27 Haziran 2017 Salı

Sıkmabaş Başağrısı



Sıkmabaş Başağrısı 



YEKTA GÜNGÖR ÖZDEN 
03.03.2008/Sayı:176

Kışın olanca ağırlığıyla dağları kapladığı bir dönemde gerçekleştirilen sınır ötesi operasyonla Irak’ın kuzeyinde yuvalanan terör örgütünün Türkiye’ye yönelik saldırıları durdurulup yinelenmesi önlenmek isteniyor. Yalnızca terör örgütüne yönelik temizlik harekâtına önce Barzani, sonra öbür Kürt kuruluşları, daha sonra da destekçileri karşı çıkmaya, Türk askerinin bir an önce ülkesine dönmesini istemeye başladılar. Genelkurmay Başkanlığı’nın açıklamaları teröristlerin yaygın örgütlenmesini, silâh, cephane ve yaşam araç-gereçlerini depoladıklarını göstermektedir. Yapıları ve yerleriyle bu ölçüde geniş alanları tutmalarına ses çıkarmayan Irak Merkezî Yönetimi ve kuzeydeki Kürtler, temizliğe karşı çıkarak pisliğin ortağı ya da destekçisi olduklarını ortaya koymaktadırlar. Terör eylemlerine, olaylarına karşı çıkmayanlar, bu kötülüklerin ortadan kaldırılması çabalarına karşı çıkmaktadır. ABD’nin Irak’ı işgal etmesine seçim yarışındaki Başkan adayları karşı çıkarken, karşı çıkması gereken ülkeler, topluluklar susmaktadır. Türkiye’nin davranışı yerindedir, hattâ gecikmiştir. Askerlerimiz görevlerini kahramanca yerine getirmektedir. Askere uğurlama törenleri gururdan, toprağa verme törenleri de acıdan ağlatmaktadır. Ancak, ülke içinde hâlâ terör örgütü ve lideri övülmekte, pankartlar ve sloganlarla propagandaları yapılmakta, kolluk güçlerine saldırılmakta, verdikleri büyük zararlar gözardı edilerek kimi kişiler ve kimi kuruluşlar tarafından operasyonun durdurulması istenilmektedir. Terör örgütünü kınamadan, anlamı açıklanmayan “Siyasal plân, siyasal çözüm” önerileriyle Türkiye Cumhuriyeti Silâhlı Kuvvetleri ve izlenen politika, yürütülen operasyon karşıtı yazılar, bildiriler yayımlanmakta, toplantılar düzenlenmektedir. Olumsuzlukların hiçbirine ses çıkarmayan, PKK ve DTP’ni kınamaya dilleriyle elleri varmayanlar “Kürt sorunu” demekte direnerek bölücü ve ayrılıkçı yaklaşımları desteklemektedirler. Yabancı uyruklu teröristler dış desteğin katkısıdır.
DTP’lilerin yarattığı olaylar, provokasyon, kışkırtma, tehdit bir yana bırakılıp çözüm önerenlerin neler yapılması gerektiğine değinmedikleri, kapalı sözlerle amacı belirtmekten kaçındıkları açıktır. Operasyonun yararlı olmayacağını söylenerek Kürt kökenli yurttaşların eşitlik istedikleri savunulmaktadır. Aymazlık ve sapkınlık örneği eleştiriler medyanın Atatürkçü geçinen organlarında yer alabilmektedir. Hangi konuda eşitlik olmadığını söylemeye dilleri varmıyor. Ayrı ulus, ayrı devlet çabalarını görmezlikten geliyorlar: “Kürt halkının tepkisini görmediler” diyen Belediye Başkanı, “Ya özgürlük ya ölüm” diyerek yurttaşları ayaklanmaya çağıran milletvekili, “Özerk Kürdistan” istemlerinin ayyuka çıktığı yasadışı toplantılar ve yürüyüşler. “Eşit haklara sahip olması gereken vatandaşlar” olarak söz edilen Kürt kökenliler acaba hangi haklardan yoksun? Hem vatandaş olduklarını yazıyorlar, hem de haklarda eşit olmaları gerektiğini söylüyorlar. Ayrıca DTP’lilerin yurtdışına şikâyet çirkinlikleri var. Yandaşların dayanışması ilginç örneklerle sürüyor. Devlete ve Silahlı Kuvvetlere saldırıları nasıl övdükleri ve destekledikleri ibretle izleniyor.

ABD ve AB ikili oynuyor. Ya içimizdekiler? Üzülmemek, kınamamak elde değil. Gerçeklerin ayırdında olmamaları olanaksız. Amaçları bozuk. PKK’yı ve Kürtçüleri kayırdıkları belirgin karşıtların yaklaşımlarındaki sakatlık, kişiliklerine bağlanmalıdır. Cesetlerden çıkan peşmerge kimlikleri, kaçanların Barzani’ye sığındıklarının, Barzani’nin PKK’lıları koruyup kolladığının kanıtıdır.

ABD’nin PKK’lıları Barzani güçleri içinde eriterek Barzani’yi desteklediği, böylece PKK’yı kaldırıp Barzani’yle Kürt devletini oluşturup amacına ulaşmayı hesapladığı, Türkiye’yi de gücendirmeden avucunda tutmayı düşündüğü sanılmaktadır.

Fransa Cumhurbaşkanı’nın yurttaşlarına karşı Recep Tayyip üslûbuyla söyledikleri, Kıbrıs seçimleri, Ermenistan, Pakistan, Afganistan olayları dış dünyadaki durumun dalgalanma ve çalkantı yerlerinden kimileridir.

Haftanın olayları

Cumhurbaşkanı’nın Anayasa değişikliğine ilişkin yasayı imzalayıp Resmî Gazete’de yayımlanmak üzere Başbakanlığa gönderirken eklediği gerekçe inandırıcı değildir. İçtenlikli değildir. Şimdiye kadar örneği görülmüş bir yöntem de değildir. Kamuoyunu doyurmak için açıklanmış yapay nedenlerdir. Uzlaşma beklentisinin hukuksal ve siyasal hiçbir gerçek yanı yoktur. Uzlaşılsa geri çevirme nedenlerinin belirtilmesi zorunlu idi. Bu anlayışa göre geri çevirme olasılığı vardı. Öyleyse imzalama bu olası gerekçelere karşın yapılmış ve yanlış olmuştur. Beklemekle geçen süreyi kendilerince haklı göstermek için izlenen yolun bahaneler olduğu kanısındayız. Geri çevirme nedenleri vardıysa imzalama tersine bir tutumdur, olumsuz örnektir. Değiştirilmesi önerilemez anayasal ilkelere dolaylı dokunmanın açık dokunmadan ayrılığı yoktur. Amaç, gerekçe denilen imza zorunluluğu yazısında itiraf edilmiş, yinelenmiştir. Milletvekillerinin biçime ilişkin sınırlı iptal davasının olumlu ya da olumsuz sonucu hiçbir değişiklik getirmez. Özel kural zorunludur.

Aldatanlar da aldatılmış, yasa sözünde durulmamış ve usandıran sıkmabaş sorun durumuna getirilmiştir. İktidarın öncülüğünde ülkenin huzuru bozulmuştur. Hem dinsel gereklilik olduğu savunulmakta hem de siyasal olsa bile sakıncası bulunmadığı ileri sürülmektedir. Kadın-erkek din bilginlerimiz dinsel zorunluluk olmadığını kezlerce anlatmışlardır. Hukuk devleti ilkesini, yargı kararlarını gözardı ederek lâiklik niteliğini sözde ve kâğıt üzerinde bırakacak biçimde direnmenin, hukuku araç kılarak Anayasa ile oynamanın sayısız sakıncalarına karşın sıkmabaşı yaygınlaştırma çabası iktidarın meşruiyetine (geçerliğine) kadar kimi hukuksal yoklukları gündeme getirir. Cumhurbaşkanı, Başbakan, kimi Bakanların, milletvekillerinin, üstdüzey yöneticilerin, kimi organların başındakilerin eşlerinin sıkmabaşlı olmaları, bu durumlarıyla resmî iç ve dış etkinliklerde yer almaları baskı ve dayatmaların somut kanıtıdır. İlköğretime kadar inen sıkmabaş geleceğin göstergesidir. Başağrısı olmuştur.

Hele YÖK başkanı

Ne için görevlendirildiği Maliye Bakanı’nın mikrofon kaçağında iyice ortaya çıkan YÖK Başkanı hukuksal yönden “yok” sayılacak bir genelge yayınlamış, valileri rektörlerle karşı karşıya getirme öğütlerine uymuş, bunlar yetmiyormuş gibi yeterli bilgiden yoksunluğunu ortaya koyan “Cumhuriyetin nitelikleri özgürlükleri kısıtlayamaz” türü, konumuyla asla bağdaşmayacak bir söz etmiştir. Özgürlüklerin yaşama geçmesini, yaşanmasını cumhuriyetin kendisi ve onunla bütünleşen nitelikleri sağlamaktadır. Anayasa’nın yasalarla yapılabileceğini öngördüğü sınırlamalar bu nedenle olur. Rektörleri yargı kararlarına uymamaya çağıran Başkan Üniversitelerarası Kurul’un en doğal hakkı, hattâ görevi olan üniversitelerle ilgili bir konuyu görüşemeyeceğini ileri sürerek 28 Şubat’ta yapılacak toplantıya katılmayacağını bildirmiştir. Bu anlayışta bir profesörün, bir başkanın varlığı çok düşündürücüdür. Anayasa’nın 10. maddesine getirilen ekin sıkmabaş uygulamasına hiçbir katkısı yoktur. Fazla bir tümcedir. 42. maddeye getirilen ekin öngördüğü yasa yürürlüğe konulmadan sıkmabaşlılara serbestlik tanınması da hukuksal yönden olanaksızdır. YÖK Başkanı rektörlere suç kışkırtarak suç işlemekte, ama ne yaptığının ayırdında olmadan rektörlere gözdağı vermektedir. Beklentileri olan rektörler de görevlerini kötüye kullanarak YÖK Başkanınıyla aynı duruma düşmektedir. 2547 no.lu Yasa’nın ek 17. maddesinin yürürlükte olduğu ve bu kurala Anayasa Mahkemesi’nin yorumlu red kararıyla ne anlam verdiği unutulmamalıdır. Yetkisiz işlemler yapan (genelge yayınlayan) Başkan olamaz.

Kitaplar

Turgut Özakman’ın Çanakkale Destanı’na ilişkin yeni romanı Diriliş ile S. Eriş Ülger’in yenilenerek ikinci baskısı yapılan Zafere Giden Yol adlı romanını okurlarımıza öneriyorum. Bilgi ve Remzi kitabevi yayınlarından bu yeni yapıtlar, ulusal kıvancımızı artırmaktadır. Yazarlarını ve yayıncılarını kutluyorum.


http://www.turksolu.com.tr/176/ozden176.htm



Satırbaşları



Satırbaşları 


Yekta Güngör Özden
 02.01.2006

Kuruluşunun ilk yıllarında başlayıp giderek artan coşkuyla birbirine eklenen atılımlarının içte ve dışta büyük bir saygınlık kazandırdığı Türkiye Cumhuriyeti, son yıllarda siyasal iktidarların tutumları yüzünden eğilen, ezilip büzülen, dışardan yönetilen bir görüntü vermektedir. AB’ne girmek için katlanılan durumlar yurtseverlerin yüreğini yakmaktadır. İçişlerimize karışmaları, başka ülkeler için gözetilmeyen durumları bize dayatmaları, ikili davranmaları, bağımsız yargıya buyruk verme çabaları hiçbir etkin karşılık ve yanıt almadan sürmektedir. Kendi ulusları ve ülkeleri için düşünmediklerini Türkiye’de gerçekleştirme ölçüsüzlükleri alabildiğine hızlanmaktadır. Dinsel azınlıklarla, ana dilinde öğretim-eğitim bunlardan kimileridir. Teröre karşı insanlık dışı sayılacak önlemleri almaktan çekinmeyen batılılar Türkiye’nin savunma amaçlı önlemlerini çekersiz, hattâ sakıncalı bulmaktadır. Irak’ın kuzeyinde oluşturdukları kürt devleti ve İsrail’e kurmaya çalıştıkları üçgenin Büyük Ortadoğu Projesi altında Türkiye’yi büsbütün kuşatmayı amaçladığı ortadadır. “Büyük Kürdistan” ve “Büyük Ermenistan” düşlerini gerçekleştirmek için AB ve ABD ellerinden geleni yapmaktadır. Kendi varlığını dış desteklerde arayan siyasal iktidarların yetersizliği bu kötü gelişmelerin kaynağıdır.

AB-Türkiye Karma Parlamento Komisyonu Eşbaşkanı Joost Lagendijk’in “Ordu provokasyona geçti. PKK da buna silâhla yanıt verdi. Ordu PKK’yla çatışmayı seviyor. Bu da kendisini merkezde ve gündemde tutuyor.” sözleri bir-iki dudak oynatma dışında gereken yanıtı almadı. Türkiye’yi AB yönünden “Özel bir vak’a” olarak niteleyen Lagendijk’in patavatsızlığı yanına kâr kaldı. Türk yargısına ilişkin sakıncalı sözleri de böyle. Türk Silâhlı Kuvvetleri’ne, bu yolla saygısızlığı yansıtan sözleri yeterince kınanmayan, PKK yandaşlığını örtülü biçimde açıklayan kişinin ilişkilerden dışlanmasını istemek gerekirken “Ne şiş yansın ne kebap” sözünü anımsatan “İdare-i maslahatçı” davranış yeni ödünlerin dayanağı olacaktır. Daha önce Olli Rehn’in bir kendini bilmez yazarın davası nedeniyle “...O değil, Türkiye yargılanıyor” sözü de yüzüne çarpılmadı. Sabancı cinayetinin sanığı Fehriye ve kimi başka sanıklar için Avrupa’nın tutumu ortada iken Türkiye’ye yüklenmek, bölünmeler, ayrışmalar ve yıkım için verilen destek bıçağın kemiğe dayanması türünde bıkkınlık getirmiştir. O yazarı kimlerin desteklediği, kimlerin kutladığı, onun kimlerle olduğu bilinmektedir. İlkeyi bırakıp kişiden yana olanların çoğunun kim olduğu bilinmektedir. Fransız Sokağı’nda Türkiye karşıtları ile gülücükler içinde yemeğe oturan yazarı ermeni asıllı Verkin Arıoba’nın anlamlı kınaması çok kimseyi düşündürmelidir. İngiliz The Independent gazetesinin, mâlum yazarı yılın kahramanı ilân etmesi batılıların yaklaşımının Türkiye karşıtlarını ödüllendirmek ve yüreklendirmek olduğunun yeni bir kanıtıdır.

Fransa’nın tanınmış 19 hukuk adamı Fransa Meclisi’nin çıkardığı ermeni soykırımı savlarına ilişkin yasaların iptali için başvuru yaptı. “Tarih için özgürlük” başlıklı bildiriyle istenen sonucun gerekçesi bizdeki bölücülerle yalancıları ve maşaları utandırmalıdır.

Açık açık konuşulmalıdır. AB’den “Telkin, tavsiye” ne demek, kesin “talimat”, hatta emir ve tehdit var. Yöneticiler bunlara nasıl katlanıyor? Bizim sözde ilericiler de Avrupalılardan geri kalmıyor. Tutucular da öyle. Olumsuzlukta ve kötülükte birleşiyorlar. Yargıya saygı ve güven duymayan demokrat da olamaz, ilerici de. Kararlar yanlış ise başvuru yolları var. Çıkar için, hatır için yargı yerilemez. Meslek dayanışması, kişisel nitelik, yetenek vs. gözetilemez. Yazar-çizer için, politikacı, sanatçı, asker, bilim adamı vd. için özel uygulama yapılamaz. Yargı katında herkes eşittir.

AB’yle ilişkileri pamuk ipliğine bağlayan, Avrupalı abuk sabuklarla bizdeki yamuklardır. Üniversite özerkliğini, bilimsel onuru, siyasetin bilime el atmasını gündeme getiren durumlarla ilgilenmeyip “Sahtekârlık, yolsuzluk” savını gerçek, kesin karar gibi gösterip bahaneler getiren AB görevlilerinin tutumu asla inandırıcı değildir.

Günümüz Başbakanının AB’cilerin yargıya karışmasına tepkisini sıkmabaş konusundaki AİHM kararını eleştirerek açıklaması da ikilem belirtisidir.

İçeriye bakınca

Dışarıdan bu olumsuzlukları belirtirken içeride olanlara geçince insanın içi daha çok kararıyor. Yargı bağımsızlığının bilincinde olmayanların kendi toplantılarına uygun “Yargı birliği”nden söz etmeleri, kendilerinin yargıya saygı ile asla bağdaşmayan sözlerini unutup eleştiri, öneri ve dileklerle kimi uyarıları suç nedeni göstermeleri anlaşılır gibi değildir. Anayasa’nın 138. maddesinin 2. fıkrası, yargı yetkisinin kullanılmasına ilişkin mahkemelere ve yargıçlara “Emir, talimat, genelge, tavsiye ve telkin”i yasaklamıştır. Bir kararın bilimsel eleştirisi yasaklanmış değildir. 5237 no.lu yeni Türk Ceza Yasası’nın 301. maddesinin ikinci bendindeki “..yargı organlarını alenen aşağılamak..” durumunda gereken yaptırım uygulanır. Eleştiri amaçlı düşünce açıklamalarını mahkemeler değerlendirecektir. Düşünce açıklaması denilerek saldırıların sıralanması uygun değildir. Anayasa’nın 138. maddesinin yaptırımı sınırlıdır. Yeni, 5187 no.lu Basın Yasası’nın “Yargıyı etkileme” başlıklı 19. maddesi kamu dâvasının açılmasına kadar geçen süre içerisinde cumhuriyet savcısı, yargıç ve mahkeme işlemlerinin içeriğinin yayımlanmasını yaptırıma bağlamıştır. Maddenin ikinci fıkrası “Görülmekte olan bir dava kesin kararla sonuçlanıncaya kadar bu dava ve ilgili hâkim veya mahkeme işlemleri hakkında” düşünce ve görüş yayınlayanlar için de aynı cezaları öngörmektedir. Tutuklama işlemi için çelişki, aykırılık, haksızlık ve yanlışlık varsa bunlara yöntemince değinmek suçlanma nedeni yapılamaz. Bir köşe yazarı Anayasa’nın 138. maddesini 183. madde olarak göstermişti. Anayasa geçici maddeler dışında 177 maddede bitiyor. Yargıya baskı, gözdağı, buyruk, yargıyı aşağılama asla hoşgörülemez. Ama medyamızın büyük kesimi bu terbiyenin dışında. Akıl öğretmeye kalkışanlar kendisini savcı, yargıç, temyiz organı yerine koyanlar, bilirkişiliğe soyunanlar neler neler var. Sakıncalı ve aykırı durumları görevli cumhuriyet savcılıklarının kendiliklerinden soruşturmasına kimse birşey söyleyemez. Ancak, Başbakan ya da bir Bakan konuşup değinince soruşturma başlatılırsa çok şey söylenir. Yargı görevlileri herkesten daha duyarlı, özenli ve yetkin davranmak zorundadır. Yargı siyasetin etkisinde değildir, olamaz. Siyasetçilerin yaptıklarını, söylediklerini unutması yargıyı bağlamaz. Kendi kusurlu olan, başkasının kusurundan yararlanamaz. İktidar kesiminin yargıya yönelik sözleri, yazıları, davranışları gerekenlerin çok uzağındadır. İşlerine gelince alkışlayıp, işlerine gelmeyince saldırıp karşı çıkmaları nerede ve nasıl olduklarının göstergesidir. Van 100. Yıl Üniversitesi Rektörü’nün yargılandığı dava her yönüyle çok konuşulup tartışılacağa benzemektedir. Katılma, tutuklama, yargıcı red işlemleri sanırız öncelikle ve önemle ele alınacaktır. Unutmamak gerekir, suçluluğu bir yargı kararıyla saptanıncaya kadar kimse suçlu sayılamaz (Anayasa, madde 15/son ve 38/4). Başbakan ve kimi Bakanlarla şakşakçıları medya, tersine davranarak suçlamalarda bulunmaktadırlar. Beğenmedikleri yargı kararlarının evrelerini beklemeden eleştirilerle yön vermeye çalışmaktadırlar. Başbakan 17.12.2005’de Konya’da konuşarak kendisinin düşünce suçundan cezalandırıldığını söyledi de şiiri ne amaçla okuduğunu, anlamını, inanç sömürüsü, kışkırtma, baskı, tehdit ve yıkıma kalkışma olup olmadığını açıklamadı. Düşünce suçu, özgürlüğü, inanç sömürüsü, özendirme, kışkırtma, terör değerlendirmeleri üstünkörü yapılamaz. Bir kez de burada söyleyeyim (daha önce GÖZCÜ gazetesinde yazmıştım) yargıya baskıdan daha kötü olanı baskılara açık olmaktır. Hukuk alanında olan aykırılıkları ve hukukçu denilen kimilerini gördükçe hukukçuluğumdan utanıyorum.

Eski yıldan yeni yıla

Yeni yılı coşkuyla kutlamak, geleceğin geçmişten iyi olmasını dilemek bağlamında yerindedir. Ancak, ömrün bir yıl daha kısaldığını bilmek gerekiyor. Yeni yılı umutlarla karşılamak, önceki yılı kapatıp olumsuzlukları geride bırakma, yeni bir dirilişin nedeni sayılabilir. Yaşam iyiliklerle kötülüklerin bileşkesidir. Yarının neler getireceği, neleri götüreceği önceden kestirilemez. Yazgıcılığı bırakıp yaratıcı olmayı yeğleyerek yaşama egemen olmaya, koşulları değiştirme gücünü edinmeye bakmak gerekir.

Yeni yılda yinelenmemesini dilediğimiz kimi olumsuzluklara değinelim:

Başbakan Konya’da Nakşibendi tarikatının Ribat grubunun kurucusuna giderek 45 dakika görüştü. Başbakan İzmir kentimize ilişkin olarak seçimlerde kendilerine oy gelirse söylenmesine son verilecek kötü bir benzetmeyi anımsattı. Başsağlığı ziyaretinde yanına imam aldı.

Konya’da pazarların dualarla açılması yaygınlaşıyor.

İmam hatipli öğrencilere üniversitelere giriş için ayrıcalık sağlanıyor.

Enerji Bakanı, yasama organında çirkin argolarla yanıtlar vermeye çalışıyor. Adalet Bakanı, âhlakı korumanın özelleştirmeden geçtiğini söylüyor. Başbakan Yardımcılarından birisi “Bizim Başbakanlığımızda Cumhuriyet düşmanı hiç kimse yoktur” diyor. Demokratik Toplum Partisi’ne katılan DEHAP’lı belediye başkanlarının töreninde konuşan bir yönetici “Kürt halkının kaderini belirleme talebi”nden sözediyor. Türkiye Cumhuriyeti yeni mi kuruluyor? Yeniden mi kuruluyor?

Hastanelerde yaşlıların ve özürlülerin çektiği güçlükler, genelde hastaların bekletilmesi, uzun kuyruklar ve işlem kargaşası sürüyor. Hizmetlerin daha düzeyli olmasını istemek herkesin hakkı. Yabancılara toprak satımına ilişkin yeni düzenleme eski sakıncalı durumunu koruyor. Üniversitelerde gözdağı kimi kısıntılarla sürerken 19 Mayıs Üniversitesi’ne ilişkin Meclis Araştırma Komisyonu çalışmaları ilginç konuşmalarla yürüyor. Üniversiteden istenen belgelerin ne olursa olsun bir şey bulmak amacını yansıttığı açık.

Üniversiteyle ve yargıyla olduğu gibi Silahlı Kuvvetlerle kavgadan geri kalınmıyor. “Münferit hezeyan” nitelemesine yönelik karşılıklar yanıtsız kaldı ama Kubilay’ı anma günü nedeniyle irticanın birincil tehlike olduğu yinelendi. Yıllardır irticanın birincil tehlike, en büyük tehlike olduğuna ilişkin görüşümüz kimi besleme kalemlerce ve şakşakçılarla saldırılara uğradı. Gericilerin neler yaptıkları ortadayken iyi niyetli uyarılarımızı “İrtica ve Sevr paranoyası” ile suçlayan aymazlar ve sapkınların tutumu hastalığın kendiliğinde olduğunu kanıtlamaktadır. Biz söyleyince suç oluyor, görevdeki birisi söyleyince sus-pus oluyorlar.

Lâik Atatürk Cumhuriyeti karşıtları her yerde var. “Ezber” diye tutturan koronun üyeleri medyanın etkin noktalarında, üniversitelerde, kimi kuruluşlarda, kurumlarda çattıkları devletin olanaklarını kullanıyorlar. Avrupa uşaklığında yarışarak yol alıyorlar. Bilgisizlikleri de sırıtıyor. Anayasa’yı ilgili yasaları ve bunları düzenleyenleri suçlayacak yerde uygulayıcılarına sataşıyorlar. Kimileri de bilim adamı olacak. Ne günlere, kimlere kaldık.

2005 yılı biterken IMF’na olan borç tutarımız 16,5 milyar dolara dayandı. Cari işlem açığı sürdükçe borçlanma ve IMF ilişkisi sürecek, yakınmalar artacaktır. Ankara Belediyesi’nin bayanlar lokalleri dolup boşalıyormuş ama bir tek Atatürk fotoğrafı yokmuş. Belediye parasıyla oy toplama çabaları sürerken lokaller yoluyla bayanları Atatürk’ten uzaklaştırmak sorumluluğu ağırlaştırmaktadır.

Kubilay’ı ve 1915 Sarıkamış şehitlerini anmak bağımsızlıkla başlayan Atatürk bilincinde yoğunlaşmaktır. İktidarın inandırıcı olmayan iletileri dışında halkımızın ilgisi umut vericidir.

Okuyucularımıza Atatürk aydınlığında yeni yıl dileklerimi sunuyorum.


http://www.turksolu.com.tr/98/index.htm

***


Ağlama Ahmet bu Sensin


Ağlama Ahmet bu Sensin…


Kaya Ataberk,
25 MART 2012


Meğer Kekeç'i ne kadar üzmüşüz

Okurlarımızın bildiği gibi önceki hafta bir yazı yazdık ve Ahmet Kekeç, Emre Aköz ve Engin Ardıç gibi köşe yazarı görünümlü AKP kalemşorlarıyla, yine aynı Kürt-İslam faşizminin "sanatçısı" ve simge ismi Nihat Doğan arasındaki "fikir" ve üslup benzerliklerine dikkat çektik.

Bu açık benzerliklerden de yola çıkarak aklımıza takılan bir soruyu sorduk. Nihat Doğan'ın o çok gülünen akıl-fikir fışkıran konuşmalarını ve sözlerini bu "yazarlarımızdan" birinin, özellikle de Ahmet Kekeç'in hazırlayıp hazırlamadığını sormuştuk.

 Ne yapalım?

Tüm izler Kekeç'i işaret ediyordu.

Meğer bu yazdıklarımızla Ahmet Kekeç'i ne kadar da üzmüşüz, kalbini kırmışız…

Star gazetesindeki köşesinden TÜRKSOLU'nu ve bahis konusu olan yazımızı anarak öyle bir yazı kaleme aldı ki vallahi ancak bu kadar olur dedik. Oturup tüm TÜRKSOLU yazarları bir araya gelsek, Ahmet Kekeç-Nihat Doğan benzerliği hakkındaki iddiamızı daha bir derinleştirelim, kanıtlayalım desek Ahmet'in kendisi kadar bu işi başaramazdık.

Ahmet o aynı saldırgan ve seviyeden nasibini almamış üslubuyla hem gazetemiz, hem de Türkiye'nin en önde gelen Atatürkçü aydını Yekta Güngör Özden hakkında yazmış…

Bu yazdıklarına tekrar döneceğiz de esas merak ettiğimiz başka bir şey. Ahmet Kekeç, yazısında Nihat Doğan'la fikirlerinin farklı olduğunu iddia etmiyor.

Bu üsluptan rahatsız olduğunu da söylemiyor.

Hayır, biz Nihat Doğan gibi değiliz, farklı fikirlere ve seviyeye sahibiz de demiyor.

Fakat anlaşılan o ki tam da suçüstü yakalanmaya işaret eden bir haleti ruhiye ile kaleme aldığı yazısı boyunca üzülüyor, kızıyor ve hiç olmamış şeyler, hiç söylenmemiş sözler üzerinden saldırıyor ve hakaret ediyor.

Oysa biz ona ne hakaret ettik ne de onun iddia ettiği gibi "satılmış", "dönek" ya da "hain" dedik. Biz sadece bir dönemin ve o dönemin yarattığı insan tipinin tahlilini yaptık.



Fakat karşılığında ne bulduk?

Tam da tahlilimize uyan bir tepki…

Biz Nihat Doğan'ı gösterip "Gülme Ahmet bu sensin" demiştik fakat Ahmet gülmeyip ağlamaya başladı...

Ahmet ağlama bu sensin...


Ahmet'in hararetinin sebebi katıksız TÜRKSOLU korkusu

Ahmet Kekeç'in bize bu kadar hararetle saldırmasının tek bir nedeni var: Tüm faşistlerin devrimcilikten; tüm vatansızların, milliyetsizlerin milliyetçilerden duydukları korku Ahmet'te TÜRKSOLU korkusu olarak ortaya çıkıyor.

Milliyetçiliği ve solu birlikte savunan bu hareketin varlığı Türkiye'de yıllardır kurulmuş olan halkı sağa mahkûm etme planının çökmesi demek. Ahmet ve onun gibiler de bu durumun farkında oldukları için TÜRKSOLU'nun adını duydukları anda işte böyle cin çarpmışa dönüyorlar.

Daha geçen yazımızda ömrü boyunca solla yakından uzaktan ilişkisi olmamış Ahmet Kekeç'in bizim solculuğumuzu nasıl olup da tartışabildiğini sormuştuk. Ve demiştik ki; madem sol senin açından bu kadar iyi bir şeydi o zaman neden solcu olmak yerine hep sağcı olmayı yeğledin?

Ahmet, bu soruya bir yanıt vermek yerine daha yazısının ilk cümlesinde bir sol tartışması açmış.

Ne diyelim?

Bir yazarın düzgün bir şeyler yazabilmesi için tabi ki önce okuduklarını doğru anlayabilmesi gerekir. Anlaşılan Ahmet bizim yazımızı okumuş ama pek doğru anlayamamış. Yoksa zannederiz ki bu kadar ısrarcı olmazdı…

TÜRKSOLU'na saldırırken Yekta Güngör Özden'i de hedef almış. Yekta Bey'in hiçbir zaman kullanmadığı bir üslubu ona yakıştırmaya kalkmış. Bu ülkede Yekta Güngör Özden'e hangi çevrelerin ne amaçla saldırdıkları açıktır. Tükenmek üzere olan bazı kalemler de son çare olarak bu saygın isme saldırarak kendilerini birilerine hatırlatmaya ve aferin almaya çalışırlar.

Okuduğunu anlamayan bir yazar

TÜRKSOLU'na saldırırken nereden tutturacağını bilemeyen Ahmet Kekeç, bakın neler söylemiş.

Ona kalırsa TÜRKSOLU, " Kürt bakkaldan alışveriş yapmayın…" diyormuş.

Buyurun açalım TÜRKSOLU'nun 10 yıllık arşivi karşımızdadır ve Kekeç dâhil herkese de açıktır. Böyle bir ifade bir kere bile bu sayfalarda geçtiyse Kekeç'in bize özür borcu var demektir.

TÜRKSOLU, " Alışverişimi Türk'ten yapıyorum, param PKK'ya gitmiyor " demiştir ve bu başlıkla çıkan yazı da dâhil hiçbir yazıda Kekeç'in kullandığı gibi "Kürt bakkal" ya da benzeri bir ifade yoktur.

Anlaşılan Kekeç bütün Kürtlerin PKK'lı olduğunu düşünmektedir ki "PKK" gördüğü yerleri "Kürt" olarak algılamaktadır.

Irkçılık birilerinin gözünü kör ettiyse en azından karşısındaki metni düzgün okuyamamak anlamında bu Kekeç için geçerli olacaktır.

Bir de Kekeç'in, " Yılın Ali Kemal'i anketi " dediği mesele var. Gerçekte ne böyle bir anket oldu, ne de Kekeç'in iddia ettiği gibi Mehmet Barlas bu anketten birinci çıktı.

Fakat bu da nereden çıktı diye düşündüğümüzde aklımıza TÜRKSOLU'nun 2006 yılında yaptığı " Yılın faşisti anketi " geldi. Arşive dönüp bu anketin sonuçlarına bakınca Kekeç'in bir üzüntüsünü daha anladık.

Ahmet Kekeç, o yılki ankette " yılın faşist adayları " arasında pek de önemsenmemiş ve oyların ancak % 1'ini alarak listenin en alt sıralarına yerleşmişti.

Fakat Ahmet, üzülmene gerek yok ki sen birinci olamasan da "gönüllerin faşisti"sin emin ol. Bizim gözümüzde yerin çok ayrı…

Bize lütfen bir dahaki sefere Nihat cevap versin!

Ahmet'in gözünde de bizim yerimiz ayrı biliyoruz. Çünkü o da biliyor ki aynen yazısında belirttiği gibi bizim yazılarımız, fikirlerimiz Türk milletinin içinde "taraftarlarını oluşturuyor". Anlıyoruz, rahatsızlığının temel nedeni de bu…

Fakat Ahmet belki de şunu bilmiyor ki bizim fikirlerimiz zaten halkın çoğunluğunun fikirleri. Türklerin tamamı böyle düşünüyor Ahmet. Bizimle bu kadar uğraşmana gerek yok, sen aslında Türk'le uğraşıyorsun.

Kekeç'in güya bize sorduğu Kemalizm ve Batıcılık-gericilik ile ilgili sorulara gelince...

Bunların, çıkarlarının halka Kemalizm'i Batıcılık olarak göstermekte olduğunun bilinciyle sorulmuş sorular olduğunu ve Kekeç'in "Ben Atatürk'e değil Kemalizm'e düşmanım" tarzında bir kıvırmaya mecbur kaldığını tespit etmek dışında bir cevap vermeye gerek görmüyoruz.

Bunlar dışında da biz ne yazık ki Ahmet'te fikir tartışması yapılacak bir seviye bulmadık da bulamayacağız da anlaşılan…

Hem zaten Ahmet kendisi itiraf etmedi mi daha birkaç gün önce "Bu yazarda fikir bulunmaz" diye…

Anlıyoruz bu konuda çok yaralı, çok hassas ve mazur görüyoruz.

Fakat kendisinden son bir ricamız var:

Lütfen bundan sonra bize cevapları Ahmet değil Nihat versin. İhtimal ki o daha güçlü fikirlerle karşımıza çıkacaktır…


http://www.turksolu.com.tr/358/ataberk358.htm

***

MAŞALAR,

MAŞALAR,


Yekta Güngör Özden
12.03.2007


Türkiye’mizin içten çökertilme, dıştan kuşatılma çabalarıyla karşılaşması yeni değildir. İçimizdeki elverişli kimselerin yabancı yatkınlığı, patron yalakalığı, para ve ün düşkünlüğü, değişik ruhsal ve beyinsel bozuklukları, ahlâksızlıkları, yandaşlıkları, özetle niteliksiz ve kişiliksizliği kötü amaç taşıyanlara güç vermektedir. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesinin ayırdında olmayan, ulusal kimliğiyle yurttaşlığını yadsıyan, yabancıların yüzyıllardır sürdürdüğü oyunları alkışlayan, kendi değerlerine ve varlıklarına sahip çıkmayan, sömürüden teröre her kötülüğe araç durumuna düşen “yaratık”lar oldukça sorunlar azalmayacak, artacaktır.

ABD Dışişleri Bakanı “Kürdistan” sözünü “coğrafya bölgesi” amacıyla kullandığını söyleyerek düzeltme yaptığını sanıyor. İster siyasî, ister coğrafî hiç farketmez. Kürt devletini yerleşim yerlerinin altyapılarıyla birlikte oluşturduklarını bilmeyen kalmadı. Verdikleri sözleri tuttular mı? Terör örgütüne karşı, bu maşaları destekleyen Irak’ın kuzeyindeki kürtlerin kışkırtıcı sözlerine karşı tepkileri oldu mu? Hayır.

İzmir’de Batı Anadolu Sanayici ve İşadamları Dernekleri Federasyonu’nun düzenlediği “Müzakere Süreci ve Sivil Toplum Kuruluşları” konulu etkinlikte konuşan Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu Eşbaşkanı Joost Lagendijk “Türk Silâhlı Kuvvetlerinin lâiklik konusunda taraf olmaması gerektiğini” söylemiş. Niçin ve kimlere güvenerek? Cumhuriyetin temel niteliklerinden en önemlisi lâikliğin önemini ve anlamını, Türkiye yönünden özelliklerini bilmemesi düşünülemez. Amaçları, Türkiye’yi karıştırıp avuçlarında balmumu gibi biçim verecekleri yönetimlerle teslim almak. Din ve mezhep kavgalarının ülkeyi nereye sürükleyeceği açık. Aşiret ve tarikat etkinliğinin, kadrolaşma ve partizanlığın ne boyutlara vardığı çok belirgin. Demokrasi ve insan hakları sömürüsüyle tüm kötülükleri dayatıp Sevr’le alamadıklarını elde etmeye çalışıyorlar. İşin üzücü yanı bu ölçüsüzlüklere etkin bir yanıtın ulus temsilcilerince verilmemesi.

Bu arada ABD Senatosu Dışilişkiler Komisyonu Türk Ceza Yasası’nın 301. maddesinin kaldırılması ve Hrant Dink cinayetinin kınanması doğrultusunda karar tasarısını görüşüyor. ABD’nin kendi içinde ve dünyada yaptıkları-yapmakta olduğu kınanacak olaylar için ne yapılıyor? Hiç.

Tersine gidişler

Kaç kez söylendi, yazıldı, anlamak istemiyorlar. Hâlâ “28 Şubat askerî müdahalesi” diyorlar. Lâik cumhuriyet ve Atatürk karşıtları da alanlara dökülüp 28 Şubat’ı kınıyorlar. Hiçbir zaman askerî müdahaleden yana olmadık. 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 için konuşup yazdıklarımız, yaptıklarımız ortada. Demokrasiyi kötüye kullananlardan da değiliz. Ancak, Anayasa’nın 118. maddesine göre toplanıp karar alma neden müdahale olsun? Alınan ve hükûmete iletilen kararların hangisi yetki ve görev dışı? Başbakan ve Kurul üyesi Bakanlar niye imzaladılar? Silâhlı Kuvvetlerin duyarlığını, ilkelere özenini müdahale sayan kafalar neyi kavrayabilir? Zorla imzalatılmadı, kurul görevini yaptı.

Yassıada Yüksek Adalet Divanı Salim Başol’un sözlerini çarpıtan bir gazeteci Ankara Asliye 2. Ceza Mahkemesi’nde cezalandırıldı. İncelenen tutanaklar Salim Başol’a yüklenmek istenen anlamda konuşma geçmediğini gösterdi.

Atatürk’ün 6 Şubat 1933 Bursa konuşması gerçeği Ankara 5. Asliye Ceza Mahkemesi’nin 1967/67 sayılı dosyasına konu olan dâvada doğrulandı. Bu anlamlı konuşmanın amacını değerlendiremeyenler “Uydurma-yakıştırma” diyerek lâiklik özenine karşı çıkıyorlar. Konuşmanın son tümcesi (Ankara Yıldırım Beyazıt Alanı’ndaki Atatürk Anıtı’nın duvarında) “Türk Genci rejimin ve inkılâpların sahibi ve bekçisidir” açıklığıyla görevi bildirmektedir. Anıt 29.10.1953’te benim yönettiğim törenle açılmıştı.

ABD Dışişleri Bakanı’nın, Barzani’nin “Alışsınlar” dediği gibi alıştırmak için olacak kullandığı sözcüklere, You Tube adlı internet sitesine Yunanlıların gönderdiği video görüntüleriyle sergilenen terbiyesizliğe, iktidar partisinden bir Belediye Başkanı’nın fıkrayla yaptığı saygısızlığa bir şey demeyip fırsat saydıkları her durumda Atatürk’e ve Atatürkçülere saldırması düşündürücüdür. Apo’nun zehirlendiği yalanını yayanlara da değinmiyorlar.

12 Eylül’de Devlet Başkanlığını üstlenen Kenan Evren düşünmeden, yeterli bilgileri edinmeden, sanırım biraz da ilgi çekmek ve destek almak için kullandığı “Eyalet” sözcüğünü bir öneri olarak incelemek yanlıştır. Böyle bir söz ciddiye alınamaz. Anayasa’nın 128. maddesini, amacı başka Bölge Valiliği’ni aşan görüşler yalnızca Türkiye karşıtlarını sevindirir. Evren’i karalayıp kötüleyenlerin, ağır saldırılarda bulunanların şimdi “Cesaretli, yürekli, akıllı, ileri görüşlü, erdemli...” nitelemelerini, hele Apo’nun “Askerî dehadır” övgüsünü duyunca söylenecek söz bulmak güçleşiyor. Evren’i kimlerin bu nedenle desteklediğini, övdüğünü, alkışladığını, kimlerin Evren’e katıldığını görünce herkes her şeyi daha iyi anlıyor, bir şey demeye gerek kalmıyor. Büyütmeye değmez. Onun konuşmalarına şimdilerde birinci sayfalarında yer verenler, telefon sohbetlerine girenler sevdiklerinden değil, söyledikleri işlerine geldiği için yakın duruyorlar. Bir tür karşılıklı kullanılma var. Türklüğünden kuşkuya düşülecek kimilerinin hemen sarıldıkları söylemiyle Evren’in onların özlediği amacı taşıdığını da sanmıyorum.

Kimi gerzekler zaman zaman, hiçbir şey yokken bana çatar. Bir gazete, bir üniversite senatosunun bana verdiği Onursal Doktora ünvanı nedeniyle Apo’yla karşılaştırdığı için mahkûm olmuştu. Kendi gazete ve dergilerinde yazanlara, neler yazıldığına bakmayan, kimi çirkinlik ve sakıncaları düşünce özgürlüğü diye savunanlar hiçbir karşılık beklemeden, hiçbir bağlantım, görevim ve akçalı ilişkim olmadan, özgürce kendi görüşlerimi yazdığım TÜRKSOLU’nda topluma hizmet çabamı sürdürmeme katlanamıyor. Tümüyle soyut “Demokratik sol” deyişine katılıp Türk’ün solunu yadırgayanlar çıktığı gibi, TÜRKSOLU’na kızıp bana sataşanlar da oluyor. Ben, onların yayın organlarında yazan kimilerine kızıp sahiplerine ve yönetmenlerine saldırmıyorum. Ama onlar utanmadan, sıkılmadan, yakınlarının özür yemeği verdiklerini, patronlarının yanında eleştirilerime sessiz kalışlarını, 44,5 yıl devlet hizmetinden sonra üç üniversitede çalıştığımı, sekiz üniversite senatosunun onursal doktora ile ödüllendirdiğini, 50 yayında imzam bulunduğunu, kimi antolojilerin bana yer verdiğini (hiçbir savım ve istemim olmadan), ilk şiirimi 1950’de yayımladığımı, yıllarca tanınmış sanat dergilerinde şiirlerimin yayımlandığını, gazetelerde yazılarımın yayımlandığını, öğretmenliğimi, öğretim görevliliğimi, başkanlıklarımı bilmezler, bilmezlikten gelirler. Kendilerinde bir şeyler bulunduğu kuruntusuyla başkalarını küçük görüp aşağılarlar. Bunlara aldırmam. 12 Eylûl döneminde bir büyük gazeteye istekleri üzerine imzasız iki başyazı yazdım. Cumhuriyet gazetesinde 30-35 yıl ikinci sayfada önemli günlerde yazılarım yayımlandı. Benim içtenlikli yurtsever davranışlarla katkıyı görev saydığım günlerde şimdi beni eleştirmeye kalkışanlar ya ilkokuldaydı ya da yurtiçinde ve dışında sakıncalı ilişkiler içindeydi. Bunlar İstiklâl Marşı’mızın parti genel kurullarında söylenmemesinin çocukça gerekçelerine, Türk Bayrağı asılmamasının nedenlerine, kendi yayın organlarındaki Atatürk düşmanlıklarına ve çirkinliklere, medyaya baskı ve sansür olaylarına, fetva ve ferman girişimlerine, bölücülüğe, yıkıcılığa, rüşvete, ahlâksızlığa, seçim oyunlarına ve oy avcılıklarına bakmazlar. Hukuka, yargıya saldırılara, yargıçlara yönelik eylemlere duyarlı değillerdir. Böyle kişilerle görüşmek, tartışmak, bunlara aldırmak boşunadır. Görevdeyken bir milletvekili sataştığında “Her havlamaya kulak versem yolda yürüyemem” demiştim. Terbiyesini yitirenlere, kişiliğe saygı duymayanlara, yaraşır oldukları kınama ve niteleme sözcükleri benim dilime yakışmaz. Anlamadıkları karşıoyları bile yanlış yansıtıp kötülemeye çalışıyorlar. Neyse ki çoğunluk kimin ne olduğunu biliyor. Önemli olanı da halkımızın sevgisi, saygısı ve güvenidir. Başka bir şeye gereksinim duyurmuyor. Terbiyesizler için terbiyemi bozmuyorum. Kendimden söz etmeyi sevmediğim için üzülerek ve zorunlulukla bu kadar değiniyorum.

Cumhurbaşkanı seçimi söylemleri, siyasal parti ilgililerinin, karşılıklı atışmasıyla sürüyor ve giderek sertleşiyor. Türkiye Barolar Birliği’nin konuyla ilgili etkinliğinde de değinildiği gibi toplantının açılışında gözetilecek sayı, toplantı yeter sayısı ile karar yeter sayısı karıştırılmaktadır. 184 milletvekili toplantının başlaması için, sandıkta 367 oy da oylamanın yapılmış sayılması için zorunludur. Bu sayı bulunmadan ikinci oylamaya, üçüncü oylamaya geçilemez. 276 bulunmadan da üçüncüden son oylamaya geçilemez. Özetle bir kez daha değinmiş olduk.

Yazımı tamamlarken gelen bir soruya verdiğim yanıtı kısaltarak alıyorum: Müstear (başka, değişik) adla yazı yazmadım. Yazıişleri müdürlüğü yaptığım Devrim Gençliği Dergisi’nde (1952-1954) aynı ad usandırıcı olmasın diye şiir ve öyküde başka adları kullandım. Yazılarımdaki “Gün-Öz” müstear değil, kısaltılmış addır. Müstearda gizli tutmak, tanınmamak ya da sahibinin yeğlediği bir amaç vardır. Benim adım da soyadım da açıktır. Bunlar benim kişisel simgem ve onurumdur. Onurdan, kişilikten anlayanlar ve bu değerleri taşıyanlar için bir anlamı olmak gerekir. Beni sapkınlarla karşılaştırıp onlardan küçük görenlerin ne olabileceklerini okuyucuların takdirine bırakıyorum.


http://www.turksolu.com.tr/130/ozden130.htm

***


Türk Ordusu Kuzey Irak’ta Bulunmalı



Türk Ordusu Kuzey Irak’ta Bulunmalı 


(E) Org. Necati Özgen 
29.11.2004/Sayı:70
Harp Akademileri Eski Komutanı (E) Org. Necati Özgen:




ABD Kuzey Irak’ta Kürt Devleti Kurmak istiyor,

TÜRKSOLU: Kuzey Irak’ta ABD’nin hamiliğinde ve gözetiminde bir Kürt Devleti kurulmaya çalışılıyor. Son dönemde bu konuda ABD büyük ilerleme kaydetti. Kürt Devleti tehlikesi gittikçe daha da gerçek hale gelmeye başladı.

NECATİ ÖZGEN: ABD, Kuzey Irak’ta bir Kürt devletinin kurulmasını istiyor. Ancak bu Kürt Devleti ABD’nin koruyuculuğunda, onun desteğini arkasına alırsa varolabilir. Eğer ABD destek olmazsa, orada bir Kürt Devleti kurulamaz ve yaşayamaz. Yani o vahşi arazide, denizi ve havalimanı olmayan, hava sahası komşu ülkeler tarafından kapalı bir devletin orada tek başına yaşaması olası değil. O zaman hepimizin mutabık olması gerekir ki Kürt Devleti ancak ABD’nin desteğiyle kurulabilir. Ayrıca, Irak’a komşu ülkeler arasında Kürt devletini kabullenen yok. Suriye, İran, Türkiye bu devleti istemiyor.

Irak’taki son duruma baktığımız zaman, görüyoruz ki kamu kurum ve kuruluşlarında Kürtler çok yer elde etmiş. Örneğin Irak Geçici Yönetimi’nde 6 tane Kürt temsilcisi varken sadece bir tane Türkmen var. Türkmenler hiçbir şekilde haklarını elde etmiş değiller. Geçici Anayasa’ya bakıyorsun, Türkmen bölgelerinin çoğunluğu Kürt bölgesinde kalıyor. Peki Kürt bölgesinde kalan Türkmenler ne olacak? Bu yıl Nisan’dan itibaren Türkmenlere yönelik bir takım mezalimler oldu. ABD’nin yaptıklarını değil, Kürt aşiretlerinin yaptıklarını kastediyorum. Bu bölgeler Kürt bölgesi içinde kaldığı zaman orada Türkmenlerin yaşama şansı ne olacak? Silinip gidecekler.

Bir de, Türkmenlerin silahı yok, örgütlenmemiş, lideri yok, parçalı Türkmen cephe ve partileri var. Bir birlik ve beraberlik orada sağlanamamış. Türkiye de oraya kolunu arzu ettiğimiz derecede uzatmamış, gerekli yardımları yapmamış. Şimdi geleceğe baktığınız zaman, Geçici Anayasa diyor ki, nüfus sayımı yapıldığı zaman Kürtler fazla çıkarsa, Kerkük Kürt bölgesi içine alınacak. O zaman mutlaka bir kaos olacak.

Musul ve Kerkük’ü bir barajın duvarı olarak düşünün. Eğer bu duvar yıkılırsa, barajın suları Türkiye’yi etkisi altına alır.

Türk Ordusu’nun Kuzey Irak’ta bulunması yeterli

TÜRKSOLU: Peki bu kaos yaşandığında, Türkiye, Türk ordusu ne yapacak?

NECATİ ÖZGEN: Böyle bir durumda Türkiye elini kolunu bağlayarak kalamaz diye düşünüyorum. Ancak Kerkük’e kadar bir operasyonun da şart olduğunu düşünmüyorum. O mesafede bir operasyona gerek olmayabilir. Kerkük çok uzak bir mesafe, kolay bir harekat olmaz.

TÜRKSOLU: Kerkük değilse, neresi?

NECATİ ÖZGEN: Yeter ki Türk Silahlı Kuvvetleri Kuzey Irak’ta bulunsun. Bunun mesafesi o kadar önemli değil. Kerkük’e kadar gitmese de olur. Kuzey Irak’ta bulunması Kürt peşmergeleri caydırmak ve Türkmenleri korumak için yeterli diye düşünüyorum.

Bu fırsatı tabii zamanında kaçırdık. Tezkere tartışmaları döneminde, Kuzey Irak’ta bulunalım dedik ama ABD kabul etmedi biliyorsunuz. Ama ondan önce, biz orada Silahlı Kuvvetlerimizi bulundurmuş olsaydık, şu durumların hiçbiri olmazdı.

TÜRKSOLU: Kuzey Irak’ta Kürt istilacılığı Türkmenler ve Türkiye için büyük tehdit oluşturuyor. Ancak ABD’nin bölgedeki varlığı da aynı derecede tehdit değil mi? ABD’nin Telafer’de düzenlediği operasyon bu konuda uyarıcı değil miydi?



 <    Harp Akademileri Eski Komutanı (E) Org. Necati ÖzgenTelafer’de ABD Türkiye’yi tehdit etti  >

NECATİ ÖZGEN: Bence Telafer çok planlı bir olay. Telafer’de ABD şu mesajı verdi: “Türkiye sınırına en yakın ve Türkmenlerin meskun olduğu bir yere geliriz, gerekeni yaparız, gerekirse katliam da yaparız, hiç kimse de Türkiye de sesini çıkaramaz.”

Türkiye’ye çok yakın olduğu icin, Telafer’den güneye doğru inip Türkmen bölgesine gelirken, Musul yolunu kesiyorsun. Ovaköy Sınır Kapısı açılacaktı, gündemden tamamen çıkmış durumda.

Ayrıca ABD psikolojik bir üstünlük de sağladı. Ben bir Türkmen olsam; en yakınım Türkiye’nin herhangi bir müdahalesi olmamış, sadece söylemle geçiştirilmiş, bu kadar zayiat verilmiş, şehrimiz şöyle edilmiş... Bu bana açık bir gözdağıdır. Oradaki herkese, komşu ülkeler de dahil olmak üzere, Irak ve çevresindeki tüm ülkeler için gözdağı.

ABD Felluce’de katliam yapıyor

Felluce’de de çok büyük bir katliam yaşanıyor. Bir vahşet. Müslümanlar katlediliyor. Şu anda 600 bini geçti. Teknolojinin verdiği silahlarla yerle bir ediliyor binalar ve millet bir bir ölüyor. Bu katlima karşı dünya sessiz, Türkiye sessiz. Ben o zaman soruyarum nerede insan hakları, nerede İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi? Peki bu vahşete karşı neden dünya sesini çıkarmıyor? Dolayısıyla Şiiler de Felluce konusunda bir birliktelik olmadı. Neden olmadı? ABD eminim ki bu birleşikliği ayırmak için yoğun psikolojik harp uyguladı Bir de Şiiler çoğunluk olmalarına rağmen, yüzyıllardır hiç hükümet olmamışlar. 31 Ocak’ta da seçim yapılacak. Bu ülkenin %65’i madem ki Şii, belki yönetimde ağırlıklı bir durumda oluruz diye düşünüyorlar.

TÜRKSOLU: Irak’ta ancak laik-milliyetçi bir hareket direnişi birleştirebilir.

NECATİ ÖZGEN: Kesinlikle öyle olmalı. Tabii. Mutlaka devletin bütünlüğü ve egemenliğinin sağlanması bizim ve komşu ülkeler için önemli. ABD komşu ülkelerin de etkili olmasını, sesini çıkarıp birleşmesini, İran-Irak-Suriye-Türkiye siyaseten birleşmesini istemiyor.

Benim endişem şu. ABD Ortadoğu’da parcça parça devletler kurmak istiyor ABD: Kendine bağlı, kendisinin gözetiminde, devletçikler kurmak, o da Ortadoğu’nun İmparatoru olacak.

TÜRKSOLU: Türkiye Kandil Dağı’ndaki PKK varlığına nasıl son verecek?

Kuzey Irak’taki PKK kamplarına operasyon şart

NECATİ ÖZGEN: PKK Kandil Dağı’nı merkez olarak kullanıyor, ama daha önce sınırötesi operasyonlarla boşalttığımız, sınırımıza yakın yerlerdeki kamplarına tekrar yerleşmiş durumda. Yapılacak şey şu: ABD madem ki Irak’ın güvenliğinden sorumlu. ABD’yle konuşacağız. Diyeceğiz ki, “PKK bir terör örgütü ve sen bunu terör örgütü listene de almıştın. Sizden defalarca istedik, bunları etkisiz hale getirin diye, ama getirmediniz. O zaman bunu müşterek yapalım.”

Kabul etmediler mi?

“O zaman ben kendim yapacağım. Bunun başka bir yolu yok. Kuzey Irak’taki PKK kamplarına bir harekat düzenleyeceğim. Sen nasıl binlerce kilometre öteden gelmişsin. Ben ayağımın dibindeki, benim güvenliğimi tehdit eden bir terör örgütüne karşı nasıl harekat yapmam?”

Buna kimse bir şey diyemez. Bu meşru müdafaa.


Harp Akademileri Eski Komutanı (E) Org. Necati ÖzgenBen şahıs olarak, ABD’yi bir dost olarak
görmüyorum. Uzun süre Güneydoğu’da görev yaptım. Çekiç Güç’ün Cudi Dağı’na, PKK’ya, malzeme attığını ben
ve ekibim iki defa gözlerimizle gördük. Eşref Paşa’yla beraber Kuzey Irak’a giderken, Çekiç Güç’ün uçaklarıyla bizi taciz eden ABD’ydi.

TÜRKSOLU: Üstelik PKK terörü son dönemde yeniden arttı.

NECATİ ÖZGEN: Tabii. Son 5 ayda PKK terörüne 47 şehit verdik. Nasıl bir vurdumduymazlık anlamak mümkün değil. Bu terör bu şartlarda, bu stratejiyle, böyle devam eder, bitmez. AB’nin isteklerine boyun eğdikçe, teröristbaşı Apo dahil olmak üzere ortada dolaşan lider bozuntusu insanların söylemlerine izin verdikçe, ilgili partilere göz yumdukça terör böyle devam eder. Önlem alacağımıza ne yapıyoruz. Bunları bakanlıklarda ağırlıyoruz. Resmi olarak makamımızda kabul ediyoruz, hatta yeşil pasaport veriyoruz. Ben böyle bir siyaseti, böyle bir diplomasiyi anlayamıyorum. Ama bir yerde ip kopacak. Bir yerde karar vermek gerekecek.

Teröristler gelsin, Türk Devleti’nin ve Türk adaletinin şefkatli kollarına teslim olsunlar.

Hürriyet Gazetesi bir pazar ilavesinde Kandil Dağında PKK’lı teröristlerle röportaj yapmış. Öyle bir yayınlanmış ki, sanırsınız onlar terörist değil. Gitar çalıyorlar. Güya artık eli kanlı terörist değiller. Ama bakın son 5 ayda 47 şehit verdik. Sorsanıza o teröriste: Kaç terör eylemine karıştın, kaç askerimizi şehit ettin, kaç vatandaşımızı öldürdün?

TÜRKSOLU: ABD Irak işgalinde Kürt aşiretlerini adeta bir yedek güç gibi kullanıyor. Kürt aşiretleri de ABD işbirlikçiliği yapmaktan memnun görünüyor. ABD’nin ve Kürt aşiretlerinin bu birlikte hareket etmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

ABD Irak’ta Kürtleri kullanıyor

NECATİ ÖZGEN: ABD’nin Irak’taki toplam askeri gücü 135 bin. Bu kadar güçle Irak’ta kontrolü ele alması mümkün değil. Eğer, karşıdaki direnişçiler, gayrinizami harp tekniklerini biraz daha iyi bilseler ABD’ye kök söktürürler. Dolayısıyla, bu askeri güçle güvenliği sağlayamadıkları için gözünü kara bürümüş havadan ve karadan tanksavar silahlarla helikopterlerle yerle bir ediyor.

Harbin de bir hukuku ve kuralı var. Ona uyarsa yapamıyor, iyisi mi her tarafı mahvedeyim, yerle bir edeyim, öyle kazanayım. İnsani kurallarla bu işi başarması zaten mümkün değil. Askeri yetmediği için de, kendisinin 1991’den beri eğittiği Kürt peşmergelerini takviye olarak kullanıyor. Onlar da biraz bölgeyi ve insanları tandığı için, her şehrin özelliklerni bildiği adeta bir kılavuz görevi de görüyor.

Kürt aşiretleri çok yanlış yapıyor. ABD güya süper devlet diye onun koltuğunun altına sığınmış, bir takım kazanımlar elde etmeye çalışıyorlar, ancak ABD dünyanın sonuna kadar orada kalmayacak. İşte, o zaman Sünniler, Şiiler, mahvedecek onları. Kürt aşiretleri bunun farkında değil.

Kürt aşiretleri bu yanlışı tarih boyunca hep yapmıştır. Hep de kaybetmiştir.

Türkiye-İran-Suriye triosu Kürt Devleti tehdidine karşı birlikte hareket etmeli

Yapılması gereken Türkiye’nin koordinatörlüğünde İran-Suriye-Türkiye bu konuda sık sık görüşmeli, artık ortak bir paydada birleşmeli ve Kürt Devleti’ne karşı bir strateji uygulamalı. Bakın Suriye’de Kamışlı’da bir olay çıkarttılar, Kürtleri nasıl ayaklandırdılar. Yarın İran’da da yaparlar bunu. Zaten İran Silahlı Kuvvetleri PKK’yla mücadele ediyor. O yüzden bu üç devlet, Irak’ı da katarsak dört devlet, aklını başına almalı ve üçlü trio’yu oluşturmalı. Bir konsensüs sağlamalı ve Irak’ın toprak bütünlüğünü sağlanması bakımından biraraya gelmeli. Başka bir çözüm yolu yok.

TÜRKSOLU: Güneyimizde Kürt Devleti tehdidi ve Kıbrıs, batımızda Ege Sorunu, doğumuzda Ermeni sorunu. Türkiye adeta bir kuşatma altında. Ve Türkiye’nin dost ve müttefik olarak belirlediği AB ve ABD Türkiye’nin bu kuşatmayı yarmasını desteklemenin de ötesinde, bu kuşatmayı bizzat yaratan güçler. Acaba Türkiye’nin dost ve müttefik olarak belirlediklerini sorgulamasının vakti gelmedi mi?


 <  ABD dostumuz değil  

NECATİ ÖZGEN: Ben Şahıs olarak, ABD’yi bir dost olarak görmüyorum. Ben uzun süre Güneydoğu’da görev yaptım. ABD’nin o bölgede yaptıklarını gördüğüm için dost olarak değerlendiremiyorum. Çekiç Güç’ün Cudi Dağı’na, PKK’ya, malzeme attığını ben ve ekibim iki defa gözlerimizle gördük. 
Eşref Paşa’yla beraber Kuzey Irak’a giderken, Çekiç Güç’ün uçaklarıyla bizi taciz eden ABD’ydi. >

Şimdi ben bu durumda ABD’ye dostum diyebilir miyim? Yıllardır PKK’ya destek veren, bizi taciz eden, orada 91’den beri Kürt Devleti’ni kurmaya çalışan ABD mi? Şimdi de PKK’yı koruyan, PKK’yla devamlı görüşen, PKK’ya karşı mücadelemizi engellemeye çalışan, bize karşı bir argüman olarak kullanmaya çalışan bir devleti nasıl dost olarak görebilirim?

Bu demek değil ki onu düşman olarak göreyim. Hayır. Herkesle nasıl geçiniyorsak onlarla da öyle geçinelim. Stratejimizi, siyasetimizi ona göre belirleyelim. Masaya yatıralım.

Bir de şöyle bir durum var. Birisi bana Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan beri ABD’nin bize bir faydası dokunmuş mu söylesin. 1974’te Kıbrıs Çıkartması’ndan sonra ambargo uyguladılar. PKK’yı desteklediler, Kuzey Irak’ta Kürt Devleti kurmaya çalıştılar, 1963’te Kıbrıs’a müdahalemizi Johnson mektubuyla engellediler, Kore’de uzak diyarlarda vatan evlatlarımızın yok yere kaybetmemize neden oldular, Ermeni Soykırım Yasa Tasarıları’nı geçirdiler, Kıbrıs’ta Yunan’ı desteklediler, Kıbrıs’ta ABD silahlarını kullanmamızı engellediler.

TÜRKSOLU: Belli stratejilerimizi sorgulayalım ve değiştirelim diyorsunuz. Peki, hemen güneyimizdeki sıcak olaylara karşı Türk Devleti nasıl önlem almalı?

NECATİ ÖZGEN: Türkiye’nin bekası ve refahı son derece önemli. Beka olmadan, güvenlik olmadan refah olmaz. Ben önce güvenliğimi düşünmek zorundayım. Bu gidişat Türkiye’ye zarar veriyor. Olaylar öyle gelişiyor. Benim güvenliğimi etkiliyorsa, yarın orada Kürt Devleti kurulursa veya bizim Güneydoğumuzu birleşik kaplar yasasında olduğu gibi etkilerse, bir şeyler yapmam gerekir.

Peki AB ve ABD ne yapıyor? Avrupa Birliği raporlarında içerisinde Kürtler de azınlıktır diye söyleniyor. Hapisten çıkan Leyla Zana, Hatip Dicle gibi insanları el üstünde tutuyorlar.

Bir yandan da Türkiye’de bütün Kürtçü partiler birleşip tek bir parti kuruyorlar, PKK’ya genel af çıkaracaksınız diyorlar, biz Cumhuriyet’in asıl kurucusuyuz, anayasa değişmeli diyorlar. ABD ve AB niçin bunların bu söylemlerine karşı gelmiyor? Öyleyse ne çıkıyor ortaya? ABD’nin ve AB’nin taktiği bizi etkiliyor. Biri söylesin, bize yapılan dayatmaların manası ortaya niye çıkmıyor: Nereye gidiyoruz? Bölünmeye gidiyoruz. Güneydoğu’daki Kürt vatandaşlarımız bizim kardeşimiz. Onlar birinci sınıf vatandaş. Onlar böyle bir şey istemiyor. Bıktık diyorlar terörden.

Türk Silahlı Kuvvetleri taviz vermeyecektir

AB ve ABD’nin PKK’yı ve Kuzey Irak’ı kullanarak, Türkiye’ye bu yaptıklarının neticesinde ne çıkar ortaya? Güneydoğu’da bir federasyon ya da özerklik... Buna müsaade eder miyiz. Buna müsaade etmeyeceğiz. Ben vatandaş Necati Özgen olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin temel değerlerini kesinlikle değiştirtmem. Bunu engellemek için elimden geleni yaparım. Silahlı Kuvvetler de Türkiye’nin temel değerlerini yıpratmayacaktır. Kesinlikle bu konuda taviz vermeyecektir. Bunu herkes böyle bilsin. Bu kadar tecrübe yaşamış, olayların içinde yaşamış birisi olarak söylüyorum.

TÜRKSOLU: Ege’de de Yunanistan’ın aidiyeti belirsiz adalar üzerinde hak idda etmesi ve uçaklarımızı taciz etme olayları yaşandı. Ege’de son durum nedir?

NECATİ ÖZGEN: Ege konusu Kıbrıs konusu kadar önemli. Bu yılın sonuna kadar Ege sorununu iki kıyıdaş ülke, yani Türkiye ve Yunanistan, çözüme kavuşturmadığı takdirde konu, Lahey Adalet Divanı’na gidecek.

Şu anda Ege Sorunu’nda hükümetimiz ne yapmıştır. Ege sorununda hiçbir mesafe alınmamıştır. Ege’de toplam 1800 ada var. Bunların 156’sının aidiyeti belirsiz. Bu adalara Yunanistan şimdi bayrak dikmeye başladı. Biz 1996-97 yıllarında Kardak kayalıkları için savaşı göze almıytık, şimdi şu olaylar olurken Hükümet ne yapıyor? Soruyorum. Siz de TÜRKSOLU olarak sorun.

Durum aslında çok ciddi. O adaları da kaybedersek Ege Denizi’nde dışarıya çıkamıyoruz. Çünkü, Yunanistan’a ait olduğu zaman o adaların da karasuları Yunanistan’ın karasularına eklenecek. Yani, Yunan karasuları 6 milden 12 mile çıkmasa bile, bu adalar sayesinde yine artmış olacak. Lozan Anlaşması imzalandığında Ege Denizi’nin uluslararası kullanıma ve geçişe açık alanı %75’ti. Adaların da karasularını eklediğin zaman kullanım alanı %25’e iniyor. AB uğruna bu kabul edilebilir mi? Türkiye’nin Ege Denizi’ne çıkışı imkansız hale geliyor.

TÜRKSOLU: Peki Türkiye bu kuşatmayı nasıl yaracak?

Kıbrıs Devleti’ni tanırsak adada kaos çıkar

NECATİ ÖZGEN: Biz bu tip uyarıları yaptığımız zaman “Efendim biz bu tip gelişmelere izin vermeyiz. Ege’yi vermeyiz, Kürt Devleti’ne izin vermeyiz” diyorlar. Kıbrıs’ı da vermeyiz diyorlardı. Ama Kıbrıs’taki durum ortada. O adayı artık kaybettik diyebiliriz. Ben gidişata bakıp uyarılarımı yapıyorum. Gidişat değişmezse Ege de gider, Kıbrıs zaten gitti, güneyimizde Kürt Devleti de kurulur.

Bakın şimdi Kıbrıs Devleti’ni tanıyın diyorlar. Tanımazsanız AB’ye almayız diyorlar. Tanırsak KKTC ne olacak? Kıbrıs Devleti’ni tanıdığınız anda Kıbrıs’ın tümünü AB’ye teslim etmiş olursunuz. O zaman ne olacak? askerinizi çekin diyecekler. Bakın o zaman neler olacak. O zaman kaos başlayacak.

Türkiye büyük ve güçlü bir devlet. Türkiye’de birlik ve beraberlik lazım. Atatürk de bu konuya dikkati çekmiş: “İç cephe” demiş. İç cepheyi düzeltmemiz lazım. Kıbrıs’ı böyle kaybettik. Kıbrıs’ta ve Türkiye’de iç cephe sağlam olmadığı için kaybettik. Türk milletinin birlik ve beraberliğini sağlamak lazım.

O zaman Türkiye İstiklal Harbi’nde olduğu gibi uzun vadeli planlama yapacak. 10-15 yıllık bir ekonomik planlama yapacak. Halka da anlatacak: “Ulusal birliğimizi, egemenliğimizi, bağımsızlığımızı, sınırlarımızı korumak zorundayız.” İstklal Harbi’nde de böyle olmadı mı? Halka güvenip kazandık. Bu halkın milli şuuru, refleksi hâlâ sağlam. Türk milleti çok rahat bir şekilde bunun da altından kalkar. Yeter ki önce Türkiye’yi düşünelim.


http://www.turksolu.com.tr/70/soylesi70.htm


***


Hababam Siyaset,



Hababam Siyaset,


Yekta Güngör Özden
24.01.2005/Sayı:74

Türkiye Cumhuriyeti’ni kuranların yeni dönemin ilk siyasal kuruluşu olarak tarihe armağan ettikleri Cumhuriyet Halk Partisi yaşamının en kritik günlerini geçirmektedir. 1999 seçimlerinde Meclis dışında kalan CHP 2002 seçimlerinde ana-muhalefet partisi durumuna yükselmiş ama içindeki fırtına hiç dinmemiştir. Partisini Meclis dışında bırakan lider başka demokrat ülkelerde yönetim dışına, parti dışına atılırken ya da daha önce kendisi çekilerek siyasal terbiyenin en doğal gereğini yerine getirirken ülkemizde söz vermesine karşın yerini yenilere, gençlere, yeterli-yetkinlere bırakacak parti liderine güç rastlanmaktadır. CHP Atatürk ilkelerini özetle simgeleyen Altı Ok konusunda son yıllarda gereken duyarlık ve özeni göstermemiş, günümüz Başbakanının bugünkü konuma taşınmasında destekçi olmuş, Irak’a asker gönderme tezkeresi ve çok belirgin Anayasaya aykırılıklar dışında gücünü ortaya koyamayarak anamuvafakat partisi durumuna düşmüştür. İktidar Partisi tüm ılımlı yaklaşımlara karşın “dikensiz gül bahçesi” aradığından, Başkanlık sistemi tartışmalarıyla diktasını iyice pekiştirmek istediğinden CHP’nin büsbütün çökertilmesini istemektedir. ABD, Irak tezkeresini TBMM’nde reddedilmesini içine sindirememiş, bunun öcünü almak isteğiyle CHP’nin karşısındadır. Ilımlı İslam projesi, Büyük Ortadoğu Projesi, faşist, şeriatçı ve Osmanlı yatkını işbirlikçilerle kürtçülerin desteğinde ısıtılmaktadır. Bu işbirlikçiler de Padişah- halifenin alaşağı edilerek lâik cumhuriyet kurulmasına katlanamadıklarından değişik nedenlerle CHP’ne karşıdır. Demokrasiyi yanlış yorumlayan, ABD ilişkileriyle etkisi belirgin kimileri de parti disiplinine aldırış etmeden ayaklanmışlar, şimdiki liderin olumsuzluklarından yaralanıp kendilerine yer açılmasını istemektedir. Bir tür kargaşa ortamında yol alınmaya çalışılmaktadır. Atatürk milliyetçiliğini yadsıyanlar, ABD ve AB dayatmalarına başeğen ödüncüler, sözde solcular kavgaya tutuşmuş görülmektedir. Kuruluş felsefesinden, geçmişinin onurlu yükselişinden, lâik cumhuriyetin temelindeki çabalarından, varlık nedeni Atatürk ilkelerinden, günümüzdeki iç ve dış dayatmalar karşısında Müdafaa-i Hukuk ruhuyla çalışma ülküsünden söz edilmemektedir. Tersine, ödünlü açılımlar dillendirilmekte, milletvekili ve yerel seçimlerde partiyi başarısız duruma düşürenler akıl vermeye kalkışmaktadır. Anlaşılan, ABD’nin ve AB’nin isteklerini yerine getirmeye hazır iktidarı güç durumda bırakacak bir muhalefet istenmediğinden CHP’nin üzerine gidilmektedir. Sağduyu egemen olmaz, demokratik yaşamın gereklerine önem verilmez, parti içindeki didişme öbür partileri sevindirecek biçimde sürerse yeni oluşumlar kaçınılmazdır. CHP’ne yazık olursa Türkiye’ye de yazık olacaktır. Gerçek CHP’lilerin çok iyi düşünerek olağanüstü kurultayı partiyi düzlüğe çıkaracak biçimde sonuçlandırmaları gerekmektedir.

İktidar inadı

AB’ne girmek için yanıp tutuşan, bu yüzden başka hiçbir şeyi gözü görmeyen iktidar Avrupa ülkelerindeki uygulamalara aldırmadan sıkmabaş ve sekiz yıllık zorunlu kesintisiz eğitim konusundaki inadını hukuk tanımazlıkla sürdürmektedir. Millevekili olarak içtikleri andda geçen Atatürk ilkeleri ve laiklik kavramlarını unutup kendi dinsel inançlarını devlete dayatmak isteyen kimi yetkilileri bir hukuk öğrencisinin bile hemen söyleyeceği gerçeklerin tersine yorumlar, öneriler ve buyruklarla özlemlerini gerçekleştirmek çabasındadır. Anayasa Mahkemesi’nin önüne gelen kanunda olamayacağını karara bağladığı husus o konuyla ilgili Anayasa kuralı değiştirilmeden yasayla yaşama geçirilemez. Bu konuda ayrı, özel bir yasaklayıcı kuralın bulunması Mahkeme kararı varken koşul değildir. Anayasa Mahkemesi’nin sıkmabaşın kullanılmayacağını ilşkin iptal kararıyla, bu kararın öngördüğünden başka uygulama yapılamayacağı vurgulamasıyla verdiği yorumlu red kararından sonra yandaşlarıyla seçmenlerinin bir kesimini mutlu olmak için ülkede kargaşaya neden olmanın anlamı yoktur.

Irak sorunu

Irak’ta giderek şiddetlenen olaylara karşın seçimlerin yapılması, seçime katılacak kuruluşlar arasında terör örgütlerinin partilerinin yer alması, kürtlere ayrıcalıklı davranış, Türkmenlere haksızlık iktidarı güçsüz çıkışlarıyla çözümlenemez. Irak’ın kuzeyinde yuvalanan terör örgütü militanlarının etkisiz duruma getirilmesi ABD Merkez Kuvvetler Komutanı Orgeneral John Abizaid’in Ankara ziyaretindeki sözleriyle çıkmaza girmiştir. PKK-Kongra Gel örgütüne dokunmaktan kaçınmak da onları korumak demektir. İktidarı uyaracak, dikkatli olmasını isteyecek bir sesten yoksun kalan Türkiye yazgısına terkedilmiş gibi siyasal olumsuzlukların izleyicisi konumuna düşmüştür. Doğu sorunu da ısıtılan, baskı öğesi biçiminde kullanılan siyasal araçlardan biridir. Kürtçülerin çabaları son DEHAP Kongresi’yle tepki almıştır. İstiklal Marşı’nın söylenmediği, terör örgüt başının övgülerle anıldığı Kongrenin partisi Türkiye’nin partisi olamaz. Önceleri de yazdığımız, sık sık yinelediğimiz gibi kürtçülerin amaçları açıktır, vazgeçmeleri, düzelmeleri sözkonusu değildir. Ayrı ulus adı, federasyon yapısından sonra giderek bağımsızlık ve toprak koparmak dış destekli belirgin hedefleridir. Sorunlar, özgürlükler vd. laftır. Ülkemizde yalnız onların değil, her yurttaşın sorunu vardır. Onların “sorunlar” sözcüğüyle kapalı biçimde anlatmak istedikleri ayrılık, bölünme, Türkiye Cumhuriyeti’ni Sevr’e geri çevirmektir. Ermeni savları da bu nedenle şişirilmektedir.

IMF

Uluslararası Para Fonu (IMF) yeni stand-by düzenlemesi öncesinde Türkiye’nin yapması gereken çalışmaları gündeme getirmektedir. Üç yıllık yeni stand-by düzenlemesiyle öngörülen 10 milyar dolar kredi için yeni koşulların gelir yönetimi, bankacılık ve sosyal güvenlikle ilgili yasaları amaçladğı duyulmaktadır. Rakamlarla, sayılarla halkı oyalayarak enflasyonun düştüğünden sözedip geçim güçlüklerine çözüm bulamayanları ekonomik darboğazlar beklemektedir. Paranın değerinde hiçbir değişiklik olmadan, adeta gizli devalüasyonu anımsatan sıfırlarla oynama pahalılığı indirmemiş, alım gücünü arttırmamış, tersine yuvarlama oyunlarıyla alıcının zararına olmuştur. Merkez Bankası’nın uyarıları, önlemleri biraz yatıştırıcı olmakla birlikte gelir dağılımındaki adaletsizlik, ücretlerdeki dengesizlik, enflasyon karşısındaki yetersizlik yaşam koşullarını ağırlaştırmakta, giderek artan işsizlik tehlikeler çağırmaktadır.

Kimi olaylar

Irak’ta Mahmur Kampı’nda yaşayan yurttaşlarımızla gereken düzeyde ilgilenilmemesi yakınmalara neden olmaktadır. Terör örgütünün baskısı altında yaşayan yurttaşlarımızla ilgili sorunlar halkın gözünden kaçırılmaktadır. İskeçe Türk Birliği’nin, adındaki “Türk” sözcüğü nedeniyle kapatılmasına ilişkin Yunan yargısının gülünç gerekçesi de bizim yurtsever(!) ve demokrat(!) medyamızda gereken ilgiyi görmemiştir. Türkiye’de azınlıklara yaklaşımın değeri her geçen gün daha iyi anlaşılmaktadır. AB’nin sessizliği de ilginçtir. Her konuda Türkiye’yi eleştirip tazminata mahkum eden kuruluşlar Yunanistan için üç maymunu oynamaktadır.

Başbakanın eşine verilen “hediyeler”le askerlere yönelik suçlamalar Kurban Bayramı öncesindeki ülke gündeminin öndeki maddeleridir. Kişisel yaklaşımlar, özel ilişkiler dışında resmiyet kapsamındaki armağanların tartışılması doğaldır. Getirilecek ölçütler, kişilerin konumu ve olaylar içindeki durumu önemlidir. Suçlamaya varan eleştiriler de, verilmeye çalışılan yanıtlar da uygun olmamıştır. Devlet adamlarının, resmi görevlilerin kendilerinin ve yakınlarının alıp verecekleri armağanlar konusunda duyarlı olmaları gerekir.

İktidar yetkililerinin dokunulmazlık konusu onlarca dosyasını bırakıp askerlere olur olmaz nedenlerle yöneltilen suçlamalar düşündürücüdür. İlişkilerde çok dikkatli olmak gerekirken gelişigüzel davranmak da, nedensellik bağı ve kanıt varlığı gözetilmeden suçlamak da çok yanlıştır. Kurumların yıpratılması, özellikle Silahlı Kuvvetler’e ilişkin kuşkulara neden olması ülkeye verilecek en büyük zarar sayılmalıdır. Olanı bırakmak gibi olmayanı gündeme taşımak da sakıncalıdır. Haksızlıkların ve yolsuzlukların üstüne gitmek ne kadar zorunlu ve yararlı ise haksızlığa neden olmak da o kadar kötüdür.

Ulus yapısı içinde “cemaat” yapılanması dinsel ayrılıklara çatı aranmasıdır. Söyleşilerle aklanma çabaları sürdürülen şeyh yakıştırmalı kimilerinin verebilecekleri hiçbir şey yoktur. Türkiye’yi kullanmaya çalışan dış güçlerle aramızdaki işbirlikçilerini ılımlı İslâm, alımlı sıkmabaş, çalımlı siyasetçilerle bizi nerelere götürmek istediklerini anlayamamışsak vay halimize. Eğitimsizlik, bilgisizlik, görgüsüzlük, yaradılış bozuklukları, duygusallık ve başka nedenlerle birleşemeyen, birleşmeleri engelleyen sözde aydınların sergilediği ilkellik yaşanan olumsuzlukların başlıca nedenidir. Kendi aralarında kavgaya tutuşanları dışarıdakiler her zaman yener. Atatürkçe düşünüp Atatürkçü olma savları asla inandırıcı olamaz.


http://www.turksolu.com.tr/74/ozden74.htm


***

YEKTA GÜNGÖR ÖZDEN KİMDİR

YEKTA GÜNGÖR ÖZDEN KİMDİR;


Yekta Güngör Özden

Sivas bağlantılı, yargıç ve öğretmen ağırlıklı bir ailenin çocuğu olarak 05.06.1932’de Tokat’ın Niksar İlçesi’nde doğmuştur. 
Babası öğretmen, annesi ev hanımı idi. İlk ve ortaokulu Niksar’da, liseyi Samsun, Tokat ve Kayseri’de okuduktan sonra Sivas’ta tamamlamış, 1956’da Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirmiştir. Öğrencilik yıllarında Ankara Üniversitesi Talebe Birliği Yönetim Kurulu Üyeliği ile Türkiye Milli Talebe Federasyonu Yayın Komisyonu Başkanlığı’na getirilmiş, Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi ve Karayolları Genel Müdürlüğü Personel Dairesi’nde çalışmıştır. 1956 yılında stajyer olarak katıldığı Ankara Barosu’nda değişik görevlerden sonra 1965-1966’da Genel Sekreterlik, 1972-1974’de Başkanlık, bu arada 13 yıl ortaokul öğretmenliğiyle yüksekokul öğretim görevliliği yapmıştır. Yedeksubaylığını 1958-1959’da İstanbul Boğazı Müstahkem Mevkii Komutanlığı Muharebe Bölüğü’nde yaptıktan sonra Cumhuriyet Senatosu’nda beş grubun  oylarıyla 11.01.1992’de Anayasa Mahkemesi asıl üyeliğine seçilinceye değin avukatlık çalışmalarını bağımsız biçimde  sürdürmüştür.1960-1961’de Türkiye Millî Gençlik Teşkilatı 2. Başkanlığı’nda  bulunmuş, Ankara Türk Devrim Ocakları kurucuları arasında yer almış, Türkiye Barolar Birliği’nin kuruluş çalışmalarına katılmış, Türk Hukukçular Birliği Kurucu Genel Başkanı olmuştur. 02.03.1988’ de Anayasa  Mahkemesi Başkanvekilliği’ne, 08.05.1991’de Anayasa Mahkemesi Başkanlığı’da 1. kez ,25.05.1995’de 2. kez Anayasa gereği 65 yaşını bitirdiği 01.01.1998’de emekli olduktan sonra da 08.06.1998’de Atatürkçü Düşünce Derneği Genel Başkanlığı’na seçilmiştir.

1953’de, kuruluşunda Gençlik Kolları Genel Merkez Yönetim Kurulu Üyesi olduğu CHP’den 1979 başında Başhukuk Danışmanı  ve Yüksek Danışma Kurulu Üyesi iken ayrılmıştır. ODTÜ’nün de aralarında bulunduğu birçok kuruluşun ve tanınmış kişilerin avukatlığını üstlenmiştir.

Ulus, Barış, Ekspres gazetelerinde köşe yazarlığı yapmış, Cumhuriyet, Milliyet, Akşam ve Bugün gazeteleriyle Forum, Yankı, Noterler Birliği, Abece, Yeni Adalet, Devinim, Hukukçu, Sanat Çevresi, Mülkiyeliler Birliği, SSK, İş Bankası dergileriyle birçok Baro dergisinde demeç ve yazıları, başta Varlık, Türk Dili, Çağdaş Türk Dili, Kemalist Ülkü olmak üzere kimi sanat dergilerinde şiirleri yayımlanmıştır. 1947’ de Sivas-Ülke Gazetesi taşra muhabirliğinden sonraki yıllarda sekreterlik, yazı kurulu üyeliği, sorumlu müdürlüklerde bulunmuş, Vatan Gazetesi’ni mahkeme kararıyla bir yıl yönetmiştir.

1991-1995 yılları arasında Pos-Tel, Milli Prodüktivite, Türkiye Yazarlar Sendikası (TYS), Demokrasi Kuşağı, Eğitim Dünyası, Amfora, Arena, Parlamentodan, İz, Panoroma, Fırtına, Hukukçu, Yeni Günaydın, Zaman, Türkiye, Orta Doğu, Tasvir, Yeni Yüzyıl gazeteleriyle Ressam Bedri BAYKAM’ın İç Manzaralar adlı sergi broşüründe kendisiyle yapılan röportajlar yayımlanmıştır. 1993-1996 yıllarında yerli ve yabancı radyo ve TV istasyonlarında yinelenen röportajları yer almıştır.1995-1996 yıllarında birçok gazete ve dergide yazıları yayımlanmıştır.

Türk Hukukçular Birliği’nin, Türk Hukuk ve Türkiye Felsefe Kurumları’nın, Atatürkçü Düşünce, Çağdaş Yaşamı Destekleme ve Dil Derneklerinin, Türk Kanser Araştırma ve Savaş Kurumu’nun, Öğretilebilir Çocukları Koruma, Acil Yardım Trafik Vakfı’nın ve kimi vakıfların üyesidir. Üniversitelerde, Barolarda, Hukuk ve Eğitim Kurumlarında, ilerici derneklerde  çağrılar üzerine  yönetici ve konuşmacı olarak  bilimsel  toplantılara katılıp konferanslar vererek ya da açış konuşmaları yaparak Türk  Devrimi, Atatürk İlkeleri, Lâiklik, İnsan Hakları, Demokrasi, Hukuk Devleti, Yargı  Bağımsızlığı, Yargıç Güvencesi, Anayasa Yargısı, Anayasa, Avukatlık, Barış, Dostluk  ve özellikle hukuk konularında açıklamalar yapmakta, çabalarda bulunmuştur. Şimdi, Hacettepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümü’nde “Anayasa Sorunları” dersini  vermektir. Eşi emekli öğretmendir. Bir psikoloğ kızı, bir uzman hekim oğlu, ortaokul 2. sınıfta bir erkek torunu vardır.

3 Kasım 1953’de Atatürk’ün geçici kabrinden (Etnografya Müzesi) çıkarılışında bulunmuş, 4 Kasım 1953’de buradaki Gençlik Nöbeti’ni yönetmiş, 10 Kasım 1953’de Anıt-Kabir’e taşınma sırasında kortejin yöneticilerinin biri olduğu gibi Atatürk’ün  gömülüşünde hazır bulunan on sivilden, yaşamda kalan tek kişidir. Yıldırım Beyazıt Alanı’ndaki Atatürk Heykeli’nin açılış törenini yönetmiş, ilk kez 10 Kasım 1960’da Anıt-Kabir’de okunan Gençlik Andı’nı yazmıştır. Avukatlık Yasası’ndaki Avukatlık Andı ile KKTC’nin Bağımsızlık Andı’nın da yazarıdır. Bestelenmiş şiirleri vardır.

ALDIĞI ÖDÜLLER  

Gümüş Madalya (Hür Macarlar, 1963),
Cumhuriyetin 60. Yılında 10 Türk Hukukçusundan Biri (Balıkesir Barosu, 1984),
Türk Dili Onur Ödülü (Dil Derneği, 1988),
Yılın Hukukçusu (Eskişehir Barosu, 1991),
Yılın Hukukçusu (Yargı ve Güvenlik Muhabiri Derneği, Muammer Yaşar Bostancı ödülü, 1992),
Yılın Atatürkçüsü  (İzmir Büyükşehir Belediyesi, 06.05.1992),
Onursal Felsefe Doktorası (ODTÜ Senatosu, 1992),
İstanbul Kartal Lions Kulübü “Uluslararası Medel of Merit Şeref Madalyası” ( 1993),
İstanbul – Topağacı Lions Kulübü “Uluslararası  Mervin Jones Ödülü) (1994),
Urla Ziraat Odası “Lâik Cumhuriyete ve Atatürk’e Bağlılık Ödülü” (1994),
Ankara İş Kadınları Derneği “Atatürkçülük Takdiri” (1994),
Amasya Atatürkçü Düşünce Derneği “Atatürk Ödülü” (1994),
Ankara Rotary Kulüpleri “Uluslararası Rotary Paul Harris Dosluk Madalyası ve Rozeti” Ödülü  (1995),
Türkiye Ziraatçılar Derneği “Yılın Lâiklik Ödülü” (1996),
Atatürkçü Düşünce Derneği “Atatürk Ödülü” (1996),
Türk Sanayici ve İşadamları Vakfı “Yılın Adamları Ödülü” (1997),
Onursal Doktora (Mimar Sinan Üniversitesi, 4 Nisan 1997),
Gönül Dostu Gazeteciler Topluluğu “Ayın Yıldız İsmi” (İstanbul Nisan 1997),
Kuva-yı Medya Dergisi “Türkiye Cumhuriyeti’ni vareden temel değerleri savunmada gösterdiği kararlılıktan dolayı” (12 Nisan 1997),
Türkiye Ziraatçılar Derneği (Atatürkçülük, Lâiklik, Hukuk Ödülü,
8 Haziran 1997),
Onursal Doktora (Ankara Üniversitesi, 2 Ekim 1997),
Atatürk Vakfı Onur Ödülü (17 Ocak 1998),
Türk Hukukçu Kadınlar Derneği Onur Plâketi ( 3 Mart 1998),
Sanat Kurumu Onur Ödülü (24.03.1998),
Türkiye Ziraatçılar Derneği Dayanışma Ödülü (02.09.1998),
Onursal Doktora (Eskişehir, Anadolu Üniversitesi, 28.09.1998),
Onursal Doktora (İstanbul Üniversitesi, 05.10.1998),
Ankara Evrensel Değerler Kozası Cumhuriyetin 75. Yılı Ödülü (Evrensel Kardeşlik ve Bilgelik Derneği, 11.10.1998)
Çağdaş Eğitim Ödülü (Çağdaş Eğitim Vakfı- ÇEV-,27.10.1998)
Türkiye Ormancılar Derneği Onur Plaketi (30.10.1998 )
İstanbul Üniversitesi 75. Yıl Cumhuriyet Ödülü (31.10.1998)
Yılın Hukuk Adamı (Ankara Genç İşadamları Derneği, 9.11.1998)
Onursal Doktora (Hacettepe Üniversitesi, 10.11.1998),
Onursal Doktora (Kıbrıs, Girne Amerikan Üniversitesi,29.05.1999)
“Bilal Köyden Basın Özel Ödülü “, ORSEV  (19.09.1999)


        YAYIMLANMIŞ YAPITLARI VE KATKIDA BULUNDUĞU YAPITLAR YAYIMLAR

Dilek (Şiirler, 1953),
Başveren Bir İnkılâpçı (Falih Rıfkı ATAY’dan Derleme, TMIF Yayını, 1953),
Üniversite Dünyası Dergisi (Turgut Erdem, Zeki Dölen, Yavuz Kadıoğlu ile birlikte, 1953),
İnkılâp Gençliği- Devrim Gençliği (Dergi, TMIF, Sekreter, Sorumlu Müdürü, 1952,1954),
Taş Ayna (Şiirler, 1960),
Yönlendirme ve Yönetim Denetimi (Sağlık İdaresi Yüksekokulu Ders Notları, 1966),
Ankara Barosu Dergisi (Yazı Kurulu Üyeliği ve sahiplik),
Hukuk Rehberi (1967-1987, 7. Baskı),
T.C. Anayasası (1971),
Yargı Sorunları (Ankara Barosu Adına Rapor, 1973),
Hukukta Dil (Türk Dil Kurumu’nda  Konferans,1974),
Devrimci (Atatürkçü Dergi, Sami N. Özerdim ve Rahmi Mağat ile Birlikte),
Atatürk ve Cumhuriyet (Ankara Barosu Dergisi Özel Sayı, 1973),
Türkiye Hukuk Dergisi (4 Kitap, 1975-1976),
Atatürk için Şiirler (Kendi Şiirleri, Spor Toto Kültür Hizmetleri, 1981),
Bir Gün Belki (Şiirler,1981),
Anayasa Yargısı (Kitap, Derleme, Anayasa Mahkemesi Yayınları, 1986-1995),
Atatürk ve Hukuk (Derleme, Anayasa Mahkemesi Yayını, 1982),
T.C. Anayasası, Anayasa Mahkemesi Kuruluş Yasası ve İçtüzüğü (Ortak Kitap, Anayasa Mahkemesi Yayını, 1987, 2. Baskı,1997),
Çağrı Barışa, Özgürlüğe, Mutluluğa (Şiirler, 1991),
Yüreğim Güneş (Şiirler,1991),
Hukukun Üstünlüğüne Saygı (Bilgi Yayınları, 1990 ve 2. Baskı 1996),
Her Zaman Atatürk (Anayasa Mahkemesi Yayınları 29,1994),
T.C. Anayasası (Seçkin Yayınları 1994 ve 1996),
Tançiçeği (Önceki Şiir Kitaplarından Seçki, FE Yayınları 1994, Opus Yayınları, Bilgi Yayınları 4. Baskı,1998),
İnsan Hakları, Lâiklik, Demokrasi Yolunda (Bilgi Yayınları, 1994 ve 2. Baskı, 1996),
Her Zaman Atatürk’le (Anayasa Mahkemesi Yayınları, 1995),
Atatürk Sizsiniz (Bilgi Yayınları, 1995, 2. Baskı 1996 ve 3. Baskı 1997),
Atatürk Türkiye’dir, (Anayasa Mahkemesi Yayınları .1996),
Atatürk’ün Devrim Koşusu Günlüğü (Bilgi Yayınları,1996 ),
Atatürk Türkiye’dir, Türkiye Atatürk’dür, (Gazeteciler Cemiyeti Yayınları, 1997),
Atatürk Ölümsüzdür, (Anayasa Mahkemesi Yayınları,1997),
İnsan Haklarına ve Temel Özgürlüklerine İlişkin Uluslararası Sözleşmeler ve Bu  Sözleşmelere Yer Veren Anayasa Mahkemesi Kararları (H. Bülent Serim’le ortak yapıt, Anayasa Mahkemesi Yayımları, 1997),
Atatürk Şiirleri (Seçkin, Opus Yayınları, 2. Baskı,1998),
“Nereden  Baksa Güzel, Nereden Baksan Güzel” (Atatürk Şiirleri, 2. Baskı Bilgi Yayınları 1998, 3. Baskı , Bilgi Yayınları, 1999),
” Özlü Sözler, Sözde Sözler”, (İstanbul, 1999, Cem Ofset),
“ Aşkımız Şiirimiz “, (Bilgi Yayınları, 1999)
GENÇLİK ANDI

“Türk Gençliği olarak özgürlüğün, bağımsızlığın, egemenliğin cumhuriyet ve devrimlerin yılmaz bekçileriyiz.

Her zaman, her yerde ve her durumda Atatürk ilkelerinden ayrılmayacağımıza, çağdaş uygarlığı geçmek için tüm zorlukları yeneceğimize namus ve şeref sözü verir, kendimizi Büyük Türk Ulusu’na  adarız.” (10 Kasım 1960)


http://add.org.tr/yekta-gungor-ozden/

***