KIBRIS HAREKATI 1974 VE GELDİĞİMİZ NOKTA, BÖLÜM 4
Kıbrıs Gazisi Emekli Yarbay
ATİLLA ÇİLİNGİR
İçler Acısı Durumdaki Kıbrıs Meselesine Gerçekçi Çözümler Teklif Ediyor:
‘Türkiye AB ile Kıbrıs Arasında Tercih Yapma Lüksüne Sâhip Değildir! Konu Millî Güvenlik Kurulu’nda Görüşülüp Karara Bağlanmalıdır’
Oğuz Çetinoğlu: 14 Ağustos 1974 tarihindeki Kıbrıs İkinci Barış Harekâtına da katıldıktan sonra Türkiye’ye dönüşünüzle ilgili bilgilere geçebilir miyiz?
Atilla Çilingir: 27 Ağustos 1974 günü, bizi Türkiye’ye götürecek gemiye binmek üzere Girne’ye gittik. Dolayısıyla Girne’yi de bu vesile ile ilk defa görüyorduk. Gerçekten de çok güzel bir tatil şehriydi. O gece orada kaldık, ertesi sabah erkenden diğer birlikten gelen görevlilerle bizleri Girne açıklarında bekleyen askerî gemiye taşıdılar. Ve gemi Mersin istikametinde hareket ettiğinde hepimizin gözlerinde pırıltılı yaşlar birikmişti. Sanki bir ömrü geçirmiş ve sağ salim tekrar sevdiklerimize, Türkiye’ye dönüyorduk. Ne büyük bir şanstı bizler için. Geride bıraktığımız savaşın sıcak, kan ve ölüm dolu yüzünü; artık güneşli, pırıltılı ve mutluluk dolu bir tatil yolculuğu almıştı. 20 Temmuz sabahı Adaya indiğimizde bu günleri de görebileceğimizi hiç düşünmemiştik doğrusu!
Çetinoğlu: İkinci Barış Harekâtından döndükten sonra da Kıbrıs’la alakanız devam etti. Kıbrıs vatandaşı oldunuz. Özellikle 24 Nisan 2004 referandumundan sonraki gelişmelerden memnun olmadığınızı düşünüyorum. Anlatır mısınız?
Çilingir: Kıbrıs davamız ile ilgili yazmaya, görüşlerimi kamuoyuna aktarmaya devam ediyordum. Tabiidir ki bu yazılarımı öncelikli olarak dâvânın merkezine ve lideri Sayın Rauf Denktaş’a sunuyordum. Çok değerli Cumhurbaşkanımız o mükemmel liderlik vasıfları ve engin görüşleri ile bizlere destek ve moral veriyordu.
20 Şubat 2005 tarihinde KKTC’de yapılacak olan genel seçimler hayatî bir önem taşıyordu. Bu seçimlerde iktidara tek başına bir partinin gelmesi çok zor görünüyorsa da, bu seçimden de Mehmet Ali Talat’ın liderliğindeki Cumhuriyetçi Türk Partisi (CTP)’nin az farkla da olsa birinci parti olarak çıkması kuvvetle muhtemeldi. Büyük bir ihtimalle, Sn. Dr. Derviş Eroğlu’nun liderliğindeki Ulusal Birlik Partisi (UBP) ikinci parti ve oğul ( Serdar) Denktaş’ın liderliğindeki Demokrat Parti (DP) ise, üçüncü ve anahtar parti olarak seçimlerde önemli bir rol oynayacağı düşünülüyordu. Bu önemli seçim arifesinde, Kıbrıs Türk Halkının haklı davasının Türkiye’deki sesi, 1948 yılında İstanbul’da kurulmuş, sonrasında ise; genel merkezi Ankara’ya taşınmış olan ve benimde İstanbul şubesinde yönetim kurulunda görev yaptığım Kıbrıs Türk Kültür Derneği İstanbul şubesi; haklı Kıbrıs dâvâmızın kamuoyuna doğru ve geniş biçimde duyurulması için aynı davaya destek veren ve millî güçlerden oluşan ‘Kıbrıs İçin Birlik Hareketi’ adıyla bu sivil toplum kuruluşlarını 5 Şubat 2005 tarihinde, Şişli’deki dernek binasında toplantıya çağırarak bir basın açıklaması yapmış ve açıklamamızın ardından;
O süreçte şu kararları almıştık:
Tarih boyunca Kıbrıs, muhtelif vesilelerle Osmanlı Devleti ve Türkiye aleyhinde bir koz olarak kullanılmıştır. Milletlerarası bütün platformlarda Ada’nın jeostratejik ve jeopolitik önemi sebebiyle dünyanın gözü kulağı bu kritik bölgede olmuştur.
Tarih boyunca Türk Milleti, dış etkenlerle içine düştüğü ekonomik sıkıntılar sebebiyle millî meselelerini unutma ve unutturulma durumuna düşürülmüştür.
Bugün tarih tekerrür etmiştir. Avrupa Birliği (AB), Kuzey Kıbrıs’ı, Türkiye Cumhuriyeti’nin birliğe katılımı için teminat olarak ortaya koymuştur. 600 bin Rum nüfusa, Kıbrıs Türk halkının geleceği ve Türkiye’nin çıkarları ipotek edilmek istenmektedir.
Kıbrıs Türkü Ada’da bugüne kadar bir varoluş mücadelesi vermiştir. En büyük desteğini de Anavatan’ından, Türkiye’den almıştır. 1960 yılında garantör ülkelerin onayıyla kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin iki kurucu ortağı vardır: Kıbrıslı Türkler ve Kıbrıslı Rumlar.
15 Kasım 1983 tarihinde kurulan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) sadece Türkiye Cumhuriyeti tarafından tanınmıştır. KKTC’nin ilanının en büyük hukukî dayanağı ‘Halkların kendi geleceklerini tayin hakkının kullanılmasıdır. KKTC’nin ilanını haklı kılan, önemli 2 devletler hukuku kriteri vardır:
1-Kıbrıs Türkleri 1960 yılında kurulmuş Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurucu ortaklarından birisidir. 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti’nde egemenlik, Ada’daki iki toplumdan birisine değil, her ikisine de tanınmıştır. Tartışmasız olarak Kıbrıs Türk halkı eşit haklara sahiptir. 1960 kuruluş ve garanti anlaşmaları ile 1960 Anayasa’sı, Kıbrıs Türk ve Rum taraflarının ortak imzalarını taşımaktadır.
2-Kıbrıs Türklerinin ayrı bir yönetimi vardır. Güneydeki Rum yönetimi Türk halkını temsil edemez. Rum yöneticileri Kıbrıs Türk halkını temsil edemez ve onun adına konuşamaz. Kıbrıs Türkleri 1963 yılında iki toplumlu Cumhuriyetten zorla dışlanmış, saldırı ve katliamlar yüzünden kendi kendini yönetmeye zorlanmıştır.
Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasa’sını ortadan kaldıranlar Rumlardır. Kıbrıs’ta 1963-1974 yılları arasında Rum tarafının saldırılarıyla, katliamlarıyla, ambargolarıyla ve göçe zorlayarak yarattıkları çözümsüzlük; 1974 yılında T.C’nin Garantör Devlet olarak Kıbrıs’a yapmış olduğu Barış Harekâtı, sonrasında Ada’da 30 yıldır süregelen bir Barış ortamını gerçekleştirmiştir. Rumlar ise, ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’ adını kullanmaya hâlâ devam etmekte ve Kıbrıs’ın tamamına sâhip olma oyununu sürdürmektedirler. Birleşmiş Milletler (BM), AB ülkeleri ve 1960 antlaşmasına göre ‘Garantör ülkelerden biri’ olan İngiltere de başından beri Kıbrıs Türklerinin bütün yaşadıklarına seyircidirler.
BM Genel Kurulu’nun 01.11.1974 tarihli kararının 3. maddesine göre Kıbrıs Cumhuriyeti’nin anayasa sisteminde Kıbrıs Türk toplumunun varlığı uluslararası milletler topluluğunca kabul edilmiş olup, bu asla değiştirilemez. Kıbrıs’ta iki eşit halk vardır. Bunlardan biri diğerine hükümet edemez. Rum tarafı 41 yıldır yeniden bir eşit ortaklık kurmaktan her zaman kaçınmıştır, kaçınmaktadır. Yani gerçek ve köklü çözümden kaçanlar, Kıbrıs Türkleri değil Rum tarafıdır.
KKTC’nin ilanı, Kıbrıs’ta iki eşit toplumun ve iki eşit devletin varlığının dünyaya açıklanmasıdır. 1975 Helsinki Nihai Senedinin 8. maddesine göre: Bütün halklar iç politika statülerini hiçbir dış müdahaleye uğramaksızın belirlemek hürriyetine sahiptirler. Kıbrıs Türk toplumu da bu hakkını kullanmıştır.
Sonuç olarak, KKTC, Kuzey Kıbrıs’ta bağımsız ve egemen bir devlet olup, Kıbrıs Türk halkının Self-Determinasyon hakkını kullanması ile oluşturulmuştur. KKTC, diğer devletlerin tanıyıp tanımamalarına bakılmaksızın, devletlerarası hukukta ve milletlerarası ilişkilerde bir devlet olarak vardır ve bağımsız bir devlet olarak da dünya devletleri içinde yerini sonsuza kadar almak hakkına sahiptir.
AB, Güney Kıbrıs Rum Kesimi’ni, tek taraflı ve şartsız olarak AB’ye kabul etmekle, BM’nin kabul ettiği 1960 antlaşmasını ve bütün ilgili milletlerarası hukuk kurallarını çiğnemiş, iki toplum arasındaki çözümsüzlüğü körüklemiştir.
AB’nin Kopenhag kriterleri arasında Kıbrıs şart olarak yer almadığı halde, 17 Aralık 2004 zirvesinde Bürüksel’de, Türkiye’ye ucu açık AB’ye giriş müzakere tarihi verilmesinin ön şartı olarak dayatılmıştır.
Kıbrıs Türk Toplumuna ve Türkiye’ye hiçbir gerekçe ile böyle bir ön şart kabul ettirilemez. Kıbrıs Türkü’nün Bağımsızlığı, KKTC’nin ‘Devlet’ olma niteliği, hak ve hukuku, çeşitli senaryolar ile yönlendirilemez. ‘Hiçbir sebep uğruna, bağımsızlıktan ve devlet olma niteliğimizden vazgeçilemez’. Kıbrıs Türkiye’nin ön cephesidir.
Söz konusu olan sadece Kıbrıs Türklerinin geleceği değil, en az onun kadar önemli olan Türkiye’dir! Buradaki en büyük hedef, Amerika Birleşik Devletleri (ABD)’nin Büyük Ortadoğu Projesi uygulamasıyla Doğu Akdeniz’deki maksatlarının odak noktası olan ‘Kıbrıs Adası’nın ele geçirilmesi’ ve doğu Akdeniz’e hâkim yüzmeyen bir savaş gemisi olarak kullanılmasıdır.
Bu maksadın önündeki en büyük engel, Türk Askeri’dir. Çünkü Türk askerinin adayı terk etmesi ile TC’nin devlet güvenliğinin ortadan kaldırılması hedeflenmektedir.
AB ülkeleri ise, AB’ye giriş kriterlerini yerine getirme kılıfı altında, Lozan’da uğradıkları hezimetin öcünü TC’den almaya çalışmaktadırlar.
Kıbrıs Türk halkının isteği, kan ve can pahasına kurduğu bağımsız devletinin yaşaması ve Türk askerinin etkin ve fiilî olarak Ada’da Kıbrıs Türk halkının güvenliğini sağlamasıdır.
İşte bu noktada büyük Türk milleti, KKTC’de ve Türkiye’de millî birlik ve beraberliğin sergilenmesine en çok ihtiyaç duyulduğu bu dönemde tek bir yumruk olmalıdır. KKTC’de ‘Devlet’ olma niteliğinden ve Bağımsızlıktan asla vazgeçilemez. Türkiye’nin üniter yapısının ve ‘Millî Devlet‘ olma niteliklerinin aşındırılmasına asla müsamaha edilemez.
Yüce Atatürk’ü iyi anlamak gerekir: ‘Bağımsızlık benim karakterimdir.’ diyerek Türk milletine en önemli mesajı vermiştir. Vatanına bağlı bir Türk olmaktan ve Kıbrıs Türkü olarak yaşamaktan gurur duyan herkes, bu millî dava etrafında birleşerek, tek bir yürek ve tek bir yumruk halinde, KKTC’nin bölünmez bütünlüğüne ve TC’nin üniter yapısına sahip çıkmalıdır. Millî hedeflerimize bağlılığımız esastır. Kıbrıs’ımızda ve Anadolu topraklarımızda Egemenlik, Bağımsızlık ve Cumhuriyet ateşi asla söndürülemez.
Büyük Türk milletine sarsılmaz bağlılıkla ve varlığımızı Türk milletinin varlığına armağan etme kararlılığıyla duyuruyoruz… ( Kıbrıs İçin Birlik Hareketi. 05 Şubat 2005 )
Çetinoğlu: Bu söyleşinin son cümleleri olarak Kıbrıs’ın geleceğini tanzim konusundaki düşüncelerinizi lütfeder misiniz?
Çilingir: Kıbrıs dâvâsı; bize atalarımızdan emanet bir ada üzerinde yaşayan bir avuç Türkün özgürce yaşam kavgası ama daha da önemlisi: Türk ve Yunan’ın tarihî hesaplaşmasıdır. Son dönemde bu tarihi hesaplaşma adına Kıbrıs’ta yaşananları ‘’Elveda Kıbrıs Ama Bir Gün Mutlaka’’ isimli kitabımda kaleme almıştım
Türkiye târihî süreç içerisinde AB ile Kıbrıs arasında tercih yapmak mecburiyetinde kalmış gibi bir görüntü verdiler. Annan Planı bu çerçevede bir kurtarıcı olarak kabul edilmiş ve Türkiye’nin AB’ye girişindeki bu engelin ortadan kalkacağı zannedilmişti. Bu planı Rumlar da kabul edecek ve her şey düzelecekti! Bu strateji tarih ve dış politika bilmeyenlerin, en önemlisi Yunan’ı, Rum’u, Ortodoks kilisesini bilmeyenlerin ve sadece millî davalarımıza tüccar kafası ile yaklaşarak, ABD, İngiltere ve AB’den destek bulacaklarını zanneden kafaların ürünüdür ve açıkça ifâde ediyorum: Temelden yanlıştır.
Sözün kısası ‘Rum’dan bir adım önde olacağız’ diyerek politika yapma ustası olduğunu ilan edenler. Kıbrıs Türkünden kurtulmak isterken ‘Yunan ve Rum’ zulmünün ortasında kalacaklardır.
KKTC’ye uygulanan ambargoların bile kaldırılması konusunda başarı sağlayamayanlar, KKTC’den kurtulmak isterken Kıbrıs batağına’ saplanmışlardır.
Türkiye’nin 10 üye devleti ile Gümrük Birliği antlaşmasını genişletmeyi hedef alan Ek protokolü 29 Temmuz 2005’de imzalamasıyla:
12 Eylül 1963’te imzalanan Türkiye- AET(Avrupa Ekonomik Topluluğu) arasında ortaklık yaratan Ankara anlaşmasına Güney Rum kesimini de dâhil etmiş ve böylece bir şekilde Güney Kıbrıs ile ortaklık süreci başlamış gibi bir görüntü yaratılmıştı..!
Bu protolün imzalanmasından sonra yaşanan süreçte, bu durumu gerek Rum- Yunan ikilisi, gerekse AB; her platformda Türkiye’yi köşeye sıkıştırmak, AB üyesi yapılan Rum bandıralı gemilere limanlarımızı, uçaklarına havaalanlarımızı açın baskısında bulunmuşlar; Türkiye’ye AB’ye girebilmesi için’’ bu tavizleri ver’’ baskısından hala vazgeçmiş değillerdir..!
-Kıbrıs konusunun AB zeminine taşınmasına göz yumularak; şartları belli olmayan AB çerçevesinde Rumlarla görüşmeye oturularak tarihi bir hata yapılmıştır. Yunanistan; Rumların ve kendisinin AB üyeliğini kullanarak, Kıbrıs adasını ele geçirmeyi ve bu sorunu AB çatısı altında çözmeyi hedeflemektedir. Bu hedefinde de bir hayli yol almış ve Kıbrıs sorununu BM’den uzaklaştırmayı başarmıştır. Yunanistan, AB’nin sırtında avantajlı durumdadır.
-Sonuç olarak TC ve KKTC’de mevcut hükümetler çözümün Birleşik Kıbrıs Çatısı altında olacağını söyleseler de, tarihî gerçekler Rum’un buna yanaşmayacağının örnekleri ile doludur. Kan bedeli ödeyerek kurtarılan vatan topraklarından birilerinin dayatması ile Mehmetçiğin Kıbrıs’tan kuzu, kuzu çıkacağını beklemek ise sadece hayal görmekten ibârettir.
Kıbrıs’ta sergilenen bir adım önde olma politikası ile ilgilenenler artıkça bu maksatla yapılan toplantılar, verilen demeçler ve uygulamalar o nispette yoğunlaşıyor. Ben de her fırsatta yazmaya devam ediyorum.
Çetinoğlu: Yaşanan bütün bu olumsuz gelişmelerin sizde oluşturduğu duygular nelerdir?
Çilingir: 20 Temmuz günleri 1974 yılından beri beni hep çok heyecanlandırmış ve gururlandırmıştır. 26 yaşında genç bir Türk subayı olarak Kıbrıs savaşlarına katılarak soydaşlarımızın özgürlük ve bağımsızlıkları için yıllardır vermiş oldukları mücadelede bir nebze de olsun katkı sağlayabilmiş olmam bana hayatımın en anlamlı ve en onurlu hediyesidir. ‘Gazi’ unvanı aldığım o yıldan bu yıla kadar yılmadan savunduğum ve son nefesime kadar da savunacağım bu en haklı olduğumuz Kıbns millî dâvâmızı ne zaman en olumlu bir şekilde halleder ve Türkün varlığının bu stratejik adada ebediyete kadar yaşayacağını bütün dünyaya kabul ettirebilirsek işte o zaman şehitlerimizin kan ve can bedellerinin borcunu ödemiş olacağız.
KKTC’nin temelinin atıldığı 20 Temmuz 1974’te şehitlerimizin kan ve can sesinin karıştığı bu topraklarda Türkün varlığı yaşatılmalıdır.
Yoksa bu borç; dâvânın kaybına sebep olanların alnında kirli bir leke, boynunda asılı bir yafta olarak kalacaktır.
Kıbrıs Milli Davamızla ilgili son sözlerim şunlardır:
Sen ağlama şehit anası
San başını eğme şehidimin babası
Gözlerinizden akan her damlaya, milyonlarca şükranı ve minneti var bu yüce milletin.
Sizler vazifenizi en mükemmel bir şekilde yaptınız. Yapmayanlar utansın.
Çetinoğlu: Kıbrıs’la ilgili olarak söyleyeceğiniz daha pek çok husus vardır. Onları da daha sonra yapacağımız bir söyleşide ele alırız. Çok teşekkür ederim.
5.Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder