30 Mart 2016 Çarşamba

ATATÜRK DÖNEMİ EKONOMİ POLİTİKALARI



ATATÜRK DÖNEMİ EKONOMİ POLİTİKALARI 

“Economic Policies of Atatürk’s Period” 
Sosyal Bilimler Dergisi 

Özer ÖZÇELİK* 

Güner TUNCER** 

ÖZET 

Avrupa’nın hasta adam olarak nitelendirdiği, özellikle ekonomik alanda çökmüş olan Osmanlı İmparatorluğu’nun enkazından Mustafa Kemal Atatürk’ün 
önderliğinde siyasi bağımsızlığını kazanmış Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulmuştur. Atatürk’ün “ekonomik bağımsızlık olmadan siyasi bağımsızlığın da 
olmayacağı” düşüncesi ile Türkiye Cumhuriyeti Devleti iktisadi hayatta hızlı atılımlar yapmaya başlamıştır. İzmir İktisat Kongresinde alınan kararlar paralelinde 
1923-1929 döneminde kısmi bir liberal dönem yaşanmış fakat gerek 1929 yılında bütün dünyayı etkileyen Büyük Buhran’ın etkisiyle gerekse sermaye ve girişimcilik 
yetersizliğiyle Türkiye Cumhuriyeti Devleti devletçilik politikası izlemeye başlamıştır. Çalışmada Atatürk dönemi ekonomi politikası 1923-1929 ve 1929-1938 
olmak üzere iki dönemde incelenmiş ve bu dönemdeki politikalar analiz edilmiştir. 

Anahtar Kelimeler: Büyük Buhran, Devletleştirme, İzmir İktisat Kongresi 

* Arş. Grv., Dumlupınar Üniversitesi, İİBF, İktisat Bölümü, KÜTAHYA. 
** Arş. Grv., Dumlupınar Üniversitesi, İİBF, Maliye Bölümü, KÜTAHYA. 
Sosyal Bilimler Dergisi 


GİRİŞ 


19. yüzyılın sonunda ve 20. yüzyılın başında katılmış olduğu savaşlar neticesinde Osmanlı Devleti ekonomik anlamda güçsüz bir konumdaydı. 
Girmiş olduğu savaşların finansmanında iç kaynakları yetersiz kalmış ve yüksek oranda borçlanmaya gidilmiştir. Yıllarca süren bu savaşlar sonrası; 
ülkede birçok iş sahası kapanmış, üretken erkek nüfusu azalmış, göçler nedeniyle de işsizlik büyük boyutlara ulaşmıştır. Var olan kaynakların büyük 
ölçüde ordunun hizmetine sunulması, bu kaynakların tükenmesine sebep olmuştur (Coşkun, 2003: 72). 1915 yılında İstanbul ve Anadolu’da büyük 
işletme sayılan 585 işyerinde yapılan inceleme sonucunda 30.000 sanayi işçisinin çalıştığı görülmektedir. Bu dönemde Osmanlı 
İmparatorluğu ekonomik anlamda kendi kendine yetebilmekten uzak kalmıştır. Çünkü sanayi kuruluşlarının kapasitesi küçük, işçi sayısı 
az ve üretilen ürünlerin kalitesi de düşüktür (Semiz, 1996: 12-13). Böyle bir ortamda başlayan ve dört yıl süren Kurtuluş Savaşında da ülkenin beşeri ve fiziki kaynakları 
sonuna kadar kullanılmış, Cumhuriyetin ilanından sonra her işin devletten beklendiği uzun ve zor bir dönem başlamıştır. Devlet bir taraftan okul, 
hastane, yol yaparak ülkeyi yeniden inşa etmeyi; diğer taraftan da şekeri, çimentoyu üretecek fabrikalar kurmayı planlamaktaydı.1920’li yıllarda 
ülkenin bulunduğu bu olumsuz durumda dahi egemen olan iktisadi düşünce, piyasa mekanizması esas alınarak, sermaye birikiminin özel sektör 
aracılığıyla gerçekleştirilmesi yönündeydi. 

1923 yılında İzmir İktisat Kongresi’nde özel sektör ağırlıklı ve piyasa ekonomisine yönelik bir iktisadi kalkınma modelinde karar kılınmıştır 
(Çarıkcı, 1998: 3244). Bu çalışmada, cumhuriyetin ilk yıllarında Atatürk’ün iktisat politikası 1923-1929 yılları arası ve 1929-1938 yılları arası olmak 
üzere iki alt bölümde incelenecektir. 

1. Planlı Dönem Öncesi: 1923-1929 Yılları Arası Kısmi Liberal Dönem 

Atatürk’ün ekonomi politikası Türk Milleti’nin çağdaş uygarlık seviyesine ulaştırılması hedefine yöneliktir. Geçimini ilkel yöntemlerle 
tarımdan sağlamaya çalışan yoksul ve eğitimsiz bir toplum, yerli ürünler yerine ithal mallarını korumayı amaç edinen bir gümrük rejimi, demir ve 
deniz yolları gibi en önemli sektörlere hakim yabancı şirketlerin ülkeyi terk etmeleri, daha da önemlisi devleti zor durumda bırakan Düyun-u Umumiye 
nedeniyle bütün ticari faaliyetleri büyük ölçüde durmuş bir ülke durumundaki Türkiye’de her şeyi yeniden inşa etmek gerekiyordu. Tüm bu 
problemlerin çözümlenebilmesi ve yeni kurulacak olan devletin ekonomi politikasına yön verecek önlemlerin belirlenmesi için 1923’te İzmir İktisat 
Kongresi düzenlenmiştir (Karataş, 1998: 3318). 


1923’ten 1929’a kadar geçen sürede siyasi, hukuki ve sosyal alanlarda ortaya çıkan önemli gelişmeler, ekonomi politikalarının acil önlemler 
içerecek biçimde şekillendirilmesini gerekli kılmıştır. Bu anlamda İzmir İktisat Kongresi’nin Cumhuriyetin ilk yıllarındaki politikaların 
belirlenmesinde özel bir önemi vardır (Oğuz ve Bayar, 2003: 5). 

1.1. İzmir İktisat Kongresi 

Kurtuluş Savaşından sonra İstanbullu Türk tüccarlar Milli Türk Ticaret Birliği’ni kurdular. Birliğin kuruluş amacı; yabancı ekonomilerle, dış 
ekonomik ilişkileri sürdüren azınlıkların tasfiyesiyle meydana gelen boşluğu doldurmaktı. Milli Türk Ticaret Birliği, Ocak 1923’te Ticaret-i Hariciye 
Kongresi düzenlemeye karar verdi. Bu arada Ankara Hükümeti bir yandan Lozan’da karşılaşılan zorlukları Türk ve dünya kamuoyuna duyurmak, diğer 
taraftan ekonominin çeşitli sorunlarını tartışmak üzere İzmir İktisat Kongresi hazırlıkları içerisindeydi. Milli Türk Ticaret Birliği’nin de katıldığı 
İzmir İktisat Kongresi 17 Şubat – 4 Mart 1923 tarihleri arasında toplandı. İzmir İktisat Kongresi’ne çiftçi, tüccar, sanayici ve işçi temsilcilerinden oluşan 
toplam 1135 temsilci katılmıştır (Parasız, 1998: 3). 

İzmir’de toplanan Türkiye İktisat Kongresi’nin toplanma amacı, savaştan yorgun çıkmış olan iktisadi faktörlerin ve birimlerin birbirlerini tanımalarını sağlamak, onların ihtiyaçlarını tespit etmek, iktisadi konular 
üzerine dikkatleri çekmek ve iktisat politikalarını da bu sonuçlara göre belirleme isteğidir (Gökçen, 1998: 3256). Ülkedeki ekonomik yapılanmanın, 
uygulanacak iktisat politikasının yönünü belirleyen bir “Misak-ı İktisadi” belirlenmiştir. Bu Misak-ı İktisadi; yurt içi sanayii kurmayı ve geliştirmeyi 
amaçlayan, özel girişime öncelik veren ve mülkiyet haklarına saygılı bir ekonomik sistemi oluşturmayı amaç edinmiştir (Sabır, 2003: 80). 

Kongrede alınan kararlar, “Misak-ı İktisadi” ve “Çiftçi, Tüccar, Sanayici ve İşçi Gruplarına İlişkin Esaslar” olarak adlandırılan iki bölümde 
toplanmıştır. 

İlk bölüme giren kararlardan bir bölümü şunlardır (Yavi, 2001: 282283): 

• Yerli üretimin geliştirilmesine çalışılacaktır, 
• Lüks ithalattan kaçınılacaktır, 
• Ekonomik gelişmeye katkısı olmak koşuluyla yabancı sermayeye izin verilecektir. 

İkinci bölümde yer alan bazı kararlar ise şunlardır (Parasız, 1998: 3; Yavi, 2001: 283): 

• Reji idaresi ve yönetimi kaldırılacaktır, 
• Tütün tarımı ve ticareti serbest olacaktır, ihraç edilen tütünün işlenmiş olması gerekmektedir ve vergileri tüketiciden alınacaktır, 
• Aşar kaldırılacak, yerine uygun bir vergi konulacaktır, 
• Temettü vergisi gelir vergisine dönüştürülecektir, 
• İç gümrükler kaldırılacak, koruyucu gümrük tarifeleri kabul edilecektir, 
• Ziraat Bankası yeniden düzenlenecektir, 
• Sanayicilere kredi vermek üzere bir Sanayi Bankası kurulacaktır, 
• Teşvik-i Sanayi Kanunu’nun günün ihtiyaçlarını karşılar hale getirilmesi ve beş yıl sonra 25 yıl süreyle uzatılması sağlanacaktır, 
• Türk limanlarında kabotaj hakkı sağlanması ve demiryolu, limanlar ile diğer ulaşım altyapısı geliştirilecektir, 
• İşçilerin çalışma saatleri düzenlenecek ve 18 yaşından küçükler çalıştırılmayacak, haftada 1 gün çalışanlara tatil imkanı verilecektir, 
• “Amele” kavramı yerine “İşçi” kavramı kullanılacaktır, 
• Tüm işgücüne sendika hakkı tanınacaktır. 


Atatürk, İzmir İktisat Kongresi kararları doğrultusunda, ekonomiye faydalı olabilecek özel sermayenin girmesine ilke olarak izin verileceğini 
belirtmiştir. Ancak, o dönemde dünyada gelişmiş ülkelerden gelişmekte olan ülkelere yönelik sermaye akımı sınırlı düzeydeydi. Bu nedenle Türkiye’ye 
yabancı sermaye girişi olmamıştır (Hiç, 1998: 3286). 

Yukarıda özetlenen, iktisadi envanter ve ana iktisadi hedeflerin ışığında izlenecek iktisat politikaları ve stratejileri belirlenmiştir. Öncelikli hedef; 
sanayileşme başta olmak üzere, tarım ve hizmetler sektörünün geliştirilmesidir. 

1.2. Lozan Antlaşmasının İktisadi Hükümleri 


Türkiye için 1923-1929 döneminin iktisadi gelişmesinin en belirgin iki yapı taşı, Lozan Antlaşması ve dönemin sonlarında patlak veren Büyük 
Dünya Buhranıdır. 

Uzun bir pazarlık döneminden sonra imzalanan Lozan Antlaşması ile Türkiye sadece siyasi olarak değil ekonomik olarak da etkilenmiştir. Lozan 
Antlaşması ile ülkede ağır iktisadi etkileri bulunan kapitülasyonlar kaldırılmıştır. Kapitülasyonların kaldırılması büyük bir başarı olarak 
görünmesine rağmen bu antlaşma ile Osmanlı borçlarının büyük bir bölümü Türkiye Cumhuriyeti tarafından devralınmıştır. Lozan’ın öngördüğü sınırlar 
dikkate alınarak Osmanlı borcu, Türkiye Cumhuriyeti ile imparatorluğun topraklarını paylaşan diğer devletler arasında dağıtılmıştır (Boratav, 1998: 
32). Ancak borç paylaşımı konusunda devletler arasında çıkan anlaşmazlıklar yüzünden Türkiye ile alacaklılar arasındaki antlaşma 13 
Haziran 1928’de imzalanmıştır. Türkiye, Osmanlı’nın 161 milyon altın liralık borcunun 107 milyon altın liralık kısmını ödemeyi taahhüt etmiştir1 
(Aksu, 2006: 122). 

Osmanlı borçları ve savaş tazminatları gibi hükümler; zaten yetersiz olan yatırım kaynaklarını emerken diğer yandan da, gümrük vergileri ile 
ilgili madde bağımsız bir dış ticareti imkansız kılıyordu. Lozan Antlaşması’na ek olarak imzalanan Ticaret Sözleşmesi ise beş yıl süre ile 
Türkiye’nin uygulayacağı iktisat politikalarını dondurmakta ve bazı istisnalar dışında ithalat ve ihracat yasaklarının kaldırılmasını ve yerine 
yenilerinin konmamasını, gümrük tarifelerinin ise beş yıl süre ile değişmemesini öngörmekteydi (Boratav, 1998: 32). Antlaşmaya göre 
Türkiye; İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Yugoslavya ve Romanya’dan ithal edilecek mallardaki gümrük tarifelerini 1916 Osmanlı 
tarifeleri düzeyinde tutmaya mecbur ediliyordu. Lozan’da saptanan gümrük tarifesi milli ekonomiye yaklaşık yüzde 13’lük bir koruma derecesi 
sağlamıştır. (Beyarslan, 1982: 35). 

 1.3. 1923-1929 Dönemi Türkiye Ekonomisinin Durumu 

Bu dönem içerisinde devlet, direkt olarak ekonomik yatırımlara girmemekle beraber çeşitli yasal ve kurumsal düzenlemelerle özel sektörü 
yatırım yapmaya yöneltmeye çalışmıştır. 1923’te Cumhuriyeti ilan eden siyasi kadro ekonomik yatırımlar için özel sektörün imkanlarının kısıtlı 
olduğunun bilincindeydi. Bu sebeple genel menfaatleri ilgilendiren noktalarda devlet ekonomiye iştirak etmek zorunda kalmıştır. 1923-1929 
döneminde ekonomik yapı ve kurumlar, İzmir İktisat Kongresi’nde alınan kararlar doğrultusunda oluşturulmaya çalışılmıştır. 

İzmir İktisat Kongresi’nde benimsenmiş olan esaslara koşut olarak kongreyi izleyen yıllarda Türk ticari ve sanayi hayatını finanse edecek bazı 
bankaların kurulduğu gözlenmiştir. Bu bankalar Türkiye İş Bankası, Türkiye Sınai ve Maadin Bankası, Türkiye Sanayi Kredi Bankası, Emlak ve Eytam 
Bankası, yeniden düzenlenmiş Ziraat Bankası ve T.C. Merkez Bankası’dır. Bu dönemde bankacılık alanındaki en ilginç gelişmelerden birisi de çok 
sayıda mahalli bankanın kurulmuş olmasıdır. Belirlenebildiği kadarıyla 29 adet mahalli banka faaliyette bulunmuştur. Cumhuriyetin ilk yıllarında 
ülkenin ulusal gelirinde dış ticaretin oldukça büyük pay alması, dışa açık bir ekonomi politikasının güdülmesi altı adet yabancı bankanın faaliyete 
geçmesine sebep olmuştur (Paçacı, 1998: 3400). 

Bu dönemde, Osmanlı 
İmparatorluğu’ndan intikal eden vergiler 
düzenlenmeye çalışılmıştır. Osmanlı’dan devralınan vergilerin içinde 
bulunan temettü ve harp vergisi 1926 yılında kaldırılmıştır. Yine 
Cumhuriyete devreden ve gelir üzerinden alınan vergilerin en 

 Bu antlaşma gereği borç 99 yılda ödenecekti ancak bütün borçların ödenmesi taahhüt edilen süreden önce 1954 yılında bitirilmiştir (Afyoncu, 2001: 20). 
önemlilerinden biri olan Aşar vergisi de 1925 yılında yürürlükten kaldırılmıştır (Korkmaz, 1998: 3414). Aşar vergisinin kaldırılmasından 
doğan kayıpları telafi etmek ve devlet gelirlerini arttırmak için Osmanlıdan kalan bazı tekellerin millileştirilmesine gidilmiş ve bu uygulama en çok 
ispirto, kibrit, şeker gibi sanayi ürünlerinin üzerinde yoğunlaşılmıştır (Kal’a, 1998: 3307). 1915 yılında sayıları 22’yi bulan ve Osmanlı döneminde 
devlete ait olan bu tekeller 1925 yılında kurulan Sanayi ve Maadin Bankası tarafından devralınmıştır (Aktan, 1998: 34). 

Devletin bu dönemdeki ekonomik faaliyetlerinden bir diğeri de ulaştırma alanında olmuştur. Ulaşım ağının kurulması ekonomik ve askeri açıdan 
çok önemliydi. Osmanlı döneminde yabancı şirketlerin denetiminde bulunan demiryolları, 1924 yılında Anadolu demiryollarının devletleştirilmesi 
hakkındaki kanun kabul edilerek demiryolları devletleştirilmiş diğer taraftan da yeni demiryollarının yapımına önem verilmiştir. 

Demiryollarının yapımı ve işletilmesi için kurulan Nafia vekaletine bağlı müdürlükler 1927’de birleştirilerek Devlet Demiryolları ve 
Limanları İdare-i Umumiyesi kurulmuştur. Ulaştırma alanında yapılan diğer bir atılım da denizcilik sektöründedir. Osmanlı devleti döneminde birçok 
limanın işletilmesi yabancıların elindeydi. 1926 yılında Kabotaj Kanunu çıkartılmış buna istinaden Türk deniz ticaretinin ve taşımacılığının gelişimi 
sağlanmıştır. Ayrıca havacılık alanında da gelişmeler yaşanmış 1926 yılında Kayseri’de uçak fabrikası açılmıştır (Coşkun, 2003: 74). 

1923-1929 yılları arasında Türkiye koşullarına uygun kooperatif ve diğer hukuk düzenlemeleri üzerinde durulmuştur. Tarımsal kredi 
kooperatifleri için 1924’te İtibar-ı Zirai Birlikler Kanunu çıkarılmıştır. Bu kanun 1929’da geliştirilerek Zirai Kredi Kooperatifleri Kanununa 
çevrilmiştir (Çıkın, 2003: 28). 

Türkiye’nin iktisadi açıdan kalkınabilmesi için sanayileşmesi gerekliydi. Bu amaçla 1927 yılında sanayi kuruluşlarının teşviki ve korunması için 1913 
yılında çıkarılan Teşvik-i Sanayi Kanunu gözden geçirilerek kapsamı genişletilmiştir. Bu kanunda yerli sanayi sektörüne ucuz devlet arazisi 
tahsisi, çeşitli vergi muafiyetleri, taşıma indirimleri gibi teşvikler ve muafiyetler getirilerek sermaye birikimine destek verilmiştir (Çoşkun, 2003: 
75). Buna rağmen Teşvik-i Sanayi Kanunu’ndan yararlanan kuruluşların birçoğu nitelik olarak sanayi olarak sayılamayacak madencilik, tarım ve 
hayvancılıkla ilgili kuruluşlardır. 1927 yılında yapılan sanayi sayımı sonuçlarına göre bu kuruluşların %32,5’i sanayi niteliğine sahiptir. Bu da 
göstermektedir ki küçük atölye tipinin hakim olduğu, aile tipi çok küçük işletmelerden oluşan bir sanayi sektörü söz konusudur (Başkaya, 2004: 6465). 




2. Planlı Dönem: 1929-1938 Yılları Arası Devletçilik Politikası 



1923-1929 döneminde özel girişime dayalı bir sanayileşme politikası benimsenmiş, özel girişimin çabaları sayesinde sanayileşmenin ve buna bağlı 
olarak kalkınmanın gerçekleşeceği beklenmiştir. Ancak uygulama sonunda yönetici kadrosunun beklentilerinin gerisinde sonuçlar gerçekleşmiştir. Bu 
sebeple hükümet söz konusu dönemde özel girişimciler tarafından gerçekleştirilen sanayileşmenin hızından ve yapısından memnun 
olmamışlardır (Altıparmak, 2002: 37). 

1929 Büyük Dünya Bunalımının da etkisi ile devletçi bir sanayileşme modeli arayışına giren Türkiye Cumhuriyeti, bu dönemde dünyadaki ilk 
planlama deneyimlerinden biri olarak kabul edilen sanayi planları doğrultusunda planlı bir sanayileşme sürecini gerçekleştirmiştir. 1930 tarihli 
İktisadi Vaziyetimize Dair Rapor ile başlayan çalışmalar SSCB’nin teknik ve mali yardımıyla hayat bulmuştur. Daha sonra Amerikalı uzmanların 
raporlarından da faydalanılarak 1934 yılında sanayide planlı dönem başlatılmıştır (Soyak, 2003: 172). 


Bu dönemde özel girişimin yeterli sonuç vermemesi nedeni ile devletin önayak olduğu bir ekonomi politikasının izlendiği görülmektedir. Buna göre 
1930’lu yıllarda Türkiye’de izlenen devletçi ekonomi politikalarının şekillenmesinde aşağıdaki faktörlerin etkili olduğunu söylemek mümkündür 
(Parasız, 1998: 29): 

• 1923-1929 yıları arasında izlenen liberal ekonomi politikalarından 
arzulanan sonuç elde edilememesi, 

• 1929 Büyük Dünya Bunalımının dünya ölçeğinde tüm ekonomileri olumsuz etkilemesi, 

• SSCB’de uygulanmakta olan planlı ekonomi politikalarının ilk sonuçlarının başarılı olması, 

• Klasik ekonomi politikalarının 1929 bunalımına çözüm üretememesi üzerine devletin ekonomiye müdahalesini savunan görüşlerin popülerlik 
kazanması. 


2.1. 1929 Büyük Dünya Bunalımının Türkiye Ekonomisine Etkileri 


1929 Büyük Dünya Bunalımı, kapitalizmin ortaya çıkmasından bu yana ekonomik sistemlerin yaşadığı en büyük kriz olmuştur. Klasik ve Neo-
Klasik iktisadi yaklaşımları sarsacak nitelikte olan bu kriz kapsam ve yoğunluk bakımından çok şiddetli bir biçimde ortaya çıkmış ve yayılmıştır. 

Büyük Dünya Bunalımının Türkiye ekonomisini etkilemesi para değerindeki düşüşle başlamış ardından ihraç malları fiyatlarındaki azalmalar 
boy göstermiştir. İhracattaki bu düşüş dış ticaret dengesi üzerinde olumsuz bir etki yaratmıştır. Dış ticaret oranlarının sürekli gerilemesi, iç ticaret 
oranlarına daha yüksek bir seviyede yansımış, tarım ürünlerindeki fiyat azalması sanayii ürünleri fiyatlarından daha fazla olmuştur. Bu da tarım 
üretiminde gerileme yaratmış, piyasaya açılmanın ve para ekonomisine geçişin sınırlı oranda gerçekleştiği Türkiye ekonomisinde bir gerilemeye sebep olmuştur. Ancak dünya ekonomik bunalımından Türkiye’nin olumsuz 
yönde etkilenmesi diğer ülkelere göre daha hafif olmuştur. Bunun nedeni Türkiye ekonomisinin dünya ekonomisine entegrasyon seviyesinin nisbi 
düşüklüğü, ihracatın sadece tarım ürünlerine dayanmayıp çeşitli sektörleri de içermesi, Türkiye’nin kendi kendine yeten bir ekonomiye sahip olmasıdır 
(Başkaya, 2004: 74). Türkiye Cumhuriyeti 1930 yılı başında Büyük Dünya Bunalımına karşı bazı önlemler almıştır. Bu önlemler iki amaca yöneliktir 
(Kepenek ve Yentürk, 2001: 67): 

• Kamu harcamalarını kamu gelirlerine uygun olarak dengelemek 
• İthalata sınırlamalar getirerek, dış ticaretin açık değil fazla vermesini sağlamak. 


Yukarıda bahsedilen önlemler durağan ve sınırlayıcı önlemlerdi. Ekonomiyi genişletici dinamik önlemlerin alınması gerekliydi. Bu da 
devletçilik uygulamasıyla sağlanabilirdi. Devletçilik uygulamasının somut düzeyde başlangıcı Birinci Beş Yıllık Sanayi planı ile olmuştur. 

2.2. Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı 


Devletçi sanayileşme, 1933’te hazırlanan sanayileşme programı doğrultusunda 1934 yılında uygulamaya konulan Birinci Beş Yıllık Sanayi 
Planı ile başlatılmıştır. Planda düşünülen hedefler incelendiğinde Türkiye ekonomisinin gelişmesi için hızlı bir sanayileşme politikasının 
uygulanmasına öncelik verildiği açıkça görülmektedir (Sevgi, 1994:50). Ancak adından da anlaşılacağı gibi Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı sadece 
sanayi sektörünü kapsamakta tarım ve hizmetler sektörünü içermemekteydi. 1930’larda sanayi sektörünün GSMH içindeki payı %15 olduğu düşünülürse 
ekonominin %85’i plan dışında kalmaktaydı (Beyarslan, 1982:38). 

Birinci Beş Yıllık Sanayi Planının başlıca amaçları şunlardır (İnan, 1972:20): 

• Ana hammaddeleri ülkede yetişen veya kısa zamanda temini mümkün görülen sanayi dallarını ele alması, 
• Kurulacak bu fabrikalar büyük sermaye ve teknik güce ihtiyaç gösteren fabrikalar oldukları için kuruluşlarının devlete veya milli 
kuruluşlara bırakılması, 
• Kurulması düşünülen fabrikaların üretim kapasitelerinin ihtiyaç ve tüketim ile doğru orantılı olmasıdır. 


Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı ile kurulması öngörülen ve büyük ölçüde gerçekleştirilen sanayi beş 
ana grupta toplanmaktaydı. Bunlar sırasıyla (Sevgi, 1994:51): 


• Dokuma Sektörü (Pamuk, Kendir, Yün) 
• Maden Sektörü (Demir-Çelik, Kükürt, Bakır) 
• Kağıt Sektörü (Selüloz) 
• Kimya Sektörü (Suni İpek, Fosforik Asit, Süper Fosfat, Kireç Kaymağı, Posata, Kibrit) 
• Taş-Toprak Sektörü (Cam, Çimento, Şişe, Seramik) olarak gerçekleşmiştir. 


Yukarıda bahsedilen sanayi dallarında 20 fabrikanın kurulması ve bu fabrikalar için 43.453.000 TL yatırılması öngörülmüştür. Bu fabrikalar için 
gerekli olan finansman Sümerbank ve İş Bankası tarafından karşılanacaktı. Devletçi sanayileşme sürecinin finansmanı sırasında ülkede iç ve dış borç 
yükü arttırılmadığı gibi istikrarlı bir para politikası izlenerek açık finansman modeli tercih edilmemiştir. Finansmanın temel kaynağını tüketim malları 
üzerine konulan vergiler oluşturmuştur (Parasız, 1998:50). 

Devletçi sanayileşme, yatırım malları üretimini hedef alan endüstri üreten endüstri tipi bir sanayileşme değil temel tüketim ve ara malı üretimine 
yönelik ithal ikameci bir sanayileşme modelidir (Parasız, 1998:50-51). 

Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı’nın içerdiği süre dolmadan 1936’dan sonra İkinci Beş Yıllık Sanayi Planı hazırlıklarına girişilmiştir. İkinci Beş 
Yıllık Sanayi Planı ilk planın aksine ara malları ve yatırım malları üretimine öncelik vermekteydi. Ayrıca elektirifikasyon, madencilik ve limanlar gibi 
altyapısal gelişmeleri dikkate almaktaydı. Bu nitelikler itibariyle İkinci Beş Yıllık Sanayi Planı’nın bir bakıma kendine yeterlilik ilkesine önem verdiği 
ve ilk planın doğal bir uzantısı olduğu söylenebilir. Ancak İkinci Beş Yıllık Sanayi Planı, II. Dünya Savaşı nedeniyle uygulamaya konulamamıştır 
(Kepenek ve Yentürk, 2001:68). 


2.3. Atatürk’ün Devletçilik Politikası 


Devletçilik konusundaki genel yaklaşım, o dönemdeki uygulamaları bir sistem sonucu ortaya çıktığını kabul etmemek yönündedir. Dönemin 
uygulamaları ve devleti yönetenlerin bu konudaki görüşleri incelendiğinde devletçilik uygulamasının bir doktrin gereği değil pragmatik bir zihniyetle 
benimsendiği anlaşılacaktır. Atatürk’ün devletçiliğinin ekonomi politikasını yönlendirme açısından en iyi açıklaması yine kendisine aittir: “Bizim 
izlemeyi uygun gördüğümüz devletçilik prensibi bütün üretim araçlarını özel girişimden alarak, milleti tamamen başka temeller içinde düzenlemek amacı 
güden, özel girişimlere ve faaliyetlere meydan bırakmayan sosyalizm prensibine dayanan kolektivist, komünizm gibi bir sistem değildir. Bizim 
izlediğimiz devletçilik, özel girişimi esas tutmakla beraber, mümkün olduğu kadar milleti refaha, ülkeyi imara eriştirmek için milletin genel ve yüksek 
faydasını gerektirdiği işlerde – özellikle ekonomik anlamda – devleti gerçek anlamda ilgili kılmaktır.”2 Atatürk’ün bu sözlerinden uygulanan 
devletçiliğin doktriner bir yanının olmadığı fakat bir zorunluluk sonucu ortaya çıktığı ve özel girişimi savunduğu anlaşılmaktadır (Altıparmak, 
2002:39). 

Atatürk’ün 1933 yılında açıkladığı Devletçilik rejimi aşağıdaki ilkeleri içermekteydi (Hiç, 1998:3287-3288): 

• Özel teşebbüs esastır. Ancak özel teşebbüsün ele alamadığı sektör devlet yatırımlarıyla sağlanacaktır. 
• Devlet teşebbüsleri esas itibariyle sanayi sektörü için söz konusu olacaktır. Özel girişimi ve devlet teşebbüslerini finansal bakımdan 
desteklemek üzere devlet tarafından bankalar kurulacaktır. Tarımda devletin rolü olmayacaktır. Devlet tarımda araştırma amacıyla çiftlikler kuracak ve 
çiftçilere teknoloji aktaracaktır. 
• Özel teşebbüs herhangi bir alanda yeterince uzmanlaştığı takdirde o sektör kamudan özel teşebbüse devredilecektir. 
Devletçi ekonomi politikasının birisi devlet işletmeciliği, diğeri de; ekonomik hayatın fiyat mekanizmasını, dış ticareti ve benzeri 
makroekonomik parametreleri denetleme yoluyla düzenlemeye çalışması gibi iki şekilde yürütüldüğü anlaşılmaktadır (Özyurt, 1981:132). 

Devletçilik döneminin ana hedefleri; özellikle sanayideki üretim artışı yoluyla hızla kalkınmak, ödemeler bilançosunu iyileştirmek, ekonomik 
büyüme sağlamak, tarımsal ve sosyal reformlar aracılığıyla hayat standardınıyükseltmek ve ekonomik bağımsızlığı elde etmekti. 

 2.4. 1929-1938 Dönemi Türkiye Ekonomisinin Durumu 1929 yılına kadar liberal ekonomi politikalarının uygulanması sonucu 
zayıf olan özel girişimin devlet teşvikleri ile kalkınamayacağı gerçeği ortaya çıkmıştır. Bunun sebebi olarak 1928 yılında Osmanlı borçlarının ödenmesi 
ve 1929 Büyük Dünya Bunalımının etkilerini söylemek mümkündür. Dünya pazarlarında tahıl ve hammadde fiyatlarının düşmesi Türkiye’nin ihracat 
gelirlerini düşürmüş ve devletin müdahaleci bir yapıya bürünmesine sebep olmuştur. 

 Orijinal konuşma metni şu şekildedir: “Bizim takibini muvafık gördüğümüz devletçilik prensibi bütün istihsal vasıtalarını ferdlerden alarak, milleti büsbütün başka esaslar 
dahilinde tanzim etmek gayesini güden ve hususi ve ferdi teşebbüs ve faaliyetlere meydan bırakmayan sosyalizm prensibine dayanan kolektivist, komünizm gibi bir sistem değildir. 
Bizim takip ettiğimiz devletçilik, ferdi mesai ve faaliyeti esas tutmakla beraber, mümkün olduğu kadar milleti refaha, memleketi mamuriyete eriştirmek için, milletin umumi ve 
yüksek menfaatlerini icap ettirdiği işlerde -bilhassa iktisadi sahada- devleti fiilen alakadar etmektir.” 


Bu dönemde para politikası açısından gerçekleşen en önemli gelişme 11 Haziran 1930 yılında 1715 sayılı kanunla TCMB’nin kurulmasıdır. Anonim 
şirket statüsünde kurulan TCMB’nin hisselerinin bir kısmı maaşlarından taksitle kesilmek üzere devlet memurlarına satılmış, hazinenin payı ise %15 
ile sınırlandırılmıştır. Ayrıca bankanın işlevleri 1938 yılında yapılan bir kanun değişikliği ile kamu kuruluşlarının finansmanını sağlayacak şekilde 
genişletilmiştir (Bahar, 2004:162). 1929 yılına kadar Türk Lirası’nda görülen göreceli istikrarın dünya ekonomik bunalımının etkisi ile bozulması 
sonucu çıkarılan 20 Şubat 1930 Tarih ve 1568 Sayılı Türk Parasının Kıymetini Koruma Hakkında Kanun; döviz üzerindeki devlet kontrolünün 
güçlenmesini sağlamıştır. Bu yasa ile döviz, tahvil alım ve satımı ile Türk parasının korunması hakkında önlemler alınmıştır (Akgönül, 2001:121). 


Ekonomik kalkınma açısından izlenen devletçi politika sonucu 19291938 yılları arasında önemli devlet bankaları faaliyete geçmiştir. Kurulan bu 
bankaların genel özelliği belirli bir sektörü veya toplumsal kesimi desteklemek üzere faaliyete geçmeleridir. Bu dönemde kurulan bankalar; 


Sümerbank, 
Etibank, 
Denizbank, 
Belediyeler Bankası, 
Türkiye Halk Bankası, 
T.C. Ziraat Bankası (Yeni Düzenleme ile) ve Türk Ticaret Bankasıdır. 


Yerel banka döneminin kapandığı, önemli devlet ve finansman kurumlarının faaliyete geçtiği bu dönemde Türkiye’de 21’i yerel, 2’si devlet 
bankası, 9’u da yabancı banka olmak üzere 32 banka faaliyetine son vermiştir (Paçacı, 1998:3401). 

1929 Büyük Dünya Bunalımı sonucu vergi gelirlerinin düşmesi sebebiyle, 1931’de İktisadi Buhran Vergisi, 1933’te Muvazene Vergisi ve 
1936’da Hava Kuvvetlerine Yardım Vergisi getirilmiştir. Bu vergiler, çalışan kesim ile kazanç vergisi mükelleflerini vergilendirmekteydi (Korkmaz, 
1998:3415). 

Yukarıda ayrıntılı ifade edilen 17 Nisan 1934 yılında kabul edilerek uygulanmaya başlayan Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı’nda; 


Tekstil, 
Kendirkesen, 
Demir-Çelik, 
Porselen-Çini, 
Kağıt, Şeker ve Gül Sanayileri gibi sektörler yer almıştır. 

Bu dönemde 1934 yılında 
Bakırköy Bez Fabrikası, 
Keçiborlu Kükürt Fabrikası, 
1935’te Kayseri Bez Fabrikası, 
Paşabahçe Cam Fabrikası, 
Zonguldak Türk Antrasit Fabrikası, 
1936’da İzmit Birinci Kağıt Fabrikası ve 
Çubuk Barajı, 
1937’de Nazilli Basma Fabrikası ile Ereğli Bez Fabrikası, 
1938’de Gemlik Suni İpek Fabrikası, 
Bursa Merinos Fabrikası ve 
Divriği Demir Madeni İşletmesi açılmıştır. 

Ayrıca yukarıda sayılan devlet kuruluşlarının dışında yeni kurumlarda açılmıştır. Bunlar; 

Başvekalet İstatistik Genel Müdürlüğü (1930), 
Tekel Genel Müdürlüğü (1931), 
PTT Genel Müdürlüğü (1933), 
Hava Yolları İşletmesi (1933), 
Türkiye Şeker Fabrikaları Genel Müdürlüğü (1935), 
Maden Tetkik Arama Enstitüsü (1935), 
Elektrik İşleri Etüd İdaresi (1935), 
Tapu Kadastro Umum Müdürlüğü (1936), 
Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü (1937)’dür 
(Coşkun, 2003:76). 

Bu dönemde, tarım alanında yaşanılan en önemli gelişme, 1932 yılında Ziraat Bankasına bağlı olarak kurulan ve 1938’de bağımsız bir kamu 
kuruluşu olarak Toprak Mahsülleri Ofisi (TMO) adını alan kurumsal düzenlemedir. Başlangıçta sadece buğday için destekleme fiyatı belirleyen 
ve alım işlemi yapan kurumun yetkileri daha sonraki yıllarda giderek genişletilmiştir (Kepenek ve Yentürk, 2001:71). 

Madencilik alanında bu dönemde kamu girişimciliği 1935 yılında Maden Tetkik Arama Enstitüsü ve Etibank’ın kurulması ile büyük bir ivme 
kazanmıştır. Madencilik alanındaki kamu faaliyetleri iki taraftan yürütülmüştür. İlk olarak taş kömürü ve bakır madenlerinin işletme yetkisi 
Fransız ve Alman ortaklığından 1936 yılında alınmıştır. Daha sonra kamulaştırmalar ile birlikte krom ve demir başta olmak üzere madenler ile 
ilgili üretim ve arama çalışmaları yaygınlaştırılmıştır (Kepenek ve Yentürk, 2001:73). 

Sonuç ve Değerlendirme 

1923-1929 döneminde İzmir İktisat Kongresi’nde alınan kararlar ile ekonomik yapı ve kurumlar oluşturulmaya çalışılmıştır. Bu dönem içerisinde 
kısmi bir liberal yapı yaşanmıştır. Devlet özel sektörü yatırım yapmaya teşvik edecek çeşitli yasal ve kurumsal düzenlemeleri gerçekleştirmekle 
birlikte doğrudan ekonomik yatırımlara girişmemiştir. 

Kısmi liberal dönemden müdahaleci döneme geçişin temel nedenleri, 1929 yılında yaşanan Büyük Dünya Bunalımının etkisi, bu döneme kadar 
özel kesimin istenilen ekonomik kalkınmayı gerçekleştirmekte yetersiz kalması ve Osmanlı Devleti’nden kalan borçların ödenmesinin getirdiği ağır 
yük devletin müdahaleci bir yapıya bürünmesine neden olmuştur. 

Bu müdahaleci yapı, ülkenin devletçi bir politika izlemesine neden olmuştur. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin izlediği devletçilik politikasına 
bakıldığında doktriner bir yanının bulunmadığı görülmektedir. Atatürk’ün devletçilik modeli sosyalizm prensibine dayanan kolektivist, komünizm gibi 
bir sistem değildir. Atatürk’ün devletçilik modeli, özel kesime öncülük yaparak ekonomik kalkınmayı hızlandırmak ve ülkeyi refaha 
kavuşturmaktır. 


KAYNAKÇA 

AFYONCU, Erhan. (2001), “Osmanlı Borçları”, Popüler Tarih, Sayı: 13, Haziran, ss.16-21. 

AKGÖNÜL, Hüseyin. (2001), “Atatürk Dönemi’nin Para Politikası”, AfyonKocatepe Üniversitesi İİBF Dergisi, Cilt II, Sayı:2,ss:117-125. 

AKSU, Levent. (2006), “Atatürk Dönemi (1923-1938) Para ve Kambiyo Politikası”, Türk Dünyası Araştırmaları, Sayı:160, Ocak-Şubat, ss.111-132. 

AKTAN, Okan H. (1998), “Atatürk’ün Ekonomi Politikası: Ulusal Bağımsızlık ve Ekonomik Bağımsızlık”, Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, 
Cumhuriyetimizin 75.Yılı Özel Sayısı, ss.29-36. 

ALTIPARMAK, Aytekin. (2002), “Türkiye’de Devletçilik Döneminde Özel Sektör Sanayiin Gelişimi”, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 
Sayı:13, ss.35-59. 

BAHAR, Ozan. (2004), “Türkiye’de Atatürk Döneminde (1923-1938) Uygulanan Para Politikaları”, Yönetim ve Ekonomi Dergisi, Cilt 11, Sayı:1, ss:155-166. 

BAŞKAYA, Fikret. (2004), Devletçilikten 24 Ocak Kararlarına Türkiye Ekonomisinde İki Bunalım Dönemi, Özgür Üniversite Yayınları, 2. Baskı, 
Ankara. 

BEYARSLAN, Ahmet. (1982), “Atatürk Döneminde Planlı Ekonomi”, Atatürk Döneminin Sosyo- Ekonomik Sorunları, Kayseri Üniversitesi Atatürk 
Araştırmaları Enstitüsü Yayınları, No:1, Ankara, ss.35-42. 

BORATAV, Korkut. (1998), Türkiye İktisat Tarihi 1908-1985, Gerçek Yayınevi, 6. Baskı, İstanbul. 

ÇARIKCI, Emin. (1998), “Cumhuriyet’den Bugüne Türkiye’nin İktisat Politikaları 
ve Neticeleri”, Yeni Türkiye Dergisi, Sayı:23-24, Cumhuriyet Özel Sayısı V, 
ss.3244-3254. 

ÇIKIN, Ayhan. (2003), “Atatürk Dönemi Ekonomi Politikaları ve Kooperatifçilik”, YAR Müdafaa-i Hukuk Dergisi, Sayı:62, Kasım ss.25-32. 

COŞKUN, Ali. (2003), “Cumhuriyetin İlk Yıllarında Türkiye Ekonomisi”, Atatürkçü Düşünce Dergisi, Sayı:4, Kasım, ss.72-77 

GÖKÇEN, Ahmet M. (1998), “Cumhuriyet Döneminde İktisadi Gelişme”, Yeni Türkiye Dergisi, Sayı:23-24, Cumhuriyet Özel Sayısı V, ss.3255-3269. 

HİÇ, Mükerrem. (1998), “Atatürk ve Ekonomik Rejim, Devletçilikten Günümüzde Piyasa Ekonomisine”, Yeni Türkiye Dergisi, Sayı:23-24, Cumhuriyet Özel 
Sayısı V, ss.3285-3292. 

İNAN, Afet. (1972), Devletçilik İlkesi ve Türkiye Cumhuriyeti’nin Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı 1933, Türk Tarih Kurumu Yayını, Ankara. 

KAL’A, Ahmet. (1998), “Cumhuriyet Ekonomisinde İlk Dönem Gelişmeler (19231939)”, 
Yeni Türkiye Dergisi, Sayı:23-24, Cumhuriyet Özel Sayısı V, ss.33053311. 


KARATAŞ, Muhammed. (1998), “Türkiye Cumhuriyeti Ekonomisinin Temellerinin Atılmasında İzmir İktisat Kongresinin Yeri ve Önemi”, Yeni Türkiye Dergisi, 
Sayı:23-24, Cumhuriyet Özel Sayısı V, ss.3317-3324. 


KEPENEK, Yakup ve YENTÜRK, Nurhan. (2001), Türkiye Ekonomisi, 12. Basım, Remzi Kitabevi, İstanbul. 

KORKMAZ, Esfender. (1998), “Mali Yapı Mali Politikalar” , Yeni Türkiye Dergisi, Sayı:23-24, Cumhuriyet Özel Sayısı V, ss.3412-3417. 

OĞUZ, Fırat ve BAYAR, Fırat. (2003), “1923-2003 Türkiye Ekonomisi”, Hazine Dergisi, Cumhuriyetin 80. Yıl Özel Sayısı, Aralık, ss:3-40. 

ÖZYURT, Hasan. (1981), “Atatürk’ün İktisadi Görüşleri ve Uygulamaları”, Türk Dünyası Araştırmaları, Sayı:13, Ağustos, ss:125-138. 

PAÇACI, Cihan. (1998), “Cumhuriyet Döneminde Türk Bankacılık Sektörü”, Yeni Türkiye Dergisi, Sayı:23-24, Cumhuriyet Özel Sayısı V, ss.3398-3406. 

PARASIZ, İlker. (1998), Türkiye Ekonomisi, 1923’den Günümüze İktisat ve İstikrar Politikaları, Ezgi Kitabevi Yayınları, Bursa. 

SABIR, Hasan. (2003), “Atatürk’ün İktisat Zihniyeti”, Dış Ticaret Dergisi, Yıl:8, Sayı:28, Nisan, ss.77-92. 

SEMİZ, Yaşar. (1996), Atatürk Döneminin İktisadi Politikası –Milli İktisat ve Tasarruf Cemiyeti-, Saray Kitabevi, Konya 

SEVGİ, Cezmi. (1994), Sanayileşme Sürecinde Türkiye ve Sanayi Kuruluşlarının Alansal Dağılımı, Beta Basım Yayın Dağıtım, İstanbul. 

SOYAK, Alkan. (2003), “Türkiye’de İktisadi Planlama: DPT’ye İhtiyaç Var mı?”, Doğuş Üniversitesi Dergisi, Yıl:4, Sayı:2, ss.167-182. 

YAVİ, Ersal. (2001), Batırılan Bir Ülke Nasıl Kurtarılır? Günümüz Türkiyesine Kıssadan Hisseler, Yazıcı Yayınevi, İzmir. 

..

Atatürk’ün Direktif ve Tavsiyeleri Işığında Türk Tarımındaki Gelişmeler (1923-1938) BÖLÜM 2






Atatürk’ün Direktif ve Tavsiyeleri Işığında Türk Tarımındaki Gelişmeler (1923-1938)  BÖLÜM 2


Tarımsal Öğretim Konusundaki Çalışmalar

Tarımsal eğitim konusuna Atatürk büyük bir önem vermiştir. Daha Türkiye İktisat Kongresi’nde “âli tahsil için bir ziraat mektebi” açılması karara bağlanmıştır. Yine Kongre’de her livada, yakın köyler için açılacak leyli mekteplerde ameli ve nazari ziraat derslerinin gösterilmesi, kışla ve askeri talimgahlarda ameli ziraat tedrisatı yapılması, köylülere ziraat usullerini öğreten kitap ve dergilerin ücretsiz dağıtılması, ziraatla ilgili konferanslar verilerek köylünün bilgilendirilmesi kararlaştırılmıştır (Türkiye İktisat Kongresi 1923, 1981: 390-391).
Milli Mücadele sonrasında tarımsal eğitimle ilgili ilk uygulama daha çok, II. Meşrutiyet döneminde kurulan zirai öğretim sisteminin birinci ve ikinci kademelerini yeniden kurmak şeklinde gerçekleşti. 1922 yılında çıkarılan 254 sayılı Kanunla (Düstur, III. Tertip, C: 3, 1922: 177) 12 yerde Orta Ziraat Okulları açıldı. Bu okulların idaresi ve parasal desteği Ziraat Bankası’nca sağlanacak, eğitim şekli ve programları İktisat Vekâleti’nce denetlenecekti (Ayas 1948: 641). Bu okullar iki yıl içinde Ankara, Bursa, Adana, Konya, Kastamonu, Erzurum, Çorum, Erzincan, Edirne, İzmir, Sivas ve Kepsut’ta kurulmuştur. Cumhuriyet döneminde tarımda ilk makineleşmenin yürütüldüğü bu yıllarda Ankara ve Adana’da ilkokul mezunlarını kabul eden üç yıllık Ziraat Makinist Okulları açılmıştır (Tekeli-İlkin, 1988: 43). Bu okullara ilkokul bitirenler alınıyor ve üç yıl müddetle okutulup orta okul derecesinde bir tahsil verildikten sonra mezun ediliyordu.
Cumhuriyet’in ilk yıllarından itibaren zirai öğretim konusuna hükümetlerin ciddi bir şekilde eğilmelerinin en önemli nedenlerinden biri Atatürk’ün bu konuda verdiği direktifler olmuştur.  Atatürk, milli ekonomimizin temeli olarak gördüğü ziraatın bilimsel usullerle yapılmasının önemine 1 Kasım 1926 tarihinde yaptığı TBMM’ni açış konuşmasında şu sözleriyle dikkat çekmiştir:
“Memleketimizin bir ziraat memleketi olduğu göz önüne alınırsa bizim başlıca kuvvet ve servet mesnedimizin toprak olduğu tezahür eder. Cesaretle söylemeliyiz ki, memleketimizin zirai sahada müsait olduğu inkişafı temin edecek ilmi ve ameli iktidara sahibi salahiyet mütehassıslarımız azdır... Binaenaleyh, zirai teşkilatımızı, ziraat mekteplerimizi, zirai faaliyetlerimizi fenni usuller dahilinde, esasından tanzim edecek tedbirleri hakiki erbabı delaletiyle ittihazda tereddüde yer olmadığı kanaatindeyim” (TBMM Zabıt Ceridesi, Devre: II, C: 27, 1926: 4).
Atatürk’ün bu tavsiyeleri dikkate alınarak 1927 yılında, Ziraat ve Baytar Enstitüleriyle Âli Mektepleri Tesisine ve Ziraat Eğitiminin Islahına Dair Kanun’un çıkarılması ile  orta ve yüksek seviyedeki ziraat okullarının yeniden teşkilatlanmasına başlanılmıştır (Tekeli-İlkin, 1988: 43). Bu yasa ile Türkiye’de tarım konusunda yeni bir dönemin açıldığı söylenebilir. Çünkü, bu tarihten sonra tarımda radikal tedbirler alma lüzumu duyulmuş ve ziraat kültürünü yaymak, zirai istihsali artırmaya yarayacak bilgi ve teknikleri öğretmek, yeni ziraat usullerini köylülerin ayağına kadar götürmek mümkün hale gelmiştir (Mağden, 1959: 43).
Osmanlı’dan devralınan ziraat okullarının çoğu yetersiz görülmüş, kuraklık dolayısıyla zirai üretimin çok düştüğü 1928 yılında Halkalı Ziraat Okulu ile birlikte orta dereceli ziraat okulları geçici olarak kapatılmıştır (Tezel, 1994: 414). Bu okulların hocaları yeni zirai bilgi ve usulleri öğrenmeleri için, çoğunluğu Almanya’ya olmak üzere, değişik Avrupa ülkelerine gönderilmişlerdir. Yurt dışında öğrenim gördükten sonra Türkiye’ye dönen bu hocalarla birlikte zirai öğretim 1930 yılından itibaren yeniden teşkilatlanmaya başlamıştır. Bu tarihte  Yüksek Ziraat Mektebi kurulmuştur. Yüksek Ziraat Mektebi öğrencileri Atatürk Orman Çiftliği’nde staj yapmaya başlamışlardır. Yine 1930 yılından itibaren İstanbul Halkalı’daki yüksek okul yerine bir Orta Ziraat Mektebi açılmıştır. Bu okulu Bursa, İzmir ve Adana’da açılan okullar izlemiştir. Daha önce bu okullara ilkokulu bitirenler alınırken, yeni açılan okula orta okulu bitirenler alınıyordu. Yani bu yeni açılan Orta Ziraat Mektepleri lise ayarında ziraat okulları idi.
1930’da Ankara’da kurulmuş olan Yüksek Ziraat Mektebi 20 Haziran 1933 tarih ve 2291 sayılı kanunla Yüksek Ziraat Enstitüsü haline getirilmiştir (Resmi Gazete, 20 Haziran 1933 Sayı: 2432). Bu Enstitü Ziraat, Ziraat Sanatları, Tabii Bilimler, Veteriner ve Orman Fakültelerinden oluşuyordu (Ayas, 1948: 662). Yüksek Ziraat Enstitüsü’ne çok sayıda Alman profesör getirilmiştir. Başlangıçta hemen hemen tüm kürsülerin başında Alman profesörler bulunmuştur. Dersler ilk yıllarda Almanca olarak verilmiştir. Alman profesörler 1942 yılına kadar kürsü başkanları olarak hizmet vermişler, bu tarihten sonra kürsüler yetişen Türk öğretim üyelerine geçmiştir. Yüksek Ziraat Enstitüsü’nden kurulduğu tarih olan 1933 yılından 1946 yılına kadar 1666’sı erkek ve 102’si kız olmak üzere toplam 1768 öğrenci mezun olmuştur (Mağden 1959: 58). İncelenen dönemde açılan zirai öğretim kurumlarından değerli bilim adamları ve teknik elemanlar yetişmiştir. Ancak, ülkenin genişliği, kırsal kesimin 40 bine yaklaşan köy ve mezralardaki dağınık yerleşimi ve ulaşım imkanlarının kısıtlılığı karşısında az sayıdaki tarım okullarından yetişen ziraatçıların ihtiyaca cevap veremeyeceği açıktır. Öte yandan Cumhuriyet hükümetlerinin, kırsal kesimde üretimin içinde çalışma eğilimine sahip yeterli sayıda teknik personeli yetiştirmekte fazla başarılı olamaması, tarımsal gelişmenin sınırlı kalmasına yol açan en önemli nedenlerden biriydi (Tezel, 1994: 415).

Bitkisel Üretimin Islahı ve Geliştirilmesine Yönelik Çalışmalar

Köylünün üretimini artırıp refah düzeyini yükseltebilmesi için ileri tarım tekniğinin öğretilmesi, tarlasına ve bahçesine ekip diktiği tohum ve fidelerin ıslah edilmiş verimi yüksek cinsler olması gerekir. Bu yargı bitkisel üretimde olduğu kadar, hayvancılık konusunda da geçerlidir. Atatürk, 1 Mart 1922’de Meclis’i açış konuşmasında çiftçinin refahını artırmak için tarımın ıslahı konusunda yapılması gerekenleri şu sözleriyle ifade etmiştir:
“Türkiye’nin sahibi hakikisi ve efendisi, hakiki müstahsil olan köylüdür.O halde, herkesten daha çok refah, saadet ve servete müstahak ve lâyık olan köylüdür. Binaenaleyh, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetinin siyaset-i iktisadiyesi bu gaye-i asliyeyi istihsale matuftur. Milletin çiftçilikteki mesaisini asri tedabir-i iktisadiye ile haddi âzamiye isal etmeliyiz. Köylünün netayiç ve semerat-ı mesaisini kendi menfaati lehine haddi âzamiye iblâğ etmek siyaset-i iktisadiyemizin ruh-u esasidir. Binaenaleyh, bir taraftan çiftçinin mesaisini tezyid edecek ve müsmir kılacak malûmat, vesait ve alâtı fenniyenin istimal ve tamimine ve diğer taraftan onun netayic-i mesaisinden âzami istifadesini temin eyliyecek tedabir-i İktisadiyenin vaz’ına çalışmak lâzımdır (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri I, 1945: 219). Atatürk’ün direktifleri sayesinde bitkisel ve hayvansal üretimin ıslahı konusunda önemli çalışmalar yapılmıştır.
Tarla tarımında ıslah, üç aşamada örgütlenmeyi gerektirmiştir. Birinci aşama ıslah ve deneme istasyonlarında ya yeni bitki türleri bulunacak ya da ıslah edilecekti. İkinci aşamada da, deneme istasyonlarında bulunan türün en uygun yetiştirme tekniği araştırılacak ve köylüye tanıtılacak, üçüncü aşamayı oluşturan üretme çiftliklerinde, ıslah edilen tohumlar yeterli miktarlarda yetiştirilerek köylüye dağıtılacaktı (Gökgöl, 1935: 145). Bu gelişme değişik tarla ürünlerinde farklı olmuştur. Hububat ve bakliyatta Ziraat Vekâleti’ne bağlı kurumlar eliyle, Pamukta Ziraat Vekâleti içinde özel olarak kurulan bir müdürlük eliyle, şeker pancarında Şeker Fabrikaları eliyle, tütünde Tekel eliyle uygulanmıştır.
Cumhuriyet hükümetleri köylünün elindeki tohumların ıslah edilerek üretiminin artırılabilmesi için değişik tarihlerde Ziraat Vekâleti’nin bu konulardaki yetkilerini genişleten kanunlar çıkarmışlardır. Bu kanunlar, 2 Aralık 1925 tarih ve 682 sayılı Her Nevi Fidan ve Tohumların Meccanen Tevzi ve Devlet Uhdesinde Bulunan Arazinin Fidanlık İhdası İçin Ziraat Vekâleti’ne ve İdarei Hususiyelere Bila Bedel Tefvizi Hakkında Kanun, 24 Mayıs 1930 tarih ve 1641 sayılı Tohumlukların Gümrük Resimlerinden İstisnası Hakkında Kanun, 2 Haziran 1930 tarih ve 1682 sayılı Ziraat Bankasınca Tedarik Olunacak Tohumların Satış Zararlarının Ödenmesi Hakkında Kanun, 1934 yılında kabul edilen 2654 sayılı Tohum Üretme Çiftlikleri Kanunu, 1948’de kabul edilen 5254 sayılı Muhtaç Çiftçilere Ödünç Tohumluk Verilmesi Hakkında Kanun olarak belirtilebilir (Tekeli-İlkin, 1988: 46). Köylünün daha kaliteli ve verimli tohum ekerek daha çok ürün elde etmesi için 1920-1938 yılları arasında sekiz tohum ıslah ve deneme istasyonu kurulmuştur (İstatistik Yıllığı C:19 1951: 268).
Tohuma verilen bu önem sonucu, Ziraat Vekâleti’ne bağlı Eskişehir’de (Sazova), kurulmuş olan istasyonda 1929 yılında ilk defa ıslah edilmiş tohum dağıtımına 5 ton ile başlanmış ve 1931’de bu miktar 20 tona çıkmıştır (Emcet Yekta, 1931: 828). Eskişehir tohum ıslah istasyonunun dışında bu dönemde Adana, Adapazarı, İstanbul-Yeşilköy ve Ankara’da da benzeri merkezler faaliyette bulunmaktaydı. İlk yıllarda kurulan bu istasyonlara 1936 yılından sonra Kayseri Yem Bitkileri, Antalya Sıcak İklim Bitkileri İstasyonları ile Erzurum ve Samsun istasyonları eklenmiştir (İstatistik Yıllığı, C:19 1951: 268). Bu istasyonlarda elde edilen ıslah edilmiş tohumlar çiftçinin elindeki tohumlardan %20-50 daha fazla ürün vermekteydi (Toprak, 1988: 27).
Bu tohum ıslah istasyonlarında alınan sonuçların Türkiye gibi iklim ve toprak koşulları çok çeşitlilik gösteren bir ülkede, yaygınlaştırılabilmesi için gerekli bir kurum deneme tarlalarıdır. Ne var ki, bu tarlalar söz konusu dönemde yeterince yaygınlaştırılamamıştır. Ancak, Ordu, Çorum ve Erzurum’da kurulabilmiştir (İstatistik Yıllığı, C:19 1951: 268). Bunlar dışındaki denemeler daha çok Atatürk tarafından kurulan çiftlikler ve Zirai Kombinalarda yapılmıştır.
Araştırma ile bulunan tohumların yeterli miktarda üretilerek köylüye dağıtılması hep bir sorun olarak kalmıştır. 1940 yılından sonra kurulan tohum üretme çiftliklerinde üretilen tohumlar ihtiyaç karşısında yetersiz kalmıştır. II. Dünya Savaşı’ndan sonra, Atatürk’ün bağışlamış olduğu çiftlikler tohum üretme merkezleri olarak kullanılmaya başlanmıştır. Atatürk’ün 1925 yılından itibaren kurduğu örnek çiftlikler, Ankara’da Orman Çiftliği, Yalova’da Millet ve Baltacı Çiftlikleri, Silifke’de Tekir ve Şövelye Çiftlikleri, Dörtyol’da Karabasmak Çiftliği, Tarsus’ta Pillioğlu Çiftliği idi. Atatürk 11 Temmuz 1937 tarihinde Baş Vekâlete yazdığı bir yazı ile bu çiftlikleri hazineye bağışlamıştır (Avcıoğlu, 1969: 179). Bu yedi çiftliğin arazi varlığı 15 500 hektar kadardı.
Bu çiftliklerin idaresini devralmak üzere 1 Ocak 1938 tarih ve 3308 sayılı kanunla bir iktisadi devlet teşekkülü olarak örgütlenen Devlet Ziraat İşletmeleri kurumu oluşturulmuştur. Kuruluş amacı oluşturacağı bir zirai makine ve araç parkı ve zirai mücadele ilaçlarıyla köylünün ekim, nadas ve harmanına yardım ederek, tarlalarında tarımsal mücadele yaparak çiftçileri modern tarıma alıştırmaktı. Kurum çalışmalarını daha çok tahıl türleri ve hayvan ırlarının iyileştirilmesi üzerinde yoğunlaştırdı (Tezel, 1994: 415). Köylüye ıslah edilmiş tohum yetiştirip dağıtma işlevini gören bir diğer kurum 12 Şubat 1937 tarihinde 3130 sayılı kanunla kurulan Zirai Kombinalar İdarisiydi. Zirai Kombinaların diğer amacı ıslah edilmiş tohum ve modern tarım araçları kullanarak buğdayın üretim maliyetini düşürmekti (Tekeli-İlkin, 1988: 49). Bu iki kuruma bağlı çiftliklerin sayısı 1945’de on üçe ve işledikleri arazinin genişliği 190.000 hektara ulaştı (Mağden, 1949: 49-55). Bu çiftliklerde aynı yıl 147.000 ton buğday ve arpa üretildi. Kombinalarda sürdürülen üretim faaliyetleri bir yandan ülkenin tahıl ihtiyacının karşılanmasına önemli katkı sağlarken, diğer yandan daha iyi araç ve tekniklerle tarımda verimliliğin kısa süreler içinde artırılabileceğini ortaya koydu. Bu çiftliklerde kuru tahıl ziraatı için ülkenin iç bölgelerinde sıradan araziler kullanıldığı halde buralardan elde edilen dekar başına buğday verimi, 1928-1950 döneminde hektarda 897 kg olan, ülke ortalamasından %28 daha fazlaydı (Tezel, 1994: 354, 416).

Başta buğday olmak üzere tahılların, kurak iklimin hüküm sürdüğü Anadolu topraklarında yetiştirilmesinde doğru nadas sisteminin uygulanması büyük öneme sahiptir. Kuraklığın etkisini hafifletebilecek, sulamaya göre daha az masraflı üretim yöntemi de vardır. Bu yönteme Dry farming metodu denmektedir. Dry farming, Türk çiftçisinin eskiden beri ektiği toprakları nadasa bırakma usulüdür (Ulus 8 Temmuz1949). Ancak nadas, uygun tekniklere göre yapılması durumunda faydalı olmaktadır. Dry farming, yani kuru tarım yöntemi, nadasın ileri tekniklerle yapılmasını konu edinmektedir. ABD’nin iklimi kurak bölgelerinde uygulanan ve üretim miktarının önemli ölçüde artmasını sağlayan bu usul, Türkiye’de Atatürk’ün önderliğinde Eskişehir’de kurulan bir tesiste tatbik edilmeye başlanmıştır (Gökgöl, 1935: 194).
Atatürk’ün ABD’ye gönderdiği Ali Numan adındaki ziraat mühendisinin dry farming konusunda ihtisas yapıp memlekete dönmesinden sonra, 1934’de Eskişehir’de Dry Farming İstasyonu kurulmuştur. İngilizce bir çeşit ziraat usulü demek olan Dry farming yılda 200 - 500 milimetre yağmur yağan az yağışlı yerlerde tatbik edilen ve çiftçiye güven veren bir ziraat yöntemi, başka bir deyişle, “kuru iklimlere mahsus ziraat usulü” dür. Alanında Türkiye’nin tek deneme çiftliği olan bu istasyon, bilhassa İç Anadolu bölgesi için önemli birçok tarım problemlerini çözmeye, o güne kadar yapıla gelmiş tahıl ekim usullerindeki eksikleri araştırmaya, yenilerini denemeye, İç Anadolu iklim şartlarına en uygun olan yöntemleri yaymaya çalışmıştır. Memleketin tahıl ambarı durumunda bulunan bu geniş bölgede kuraklık tehlikesi ihtimallerini azaltmak ve çiftçiyi o günün teknik bilgileriyle yetiştirmek gerekmektedir.
Amaç, dry farming usulüne uygun şekilde çalışılıp, kuraklığın etkisini büyük ölçüde azaltmaktır. Bu arada, yağan yağmurların toprağa iyice sızmasına çalışmak, nemliliğin azalmasını önlemek, toprağın verimliliğini düşürmemek, kuraklığa dayanıklı ve en iyi sonuç veren tohum ve ürünleri bulmak, gerekli tarla işlerini kuraklık durumuna uydurmak dry farming yetiştirme usulünün temellerini oluşturmaktadır ( Tayşi, 1940: 3, Gökgöl, 1935: 195, Özek, Cumhuriyet 23 Temmuz 1954).

Söz konusu istasyonda ve ülkede kurulan diğer tarımla ilgili araştırma kurumlarında ekimden sonra mahsul üzerine yapılacak işler, organik maddelerle verimliliğin kontrolü, nadaslı ve nadassız münavebeler, nadastan sonra hangi ürünün kârlı ve verimli olacağı, çeşitli gübrelemeler, tohumun ne nispette ve nasıl ekileceği gibi konular üzerinde ayrıntılı araştırmalar yapılmış en uygun yöntemler bulunarak çiftçilere ulaştırılmaya çalışılmıştır (Gökgöl, 1934: 188-196).

Tarla tarımında araştırma aşamasından başlayarak, deneme ve daha sonra tohum üreterek çiftçiye dağıtma modeli pamuk üretiminde ortaya çıkmıştır. Pamuk ıslahı konusunda ilk girişim 1925 yılında Adana Tohum Islah Komisyonu kurulması ile başlamıştır. 1927 yılından itibaren ABD’den 40 pamuk çeşidi getirilerek Türkiye için uygun pamuk cinsini tespit ve ıslah denemelerine girişilmiştir. 1934 yılında Ziraat Vekâleti’nce bir pamuk yetiştirme planı hazırlanarak uygulamaya koyulmuştur. Bu plana göre yurt dışından getirilecek tohumluklar, üretme çiftliklerinde çoğaltılarak çiftçilere dağıtılacaktı. Bu planın gerçekleştirilmesi için 2582 sayılı yasaya göre 1935 mali yılından itibaren yedi yılda bütçeye üç milyon liralık tahsisat konulması, ilk iki yıllık tahsisatların yedişer yüz bin liradan az olmaması öngörülmüştü. Bu tahsisatlar, ıslah edilmiş tohum yetiştirecek çiftlikler kurulması için verilecekti. 2582 sayılı yasa, 27 Ocak 1936 kabul edilen 2903 numaralı Pamuk Islah Kanunu ile tamamlandı. Bu yasaya göre çırçır evleri Ziraat  Vekâleti’nin ihtiyaç duyduğu tohumları Vekâlete piyasa değeri üzerinden satmak zorundaydı (Tekeli-İlkin, 1988: 51-52). 1937 yılına kadar Ziraat İşleri Umum Müdürlüğü’nün bir şubesi halinde yönetilen pamuk işleri 4 Haziran 1937 tarihinde kabul edilen 3203 sayılı Ziraat Vekâleti Teşkilat Kanunu ile doğrudan Bakana bağlı bir müdürlük haline getirildi (Resmi Gazete, 14 Haziran 1937, Sayı: 3630). 1940 yılına gelindiğinde Adana ve Nazilli’dekine ek olarak, Eskişehir-Mayıslar ve Malatya’da da birer ıslah, deneme ve üretme çiftliği kurulmuştur (Pamuk Encümen Raporu 1931: 693; Kemal 1931: 686).

Henüz Bağımsızlık Savaşı’nın bittiği günlerde tütüncülüğün geliştirilmesi konusuna vurgu yapılmıştır (Ardıç, 1987: 384). Araştırma deneme istasyonlarında  tütün tohumu ıslah ve üretme faaliyetleri Tekel eliyle uygulamaya başlamıştır. Tütün ıslahı konusundaki ilk girişim 1927 yılında Ziraat Fen Şubesinin kurulmasıdır. 1931 yılında bir deneme tarlası açılmıştır. Ziraat Fen Şubesi 1934 yılında Maltepe’de Cevizli’de yapılan laboratuarlar ve tüm yan tesisleriyle geliştirilmiş ve 1936 yılında İnhisarlar İdaresi’nce bir Tütün Enstitüsü haline getirilmiştir. Enstitünün kurulmasından sonra, Karadeniz tütünlerinin ıslahı için Samsun’da, Ege tütünleri için İzmir’de (Buca) ve Şark tütünleri için de Malatya’da birer tütün ıslah istasyonu açılmıştır. Bu istasyonlarda ıslah edilen tohumların denemelerini yapabilmek için çeşitli yerlerde deneme tarlaları açılmıştır. 1937 yılından itibaren üretim bölgelerinde fidelikler kurularak üreticiye parasız fide dağıtımına başlanmıştır. Ayrıca, 10 Haziran 1938’de kabul edilen 3437 sayılı Tütün ve Tütün İnhisarı Kanunu ile Tekel kendi bölgesinde tütünü en iyi yetiştiren üreticiye parasal ödüller dağıtmıştır (Tekili-İlkin, 1988: 59).
Yine Cumhuriyet’in ilk on beş yılında alanları 10 ila 20 hektar arasında değişen ve elma, incir, zeytin, fındık, narenciye, fıstık, kayısı üzerine çalışan Arifiye, Aydın, İzmir, Giresun, Antalya, Gaziantep ve Malatya meyvecilik istasyonları açılmıştır. Aynı zamanda elma, armut, kayısı, vişne, badem, narenciye diğer meyve ve süs fidanları yetiştirmek üzere Kastamonu, Niğde, Ankara, Erzincan, Kütahya, Çanakkale, Alanya, Tarsus ve İzmir’de birer fidanlık kurulmuştur. Zeytinciliği geliştirmek, zeytin ağaçlarını aşılamak için İzmir, Muğla, Balıkesir ve Çanakkale illerinde birer Seyyar Zeytin Bakım Teşkilatı oluşturulmuştur.
Bağcılık alanında Cumhuriyet dönemine Osmanlı’dan 80 dekar büyüklüğündeki Erenköy Amerikan Asma Fidanlığı intikal etmiştir. Ele alınan dönemde Ankara, Bilecik, Halkalı, Kırklareli, Tekirdağ ve Manisa’da toplam alanı 1307 dekarı bulan yeni fidanlıklar kurulmuştur. Üreticiye 1924’te 6725 fidan dağıtılmışken bu sayı 1938’de 3 022 965’e ulaşmıştır (Toprak, 1988: 27-28).
Tarımsal araştırmanın ikinci önemli ayağı zararlılarla mücadeledir. Cumhuriyet’in ilk yıllarından itibaren tarımsal mücadele için de örgütlenmeye gidilmiştir. 12 Ocak 1925 tarih ve 541 sayılı Pamuklara Arız Olan Haşarat ve Emrazın İmha ve Tedavisi ve Tohumların Islahı Hakkında Kanun ve bu kanunun bazı maddelerinde değişiklik yapan 28 Mayıs 1927 tarih ve 1056 sayılı Kanun, 29 Ocak 1936 tarih ve 2906 sayılı Nebatları Hastalık ve Zararlı Böceklerden Koruma Kanunu, Vekâlete tarımsal mücadele bakımından önemli görevler ve güçlü yetkiler vermiştir (Tekeli-İlkin,1988: 52). Bu görevleri yerine getirmek üzere Ankara’da bir Merkez Mücadele Enstitüsü, İzmir Bornova’da ve Adana’da birer mücadele istasyonu kurulmuştur (Toprak, 1988: 28).
Bitkisel üretim konusundaki ıslah ve mücadele çalışmaları sonucu incelenen dönemde önemli miktarlarda üretim artışı gerçekleşmiştir. Buğday üretimi 1923-1925’yılları ortalaması 972 000 ton iken 1936-1940’da 3.636.000 tona çıkmıştır. Bu verilere göre buğday üretimindeki artış %274 olmuştur. Aynı tarihlerde sırasıyla 44.000 tondan 64.000 tona çıkan pamuk üretimindeki artış oranı %45 düzeyinde gerçekleşmiştir. Tütün üretimi ise dönem başında 45.000 tondan dönem sonunda 68.000 tona ulaşarak %51 oranında artmıştır (Tezel, 1994:355).

Hayvancılık  ile İlgili Islah Çalışmaları

Bu dönemde hayvancılıkta ıslah faaliyetleri koyunculuk, tiftik keçisi, sığırcılık ve at yetiştirme üzerinde yoğunlaşmıştır. İlk üç hayvan türünden sağlanan ürünlerden hem beslenme için hem sanayi girdisi olarak iç tüketimde hem de ihracatı artırmada yararlanılmaktadır. At yetiştiriciliğine önem verilmesi tarımda çeki hayvanı olarak öküz yerine atın sokulmasıyla yakından ilişkilidir. Bu dönem hayvancılık politikası; a) yerli hayvanların ıslahı, b) uygun bölgelerde atlarda arap, norius ve İngiliz aygırları, sığırlarda montafon boğaları ve koyunlarda merinos, karagül koçları ile ıslah yapılması biçiminde belirlenmiştir (Tekeli-İlkin 1988: 73). Bu politikaları pratiğe geçirmek için haralar, yetiştirme çiftlikleri, aygır depoları, inekhaneler ve aşım duraklarından oluşan bir sistem kurulmaya çalışılmıştır (Batu, 1940: 21).

Karacabey Çiftliği Orhan Gazi zamanında tesis edilerek Cumhuriyet’in ilanına kadar hazine-i hassaya ait bir çiftlik halinde idare edilmiştir. Başlangıçtan itibaren burada büyük miktarda koyunculuk yapılmış, bazen koyunların sayısı 40.000’e kadar ulaşmıştır. Devlet eliyle kurulan bu ilk koyun yetiştirme çiftliğine Sultan Mecit zamanında merinos getirilmeye başlanmış, fakat hiçbir kural ve yönteme tabi olmadan çoğaltma işlemine devam edilmiş ve bu durum Meşrutiyet’e kadar sürmüştür. Daha sonraki yıllarda Fransa’dan rambuye koç ve koyunları ithal edilmiş, yine plansız bir çoğaltma uygulanmıştır. Bu durum Cumhuriyet dönemine kadar sürmüştür. Cumhuriyet döneminde Karacabey Çiftliği’nde daha sistematik bir koyun ıslahına girişilmiştir (Kadri, 1931: 1706).
Koyunculuğun ıslahı ilgili olarak, daha çok iki yeni tür olan merinos ve karagülün ülkede yaygınlaştırılmasına çalışılmıştır. Merinos koyununun yetiştirilmesi ile yerli sanayinin ihtiyacı olan ince ve kaliteli yapağının yurt içinden karşılanması amaçlanmıştır. Yukarıda belirtildiği gibi merinos yetiştirme işine Türkiye’de 19. yüzyılın yarısında başlanmıştır (Tekeli-İlkin, 1988: 74). Ancak başarılı olunamamıştır. Cumhuriyet’in ilk yıllarında Devletin elinde biri Karacabey’de diğeri Halkalı’da olmak üzere kıvırcık ve merinos karışımı, özellikleri birbirinden farklı iki deneme sürüsü bulunuyordu. Bu çiftliklerdeki sürüler üzerinde yapılan incelemelerde koyunlar damızlık için yeterli bulunmamış, yeni saf merinos damızlık sürüleri getirilmesi önerilmiştir (Kadri, 1931: 1738).
Merinos koyunlarının yetiştirilmesi için uygun özelliklere sahip olan Bursa, Balıkesir, Çanakkale illeri merinoslaştırma yöresi olarak kabul edilmiştir. Bu, 1931 Birinci Ziraat Kongresi koyunculuk raporlarına uygun olarak alınmış bir karardır (Koyunculuk Encümen Raporu 1931: 1741).
5 Temmuz 1934 tarih ve 2582 sayılı Merinos koyunlarının Yetiştirilmesi ve Islah Edilmiş Pamuk Tohumları Üretimi hakkındaki yasanın kabul edilmesinden sonra Merinos koyun yetiştirme konusunda yeni bir atılım yapılmıştır. Almanya’dan et-yapağı merinosu özelliğine sahip 360 koç ve 500 koyun ithal edilmiştir. 1936’dan 1946 yılına kadar Bursa ve Balıkesir yörelerinde Merinos koyununun yayılmasını hızlandırmak için Merinos Müfettişlik Teşkilatı kurulmuştur (Tekeli-İlkin 1988: 76). 1942 yılında Devlet üreticiye 2844 baş merinos koç dağıtmıştır. Aynı yıl halkın elindeki merinos cinsi koyun sayısı 17000 kadar idi (İstatistik Yıllığı, C:19 1951: 252).

Cumhuriyet’in ilk dönemlerinde ülkeye sokulan bir diğer koyun cinsi Karagül (Buhara koyunu) olmuştur. Kuzularının derisi astargan kürk yapımında kullanılan bu koyun cinsi ilk kez 1925’de Atatürk Orman Çiftliği’ne getirilmiştir. Sovyetler Birliği’nden 1929’da 10 koç, 1930 yılında 6 koç, 20 koyun ithal edilmiştir. Hem saf olarak hem de yerli kıvırcıklarla melezlenerek yetiştirilmeye çalışılmıştır. Daha sonraki yıllarda Karagüller Atatürk’ün Silifke ve Yalova’daki çiftliklerinde de yetiştirilmiştir (H. Tahsin, 1934: 261).

Tarım Bakanlığı Cumhuriyet’in ilk dönemlerinde Çifteler, Uzunyayla, Mercimek, Ilıca, İnanlı, Kozan, Boztepe ve Göle’de inekhaneler kurmuştur. Hayvancılık konusunda uzmanlaşmış bu kuruluşların yanı sıra, Devlet Ziraat İşletmeleri çiftlikleri, Zirai Kombinalar ve şeker fabrikalarının çiftliklerinde de hayvancılığın geliştirilmesi için çalışmalar yapılmıştır.

Cumhuriyet öncesinde Ege’de, Bursa ve Kars’ta Simenta, Holanda, Sviç, Montafon, Mısır, Kırım ve Halep ırklarının sistemsiz girişi sonucu bir çok melez türler görülmekle birlikte hakim olan sığırcılık dört yerli cinste yoğunlaşmıştır. Bunlar doğu kırmızı ırkı, güney sarı ve kırmızı ırkları, yerli kara ırk ve boz ırk idi (Tekeli-İlkin, 1988: 74,77).

Kars, Erzurum ve Ardahan’ı kapsayan Kuzey Doğu Anadolu’da doğu kırmızısı bulunuyordu. Et, süt ve çekim verimi yüksek olan bu ırk geliştirmeye uygundu. Doğu kırmızıların inekleri ortalama 300-350 kilo, boğaları ise 500-600 kg. gelmekteydi (Bilgemre 1940: 25). Bu bölgede doğu ırkının geliştirilmesi için 1936’da 20000 dönümlük alanda Göle İnekhanesi kurulmuştur. Aynı amaçla 1939 yılında Tokat’ta 54000 dekar alanda Kozova İnekhanesi kurulmuş ve ayrıca 10000 dekarlık İncesu yaylası bu inekhaneye tahsis edilmiştir. Bu inekhanelerde yetiştirilen boğalarla köylünün damızlık ihtiyacının karşılanması amaçlanmıştır.
Güney ve Güneydoğu illerindeki yerli sığırlar, güney sarı ve kırmızı ırkları idi. Halep ve Mısır sığırlarının etkisi bulunan bu cinsin süt verimi yüksektir. 1925-1926 yıllarında Silifke’de Atatürk’ün Tekir Çiftliği’nde Gaziantep’ten Halep kökenli kırmızı ırk boğaları getirilerek Silifke civarında yaygınlaştırılmaya çalışılmıştır. Çukurova havzasında 1934’ten itibaren bir sürü oluşturularak, yerli ırkın ıslahı çalışmaları başlatılmıştır (Tekeli-İlkin, 1988: 77).
Anadolu’nun asıl yerli ırkı Karasığırlardır. Saf örnekleri Kütahya ve Afyon yörelerinde bulunan bu ırklar bütün Anadolu’da yaygındı. Orta Anadolu’nun kötü beslenme koşulları içinde ağırlıkları küçülmüştür. Ortalama et verimleri 60-150 kg kadardı. Süt verimleri de düşüktü. Bu sığırlar yılda 500-1000 kg kadar süt vermekteydi (Tevfik Süleyman, 1931: 1752).
Bu dönemde Trakya ve Batı Anadolu’da yaygın olan sığır boz ırktı. Çekim gücü yüksek olan bu ırk iyi bakım altında süt verimini artırmaktaydı. Bulgaristan’da da yaygın olan bu ırkın süt verimi 2500-3000 çıkartılabilmiştir. Boz ırk 1929’da kurulan 12250 dönüm sahası olan Tekirdağ-İnanlı inekhanesinde ıslaha tutularak damızlık boğalar yetiştirilmiştir. Çifteler’de de boz ırktan inekler yetiştirilmiştir. Karacabey’de de bir boz ırk sürüsü kurulmuştur.
Şeker Sanayi A.Ş.’nin çiftliklerinde de sığır yetiştiriciliği yapılarak üreticilere damızlık boğalar dağıtılmıştır. Bunlardan 1935’de faaliyete başlayan Eskişehir Çiftliği’nde boz ırk inekleri yetiştirilmiştir. Yıllık süt verimleri 1200-1500 kiloyu aşmayınca İstanbul’dan 40 montafon ineği alınarak bir taraftan boz ırkla melezlemeye gidilmiş, diğer taraftan safkan montafon yetiştirilmeye çalışılmıştır (Tekeli-İlkin 1988: 78). Çünkü montafonların et ve süt verimleri yüksektir. Ortalama süt verimleri yıllık 2500-3500 kg. arasındadır. Bu ırkın ineklerinin canlı ağırlığı 300-400 kg. iken, boğalarınınki 700 kg.’a kadar çıkmaktadır (Tevfik Süleyman 1931: 1757). 1931’de düzenlenen Ziraat Kongresi’nde sığırların ıslahı için seleksiyon usulü güvenilir ve ucuz bir yöntem olarak önerilmiştir (Karasığır ve Manda Encümen Raporu 1931: 1764).
Atatürk döneminde hayvancılığın ıslahı faaliyetlerinin yöneldiği bir diğer alan atçılık idi. Atlar bu dönemde motorlu taşıtlar henüz yaygınlaşmadığı için taşımacılıkta kullanılmaktaydı. Öte yandan 1930 yılından itibaren tarımda mekanizasyondan atlı tarıma dönülmüştü. Atatürk her çiftçi ailesinin bir çift ata sahip olması gerektiğini belirtmiştir (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri I, 1945: 379). Atın kullanıldığı başka bir alan da ordu idi. Ordunun süvari birliklerinde ve topların çekiminde at hala önemini korumaktaydı.
Atların ıslahı ve atçılığın geliştirilmesi için Devlet tarafından haralar ve aygır depoları kurulmuştur. Osmanlı döneminde 1896 yılında Ceyhan’da 80.000 dekarlık alanda Mercimekli Harası kurulmuş ancak bu kurum faaliyetini 1910 yılına kadar sürdürebilmiştir (Tekeli-İlkin 1988: 74). II. Meşrutiyet döneminde, Ticaret ve Ziraat Nezareti, haralar ve aygır kurarak ıslah faaliyetlerine başlamak istemiş, Çifteler’in Aziziye mevkiinde ilk devlet harası kurulmuştur. I.Dünya Savaşı nedeniyle bu hara etkin hale getirilememiştir (Nurettin, 1931: 1772). Türkiye’de Karacabey Harasından başka 1928’de Sultansuyu, 1929’da Çukurova (Mercimek), 1934 yılında Konya Çifteler haraları kurulmuştur (Tekeli-İlkin, 1988: 74). 1931 yılında Erzurum ve Tekirdağ’da iki adet aygır deposu bulunmaktaydı. Bunlardan başka 31 ilde küçük aygır depoları vardı (Nurettin, 1931: 1784). 1926’ya kadar genel bütçeden gelen ödeneklerle yönetilen haralar bu yıl içinde 867 sayılı yasanın çıkarılması ile kendi gelirleriyle yönetilir hale gelmişlerdir. İncelenen dönemde Anadolu’daki atlardan Arap, Acem, Macar, Rus, Fransız ve İngiliz atları gibi çok sayıdaki ırkların etkileri bulunmaktaydı. Genellikle Türkiye’deki atlar küçük cüsseli, çevik, az gıda ile beslenen ve yerel hastalıklara dayanıklı atlar idi. Ülke şartlarına uymak gibi bir avantajları olmasına rağmen, ordunun ihtiyacı ve ağır tarım aletlerinin çekilmesi için daha güçlü ve cüsseli atlara ihtiyaç duyulmaktaydı. Yerli atların ıslahı için hem seleksiyon usulü hem de dışarıdan getirilen damızlıkların yerli atlarla tesalübü yoluna başvurulmuştur. Kurulan haralar ve aygır depolarında Arap atlarıyla noniuslara ağırlık verilen bir ıslah yolu izlenmiştir (Tekeli-İlkin, 1988: 74,79). Karacabey ve Uzunyayla’da yapılan ıslah çalışmalarıyla yetiştirilen Türk noniuslarının Türk topçusunun ve büyük çiftçilerin ihtiyaçlarını karşılamakta yeterli olduğu anlaşılmıştır (Çiki, 1931: 1799).
Tarım Bakanlığı 1921’de 31 aygırla 1071 sıfat (dölleme, ilkah) yapmışken, 1937’de aygır depolarında ve istasyonlarında 800 aygırla 28.000 sıfat yaptırabilmiştir. Atların ıslahı faaliyetlerinde damızlığa elverişli olmayan aygırların iğdiş edilmesi önemli bir konu olarak ele alınmıştır. Bu amaçla damızlığa yaramayan atları faaliyet sahasından uzaklaştırmak için 1937 yılına kadar 300.000 erkek tay ve aygır iğdiş edilmiştir (Nurettin, 1931: 1783; Tekeli-İlkin, 1988: 80). Atçılığın geliştirilmesi için 1931 deki Birinci Ziraat Kongresi Atçılık Encümen Raporu’na göre, damızlığa yaramayan erkek hayvanların ihsa (iğdiş) edilmesi, veteriner kadrosunun artırılması, atların beslenmesi için yonca ve yulaf gibi hayvan yemi üretiminin artırılması ve atların ıslahı için seleksiyon yönteminin uygulanması önerilmiştir (Atçılık Encümen Raporu 1931: 1809).
Yurt hayvancılığının geliştirilmesinde hayvan hastalıklarıyla mücadele önemli bir yer tutmaktadır. Bu konuda ilk örgütlenme Sığır Vebası’nın yaygınlaşması üzerine 1901 yılında Bakteriyoloji Hane-i Baytari’nin kurulması ile başlatılmıştır. Doğu illerinde Sığır Vebası’nın zararlarının artması üzerine 1911’de Erzincan’da bir serum laboratuarı kurularak 50.000 hayvana yetecek serum hazırlanmaya başlanmıştır (Tekeli-İlkin 1988: 80). I. Dünya Savaşı içinde Sığır Vebası serumuna duyulan ihtiyacın artması üzerine serum üretimi 150.000 doza yükseltilmiştir. Hayvan hastalıklarıyla mücadelenin Sığır Vebası etrafında gelişmesi, hem bu hastalığın yüksek sayıda hayvan kaybına neden olması, hem de çekim hayvanı olarak tarımdaki işlevinden kaynaklanmaktaydı. Cumhuriyet döneminde, bu iki kuruluşa 1924 yılında Ankara Etlik Enstitüsü eklenmiştir. Ayrıca hayvan hastalıklarının yayılmasını önlemek için karantina istasyonları kurulmuştur (Toprak 1988: 29). 1940’lı yıllarda İstanbul, Bursa, İzmir ve Mersin’de bölge laboratuarları, Adana, Eskişehir ve Konya’da hayvan hastaneleri açılmıştır. Bu teşkilatlanma sayesinde üretilen aşı ve serumların çeşitleri sürekli olarak artmış, 1937’de 5.500.000 doz 28 değişik aşı ve serum üretilmiştir (Tekeli-İlkin 1988: 81).
Hayvancılığın ıslahı ve hayvan hastalıklarıyla mücadele konusunda yapılan çalışmalar sonucu, uzun yıllar devam eden savaşlar nedeniyle 1923-1925’de 15.000.000’a düşmüş olan koyun sayısı 1930’ların sonunda yaklaşık 20.000.000’a çıkmıştır. Keçi sayısı ise aynı dönemde 11.000.000’dan 16.000.000’a, büyük baş hayvan sayısı ise 4.000.000’dan 9.000.000’a yükselmiştir. Sırasıyla koyunda artış oranı %33, keçide %45, büyük baş hayvan sayısında ise %125 olmuştur (Tezel, 1994: 355).
Sonuç
1923-1938 yılları arasında milli gelirin yaklaşık yarısını oluşturan tarım sektörüyle ilgili bir çok yasa çıkarılmış ve kurumsal düzenlemeler yapılmıştır. Cumhuriyet’in ilk yıllarında tarım arazileri üzerinde özel mülkiyeti pekiştirici bir dizi yasa çıkarılmıştır. Ne var ki, 1930’ların ikinci yarısına kadar, topraklar üzerinde mülkiyet dağılımı ile ilgili Osmanlı’dan devralınan gayri adil yapıya ilişkin her hangi bir ciddi düzenleme girişiminde bulunulmamıştır. 1930’lu yıllarda toprak ağalarının siyasi nüfuzlarının gerilemesi ve artan nüfusun baskısı ile, dünya ekonomik bunalımı nedeniyle daha da çarpıklaşan toprak mülkiyet yapısını düzenleme gereği bazı aydın bürokrat çevrelerde tartışılmaya başlanmıştır. Atatürk 1937 yılında, özel mülkiyet altındaki toprakların alanlarının belirlenecek objektif kriterlere göre sınırlandırılmasının ve her çiftçi ailesine emeğini değerlendirebileceği kadar toprak verilmesinin tarımla ilgili yapılması gereken öncelikli iş olduğunu belirtmiştir. Ancak O’nun sağlığında kapsamlı bir toprak reformu yapılamamıştır. Köylüye hazine arazilerinden toprak dağıtılarak mevcut mülkiyet yapısı kısmen düzeltilmeye çalışılmıştır.
Aşar konusunu cesaretle ele alan Cumhuriyet hükümeti, çiftçilerin üzerinde büyük bir yük olan bu vergiyi kaldırmış, ancak yerine çağdaş bir gelir vergisi koyamamıştır.
Tarımda makineleşme konusunda 1929 yılına kadar hızlı bir ilerleme olmuştur. Bu tarihte yaşanan dünya ölçeğindeki ekonomik kriz tarım ürünleri fiyatlarını düşürmüş ve makineleşmeyi ekonomik olmaktan çıkarmıştır. 1930’dan itibaren tarımda makineleşme, traktör kullanımı, terkedilmiş ve atlı tarımın modern aletlerle donatılarak yaygınlaştırılmasına çalışılmıştır.
Zirai kredi konusuna bu dönemde önem verilmiş, Ziraat Bankası’nın sermayesi artırılmıştır. Öte yandan, küçük çiftçinin kredi ihtiyacını karşılamak için Tarım Kredi Kooperatifleri kurulmuş ve bunların yurt çapında sayıları ve etkinlikleri artırılmaya çalışılmıştır. Bu sayede köylü tefeci zulmünden kurtarılmak ve tarımsal üretim teşvik edilmek istenmiştir.
Tarımsal üretimin ileri tekniklerle yapılarak verim ve üretim artışı sağlayabilmek için bir çok ıslah istasyonları, deneme tarlaları, fidanlıklar, tohum üretme çiftlikleri kurulmuştur. Hayvancılığın geliştirilmesi için de haralar, inekhaneler, aygır depoları, aşım durakları ve hastalıklarla mücadele enstitü ve istasyonları kurulmuştur. Bu kurumlarda geliştirilen ıslah edilmiş yüksek verimli tohum, bitki ve hayvan cinsleriyle devlete ait kurumlarda önemli sonuçlar alınmıştır. Ancak bu gelişmelerin ülke çapında yaygınlaştırılması incelenen dönem sonrasında gerçekleştirilmeye başlanmıştır.

KAYNAKÇA

Arar, İsmail, Hükümet Programları 1920-1965, Burçak Yayınıvi, İstanbul 1968.
Ardıç, Kamuran, Atatürk’ün Tarım ve Orman Sevgisi ve Tarım Alanındaki Gelişmeler, TTK Basımevi, Ankara 1987.
At Encümen Raporu, 1931 Birinci Ziriat Kongresi İhtisas Raporları, Milli İktisat ve Tasarruf Cemiyeti Yayınları, İstanbul 1931, ss. 1804-1812.
Atasagun, Yusuf Saim, Türkiye’de Zirai Kredi, Kenan Basımevi, İstanbul 1939.
Atatürk, Mustafa Kemal; Atatürk’ün Tamim Telgraf ve Beyannameleri 1917-1938, Derl: Nimet Arsan, Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Yayınları, Ankara 1964.
Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri I, TBMM Meclisinde ve CHP Kurultaylarında (1919-1938), Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Yayınları, Ankara 1945.
Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri II (1906-1938), Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1952.
Avcıoğlu, Doğan, Türkiye’nin Düzeni (Dün, Bugün, Yarın), Bilgi Yayınevi, İstanbul 1969.
Ayas, Nevzat, Türkiye Cumhuriyeti Milli Eğitimi, Milli Eğitim Bakanlığı Yay., Ankara 1948.
Barkan, Ömer Lütfi, “Çiftçiyi Topraklandırma Kanunun ve Türkiye’de Zirai Bir Reformun Ana Meseleleri”, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Mecmuası, C: VI, Sayı: 1-2, Ekim 1944-Ocak 1945, ss. 54-145.
Barkan, Ömer Lütfi, Türkiye’de Toprak Meselesi: Toplu Eserler I,  Gözlem Yayınları, İstanbul 1980.
Batu, Salahattin, “Köy Davası İçinde Hayvancılık”, Ziraat Dergisi, Sene: 1, Sayı: 1, 1940, ss. 21-23.
Bilgemre, Kadri, “Doğu Anadolu Kırmızı Sığırlarında Vücut Yapılışı”, Ziraat Dergisi, Sene: 1, Sayı: 1, 1940, ss. 24-33.
Bulutay, Tuncer-Tezel, Yahya S.-Yıldırım, Nuri, Türkiye Milli Geliri: 1923-1948, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yay., Ankara 1974.
Bulutoğlu, Kenan, Türk Vergi Sistemi, 5.baskı, Fakülteler Matbaası, İstanbul 1976.
Cevdet Nasuhi, “Zirai Kooperatifçiliğimiz”, 1931 Birinci Ziriat Kongresi İhtisas Raporları, Milli İktisat ve Tasarruf Cemiyeti Yayınları, İstanbul 1931, ss. 1930-1951.
Cumhuriyet Gazetesi, 5 Haziran 1924; 15 Nisan 1928; 15 Ekim 1928; 3 Mayıs 1929.
Çalgüner, Cemil, Arazi Mülkiyet Rejimi ve Türkiye’deki Durum, Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Yay., Ankara 1970.
Çiki, “Türkiye Atlarının Islahı”, 1931 Birinci Ziriat Kongresi İhtisas Raporları, Milli İktisat ve Tasarruf Cemiyeti Yayınları, İstanbul 1931,  ss. 1790-1803.
Düstur, III. Tertipa, C:3, 1922; C.5, Nisan 1924; C.8, Haziran 1927; C.18, 1937; C.5, 1924 (1340).
Gökköl, Mirza, Türkiye Buğdayları, C: I, T.C. Ziraat Vekâleti Yayınları, İstanbul 1935.
Güran, Tevfik, 19. Yüzyıl Osmanlı Tarımı Üzerine Araştırmalar, Eren Yayıncılık, İstanbul 1998.
H.Tahsin, “Karagül Koyunları”, Ziraat Gazetesi, Cilt: 5, Eylül 1934, ss. 260-263.
İnönü, İsmet, İnönünün Söylev ve Demeçleri, TBMM Meclisinde ve CHP Kurultaylarında (1919-1946), Türk Devrim Enstitüsü, Ankara 1946.
İsmail Hüsrev, Türkiye Köy İktisadiyatı, Matbaacılık ve Neşriyat Türk Anonim Şirketi, İstanbul 1934.
İstatistik Genel Müdürlüğü; İstatistik Yıllığı, C:19, Ankara 1951.
İstatistik Umum Müdürlüğü, İstatistik Yıllığı 1940-1941, C: 12, Ankara 1941.
Kadri, “Memletek Koyunculuğu”, 1931 Birinci Ziriat Kongresi İhtisas Raporları, Milli İktisat ve Tasarruf Cemiyeti Yayınları, İstanbul, 1931, ss. 1702-1740.
Karamürsel, Ziya, Osmanlı Mali Tarihi Hakkında Tetkikler, TTK, Yayınları, 2. Baskı, Ankara 1989.
Karasığır ve Manda Encümen Raporu; 1931 Birinci Ziriat Kongresi İhtisas Raporları, Milli İktisat ve Tasarruf Cemiyeti Yayınları, İstanbul 1931, ss. 1763-1766.
Kemal, “Pamuk”, 1931 Birinci Ziriat Kongresi İhtisas Raporları, Milli İktisat ve Tasarruf Cemiyeti Yayınları, İstanbul 1931,  ss. 682-692.
Köylü, Kazım, Ziraat İktisadı, Zirai İşletmecilik, Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Yayınları, 4. baskı, Ankara 1963.
Lewis, Bernard, Modern Türkiye’nin Doğuşu, TTK Yayınları, Ankara 1998.
Mağden, Ragıp Ziay, Zirai Kombinalar, Güney Matbaacılık ve Gazetecilik, Ankara 1949.
Mağden, Ragıp Ziya, Zirai Öğretimde 110 Yıl, Türk Yüksek Ziraat Mühendisleri Birliği Yay., Ankara 1959.
Nurettin, “Atlarımız”, 1931 Birinci Ziriat Kongresi İhtisas Raporları, Milli İktisat ve Tasarruf Cemiyeti Yayınları, İstanbul 1931, ss. 1768-1789.
Osmanlı Dönemi Tarım İstatistikleri 1909, 1913 ve 1914, 3. Cilt, Hazl: Tevfik Güran, Devlet İstatistik Enstitüsü Yay., Ankara 1997.
Önder, İzzettin, “Cumhuriyet Döneminde Tarım Kesimine Uygulanan Vergi Politikası”, Türkiye’de Tarımsal Yapılar, Der.: Şevket Pamuk, Zafer Toprak, , Yurt Yayınları, Ankara 1988, ss. 113-133.
Özek, Süreyya, “Kuraklığa Karşı Tedbir”, Cumhuriyet, 23 Temmuz 1954.
Özek, Süreyya, “Ziraat Tedrisat İşini Niçin Bugüne Kadar Beceremedik?”, Cumhuriyet, 8 Temmuz 1954.
Pamuk Encümen Raporu, 1931 Birinci Ziriat Kongresi İhtisas Raporları, Milli İktisat ve Tasarruf Cemiyeti Yayınları, İstanbul 1931, ss. 693-699.
Ragıp Ziya Maden, Zirai Öğretimde 110 Yıl, Türk Yüksek Ziraat Mühendisleri Birliği Yay., Ankara 1959, s. 15-27.
Resmi Gazete, 23 Şubat 1341 (1925) Sayı: 84; 25 Şubat 1926; 16 Kanunusani 1928, Sayı: 793; 19 Haziran 1930; 2 Nisan 1931; 20 Haziran 1933 Sayı: 2432; 12 Haziran 1937, Sayı: 3629; 14 Haziran 1937, Sayı: 3630.
Silier, Oya, Türkiye’de Tarımsal Yapıların Gelişimi (1923-1938), Boğaziçi Üniversitesi İdari Bilimler Fakültesi Yayınları, İstanbul 1981.
Sözen, Nur-Arılı, Mustafa, “Atatürk Ulusal Ekonomi ve Tarım”, Atatürk ve Tarım, Tarım ve Orman Bakanlığı Yayınları, Ankara 1981, ss. 53-77.
Tayşi, Vamık, “Türkiye’de Kuraklık Felaketi ve Onunla Mücadele İmkanları”, Ziraat Dergisi, Sene: 1, Sayı: 1, 1940, ss. 10-14.
TBMM Zabıt Ceridesi, TBMM Matbaası, Ankara Devre: I, C: 26, 1924; Devre: II, C: 27, 1926; Devre: 3, C: 20, 1930; Devre:5, C:13, 1936; Devre: 5, C: 20, 1937.
Tecer, Meral, “Atatürk Döneminde (1923-1938) Ekonomik Örgütlenme”, Amme İdaresi Dergisi, C: 39, Sayı: 4, Aralık 2006, s. 75-116.
Tekeli, İlhan-İlkin, Selim, “Devletçilik Dönemi Tarım Politikaları (Modernleşme Çabaları)”, Türkiye’de Tarımsal Yapılar (1923-2000), Der.: Şevket Pamuk, Zafer Toprak, Yurt Yayınları, İstanbul 1988, ss. 37-89.
Tevfik Süleyman, “Karasığır ve Manda”, 1931 Birinci Ziriat Kongresi İhtisas Raporları, Milli İktisat ve Tasarruf Cemiyeti Yayınları, İstanbul 1931, ss. 1750-1762.
Tezel, Yahya Sezai, Cumhuriyet Döneminin İktisadi Tarihi: 1923-1950, Üçüncü baskı, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 1994.
Toprak, Zafer, “Türkiye Tarımı ve Yapısal Gelişmeler 1900-1950”, Türkiye’de Tarımsal Yapılar (1923-2000), Der.: Şevket Pamuk, Zafer Toprak, Yurt Yayınları, İstanbul 1988, ss. 19-35.
Türkiye İktisat Kongresi, 1923-İzmir, Haberler-Belgeler-Yorumlar, Haz., A. Gündüz Ökçün, , Ankara Üniversitesi SBF, Yayınları, Ankara 1981.
Ulus Gazetesi, 8 Temmuz 1949.
Yaşa, Memdu, “Zirai Toprak ve Gelirin Vergilendirilmesi”, İktisadi Kalkınmanın Zirai Cephesi, Yayına Hazırlayanlar: Ekonomik ve Sosyal Etütler Konferans Heyeti, İstanbul 1965.
Yazıcıoğlu, Turgut-Çağatay, Mecit-Sönmez, Reşit, Kuruluşunun Yirmi Beşinci Yılında A.Ü. Ziraat Fakültesi, Ankara Üniversitesi Yay., Ankara 1973.
Zincircioğlu, Öncel, Türkiye’de Tarım Teşkilatının Tarihçesi, (yayl. y.), Ankara 1994.
Ziraat Vekâleti Teşkilat ve Vazifelerine Kısa Bir Bakış, Ziraat Vekâleti İzmir Teknik Ziraat Müdürlüğü Yay., İzmir 1954.



Kaynak: Dr. İbrahim İnci, ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ DERGİSİ, Sayı 77, Cilt: XXVI, Temmuz 2010