4 Temmuz 2016 Pazartesi

Erdoğan:Şah, Putin:Mat -Putin’in Suriye Hamlesi Türkiye'nin Suriye’ye Girişini Engelledi, BÖLÜM 2




Erdoğan:Şah, Putin:Mat 

-Putin’in Suriye Hamlesi Türkiye'nin Suriye’ye Girişini Engelledi, BÖLÜM 2



Yazar: 
Serhat Erkmen
Bekir Ali Yüksel




1.      Olasılık: Ukrayna’da Suriye’ye Rusya’yı Kuşatmak


ABD’nin bir süredir Rus tehdidi nedeniyle (Kırım'ın işgali, Ukrayna'nın de facto bölünmesinden sonra) Doğu Avrupa, Baltık ve Kuzey Avrupa ülkelerinin topraklarını Amerikan askerlerine ve savaş makinelerine açmasıyla söz konusu ülkelere yığınak yaptığı görülmektedir. Ağustos ayı içinde IŞİD tehdidi bahanesiyle İncirliğe belirsiz bir süre için belirsiz bir miktarda bir askeri yığınağı Türkiye'nin davetiyle yapması bunun önemli göstergelerinden birisi olarak kabul edilebilir. Eğer, ABD’nin Suriye planı bir yandan Rusya’nın doğu Akdeniz’deki varlığının belkemiği olan Suriye’de rejimin savaştan başarıyla çıkmasını engellerken diğer yandan IŞİD’i bir cendereye alarak etki alanını ve kapasitesini sınırlandırmaksa bunun için Türkiye’den iyi bir müttefik bulacağa benzememektedir.

Llyod Austin'in Senato'daki tanıklığında da ifade ettiği gibi, ABD'nin IŞİD’le mücadelesi uzun vadeli ve aşamalı bir stratejiye dayanmaktadır. Bu stratejinin uygulanabilmesi için Türkiye hayati bir önem teşkil etmektedir ve Austin de İncirliğin kullanıma açılması ve Türkiye'nin bu koalisyona dahil olmasını son dönemdeki en önemli kazanım olarak nitelemektedir.

Coğrafi konumu ve askeri kapasitesiyle Karadeniz’den Ortadoğu’ya ABD’nin bu istediğini verebilecek en önemli ülke Türkiye’dir. Türkiye’nin Suriye topraklarına girerek IŞİD’in etki alanını sınırlayacak bir pozisyon alması bu örgüt üzerinde sadece çatışmadan kaynaklı etki yaratmaz. Aynı zamanda örgütün dış dünyayla fiziki bağının koparılmasında anahtar rol oynar. Uzun bir süredir ABD’nin IŞİD ve benzeri örgütlere yönelik politikasının “yok etme”ye değil etki alanını sınırlamaya yönelik olduğu zaten bilinmektedir. Bu tür örgütler doğrudan ABD çıkarlarını ya da anavatanını tehdit etmediği sürece ABD’nin onları yok etmek için kaynak, zaman, para ve güç harcama isteği ve politikasının olmadığı 1980’lerden itibaren defalarca karşılaşılan bir durumdur. Bunun da ötesinde ABD, IŞİD ya da benzeri revizyonist örgütlerin yarattığı dinamiklerden korkan statükocu ülkeleri veya onların liderlerini askeri, ekonomik, istihbari ve siyasi yardımlar yoluyla ayakta tutarak bu yapıları kendisine daha bağımlı hale getirmektedir. Dolayısıyla IŞİD benzeri örgütler ABD için bir tehdit olabilirler. Ancak sınırlandırılmış ve doğrudan güvenlik tehdidi yaratmayan bu tip aktörler ABD için zaman zaman bir fırsat kapısına da dönüşmektedirler. Öte yandan IŞİD’in Suriye’de yarattığı durum Esad Yönetimi’ni bir yandan baskı altına alırken, diğer yandan da rejimin tam olarak devrilmesini de engellemektedir. Bu bağlamda IŞİD’in Suriye’de yaptıkları, Rusya’nın enerjisini tek bir noktada toplamasını engelleyen bir avantaja da dönüşebilir. Yani, Türkiye’nin Suriye’de bir bölge oluşturması IŞİD’in etkinliğini sınırlandıran diğer yandan da Rusya’nın Ortadoğu’daki en önemli iki müttefiki olan İran ve Suriye’yi kazanamayacakları ve her ikisini de tüketen uzun vadeli bir yıpratma savaşına sürükleyecektir. Rusya’nın Suriye konusunda artan ilgisi ve çatışmaya “örtülü ama doğrudan” katılımı bu ülkenin Kırım’daki oldu bittiyi bir başka yerde yapmasının önüne geçecektir. Tüm bunlara ek olarak Suriye’de bu türden bir dinamiğin parçası olan Türkiye kaçınılmaz olarak ABD’ye daha bağımlı hale gelecektir.

Peki Türkiye’nin bu tür bir operasyondan beklentisi ne olabilir? Hükümet için ABD destekli bir “bölge” oluşturmak fikrinin iki dış politika bir de iç politika anlamında stratejik beklenti yarattığı görülmektedir. AKP’nin Suriye’deki en önemli stratejik hedefi Halep ve civarında Türkiye’nin domine edebileceği bir arka bahçenin kurulmasıdır. Bu arka bahçe PKK ile ya da sınırdaki Kürt devleti olasılığıyla mücadelede taşıdığı önem kadar Davutoğlu’nun kitaplarında da yer bulan hinterland arayışının en kritik dönüm noktasıdır. Halep taşıdığı ekonomik değerden ziyade Suriye’nin kuzeyinde Doğu-Batı ekseninde sahip olduğu stratejik konum nedeniyle hayati önemdedir. Üstelik Halep’in kontrolü AKP için “Yeni Osmanlıcı” çıkışın en sembolik kalesi olarak sunulacaktır. İkinci beklenti ise açık bir biçimde “Kürt koridoru”nun engellenmesidir. Halep’in kuzeyini Türkiye’nin kontrol etmesi halinde, İran, Irak, Suriye ve Türkiye’de birlikte ya da ayrı ayrı hedeflenen; enerji-su kaynaklarına ve dinamik bir nüfusa sahip, varoluşunu savaşla toprak kazanarak ilerlemeye ve Batı ile kuracağı stratejik ilişkiye bağlayan bir Kürt devletinin denize çıkma beklentisi sona erdirilmiş olacaktır. 

Bu, Irak-Suriye-Türkiye üçgeninde Kürt hareketlerin ortaklaşmasını engelleyemeyen Türkiye için önemli bir kazanım noktası olacaktır. Bu noktada IŞİD ile savaş, bir güvenlik tercihi değil PKK’nın yenilmesi ve Kürt Koridoru’nun oluşumunun engellenmesi için ödenmesi gereken bir bedel olarak görülmektedir. Üstelik, AKP’nin dış politikadaki bu iki beklentisinin yanı sıra IŞİD’le mücadelenin AKP’nin iç politikadaki hedeflerini gerçekleştirmek için bulunmaz bir fırsat olabileceği düşünülmektedir. Şöyle ki; Batı’da özgürlükler ve demokrasi karnesi kırıklarla dolu AKP, kendisini ve ortaya koyduğu “ılımlı İslamcılık” çizgisini IŞİD’e karşı bir panzehir olarak sunmak isteyecektir. IŞİD’le mücadelede istikrarlı, kontrol edilebilir ve radikal versiyonlara karşı “ılımlı İslamcı” bir rejim önerisi ABD’nin Pakistan’da kabul ettiği bir modeldir. 

Bu bağlamda Pakistan’ın Afganistan ve kendi ülkesinde bulunan radikal gruplarla mücadele ederken rejimin “İslamcılaştırılması” ve bu bağlamda meşrulaştırılması arayışının AKP tarafından Türkiye bağlamında denenmeye çalışmasına tanık olunacaktır. Daha açık bir ifadeyle, AKP Türkiye’deki rejimi değiştirirken bunun için gerekli olan her türlü istikrar aracını Batı’ya “meşru bir hedef” çerçevesinde elde ediyor görüntüsü çizecektir. Yani, Türkiye’de belli bir dönem son derece baskıcı bir düzen kurup, kurulan yeni düzeni “ılımlı dinci” kodlar üzerinden savunarak meşrulaştırma arayışına gidecektir. Bu AKP’nin ABD’ye kabul ettirmek isteyeceği model olabilir. Böylece ABD’nin ikinci bir Pakistan’ı olabilecektir.
Özetle, eğer ABD ile Türkiye arasında geniş çaplı bir anlaşma varsa: AKP’nin Suriye’ye müdahalesinden ABD’nin IŞİD’in etki alanını sınırlandırma ve Rusya’yı sıkıştırma elde etmeyi hedeflemektedir. AKP ise Halep’i ardyöresine katmak, Kürt Koridoru’nu engellemek ve kendi iktidarını korumak için uyguladığı baskıcı yöntemleri ve Türkiye’de gerçekleştirmeye çalıştığı kalıcı dönüşümü sağlamak beklentisinde olduğu değerlendirmesi yapılabilir.

2.      Olasılık Kontrollü Kürt Devleti İnşası


Bu durum ise aslında ABD'nin niyeti hakkındaki şüpheleri artırmaktadır. ABD aslında başka bir şeye mi hazırlanmaktadır? Büyükelçinin açıklamalarında Türkiye'de PKK terör örgütüyle tekrar müzakere masasına oturulmasına yönelik baskıcı ifadeleri, Suriye'nin kuzeyinde PYD'ye toz kondurmayan değerlendirmeleri var. Hal böyle olunca IŞİD eliyle bölgeyi dizayn etmeye çalışan ABD'nin bu bağlamda ilk etapta bağımsızlıkları olmasa da Suriye ve Türkiye'deki özerk Kürt bölge yönetimlerinin oluşumunu izlemek, denetlemek, kontrol etmek ve gerekirse müdahale etmek için bölgedeki askeri varlığını artırmakta olduğunu söylemeliyiz. Çünkü Büyükelçi Bass "üzerinde anlaştığımız hedefleri gerçekleştirinceye kadar Türkiye'deyiz, bırakıp gitmek gibi bir niyetimiz yok" anlamında ifadeler kullanıyor. Bu açıklamadan hemen sonra 4 Eylül’de Ankara’daki Amerikan Büyükelçiliği’nin Güneydoğu Anadolu’ya seyahatler konusunda yurttaşlarını uyarması ve Adana Başkonsolosluğu çalışanlarının ailelerini gönüllü olarak başka kentlere yollamasını istemesi dikkat çekici bir gelişmedir.

Peki, Türkiye ABD'nin IŞİD stratejisine ne kadar hakim, yönlendirme yapabiliyor mu, ABD'nin "end state"nin (nihai durum yani Suriye, Irak, Türkiye coğrafyasında neler öngörüyor, nasıl yapılar planlıyor vs) ne olduğunu, bu projenin kapsamını biliyor muyuz? Bu soruların cevabı kocaman bir hayır. İşin can sıkıcı yanı ise hiçbir şey bilmediğimiz Türkiye'nin bekasıyla doğrudan ilintili bu projenin en önemli safhalarının Türkiye'yi yöneten AKP iktidarının verdiği açık çek ile yapılacak olmasıdır.

Eğer ABD, IŞİD'i sınırlandırmak ve Rusya'yı çevrelemek adına Türkiye'nin Suriye'ye girmesine izin verir gibi yaparken diğer yandan PKK/PYD'yi kollama yönündeki politikasını sürdürüyorsa bu durum Ankara'nın beklentilerinin boşa çıkması anlamına gelir. Nitekim, her ne kadar AKPli karar vericiler "büyük" ve "stratejik" adımlar attıkları imajını vermeye çalışsalar da son 10 yılda Türk-Amerikan ilişkileri her seferinde Türkiye'yi daha fazla taviz vermeye iten stratejik çıkmazlarla doludur. En son olarak İncirlik'i ABD'nin kullanımına açtıktan sonra IŞİD'e karşı yapılan hava operasyonlarının parçası haline gelen Türkiye'nin durumu ortadadır. AKP basit bir soruya açık bir yanıt verememektedir. Eğer söylendiği gibi Türkiye'nin önündeki birinci tehdit PKK ise neden terörle mücadeleyi bitirmek için yapılacak sınır ötesi operasyon PKK ya da onun uzantılarını doğrudan hedef almamaktadır da, oluşturulabilecek bir koridor aracılığıyla dolaylı bir hedef alma söz konusudur. Bunun nedeni, ABD'nin PYD ve YPG konusundaki açık tavrıdır. ABD, Türkiye'yi IŞİD’le mücadele kapsamında sonu belirsiz bir maceranın içine sürüklerken öte yandan sahada diğer "yardımcısı" olarak gördüğü PYD'den vazgeçmiyorsa bu aslında Türkiye ile ABD arasında Ortadoğu'da genel ve kapsamlı bir ittifakla yapılan bir hareket olmadığını göstermektedir. Bu durumda Türkiye, IŞİD’le mücadele kapsamında bir bataklığa sürüklenirken Suriye sınırında PYD ve bağlı unsurların varlığının meşrulaştığı bir düzeni önce fiili sonra da resmi düzeyde kabul etmeye zorlanacaktır.






RUSYA'NIN SURİYE ÇIKARMASI: YENİ OYUN-YENİ DENGE


ABD'nin Türkiye'yi de içine alacak şekilde Rusya'yı kuşatması, Suriye'de dengeleri değiştirecek bir askeri müdahale üretmeden kısa bir süre önce Rusya'nın kapsamlı bir karşı hamlesiyle tüm denklem yeniden değişmiştir. Rusya'nın Suriye'deki iç savaşın bir parçası olduğu uzun süreden beri bilinen bir gerçektir. Moskova, Esad Yönetimi'ni sadece diplomatik alanda savunmakla kalmamış, Suriye ordusuna silah, mühimmat ve danışmanlık desteği vermeyi kesmemiştir. Fakat Ağustos ayı ortasında Rusya, önceki 4 yıldan daha farklı bir biçimde Suriye'de kapsamlı ve doğrudan bir varlık bulundurmak üzere bir operasyona başlamıştır. Bu bağlamda önce Ağustos 2015 ortasında Suriye'ye altı MIG-31 gönderdiği açıklanmıştır. Bundan kısa bir süre sonra 20 Ağustos'ta, Rusya'nın Karadeniz Filosu'na bağlı bir savaş gemisi Türk Boğazları'nı kullanarak Akdeniz'de bilinmeyen bir istikamete doğru yola çıkmış, 3 gün sonra Suriye'nin Tartus Limanı'na inmiştir. Bu gelişmeleri takiben Eylül ayının ilk haftasında 7 dev Rus askeri kargo uçağı Irak hava sahasını kullanarak Suriye'ye askeri malzeme taşımıştır. Son olarak Eylül 2015’in ikinci haftasında bir taktik SU-30 filosunun El Asad Uluslararası Havaalanına konuşlandırıldığı görülmüştür. En azından basına yansıdığı kadarıyla elde edilen bilgiler ışığında Rusya'nın 1 ay içinde Suriye'ye yarım düzine T-90 tankı, 15 howitzer, 35 zırhlı personel taşıyıcı, 200 özel kuvvet askeri ve 1500 kadar da teknik personel ve askeri danışman konuşlandırdığı görülmektedir. Elbette bu sayılar Suriye'deki iç savaşın gidişatını biranda rejim lehine değiştirebilecek bir güce işaret etmemektedir. Ancak Rusya'nın hamlesinin özellikle uluslararası alanda yarattığı etki ve uzun vadeli sonuçları bu girişimin önemini anlamamıza yardımcı olabilir.





















*Haritalar 

www.understandingwar.org 

sitesinden alınarak Türkçeleştirilmiştir.



Rusya'nın hamlesinin stratejik gerekçeleri



Rusya'nın Suriye'deki hamlesini sadece Suriye ve hatta Ortadoğu ekseninde okumak yetersiz kalacaktır. Ukrayna, Orta Asya ve Doğu Avrupa'da mevzi kaybetmenin eşiğinde olan Rusya'nın petrol fiyatlarının düşmesinin getirdiği büyük ekonomik kayıplar ve hatta ekonomik kriz riskiyle birlikte ABD karşısında zor duruma düştüğü görülmektedir. Bu nedenle Rusya geleceği açısından stratejik gördüğü konularda zamana yayılan bir savunma pozisyonundan stratejik olarak kayıpla çıkma ihtimalini güçlü gördüğünden Doğu Avrupa'dan Karadeniz'e buradan da Ortadoğu'ya kadar bir dizi hamle yapmaktadır. Bu bağlamda Rusya'nın Doğu Avrupa'daki sınırlı askeri hareketliliği ile Suriye'deki girişimi arasında bir bağ olduğu söylenebilir.

Bazı analizciler Rusya'nın Suriye'deki askeri hareketliliğinin sahadaki sonucu değiştirmeye yetmeyecek ve BM Genel Kurulu öncesinde bir diplomatik pazarlık unsuru olarak kullanılmanın ötesine geçmeyecek bir hamle olduğunu ileri sürmektedirler. Onlara göre, Rusya, ABD'yi Suriye'de Esad rejiminin devrilmesine neden olacak bir girişimde bulunmasından uzak tutmak için diplomasi kulislerinde ikna etmeye çalışırken, askeri gücünü bir pazarlık unsuru olarak kullanmaktadır. Ancak bu değerlendirme Rusya'nın Suriye'deki varlığının yarattığı etkileri tam olarak açıklayamamaktadır.

Aslında, Rusya'nın Suriye bağlamında iki ayaklı bir stratejiyi hayata geçirdiği açıktır: Suriye'ye doğrudan askeri konuşlanma ve diplomatik süreç.
Askeri konuşlanmaya paralel bir diplomatik hamlenin ilk etapta sonuç verdiği de görülmektedir. Rusya'nın başlattığı diplomatik hamlenin ilk sinyali 1 hafta önce eski Finlandiya Cumhurbaşkanı Marti Ahtisaari'nin Rusya'nın Esad'ın çekilmesine ilişkin 2012'deki önerisini basına sızdırmasıyla başlamıştır. Batı'nın bu öneriyi kabul etmemesini bir hata olarak niteleyen Ahtisaari'nin önerisinin ardından Rusya'nın Esad'ın çözümün bir parçası olmamasını kabul etmeyeceği açıklaması gelmiştir. Ardından Soçi'de Lavrov ile Türk Dışişleri Bakanı Feridun Sinirlioğlu'nun görüşmesinde Rusya'nın Türkiye'yi üstü kapalı ama sert bir biçimde eleştirdiği Esad lehine açıklama gündeme gelmiştir. Aynı tarihlerde ABD ve Avrupa'da yayın yapan önemli gazetelerde Rusya ve ABD arasında BM Genel Kurulu'nda bir Putin-Obama görüşmesi ayarlandığı sızdırılmaya başlamıştır. Ancak asıl ilginç olan 9 Eylül'de İngiltere Dışişleri Bakanı Philip Hammond'un "İran ve Rusya'nın görevden ayrılmasını garantilemesi halinde Beşar Esad'ın görevde kalabileceği 6 aylık bir geçiş hükümetinin kabul edilebileceği" ve 19 Eylül'de ise ABD Dışişleri Bakanı John Kerry'nin "Esad'ın gitmesinin gerektiği ancak bunun zamanlamasının müzakereyle belirlenebileceği" açıklamaları olmuştur.

Ancak Rusya'nın askeri konuşlanmasının sadece diplomasi masasında bir kart olarak görülmesi olan bitenin tam olarak anlaşılmasının önüne geçecektir. Rusya'nın Suriye'ye gönderdiği güç sahadaki askeri dengeleri en azından şu andaki miktarı ve niteliğiyle tek başına değiştirecek kadar büyük değildir. Fakat, bu konuşlanmanın şu anki haliyle sınırlı kalacağı da beklenmemelidir. Rusya'nın konuşlanmasının Suriye'deki taktik Ortadoğu'daki stratejik etkilerine bakıldığında karşımıza şöyle bir tablo çıkmaktadır:

Rus Askeri Konuşlanmasının Sahadaki Olası etkileri

1. Şu ana kadar elde edilen bilgiler ışığında Rusya'nın Suriye'de öncelikle muhaliflerin kritik bölgelerdeki ilerleyişini durdurmayı hedeflediği görülmektedir. Her ne kadar IŞİD ile mücadele konsepti öne çıkarılsa ve Rusya askeri hamlesini IŞİD’le mücadele çerçevesine oturtsa da Şam'ın güneyindeki konuşlanma dışındakilerinin tamamı Nusret Cephesi liderliğindeki Fetih Ordusu ile diğer IŞİD dışı muhaliflerin ilerleme noktaları üzerindedir. Bu noktada Rusya'nın ilk hedefinin Lazkiye'ye yönelen muhaliflerin durdurulması, Tartus'taki Rus askeri üssünün güvence altına alınması ve Halep ile rejim arasında lojistiğin kesilmek üzere olan alanlara müdahale etmeyi hedeflediği görülmektedir.

2. Rusya'nın sahadaki önceliklerinden birisi de Humus'un muhaliflerin kontrolüne girmesini engellemektedir.

3. Şam'ın yakınlarında IŞİD'in başlattığı saldırıların püskürtülerek başkentin tamamen güvence altına alınması ve güvenli halkanın genişletilmesi hedeflenmektedir.

Rusya'nın orta vadede rejim üzerinde baskının azalması için, Türkiye sınırına doğru bulunan bölgelerde İdlib-Lazkiye hattının tamamen güvence altına alınması ve Halep'in tekrar rejim tarafından kuşatılmasını sağlamak gerekmektedir. Görüldüğü gibi ABD'nin temelde IŞİD'e odaklanması ve çıkarları uygun gördüğü sürece Nusret Cephesi'ne yönelik operasyonlar yürütmesinin aksine Rusya'nın öncelikli odağı rejim için daha acil stratejik tehditler üretmesi beklenen muhalif unsurlardır. Ancak elbette Rusya'nın IŞİD içindeki Kafkas kökenlilere yönelik operasyonlar (Şam Yönetimi'nin gözden çıkardığı Rakka'ya aylar sonra ilk kez hava operasyonu düzenlemesinin ardında kimin hedef olduğu sorusu sorulmalıdır) ve Palmyra gibi çok amaçlı kullanılabilecek stratejik bölgelere yönelik girişimlerinin de orta vadede olabileceği söylenebilir. 

Rus Askeri Konuşlanmasının Suriye ve Ortadoğu'daki Olası Stratejik Etkileri

Rusya'nın Suriye'deki hamlesinin ABD'yi büyük çaplı bir pazarlığa oturtmak olduğu görünen bir gerçektir. Ancak bu hedefin içinde Ortadoğu bağlamında değerlendirilmesi gereken başlıklar da bulunmaktadır.

1. Rusya bir kez daha Arap rejimlerine gerektiğinde yanlarında silahla dahi durabileceğini göstermektedir. Darbeden sonra gelişen Mısır-Rusya ilişkileri dikkate alınarak değerlendirildiğinde Rusya Arap Baharı'ndan rejim tehdidi bağlamında etkilenen Arap ülkelerine açık bir destek mesajı göndermektedir. Bu mesaj, İran ile birlikte Rusya'nın ortak desteğini alan bir devletin dış müdahaleyle karşılaşması halinde rejim güvenliğinin sağlanacağıdır. Böylece Rusya, Ortadoğu'da kriz anlarında doğrudan müdahil olabilecek bölge dışı en önemli dış güç olmaya çalışacaktır.

2. Türkiye'nin Suriye'nin kuzeyinde tek başına ya da bir koalisyonla gerçekleştireceği askeri operasyon sonucunda kurulacak bir güvenli bölge beklentisini tamamen suya düşürmüştür. Bunun iki nedeni vardır: a. Bir yandan IŞİD diğer yandan Rusya'nın daha güçlü bir biçimde desteklediği Esad Rejimi'yle mücadele ederken güvenli bir bölge oluşturabilecek bir güce sahip olma vasfını tamamen yitirecektir. b. Rusya'nın Suriye'ye verdiği ya da konuşlandırdığı hava savunma sistemleri olası bir çatışma riskinde Türkiye açısından tehlikeyi büyütmüştür. Muhaliflerin elinde hava gücünün bulunmadığı, ABD içinse çok yetersiz kalacağı düşünüldüğünde bu tür bir sistemin iki hedefi olabilir: İsrail veya Suriye sınırlarında operasyon yapmayı planlayan bir başka ülke. Bu noktada en hassas olan husus Suriye-Rusya ortaklığının koalisyonu hedef almayacağının görülmesidir. Halihazırda Rusya ile ABD arasında IŞİD'e karşı yürütülecek operasyonlarda birbirlerine zarar verilmemesi için koordinasyon sağlanması kararlaştırılmışken yerleştirilen silahların koalisyona karşı kullanılması ihtimali düşüktür. Bununla birlikte tek başına hareket eden ülkeler açısından kritik bir hamle olarak değerlendirilebilir. Özetle, Türkiye'nin tek başına bir askeri harekatla güvenli bölge yaratma düşüncesi Rusya'nın sahadaki fiziki varlığıyla birlikte tamamen suya düşmüştür. 

3. Rusya'nın askeri hamlesi, çıkmaza giren ABD için bir çıkış yolu yaratabilir. 16 Eylül 2015'te Senato Silahlı Hizmetler Komitesi'nde konuşan CENTCOM Komutanı Lloyd Austin'in Suriye için çizdiği çerçeve ABD'nin Suriye'deki IŞİD operasyonlarının tam bir açmaza girdiğini göstermektedir. Eğit-Donat'ın moral olarak çöküşü ve fiili olarak işlevsiz kalmasıyla birlikte Austin tarafından dile getirildiği gibi ABD için Suriye'de tek etkin araç olarak Kürtler kalmıştır. Dolayısıyla ABD’li yetkililer defalarca Esad'ın görevden ayrılması gerektiğini ileri sürseler de ellerindeki araçlarla bunu gerçekleştiremeyeceğini farkına varmışlardır. Bunun da ötesinde Suriye'nin kuzeyinde ABD'ye yakın bir güç oluşturmak suretiyle sahada üstünlük sağlama çabasının tek bir aktöre dayanması ABD'nin hem IŞİD karşısında istediğini alamamasına hem de muhalifler arasında uzun vadeli bir yapı oluşturamamasına neden olmaktadır. Bu noktadan sonra ABD'nin Rusya ile çatışarak Suriye'de gerçekten bir değişim sürecini desteklemek ile IŞİD’le mücadeleyi merkeze alıp Şam Yönetimi'ni kerhen ve dolaylı olarak Rusya'nın aracılığıyla zamana yayarak kabul etmek arasında bir tercih yapmak durumunda kalmasına şahit olunabilecektir.

4. Suriye ve Irak'taki Kürtlerin ilişkilerinde bir değişim görülmektedir. Aylardır birbirleriyle önemli sorunlar yaşayan KDP ile PYD arasında yeniden bir diyalog ortamı doğmuştur. Bu diyalogun Rusya ve ABD'nin hızlanan hamlelerinden bağımsız olduğu düşünülemez. Başından beri Moskova'yı ikinci adres olarak belirleyen PYD ile ABD ile ilişkilerini stratejik düzeye taşımayı hedefleyen KDP arasında Erbil'de gerçekleşen toplantı ve sonrasında KDP, KYB ve Gorran heyetlerinin PYD'nin 6. Kongresi'ne katılmak üzere Suriye'ye gitmeleri önemli birer işaret olarak değerlendirilmelidir. Rusya ve ABD arasında bir anlaşma mı, yoksa çatışma mı olacağının öngörülemediği bu dönemde Kürtler pozisyonlarını sağlamlaştırmak için bir çıkış stratejisi üretme yoluna gitmek durumunda kalmışlardır. Bu noktada PKK'nın terörist saldırılarını sürdürmesi onu PYD üzerinden ABD ve Rusya ile görüşmekten alıkoymamaktadır. Ancak Türkiye'deki terörist faaliyetlerini uzatıp KDP'ye gerginliği sürdürmek, Suriye'nin kuzeyinde Rusya destekli ABD onaylı bölge oluşturmasını güçleştirebilir.

5. Rusya'nın Suriye'de daha görünür hale gelmesi başta Kafkas kökenli gruplar olmak üzere cihatçı grupları daha fazla motive edecektir. Rusya ile doğrudan ya da dolaylı olarak Afganistan, Bosna ve Çeçenistan'da savaşan, bu doğrultuda önemli bir öfke birikimine sahip kişi ya da gruplarda motivasyonun yükselmesi şaşırtıcı olmayacaktır. Bu nedenle Suriye'ye dışarıdan gelen savaşçılarda içeriği kısmen değişmiş yeni bir dalga görülebilir.

6. Rusya'nın hamlesi kısa vadede Ortadoğu'da tekrar Soğuk Savaş'taki ağırlığını yaratmasını sağlama potansiyeli sunsa da bu varlığın maddi ağırlığının nasıl taşınabileceği bir soru işaretidir. Rusya, Kırım'daki oldu bittiyi dikkat dağıtarak meşrulaştırmaya ve ABD ve müttefiklerine en sıkışık oldukları coğrafyada tehditler ve fırsatlar dolu yeni bir seçenek açmaya yoğunlaşmıştır. Ancak Afganistan örneğinin de gösterdiği gibi Rusya'nın ülke dışındaki askeri maceralarının sonu beklendiği gibi gitmeyebilir, bu nedenle Suriye daha büyük ölçekte bir hesaplaşma sahasına dönüşebilir.

Sonuç


Son iki ay içinde Suriye'de Ankara, Moskova ve Washington eksenli gelişmeler bir yandan Türkiye'yi zorlu bir maceraya sürüklenmenin eşiğine getirmişken, diğer yandan Rusya'nın müdahalesiyle birlikte yeni bir denklem yaratmıştır. Bu bağlamda AKP tarafından sürdürülen Suriye politikası Türkiye'yi bölgede stratejik bir felakete sürüklemektedir. Getirisi net bir şekilde ortaya konulamayan, politik hedefi belirsiz, uygulaması zor, yeni güvenlik riskleri getirecek ve Türkiye'yi iç ve dış politikada daha büyük sorunlara itecek bir girişimin sonucunda Türkiye'nin Suriye'de bir çatışma/savaşa sürüklenmesi hala kaçınılmaz değildir. Ancak, Eylül ayı başında yoğunlaşan Türkiye'nin Suriye'de askeri harekat yapabilme olasılığı Rusya'nın hamleleriyle birlikte geri plana düşmüştür. Bu noktada bu tür bir hamlenin yaratabileceği sonuçlara odaklanılınca karşılaşılan tablo şöyle tanımlanabilir:

1. Açık ve basit bir biçimde söylemek gerekirse Türkiye'nin Suriye'de bir askeri harekat gerçekleştirmesi halinde kurşunun nereden geleceği belli olmayacaktır. Onlarca grubun bulunduğu ve her tür istihbarat servisinin cirit attığı bir bölgede TSK açık hedef haline gelecektir.

2. Doğrudan mücadelenin ABD tarafından engellendiği PYD ile Suriye topraklarında mücadele etmek çok güç olacaktır. Suriye'de bulunacak askeri varlığımız her türlü örtülü operasyona hazır olmalıdır. IŞİD veya başka bir örgüt kisvesi altında Türk askerine yönelik PKK-PYD'nin sürekli taciz durumunda bulunacağı açıktır.

3. Ülke içinde büyük bir güvenlik zafiyeti doğacaktır. PKK terör örgütü açıklamalara göre hareket eden bir örgüt değildir. Suriye'de adı istediği kadar IŞİD'e karşı operasyon olsun, gerçekleşecek bir sınır ötesi operasyonun nihai hedefinin onun stratejik emellerini engellemek olduğu bilinecektir. Bu nedenle Türkiye içinde siyasi istikrarsızlık yaratmak için başta İstanbul ve Ankara gibi büyük şehirlerde olmak üzere yüzlerce militanını silahlı kalkışmaya yönlendirip, terörü büyük şehirlere taşıyacaktır.

4. Şu ana kadar Türkiye'nin operasyonlarına sınırlı bir yanıt üreten IŞİD, Suriye'de kendisine karşı doğrudan bir çarpışmaya giren Türkiye'ye karşı ülke içindeki hücrelerini harekete geçirecektir. Her ne kadar IŞİD'e operasyon adı altında güvenlik güçlerinin 2 aydır yoğun faaliyetleri sürse de bu operasyonların kendisi dahi Türk güvenlik bürokrasinin IŞİD'in kapasite ve örgütlenmesi konusunda ne denli zafiyet içinde olduğunu göstermektedir. Daha kısa ve öz bir ifadeyle TSK'nın IŞİD'e karşı bir operasyonu başlatması halinde Türkiye içinde canlı bombalar patlayacaktır.

5. BM'den bir karar çıkmaması durumunda uluslararası kamuoyun nezdinde Türkiye, Suriye topraklarını işgal eden bir ülke konumuna sokulacaktır. Başlangıçta IŞİD'e karşı operasyon gerekçesiyle uluslararası alanda büyük tepki görmese de zaman içinde karşımıza yeni bir Çekiç Güç durumu çıkabilecektir. Meşruiyeti olmayan bir fiili durumu sürdürmek için ABD'nin sürekli desteğini aramak zorunda kalan Türkiye, kendi kontrolü dışında kalan bir operasyonun hedef tahtasına dönüşebilecektir.

6. İran ve Rusya'nın bu tür bir hamleye vereceği yanıt her türlü boyutu içerebilecektir. Türkiye'yi içeride siyasi sıkıntılara sokmak isteyen her ülke Suriye'de bunu yaptırabilecek fırsatlar bulabilecektir.

7. IŞİD’le mücadele kapsamında girilen "güvenli bölge"nin güvenliğinin sağlanamaması, Türkiye'nin beklentilerinin karşılanamamasına neden olabilecektir. Medyada geçen harita ve bilgilerin çoğunun temel coğrafi bilgi, saha gerçekleri ve askeri ihtiyaçlarla ilişkisi olmadığı görülmektedir. TSK'nın Suriye'ye girmesi, muhaliflerin kontrolündeki bir araziye yerleşmesini değil, IŞİD'in bazı bölgelerden çıkarılmasını gerektirecektir.

8. Çıkış süresi ve stratejisi belli olmayan bir operasyonun başlaması Türkiye için terörle mücadele enerjisi, kaynak kullanımı, siyasi sermaye, uluslararası meşruiyet gibi konularda bir kara delik yaratabilir. Bu tür bir harekatın stratejik olarak kaçınılmaz durumda olmasında dahi ucu açık ve gerçekleşmesi imkansız ya da uzun yılları bulacak hedeflerden ziyade sınırları iyi tanımlanmış bir çıkış stratejisiyle yapılması gerekmektedir. Hatırlanması gereken en önemli nokta, bu tür bir harekatın askeri boyutunun bir sonuç değil, araç olduğudur. AKP'nin ülkeyi sürüklediği siyasi faturanın bedelini güvenlik güçleri başta olmak üzere tüm Türk halkı ödeyecektir. 

Bu nedenle Suriye, Türkiye için sadece askeri değil aynı zamanda stratejik ve siyasi bir bataklığa dönüşmemesi için çıkış stratejisi olmayan, nihai hedefi bulunmayan ve Türkiye'yi daha fazla güvensizlik ve istikrarsızlığa sürükleyecek bir çatışma atmosferinden kaçınılmalıdır.

Sonuç olarak son aylarda yaşananlar, Erdoğan’ın Suriye’de “şah” demeye hazırlanırken, Putin’in hızla nerede ise “mat” hamlesini yapmasına yol açtı. Bundan sonra Türkiye için tek  kurtuluşun “rok” olup olmadığı tartışılmalıdır.

http://idealimforum.blogspot.com.tr/2016/07/erdogansah-putinmat-putinin-suriye_4.html

http://www.21yyte.org/tr/arastirma/orta-dogu-ve-afrika-arastirmalari-merkezi/2015/09/23/8304/erdogansah-putinmat-putinin-suriye-hamlesi-turkiyenin-suriyeye-girisini-engelledi



..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder