6 Mart 2016 Pazar

AZERBAYCAN - GÜRCİSTAN - TÜRKİYE İLİŞKİLERİ , BÖLÜM 1



AZERBAYCAN - GÜRCİSTAN - TÜRKİYE BÖLÜM 1

Bölgesel İşbirliğinin Başarı Örneği

Kafkasya, Sovyetler Birliği’nin çöküşü sonrasında uluslararası politikanın gündeminde sürekli olarak çatışma ve rekabetle anılan bir bölge oldu. 
Güney Kafkasya ülkeleri 20 yıllık bağımsızlık sürecinde bölgenin tamamını kapsayan bir refah alanı oluşturmakta başarısız oldular. 
Bu ülkelerin aralarındaki siyasi sorunlar ekonomik işbirliğinin geliştirilerek bölgesel refahın tesisinin de önüne geçti. 
Bu istikrarsız ortamda Azerbaycan ve Gürcistan ile Türkiye arasında gelişen siyasi, sosyal, ekonomik ve ticari bağlar ise örnek bir işbirliği mekanizması ve sahası yarattı. 
Bu çalışma Azerbaycan, Gürcistan ve Türkiye üçlüsü arasında 1990’lı yıllarda başlayan ikili ilişkilerin neden ve nasıl üçlü stratejik ilişkilere dönüştüğünü ve bu üçlü ittifakın hangi öncelik alanları üzerinden gelişerek derinleştiğini/boyutlandığını incelemektedir.

Anahtar Kelimeler: Kafkasya, Trabzon Deklarasyonu, Türkiye, Azerbaycan, Gürcistan, İşbirliği

Prof. Dr. Mitat Çelikpala ve Dr. Cavid Veliyev

İÇİNDEKİLER

Giriş................................................................................... 2

İkili İlişkilerden Üçlü İşbirliğine Stratejik Dönüşüm................... 3

Türkiye-Gürcistan-Azerbaycan Üçlü İşbirliği:............................ 9

Dışişleri Bakanlarının Batum Zirvesi........................................ 10

Dışişleri Bakanlarının Gence Zirvesi........................................ 11

Dışişleri Bakanlarının Kars Zirvesi.......................................... 12

Ekonomik ve Ticari İşbirliği................................................... 12

Enerjide Karşılıklı Bağımlılık.................................................. 13

Doğu-Batı Taşımacılığının Merkez Bölgesi............................... 15

Bakü- Tiflis- Ahılkelek- Kars Demiryolu.................................. 16

Güvenliğin Bölünmezliği ..................................................... 17

Sonuç  ........................................ ................................... 18


Giriş

Kafkasya, Sovyetler Birliği’nin çöküşü sonrasında uluslararası politikanın gündeminde önemli yer edinen alt bölgelerden biri olarak dikkati çekmektedir. Avrasya coğrafyasında, Hazar Denizi ve Karadeniz bağlantısıyla doğu-batı ve kuzey-güney eksenlerinde merkezi bir konuma sahip olan bölge, stratejik açıdan Doğu ve Batı arasında sıkışmış bir görünüm sergilemektedir. Bölgenin güneyinde yer alan Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan, Sovyetler Birliği’nin çöküşünden itibaren gerek kendi içlerinde, gerekse birbirleriyle tarihin mirası birtakım anlaşmazlıklar neticesinde istikrarlı ve güvene dayalı ilişkiler kuramamışlardır. Bölgeye hâkim olan karşılıklı güvensizlik havası, sonuçta bu devletlerin bölge dışı aktörlerle işbirliği arayışlarının sebebi olmuştur. Bu arayışta, Kuzey Kafkasya bağlantısıyla aynı zamanda bir Kafkasya ülkesi olarak da niteleyebileceğimiz Rusya Federasyonu, hem bölgesel hem de küresel bir oyuncu olarak, bölgenin şekillenmesine etki eden ana aktörlerdendir. 
Türkiye ve İran ise bölgenin biçimlenmesinde tarihi, kültürel ve güncel bağlantılarıyla etkin rol oynayan diğer iki bölgesel aktördür. Küresel düzlemde yaşanan rekabette, bu iki ülkenin yanı sıra Rusya Federasyonu’nun AB ve ABD ile ilişkileri, yerel aktörler Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan’ın beklentileriyle birleşerek bir tür jeopolitik rekabet yaratmakta, tarafların çıkar ve beklentileri doğrultusunda stratejik birtakım alt Kafkasya alanları oluşmaktadır. Sovyetler Birliği’nin çöküşünden itibaren bu alanda çalışan uzmanların yaptıkları değerlendirmelerde genelde iki ana stratejik ittifak ekseni karşımıza çıkmakta dır: Türkiye - Azerbaycan -Gürcistan stratejik ekseni ve bunun karşısında Rusya Federasyonu-Ermenistan-İran stratejik ekseni. Bu iki ana eksenin oluşumu, gelişimi ve rekabeti 20 yıllık bağımsızlık döneminde modern Kafkasya’nın jeopolitik karakterini ve gelecek tahayyüllerini belirleyen ana çerçeveye işaret etmektedir.

Bu iki ana eksenden ikincisi, Rusya’nın bölgesel tahayyüllerinin hâkimiyetini ve küresel alana kapalı bir jeopolitik alt-bölgeyi öngören geleneksel yapının 
devamı olarak kabul edilirken ilki; Avrupa-Atlantik dünyasına yönelmiş, modern, çoğulcu ve refah içinde bir bölge yaratma çabasının yansımasıdır. İkinci eksen 
var olan çatışmaların çözümü yerine devamını, güç kullanımı ya da güç kullanma tehdidi üzerinden otoriter ve merkezi bir alan yaratarak onu korumayı hedeflerken ilk eksende önceliğin; istikrarlı, güvenilir ve kendine yeterli ulus devletlerin inşası bağlamında, uluslararası işbirliğini amaçlayan değişimin hedeflenmesi olduğu öne sürülebilir.

 Bu çerçevede ilk eksenin dönüştürücü unsuru konumundaki Türkiye’nin Azerbaycan ve Gürcistan merkezli Kafkasya politikası; bağımsız, siyasi ve 
ekonomik istikrara sahip, kendi aralarında barış ve işbirliği içinde yaşayan, ‘Batılı değerleri’ benimsemiş ülkelerin devamlılığının sağlanmasıdır. Türkiye, bu 
ülkelerin karşı karşıya kaldıkları her türlü sorunun çözümünde, adı geçen ülkelerin iç işlerine karışmadan ve uluslararası hukukun gereklerinin farkında olarak destek vermektedir. Bu destek, ticari ve ekonomik ilişkilerin ağırlıklı etkisi altında siyasi, kültürel ve askeri yönleri olan politikaların uygulanmasıyla 
sağlanmaktadır.

Bu yaklaşıma Azerbaycan ve Gürcistan’ın ortak bir vizyonla yaklaşıyor olması ise bahsi geçen eksenin gerçekliği konusunda akla gelebilecek şüpheleri ortadan kaldırmaktadır. Üç ülkenin 1990’lı yıllar boyunca ortaklaşa şekillendirdikleri somut proje ve faaliyetlerinin sonuçları 2000’li yıllarda görülmeye başlanmıştır. Her üç ülkenin, özellikle de Türkiye ve Azerbaycan’ın artan imkân ve kabiliyetleri ile uyumlu bir biçimde, tecrübeyle de desteklenen stratejik bir ittifak kurma yaklaşımı günümüzde bölgesel projelerin gerçekleştirilmesine ve ortak bir gelecek kurma tahayyüllerine daha kapsamlı bir çerçeveden bakmaya imkân tanımaktadır. Bağımsızlığın ardından geçen yirmi yılın sonunda Azerbaycan ve Gürcistan, karşı karşıya kaldıkları çeşitli sorunların varlığına rağmen, uluslararası ekonomik ve siyasi sistemin tam ve ayrılmaz birer parçası hâline gelmiş, uluslararası kuruluşların etkin üyelerine dönüşmüşlerdir. Bu süreçte Türkiye, birikimi ve Batı dünyasıyla hâlihazırda kurulu ilişkilerini, Rusya Federasyonu ile kurduğu çok boyutlu stratejik ortaklıkla da destekleyerek somut projeler geliştirmiş ve uygulamış, bu ülkelere geniş bir hareket ve işbirliği alanı sağlamıştır.

Üç ülkenin 1990’lı yılların ortasında başlayan ve 2000’lerde ivme kazanarak boyutlanan karşılıklı ikili ilişkileri Haziran 2012’de imzalanan Trabzon 
Deklarasyonu ile resmen üçlü ilişkilere dönüşmüştür. Anlaşmanın imzalandığı tarih, üç ülke arasındaki diplomatik ilişkilerinin kuruluşunun 20. yılına denk 
gelmektedir. Üçlü işbirliği; ortak siyasi, ekonomik ve ticari çıkarların geliştirilmesinin yanı sıra bölgesel güvenlik sorunlarına barışçıl ve ortaklaşa çözümler üretilmesine ve stratejik işbirliğine gidilmesine odaklanmıştır. Farklı bir söylemle, taraflar ortak ya da benzer tehdit algısının yanı sıra benzer ortak çıkarlara ve gelecek beklentisine sahiptirler. Bu bölgeyi yeniden tanımlama, dengeleri yeniden belirleme ve bölgesel rekabet oyununa yeni kurallar bütünü yaratma çabası olarak görülebilir.

Üçlü işbirliği; Hazar Denizi, Karadeniz ve Akdeniz arasında bir üçgen oluşturan sahada önemli projelerin gerçekleştirilmesini amaçlayan siyasal bir zemindir. 
Üçlü sadece Güney Kafkasya içinde değil, çevre bölgeler olan Hazar, Akdeniz ve Karadeniz havzalarıyla da karşılıklı etkileşim içinde bir stratejik alan yaratmayı hedeflemektedir. Azerbaycan aracılığıyla Hazar Havzası, Gürcistan ve Türkiye aracılığıyla Karadeniz ve Türkiye aracılığıyla Akdeniz havzası ile etkileşim söz konusudur. Bu bakış açısıyla Türkiye-Gürcistan-Azerbaycan üçlü mekanizması, Kafkasya’dan başlayarak Hazar ve Akdeniz’e ulaşan tüm bu bölgelerin barış, istikrar ve refah sahasına dönüşmesini sağlayacak yapıcı fırsatlardan biri olarak görülmektedir. Örneğin, Orta Asya ülkelerinin enerji kaynaklarını Batılı pazarlara taşıması öngörülen alternatif boru hatlarının Azerbaycan bağlantısıyla Türkiye ve Gürcistan üzerinden geçmesi ihtimali her iki ülkenin enerji güvenliğinin yanı sıra Türkiye’nin enerji ağı olma politikasını da ilgilendirmektedir. Azerbaycan petrolünün Ceyhan limanı aracılığı ile Akdeniz’e akması, bu bölgede yaşanan gelişmelere Azerbaycan’ın özel bir önem vermesine neden olmaktadır. Ya da Karadeniz’de yaşanan gelişmeler sadece kıyıdaş Gürcistan ve Türkiye’yi değil, enerji kaynaklarını Supsa ve Kulevi limanları aracılığıyla Karadeniz’e ulaştıran Azerbaycan’ı da yakından ilgilendirmektedir.

Taraflar üçlü işbirliğinde BM Şartı’na, Helsinki Nihai Senedi’ne ve uluslararası hukukun temel kurallarına bağlılıklarını yinelemektedirler. Bu çerçevede, tarafların egemenlik ve toprak bütünlüğüne saygıya, uluslararası sınırların dokunulmazlığına, anlaşmazlıkların barışçıl yollardan çözümüne ve kuvvet kullanımından (hatta kuvvet kullanımı tehdidinden dahi) kaçınmaya yaptıkları özel vurgular, bilhassa 2008 Rusya-Gürcistan Savaşı sonrası yaşanan gelişmelerin ışığında kuşkusuz hayati önem taşımaktadır. Öngörülen; bölgesel barış, istikrar ve refahın işbirliği içerisinde kurulması, bölge için daha iyi bir geleceğin inşasıdır. 
Bu yapılırken de özellikle enerji, ulaşım ve iletişim alanlarından başlayarak ticari, ekonomik, siyasi ve hatta güvenlik alanlarına kadar genişleyen ve boyutlanan bir işbirliğine gidilmesi istenmektedir. Var olan ve geliştirilen projeler ise üçlü bir stratejik ittifak alanının kurulması sürecini desteklemek için atılan somut adımlar olarak görülmektedir.

Bu çalışma Türkiye, Gürcistan ve Azerbaycan üçlüsü arasında 1990’lı yıllarda başlayan ikili ilişkilerin neden ve nasıl üçlü stratejik ilişkilere dönüştüğünü 
ve bu üçlü ittifakın hangi öncelik alanları üzerinden gelişerek derinleştiğini/boyutlandığını incelemeyi amaçlamaktadır.



***


AZERBAYCAN - GÜRCİSTAN - TÜRKİYE

İkili İlişkilerden Üçlü İşbirliğine Stratejik Dönüşüm:

Güney Kafkasya, jeopolitik konumu ve doğal kaynakları nedeniyle bölgesel ve küresel aktörler arasında tarihin çeşitli dönemlerinde yaşanan mücadelelerin 
merkezlerinden biridir. Bu bağlamda, Sovyetler Birliği’nin dağılması sonrası dönem, yerel düzeydeortaya çıkan ideolojik boşluğun yerinin doldurulması 
amacıyla bölge devletlerinin iç ve dış politikalarında bir kimlik arayışına girdikleri bir dönemdir. Bir üst seviyede ise bölgenin büyük devletleri konumundaki Türkiye, İran ve Rusya Federasyonu ile küresel aktörler AB ve ABD’nin de müdahil oldukları jeopolitik bir mücadele döneminin başladığı görülmektedir.

Bu süreçte ortaya çıkan Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT) ya da GUAM gibi bölgesel yapılanmalar bir taraftan güç merkezlerinin jeopolitik mücadelesinde birer araca dönüşürken öte yandan bölge devletlerinin kimlik arayışına etki eden unsurlar olarak rol oynamışlardır. Güney Kafkasya Devletleri›nin her biri BDT üyesi olmuş, fakat 2008 Rusya-Gürcistan Savaşı sonrası Gürcistan örgütten ayrılmıştır. Ne Gürcistan, ne de Azerbaycan BDT’nin askeri kanadı olarak tasarlanan Kolektif Güvenlik Örgütü üyeliğini kabullenmezken, Ermenistan bu yapılanmanın bölgedeki en aktif üyesi olmuştur. Benzer biçimde; Ermenistan, Rusya Federasyo nu tarafından şekillendirilen Avrasya Birliği’nin üyesiyken, Azerbaycan ve Gürcistan bu türde bir birlikteliğe yeşil ışık yakmamışlardır. Her 
üç Güney Kafkasya Devleti 1994’ten itibaren NATO ile Barış İçin Ortaklık (BİO) Programı çerçevesinde işbirliği içinde olsalar da, taraflar işbirliklerini farklı 
düzeylerde tutmayı tercih etmişlerdir. Her üç devlet de Avrupa Konseyi’nin üyesidir ve AB ile Komşuluk Politikası (European Neighbourhood Policy-ENP) ve 
Doğu Ortaklığı (Eastern Partnership-EaP) çerçevesinde işbirliği yapmaktadırlar. Kısacası, Güney Kafkasya Devletleri’nin 20 yıllık sürede yoğun bir jeopolitik 
rekabet karşısında barış ve istikrar sağlayacak optimum dengeye ulaşmayı hedefledikleri görülmektedir.

Bağımsızlık sonrasında, Gürcistan ve Azerbaycan açısından en önemli iç ve dış politika sorunu bu devletlerin bağımsızlık, egemenlik ve toprak bütünlüklerinin 
komşu devletlerce kabulü konusudur. Bu durum, iki devletin ortak hareket etmesinin alt yapısını sağlayan ana unsurlardan biridir. Benzer sorunların varlığı ve bu sorunların iki ülkenin beklentilerini karşılayacak birtakım ittifak ilişkileriyle çözülmesi beklentisi karşımıza öncelikli ülke olarak Türkiye’yi çıkartmaktadır. 
Nitekim Türkiye, bağımsızlık ilanı döneminde bu ülkelere Batılı aktörlerce özellikle de ABD tarafından bir tür ‘model ülke’ olarak sunulmuştur.1 Bu bağlamda Sovyetler Birliği’nin çöküşünün uluslararası sistemde yarattığı kökten değişimin Türkiye’nin dış ve güvenlik politikaları üzerindeki etkisi yapısaldır. Model ülke olarak nitelenen Türkiye, 1990’ların başından itibaren eski Sovyet coğrafyasıyla var olan ortak etnik, dil, din ve kültürel bağlardan hareketle dış ve güvenlik politikalarını neredeyse tamamen gözden geçirmek durumunda kalmış, yeni bir Avrasya vizyonu gündeme gelmiştir. Eski Sovyet coğrafyası ile siyasal ilişkiler hızla kurulmuş siyasi, askeri, ekonomik ve ticari ilişkilerin geliştirilmesi yle de bu ilişkiler renklenmiş ve çok boyutlu bir çerçeve kazanmıştır.

Sovyetler Birliği’nin çöküşü Türkiye açısından tarihi bir ‘fırsat’ olarak görülmüş; Türkiye, Kuzey Kafkasya’dan İran Körfezi’ne, Adriyatik’ten Çin 
Seddi’ne uzanan ‘Türk Dünyası’nı kapsayan geniş alanda etkinlik gösterebilecek ‘bölgesel bir güç’ olarak nitelendirilmiştir.2 Bu dönemin gündeminin başlıca 
tartışması, yaşanan gelişmelerin Türkiye’yi, Cumhuriyet tarihinde ilk defa yakın çevresinde yer alan bölgeleri içeren alanlarda nüfuza sahip olabilecek; Karadeniz, Kafkasya ve Orta Asya’da önemli roller oynayabilecek bir ülke konumuna taşıyıp taşımayacağıdır. Türkiye’nin bu konuma, küresel gelişmelerin de yardımıyla, yeni bağımsızlıklarını elde eden devletlerle paylaştığı tarih, soy bağı, din ve dil gibi ortak noktalar sayesinde ulaşma imkânına sahip olduğuna inanılmaktaydı. Bu ortamda, Türkiye’nin bölgeye yönelik politikalarının temelini, yeni devletlerin toprak bütünlüğünün korunması ve kalıcı bağımsızlıklarının bir daha geri dönülemeyecek biçimde sağlanacağı ilişkiler ağının kurulması teşkil etmiştir.

Kısacası Azerbaycan-Gürcistan-Türkiye üçlüsünün ortak çıkar birlikteliği ve benzer dünya görüşü sayesinde bir araya geldikleri iddia edilebilir.3 Farklı 
bir söylemle bu üçlünün bir araya gelmesinde küresel ve bölgesel gelişmelerin yanı sıra karşılıklı ihtiyaç ve çıkar alanları belirleyicidir: güvenlik, enerji, ulaştırma ve ticaret. Bu alanlara yönelik politika ve projelerin şekillendirilme sinde Azerbaycan, Gürcistan ve Türkiye fiziki ve siyasi yakınlıkları nedeniyle birbirlerini öncelikli ortaklar olarak görmüşlerdir. Azerbaycan ve Türkiye ‘tek millet, iki devlet’ vurgusu çerçevesinde birbirlerini öncelikli ve doğal ortaklar olarak değerlendirmişlerdir. 
Nitekim Türkiye, Azerbaycan’ın bağımsızlığını diğer eski Sovyet Cumhuriyetleri’nin tamamından önce ve ayrı bir biçimde, 9 Kasım 1991’de tanımıştır. 
Türkiye, Azerbaycan’ın bağımsızlığını tanıyan ilk ülkedir. Azerbaycan ile ilişkilerin gelişeceği zemini tanımlayan, ‘Türkiye Cumhuriyeti ile Azerbaycan Cumhuriyeti Arasında Yeniden Diplomatik İlişkilerin Tesisi Hakkında Protokol’ ise 14 Ocak 1992’de, Bakü’de imzalanarak yürürlüğe girmiştir.4

Kafkasya’nın Karadeniz’e kıyıdaş tek ülkesi konumundaki Gürcistan, Türkiye ile Azerbaycan arasındaki coğrafi bağlantıyı sağlamaktadır. Bu konumu Gürcistan’ı Azerbaycan açısından ülkenin başta Türkiye olmak üzere Batı dünyasına açılmasını sağlayan siyasi ve ekonomik ortak hem de NATO ile işbirliğini sağlayacak askeri-stratejik ortak hâline getirmiştir. Türkiye, Gürcistan’ın bağımsızlığını, bu öncelik ve stratejik bağlantının bilinci içinde, diğer eski Sovyet Cumhuriyetleriyle eş zamanlı olarak 16 Aralık 1991’de tanımıştır. Gürcistan ile diplomatik ilişkiler, dönemin Dışişleri Bakanı Hikmet Çetin’in Tiflis’e yaptığı ziyaret sırasında, 21 Mayıs 1992’de imzalanan protokolle kurulmuştur.5 Takiben, dönemin Başbakanı Süleyman Demirel’in 30 Temmuz 1992’de yaptığı ve Gürcistan’ı ziyaret eden ilk başbakan olarak tarihe geçtiği Tiflis ziyareti sırasında, Eduard Şevardnazde ile imzaladığı ‘Türkiye Cumhuriyeti ile Gürcistan Cumhuriyeti Arasında Dostluk, İşbirliği ve İyi Komşuluk Anlaşması’, Türkiye-Gürcistan ilişkilerinin genel çerçevesini belirlemiştir. On beş maddelik bu anlaşma, iki ülkenin birbirlerinin egemenlik, bağımsızlık ve toprak bütünlüğüne saygı göstereceğini teyit etmekle kalmayıp, sınırları belirleyen 1921 tarihli Kars Anlaşması’na da atıf yapmaktadır.6 Bu atıf, Türkiye’nin Sovyetler Birliği döneminde şekillenen sınırlarının, Sovyetler Birliği’nin çöküşü sonrasında da teyidi açısından önemlidir. Benzer bir anlaşma Azerbaycan’la da imzalanmıştır. Bu anlaşmalar, Türkiye-Azerbaycan-Gürcistan ilişkilerinin her boyutunu gözeten temel anlaşmalar olma niteliğindedir. Bu anlaşmaların Azerbaycan ve Gürcistan açısından önemi, karşı karşıya bulundukları etnik anlaşmazlıkların yarattığı olumsuz hava karşısında ve ayrılıkçı olarak nitelenen gruplara karşı bölgesel ve uluslararası alanda destek bulma çabasına somut bir cevap teşkil etmesindedir. Taraflar bu anlaşmalarla kendi topraklarında karşı tarafın toprak bütünlüğünü ve yasal düzenini zor kullanarak değiştirmek isteyen örgüt, grup ve şahısların faaliyetlerine mani olmayı taahhüt etmekteydiler.

Bu bakış açısıyla taraflar ilişkilerini işbirliği üzerinde temellendirmiş ve çok boyutlu işbirliğini öne çıkartan bir yaklaşımla, Kafkasya’da karşı karşıya kalınabilecek muhtemel bir jeopolitik kuşatmayı aşmak adına birlikte hareket etmeyi tercih etmişlerdir.7 Azerbaycan ayrılıkçı hareketlere karşı Gürcistan’ın toprak bütünlüğünü desteklemiş, petrol ve doğal gaz hatlarının Gürcistan üzerinden geçmesini sağlamış ve uluslararası alanda Gürcistan’ın stratejik değerinin artmasına katkıda bulunmuştur.

Türkiye, Azerbaycan ve Gürcistan’ın birlikte şekillendirdikleri ve geliştirdikleri işbirliğinin, dolayısıyla güvenlik ve dış politikalarının temel unsurları ortaktır. Bu unsurlar; Kafkasya’da bağımsız, siyasi ve ekonomik istikrara sahip, kendi aralarında barış ve işbirliği içinde yaşayan, Batılı değerleri benimsemiş ülkelerin varlığının devamının sağlanması ve bu ülkelerin belirtilen unsurlar çerçevesinde sürekli biçimde birbirlerini desteklemeleridir. Kafkasya Devletleri’nin bağımsızlık ve toprak bütünlüklerinin tanınması ve bunun uluslararası toplumun tüm imkânlarının kullanılarak korunması, taraflarca her fırsatta bir öncelik olarak vurgulanmıştır.8 Bu, her üç ülkenin de önemsediği ve politikalarını üzerine inşa ettiği ulusal çıkarlarla tam uyumlu bir bakış açısıdır ve beklenilen sonuçları vermiştir.

1990-1995 arası dönemde, yeni fırsatlarla, fırsatların beraberinde getirdiği risk ve tehditler, her üç ülkenin ortak vizyonlarını ve bu çerçevede politikalarını 
şekillendiren ve karar alıcıları yönlendiren faktörlerdir. Türkiye açısından, Soğuk Savaş döneminin bitmesiyle birlikte kaybedileceğinden çekinilen stratejik önemi 
yeniden kazanma beklentisi, Orta Asya’ya kadar uzanan sahada temel Batılı aktör olma umudu, enerji dâhil yeni kaynaklara hâkim olabilme imkânı, artması 
muhtemel ekonomik ve ticari ilişkiler önceliklidir. Gürcistan ve Azerbaycan açısından ise karşı karşıya kalınan istikrarsızlığın ve çatışmaların barışçıl yollarla 
çözümlenmesi ihtimali, dış politikada dengeleme ve Batılı aktörlerle kalıcı ve yakın ilişkiler kurarak ekonomik refahın sağlanması öncelikli fırsatlardır. 
Algılanan risk ve tehditler de ortaktır: Sovyetler Birliği’nin çöküşüne rağmen, özellikle bölgesel dengeler bağlamında öncelikli tehdit olarak görülen 
Dağlık Karabağ’ın Ermenistan tarafından işgali ve Gürcistan merkezli biçimde bölgeye hâkim olan etnik temelli anlaşmazlık ve çatışmaların yayılması 
ihtimali; küresel rekabetin bölgesel dengelere etkisi ve ortaya çıkması muhtemel yeni istikrarsızlıklar.9

Azerbaycan ve Gürcistan, Sovyetler Birliği’nin çöküşünü takip eden 1990-1993 döneminde karşı karşıya kaldıkları belirsizlik ve bilinmezliklerle dolu siyasi karmaşa ortamında istikrarın sağlanması amacıyla Türkiye ile yapıcı ilişkiler kurmaya çalışmışlardır. Takip eden 1993-1995 dönemi, bölge ülkeleriyle Türkiye arasındaki ilişkilere karşılıklı iyimserliğin hâkim olduğu ve geleceğe ilişkin büyük umutların beslendiği bir dönemdir. Bu yapıcı ilişkilerin oluşmasında dönemin devlet başkanları Süleyman Demirel, Haydar Aliyev ve Eduard Şevardnadze arasındaki kişisel yakınlık önemli rol oynamıştır. Bu dönemde, 20 Eylül 1994’te, aralarında Türkiye’nin de yer aldığı Batılı ortaklarla Azerbaycan arasında imzalanan ‘Asrın Anlaşması’ olarak da nitelendirilen anlaşma, Azerbaycan petrolünün Gürcistan ve Türkiye üzerinden inşa edilecek bir boru hattıyla Batılı pazarlara ulaştırılmasını öngörmekteydi. Bakü-Tiflis-Ceyhan (BTC) Boru Hattı’nın inşasıyla neticelenecek olan bu anlaşma 2012’de resmileşecek üçlü ilişkilerin de başlangıç noktasıdır.

Bölgesel ve küresel gelişmelerin etkisi altında karşılaşılan fırsatlar ve riskler dengesi, Türkiye, Azerbaycan ve Gürcistan’ın bölgesel politikalarına ve 
işbirliğine yukarıda bahsi geçen ‘Asrın Anlaşması’nın kazandırdığı ivmeyle özellikle 1995 yılı sonrasında stratejik bir bakış açısı kazandırmıştır. Bu stratejik 
bakış, bu ülkelerin beklenti ve sınırlılıklarını dikkate alan, kapsamlı ve etkin bir yaklaşım geliştirme zorunluluğunun da sonucudur. Bu stratejik bakış açısının 
dikkat çeken yanı, işbirliğinin başta Batılı ülkeler ve kurumlarla olmak üzere uyum ve işbirliği içerisinde şekillendirilerek yürütülmesidir.10 Her üç ülkenin liderleri, 1990’lı yıllarda güvenlik konusu da dâhil olmak üzere, Batı dünyasının bölgesel çıkarları ile kendi çıkarları arasında farklılık görmemişlerdir.11 Dolayısıyla, üç ülkenin bölgesel dış ve güvenlik politikaları, ağırlıklı biçimde Batılı müttefikler ve uluslararası kuruluşlarla birlikte hareket etmek üzerine inşa edilmiştir. Bu; dönemin koşulları, bölgesel dengeler ve ekonomik, ticari ve siyasi koşullar dikkate alındığında gerçekçi bir yaklaşımdır. Öte yandan, bölgesel öncelikleri Batılı öncelik ve çıkarlarla ortaklaşa tanımlamak Azerbaycan’ın denge politikasına hizmet etmektedir, Türk dış politikasının genel çizgisiyle uyumludur ve Gürcistan açısından bir öncelik olarak görülmektedir.


Bölgesel dengelerde Rusya ve İran’ı mümkün olduğunca yabancılaştırmadan Türkiye tarafından temsil edilen Batılı aktörlerle dengelemek oluşturulan 
politikaların ortak noktalarıdır.12 Karar alıcıların değerlendirme ve yaklaşımları, başta ABD olmak üzere Batılı ülkelerin izledikleri, Sovyetler Birliği’nden 
koparak bağımsızlıklarını elde eden devletlerin küresel sistemin bir parçası hâline getirilmesi önceliğiyle de örtüşmektedir. Liderler, üç ülkenin sınırlı kaynaklarını 
Batılı kaynak ve destek/programlarla güçlendirerek en azından başlangıç için sağlam bir zemin yakalamayı hedeflemişlerdir.

Bu çerçevede oluşturulacak bir etkinliğin, Türkiye açısından bölgesel rakipleri geride bırakmada ve bölgesel politikaların yaratabileceği olumlu etkileri 
dış politikanın diğer alanlarında kullanmada fayda sağlayacağına inanılmıştır. Azerbaycan ve Gürcistan’ın beklentilerinin de bu yönde olması, üç ülke arasındaki işbirliği zemininin hızlı ve temel alanların tamamını kapsayacak biçimde gelişmesine destek olmuştur. Bu işbirliğinde, en avantajlı alan olarak görülen ekonomik ve ticari ilişkiler, çerçeveyi belirleyecek ana eksen olarak görülmüş, Azerbaycan’ın sahip olduğu enerji kaynaklarının, Gürcistan ve Türkiye’den geçen alternatif hatlar üzerinden Batılı pazarlara ulaştırılması bağlamında enerji sektörü de sürükleyici sektör hâline gelmiştir. Nitekim 1990’ların en önemli projesi durumundaki Bakü-Tiflis-Ceyhan (BTC) Boru Hattı’nın izleyeceği güzergâh ve inşası bölgesel dengeler ve küresel ilişkiler bağlamında ele alınmış ve üç ülkenin Batılı müttefikleriyle ilişkilerinin ve bölgesel politikaların şekillenmesinde zemini teşkil etmiştir. Sonraki dönemde sıklıkla üzerinde durulacak olan, en azından başlangıçta Amerika Birleşik Devletleri’nin de desteklediği Türkiye, Gürcistan ve Azerbaycan eksenli bölgesel bir denge kurulmasının itici gücü bu projedir.13 İlişkilerin hızla boyutlanarak derinleşmesi ise neredeyse 10 yıllık bir süre zarfında üç ülkeyi de içine alan bir dış ve güvenlik politikası geliştirilmesine imkân tanımıştır.

İkili ilişkilerin gelişerek derinleştiği 1990’lı yılların ikinci yarısı ve özellikle 2000’li yılların başları üçlü işbirliğinin zeminin şekillendirildiği bir dönemi işaret etmektedir. Bu dönemde tarafların farklı alan ve konulara, daha somut ve bölgesel boyutları da dikkate alarak, planlı yaklaştıkları görülmektedir. 
Fiziki bağları güçlendirmek amacıyla Sarp’a ek olarak Türkiye-Gürcistan arasındaki ikinci kapı olan Türkgözü-Ahıska sınır kapısı Ağustos 1995’de açılmış, böylece Azerbaycan’ın başkenti Bakü, Türkiye’ye üç yüz kilometre daha yakınlaşmıştır. 


Bu dönemde karşılıklı ziyaretler vesilesiyle imzalanan ikili anlaşmalar siyasal, sosyal, ekonomik ve ticari alanların yanı sıra askeri 
işbirliği ve güvenlik konularını da içermektedir. Bu anlaşma ve belgeler birbirini tamamlayan, ilişkileri derinleştirerek boyutlandıran anlaşma ve belgelerdir. 
Bunlar arasında özellikle Türkiye ve Azerbaycan arasında Mayıs 1997’de imzalanan ve ikili ilişkileri ‘Stratejik Ortaklık’ düzeyine taşıyan ‘Stratejik 
Ortaklık/İşbirliği Deklarasyonu’ üzerinde dikkatle durulması gereken belgeler arasındadır. Bu belge, Azerbaycan’ın Hazar petrolünün uluslararası pazarlara 
Türkiye üzerinden ulaştırılmasını, Ermenistan’ın Dağlık Karabağ sorunu nedeniyle kınanmasını ve işgal ettiği topraklardan çekilmesini içermektedir. 
Bu belgenin belirlediği çerçeveye uygun biçimde 29 Ekim 1998’de imzalanan ‘Ankara Deklarasyonu’ ise enerji konusunu ikili ilişkilerin merkezine oturtmuş 
ve BTC Projesi bağlamında enerji merkezli işbirliğini, Ermenistan’ı dışlayan biçimde bölgesel işbirliği projesine dönüştürmüştür. Türkiye ve Azerbaycan 
cumhurbaşkanlarının yanı sıra Gürcistan, Kazakistan ve Özbekistan liderleri ile ABD Enerji Bakanı tarafından imzalanan ‘Ankara Deklarasyonu’, Hazar 
Denizi hidrokarbon kaynaklarının dünya pazarlarına ulaştırılması için Hazar-Akdeniz (BTC) hattının ‘Ana Petrol Boru Hattı’ olarak gerçekleştirilmesini 
öngörmekteydi. Bu belge ile Türkiye-Azerbaycan ikili ilişkileri Gürcistan’ın da katılımıyla üçlü düzeye taşınmış, Kafkasya’nın geneline yönelik stratejik bir 
bakış açısı geliştirilmesi sağlanmıştır. Boru hatları, kara ve demiryolu ağları ile ticari ve ekonomik anlaşmalarla, Kafkasya’da oluşan Türkiye-Gürcistan-Azerbaycan eksenli stratejik bir dengenin etkileri bu tarihten itibaren açıkça izlenmektedir. Bu gelişme, Azerbaycan ve Gürcistan’ın beklentilerinin karşılanması adına bölgesel bir ittifak oluşması açısından önemlidir.

Takiben, 18 Kasım 1999’da İstanbul’da imzalanan ‘Türkiye Cumhuriyeti, Azerbaycan Cumhuriyeti ve Gürcistan Arasında Petrolün Azerbaycan Cumhuriyeti, Gürcistan ve Türkiye Cumhuriyeti Ülkeleri Üzerinden Bakü-Tiflis-Ceyhan Ana İhraç Boru Hattı Yoluyla Taşınmasına İlişkin Anlaşma’ ilişkilerin bölgesel bir boyut kazandığını göstermektedir. Anlaşmanın imzalanmasını takiben Dokuzuncu Cumhurbaşkanı Demirel’in 14-15 Ocak 2000 Tiflis ziyareti ve 9 Mayıs 2000’de İstanbul’da imzalanan protokolle Türkiye-Gürcistan-Azerbaycan ilişkileri enerji merkezli olmak üzere bölgesel bir boyut kazanmıştır.14 Bu anlaşma ile ticari ve ekonomik ilişkiler öncelikli biçimde şekillenen ilişkiler, BTC ham petrol boru hattı ve BTE doğal gaz boru hattının yanı sıra deniz, kara 
ve hava taşımacılık ağıyla iç içe geçmiş bölgesel bir işbirliğinin kurulmasını sağlamış, Kafkasya bölgesel politikalarında Gürcistan’ı merkezi bir konuma 
taşımıştır. Bu durum, Şevardnadze tarafından Ekim 2001’de Washington’da “Gürcistan Rusya’nın güney kanadı değil, aksine Türkiye’nin kuzey kanadıdır.” 
şeklinde değerlendirilmiştir.15 İkili ilişkilerde, kuşkusuz Rusya Federasyonu’nun Gürcistan’a yönelik sert ve olumsuz tavrının etkisi, ülkenin Batı dünyasıyla 
bütünleşme politikası kadar belirgindir. Bu bağlamda Türkiye, Gürcistan açısından Rusya Federasyonu’nu dengeleyebilecek ve Batı dünyasının ilgisini Gürcistan’a çekerek uluslararası ilişkilerde Gürcistan’a destek olabilecek yegâne komşudur. Azerbaycan’la yapıcı ilişkiler de Kafkasya merkezli olarak bir dayanışma, işbirliği ve güvenlik anlamına gelmektedir.

Aşağı yukarı eş zamanlı olarak gerçekleşen 1999 AGİT İstanbul Zirvesi sonrasında Dokuzuncu Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in Azerbaycan 
ve Gürcistan’ın karşı karşıya kaldığı sorunlara çözüm amacıyla ürettiği ‘Kafkasya İstikrar Paktı’ bu dönemde Türkiye’nin, Azerbaycan ve Gürcistan’ın toprak 
bütünlüğü konularını ve Dağlık Karabağ sorununu uluslararası platforma taşıdığı dikkati çeken önemli bir girişimdir.16 Bu bağlamda önerinin hem Aliyev, 
hem de Şevardnadze tarafından bölgesel gelişmelerde Rusya Federasyonu’nun etkisini dengelemek adına açıkça desteklendiği görülmektedir.

Farklı bir söylemle ikili ilişkiler bağlamında ele alındığında 1990’lı yılların ikinci yarısı, Türkiye-Gürcistan ve Gürcistan-Azerbaycan ikili ilişkilerinin 
eş zamanlı biçiminde stratejik boyut kazandığı ve üçlü perspektife zeminin hazırlandığı bir dönemdir. Üçlü seviyede, Gürcistan ve Azerbaycan’ın kendi 
millî ordularını kurmaları ve askeri yapılanmalarının tamamlanması ile Karabağ ve Abhazya gibi dondurulmuş anlaşmazlıklar ve diğer etnik sorunların çözümüne katkı sağlanmaya çalışılmış, enerji alanında işbirliği bağlamında ilişkilere bölgesel bir boyut kazandırılmaya girişilmiştir. Bu amaçla özellikle ABD ve Batı’nın da desteğiyle NATO ile işbirliği içinde faaliyet gösterilmiş, imzalanan ikili anlaşmalarla askeri ilişkiler de kurumsal ve sürekli bir hâl almıştır.17

Bu bakış açısının bir sonucu olarak, 2000-2004 döneminde gerçekleştirilen karşılıklı ziyaretler ve imzalanan çeşitli anlaşmalarla geri döndürülmesi zor 
bir birliktelik yaratılmıştır.18 Gürcistan, bu çerçevede, belki de Türkiye’nin en az sorun yaşadığı ve en üst düzeyde işbirliği tesis edebildiği sınır komşusu olmuştur. 
Şevardnadze’nin Ocak 2001’de gerçekleştirdiği Türkiye ziyareti sırasında imzalanan siyasi, ekonomik, ticari, kültürel ve askeri işbirliğini öngören bir dizi 
belge, Türkiye-Gürcistan ilişkilerinin stratejik ortaklık seviyesine çıkartılması olarak değerlendirilmiştir. Bu durum, Türkiye’nin Kafkasya’da Azerbaycan’dan sonra ikinci bir stratejik ortak edinerek hem Kafkaslarda hem de Karadeniz’de daha etkin politikalar izleyebileceğinin işareti olarak kabul edilmiştir.19

2001 yılı üçlü ittifakın askeri boyutunun işlerliği açısından bir dönüm noktasıdır. İran ile Azerbaycan arasında Hazar Denizi’ndeki Araz yatağı konusunda 
yaşanan fikir ayrılığı 3 Temmuz 2001’de İran savaş gemilerinin Azerbaycan’ın araştırma gemilerini tehdit etmesiyle askeri bir gerginliğe dönüşmüştür. İran 
jetlerinin Azerbaycan hava sahasını ihlal etmesi ise gerginliği bir üst seviyeye taşımıştır.20 Azerbaycan tarafından bir kışkırtma olarak nitelenen bu gelişmeler 
sonrasında, Türk Genel Kurmay Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu’nun Azerbaycan’ı ziyaret etmesi ve Türk Yıldızları’nın 24 Ağustos 2001’de Bakü’de 
neredeyse 1 milyon kişinin izlediği bir gösteri yapması Türkiye’nin tepkisi ve güvenlik işbirliğinin çalışması olarak nitelendirilmiştir.21

Bu dönemde üç ülkenin güvenlik alanındaki işbirliğini boyutlandırarak derinleştiren bir diğer küresel gelişme ABD’de yaşanan 11 Eylül saldırılarıdır. 11 Eylül olaylarının hemen ertesinde Ekim 2001’de bir araya gelen Gürcistan Dışişleri Bakanı Irakli Menagarişvili ve Türkiye Dışişleri Bakanı İsmail Cem, terörizmle mücadele amacıyla Azerbaycan’ın da dâhil olduğu üçlü bir işbirliği mekanizmasının oluşturulması konusunu müzakere etmişlerdir.22

İki binlerin başı her üç ülkede de iktidar değişikliklerinin yaşandığı bir dönemi işaret etmektedir. 2002’de Türkiye’de, 2003’de Azerbaycan’da ve 2004’de 
Gürcistan’da yaşanan değişimler üçlü ilişkileri olumsuz biçimde etkilememiş ve bu durum üçlü ilişkilerin zorlu bir sınavdan başarıyla çıktığının kanıtı 
olmuştur.23 Nitekim Gürcistan’ın yeni lideri Mikhael Saakaşvili’nin 4-5 Mart 2004’te gerçekleştirdiği Azerbaycan ziyareti sırasında yaptığı “Gürcistan 
Azerbaycan stratejik ortak ve kardeş ülkelerdir,” şeklindeki açıklaması değişime rağmen süreçte bir aksama yaşanmayacağının bir işareti olarak kabul 
edilmiştir.24 Bu dönemde özellikle Rusya-Gürcistan ilişkilerine hâkim olan sürekli gerginlik hali, 2005’ten itibaren Rusya’nın Gürcistan’a başta en önemli 
ihraç kalemleri şarap ve tarım ürünlerinin ithalatının engellemesi ve doğal gaz fiyatını yükseltmesiyle birleşince, Azerbaycan ve Türkiye Gürcistan açısından 
daha da öncelikli ortaklara dönüşmüştür. Karşılıklı ticari ilişkiler yoğunlaşmış, Azerbaycan Gürcistan’a doğal gaz satışını artırmıştır. Bu dönemde Azerbaycan 
kendi rezervlerinden 1 milyon metreküpün üzerinde ek doğal gaz satarak Gürcistan’ın krizden çıkmasına yardımcı olmuştur. Dönemin Gürcistan Cumhurbaşkanı Saakaşvili, Tiflis Devlet Üniversitesi’nde yaptığı bir konuşmada, Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev’i överek atılan adımları `kahramanca adımlar` olarak nitelemiştir.25

2008 Rusya-Gürcistan Savaşı üçlü ittifakı canlandıran bir diğer gelişmedir. Savaş sonrasında ABD’nin Rusya’ya yönelik olarak yürürlüğe soktuğu ‘yeniden 
başlama’ (reset) politikası, AB’nin bölgede gittikçe azalan etkinliği ve Türkiye’nin bölgeye yönelik daha aktif bir politik vizyon geliştirmesi, Azerbaycan-Gürcistan-Türkiye üçlüsünün yeniden ve daha etkin bir biçimde gündeme gelmesini sağlamıştır. Orta Doğu’da yaşanan gelişmeler, Rusya-Ukrayna-AB 
eksenli krizler de bölge güvenliği açısından önemli sonuçlar doğurmuştur. Küresel ekonomik kriz bu üçlünün ekonomik güçlerini ve karşılıklı etkileşimi 
artırmaları gereğini ortaya çıkartmıştır. Rusya’nın Gürcistan’a karşı uygulamaya koyduğu yaptırımlar, Azerbaycan’ın kendine yeni pazarlar araması ve petrol 
dışı sektörleri geliştirme çabası Türkiye’nin bölgesel beklentileriyle de desteklenerek üçlü arasındaki dayanışma duygusunu artırmıştır.

Kısacası, ikili yoğun ilişkiler Azerbaycan’da İlham Aliyev ve Gürcistan’da Mikhael Saakaşvili dönemlerinde kurumsallaşarak derinleşmiş, yaşanan birtakım sorunların varlığına rağmen üç ülke engelleri sorunsuz bir biçimde aşabilmeyi başarmışlardır. 2008 Rusya-Gürcistan Savaşı, Türkiye-Ermenistan normalleş me süreci gibi olayların olumsuz etkileri gerek bölgesel sorunların yatıştırılarak dengeye ulaşılması ve gerekse karşılıklı ikili ziyaretler sonucunda, 2010 yılından itibaren normalleşmeye başlamış, kurumsal işbirliği yeniden eski ve sakin hâline dönerek devam etmiştir. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün 16-17 Ağustos 2010’da Bakü’ye gerçekleştirdiği ziyaret sırasında Azerbaycan’la Türkiye arasında imzalanan ‘Stratejik Ortaklık ve Karşılıklı Yardım Anlaşması’, 
sorunlu geçen yaklaşık iki yıllık bir sürenin sonunda, ikili ilişkilerde dayanışmayı yeniden ve farklı bir motivasyonla gündeme taşımıştır.26 İkili görüşmelerde, 
Kafkasya’nın istikrarlı ve güvenli bir bölge olması için yapılması gerekenler detaylı bir şekilde ele alınmıştır. 


Bu noktada, Dağlık Karabağ sorununun Azerbaycan’ın toprak bütünlüğü çerçevesinde çözümlenmesi ve Azerbaycan’ın işgal altındaki topraklarındaki işgalin sona ermesi konularının Türkiye’nin de önceliği olduğu yeniden vurgulanmıştır. Cumhurbaşkanı Gül’ün, Türkiye’nin, Azerbaycan ile daima istişare içinde olacağını ve bölgesel meselelerin çözülmesi için yoğun çabalarını sürdüreceğini belirterek ‘Bütün Azeri kardeşlerime, Türkiye’nin daima Azerbaycan’ın yanında olduğu, dayanışma içinde olduğunu ve olmaya devam edeceğini bir kez daha buradan duyurmak isterim.’ şeklinde konuşmuştur. 27

Özetle, Sovyetler Birliği’nin çöküşünden üçlü işbirliğinin resmen kurulduğu 2012 yılına kadar aradan geçen 20 yıllık süre değerlendirildiğinde 
tarafların karşı karşıya kaldıkları bölgesel sorunların çözümünde ve ortak bir gelecek inşasında benzer bir siyasal bakış açısına sahip oldukları ve ortak çıkarları gerçekleştirmek adına gerekli kurumsal yapılanmaları oluşturdukları görülmektedir. Bunun üçlü bir stratejik işbirliğine dönüştürülmesinde üçlü işbirliği zeminin yaratılmasını sağlayan ana etken olarak ekonomik ve ticari ilişkiler ağı belirginleşmektedir. Üç ülkenin ticari ve ekonomik ilişkilerini kullanarak bir çıkar birlikteliği ve bölgesel etkinlik yaratma politikalarının sonuç verdiği görülmektedir. Artan ticaret hacmi ve gelişen ekonomik bağlar kalıcı sonuçlar yaratmıştır. 
BTC ve BTE başta olmak üzere alternatif boru hatlarının inşasıyla desteklenen bu süreç, kara yolu ağları ve demir yolu bağlantılarının kurulmasıyla hızla gelişen ekonomik ve ticari ilişkiler sayesinde günümüzdeki seviyesine ulaşmış, Batının da bölgeye yönelik ilgisi ve desteği kalıcı bir biçimde tesis edilebilmiştir. Kısacası siyasi, ekonomik ve ticari ilişkilerin güvenlik boyutunu da içine alır bir biçimde, ikili stratejik ilişkiler seviyesinden bölgesel stratejik ilişkilere dönüşebilmesi için gereken altyapı, 20 yıllık bir süre zarfında kurulmuştur. Bunun sonucu olarak, taraflar ortak bir işbirliği mekanizmasını yürürlüğe sokmak amacıyla 8 Haziran 2012’de Trabzon’da biraraya gelerek Trabzon Deklarasyonu adıyla anılan belgenin altına imza atmışlardır.28 Üç ülkenin karşılıklı olarak birbirlerini tanımalarının 20. yılına denk gelen bu bildiri, üçlü bir Dışişleri Bakanları mekanizmasının kurulmasını sağlamıştır. 

Bu mekanizma, takip eden süreçte yayımlanan eylem planı ile de desteklenen kurumsal bir işbirliğini karşımıza çıkartmıştır.


***


AZERBAYCAN - GÜRCİSTAN - TÜRKİYE
Türkiye-Gürcistan-Azerbaycan Üçlü İşbirliği



Türkiye-Gürcistan-Azerbaycan üçlü işbirliği, Kafkasya’da çok boyutlu işbirliğini öngören stratejik boyutlara sahip bir işbirliği girişimi ve mekanizmasıdır. 
Somut projelerle desteklenen, uzun soluklu ve hedefe yönelik bu girişim, Kafkasya’yı özellikle Batı dünyasıyla ilişkilendirmekte, demokratik, çoğulcu ve refah içinde bir bölge yaratılmasını hedeflemektedir. Stratejik boyutlara sahip olan bu anlayış, üç ülke liderlerinin kullandıkları söylemlere de bakılarak, bölgesel düzeyde siyasi, ekonomik ve ticari işbirliği üzerinden bütünleşmeyi amaçlayan kapsamalı bir proje olarak değerlendirilebilir. Özellikle birbirlerini “bir millet ve iki devlet“ olarak nitelendiren Azerbaycan ve Türkiye’nin bağlantısının kalıcı ve güvenli bir biçimde tesisi düşüncesi ile Gürcistan’ın Batı ile olan bağını Türkiye üzerinden kalıcı hale getirme beklentisi ilişkilerin jeopolitik ve stratejik boyutunu teşkil etmektedir.

Üçlü işbirliğinin başlangıcı, üç ülkenin dışişleri bakanlarının Türk Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun davetiyle, 8 Haziran 2012’de Türkiye’nin Karadeniz kıyısındaki Trabzon şehrinde bir araya gelerek gerçekleştirdikleri ilk üçlü dışişleri bakanları toplantısıdır. Türk Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Azerbaycan Dışişleri Bakanı Elmar Memmedyarov ve Gürcistan Dışişleri Bakanı Grigol Vashadze’nin katılımlarıyla gerçekleştirilen toplantıda, bölgesel konuların yanı sıra karşılıklı çıkarlar temelinde her alanda işbirliği anlayışının geliştirilmesi ve bölgesel istikrar ve güvenliğin pekiştirilmesine katkı sağlanması konuları ele alınmıştır. Zirve sonunda açıklanan ve Trabzon Deklarasyonu olarak da anılan bildiride, tarafların diplomatik ilişkilerin kuruluşunun 20. yılını kutladıkları belirtilerek, üç ülkenin Kafkasya’da “barış, istikrar, işbirliği ile zenginlik ve refahın artışını” hedefleyen daha iyi bir gelecek inşası için kararlı oldukları vurgulanmaktadır.29 Üç sayfalık bildiride, tarafların üç ülke arasındaki ikili ilişkiler ve siyasal diyalogun ulaştığı seviyeden duydukları memnuniyete vurgu yapılarak; üçlünün siyasi, ekonomik, kültürel ve insani alanlardaki işbirliğini daha üst seviyelere ulaştıracak fırsatların yaratılması konusunda büyük bir kararlılığa sahip oldukları yinelenmektedir.

Genel olarak değerlendirildiğinde, Trabzon Deklarasyonu (Bildirisi), tarafların 20 yıllık ikili ilişkilerini ele alan, gerçekleştirdikleri projeleri özetleyen ve ulaşılması 
istenilen hedefler noktasında üç ülkenin ortak bir vizyona sahip olduklarını belirten kapsamlı bir vizyon belgesidir. Belge, bu vizyonla ilintili somut konu başlıklarını ve proje önerilerini içermektedir.

Bildiri metninde demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan hakları, serbest pazar ekonomisi, ülkelerin egemenlikleri ve toprak bütünlüklerine verilen öneme özel bir vurgu yapılarak, Kafkasya’daki anlaşmazlıkların bu ilkeler doğrultusunda barışçıl yollarla çözüme ulaştırılması için girişimlerde bulunulacağı ifade edilmektedir. 
Bu amaçla, özellikle uluslararası toplumla yakın bir işbirliği içerisinde olunacağı, her üç devletin uluslararası örgütlere üyelik ve bu örgütlerde aktif görevler alma 
konularında birbirlerini destekleyecekleri belirtilmektedir. Bu bağlamda, uluslararası toplumun öncelikli başlıklar olarak değerlendirdiği terörizm, aşırıcılık, ayrılıkçılık, narkotik ve uluslararası suçlarla mücadele konularında üçlü düzeyde ve uluslararası aktörlerle uyumlu bir işbirliği içinde olunacağı vurgulanmaktadır.

Takiben Türkiye, Gürcistan ve Azerbaycan arasındaki mevcut ilişkilerin ulaştığı seviyeden duyulan memnuniyet dile getirilerek, politika, ekonomi, kültür ve alt yapı konularındaki işbirliği olanaklarını genişletme kararlılığı belirtilmektedir. Bildiri, bu bakış açısıyla ve yukarıda belirtilen vizyon çerçevesinde BTC Ham Petrol Boru Hattı, BTE Doğal Gaz Boru Hattı ve Bakü-Tiflis-Kars Demiryolu Projesi’nin üç ülke arasındaki “etkin, çok boyutlu ve hedef odaklı” yüksek düzeyli siyasi diyalogun ve ekonomik işbirliğinin ana eksenleri ve başarılı sonuçları olduğu özellikle vurgulanmaktadır.30 Belgede, tarafların, başarılı geçmişin tecrübeleri üzerinden uluslararası toplum ve kuruluşlarla siyasi, ekonomik ve ticari işbirliğini boyutlandıracak etkin projelerin gerçekleştirilmesini amaçladığı da ifade edilmektedir. Ticaret, enerji, ulaştırma, finans ve bankacılık konularında işbirliği yapılarak ortak projelerin oluşturulmasının ve yabancı yatırımın arttırılmasının amaçlandığı açıklanmaktadır.

Bu bağlamda, Şubat 2012’de düzenlenen Türk-Azeri-Gürcü Üçlü İş Forumu’nun önemine özel bir vurgu yapılmış, işbirliği ve somut projelerin zemininin 
bu forumun belirlediği öncelikler üzerine kurulması istenmiştir.31 Bildiri, ikinci toplantının 9 Haziran 2012’de Kars’ta düzenleneceğini belirterek, taraflara 
ekonomik işbirliğini daha da güçlendirmek amacıyla Kars’ta yapılacak forumda şu konuları dikkate almalarını tavsiye etmektedir:

- Doğrudan yabancı yatırım akışını teşvik edici, avantajlı ortamın yaratılması,

- Ekonomik fayda ve istihdam yaratan bir sektör olarak turizm sektörünün desteklenmesi,

- Gıda güvenliği ve yoksullukla mücadele amacıyla tarım sektörüne özel önem verilmesi ve bu çerçevede tarım sektöründe tecrübe, bilgi ve teknoloji paylaşımına gidilmesi,

- Güney Ulaşım Koridorunu rekabetçi bir hatta dönüştürmek amacıyla, taraflar arasında ulaşım sektöründe işbirliğinin geliştirilmesi,

- Avrupa ve Asya’yı birbirine bağlayacak yegâne proje olan Büyük İpek Yolu Projesi’nin, var olan kara-deniz ve demiryollarıyla bütünleşmiş bir proje haline dönüştürülmesi,

- Yeni Bakü Uluslararası Limanı Projesi’nin, Bakü-Tiflis-Kars Demiryolu Projesi ile bütünleşmiş bir projeye dönüştürülerek, bu hattın Doğu-Batı 
Ulaşım Koridorunun ana arterlerinden birisi haline getirilmesi.

Bildiri, bu kapsamlı bakış açısının ışığında 2013-2015 yıllarını kapsayan bir eylem planı hazırlanması amacıyla uzmanlar grubu oluşturulması kararının 
yanı sıra ikinci üçlü toplantının 2012 yılının ikinci yarısında Gürcistan’da ve üçüncü toplantının da 2013’ün ilk yarısında Azerbaycan’da toplanacağı 
kararlarını alarak kapatılmıştır.

Bildiri’nin sonuçları değerlendirildiğinde, tarafların etkin bir yasal ve kurumsal alt yapı kurulabilmesi amacıyla en üst düzeyde ve düzenli aralıklarla bir araya gelmeyi amaçladıkları ve bu buluşmalarda da somut bir gündemi takip edebilmek için bir 2013-2015 Eylem Planı belirlemeyi öngördükleri görülmektedir. 
Bu bağlamda girişimin, ortak bir stratejik alan ve bu alana ait hedefler bağlamında bir işbirliği yaratmayı amaçladığı iddia edilebilir.

Toplantı sonrasında yapılan basın açıklamasına ve bunun yansımalarına bakıldığında, üç ülke arasındaki işbirliğinin sadece üç ülke ile sınırlandırılmadığı Hazar Denizi, Karadeniz ve Akdeniz üçgeninde önemli projelere zemin oluşturduğunun değerlendirildiği görülmektedir. Atılan “tarihi bir adım” sonucunda kurulan bu üçlü mekanizmanın, Davutoğlu’nun değerlendirmesiyle “bölgesel anlamda Karadeniz, Kafkaslar ve Hazar bölgesinin bir barış, istikrar ve 
refah alanına dönüşmesi için de önemli bir imkân sağlayacağına” inanılmaktaydı.32
 Davutoğlu, üçlü işbirliğinin sadece bu üç ülke arasında büyük bir işbirliği 
potansiyeli doğurmadığını, aynı zamanda Avrasya’nın en önemli hatlarını buluştuğunu vurgulamaktaydı: “Özellikle Bakü-Tiflis-Kars son önemli projemiz 
olarak bir anlamda Çin’den Londra’ya kadar gidecek olan büyük İpek Yolu’nun bu kez demir yolu şekline dönüşmüş önemli büyük proje Marmaray’la birleştiğinde dünyanın en önemli hatlarından birini oluşturacak. Tarihi kadim İpek Yolu bütün yönleriyle, enerji, demir yolu ve diğer ticaret hatlarıyla bir uyanışa geçiyor.”33

Ayrıca üçlü işbirliği mekanizmasının herhangi bir ülke ya da tarafı dışlayıcı bir niteliğinin bulunmadığı vurgulanarak, sonuç bildirgesinde yer alan ana 
başlıklara saygı göstermek şartıyla Ermenistan’a üstü örtülü de olsa yapıcı bir mesaj gönderilmekteydi. Basın toplantısında Azerbaycan Dışişleri Bakanı 
Elmar Memmedyarov’un üç ülke arasında var olan işbirliğinin bu görüşmeler sayesinde daha da gelişeceğine inandığını dile getirmesi ve Gürcistan 
Dışişleri Bakanı Grigol Vashadze’nin “üçlü işbirliği mekanizmasının herkese örnek olabileceğini” ifade etmesi işbirliğinin geleceği konusunda umutlu bir 
hava yaratmıştır.34


2 Cİ BÖLÜMLE DEVAM EDECEKTİR



***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder