad’ın dönemi bir devamlılık taşıyor. Fakat Beşar daha pragmatik ve daha az ideolojik ama hala genel anlamda babasının mirasına bağlılığını koruyor. 





















ORSAM: Karar alma mekanizması nasıl? 

Eyal Zisser: Bir değişim yok; devlet başkanı karar alır. Hafız Esad’ın etrafında kararları beraber aldıkları bir grup kişiden oluşan bir çember vardı. Fakat Beşar bu çembere sahip değil. Beşar daha yalnız. Ama mekanizma ve yapı hala aynı. 

ORSAM: Bu Beşar Esad’ın karar alma konusunda babasından daha bağımsız olduğu anlamına mı geliyor? 

Eyal Zisser: Beşar’ın döneminin başında, etrafında, babasının dönemine ait eski kuşak siyasetçiler vardı. Şimdi onlar kayboldu. Karar alma konusunda Beşar ile eşit düzeyde kimse kalmadığı için, Beşar daha yalnız. Hafız Esad arkadaşlarıyla beraber çalışırdı, tabiî ki lider kendisiydi ama etrafında o yakın grup vardı. Belki gelecekte Beşar da bir arkadaş grubu, bir çembere sahip olur, ama şimdi değil. Aslında ben buna bağımsızlık değil de, kontrol ve denge mekanizması demeyi tercih ederim. 

ORSAM: Devletin kimliği konusunda ne düşünüyorsunuz? Makalelerinizden birinde Beşar’ın babasından daha çok “Suriyeli” 
olduğunu yazmıştınız. 

Eyal Zisser: Şimdi devletin kuruluşundan 4050 yıl sonra, Suriye Devleti’nin daha oturmuş bir kimliği var. Şimdi “Suriye nedir” sorusuna daha net bir cevap veriliyor. Devlet yeni kurulduğunda bu soru daha zor bir soruydu. Ve şimdi Beşar Esad, babasına kıyasla ve diğer üst kimliklere nazaran daha çok “Suriyeli” kimliğine sahip. 

ORSAM: Bazı yazarlar 1980’lerin sonunu ayrı bir Suriyeli kimliğinin oluştuğu bir geçiş dönemi olarak nitelendiriyorlar. 


Eyal Zisser: Bu tam olarak 1980’lerde mi oldu bilmiyorum ama bu süreç ve transformasyon gerçekleşti. Belki Hafız Esad farkında değildi ama bu 1970’lerde gerçekleşti. Hala Arap kimliği var ama bu kırılgan bir nitelikte ve bugün hiçbir pratik anlam taşımıyor. Arap kimliği içinde, Beşar Esad’ın taşıdığı Suriyeli kimliği var. 

ORSAM: 2007’de yazdığınız bir makalede Suriye’nin İran dışında başka bir dış tehditle karşı karşıya olmadığınızı belirtmiştiniz. Bu noktayı biraz açıklar mısınız? 

Eyal Zisser: Tek dış tehdit İran olabilir. İran, kendi politikalarını dikte eden patron olarak, Suriye’yi çatışmalara sürükleyebilir. Ama şu anda bunun olacağına inanmıyorum çünkü İran’ı dengeleyen Türkiye ve Suudi Arabistan var. 

ORSAM: Suriye dış politikasının geleceğini nasıl görüyorsunuz? 

Eyal Zisser: Belirgin bir değişim beklemiyorum; aynı eksende kalacak, bu anlamda ihtiyaç duyduğu herkesle iyi ilişkiler içinde olmaya devam edecek. Suriye istikrarlı hissettiği şekilde davranmaya ve statükoyu korumaya devam edecek. 

ORSAM: İç politikadan bahsedersek, Suriye’deki muhalefeti nasıl görüyorsunuz? 

Eyal Zisser: Suriye’de organize olmuşluk ve muhalif davranmak için yeterli güce sahip olma açısından bakıldığında muhalefet var denemez. Temel olarak liberaller var, Müslüman Kardeşler var ama hiçbiri organize ya da mobilize değil. Ama kesinlikle muhalefet potansiyel bir tehlike olarak duruyor ve takip edilmesi gerekiyor. 

ORSAM: Suriye’deki mevcut krize ilişkin olarak, son makalenizde “Suriye rejimi bu tufanı atlatabilir, ama önemli olan uzun dönemde ne olacağı” diyorsunuz. Eğer rejimin çöktüğünü farz edersek, o halde beklentiniz nedir? Örneğin Müslüman Kardeşlerin eline düşmesi mi, yoksa Suriye Mısır ve Tunus’tan farklı olarak, mezhepsel ve etnik farklılıklar taşıyan bir ülke olduğu için, Irak gibi mezhepsel ve etnik çatışmaya düşebilir mi? 

Eyal Zisser: Hayır, Mısır’da olduğu gibi ben, Suriye’de gençler, aydınlar ve bunun gibi bazı seküler güçlerin ortaya çıkacağını tahmin ediyorum. 
Ama bekleyip görmeliyiz. Tabii ki Irak gibi etnik çatışma içine düşme tehlikesi mevcut. 


ORSAM: Makalede “Tunus ve Mısır’daki halkın sorunları Suriyelilerden farklı değil ve Suriye’deki patlamanın nedeni de onlarla aynı” diyorsunuz. O halde Suriye’deki protestoların Beşar Esad’ın “Suriye toplu ayaklanmalara karşı bağışıklığa sahip” demesine neden olacak şekilde geç başlamasının sebebi nedir? 

Eyal Zisser: Çünkü insanlar rejimden korkuyor ve anarşiden de korkuyor. Bu tür ayaklanmaların başlaması ve gelişmesi zaman alır. 
Mısır’da Mübarek karşıtı ilk gösterinin başlaması 5 yıl aldı. 

ORSAM: Şu anda açıkça Suriye rejiminin hücumda olduğu ve bunların da sadece protestocuların çok sert bir şekilde önlenmesinin ilk aşamaları olduğu görülüyor. Siz ne düşünüyorsunuz? 


Eyal Zisser: Evet, 1982’de Müslüman Kardeşler’e karşı Hama katliamında yaptıklarını yapmaya karar verdiler. Bekleyip kimin 
kazanacağını görelim ama korkarım kazanan rejim olacak. 

ORSAM: Görüşlerinizi ve zamanınızı paylaştığınız için teşekkürler. 

* Bu Söyleşi ORSAM Orta Doğu Uzman Yardımcısı Selen Tonkuş Kareem tarafından 25 Nisan 2011’de Tel Aviv-İsrail’de gerçekleştirilmiştir. 
ORSAM 



***

İsrail’in Eski ABD Büyükelçisi Rabinovic: “ Beşar Esad Tehlikeyi Ancak Şimdilik Bertaraf Edebilir ”




İsrail’in Eski ABD Büyükelçisi Rabinovic:  “ Beşar Esad Tehlikeyi Ancak Şimdilik Bertaraf Edebilir ”


İsrail’in Eski ABD Büyükelçisi Rabinovic: “ Beşar Esad Tehlikeyi Ancak Şimdilik Bertaraf Edebilir ” 

22 Nisan 2011 




İsrail’in eski Amerika Büyükelçisi, Suriye ile Başmüzakerecisi ve şu anda Tel Aviv Üniversitesi Ortadoğu Tarihi Bölümü’nde Onursal Profesör, New York Üniversitesi’nde Seçkin Global Profesör ve Brookings Enstitüsü’nde Seçkin Akademi Üyesi olan Itamar Rabinovich, Suriye dış politikası ve Suriye-İsrail ilişkileri konularında ORSAM’ın sorularını cevapladı. 



ORSAM: Suriye dış politikası ile başlamak gerekirse, sizce Suriye’nin tarihi ve devlet oluşumu süreci bugünkü dış politikasını ne derece etkiliyor? 

Itamar Rabinovich: Ortadoğu’nun bu kısmındaki birçok devlet yapaydır. Irak ve Suriye gibi devletlerin sadece isimleri antik fakat sınırları değil. Şu anki sınırları içinde uzun bir tarih ve devlet geleneği olan tek devlet Mısır, göreceli olarak yeni bir devlet olduğu için, Türkiye bile değil. 100 yıl önce Suriye dendiğinde Büyük Suriye akla gelirdi, bugünün Suriye’si değil. Bazı kazalar ya da İngilizce 
ve Fransız politikaları sonucunda şu anda bu sınırlarla karşı karşıyayız ve mevcut sınırları içindeki bir Suriye devleti kimliği oluşturmak, Suriyeli liderlerin oldukça fazla zamanını aldı. Güçlü bir Suriye devleti oluşturmayı başaran tek lider ise Hafız Esad oldu, bu onun büyük katkısıdır. Kendisi bile Büyük Suriye fikrini zikrettiğinde, bazen Lübnan, Filistin, Ürdün hakkında konuştu ve bazı belli başlı iddialarda bulundu, ama sonuç olarak güçlü, bütüncül bir Suriye devleti inşa eden ilk kişiydi. 

Oğlu da kendi izinden gidiyor. Suriye’nin tarihi üzerindeki ilgisi bunun bir kanıtıdır. Beşar Esad arkeoloji, tarih ve Elba, Emar, Ugarit gibi Suriye’nin binlerce yıllık geleneğini taşıyan antik yerlerin kazılmasına çok ilgi duyuyor. Ama bu da Hafız Esad’ın eseridir. 

Birçok Müslüman ülkede Paganizm denen İslam öncesi tarih ihmal edilir. Mısır örneğin. Firavun dönemine sadece 1930 ve 1940’larda ilgi duyuluyordu. O zamanlar Mısır Batı’ya bakan bir Akdeniz ülkesiydi, Doğu’ya bakan bir Müslüman ülke değil. Daha sonra İslam ve Arapçılık önem kazanınca Firavun dönemine yönelik olumsuz bir tavır oluşturuldu. Sedat iktidar olduğunda Mısırlılığı yeniden inşa etti. Tabiki bugün Müslüman Kardeşler’e göre Paganizm hüküm sürüyor. 
Aynısı Türkiye için de geçerli. Bernard Lewis’in “ History-Remembered, Recovered, Invented” isimli bir kitabı var, Atatürk’ün Sizin Orta Asya değil, 
Hitit kökenli olduğunuza dair tarih mitini nasıl yarattığını anlatıyor. Bu tarihin, Osmanlılık ya da Turancılık ya da Müslümanlık yerine, bir Türk Millet-Devleti 
yaratmak üzere pozitif yönde manipüle edilmesidir. Dolayısıyla tarihe olan bakış açısı her zaman devlet başkanlarının görüşlerinin yansıtıcısıdır. 
Saddam Hüseyin gibi, aniden Babil’i keşfetmişti çünkü kendisine sadık bir Irak kimliği yaratmak istiyordu. 

ORSAM: The View from Damascus: State, Political Community and Foreign Relations in the Twentieth-Century (Şam’dan Görünüm: 20. Yüzyılda Devlet, Siyasi Topluluk ve Dış İlişkiler) isimli son kitabınızda “çatlak Suriye devletinin temelinde, zayıf doğdu ve zulüme maruz kaldığı hissine sahip oldu” diyorsunuz. Bu ezilmişlik hissi hala var mı ve dış politikayı etkiliyor mu? 

Itamar Rabinovich: Sanırım bu Suriye için karakteristik bir özellik, Beşar Esad için de öyle. Suriye’de mod ezilmişlikten kibirliliğe oldukça vahşi bir şekilde gidip geliyor. 2005’te Beşar’a bakıldığında, Hariri suikastı, Bush yönetimi ile birlikte, korkunç durumdaydı. İki sene sonra bu durumdan sıyrıldı, Türkiye ile ilişkilerini düzeltti, Lübnan’ı geri alıyor, iyi hissediyor ve elinde birçok dış politika kartı 
bulunduruyor. Yani bu geniş ölçekli hislere sahipler. 

ORSAM: Göreceli olarak küçüklüğü, sınırlı materyal gücü ve saldırıya açık jeopolitik konumu bir tarafta ve hırsları bir tarafta düşünüldüğünde, bu ikisi arasında bir denge kurmak ve dış politika kartlarına sahip olmak zor olsa gerek. 

Itamar Rabinovich: Kesinlikle. Suriye bağımsızlığına kavuşur kavuşmaz, diğer bölge devletleri üzerinde hak iddia ettiler. Daha fazla dayanamadı ve 1958’de Mısır ile birleşti. 1961’de Suriye Mısır’dan ayrıldı, fakat Mısır onu tanımadı. Mısır’ın baskısı karşısında bağımsızlığını yeniden kurması on yıllar aldı. Esad güçlü devletini inşa ettiğinde, Lübnan ve Filistinliler üzerinde hakimiyet kurarak pazarlık kozları ve kartları yaratabileceğini fark etti. Zaten Suriye tüm bu alan üzerinde, yani Levant ya da Verimli Hilal dediğimiz alan üzerinde her zaman kendisinin meşru etki alanı olduğu hissine sahip. Her ülke elinde dış politika kartları olmasını ister. Eğer masaya küçük bir devlet olarak oturursa Suriye’nin kartları ne olur? Ama Lübnan’ı kontrol ederse, Filistinliler üzerinde etki sağlarsa, Amerika Suriye ile konuşmak zorunda çünkü Suriye Irak konusunda anahtar ve İran konusunda da köprü devlet konumunda. Bunlar Suriye’nin kartları ve varlıkları. Eğer bugün Türkiye dış politikasın bakarsak, durum aynı. Türkiye harika bir jeostratejik konuma sahip ve şimdi diyor ki; eğer biz yakın çevremizde, Orta Asya’da, Orta Doğu’da etkili olursak, Irak’la sınırımız var, İran’la sınırımız var, o halde Avrupa bizimle konuşmakta istekli olacaktır. Suriye bu varlıklara sahip değil ve varlıklarını Filistinliler ve Lübnan üzerinden maksime etmeye çalışıyor. 

Tabiki bu zor bir iş, toprağını işgal eden İsrail var, ilişkilerinin gergin olduğu ama aynı zamanda da ihtiyaç duyduğu Amerika var. 
Dolayısıyla Suriye dış politikasında birçok öğe var ve tutarlı bir politika da yok. 

ORSAM: Kitapta Hafız Esad’ın 8 Mart 1974’te devrim kutlamasında sarf ettiği “Filistin, esasında Güney Suriye’nin temel parçasıdır” sözüne yer vermişsiniz. 

Itamar Rabinovich: Evet, bu aslında Golda Meir’in bir sözüne karşılıktı. Hala tüm bu bölgenin Büyük Suriye’nin parçası olduğuna ilişkin düşünce var. Ama aniden Tiberya Gölü ya da Celile Denizi üzerinde de iddiada bulunuyorlar. 1949’da Hüsnü Zaim olayında bile, Zaim 1949’da barış yapmak istediğinde, Tiberya Gölü’nde hak iddia etmişti. Bu bir öğe. Bir devlet asla tüm dış politikasındaki tüm öğeleri aynı anda kullanmaz. Eğer Suriye ve İsrail barış yaparsa, Suriye bunları kullanmayacaktır, ama aralarında çatışma olduğu sürece iddialarını en yüksek seviyede tutmak istiyorlar. 

ORSAM: Zaim olayından bahsetmişken, The Road Not Taken: Early Arab-Israeli Negotiations (Seçilmeyen Yol: İlk Arapİsrail Müzakereleri) isimli başka bir kita-bınız daha var, kitapta olayı detaylı anla-tıyorsunuz. Özetle nedir bu olay? Eğer seçilmeyen yol seçilseydi, yani Ben Gurion, Hüsnü Zaim’in barış teklifini kabul etseydi, ne fark olurdu? 

Itamar Rabinovich: Ben Gurion neden Zaim’in teklifini kabul etmedi ? Zaim 1948’de CIA ajanıydı ve ülkesini bir milyon Dolar’a satmaya hazırdı, o halde Ben Gurion bir sene sonra ona nasıl güvenebilir? Bilemeyiz, belki eğer teklif kabul edilseydi, tarihin akışında bir farklılık olabilirdi ama aslında Hüsnü Zaim bir şakaydı ve onunla yapılan barış Suriye-İsrail ilişkilerinde bir fark yaratmazdı. 

ORSAM: Son kitabınıza geri dönersek, coğrafik bir terimden devlete olan dönüşüm bitmeyen bir hikayedir diyorsunuz. Bu hikaye Suriye için hala bitmedi mi? 

Itamar Rabinovich: Bitmedi çünkü hala Lübnan üzerinde iddiası var, daha az ama var. 

Dahası, Suriye bri aile şirketi. Sivil toplumu olan ve toplumun hükümeti yansıttığı normal bir siyasi düzeni olan bir devlet değil. Esadlar ve Alevi cemaat 
öncelikle kendilerini korumak zorunda. Kendileri de bunun anormal bir durum olduğunu biliyorlar. Bugün Suriye kimliği 30-40 sene öncesine göre, daha tutarlı 
ama hala gerçekten bitmemiş bir iş. 

ORSAM: Bazı uzmanlar Suriye dış politikasını açıklarken rejimin bekası faktörüne çok fazla vurgu yapıyor. Sizce Suriye dış politikası yapımında rejim bekası endişesi ne ölçüde etkili? 

Itamar Rabinovich: Daha önce de dediğim gibi bu ezilmişlikten hayatta kalmaya ve hayatta kalmadan da kibirliliğe uzanan bir spektrum. Suriye bölgesel hegemon güç olamayacağını biliyor, ama elindekileri Amerika ve Avrupa ile diyalog kurabilmek için ve etkili bir aktör olabilmek için en iyi şekilde kullanmaya çalışıyor. Yani amaç rejim bekasının ötesinde. 

Örneğin Suriye’nin Irak ile ilişkileri. Suriye Irak ile sınırı olmasını istemiyor, Irak’ta Amerikan varlığı istemiyor, İran hakimiyeti istemiyor, zaten Lübnan’da İran etkisi var, o yüzden Türkiye bu anlamda Suriye için dengeleyici güç. Suriye aynı zamanda Irak’ta anarşi de istemiyor çünkü Kürt sorunu var, kendisine de sıçrayabilir. Saddam zamanındaki gibi güçlü bir Irak devleti de istemiyor. Yani her zaman bölgede önemli bir aktör olma ve tehlikelere karşı da aynı zamanda denge kurma isteği var. 

ORSAM: Arap milliyetçiliği ne derece etkili? 


Itamar Rabinovich: Arap milliyetçiliği dramatik şekilde etkisini yitirdi. 1978’de Fuat Ajami “Arap Milliyetçiliğinin Sonu” isimli bir makale yazmıştı. 
Bu önemli çünkü Suriye İran-Irak savaşında İran’ın yanında yer aldı ve şimdi de Körfez ülkeleri tehdit algıladıklarını söylerlerken, Suriye İran’la dost. 
Yani Arap milliyetçiliği önemli değil. 

ORSAM: Suriye’de dış politika yapımı hakkında bilgi verebilir misiniz? 

Itamar Rabinovich: 1960’larda tüm rejim kurumsallaşmamış, kişisel bir nitelikteydi, Filistinliler kullanılıyor, onlar da Esad’a karşı, Cedid ile birliktelerdi. Şimdi rejim daha kurumsal ve sağlam. Ama Suriye dış politikayı devlet çıkarlarına göre idare edecek bir dış politika müessesesine sahip değil. Dış politika alanı aile ve Alevi çevre tarafından domine ediliyor. 

Dış politika aktörleri açısından Hafız Esad iktidardayken, Cumhurbaşkanı Yardımcısı Haddam ve Dışişleri Bakanı Şara vardı. Birçok aktör vardı. Irak, İsrail gibi konularda istihbarat liderleri ya da Genelkurmay Başkanı Şihabi gibi kişiler söz sahibiydi. Şimdi Dışişleri Bakanı Muallim daha güçlü, Şara daha zayıf, Haddam devre dışı, hukuk uzmanı olsa da Riyad Davudi etkili. Dolayısıyla
dış politika hala tek bir adamın ve küçük bir grup insanın elinde. Beşar başta zayıftı, ama şimdi kendini hem iç hem dış politika alanında sağlamlaştırdı. Önce Şam Baharı girişiminde bulundu, ama daha sonra istihbarat Beşar’ın ateşle oynadığını ve bu girişime son vermesi gerektiğine karar verdi. Şu anda kesinlikle Beşar konumunu daha sağlamlaştırmış durumda. İran ile ilişkiler, Amerika, Lübnan, barış süreci konularında son söz kendisine ait ve ülkede dış politika müessesi mevcut değil. 

ORSAM: Beşar Esad’ın iktidardaki 10. yılının ardından dış politikasını ve liderliğini nasıl değerlendiriyorsunuz? 
            Hafız ve Beşar Esad arasındaki benzerlikler ya da farklar nelerdir? 

Itamar Rabinovich: Beşar az çok aynı politikayı uyguluyor. Ama örneğin Hafız Esad’ın İran ile ilişkisi, eşitler arasındaki bir ittifaktı, Beşar ise İran patronken, 
Suriye’yi İran’ın müşterisi haline getirdi. Hafız Nasrallah’la hiç bir araya gelmedi, ama Beşar geliyor. Beşar modern bir adam ama Hafız ile aynı duruşa 
sahip değil. Baba Esad müzakere etme ve askeri seçeneği de aynı anda bulundurma oyununu daha iyi oynuyordu. Beşar babasından daha az özgüvene sahip. Benim her zaman dediğim gibi Baba Esad havada ateş topları tutardı. Beşar birçok hata yaptı, Irak’ta Amerika ile ikili oynadı ve neredeyse İran üzerinden bir savaşla sonuçlanacaktı. 

Beşar 10 yıldır iktidarda, çok şey öğrendi artık daha özgüvenli. Tabi ki Beşar tamamen bir hatadan ibaret değil. Soru ülkenizle ne yapmak istediğiniz. Oyun mu oynamak istiyorsunuz, rejiminizin bekasını mı sağlamak istiyorsunuz, ülkenizi geliştirmek, modernleştirmek, uluslararası çizginin merkezine mi taşımak istiyorsunuz? 20 milyon civarında genç nüfusunuz var, onlara nasıl istihdam edeceksiniz? 
Üniversite sisteminiz nasıl? Ülkedeki aydınların durumu nasıl? Bu konularda Beşar başarılı değil. Fakat rejimin bekasını sağlamak, oyunlar oynamak konusunda, önceye göre daha başarılı. 

ORSAM: Kitapta, Beşar babasına göre bazı konularda geri adım attı diyorsunuz. 

Itamar Rabinovich: Mesele şu ki; Beşar çok fazla konuştu ve her şeyi söyledi. Babasının üzerinde anlaştığı ya da savunmayı bıraktığı konularda geri adım attı, örneğin Filistin meselesini şart koşmak ya da tam normalizasyon konuları. Mesela Faruk el Şara Washington’da Ehud Barak ile buluştuğunda İsrail ile artık varoluşa ilişkin sorunumuz yok, sadece toprak sorunumuz var dedi. Suriye 1948’de olanları unutmaya hazır. Oslo anlaşması imzalandığında Suriye, Filistinlilerin yollarını kendilerinin çizmek istediklerini düşünmüştü, 
ama şimdi Filistinlilerin geri dönüş hakkını ve diğer haklarını savunan Hamas var, Suriye Mısır gibi Filistin sorunundan kendisini soyutlayarak bir barış anlaşması imzalamaya sıcak bakacaktır. Dolayısıyla İsrail gelip barış yapmak istediğini söylerse, Beşar’ın babasının üzerinde anlaştığı şartlarda barış imzalayacaktır. 
Soru kendini İran ve Hizbullah’tan uzaklaştırması ve ikili oyunu oynamayı bırakması. Ama İran, Hizbullah ve Hamas’la bağlarını koparmamaya çalışacaktır. 

ORSAM: İsrail’de Golan Tepeleri’nin Suriye’ye iade edilmesi konusunda, statükoyu korumak ve risk yaratmama yönünde geniş bir kanı var ve Suriye ile barışı ertelemenin altındaki temel motivasyon bu. Bu konudaki fikriniz nedir? 

Itamar Rabinovich: Golan Suriye toprağıdır. Mesela Golan’ı Batı Şeria ile kıyasladığınızda, Batı Şeria farklı, yasal durumu net değil. Sina da farklıydı. Sina Mısır ve İsrail arasında tampon bölge niteliğindeydi ve barış anlaşması imzaladıklarında Sina için bir rejim oluşturdular. 
Golan tampon bölge olmak için çok küçük. Aynı zamanda konvansiyonal savaş bakımından İsrail’in tepede olması, vadide olmasından daha iyi. Ama bugün tabiki savaş teknolojisi değişti, füzeler var. Ama bence Batı Şeria ve Golan Tepeleri arasındaki en büyük fark, Batı Şeria hiçbir zaman İsrail’in parçası olması, İsraillilerin gittiği bir yer değil ama Golan ülkenin bir parçası ve İsrailliler 
gidiyor, vakit geçiriyorlar. Golan’dan çekilme acılı bir süreç olacak. 

ORSAM: İsrail’in başmüzakerecisi olarak Suriye’yi barış konusunda samimi buluyor musunuz? 

Itamar Rabinovich: 2000’de Esad günün sonunda barış anlaşmasını imzalamak istememiş olabilir. Biz her zaman Suriye’nin barış süreci içinde olmak istediğini, Amerika ile iyi ilişkiler içinde olmak istediğini fakat karar anı geldiğinde her zaman geri çekildiği için, barış anlaşması imzalamaktaki isteğinden şüphe duyduk. Edwin G. Corr’un 2000’de Barak’ın bir fırsat kaçırdığına ilişkin bir argümanı var. Ben buna katılmıyorum, çünkü Esad o sırada koltuğunu devretmekle ilgiliydi, barış ile değil. 


Eğer Suriye, Mısır’ın yaptığı gibi bir barış yapmak istiyorsa, neden 1979’da yapmadı? Çünkü Mısır’dan daha fazla kazandım demek istiyor. Suriye İsrail’in küçük düştüğü, “galibin barışını” barışını istiyor. 

ORSAM: 2007’de İsrail Suriye’nin nükleer tesislerine saldırdığında sizin “İsrail Suriye’nin ikili oyununu nasıl oynayacağını öğrendi” şeklinde bir yorum yaptığınızı hatırlıyorum. 

Itamar Rabinovich: Evet, Olmert’in Türkiye’nin arabuluculuğunu kabul etmesi bir hataydı, Türkiye olduğu için değil, arabuluculuk olduğu için. Biz daha önce direk ve üst düzey müzakereler yapmıştık. Suriyeliler için süreç ve içeri aynı şey. Zaten eğilim süreci azaltma yönündeydi, görüşmeleri daha dolaylı ve düşük düzeyli hale getirmek yönündeydi bu yüzden Olmert bunu nasıl kabul etti bilmiyorum. 
Diğer taraftan, İsrail Suriye ile görüşürken, aynı zamanda saldırı gerçekleştirdi. Tıpkı daha önce Suriye’nin İsrail’e yaptığı gibi, hem bizimle konuşup hem de Hizbullah arayıcılığıyla oyun oynadıkları gibi. Yani İsrail Suriye’yi üç kez vurdu; biri nükleer tesis, diğeri Murniye ve Muhammed Süleyman. Sanırım Suriye bunu takdir ediyor, çünkü bu Suriye’nin kendi oyunu. 

ORSAM: Suriye’de bu saldırıya ilişkin nasıl bir algı oluştu? Saldırı Suriye’nin İsrail politikasını etkiledi mi? 

Itamar Rabinovich: Muhtemelen biri bizim oyunumuzu açığa çıkardı ve oldukça iyi şekilde oynuyor demişlerdir. Fakat bu Suriye’nin politikasını etkilemedi, hala çok cesur adımlar atıyorlar, geçen sene Hizbullah’a füze vermeleri gibi. Aslında bu durum mevcut Amerikan yönetimi çok güçsüz olduğu sürece, İsrail ile çok ilintili değil. Buna ek olarak Suriye’nin Türkiye ile olan yeni ilişkisi, Suriye’ye çok fazla özgüven veriyor. 

ORSAM: Son olarak, Suriye’deki mevcut karışıklık hakkında yorumunuz nedir? 

Itamar Rabinovich: Beşar Esad mevcut tehlikeyi bertaraf edebilir ama artık muhalefeti saf dışı bırakamaz. Suriye rejimi çökertildi. 

ORSAM: Görüşlerinizi ve zamanınızı bizimle paylaştığınız için çok teşekkür ederiz. 

* Bu söyleşi ORSAM Ortadoğu Uzman Yardımcısı Selen Tonkuş Kareem tarafından 14 Nisan 2011’de Tel Aviv, İsrail’de gerçekleştirilmiştir. ORSAM 

****



29 Aralık 2016 Perşembe

Mısır Devriminin Ayak Sesleri BÖLÜM 2





 Mısır Devriminin Ayak Sesleri BÖLÜM 2

 Mübarek İçin Oyunun Sonu: Tunus’tan Sonra İkinci Ocak Devrimine Doğru 

Tunus’ta yaşanan iktidar değişikliğinden hemen sonra Mısır’da da halk gösterilerinin başlaması bir çok kesimin devrimin domino etkisi üzerine 
analiz yapmaya itmiştir. Ancak yukarıda da değinildiği üzere Mısır’da birincisi Arabi Paşa, ikincisi Nasır dönemi dışında genelde yabancıların Mısır siyasetine etkin olduğu dönemler yaşandığı ve Mübarek ile birlikte bu etkinin doruğa çıktığını belirtmek gerekir. Tunus’ta da bağımsızlığın kazanıldığı 1956 sonra yalnızca iki ayrı lider iktidar da olmuş buna karşın Raşit Gannuşi gibi muhalefet liderlerinin yıllardır sürdürdüğü protesto eylemlerinin halk üzerinde ciddi tesirleri olmuştur. Her iki rejimde otoriter olmalarına karşın bir Suriye ile ya da Umman’la karşılaştırılamayacak ölçüde demokratik kurumlara sahiptiler. Örneğin, Mısır’da yargı ve sendikal federasyonları gelişmiş bir muhalefet hareketini içlerinde barındırmaktadırlar. Rejimler totaliter bir anlayıştan uzak olduğu gibi toplumsal alanda da muhalefetin farklı şekillerde örgütlenmesine 
müsaade edilmiştir. Halen yasaklı olan Müslüman Kardeşlerin Mısır’daki vakıf veya dernekler adı altında 1000’e yakın kuruluşu bulunmakta ve bu kuruluşların tümü doğrudan İçişleri Bakanının onayı ile kurulmuştur.11 Ayrıca her ne kadar demokratik olmazsa de her iki ülkede de genel seçimler yapılmaya devam etmiş ve muhalefet gruplarının seçime katılımları kısmi olarak sağlanmaya çalışılmıştır. 

Bu kapsamda Mısır’daki halk eylemleri ile Tunus Devrimi arasında önemli benzerlikler olmasına karşın ikisi arasında doğrudan bağ kurmak 
ve Mısır halkının Tunus devriminin ardından sokaklarına döküldüğünü ifade etmek yeterli değildir. Ancak Tunus devriminin ardından Mısırlıların 
daha güçlü ve daha kararlı bir şekilde değişimi gerçekleştireceklerine olan inançlarının artığını belirtmek gerekir. Nitekim göstericiler tarafından atılan sloganlara ve taşınan pankartlara bakıldığında Tunus Devrimini öne çıkartıldığı ve “Mısırlıların Tunuslulardan daha zayıf olmadığını” veya “Tunuslular başarmışsa Mısırlılar da başaracak” şeklinde yazıldığı dikkat çekmektedir. Dolayısıyla Tunus’daki başarının Mısırlıları daha güçlü bir şekilde bir kez daha sokağa döktüğünü ve kaçınılmaz olarak Hüsnü Mübarek çekilene kadar eylemleri sürdürme konusunda cesaretlendirdiğini belirtmek gerekir. Tunus devrimi sonrası Mübarek’in yerini koruması oldukça güçtür. 

Bununla birlikte Mısır’daki gösteriler ile Tunus’daki devrim arasında oldukça önemli farklılıklar olduğunu görmek gerekir. Yaklaşık 30 yıldır ülkeyi olağanüstü hal yasalarıyla yöneten Hüsnü Mübarek döneminde Mısır iç ve dış politikada bağımsız davranma yetisini yitirmiştir. 

Ekonomik olarak yaklaşık 40 milyon Mısırlının gündelik 2 doların altında bir para ile hayatlarını sürdürmek zorunda kalması ciddi bir toplumsal sorun oluşturmaktadır. Yolsuzluklar, rüşvet ve hukuksuzluk Mısırlıların gelecek beklentilerinin tükenmesine yol açacak ölçülerde olmuştur. Mısır’ı bir şekilde ziyaret eden her kes havaalanından başlamak üzere otel odalarındaki bireylere kadar bahşiş adı altında bir para dağıtmak zorunda kalması Mısır’da rüşvetin yasal bir durum olduğu izlenimini güçlendirmektedir. Diğer yandan dış politikanın yürütülmesinde de Mısır halkı ile rejim arasında ciddi bakış açıları farklılığı bulunmaktaydı. Halk Filistin sorunu başta olmak üzere bölgesel gelişmeler karşısında daha hassas ve rejimden farklı olarak daha pro aktif bir tutum içerisindeydi. Özellikle 2008 sonu 2009 başında İsrail’in Gazze saldırılarına Mısır yönetiminin verdiği destek Filistin konusunda Mısır halkının yönetime olan tepkisini en üst seviyeye çıkartmıştır. Bir çok bölgede Mübarek karştı gösteriler yaşanmış ve hatta bazı Arap liderleri Mübarek’i devirmeleri yönünde Mısır halkını teşvik etmiştir.12 Aynı durum daha önceleri Filistin 
seçimlerinden hemen sonra Hamas’a karşı uygulanan yaptırımlara Mısır yönetiminin de destek vermesiyle yaşanmıştı. Söz konusu tepkinin üst düzey bürokratlardan askeri bürokrasiye kadar geniş bir kesimde var olduğunu görmek mümkündür. Bu kapsamda Mısır’daki eylemlerin ülkenin içerisinde sürüklendiği ekonomik ve sosyal durumun aynı sıra Hüsnü Mübarek döneminde izlenen iç ve dış politikadan bağımsız olmadığını da görmek gerekir. 

Devrimi Giden Süreçte İç Politikadaki Gelişmeler 

Yaklaşık 30 yıldır otoriter bir yönetim altında yaşayan insanların korku eşiğini aşarak kitlesel katılımlarla sokaklara dökülmesini organize olmayan, 
lidersiz ve örgütsüz kalabalıklar olarak değerlendirmek yetersiz bir tespit olur. Sokak gösterilerinin arkasında en azından amaçta birleşmiş 
bir örgütlü kesimin olduğu ileri sürülebilir. Bu bağlamda halk eylemlerinin arkasında yer alan bazı bireylerin iktidar çemberinin içinde 
yer aldığı öngörülebilir. Özellikle askeri ve sivil bürokrasinin değişim taleplerini görmek gerekir. Ancak halı hazırda değişimin nasıl olacağının 
netleşmemesi bu yöndeki varsayımları bir süre daha dile getirilmesini zorlaştırmaktadır. Her ne kadar El Bradey’in, Müslüman Kardeşlerin, 
82 yaşındaki bir liderle birlikte hareket etmek yerine daha dinamik ve siyasal yönden daha tartışmasız bir liderle işbirliği yapmak isteyen 
başta ABD olmak üzere Batılı ülkelerin de Mübarek sonrası döneme yatırım yapmaya başladıkları yaptıkları açıklamalardan açık bir şekilde anlaşılmaktadır. 

Aymar Nur’un ve Wafd Partisinin sokağı yönlendirme çabası varsa da sonuçta değişimin son aşamada Mübarek’in çekilmeye razı olması ve 
serbest seçimlerle gerçekleştirilmesi olasılığı daha ağır basmaktadır. Böyle bir olasılıkta Batı’nın ve Mısır’daki değişimden birincil derecede etkilenecek 
ülkelerin sürece müdahale etmesi kuvvetle muhtemeldir. 

Ayrıca Mısır’da Mübarek’in istifasını isteyen gösterilerin başlangıç tarihini Ocak 2011’de başlatmak yerine 2005 seçimleri öncesinde yaşanan 
olaylarla birlikte başlatmak yerinde olacaktır. Özellikle 2006 sonrası dönemde tekstil işçileri tarafından ekonomik koşulların iyileştirilmesi 
için düzenlenen genel grevler halkın Mübarek karşıtı sokağa dökülmesinde önemli bir başlangıç tarihi oluşturmaktadır. Söz konusu eylemler 
1946’dan sonraki en önemli sivil grevler olmuş ve yaklaşık 30 bin kişi eylemlere katılmıştır. Ayrıca gene 2007’de organize edilen 6 Nisan Hareketine 
dikkat çekmek gerekir. Bir internet grubu olarak ortaya çıkmasına karşın 6 Nisan hareketinin de çağrısıyla 6 Nisan 2008’de düzenlenen mitinge 
Sendikaların da destek vermesi sonucu binlerce insan ekonomik koşulların değiştirilmesinin yanı sıra siyasal taleplerle de meydanları doldurmuştur. 
Söz konusu eylemde 3 göstericinin yaşamını yitirmesi her yıl yeni anma törenlerinin de düzenlenmesine yol açmıştır. 

Bunların yanı sıra avukatların, öğretim üyelerinin de yönetimin uygulamalarını protesto eden eylemler düzenlemesi halkın yönetim karşıtı sokağa dökülme 
güvenini kazanmasında önemli bir rol oynamıştır. Dolayısıyla Ocak 2011’de bir kez daha yoğun katılımlarla düzenlenmeye başlayan sokak gösterilerinin 
bir tarihsel geri plan ve toplumsal gruba sahip olduğunu belirtmek gerekir. 

Devrime giden süreçte rol oynayan en önemli olay hiç şüphesiz Hüsnü Mübarek’in iktidarı oğluna devretme isteği ve bu yöndeki girişimleri 
gelmektedir. 30 yıldır ülkeyi olağanüstü hal yasaları ile yöneten Hüsnü Mübarek kendisine karşı bir darbenin yolunu kapatmak içinde hem 
polis ve istihbarat gücüne ağırlık vermiş hem de Anayasa’da belirtilmesine rağmen iki gün öncesine kadar bir Cumhurbaşkanı yardımcısı atama-
mıştır. Devlet Başkanlığı yardımcılığının boş bırakılmasının arkasında yatan en önemli nedenin bu mevkiye getirilecek kişinin iktidarı ele geçirme 
olasılığı veya Cemal Mübarek’in son aşamada bu koltuğa getirilme amacından kaynaklandığı ileri sürülmektedir. Hiç şüphesiz Hüsnü Mübarek’in 
iktidarı babadan oğula geçirme hedefi başta Mısır halkı olmak üzere Mısır’ın sivil ve askeri bürokrasisinde yer alan bir çok kesimin ciddi tepkisine 
yol açmıştır. 82 yaşına gelmesine rağmen Hüsnü Mübarek’in iktidarı elinde tutma istediği ve barışçıl dönüşüme karşı çıkması, Mısırlıların 
değişim için sokağa dökülmesinde önemli bir rol oynamıştır. 

Tüm bunların üstüne bir de seçimlerde uygulanan baskı ve usulsüzlükler halkın sözde demokratik olan sürece olan güveninin büsbütün çökmesiyle 
sonuçlanmıştır. Bu durum Mısırlıların demokratik yöntemlerle değişim olacağına olan inançlarının tükenmesine yol açmıştır. Aynı duygular Mübarek sonrasının hesabını yaban liderlerde de yaşanmış ve nitekim 2011 Eylülünde gerçekleşmesi öngörülen seçimlere katılma isteğini ifade eden Muhammed El Baradey’in de 25 Ocak gösterilerinden hemen sonra Mısır’a dönmesine ve Mübarek’e iktidarı terk etme çağrısında bulunmasına yol açmıştır. 


<  Devrime giden süreçte rol oynayan en önemli olay hiç şüphesiz Hüsnü Mübarek’in iktidarı oğluna devretme isteği ve bu yöndeki girişimleri gelmektedir. 82 yaşına gelmesine rağmen Hüsnü Mübarek’in barışçıl dönüşüme karşı çıkması, Mısırlıların değişim için sokağa dökülmesinde önemli bir rol oynamıştır. >


Baradey’in dışında 28 Ocak’taki gösterilere aktif katılım gösteren Müslüman Kardeşlerin de Mübarek sonrası dönemin planlarını yapmaya başladığını göstermektedir. 

Artan işsizlik oranları, düşen ekonomik gelirler ve tüm bunlara rağmen ülke içinde anti demokratik uygulamaların sürmesi halkın rejim karşıtı 
eylemler içerisinde yer almasında önemli bir neden olmuştur. İşçi sendikalarının düzenlediği geniş katılımlı gösterilerin yanı sıra günde iki dolardan 
daha az bir gelirle geçinmek zorunda kalan Mısırlıların içine düştüğü yoksulluk sokaklarda rejim karşıtı güçlü bir kesimin oluşmasına yol 
açmıştır. Ayrıca 25 milyon internet kullanıcısının bulunduğu Mısır’da ağırlıklı olarak gençlerin daha iyi bir gelir ve daha fazla demokrasi söylemlerini 
desteklemesi ve bu taleplerini internet aracılığıyla sosyal muhalefet ağına dönüştürmeleri dikkat çekicidir. Yarın Partisi tarafından organize 
edilen “ Yeter Hareketi”nin yanı sıra Halid Said gibi hiçbir partiye üye olmayan bireylerin sokak ortasında güvenlik kuvvetleri tarafından dövülerek 
öldürülmesi halkın tepkisinin genişlemesine yol açmıştır.13Mübarek karşıtı kesimler Halid Said gibi olayları iyi bir şekilde kamuoyun yönlendirilmesinde 
kullanmayı başarmışlardır. 

Nitekim Halid Said adına kurulan internet siteleri üzerinden örgütlenen kesimlerin çağrısıyla düzenlenen hükümet karşıtı gösterilere binlerce kişinin katılması da oldukça önemlidir. Eylemcilerin İçişleri Bakanının istifasını talep etmelerinin arkasında yatan en önemli neden de Mısır’da gerçekleştirilen 
insan hakları ihlalleri ve polislerin aşırı şiddet kullanması olduğunu belirtmek gerekir. 

Dış Politik Gelişmeler 

Mısır’a bakıldığında 1880’lerdeki gibi iç ve dış politikada bağımsız davranma istediğini dile getiren kesimlerin Kahire’nin Filistin politikasını, Sudan 
politikasını, Irak işgali sırasında izlediği politikaları ve özellikle de ABD ile ilişkileri ciddi şekilde sorguladıkları görülmektedir. Hüsnü Mübarek 
yalnızca Mısır’ın değil bir o kadar Irak’ta yaşanan Amerikan işgalinin de dolaylı olarak sorumluları arasında yer almaktadır. 1990 Temmuzunda Kuveytli 
yetkilileri Irak’ın Kuveyt’i işgal etmeyeceği yönünde yönlendiren Mübarek Kuveyt’in her hangi bir acil savunma stratejisi geliştirmesini 
dolaylı olarak engellemiş olmaktaydı.14 

Bu bağlamda Hüsnü Mübarek döneminde Mısır’ın İsrail’in güvenliğini sağlamaya çalışan bir politika izlediği Filistin sorununda bağımsız bir 
politika geliştirmediği gibi sorunun çözümünde de İsrail yanlısı bir dış politikaya sahip olduğu bir çok Mısırlı tarafından eleştirel bir şekilde dile 
getirilmekteydi. Başta Mısır Dışişleri yetkilileri olmak üzere akademik çevre ve entelektüel kesimi izlenen Filistin politikasının yanlışlığını 
dile getirmesine rağmen Hüsnü Mübarek’in bu konuda adım atmaması Mısır’ın Orta Doğu’daki ve uluslararası alandaki prestij ve etkisinin zayıflamasına 
yol açtığı Kahire’den de net bir şekilde görülmektedir. Ayrıca ilk başlarda Filistin politikalarını eleştirmek için İsrail karşıtı başlayan 
gösterilere Mısır polisinin müdahale etmesi kısa sürede göstericilerin Mübarek karşıtı söylemeler ve protesto eylemleri yapmalarına yol açmıştır. 
Özellikle Hamas’ın seçim zaferinden sonra İsrail tarafından Filistinlilere karşı izlenen siyasi ve askeri saldırılar Mısır’da Mübarek karşıtı gösterilerin de 
artmasına ve daha fazla taraftar toplamasına yol açmıştır. 

Dışsal tepkilerden biri de Mısır ile ABD arasındaki ilişkilerdir. Irak işgalinin insan hakları ihlali boyutuyla sürdüğü bir dönemde Mısırlılar ülkelerinin 
ABD ile olan ilişkilerini ciddi şekilde sorgulamaya başlamıştır. Lübnan krizi, İran’ın bölgede artan etkisi tüm bunlara karşı Mısır’ın zayıflama 
devam eden etkisi ve gücü Mısır bürokrasisinde Mübarek karşıtı güçlü bir muhalafetin oluşmasını sağlamıştır. Ayrıca Sudan’da yaşanan 
bölünmeye Hüsnü Mübarek’in sessiz kalması ve tüm ilgisini iç politikaya yöneltmesi de milliyetçi kesimlerin tepkisinin artmasına yol açmaktadır. 
Nasır dönemine vurgu yapan ve öyle bir dönemin Mısır’ını özleyen entelektüel elitler ve bürokratlar Hüsnü Mübarek ile bunun gerçekleşmeyeceğinin 
farkına varmış ve değişim için sokakların örgütlenmesinde rol oynamış olabilir. 

Bu noktada eylemler sırasında ordunun izlediği role dikkat çekmek gerekir. Eylemlerin başladığı günlerde Washington’da bazı temaslarda bulunan 
Genelkurmay Başkanlığı heyeti aynı gün dönmek yerine birkaç gün daha görüşmelerde bulunmayı sürdürmesi dikkat çekicidir. Ordunun 
meydanlarda toplanan halk ile henüz itibariyle doğrudan doğruya karşı karşıya gelmemeye özen gösterdiği gözlemlenmektedir. Kahire’de 
Ulusal Demokrat Partisi’nin merkezinin ateşe verilmesine, sıkı yönetim ve sokağa çıkma yasağına rağmen ordu güçleri göstericileri zor kullanarak 
dağıtmamasını not etmek gerekir. Bununla birlikte sokağın büsbütün denetimsiz ve kontrol dışına çıkarması durumunda ordunun müdahale 
etmekten çekinmeyeceği düşünülmektedir. Olaylar sırasında insan kaybının henüz ciddi oranda olmaması da Ordunun izlediği politikalardan 
bağımsız olmadığını belirtmek gerekir. Dolayısıyla bu kesimde de ciddi bir değişim isteği olduğu öne sürülebilir. 

Sonuç Yerine: Mübarek Dönemi Kapandı Mı? 

2011 Ocağında gerçekleşen kitlesel protesto eylemleri Mısır’da Mübarek döneminin kapanma-sına yol açacaktır. Nitekim son birkaç günde ya
şanan gelişmeler de Mübarek yönetiminin ardı sıra tavizler vermeye başladığını ve inisiyatifin sokağın eline geçtiğini göstermektedir. En öncelikli 
talepler arasında yer alan ikinci bir Mübarek dönemine hayır stratejisinin başarıya ulaştığı görülmektedir. Böylelikle Cemal Mübarek’in babasının 
yerine Mısır’ın yönetimine gelmesinin artık mümkün olmadığını belirtmek gerekir. İkincisi İçişleri Bakanı Habib El Adli’nin istifası yönünde 
somutlaşan bir başka talebinde doğrudan hükümetin istifasının istenmesiyle gerçekleştiği görülmektedir. Her ne kadar yeni hükümet 1973 
Savaşında İsrail uçaklarını düşürdüğünden dolayı bir savaş kahramanı olarak bilinen Ahmed Şefik Başkanlığında kurulmuşsa da göstericileri 
tatmin etmeye yetmemiştir. Yıllardır Mübarek’le birlikte çalışan bireylerin sokağı tatmin etmesi beklenmemektedir. Eylemcilerin verilecek tavizler 
yerine doğrudan Hüsnü Mübarek’in istifasını veya mümkün olan en kısa süre içerisinde özgür ve serbest seçimlerin yapılarak yeni devlet başkanını 
belirlemek istedikleri görülmektedir. 

Bu kapsamda özellikle muhalefetin eylemlerine dikkat çekmek gerekir. 2011 Eylülünde yapılması öngörülen seçimlere katılma iradesini ortaya 
koyan Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı Başkanı Muhammed el Baradey’in 25 Ocakta yoğunlaşan gösterilerin hemen ardından Mısır’a dönme 
kararı vermesi ve döndükten sonra da tek çözümün Mübarek’in istifasıyla olacağını dile getirmesi Mübarek rejiminin sona doğru yaklaştığının 
önemli bir göstergesidir. 2005 Nobel Barış Ödülü sahibi Baradey’in Mısır’a dönme kararını vermesinden ardından sokak gösterilerine liderlik yapma çabası dikkat çekicidir. Doğrudan Mübarek’in istifa etmesini dile getirmesi ve sokak eylemlerinin arkasında yer almasına rağmen yalnızca ev hapsinde tutuluyor olması da düşündürücüdür. 

Diğer yandan son yıllarda rejimle uzlaşma çabaları içinde olan Müslüman Kardeşlerin de uzunca bir süre sessiz kaldıktan sonra 28 Ocak Cuma günü düzenlenecek gösterilere katılım yapılması yönünde bir çağrıda bulunması da oldukçaönemlidir. Ülkedeki en örgütlü muhalif grupların başında gelen Müslüman Kardeşlerin sokağa dökülme çağrısı gösterilere İslami kesimden verilen desteğin genişlemesine yol açmıştır. Esasında böyle bir çağrı yapılmasının arkasında yatan olgunun Müslüman Kardeşlerin de Hüsnü Mübarek rejiminin sona doğru yaklaştığına dair bir değerlendirme içine girmiş olmasından kaynaklanmış olduğu düşünülebilir. Örgüt liderlerinden Muhammed Nursi’de yaptığı bir açıklamada kendilerinin gösterilere önderlik etmediğini ancak içerisinde yer almayı sürdüreceklerini ifade etmesi önemlidir. Örgütün resmi internet sitesinde de protesto eylemlerine verilen aktif destek aktif destek verildiği 

Yeter Hareketine liderlik yapan El-Ghad Party (Yarın Partisi) üyeleri de sokak gösterilerinde önemli bir rol oynamışlardır. Ayman Nur Ocak gösterilerine de liderlik etmeye çalışan bir lider olarak karşımıza çıkmaktadır. Uzunca bir dönem tutuklu kalan Nur ‘‘Göndermek istediğimiz mesaj tek bir kelimeden oluşuyor: Gidin. Başkan Mübarek’ten gitmesini istiyoruz. Sizi istemiyoruz. Sizi ve rejiminize artık katlanamıyoruz,

Barışçı bir değişimin kapılarını kapattınız’ ‘ cümlelerine yer vererek eylemlerinin Mübarek istifa edene kadar sürdürme kararlılığında olduklarını 
göstermiştir.15 

Toparlayacak olursak Mısır’daki eylemlerin tarihsel bir geri planı olduğu ve toplumsal bir tabanı bulunduğu görülmektedir. Göstericilerin 
ulaşmaya çalıştıkları hedeflerin oldukça açık olduğu ve bu konuda bunların önemli bir kısmını elde ettikleri ve Mübarek rejiminin ciddi şekilde 
sarsıldığını belirtmek gerekir. Ayrıca 82 yaşındaki bir liderle birlikte hareket etmek yerine daha dinamik ve siyasal yönden daha tartışmasız bir 
liderle işbirliği yapmak isteyen başta ABD olmak üzere Batılı ülkelerin de Mübarek sonrası döneme yatırım yapmaya başladıkları yaptıkları açıklamalardan 
açık bir şekilde anlaşılmaktadır. 

DİPNOTLAR 

1 Gamal Essam El-Din, “Testing the Ties”, Al-Ahram Weekly, Issue No. 716, 11 - 17 November 2004. 
2 Bu konuda bkz., William L. Cleveland, A History of Modern Middle, East San Francisko: Westview Press, 1994, ss. 
92-97; Roger Owen, “Egypt and Europe: from French Expedition to British Occupation, Ed.: Albert Hourani, Philip 
S. Khoury, and Mary C. Wilson, The Modern Middle East, Berkeley: California Press, 1993.ss.111.124 
3 Cleveland, loc. cit. 
4 Constitutional history at a glance”, Al-Ahram Weekly, Issue No. 732, 3 - 9 March 2005 
5 Tayyar Arı, Geçmişten Günümüze Orta Doğu: Siyaset, Savaş ve Diplomasi, İstanbul: Alfa Yay, 2004., ss. 181-182 
6 Peter Calvocoressi, World Politics Since 1945, 7th ed., New York: Longman Puplishing, 1996, s. 371 
7 Gamal Nkrumah, “A leap for democracy”, Al-Ahram Weekly, Issue No. 732, 3 - 9 March 2005; Al-Ahram Weekly 
“Constıtutıonal Change:Full Coverage”, Issue No. 732, 3 - 9 March 2005. 
8 BBC Haber, “Mısır’da Gözlemcilere İzin Yok”, 05 Eylül 2005, 
http://www.bbc.co.uk/turkish/news/story/2005/09/050905_egypt_monitors.shtml 
9 Yeni Şafak Gazetesi, “Hüsnü Mübarek Seçimden Zaferle Çıktı”, 
http://www.yenisafak.com.tr/arsiv/2005/eylul/20/ kronikmedya.html 
10 NTV Haber, “Mısır’da Zafer Mübarek’in”, 
http://www.ntvmsnbc.com/news/340617.asp 
11 Müslüman Kardeşler hakkında bkz.., Mehmet Dalar, “Mısır’da Müslüman Kardeşler Hareketinin Demokrasi Anlayışı 
ve Sisteme Etkisi”, Ortadoğu’da Toplumsal Hareketler, Alternatif Politika Dergisi, Cilt 2, (Kasım 2010), ss. 48-73. 
12 Bkz., Al Manar News, “Mr. Mubarak, Tear Down That Wall”, Lebanon, 
http://www.almanar.com.lb/newssite/ArticlePrintPage.aspx?id=68644 
13 Issandr El Amrani, “The murder of Khaled Said”, June 14, 2010 
http://www.arabist.net/blog/2010/6/14/the-murder-of-khaled-said.html 
14 Yazar tarafından Mart 2009’da Kuveyt’te saha araştırmaları sırasında dönemin Kuveytli bir yetkilisiyle gerçekleştirilen bir mülakatta ifade edilmiştir. 
15 Euro News, “Mısır muhalefetinin simgesi Ayman Nur”, 28.01.2011, 
http://tr.euronews.net/2011/01/28/misir-muhalefetinin-simgesi-ayman-nur/ 


***