7 Şubat 2017 Salı

ENERJİ GÜVENLİĞİ’NİN EKONOMİ POLİTİĞİ VE ULUSLARARASI ÇATIŞMALARA ETKİSİ BÖLÜM 2



ENERJİ GÜVENLİĞİ’NİN EKONOMİ POLİTİĞİ VE ULUSLARARASI ÇATIŞMALARA ETKİSİ BÖLÜM 2


1.2 Liberal Kuram Açısından Enerji Güvenliği 

Liberalizmin temel ilkeleri olarak; sınırlı minimal devlet, serbest girisim, bireycilik, insan hakları, hukuka bağlı devlet, özgürlük, isbirliği gibi kavramlar sıralanabilir. Bu kavramlardan devlet ve devletlerarası iliskiler incelendiğinde bu yaklasımın Realist yaklasımın tam tersi olduğu görülecektir. Buna göre; 

1) Liberalizmin en önemli ilkelerinden biri sınırlı devlettir. Bu bağlamda, devletin sınırlanması gerekmektedir. Çünkü devlet sınırlandırılmazsa bireye müdahale 
edecektir ve birey arka plana itilecektir. Bu nedenle devlet hareket ederken toplumun rızasını almak zorundadır ve anayasa ile sınırlandırılmalıdır. “Locke’a göre toplum sözlesmesi ile kurulan devlet herkesin özgürlüğünü ve mallarını daha iyi korumak amacıyla kurulur.”24 Bu bağlamda devletin amacı topluma en iyi sekilde hizmet etmektir ve bireyin özgürlüğünü ve çıkarını korumaktır. 

2) Uluslararası iliskiler açısından liberalizmin temel varsayımları ve ilkelerine bakacak olursak, öncelikle liberalizm “devletleri uluslararası iliskilerdeki en önemli aktörler ve incelenmesi gereken tek analiz birimi olarak görmemekte dir.”25 Liberalizme göre uluslararası sistem devlet, birey, baskı grupları, uluslararası örgütler gibi birçok aktörden olusmaktadır. “Bu aktörler rasyoneldir ve devletlerin tercihlerini ve davranıslarını etkileyerek kendi çıkarlarını maksimize etmeye çalısırlar.”26 

3) Liberalizme göre, uluslararası iliskiler sadece güç iliskileri açısından ele alınmamalıdır. Uluslararası sistem, “karsılıklılık ve isbirliğine bağlı olarak 
uluslararası normlar, örgütler ve hatta uluslararası hukuk tarafından” değistirilebilir. 

Bununla birlikte liberalizme göre, “devletler belli ve sabit bir dıs politika tercihine sahip değilirler.” Devletlerin davranısları bazı iç aktörler tarafından belirlenir. Son olarak ise liberaller “uluslararası iliskilerde askeri gücün kullanılmasının maliyetinin giderek arttığını ve devletler için en son basvurulacak bir araç olduğunu savunmaktadırlar.”27 

Liberalizmde karsılıklı bağımlılık, basit anlamda uluslararası iliskilerde ve uluslararası ekonomi politiğinde devletler ve devlet dısı aktörler arasındaki karsılıklı etkilesimler olarak tanımlanır. Bu etkilesimler, genelde malların, paranın, insanların ve bilginin ülkeler arasında değisiminden kaynaklanır. Fakat ülkeler arası değisimler, karsılıklı bağımlılıkla birebir aynı değildir. Karsılıklı bağımlılıktan söz edebilmek için, iki veya ikiden fazla taraf arasındaki etkilesimden kaynaklanan maliyetler ve faydaları göz önüne almamız gerekir. Bir baska deyisle karsılıklı bağımlılık, taraflar arası esit bağımlılık demek değildir. Örneğin, petrol ihraç eden ülkeler ve çok uluslu enerji sirketleri beraberce yüksek petrol fiyatlarından fayda sağlarlar; ama ortaya çıkan kârın nasıl paylasılacağı konusunda anlasamayabilirler. Bir baska deyisle artan faydaya rağmen, hangi tarafın ne kadar kazanacağı konusunda anlasmazlık 
olabilir.28 

Karmasık karsılıklı bağımlılığın (complex interdependence) temel özelliklerini enerji güvenliği açısından ele aldığımızda su 3 noktanın öne çıktığını söylemek mümkündür. 

1) Enerji güvenliğine etki eden birçok unsurun olması: Yani enerji güvenliği noktasında sadece devletler tek baslarına belirleyici değillerdir. Zira bu yaklasım 
uluslararası iliskileri birim düzeyinde analiz etmektedir. Bunun nedeni yaklasımın, “birim düzeyindeki nedenlerin sistem düzeyindeki sonuçlarıyla ilgilenmektedirler.”29 
Aynı zamanda neoliberalizme göre devletler rasyonel aktörlerdir. Ancak neoliberaller “devletten baska aktörlerin de varlığını kabul etmekte dirler.  ” Neoliberallere göre, uluslararası iliskilerde devletlerden baska birey, uluslararası örgütler, baskı grupları gibi birçok aktör vardır. Ancak küreselleşme sürecine rağmen, enerji piyasasının süregelen oligopolistik yapısı, enerji ihraç eden ülkelerde devlet sirketlerinin artan rolü ve rejimlerin kısıtlı etkisi nedeniyle bu kanallarda bir daralma olduğu savunulabilir. 

2) Sorunlar arasında hiyerarsik sıralamanın olmaması: Yani konuların yüksek öncelikli ve düsük öncelikli olmaması ve ayrıca iç politika arasında bir ayrım 
gözetilmemesi bunların birbiriyle yakın iliski içinde oldukları söylenebilir. Dç siyasetteki farklı sosyal grupların (sanayiciler, tüketiciler, çevreciler, özel enerji 
firmaları, devlet enerji sirketleri ve hükümet, vb.) enerji ihraç/ithal eden ülkelere yönelik farklı görüs ve çıkarlarının olduğunu, hatta enerji güvenliğinin bu bağlamda sadece güvenlik boyutuyla değil, ekonomik ve çevre boyutlarıyla dıs politikada diğer ulusal güvenlik sorunlarıyla aynı düzeyde tutulduğunu düsünebiliriz. Bu durum enerji güvenliğinin çok boyutlu olduğunu göstermektedir. 

3) Askeri güç kullanımının en aza indirgenmesi: askeri gücün rolünün, özellikle gelismis ülkeler arasında azaldığı vurgulanmaktadır. Fakat gelismis ve gelismekte olan ülkeler arasında da, temel güvenlik sorunları dısında kalan ekonomik ve siyasi uyusmazlıklarda askeri güç kullanımı ya da tehdidinin giderek azaldığı belirtilmektedir. Genel olarak liberallere göre, liberal demokratik devletler arasında isbirliği mümkündür. Bununla birlikte, “devletleri karsılıklı olarak isbirliğine razı edecek çok sayıda faktör bulunmaktadır.”30Devletleri isbirliğine götüren nedenlerin basında uluslararası örgütler, uluslararası hukuk, devletlerin rasyonel davranması (devletlerin göreli kazançlar yerine mutlak kazançlar ile ilgilenmesi) gibi etkenler vardır. Ancak Realistlere göre “Askeri yeteneğe sahip devletlerin anarsik ortamda istedikleri siyasal sonuçları daha kolay elde ederek güvenliklerini sağlama konusunda daha becerikli oldukları kabul edilir. Realizm dısındaki kuramlarda, dönüsen küresel iliskiler çerçevesinde artık bu ayırımın somut zemininin bulunmadığı ifade ediliyor olsa da, iktisadi alandaki gelismelerin hala devletlerin denetiminde yani devletler arası 
ikili veya çok taraflı anlasma ya da örgütler yoluyla gelisiyor olması ve istendiğinde müdahale edilebileceği teziyle realistler bu ayırımda hala ısrarcıdır.”31 

Liberal Kuram’da Enerji güvenliği ve dıs politika iliskisinde çok taraflılığın önemini vurgulayan en önemli örnek, 1973 petrol krizi öncesi ve sonrası petrol piyasasını düzenleyen rejimdeki değisimdir. Liberal yaklasımın parçası olan rejim kuramına göre petrol rejiminde değisiklik, sadece OPEC ülkelerinin uyguladığı ambargo sonucu gerçeklesmemistir. Bilakis petrol rejimindeki değisim, çok uluslu petrol Sirketleri ile bunların hükümetleri, OPEC ülkeleri ve Amerikan bağımsız petrol sirketlerinin farklı pazarlık gücü ve değisen pazarlık dengesi doğrultusunda devlet ve devlet dısı aktörlerin dıs politikaya ve uluslararası kurumlara etkisiyle açıklanabilir.32 

Enerji güvenliği dıs politika iliskisinde karsılıklı bağımlılık doğrultusunda, çatısma olmasını ya da çatısma olasılığının kalkmasını analiz ederken önerilen ölçütlerin en zayıf yönü, beklenen amacımızın değerinin farklı aktörlerce nasıl algılandığı ve dıs politika olusumuna hangi aktörlerce aktarıldığıdır. Enerji güvenliği kapsamında dıs politikayı etkileyen devlet ve devlet dısı aktörlerin çıkarları ve stratejileri incelendiğinde, benzer fayda ya da zarar hesabına rağmen farklı tercihlerde bulunmaları, liberal yaklasımın öngörüleri doğrultusunda açıklanamamaktadır. Bir baska deyisle farklı aktörler arasındaki stratejik etkilesim, enerji ithalatında/ihracatında aynı tehdit/fırsat söz konusu olsa bile özgün yerel kurumların etkisiyle beklenen rasyonel davranıslardan ayrı hem maddi hem düsünsel (fikirsel) etkenlerle sekillenebilir.33 Örneğin Arap ülkelerinin büyük bir kısmı Dsrail devletini tanımadıkları gibi bu ülkeye petrol ve doğalgaz satmak istememektedirler. 

1.3 İnsacı Kuram Açısından Enerji Güvenliği 

İnsacı Kuramda Enerji güvenliğinin analizini yapabilmek için enerji ithal/ihraç eden devletler, bu devletlerdeki özel/devlet enerji sirketleri ve enerjiyle ilgili diğer çıkar grupları (sanayici birlikleri, çevre ve tüketici haklarını savunan sivil toplum örgütleri, vb.) arasında gelisen stratejik etkilesimin, yerel kapitalizme özgü sartlarda maddi ve düsünsel etkenlerle nasıl olustuğunu açıklamamız gereklidir. Bir baska deyisle insacı yaklasıma göre, sadece enerji pazarındaki güç dağılımı ve aktörlerin rasyonel davranıslarıyla sekillenen bir stratejik etkileşimi  inceleyerek, enerji güvenliğinin dıs politikaya etkisini açıklamak yetersizdir. Kısaca, kapitalizm türlerinde yer alan özgün ulusal kurumlar, aktörlerin tercihlerini etkilerler. 

İnsacı kuram açısından yerel yapılar uluslararası iliskiler etkilesimini kullanması açısından önemlidir. Örneğin, AB’nin ortak bir enerji pazarı olusturma çabalarına karsın üye devletlerin enerji güvenlikleri doğrultusunda farklı dıs politika tercihlerinde bulunmaları, yerel yapıların farklı özellikleri ile açıklanabilir. AB’nin genelde artan bir enerji ihtiyacı olmasına rağmen, üye devletler arasında enerji ihtiyacı ve tedariki bakımından farklılıklar vardır. Üye devletlerin enerji bağımlılığı ile enerji ithalatını büyük oranda bir ülkeden yapma düzeyi az veya fazla olabilir. Yani üye devletler farklı oranlarda olmakla beraber, enerji piyasasında aynı tür maliyet (enerji bağımlılığı) ve tehditle (enerji ithalatının Rusya gibi bir ülkeden yapılma oranı) karsı karsıyadırlar. Fakat benzer maliyet ve tehditlere maruz üye devletlerin, ortak bir enerji pazarı olusturmaya yönelik tercihleri beklenen rasyonel tercihlerden farklıdır.34 Dolayısıyla üye devletler ve enerji sirketleri, mevcut maliyet ve tehditleri gidermek için enerji ithal edilen devletler ve bunların özel/devlet enerji sirketleriyle, tarihsel süreçte devlet-özel sektör iliskisi sonucu gelisen liberal piyasa ekonomisi veya koordine piyasa ekonomisi bağlamındaki ulusal kurumların etkisiyle stratejik bir etkilesime 
girerler. Bir baska deyisle, stratejik etkilesim, devletlerin yerel enerji pazarının yapısını (oligopolistik ya da liberal) ve enerji sirketlerinin uluslararası enerji pazarındaki faaliyetlerini (stratejik ortaklık kurma ya da piyasa ekonomisine göre sözlesme yapma) sekillendiren liberal ya da koordine piyasa ekonomisi sonucu olusur. 

Yerel yapıların dıs politikaya etkisine bir baska örnek, 1973 petrol krizi sırasında benzer maliyet ve tehditlere rağmen gelismis ülkelerin farklı dıs politikalarıdır. söyle ki ABD’nin federal devlet yapısı kapsamında hükümet, farklı çıkar gruplarının baskısına karsı daha açıktır. Bu yüzden ani gelisen bir krizi takiben dıs politika yapımı zorlasmaktadır. Diğer yandan Fransa’nın merkezi devlet yapısı, benzer bir krizde daha etkin dıs politikanın belirlenmesini kolaylastırmaktadır. Nitekim 1973 petrol krizi sonrasında Fransa, enerji arz 
güvenliğini hızlı ve tutarlı bir politikayla, enerji firmalarını destekleyerek, petrol ihraç eden eski kolonileriyle iliskileri gelistirerek ve alternatif enerji kaynağı nükleer enerji yatırımlarıyla arttırmaya çalısmıstır. ABD ise, aksine federal devlet yapısı içinde çıkarları birbirinden farklı çevreci grupların, Amerikan petrol sirketlerinin, sanayicilerin ve diğer grupların baskıları nedeniyle daha kararsız bir dıs politika izlemistir. Özet olarak, enerji pazarında benzer maliyet ve tehditlere rağmen, enerji güvenliği kapsamında farklı dıs politika tercihlerini, yerel 
kapitalizm bağlamında ulusal kurumlar ile uluslararası iliskilerin etkilesimi şekillendirebilir. 

1.4 Neo – Gramsci Eleştirel Kuram Açısından Enerji Güvenliği 

Kapitalist üretim süreci, uluslar arası iliskiler ve uluslararası ekonomi politiği disiplinlerinde enerji güvenliğinin analizi için baslangıç noktasıdır. Enerji üretim sürecine dâhil olan bilgi üretimi, bilginin yeniden olusumu, kurumlar ve sosyal iliskiler bu nedenle dıs politika analizinde ele alınmalıdır. Bu bağlamda dıs politika analizinde en önemli aktör sosyal güçlerdir. Dolayısıyla üretim iliskilerini düzenleyen sosyal güçler, genis anlamda sosyal düzenin hem ulusal hem de uluslararası düzeyde yeniden üretiminde önemlidir.35 Ayrıca, enerji güvenliği ve dıs politika analizinde incelediğimiz aktörler arası stratejik iliski, Neo-Gramsci yaklasıma göre sosyal güçlerin sınıf mücadelesine dayalı ve ucu açık bir iliski 
seklinde ele alınmalıdır. Bir baska deyisle dünya enerji pazarı ve üretiminin durumu, sosyal güçlerin davranıslarını sekillendirirken, yine de bunları mutlak ölçüde belirlemez. sadece enerji ihraç ya da ithal eden devletlerin enerji üretim sürecindeki konumlarına yoğunlasmak yanıltıcıdır. Çünkü sosyal güçlerin sınıf aidiyeti, otomatik olarak sınıf bilincini, ortak kimliği ve çıkarları doğurmaz. Sınıf bilinci, daha çok tarihsellik içinde sosyal güçlerin üretimde sömürüye karsı veya direnis için verdikleri sınıf mücadeleleriyle olusur. Ayrıca, devletin durumu “politik bir toplumu” içerir. Örneğin, devletin bakanlıklar ve diğer kamu kurumları gibi zorlayıcı araçları ile siyasi partiler, sendikalar, is dünyası birlikleri, dini kurumlar, vb. olusan sivil toplum, devletteki bu politik topluma dâhildir. Kısaca, devletin durumu, sosyal güçlerin devlet içi ve devletler ötesi hareket ettiği bir yapıdır.36 

Bu çerçevede sosyal güçlerin enerji güvenliği kapsamında dıs politikaya etkisi, ulusal ve/veya uluslararası düzeyde olusturmaya çalıstıkları tarihsel blokla açıklanabilir. enerji güvenliğinde nasıl bir hegemonik proje uygulanmaktadır ve bu hegemonik projede ekonomik çıkarların ötesinde ne gibi siyasi ve sosyal fikirler bir bütün olarak dıs politikayı etkilemektedir sorularına cevap aranmalı dır. Nitekim geçmiste 1973 petrol krizi, 2003’te baslayan Irak Savası ve 2011’de Ortadoğu devletlerinde baslayan ayaklanmaların kapitalist üretim ve üretim iliskilerine etkisine bakarak, tarihsel blokta yapısal bir değisiklik olup olmayacağı incelenebilir. Enerji güvenliğinde bu tür krizler, mevcut hegemonik projede  sosyal güçlerin ulusal, uluslararası veya uluslarötesi düzeydeki konumlarında bir değisime neden olabilir. Böyle olası bir yapısal değisim sonucu enerji ithal/ihraç eden devletlerin, bu devletlerdeki özel/devlet enerji sirketlerinin ve diğer çıkar gruplarından (sanayici birlikleri, çevre ve tüketici haklarını savunan sivil toplum örgütleri, vb.) hangisinin ulusal, uluslararası veya uluslarötesi yeni bir hegemonik proje olusturup kendi yararlarına nasıl bir pozisyon alabileceği, enerji güvenliği dıs politika iliskisinde sorgulanmalıdır.37 

Bu çerçevede sosyal güçlerin enerji güvenliği kapsamında dıs politikaya etkisini analiz ederken, ulusal ve/veya uluslararası düzeyde olusturmaya çalıstıkları tarihsel blok önemli bir değişken olabilir. Buna göre enerji güvenliğinde nasıl bir hegemonik proje uygulanmaktadır ve bu hegemonik projede ekonomik çıkarların ötesinde ne gibi siyasi ve sosyal fikirler, bir bütün olarak dış politikayı etkilemektedir sorularına cevap aranmalıdır.38 

2. Enerji Güvenliğinin Çatışmalara Etkisi 

Günümüzde giderek artan bir biçimde enerji politikaları ve bu politikaların ekonomik etkileri üzerinde tartısmalar yapılmaktadır. Esas itibarıyla, istenilen miktarda enerji kaynağının herhangi bir nedenle kesintiye uğramaması ve aynı zamanda, fiyat sokları benzeri ciddi ekonomik krizlere yol açmaması “enerji arzının güvenliği” kavramı çerçevesinde ele alınmaktadır. Enerji arzının güvenliği iki temel varsayım ile ilgilidir. Bunlardan birincisi, gelecekte enerji sokları olma ihtimali ve ikincisi, enerji kaynaklarında dısa bağımlılığın artmasıdır. Nitekim gelişmiŞ ülkelerin yönetim kademelerinde sıkça enerji arzının güvenliği tartışılmakta ve bu bağlamda, yabancı petrole olan bağımlılığı azaltmanın yolları 
aranmaktadır.39 

Rezerv ve üretim artıs oranları tahminleri yapılarak, dünya petrol üretiminin ne zaman zirveye ulasacağı ve tükeneceği tahmin edilebilir. Bu bağlamda, ortaya konulan 12 farklı senaryodan en kötü olarak değerlendirilen senaryoda, üretimde zirve yılı 2021, rezervlerin tükeneceği yıl ise 2075’dir. Buna karsılık en iyi senaryo itibarıyla, üretimde zirve yılı 2112’de yasanabilecektir. Üretimin zirveye ulaşacağı yılın önemi Şuradadır: büyüyen ekonomiler ile artan enerji ihtiyacının petrol ile karşılanamayacağı bu tarihten itibaren geri 
dönülemez bir biçimde anlaşılacaktır. Zirve yılından sonra, enerji ihtiyacı artan her ülke giderek azalan üretimden aldığı payı en azından korumak isteyecektir. Böyle bir kırılma noktasından sonra, ülkeler için artık enerjinin arz güvenliği değil, enerji kaynaklarının paylasımı sorunu önemli hale gelecek ve dünya enerji tüketiminin büyük bir kısmını gerçeklestiren ABD, AB ve geleceğin ekonomik devi olarak değerlendirilen 

Çin Halk Cumhuriyeti, Hindistan, Rusya Federasyonu ve diğer gelismekte olan ülkeler arasındaki stratejik enerji mücadelesi siddetlenecektir.40 

Petrol rezervleri tükenise doğru ilerlerken, enerji güvenliği yalnız belli bir yerde üretimin olması ya da rezervin saptanmasını değil, bunların zamanında, ucuza, yeterli düzeyde sisteme entegre edilip tasınabilmesi ve bunun sürekliliğinin sağlanmasını da kapsar. Bu noktada enerji kaynaklarında yasanan fiyat artıslarının arz güvenliğini önemli ölçüde etkilemesi beklenmektedir. Diğer yandan enerji kaynağının sürekliliğinin sağlanmasında basta petrol olmak üzere rekabet artarken, petrol üretimindeki zirve noktasının fiyatların çok arttığı 
bir dönemi baslatacağı kuskusuzdur.41 Olası fiyat soklarından daha az etkilenmek için sanayilesmis ülkeler stratejik rezervlerinin düzeyini yükseltmekte ve kaynak sağlanan bölgeler arasındaki çesitliliği artırmaya çalısmaktadırlar. Söz konusu ülkelerde istikrarsızlıklara neden olan diğer faktörler de sunlardır:42 

1) Petrol üretiminin özel niteliği (petrol diğer madencilik türleri gibi yan sanayiler kurulmasına yol açmamakta ve genelde hammadde olarak ihraç edilmektedir), 
2) Petrol zenginliği üzerinde devlet kontrolü (zengin petrol kaynaklarına sahip ülkeler bunları ekonomik olmayan biçimlerde ve politik egemenliği sürdürmek için kullanmaktadırlar) 
3) Politik hesap verilebilirliğin olmaması (bu ülkelerde genelde demokrasi yoktur ve yönetimler bütçelerini petrol gelirleri ile denklestirerek vergilendirmeye 
basvurmamaktadırlar, dolayısıyla, hesap soran vergi mükellefinin ortaya çıkması mümkün olmamaktadır) 
4) Yüksek dıs borçlar ( bazı petrol üretici ülkeler yüksek borçlara sahiptirler ve bunların kolay ödenebilmesi için petrol fiyatlarının yükselmesini istemektedirler) 
5) Ekonomik konjonktürde değisimler (dünya ekonomisindeki genisleme ve daralma dönemleri petrol piyasasını etkilemekte ve uzun süren daralma dönemleri petrol üreticisi ülkeleri sıkıntıya düşürmektedir) 

Bu mücadelenin bir diğer boyutu da, söz konusu enerji kaynaklarının naklinin denetiminin kimin elinde olacağı ile ilgilidir. 


2.1 Petrol ve Doğalgaz Taşımacılığının Stratejik Önemi 


Dünyada üretici bölgeler ile tüketici bölgeler arasında gerçeklestirilmis olan petrol ve doğal gaz ticari hareketleri enerji alanının önemli unsurlarından biridir. Ancak, bu noktada petrol ve doğal gaz arasındaki önemli bir farka değinmekte fayda vardır. Her ne kadar petrol ve doğal gaz üretimi birbirleriyle çok yakından iliskili olsa da, bunların tasınması konusu teknik açıdan çok büyük farklılıklar arz etmektedir. Petrol nispeten düsük maliyetle deniz yolu ile tasınabilirken, doğal gazın bu yöntemle (LNG) tasınabilmesi için önce sıvılastırılması ve tüketilmeden önce de tekrar gaz haline getirilmesi gerekmektedir. Bu islem günümüzde oldukça yüksek maliyetler ortaya çıkarmaktadır. Bu nedenle, doğal gazın boru hatları ile nakli tercih edilmektedir. AB ülkeleri43 , ABD ve Japonya ithal ettikleri petrolün büyük bir bölümünü deniz yolu ile ithâl etmektedir. 

Gelecekte, Basra Körfezinden deniz yoluyla ihraç edilen petrolün yılda 737 milyon tondan, 2020 yılında 1.668,3 milyon tona yükseleceği tahmin edilmektedir. Bu verilere dünyanın diğer önemli petrol üretim alanlarından deniz yoluyla tasınacak petrol miktarı da eklendiğinde, dünya ekonomisinin can damarının denizlerde bulunduğu kuskusuzdur. Bu alanda kontrolü elinde tutan gücün hem bundan vazgeçmek istemeyeceği hem de bu gücün baska bir güç ile paylasmaya yanasmayacağı değerlendirilebilir.44 Orta Doğu petrollerinin çıkısı kapısı konumundaki Hürmüz Boğazı, günde yaklasık 17 milyon varil düzeyinde bir petrol akısı ile petrol tasımacılığında dünya üzerindeki en önemli noktadır. 2035 itibarıyla da tüm dünyada gerçeklestirilecek petrol ihracatının % 50’si ve doğalgazın bu noktadan geçeceği öngörülmektedir.45 Bu bölgeden halen ABD, Batı Avrupa ve Uzak Doğu’ya petrol tasınmaktadır. Hürmüz Boğazı, Dran Körfezini Umman Körfezi ve Arap Denizine bağlamaktadır. Hürmüz Boğazının ene dar noktaları arasındaki uzunluk 21 deniz milidir. Hürmüz Boğazındaki günlük ortalama ham petrol hareketliliği 17 milyon varil civarındadır. Günümüzde Hürmüz Boğazındaki ham petrol hareketliliğinin dağılımı Asya-Pasifik bölgesine 6,8 milyon varil, Japonya’ya 4 milyon varil, Avrupa’ya 3 milyon varil, ABD’ye 2,2 milyon varil ve Çin’e 1,5 milyon varil seklindedir.46 Buradan denize çıkan petrol, Akdeniz’e ulasmadan önce Bab -el Mendab Boğazı’ndan ve Süveys Kanalı’ndan geçmektedir. Petrol ihtiyaçlarının çok büyük bir bölümünü Orta Doğu’dan karsılayan ülkelere, ÇHC ve 


Japonya’ya yönelen deniz trafiği de iki önemli noktadan geçmektedir. Bunlar sırasıyla Malakka Boğazı ve Formoza Boğazı’dır. Orta Doğu’dan Çin, Japonya ve Güney Kore’ye yönelen güzergâhın en kritik noktası olan Malakka Boğazı’ndan yılda 420.000’den fazla gemi geçmektedir.47 

Bununla birlikte Asya’nın ekonomik yönden yükselmesine paralel olarak küresel enerji ticaretinin Atlantik bölgesinden Asya-Pasifik bölgesine doğru kayacağı 
öngörülmektedir. Buna göre 2020’lerin basında Çin’in dünyanın en büyük petrol ithal eden ülkesi ve Hindistan’ında en büyük kömür ithal eden ülkesi olması beklenmektedir.48 



Grafik 2: Dünyadaki Mevcut Petrol Üretim ve Tüketiminin Bölgelere Göre Dağılımı 49 

Esasında Asya’nın hızlı biçimde gelisen ekonomileri için enerji arzının güvenliği biraz daha farklı bir anlam ifade etmektedir. Zira, Asya ülkeleri, basta Japonya, Güney Kore ve Çin olmak üzere petrol ihtiyaçlarını Orta Doğu ülkelerinden karsılamaktadırlar.50 Gelecekte doğal gazın da sıvılastırılmıs halde ihracatının ekonomik rekabet gücüne kavusması ile birlikte Asya ülkelerinin yine Orta Doğu’dan doğal gaz alımlarını artıracakları tahmin edilmektedir. Tüm bu enerji naklinin deniz yolu tasımacılığı ile gerçeklestirildiği düsünüldüğünde, Asya ülkeleri açısından enerji arzının güvenliği iki noktada yoğunlasmaktadır. 

Bunlar, 

1) Deniz yolu tasımacılığının güvenli bir sekilde yapılabilmesi: Hâlihazırda ve görünür gelecekte söz konusu güvenlik ABD’nin rakipsiz deniz gücü tarafından 
sağlanmaktadır. Bu nedenle acaba Asya ülkeleri kendi güvenliklerini kendileri sağlayabilecek mi ? yada ABD ile ne tür bir iliski kuracaklar? 

2) Malakka Boğazı’nın önümüzdeki yıllarda tanker trafiği açısından güvenli olup olmayacağı Görüldüğü gibi Hem enerji kaynağına ulasmada ABD deniz gücü semsiyesine duyulan gereksinim hem de çevresel ve ekonomik kaygılarla tanker trafiğine duyulan güvensizlik, önümüzdeki yıllarda basta Çin olmak üzere Asya ülkelerini Orta Doğu dısındaki petrol ve doğal gaz kaynak ülkelerine yönlendirebilecektir.51 Bu çerçevede söz konusu ülkeler, AB benzeri bir politikayı seçerek, ihtiyaç duydukları petrol ve doğal gazı Orta Asya ülkeleri ile RF’den (Sibirya ve Sahalin Adası vb.) boru hatları ile alma yoluna gidebileceklerdir.52 

2.2 Dünya Petrol Rezervlerinde Tepe Noktası Ne Anlama Gelir? 

1900’de dünyada yıllık 150 milyon varil petrol üretilirken, 2000’de bu rakam 28 milyar varile ve 2006 yılında ise 31 milyar varile yükselmistir. Ancak 2006 yılında 9 milyar varil civarında yeni petrol kaynağı bulunabilmistir. Petrol üreten ülkelerin pek çoğunda yıllık petrol üretim miktarları tepe noktasına ulasmıs durumdadır. Gelecekteki üretim eğilimlerini öngörebilmek için rezerv/üretim iliskisi kullanılmaktadır. 1956’da M.King Hubbert, petrol üretiminin yapısını dikkate alarak, yeni rezerv kesiflerinin tepe noktası ile üretimin tepe noktası arasında geçen zamanın öngörülebilir olduğu kuramını öne sürmüstür. Bu teoriye Hubbert Zirve Teorisi, veya Petrolde Hubbert Zirvesi denilmektedir. Hubbert bu teori ile enerji piyasalarında çığır açmıs ve enerji arastırmalarına damgasını vurmustur. Hubbert Zirve Teorisi petrol yataklarında üretim miktarının istatistikte kullanılan çan eğrisi formunu izlediğini söyler. Yani bir yatakta petrol kesfedildiği zaman üretim hızlı bir sekilde artar, daha sonradan bir zirve yapar, ve en sonunda bu sahadan üretim hızlı bir sekilde düsecektir. Zira petrol kesfedilen yatakta-(rezervuar veya petrol kapanı da diyebiliriz)-sınırlı bir miktarda bulunmaktadır. Bu sınırlı rezerv hızla yeryüzüne pompalanmaya baslandıktan sonra zaman içinde ilgili yataktan çıkarılan petrol miktarı hızla düsecektir.53 Bu kurama göre ABD’deki rezerv kesiflerinin hemen hemen 1930 yılında tepe noktasına ulastığı belirtilmis olup, ülkedeki petrol üretiminin 1970’te tepe noktasına ulasacağı tahmin edilmis ve öngörü tam olarakgerçeklesmistir.54 Ayrıca aynı kurama göre global kömür ve doğal gaz kaynaklarının geleceği konusunda olusturulan projeksiyon da tam olarak gerçeklesmistir. Geçmise dönük olarak yapılan kömürün Hubbert eğrisi analizine göre zirveye 1910 yılında ulasılmıstır ve petrol savası bundan sadece 4 yıl sonra baslamıstır.55 Dünya geneli için yapılan tahminler petrolde zirve noktasını genellikle 2005–2020 yılları arasına koymaktadırlar. Bu projeksiyonlar zaman içerisinde bazı oynamalar göstermekle beraber yaklasık bir değer ortaya koymaktadır.56 

Yapılan arastırmalar konvansiyonel petrol yataklarında yapılan kesiflerin dünyanın hızlı petrol tüketimini karsılayamadığını ileri sürmektedir. Özellikle Çin ve Hindistan gibi kalabalık nüfusa sahip ülkelerin kisi basına petrol tüketimi, gelismis ülkelerin çok altındadır. Bu ülkelerde kisi basına gelir miktarı yükseldikçe, bu ülkelerin ihtiyaç duyacağı petrol ve diğer enerji kaynakları oldukça fazla bir sekilde artacak, bu da dünyada kısıtlı enerji kaynaklarına ulasmak için rekabeti arttıracaktır. Petrol üretimi zirve yaptıktan sonra hızla düsmeye baslayacağı için sistemin enerji darboğazına girmemesi için gerekli tedbirler çok daha önce alınmalıdır. Bazı uzmanlar enerji darboğazı yasanmaması için zirve noktasına ulasılmadan en az 20 yıl önce gerekli tedbirlerin alınması gerektiğini söylemektedirler. Dste bu nedenle zirve noktasının yaklasık hangi yıllarda olusacağını önceden tahmin etmek önemlidir. 

BP’nin 2014’te yayımladığı Dünya enerji raporuna göre 2013 sonunda dünyadaki ispatlanmıs petrol rezervlerinin miktarı 1687,9 milyar varil düzeyine ulasmıstır. Aynı raporu göre mevcut kullanım miktarı bu sekilde devam ettiği taktirde söz konusu petrolün ömrü yaklasık 53.3 yıl olarak öngörülmektedir. Aynı rapora göre 1993 – 2013 yılları arasındaki dünyadaki ispatlanmıs petrol rezervlerinin bölgelere göre dağılımı da yer almaktadır. Söz konusu bu dağılıma göre petrol rezervlerinin Ortadoğu, Avrupa ve Avrasya, Afrika ve Asya Pasifik bölgesinde göreceli olarak azaldığı görülürken genel itibariyle Amerika kıtasında arttığı görülmektedir. Bu grafiğe göre yaklasık 20 yıl içinde Ortadoğu’daki ispatlanmıs petrol rezervleri % 63,6’dan % 47,9 seviyelerine gerilemistir. Aynı dönemde Orta ve Güney Amerika bölgesinde ise rezervler %7,7’den % 19,5’ çıkmıstır. 



Grafik 3: 2013 Yılı İtibariyle Dünyadaki İspatlanmıs Petrol Rezervi Oranı 57 



Grafik 4: 1993 – 2013 Yılları Arası Dünyadaki İspatlanmıs Petrol Rezervlerinin Bölgelere Göre Dağılımındaki Değişim 58 


Petrol rezervlerinin tükenmeye basladığını gösteren bir diğer veri de, yeni kesfedilen yatakların ve toplam rezerve olan petrol katkılarının sürekli azalmasıdır. Yaklasık 40 yıl önce, her yıl bulunan petrol yataklarının toplam rezerve olan ortalama katkısı 55 milyar varil/yıl olurken, bu değerler 2004–2005 yıllarında 12 milyar varile düsmüstür. Ayrıca teknik verilerde global petrol rezervlerinin tükendiğini göstermektedir. Petrol üreten ülkelerdeki petrol yataklarının yıllık üretim kapasiteleri, kuyular tam kapasite ile çalıstığında dahi, düsmeye baslamıstır. Bir petrol kuyusundaki mevcut basınç miktarı, o kuyudan üretilecek petrol miktarını etkilemektedir. Buna göre bir petrol yatağında sondaj kuyu sayısı arttıkça üretim miktarı önce artmaktadır fakat belli bir süre sonra üretim miktarı düsmeye baslamaktadır ve bu eğilime göre her bir petrol yatağına ait çan eğrileri olusturulabilmektedir. Günümüzde petrol üreten pek çok ülkenin sahip olduğu petrol rezervlerine ait çan eğrilerinde düsüs baslamıstır.59 Bir baska deyisle söz konusu ülkelerin petrol üretimleri önümüzdeki yıllarda 
azalma eğilimine girerek baska yeni rezervler kesfedilmediği sürece tükenme eğilimine girecektir. Elbette bu durumun gerek petrol ihraç eden gerekse petrol ithal eden ülkeler açısından Ekonomi Politik birçok sonucu olacaktır. 




Tablo 2: Petrol Üreten Ülkelerin Rezervlerinin Tepe Noktasına Ulastığı/Ulaşacağı Yıllar 60 

Bunun yanında petrol kaynaklarının % 95’nin de kesfedilmis olduğu ve petrol tüketim değerinin hızla attığı ve mevcut arzın bunu karsılamakta zorlandığı dikkate alındığında petrol çağının sonunun oldukça yakın olduğu öngörüsünde rahatlıkla bulunulabilinir. Sonuç olarak petrol rezervleri tükenmektedir. 1900’lerin basından günümüze kadar ulusal/uluslararası politikalar ve fiyatlar petrol üretim eğilimlerini etkiledi ancak artık azalan rezervlerle birlikte üretim eğilimlerinin sadece ve sadece jeolojinin belirleyeceği bir döneme girmis 
bulunmaktayız.61 Bu nedenle Petrol üretiminde zirveye ulasılmıs olması ucuz petrol zamanın sonuna gelindiğinin ve bu durumun dünya ekonomileri üzerindeki baskıyı artıracağı anlamına gelmektedir. Asağıdaki grafikte görüldüğü gibi petrol fiyatları belirli dönemleri dısarıda tutarsak son yıllarda özellikle 1990’dan sonra genel bir artıs eğiliminde olduğu görülmektedir. 

Süphesiz bu durum petrole bağlı tüm sektörlerde fiyatların artması anlamına gelmektedir. 

Söz konusu zirve etkisinin petrol fiyatları üzerinde OPEC tarafından yapılan fiyat dalgalanmalarından daha baskın sekilde özellikle gelismis ülkeleri etkileyeceği kuskusuzdur. 
Petrol üretiminde dünya genelinde zirve noktaların asılmasının ardından enerjinin arz güvenliği konusunun öneminin daha da artacağı söylenebilir. Orta Doğu ülkelerinin, dünyanın geri kalan üretim alanlarına göre çok daha büyük bir kapasite ve maliyet avantajına sahip oldukları değerlendirildiğinde, önümüzdeki 20–25 yıllık bir dönemden sonra, dünya petrol üretiminde Orta Doğu’nun tekrar ağırlık kazanabileceği görülmektedir. Bundan sonraki süreçte artık büyük ülkeler enerjinin arz güvenliği üzerinde değil, enerji kaynaklarının paylasımı alanında yoğunlasacaklarını görmek mümkündür. 



Grafik 5: 1861 – 2013 Yılları Arasındaki Ham Petrol Fiyatının Değisimi 62 

Diğer taraftan önemli fosil yakıtlardan biri olan doğalgaz konusunda da benzer bir durum söz konusudur. Her ne kadar yapılan tahminlere göre doğalgazın ömrü petrole göre daha uzun olarak hesaplansa da rezervlerin azaldığı görülmektedir. Asağıda yer alan grafikte görüldüğü gibi dünyadaki ispatlanmıs doğalgaz rezervlerinin miktarı 2013 sonu itibariyle 185,7 trilyon (tcm) cubic metres ve yaklasık 55,1 yıl bir tükenme süresi bulunmaktadır. 

Ayrıca tarihsel süreçte doğalgaz miktarının dramatik bir sekilde Ortadoğu bölgesinde azaldığı görülmektedir. Buna karsılık günümüzde ispatlanmıs petrol rezervlerinin en çok 33,8 trilyon tcm Dran ile 31,3 tcm ile Rusya Federasyon unda olduğu görülmektedir. Süphesiz bu durum bu ülkeler açısında olumlu bir gelisme olsa da her iki ülkenin uluslararası toplum ile yasadığı sorunlar nedeniyle doğalgazın önümüzdeki dönemde ekonomi politik bir araç olarak bir dıs politika aracı olarak kullanılma potansiyeli olduğunu göstermektedir. 



Grafik 6: 2013 Yılı İtibariyle Dünyadaki İspatlanmıs Doğalgaz Rezervlerinin Oranı ve Tarihsel Değişimi 63 



Grafik 7: 1993 – 2013 Yılları Arası Dünyadaki İspatlanmıs Petrol Rezervlerinin Bölgelere Göre Dağılımındaki Değişim 64 


3 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,



***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder