31 Ocak 2018 Çarşamba

PANZER VE KÜRT İSYANI, PKK NIN AVRUPADA SİYASALLAŞMA ÇABALARI BÖLÜM 8

PANZER VE KÜRT İSYANI, PKK NIN AVRUPADA SİYASALLAŞMA ÇABALARI BÖLÜM 8

 Yeni Muhalif Grupların Ortaya Çıkışı 

Teröristbaşının yakalanması ve mahkeme safahatında dile getirdiği yeni söylem, kendi içerisindeki bazı kadrolar ve terör örgütü PKK dışındaki diğer örgütleri arasında şaşkınlık yaratmıştır. Çünkü bu kesimler Abdullah 
Öcalan'dan devlete karşı o güne kadar yürüttüğü silahlı faaliyetlere uygun bir tavır takınması, bunun idam cezası kararında ve infaz aşamasında dahi değişmemesini beklemiştir. 

Etnik Kürtçü kesimlerin beklentileri bu şekilde olmasına rağmen, Öcalan’ın ‘teslimiyetçi’ tavrı karşısında 1999 yılı sonlarında Avrupa'daki bazı örgüt kadroları ile Çanakkale E Tipi Kapalı Cezaevi'nde yatan terör örgütü kadroları belirtilen sürece tepki göstermiştir. 

PKK yönetimi, Avrupa alanındaki tepkilerin yaygınlaşabileceği endişesi ile muhalif şahısları tehditle sindirme yoluna gitmiştir. Belirtilen olaya maruz kalan örgütün cephe örgütlenmesi ERNK’nin alt örgütlenmelerinden Kürdistan Gazeteciler Birliği üyesi Selahattin Çelik, Şükrü Gülmüş ve Baran Fundermann isimli yazarlar etrafında muhalif bir grup oluşmuştur. 

Adı geçen şahıslar sonradan birlikte hareket ettikleri eski PKK'lı ve diğer bölücü örgüt mensubu şahıslarla birlikte Almanya'da 'Navend-Kültür Araştırma Merkezi' adlı bir oluşum çevresinde toplanmıştır. 

Grup içerisinde sonradan yer alan şahıslar arasına; Öcalan’ın eski avukatlarından M. Selim Okçuoğlu, eski DEP milletvekili ve SKP üyesi Mahmut Kilınç, SKP üyesi Necdet Buldan, gazeteci Günay Aslan, PSK örgüt mensubu Sertaç Bucak ve Bayram Ayaz, PŞ/KÂWA örgüt mensubu Halil İbrahim Akyol ve Metin İncesu ile Osman Aydın'ın da katılmıştır. "Kürt-Kürt Diyaloğu" ismini de alan oluşumun ilerleyen süreçte basın-yayın alanında aktif faaliyet yürüttüğü ve PKK gerçeğini gün yüzüne çıkardığı görülmüştür. Bu çerçevede oluşturulan nasname ve serçavan isimli internet siteleri önemli bir okur kitlesine ulaşmıştır. 

Devrimci Çizgi Savaşçıları ve Diğer Muhalif Hareketler 

Abdullah Öcalan’ın yeni söylemlerine karşı, örgüt içerisinde en etkili ve sert tepki, 1999 yılı sonlarında Çanakkale Cezaevi'ndeki sorumlu kadrolardan gelmiştir. 

Sözde Merkez Komite ve örgütün cezaevi yönetim organı olan İç Koordinasyon üyesi Mehmet Can YÜCE, o tarihte Çanakkale Cezaevi'ndeki örgüt mensuplarının çoğunluğunu çevresine toplayarak hizip grup 
oluşturmuştur. M. Can YÜCE, PKK'nın yasadışı Sol örgütlenmesi olan DHP-Devrimci Halk Partisi Eski Genel Sekreteri olan ve aynı cezaevinde bulunan Meral KIDIR vasıtasıyla bazı DHP kadrolarının desteğini de sağlanmıştır. 
Bu grup Öcalan’ın öngördüğü yeni stratejiye karşı "PKK-Devrimci Çizgi Savaşçıları" adıyla bir örgüt kurarak kuruşlunu açıklamıştır. 

Devrimci Çizgi Savaşçıları örgütü yaptıkları açıklamalarda; PKK’nın mirasını sahiplendiklerini, silahlı mücadelenin devam etmesi gerektiğini, Devrimci çizginin illegalitede çalışmalarına hız vereceğini, Öcalan’ın çözüldüğünü ve devletle işbirliği yaptığını ifade etmişlerdir198. 

Devrimci çizgi savaşçılarının yönetici M. Can YÜCE bir süre sonra cezaevinden çıkarak, İstanbul Gazi mahallesindeki yakınlarının evine yerleşmiş, akabinde de Avrupa’ya kaçarak Almanya’ya sığınma talebinde 
bulunmuştur. Yüce, Öcalan’ın durumunu anlatan “Bir Yanılsamanın Sonu” adlı bir kitap yayınlamış ve örgütün içerisinde bulunduğu çelişkileri ortaya koymaya çalışmıştır. Yine Almanya üzerinden örgüt adını alan internet sitesi oluşturularak kitle elde etmemeye çalışılmıştır. Yüce son olarak http://www.sosyalist-kurd.net isimli bir internet sitesi oluşturarak, yayınlarına buradan devam etmiştir. 

PKK terör örgütü birkaç defa ayrılanların yeniden örgüte dönmesi teklifinde bulunsa da, bu teklif muhaliflerce kabul edilmemiştir. 08 Ağustos 2001 tarihli Öcalan ve avukatları arasındaki görüşmede, Öcalan kaçanların durumunu sormuş, avukatları ise kaçanlardan Dr. Süleyman, Yılmaz, Zeki ve Can Yüce’nin Almanya’ya gittikleri ve diğerleriyle beraber hareket ettiklerini aktarmışlardır. Öcalan 11 Ağustos 2000 tarihinde ki avukatlarla olan görüşmesinde, kaçanlarla ilgili olarak; ”…15 Ağustos vesilesiyle bir çağrıda bulunuyorum: Kaçanlar dahil, Avrupa’da olanlar Can ve diğerleri KONGRA-GEL çizgisi temelinde gelirlerse, özeleştirilerini yaparlarsa 
affedilebilirler. Ama halkımızın temel değerlerine saldırıları devam ederse bu suçtur. Af esprisi ile gelirlerse kabul edilebilir, yoksa direniş sonuna kadar devam eder. Bunun hesabını halkın önünde vermek zorunda kalırlar…199” şeklinde sözde af çıkardığını ilan etmiştir. Fakat bu gruplar Öcalan’ın çağrıya uymayarak, Ö’nu ve ekibini işbirlikçi olmakla suçlamaya devam etmişlerdir. 

Aslında DÇS örgütünün kuruluşu, PKK açısından büyük önem arz etmese de, mezkûr muhalif grup tehlikeli telakki edilerek, her şeye rağmen büyümesi ve genişlemesi engellenmek istenmiştir. PKK örgütü daha sonra 
Devrimci Çizgi Savaşçılarına ilhak olmasından dolayı, meydana gelen boşluğu doldurmak adına yeniden DHP örgütü benzeri bir yapı oluşturmaya çalışsa da başarılı olamamıştır. 

 Öcalan’ın yakalanmasından sonraki ortaya koyduğu tavır örgütün kırsal alanında bulunan kadrolarınca da şaşkınlıkla karşılanmıştır. Birçok örgüt mensubu Öcalan’a ilaç verilmiş olabileceğini, bu nedenle bu tarz açıklamaları yaptığını dahi düşünmüşlerdir. Fakat geçen zamanda Öcalan’ın tavrında bir değişiklik olmayınca çok sayıda militan kaçarak PDK ve KYB’nin bölgesine sığınmış, Suriye ve Ermenistan kökenliler ülkelerine dönmüşlerdir. 

 1Eylül 1999 tarihinde ise Öcalan’ın talimatıyla Türkiye içerisindeki militanların önemli bir ölümü Irak ve İran’daki kamplara geri çekilmişler dir200. Bu geri çekilmelerde örgütün kaynaklarına göre 500, gerçekte ise 650–700 civarında örgüt militanının öldürüldüğü bilinmektedir. 

Öcalan kendi hayatı söz konusu olunca yıllarca yürüttüğü mücadeleyi bir anda yok ederek, hemen itiraflara başlamış, hayatını ilk planda ela almıştır. Hayatı için bu kadar çaba içerisine giren Öcalan, sadece geri çekilmelerde 
ölen 700 civarındaki militanını ise hiçbir şekilde umursamamıştır. 2 Ağustos 1999 tarihinde yaptığı avukat görüşmesinde; 

“Avukat: Çekilirken kayıplar olabilir, 

Öcalan: Çekilirken kayıp vermeme, birimlerin yeteneğine bağlı. Birimler bu işi bilir…” 201 diyerek avukatların bu yönlü bilgilendirmelerini dahi umursamamıştır. Öcalan’ın ortaya koyduğu yeni durum bazı militan grupların Öcalan’ın talimatlarını dinlemeyerek örgütten kopmalarına neden olmuştur. 

Bu zamanda Örgüt içerisinde silahlı faaliyet yürüten İsa (K) Orhan İlbay sorumluluğunda 12 ve Kazım (K) Hamili Yıldırım sorumluluğundaki 18 örgüt mensubunun, 13-15 Ocak 2000 tarihleri arasında, sözde Amed Eyaleti Şehit Remzi Alanından gelerek kış şartları nedeniyle Bingöl merkez Aşağıköy Hasar Tepe mevkiinde üslenmiş ve faaliyetlerine PKK’dan ayrı olarak devam etme kararı almışlardır. 

Bu gruplara yönelik TSK’nin 10 Mart 2000 tarihindeki operasyonunda, İsa (K) Orhan Ilbay, beraberindeki 8 örgüt mensubuyla birlikte ölü olarak ele geçirilmiştir. Kazım (K) Hamili Yıldırım ise yanında bulunan 18 teröristle birlikte çatışma bölgesinden kaçıp, Mart ayı içerisinde Tunceli kırsalına geçiş yapmıştır. İsa Kod Orhan İlbay ve grubunun yerinin PKK tarafından ihbar edildiği ise daha sonra ortaya çıkan iddialardandır. 

Nitekim terör örgütü PKK yayın organlarından Medya-Tv ve Özgür Politika isimli gazetenin 07 Ocak 2000 tarihli yayınlarında, örgütçe Dersim eyaleti olarak adlandırılan bölge içerisinde sorumlu düzeyde faaliyet gösteren İSA (K) Orhan İlbay ve Kazım (K) Hamili Yıldırım isimli örgüt mensuplarının geri çekilme sürecine karşı çıktıkları, dönem itibariyle söz konusu şahısların örgütle herhangi bir bağlarının kalmadığı, gerçekleştirecekleri eylemlerden örgütün sorumlu tutulamayacağı şeklinde açıklamalarda bulunulmuştur. 

İlerleyen zamanda ise Hamili Yıldırım yeniden örgüte dönüş kararı alarak, İran üzerinden Kandil alanına varmıştır. Her ne kadar Hamili Yıldırım yeniden örgüte dönse de bu durum örgütün diğer Konsey Üyelerince 
kabul edilmemiş, bu kişiyi tasfiye edebilmek amacıyla planlar yapılmıştır. Örgüte dönüşünün akabinde yeni bir kararla sözde Amanos (Hatay) bölgesine görevlendirilmiştir. Yıldırım, Amanos bölgesine giderken bizzat örgüt tarafından Suriye’ye ihbar edilerek yakalanması sağlanmış ve Suriye devletince Türkiye’ye iade edilmiştir. 

Hamili Yıldırım’ın yaşadığı bu olayların örgüt içi çekişmeden kaynaklandığını Öcalan’da çok iyi görmüş fakat bir şey yapamayacağından, olayı kapatmak zorunda kalmıştır. 15 Ağustos 2004 tarihli görüşme notlarında bu konu işlenmiştir. 

“Avukatlar: Suriye, Hamili Yıldırım'ı 6 arkadaşı ile birlikte Türkiye'ye teslim etti 

Öcalan: Ben Cemal’in yanında kalsın demiştim. Orada ne arıyordu, Rusya' dan mı oraya geldi? 

Avukatlar: Hayır, önce arkadaşların yanındaydı 

Öcalan: Dürüst müydü, çalışmak istiyor muydu, kim onu oraya gönderiyor, Suriye'den nereye geçecekti 

Avukatlar: Grupla Türkiye'ye geçmek üzere Suriye'deymiş, Amanoslar’a geçecekmiş, 

Öcalan: Kim bu kararı vermişse tarihi bir hatadır, gönderen de suçludur, daha öncede böyle bir şey oldu. Denizlerin meselesinde, ben kaldı ki orada kalsın dedim, anlayamıyorum kim bunları yapıyor? Bunların sorumlusu kim? Türkiye'ye giriş kararı yanlış, kendisinin bu kararı büyük bir sorumsuzluktur, kararı kendisi mi verdi yoksa onu gönderdiler mi? 202 “şeklinde devam etmektedir. 

 Suriye tarafından yakalanan Hamili Yıldırım daha sonra Türkiye’ye teslim edilmiş ve cezaevine konmuştur. Hamili Yıldırım örgütün kendisini aldatmasına oldukça içerlendiğinden ifadesinin son bölümünde “…dönüp yaşadıklarıma bakınca yıllardır yaptığım hatalar karşıma çıkıyor. Çocuk denecek yaştan itibaren Örgüt için çalıştım. Tüm yaşantımı ona adadım. Ama beni yıllarca mücadele ettiğim devlet değil kendi arkadaşlarım aldattı, kimsenin değil kendileri için yıllardır savaştığım insanların ihanetine uğradım…” ifadelerini kullanarak, içine girdiği hayal kırıklığını beyan etmiştir. 

 Özgürlük İnisiyatifi İsimli Hizip Hareketinin Ortaya Çıkışı ve Niteliği 

Abdullah Öcalan’ın yakalanarak Türkiye'ye getirilmesi aşamasında kamuoyuna yansıyan görüntü ve beyanlarından başlayarak mahkeme aşamasındaki savunmalarıyla devam eden süreçte, örgüte karşı çok sayıda 
muhalif kitle ortaya çıkmıştır. Örgütün yeni dönem stratejisi ve uygulama larına Avrupa alanında ve cezaevlerinde ortaya çıkan muhalif grupların yanı sıra, Irak'ın Kuzeyindeki örgüt mensupları arasında da muhalif bir grup 
oluşmuştur. 

Kendilerine "Özgürlük İnisiyatifi" ismini vererek mevcut örgüt strateji ve uygulamalarını kabul etmedikleri için örgütten ayrıldıklarını belirten, öncülüğünü Doktor Süleyman (K) Sait Çürükkaya, Yılmaz (K) Yıldırım Kaya ve Küçük Zeki (K) Ayhan Çitçi’nin yaptığı (23) kişilik PKK grubu, 19 Mayıs 2000 tarihinde örgütten kaçmışlardır. Söz konusu grup kendileri gibi muhalif tutum takınmakla birlikte örgütten kaçamayan (28) örgüt mensubu nun hayatlarından endişe duyduklarını ifade eden bir bildiriyi 10 Temmuz 2000 tarihinde internet ortamında kamuoyuna açıklamıştır. 

Kamuoyuna açıklanan metinde; Dr. Süleyman (K) Sait Çürükkaya, Küçük Zeki (K) Ayhan Çiftçi ve Yılmaz (K) Yıldırım Kaya'nın beşi bayan olmak üzere 15-20 kişilik bir grupla birlikte 19 Mayıs 2000 tarihinde örgütten 
kaçtıkları, söz konusu grup içerisinden KYB ile irtibat kurmakla görevlen dirilen iki kişinin örgüt tarafından yakalanarak sorgulamaya alındığı belirtilmiştir. 

Örgüt avukatlarının Öcalan’a yaptığı değerlendirmelerde, bu grupların etkili olamayacakları, bu süreçte sadece Avrupa’da ve Türkiye’de bazı kişi ve güçlerce görüşecekleri ama güçlerinin yetersiz olduğu vurgulanmıştır 203. 

Öcalan yaptığı değerlendirmede ise kaçışların KYB (Talabani) tarafından Almanya adına organize edildiğini, Sait Çürükkaya’nın Yeşilden daha tehlikeli olduğu ifade edilmiştir204. Bu kaçışla birlikte örgüt içerisinde Bingöllülere ve Zazalara yönelik düşmanlık geliştirilmiş ve tüm Zaza kökenliler hain ve işbirlikçi olarak görülmüştür. Örgütün önemli isimlerinden Dr. Ali kod Hüseyin Turhallı’nın 2008 yılında örgütten kaçışıyla birlikte Zaza karşıtlığı daha da yükselmiş olup, günümüzde Zazalar örgütten tamamen dışlanmıştır. 

2001 yılı içerisinde ise Özgürlük İnisiyatifi sorumlularından Yılmaz (K) Yıldırım Kaya, Dr. Süleyman (K) Sait Çürükkaya ve Küçük Zeki (K) Ayhan Çiftçi isimli örgüt mensupları illegal yollardan Almanya'ya geçiş yapmışlar dır. 

Kırsal alandaki kopuşların yanı sıra, terör örgütü PKK'nın sözde Cezaevleri Genel Sorumlusu olup, Bursa E Tipi Kapalı Cezaevinde kalan Sabri OK ile Bayrampaşa Cezaevi Sorumlusu olan Ferhan GÜLLÜ arasında, İstanbul'daki örgütsel faaliyetlerin kimin tarafından yönetileceği konusundaki kişisel çekişmeden başlayıp, diğer örgüt mensuplarının da katılımıyla giderek örgütsel konulara farklı bakış açılarına yol açan tartışma ortamı sonucunda ayrılıklar yaşanmıştır. 

Bu çerçevede Bayrampaşa ve Bakırköy Cezaevlerindeki (35) örgüt mensubu adına yakınları tarafından 04 Temmuz 2001 tarihinde bazı internet sitelerinde PKK ile ilişkilerinin koptuğu şeklinde bir açıklamada  yayınlan mıştır. 

Kopmalarla ilgili bilgi 25 Temmuz 2001 günü avukatları tarafından Öcalan’a bilgi aktarılmıştır. Öcalan ise yıllarca kendisi uğruna çalışmış, cezaevlerinde hayatını bitirmiş Ferhan Güllü’nün istifasının nedenini anlama yerine ,”Biz onunla hiçbir zaman uyuşamadık. Hepsinin şu sıra yöneldiği nokta Bingöl’dür. Doktor Süleyman, Ferhan Güllü, Yeşil, Melik Fırat’ın yöneldiği bölge Bingöl’dür. Oraya dikkat etmek gerekir. Yeşil’ in yeridir. (HADEP’li 
arkadaşa) sizin bu sıra Bingöl üzerinde durmanız gerekiyor”205 Şeklinde açıklama yaparak yıllarını örgüt adına cezaevinde geçiren kişilere verdiği önemi/önemsizliği göstermiştir. Bu beyan aslında örgütte meydana çıkan 
Bingöl ve Zaza düşmanlığının da bir göstergesidir. 

BU BÖLÜM DİPNOTLARI;

172 24 Nisan 1996 tarihine kadar örgütün öldürdüğü sivil halk sayısı 4.433 kişidir. 
173 Aydınlık Dergisi, 18 Mart 1995, no:404, s.7. 
174 Özgür Ülke Gazetesi, 2 Kasım 1994. s.4. 
175 Aydınlık Dergisi, 15 Temmuz 1995, no:421, s.15. 
176 Mümtaz, a.g.k., s.18. 
177 Kendal, a.g..k., s.104, 105. 
178 13 Eylül 2000 tarihli Abdullah Öcalan’ın avukatları ile görüşme notu 
179 Baksi M., Roma Yürüyüşü, İstanbul, 2000, s.28. 
180 Çevik İ., “PKK Parlamentosu”, Yeni Yüzyıl Gazetesi, 14 Ocak 1994’den naklen Taner Aydın Türkiye’de Narko Terörizm ve PKK / KONGRA – GEL Terör Örgütü’nün Rolü, Ankara, 2007, s.81 
182 http://www.peyamaazadi.com/modules.php?name=Content&pa=showpage&pid=170 
183 Sabah Gazetesi, , 29 Mayıs 1997 
184 http://serxwebun.forumieren.com/t25-karsazdan-dogsada-kurtlerin-ekonomik-orgutlenmesi 
185 Karer, Bir Sosyoşog, Bir Örgüt ve Kürt Yıkımı, s.69. 
186 Baki Karer, Abdullah Öcalan’ın sözlü savunmasından. 
187 Karer, Bir Sosyoşog, Bir Örgüt ve Kürt Yıkımı, s.87. 
188 Serwebûn Dergisi, Kasım 1996, s.13 
189 Kani Yılmaz, İnterpol tarafından 7023/94 dosya sayısı A.-158/4- 1998 sabıka numarasıyla aranmakta 
190 Milliyet, “Apo İtalya'dan iltica istedi”, 14 Kasım 1998. 
191 Hürriyet, “Abdullah'ın kalbimde çok özel bir yeri var”, 29 Kasım 1998. 
192 Milliyet, “İtalya'nın iki yüzü” adlı haber. 
193 Öcalan A., Sümer rahip devletinden Halk Cumhuriyetine Doğru, s.275. 
194 Milliyet, “Apo İtalya'dan iltica istedi”, 14 Kasım 1998. 
195 http://www.pkkonline.net/tr/index.php?sys=article&artID=700 
196 Özgür Politika Gazetesi, 16 Nisan 1999, "Kosova'dan sonra Kürdistan" başlıklı bir haber, 
197 Özdağ Ü, Türkiye Kuzey Irak ve PKK, 1999, s.228-229 
198 www.kızılbayrak.org/2001/sykb15/sayfa_17.html 
199 08 Ağustos 2001 Tarihli Abdullah Öcalan’ın Avukatları İle Görüşme Notu 
200 Öcalan, Sümer Rahip Devletinden…, s.108. 
201 2 Ağustos 1999 Tarihli Abdullah Öcalan’ın Avukatları İle Görüşme Notu 
202 15 Ağustos 2004 Tarihli Abdullah Öcalan’ın Avukatları İle Görüşme Notu 
203 21 Haziran 2000 Tarihli Abdullah Öcalan’ın Avukatları İle Görüşme Notu 
204 12 Mart 2003 Tarihli Abdullah Öcalan’ın Avukatları İle Görüşme Notu 
205 25 Temmuz 2001 Tarihli Abdullah Öcalan’ın Avukatları İle Görüşme Notu 

***

PANZER VE KÜRT İSYANI, PKK NIN AVRUPADA SİYASALLAŞMA ÇABALARI BÖLÜM 7

PANZER VE KÜRT İSYANI, PKK NIN AVRUPADA SİYASALLAŞMA ÇABALARI BÖLÜM 7


 PKK Faaliyetlerinin Değişim Süreci 

Abdullah Öcalan, yakalanmasının akabinde örgüt militanlarının Türkiye’den K. Irak ve İran’a çekilmesi talimatını vermiş ve avukatları aracılığıyla 1 Eylül 1999 tarihinden itibaren de sözde tek taraflı ateşkes ilan ettiğini kamu  oyuna duyurmuştur. 

Sözde ateşkes ilan edildiği 1 Eylül 1999 tarihinde yurt içinde örgüt elemanlarında bariz anlamda bir başıbozukluğun ortaya çıktığı görülmüştür. Fakat A. Öcalan’ın avukatları vasıtasıyla örgüt yönetimiyle temas kurması ve mahkeme safahatından itibaren şekillendirmeye başlayan yeni dönem stratejisini kabul ettirmesiyle, örgüt açısından belirsizlikler giderilmeye başlamıştır. 

1 Eylül 1999'dan itibaren silahlı mücadeleye son vererek mensuplarını sınırların dışına çekme çağrısı akabinde, örgütün sözde üst düzey yöneticileri teröristbaşı A. Öcalan’ın yapmış olduğu çağrıyı bütünüyle kabul 
ettiklerini belirtmişlerdir. Bu durumda hareket tarzı; yurt içerisinde faaliyet gösteren kadroların geri çekilmesi ve bazı bölgelerde sınırlı sayıda da olsa ilişkileri devam ettirecek örgüt mensuplarının bırakılması şeklinde 
benimsenmiştir. Geri çekilmeyle birlikte örgüt içerisinde bazı bölgelerde Öcalan karşıtı hareketlerde belirmeye başlamıştır. 

A. Öcalan tarafından ortaya konan yeni strateji hem bölgede hem de Avrupa’daki kadroların önemli bir bölümünce hemen benimsenmiştir. İlk günlerde şiddet içerikli taşkınlık hareketlerinde bulunan Avrupa'daki 
örgüt taraftarları, daha sonra faaliyetlerini yeni stratejiye uyarlamışlardır. Başlatılan sözde barış girişimi kapsamında, örgütün cephe örgütlenmesi olan bünyesindeki sorumlu kadroların katılımı ile Avrupa alanında, döneme uygun politikaların tespiti ve eğitim amaçlı bir toplantını gerçekleştirilmiştir. Toplantıda, Avrupa ülkelerinde etkin faaliyet yürütecek "Barış İnisiyatifi" adı altında bir oluşumun faaliyete geçirilmesi veya bu konu üzerinde yoğunlaşacak bir etkin kadronun oluşturulması planlanmıştır. 

Dönem içerisinde, terör örgütü adına Avrupa ülkelerinde faaliyet gösteren çeşitli organizasyonlar tarafından, terörist başının "Demokratik Çözüm" çağrılarına destek vermeyi hedefleyen konferans, toplantı vs. etkinliklerin yapıldığı gözlenmiştir. Yeni strateji temelinde SKP (Sürgünde Kürdistan Parlamentosu) isimli oluşum, 26 Eylül 1999 tarihinde Belçika-Brüksel kentinde yaptığı 11. Genel Kurul Toplantısı'nda, kendisini feshederek, yine örgüt güdümünde oluşturulan sözde KNK (Kongra Netavviya Kürdistan-Kürdistan Ulusal Kongresi) isimli oluşuma dahil olmuştur. 

KNK, PKK himayesinde bir sözde Kürt iradesi oluşturmak ve yine PKK adına diplomatik faaliyet yürütmek amacıyla Nisan 1999 ayında kurulmuş olup, sözde Kürt Milli iradesi misyonu üslenmiştir. Kendi ifadelerine göre KNK, Ulusal Birliğin kurumsal ifadesi rolünü temsil etmektedirler. 

Bu açılımlardan sonra planlamalar doğrultuda 04 Eylül 1999 tarihinde Norveç’in Oslo kentinde "Öcalan'a özgürlük ve Kürdistan'a Barış Festivali" adı altında bir etkinlik düzenlenmiş, Festivale, İskandinav ülkelerinde 
faaliyet gösteren PKK yandaşlarının yanı sıra, Norveçli bazı İnsan Hakları Savunucuları da katılmıştır. 
Yine, 18–19 Eylül 1999 tarihlerinde İtalya’nın Ancona şehrinde, İtalyan sivil toplum örgütlerinin organizesinde, "Şimdi Değilse Ne Zaman" adıyla bir konferans düzenlenmiş, Güneydoğu sorununun barış içinde çözüme kavuşturulması talepleri dile getirilmiş, konferansa PKK mensupları ve İtalya'da PKK'ya yakınlığı ile bilinen Sosyalist-Komünist çevreler iştirak etmiştir. Ayrıca 23-24 Eylül 1999 tarihleri arasında, PKK mensupları ve yandaşlarının da iştirakiyle, İtalya’nın Perugia şehrinde "3. Halklar Asamblesi" adı altında bir konferans daha düzenlenmiştir. 

Öte yandan, İngiltere’nin Başkenti Londra'da faaliyet gösteren PKK yanlısı DAY-MER (Türkiye ve Kürdistan Toplumu Dayanışma Merkezi) tarafından, ülkemizdeki depremzedelere yardım amacıyla bir kampanya düzenlenerek, PKK’nın değiştiği, insani bir yüzünün de olduğu vurgulanmaya çalışılmıştır. 

Öcalan’ın talimatıyla 1 Ekim 1999 tarihinde biri kırsal alandan diğeri Avrupa’dan olmak üzere PKK mensuplarından oluşan sözde “barış grubu“ adıyla iki grup Türkiye’ye gelerek, güvenlik güçlerine teslim olmuştur. İkinci grup ise 29 Ekim 1999 tarihinde ülkemize giriş yapmıştır. 

Almanya'da yayımlanan Özgür Politika Gazetesi'nde, 16-17 Ekim 1999 tarihleri arasında, Almanya’nın Oldenburg şehrinde, PKK mensup ve yandaşlarının organizesinde, "13. Kürdistan Halk Oyunları ve Müzik 
Yarışması" adıyla bir etkinlik düzenleneceği şeklinde haberler yer almıştır. Genel anlamıyla bu dönem daha çok silahlı şiddet hareketlerin duraksama gösterdiği, bunula beraber diğer propaganda türü faaliyetlerin hızla 
yükseldiği bir dönem olmuştur. 

Yeni dönemde Avrupa'ya Biçilen Rol 

Yukarıdaki başlıklarda da ifade edildiği gibi 1999 yılından sonraki dönem sözde barışçıl çabalara hız verilen bir dönem olmuştur. Öcalan 21. yüzyılda silahlı mücadele ile sonuç almanın yenidünya düzeni ve onun yürütücüsü güçlü ülkeler tarafından kabul edilemez olarak nitelendiği gerçeğinden hareketle, salt silahlı faaliyetlerin başarısızlığa yol açacağı, bu nedenle silahlı faaliyetlerin siyasal taleplerle gizlenmesinin akıllıca olacağını vurgulamıştır. 

Bu kapsamda, bugüne kadar emperyalizmin öncüsü olarak nitelenen ABD'nin onayı olmadan bölgede yeni bir oluşumun mümkün olmadığı tespitini yapan terör örgütü, Batı ülkelerinin vurguladığı talepleri 
gündeme getirmeye çalışmıştır. 

Örgütün sözde barış çabaları tamda ülkemizin AB'ne üyelik sürecinin başlamasına denk geldiğinden, yönetim "Kopenhag Kriterleri" çerçevesinde Türkiye’yi sıkıştırmayı amaçlamıştır. Alınan karara göre Türkiye’nin 
AB üyeliği görünüşte desteklenecek ve Güneydoğu sorunu AB'nin sorunu haline getirilecektir. 

Bu tespitten hareketle örgütün; Batılı ülkelerin, örgütün silahlı faaliyetleri azalttığına inanmaları/güvenmeleri ve Türkiye Cumhuriyeti'ni insan hakları ve demokratikleşme konularında sıkıştırmalarını istediği anlaşılmıştır. AB sürecinde ilgili birlik tarafından ileri sürülecek insan hakları ve demokratik adımlar meselesinde Türkiye’nin atacağı adımların PKK’nın amaçladığı politikalar paralelinde olması hedeflenmiştir. 

Başka bir ifadeyle, AB kriterlerini kabul eden bir Türkiye'nin değişik kültürlerin ülke içinde kendini ifade etmesine imkân tanımak zorunda kalacağı, ayrıca örgütlenme ve ifade özgürlüğünün gelişeceği belirtilmiştir. 
"İfade Özgürlüğü" tabirinden, bir halkın dil ve kültür özgürlüğünün anlaşılması gerektiği izah edilmiştir. 
Bu özgürlüklerle o halkın kendini güç haline getireceği, ancak şiddete başvurulmayacağı ve sınırlara  dokunamayacağı izah edilerek, bunun Öcalan tarafından örgüte sunulduğu ve kabul gördüğü, ancak henüz 
Türkiye'de tam anlaşılamadığı iddia edilmiştir. 

Örgütün, dil ve kültür talebinin ön plana çıkarılması amacıyla organize ettiği gösterilerde işlenen konular ve atılan sloganlarda dil, kültür ve Kürtlük adına bir ifade kullanılmaması, bunun aksine; “Biji serok Apo, Şehid na 
mırın/şehitler ölmez, dişe diş kana kan seninleyiz Öcalan, özgürlüğü özgürlüğümüzdür, Öcalan’ız dünyayı başınıza yıkarız…” diye uzayıp giden ifadelerin hiç birin Kürt, Kürdistan, Kürtçe ve gelenek kelimeleri kullanılmamıştır. PKK’yı bilen uzmanlarında tespit ettiği gibi örgüt bir Kürt örgütü değil Öcalan örgütüdür. Öcalan, kendisinin var olması halinde bir Kürt meselesinin devam etmesini, değilse Kürtlerin ve hedeflerin olmasına gerek olmadığını defalarca ifade etmiştir. 

Bu nedenle örgüt, Türkiye’nin AB sürecinde atacağı adımlardan, Kürtler adına bir kazanım değil Öcalan’ın özgürlüğüne kavuşması adına beklenti içerisine girmiş, düzenlenen tüm kampanyalarda da Öcalan eksenli projeler dillendirilmiştir. 

Diğer yandan bu dönemde Öcalan tarafından ortaya atılan legalleşme projesinin bir saptırmaca olduğu hedefin örgütü toparlamak olduğu da izlenmiştir. Örgüt 1998 yılından beri ciddi bir yenilgi durumunda olup, iki 
yıldan beri bir ateşkes sürecini Türkiye’ye kabul ettirmek istemektedir. Öcalan’ın yakalanmasıyla bu yenilgi ve moral çöküntüsü daha da derinleşmiştir. 

PKK terör örgütü yönetimince AB ile ilgili olarak alınan kararlarda; Türkiye’nin AB üyeliğinin sözde desteklenmesi, bu süreç içerisinde atılacak demokratik adımlar çerçevesinde PKK lehine bazı kazanımların sağlanması şeklinde hedefler tespit edildiği belirtilirken, gerçekte ise Türkiye’nin AB’ye üye olmasını engellemek için tüm Avrupalı kurum ve kuruluşlar nezdinde görüşmeler yapılması kararlaştırılmıştır. 

PKK terör örgütü bu süreç içerisinde Türkiye’nin AB üyeliğini engellemek için elinde gelen her şeyi ortaya koymuştur. Çünkü Türkiye’nin AB üyeliği ve bu süreçte atacağı adımlar, terör örgütünün ideolojik beslenme kaynaklarını ortadan kaldıracağından, üyelik örgüt tarafından istenmeyen bir konu haline gelmiştir. Bu çerçevede yapılacak pazarlıklarda örgütün gücünün gösterilmesi için, kitlenin dinamik tutulması amacıyla; 

09 Ekim 1999 tarihinde PKK yanlısı derneklerin organizesinde Frankfurt şehrinde "İdama Hayır-Barış Hemen Şimdi" adı altında gerçekleştirilen yürüyüşe örgütün kaynaklarına göre (20.000) civarında kişi katılmıştır. 
Ayrıca, Avustralya, Danimarka, Ermenistan, İngiltere ve İsveç'te de benzer taleplerle, az sayıda örgüt mensubu ve yandaşının katılımıyla gösteriler düzenlenmiştir. 

Öte yandan, A. Öcalan’ın İtalya’nın Başkenti Roma'da bulunduğu dönemde, Roma İstinaf Mahkemesi'ne iltica talebiyle ilgili İtalyan avukatları aracılığıyla yaptığı başvurunun, 08 Ekim 1999 tarihinde kabul edildiği açıklanmıştır. Roma İstinaf Mahkemesi'nin bu kararının pratikte bir bağlayıcılığı bulunmamakla birlikte, örgüt mensuplarına moral destek sağlamıştır. İtalyan hükümeti bu kararla kendini örgüte sempatik göstermeye  çalışmış tır.     

Bu yıl örgütün askeri kanat sorumlusu Murat Karayılan Irak’tan Hollanda’ya geçmiş, bir süre çeşitli ülkelerde faaliyetlerin düzenlenmesine yardımcı olduktan sonra Hollanda ülkesine siyasi sığınma talebinde 
bulunmuştur. Karayılan’ın Avrupa’da birçok isimle görüştüğü bilinmektedir. 8-21 Aralık 1999 ve 5-15 Şubat 2000 yılları içerisinde iki defa Almanya’ya giriş yaparak Almanya’da da görüşmelerine devam etmiştir. Bu faaliyetleri 
takip etmekle görevli Türk istihbarat elemanları ise Yeşillerin uhdesinde olan Dışişleri Bakanlığı görevlilerince engellenmiş ve Almanya’da yasaklı olan bir terör örgütünün liderinin rahat faaliyet göstermesi sağlanmıştır. 

Avrupa'da faaliyet gösteren PKK mensupları ve yandaşlarınca, "Öcalan’ın idam edilmemesi" talepleriyle düzenlenen etkinliklere Kasım 1999 tarihinde de devam etmiştir. Düzenlenen etkinlikler şu şekildedir. 

. 01 Kasım 1999 tarihinde, Almanya/Ulm şehrinde, yaklaşık 300 kişinin katılımıyla bir miting, 
. 05 Kasım 1999 tarihinde, Avusturya/Viyana'da, Avusturya Kürt Dernekleri Federasyonu (FEY-KOM) organizesinde, "İdama Hayır, Barış Hemen Şimdi" adı altında bir yürüyüş, 
. 20 Kasım 1999 tarihinde, Almanya/Frankfurt şehrinde, YEK-KOM organizesinde, 1.000 civarında PKK mensubu ve yandaşının katılımıyla bir gösteri, 
. 20 Kasım 1999 tarihinde, Almanya/Hannover şehrinde, "Hannover ve Çevresi Yezidi Kültür Derneği" bünyesinde faaliyet gösteren PKK yandaşlarının organizesinde, yaklaşık 400 kişinin katılımıyla, 
"Öcalan'a Özgürlük" konulu bir gösteri yürüyüşü düzenlenmiştir. 
. Öte yandan PKK yanlısı kurum ve kuruluşlarında Avrupa faaliyetlerine biçilen misyon gereğince çeşitli etkinlikleri söz konusu olmuştur. Terör örgütü PKK'nın alt örgütlenmelerinden Kürdistan İslam 
Hareketinin (KİH), 27-28 Kasım 1999 tarihlerinde, Almanya/Hagen şehrinde altı ayda bir yapılan merkez toplantısını gerçekleştirilmiştir. Toplantıda, Abdullah Öcalan tarafından başlatılan sözde demokratikleşme ve barış sürecine destek verildiği, Öcalan'a verilen idam cezasının Yargıtay'da 
onaylanması protesto edilmiştir. 

. Yine, YEK-KOM tarafından, Almanya'da yaşayan Kürtlerin haklarının tanınması amacıyla bir imza kampanyası başlatılmıştır. 15 Mart 2000 tarihine kadar devam edecek kampanya neticesi toplanacak 
imzaların, Alman Federal Parlamentosu'na iletilmesi hedeflenmiştir. 
. PKK sözde 6. Kongresi sonrasında faaliyete geçirilen PJKK (Kürdistan İşçi Kadınlar Partisi)'nin cephe aparatı olarak faaliyet gösteren EJAK (Kürdistan Özgür Kadınlar Cephesi) tarafından Almanya/Hannover şehrinde, 26 Aralık 1999 tarihinde "Barış Sürecinde Kadının Rolü ve Görevleri" bir 
toplantı düzenlenmiştir. 
. 10 Aralık 1999 tarihinde, Belçika'da, Brüksel Kürt Enstitüsü ve Kürt Pen Kulübü tarafından, "Kürt halkının dili, edebiyatı ve kültürü" konulu bir konferans düzenlemiştir. 
. 10-11 Aralık 1999 tarihleri arasında Finlandiya/Helsinki'de düzenlenen Avrupa Birliği Toplantısı Avrupa’da faaliyet gösteren örgüt mensupları ve yandaşlarınca propaganda amacıyla değerlendirilmek istenmiştir. Nitekim toplantı öncesinde ve toplantıyla eş zamanlı olarak Helsinki'de örgüt mensupları ve yandaşlarınca çeşitli gösteriler düzenlenmiştir. Gösterilerde Öcalan'a verilen idam cezası ile bağlantılı olarak ülkemizin Avrupa Birliği'ne alınmaması yönünde bir tutum takınılması dikkat çekici olmuştur. 

Türkiye'nin AB'ye adaylığının ilanı ile örgüt mensupları ve yandaşlarının Avrupa'nın çeşitli kentlerinde düzenledikleri etkinliklerde genel olarak “Abdullah Öcalan’ın idam cezasının kaldırılması, düşünce suçlularının ve 
siyasi mahkûmların serbest bırakılması, PKK militanlarına yönelik askeri harekâtın durdurulması" taleplerini dile getirilmiştir. Örgütün, özellikle dönem itibarıyla, terörist yüzünü gizleyerek siyasi bir hareket imajı kazanma yönündeki gayretinin arttığı görülmüştür. 

Örgütün Avrupa’da faaliyetlerini hızlandırdığı bu süreçte yalnızca 20 Nisan 1999 günü Alman polisi tarafından Frankfurt ve Darmstat’ta bazı örgüt evlerine baskın yaparak 17 örgüt mensubunu gözaltına almış, bu operasyon da göstermelik olmaktan ileri gitmemiştir. 

Yönetimde, Başkanlık Konseyinden Avukatlar Konseyine Geçiş 

Teröristbaşı Abdullah Öcalan, yakalanmasının akabinde daha uçakta iken, yeni stratejisinin çerçevesini ve istikametini belirlemiştir. Bu nedenle ilk işi, kendisiyle yasal olarak sürekli temasta olacak ve dışarıyla bağlantılarını sağlayacak olan avukatlarını seçmesi olmuştur. 

Nitekim savunmasını üslenecek olan birçok avukatı geri çevirirken, kendisiyle sanık müdafi ilişkisinden ziyade teröristbaşı örgüt elemanı ilişkilerini sürdürecek avukatları seçmiştir. Böylece, avukatları aracılığıyla, kısa sürede örgütü düşündüğü istikamete doğru yönlendirmiştir. 

Öcalan, avukatlarına birçok çeşitli görevler vermiştir. Kimisini AİHM'de dava açmaya yönlendirirken, bir bölümünü Yunanistan'a göndermiştir. Bir kısmını kendine yardım edebileceğini düşündüğü bazı kesimlerin desteğini sağlamaya görevlendirirken, diğer bir kısmını örgütle ilişkilerde kurye olarak kullanmıştır. 

Öcalan’ın konumu ile ilgili olarak, Batılı ülkelerin Türkiye'ye karşı yaptırımcı bir tutum izlemelerini sağlanmak amacıyla yargılanma aşamasında beş avukat Avrupa’ya gönderilmiştir. Öcalan, bu avukatlardan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Avrupa Konseyi İşkenceyi İzleme Komitesi, Uluslararası Af Örgütü, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu, Sınır Tanımaz Doktorlar ve Barolar başta olmak üzere çeşitli Avrupa ülkeleri parlamento ve kuruluşları ile temasa geçmelerini veya mektupla başvuru yapılarak, "tutukluluk şartlarının kötü olduğu ve izolasyona tabi tutulduğu" şeklinde kamuoyu oluşturmalarını istemiştir. 

İmralı Kapalı Cezaevi'nde kendisini ziyaret eden Avrupa Konseyi İşkence İzleme Komitesi'nin ikinci kez tekrar adaya gelmesi ve yargılama süreci boyunca Avrupalı bir grup avukatın Türkiye'ye gelerek kendi avukatlarına destek vermesinin sağlanması istediği bir diğer husus olmuştur. 

Yine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) sürecinde yakalanmasında var olduğu öne sürülen uluslararası komplonun ortaya çıkarılması için çaba gösterilmesi, bunda payı olduğu değerlendirilen ABD, İngiltere, Rusya Federasyonu, Yunanistan ve Kenya ile Türkiye aleyhine tek tek dava açılmasını istemiştir. Girişimlerde avukatlarının fiilen gelişmelerin içerisinde yer almaları, böylece örgüt yönetimi ile görüşmeleri dolayısıyla devlet nezdinde muhatap alınmalarının sağlanmasını istemiştir. 

Avukatlarının içerisinde yer alacağı "Diyalog ve Uzlaşma Grubu" veya "Ulusal Barış Girişimi/Platformu" isimli bir arabulucu grup oluşturulması, bu grubun doğrudan muhatap kabul edilmese de fiili bir diyalog başlatması, Bu kapsamda, İngiltere’de faaliyet gösteren terör örgütü İRA'nın siyasi kanadı Sinn Fein'in olduğu gibi kendi avukatlarının da devletin muhatap kabul edebileceği bir misyonu yüklenmeleri, bu grubun devletin kurumları ve çeşitli çevre ve şahıslarla sürekli temas etmesini öngörmüştür. Ayrıca bu grup tarafından devlete karşı af konusu, demokratikleşme, Kürtçe TV ve radyo yayınları, kültürel kimlik ve buna uygun örgütlenmelere izin verilmesi gibi hususlarda sürekli öneri götürülmesini istemiştir. 

Bu doğrultuda PKK Avrupa yönetimi, Almanya Dışişleri Bakanı'nın 21-22 Temmuz 1999 tarihlerindeki Türkiye ziyaretinden önce, Claudia Roth görüşmüş ve kendisinden Öcalan’a verilen ölüm cezasının uygulanmaması için Türkiye’ye baskı yapılmasını istemişlerdir. 

1999 Ağustos ayı içerisinde; güvenlik kuvvetlerinden şehit olan ve PKK mensubu iken ölen şahısların annelerinin buluşturularak, örgüt güdümünde ve başlatılan sözde barış girişimleri paralelinde kamuoyuna yönelik görüşme yapmaları ve propaganda unsuru olarak kullanılmalarına yönelik bir etkinlik planlanmıştır. Bu etkinliğe, Avrupa ülkelerinden birinde gerçekleştirilecek 'Barış Anaları' isimli bir festivalde yer verilmesi planlanmıştır. 

Abdullah Öcalan’ın avukatları tarafından oluşturulan Asrın Hukuk Bürosu tarafından, teröristbaşına uygulanan sözde tecrit koşullarının iyileştirilmesi amacıyla AİHM'ne ek başvuru yapılmıştır. Asrın Hukuk Bürosu organizesinde KHRP (Kurdish Human Right Project-Kürdistan insan Hakları Projesi) sorumlusu Kerim Yıldız ve KHRP ile iltisaktı Avam Kamarası İnsan Hakları Sözcüsü Av. Mark Muller tarafından yukarıda belirtilen hususlara ilave olarak AHİM'ne "Teröristbaşının cezaevi koşullarının düzeltilmesi ve sözde sağlık problemleri nedeniyle başka bir cezaevine naklinin gerçekleştirilmesini" sağlamak üzere başvuruda bulunulmuştur. 

Yine, A. Öcalan’ın AİHM'deki davasına ilişkin çalışmalar; Asrın Hukuk Bürosu'nun yanı sıra Suriye'den ayrıldıktan sonra avukatlığını üstlenen Brita (Britta) Böhler'in de ortağı olduğu Böhler-Prakken isimli avukatlık bürosu ile PKK güdümünde İngiltere’de faaliyet gösteren KHRP (Kürdish Human Rights Project-Kürdistan insan Hakları Projesi) avukatları ile birlikte yürütülmüştür. 

Konu ile ilgili S. C.’nin bilgileri hayli ilginçtir. “…Brüksel'de Av. Botier isimli şahsın bürosunda bu tarihten bir yıl kadar önce tercüman olarak işe başladım. Büroya genel olarak' iltica talebinde bulunan ve Türkiye'den bu Ülkeye gelen kurt kökenli şahıslar gelmekte idi. Avukattan bu Ülkeye İltica etmek için gerekli yasal işlemlerin yapılmasını istiyorlardı, bende avukat ile gelen şahıslara tercüman olarak yardımcı oldum. 

Mart 1999 ayı başlarında Av. Botier Fransız sendikasına bağlı (9) kişilik Avukat grubunun Türkiye'ye çalışma yapmak için gideceklerini… 20 Mart 1999 günü Claudie ve Benoit Hubert ve isimlerini hatırlamadığım diğer avukatlarla birlikte İstanbul'a geldik kendilerinin programı dahilinde Taksim'de bulunan Asrın Hukuk Bürosuna gittik burada Abdullah Öcalan'ın avukatlarından Ahmet Zeki Okçuoğlu, Niyazi Bulgan ve diğer avukatlarla Abdullah Öcalan'ın nasıl yargılanacağı, İdam olup olmayacağı ve sağlık durumu hakkında görüşmeler yaptık. Daha sonra şu anda hatırlamadığım bir HADEP teşkilatım ziyaret ettik buradaki görüşmede HADEP'in seçimlere katılıp katılmayacağı, Demokratik bir seçimin yapılıp yapılamayacağı hususunda görüşmelerimiz oldu. Daha sonra günde İstanbul Barosunu ziyaret ederek Türkiye'deki Avukatların sorunları ile ilgili bilgi aldık, DGM yasaları üzerinde görüş alış verişinde bulunduk, Abdullah Öcalan davasını 
yürüten savcıdan randevu almak ve davanın seyri hakkında bilgilenmek için Fransa’dan faks çekildi konu ile ilgili Bakanlıktan izin almamız gerektiğinden bu sonuca ulaşamadık, daha doğrusu savcı ile görüşemedik, bu görüşmelerden soma 29 Mart 1999 günü İstanbul'dan Uçakla Fransa'ya gittik; 

Fransa'dan 04.04.1999 tarihinde Lyon barosundan bir avukat ve iki İnsan Haklan savunucusu ile birlikte tekrar İstanbul'a geldik yine Asrın Hukuk Bürosuna giderek Ahmet Zeki Okçuoğlu ve Niyazi Bulgan ve ismini bilmediğim avukatlar ile Abdullah Öcalan’ın davasını savunan avukatlara Türkiye'de yapılan baskı ve İnsan Haklan İhlalleri ile ilgili görüşmelerde 
bulunduk ve ertesi günü Diyarbakır'a giderek IHD üyesi avukat Osman Baydemir ve diğer İHD mensuplarının DGM'deki duruşmalarına katıldık, 06.04.1999 günü tekrar İstanbul'a döndük ve İstanbul'da Turistik yerleri ziyaret ettik. 07.04.1999 günü birlikte geldiğimiz Avukat ve İHD mensupları Fransa'ya döndü ben ise Asrın Hukuk Bürosunda çalışmaya başladım. 
Fransa’dan ve diğer Avrupa Ülkelerinden gelen Abdullah Öcalan ile ilgili sütunlan bu büroda bulunan avukatlara tercüme ediyordum. Hatırladığım kadarı ile Fransa'dan gelen Libelation isimli gazetede Abdullah Öcalan'ı savunan Ahmet Zeki Okçuoğlu, Niyazi Bulgan ve diğer avukatların Türkiye’de saldırıya uğradıklarını yazıyordu. Bu ve buna benzer gazete 
yazılarını Asrın Hukuk Bürosunda bulunan avukatlara tercüme ettim, ayrıca burada çalıştığım süre içerisinde Avrupa’dan çok sayıda gelen Heyet ve Basın mensupları geldi…” 

Bunlara da Abdullah Öcalan'ın Türkiye'deki durumu ile ilgili bilgi verdim. Hatta Fransa’dan telefon açan ve Öcalan'ın durumu ile ilgili bilgi talebinde bulunan gazetecileri görüştürdüm daha doğrusu her iki grup arasında tercümanlık görevi yaptım. Yukarıda şunu söylemeyi unuttum, (9) kişilik avukat grubu ile Taksimde bulunan Mezepotamya Kültür Merkezinede (MKM) gittik burada yapılan faaliyetlerle ilgili bilgi alış verişinde bulunduk…” şeklindeki söylemleriyle Öcalan’ın avukatların Avrupa’nın çeşitli ülkelerinden destek aldığını ifade etmiştir. 

8 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,


***

PANZER VE KÜRT İSYANI, PKK NIN AVRUPADA SİYASALLAŞMA ÇABALARI BÖLÜM 6

PANZER VE KÜRT İSYANI, PKK NIN AVRUPADA SİYASALLAŞMA ÇABALARI BÖLÜM 6


Ayrıca Hollanda da eğitim devresinde bulunduğumuz esnada videodan bazı görüntüler seyrettirdiler, bu görüntülerden Abdullah Öcalan’ın idam edilmesi durumunda metropollere gelip eylem yapacak bombacıların ve canlı bombaların eğitim görüntüleri idi, grupların Fedai Gerillaları Gurubu olduğunu söylediler, eğitim gören militanların içerisinde iki bayan bir 
erkek olmak üzere 3 militanı seçtiler. Fedai gerillalar grubunda yer alan militanların eğitimi Kuzey Irak veya İran da bulunan kampta verilmekte idi, eğitimden soma Fedai gurubunun metropollere ve turistik beldelere gönderileceğini talimat gereği belirtilen yerlerde eylem yapacakları şeklinde idi. Konseyin talimatı gereği klasik gerilla tipinin değiştiril ererek modem gerilla tipini oluşturacaklar şeklinde talimat geldi…” şeklinde ifadesiyle örgütün Avrupa’da bomba merkezleri oluşturduğunu göstermiştir. 

Abdullah Öcalan bilindiği gibi Amerikalılarca yakalandıktan sonra görevliler tarafından 15 Şubat 1999 tarihinde bir uçakla Türkiye’ye getirilmiştir. Öcalan daha uçaktayken yıllardır sarf ettiği sözlerin aksine hareket ederek, kendisine fırsat verilmesi halinde Türkiye’ye hizmet edeceğini ve öldürülmemesi karşılığında örgütü dağıtabileceğini beyan etmiştir. 

İtalya’da iken herkesin aktif eylem yapmasını isterken, Türkiye’ye gelince yapılan eylemleri tasvip etmediğini ve bu eylemlere son verilmesini söylemiştir. Öcalan 17 Mart 1999 tarihli avukat görüşmesinde ; 
“…başta Med TV’nin yönlendirmesi ile parti adına yapılan eylemlerin derhal durdurulmasını istiyorum. Bu eylemleri kınıyorum. Avukat Ahmet Zeki Okçuoğlu vasıtasıyla gönderdiğim mesaj yerine ulaşmamıştır. Başta Med TV ve diğer basın-yayın organlarında benimle ilgili çıkan haberlerin PKK adına ve Kürt İntikam Tugayları adına yapılan eylemleri doğru bulmuyorum. Özellikle bu eylemleri esefle karşılıyorum…”şeklinde ifade de bulunmuştur. 

 Buna mukabil, bağımsız Kürt devleti kurma fikrini son yıllarda terk ettiğini, şiddet eylemlerini örgüt içindeki bazı unsurların tırmandırdığını, kendisinin barışın ve demokrasini alt yapısını oluşturmaya çalıştığı yönünde ifadeler kullanmıştır. 

Abdullah Öcalan’ın gerek yakalanması, gerek soruşturması ve gerekse de ceza alması ve sonrasında Avrupa’da ve ülkemizde yoğun bir eylem süreci yaşanmıştır. Örgüte müzahir kitle eylemleriyle Öcalan’a destek vermeye 
çalışırken, Öcalan farklı bir yaklaşım sergilemiştir. 

Öcalan, 1 Haziran 1999’da İmralı adasında başlayan davada Türkiye Cumhuriyeti Ceza Kanunun 125. maddesinden yargılanmıştır. Yargılanması sırasında klasik bir itirafçı tarzıyla hareket etmiştir. 
Öcalan, yakalandığı günden itibaren örgütlerin literatürüne göre teslimiyetçi bir tavır sergileyerek, “bana hizmet imkanı verin, eğer bu imkan verilirse her türlü katkıyı yapma hazırım” ifadeleriyle, devlet organları ile işbirliği yapmak istediğini ifade etmiştir. 

Öcalan savunmasında; “Yakalandığım günden, barış için yaşayacağım sözünü verdiğim günden bugüne kadar kaba bir baskı, söz, hakaret ve işkence görmediğimi belirtmek istiyorum…Cumhuriyet ekseninde barış ve kardeşlik için devletin hizmetinde çalışma isteğimi ve kararlılığımı, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bu konuda gösterdiği yaklaşımı, saygın yaklaşımın bir gereği olarak ben de bu düzeydeki bir kararlılığımı ben de saygı ve şükranla belirtmek istiyorum…” ifadeleriyle direnmesini bekleyen tüm örgüt militanlarına hayal kırıklığı yaşatmıştır. 

Öcalan’ın 1999 yılında ortaya koyduğu tavır nedeniyle Ermeni kökenli birçok örgüt mensubu örgütü bırakarak ülkelerine dönmüştür. 

Öcalan devam eden yargılama sürecinde; 

-T.C vatandaşı olduğunu, 

-Türkiye Cumhuriyeti Devletini ve onun ceza kanununu tanıdığını, 

-Savunmasında, hukuki değil siyasi olacağını söylemiştir. 

Bu çerçevede PKK hareketinin ideolojik temellerinin yanlışlığını açıklamış, örgüt ve yakın çevresi ile ilgili ayrıntılı bilgi vermiş, ifadelerinde Başkanlık Konseyi üyelerinin karakter analizine kadar inmiştir. 

Nitekim Öcalan, duruşmaların ilk gününde de Türkiye’den ve şehit analarından özür dilemiş ve örgütün silahlı mücadele anlayışının yanlış olduğunu anladığını açıklamıştır. Öcalan’ın söz konusu “ uzlaşma ve silahlı mücadeleyi terk” stratejisi duruşma boyunca devam etmiş, diğer taraftan Terörle Mücadele Kanunu, Öcalan’ın açıklama yapmasını, bu açıklamaların dışarıya taşınmasını ve yayınlanmasını yasaklamasına rağmen, Öcalan örgüte mesaj yollanılmaya devam etmiş, bu imkan sayesinde, PKK terör örgütü militanlarına Türkiye’yi terk etmelerini, Türk güvenlik güçleri ile çatışmadan uzak durmalarını emretmiş ve bu doğrultuda PKK Başkanlık Konseyi de bu emre uyacağını açıklamıştır197. 

24 yıllık silahlı mücadeleden yenik çıkan Öcalan barış söylemleri ile Türk kamuoyuna mesaj verirken, diğer yandan da Batı ülkelerini de sürece dahil etmeye çalışmıştır. Bunun içinde dünyanın en önemli siyasi aktörü 
olan ABD ile görüşme ve onlara dayanarak varlıklarını devam ettirmeye çalışmışlardır. Bu konuda Öcalan “…Akif Hasan daha önce ABD ile görüşüyordu, görüşmeler devam etsin, ABD’ye silah bırakılması konusunda PKK’nin hazır olduğunu bildirsin. Yaşayıp yaşamama sorunu vardır. Yetkililerle de görüşeceğim. Tecrit ortamından kurtulmak için (Avukatları kastediyor) siz de bu yönlü çaba sarf edin…” şeklinde ki talimatlarını örgüt yöneticilerine iletmiştir. 

Yine 12 Nisan 1999 tarihinde yapılan görüşmede ise, “...Avukat; ABD yetkilileriyle görüşmemiz gündemde, görüşünüz nedir? Öcalan: Arabuluculuk talep edin, çözüme ilişkin destek isteyin. Onların haberi var. Sonraki görüşmede ABD’den ve İngiltere’den haber getirin. Onlara, bizi ve Türkiye’yi barıştırın, uzlaştırın deyin. Kavga yok, silah yok ve bu sene bitiyor deyin” şeklinde ki talimatı bu gayretlerin hızlanmasını istemiştir. 

 1999 döneminde ortaya konan bu pratikle örgütün legalleşeceği ve silahlı bir örgüt olmaktan çıkarak siyasal bir yapı haline geleceği kitlelere lanse edilmiştir. Bu amaçla A. Öcalan 06 Nisan 1999 tarihli avukat görüşmesinde sekiz maddelik bir yol haritası çıkararak sözde legalleşmenin ilk adımını atmaya çalışmıştır. 

Buna göre; 


1. 1 Eylül 98 Ateşkes sürecinin her alanda tam sorumluluk altında sürdürülmesi, 
2. Devletin, başta af olmak üzere barış için alınacak tedbirler temelinde silahlı çatışmalara kalıcı olarak son verilmesi, 
3. 90’lı yıllardan itibaren bazı saptırmalara rağmen Kürtlerin ifade özgürlüğüne ve açık hale gelen Demokratik Cumhuriyet sisteminin güven vermesiyle birlikte tüm sorunların barışçıl çözümü için zemin olarak görülmesi, 
4. Bu koşullar altında PKK’nin, kendini demokratik sistem içinde yasallaşmaya hazırlaması, 
5. En azından devletin tavrını –yeni parlamento ve hükümet kuruluşunda- görünceye kadar aktif toplumsal bir barış, af, kardeşlik sloganı altında bir siyasal eylem çizgisinin benimsenmesi ve kararlıca uygulanması, 
6. Tüm uluslararası barış, insan hakları kuruluşları, hükümet ve parlamentolarının bu temelde destek sunması, 
7. Eğer öngörüldüğü gibi bu doğrultuda bir uygulama gelişirse BM, Avrupa Birliği, Avrupa Konseyi, AGİK’in sürece gözlemci olarak katılması, 
8. Türkiye’de ilgili tüm çevrelerin; kamu, özel, partiler ve basın-yayın, tüm sivil toplum kuruluşlarınca, gelişmelerin tarafımca özde bu temelde olduğunu  bilerek, ülkemize ve demokratik sisteme katkılarımın hayati önem taşıdığının bilinmesi; şeklinde isteklerini ortaya koymuştur. 

 Öcalan bu görüşleri, örgüt içerisindeki kadroların şüpheye düşmelerine neden olmuş ve birçok kişi Öcalan’ın fikirlerini yargılamaya başlamıştır. Hatta bazıları O’nun kendinde olmadığını T.C.’nin Öcalan’ı hipnoz 
ederek konuşturduğunu söylemeye başlamışlardır. Öcalan ise 2 Mayıs 1999 tarihinde avukatlarıyla yaptığı görüşmede, “…Hafızam ve iradem yerinde. Konseyin açıklaması yanlış. Benim imha, infaz durumum net değil. Konseyin bu açıklamalarını önleyin. Çatışma ne kadar gelişirse dış güçler sevinir. Yunanistan’ı hoşnut edecek bir tutuma giremeyiz. 
Dağdakilerin hayatını korumak, cezaevinden birisinin tahliyesi çok önemli. Devlet için af ediciliği biz isteyeceğiz. Yunanistan’a mı güvenelim? Avrupa’ya mı güvenelim? Bu oyunu hala Avrupa yürütmüyor mu? Türkiye birazcık siyasi ilişki mesajı verse de biz bu beladan kurtulsak. Türkiye biraz sağlam davransa, bana burada hiç yardımcı olmuyor. Ters bir savunma imhaya götürür. Savaşı on yıl uzatmaya götürür. Eğer imha niyeti olsaydı bizi niye getirdi? Burada başına bela etti. Bu isyan ne kadar erken sona erse herkesin çıkarına olur...” şeklinde beyanlarda bulunarak kendisini savunma 
gayretine girmiştir. 

Yıllardır sürdürülen kanlı elemler sonucunda ortaya bir neticenin çıkmaması ve İmralı süreci, Öcalan’ın 1999’da yöntem değişikline gidişinde etkili olan hususlardan bir tanesidir. Öldürülme korkusunu iliklerine kadar hisseden Öcalan, her görüşmesinde örgütün tavrının değişmesi hususunda gayret göstermeye başlamıştır. 13 Mayıs 1999’daki görüşmelerinde “…Diğer hususları önceki yazıda açtım, ama ABD ve Avrupa ile Türkiye’de ve Türkiye ile barış çabalarına desteğe dayalı diplomasi yürütmelisiniz ve hatta Güney’de de önemlidir. Diğer kurumlarla da Türkiye’ye yönelik dili eski propaganda dili olmaktan çıkarmak gerekir. Bence daha saygılı, siyasi seviyesi ve pratik değeri olan bir dil gerekir. Bu bizi yüceltir. Dilimizin çok ağır ve gerçeği de zorlayan propaganda tarzını geride bırakmak ve yeni sınırlı da olsa daha gerçekçi, kazandırıcı tarzda olmasına çalışmak büyüklüktür…” diyerek silahlı mücadeleyi bitirmeyi hazır olduğunu ispatlamaya gayret ederek, sözde legalleşmede de aracı olarak ta ABD ve Avrupalı güçleri adres göstermiştir. 

2 Ağustos 1999’daki diğer bir görüşmesinde “…Benim çağrımla olduğuna göre devlet buna olumlu gelir. Tehlikeli yola gidilmez. Ilımlılaşma olur. Bakın Avrupa ne diyor. PKK silah bıraksın destekleriz. Avrupa, ABD destek ler. Türkiye buna rağmen ne yapabilir…” şeklinde ifadeleri ile Türkiye ile anlaşmanın yollarını aramaya başlamıştır. 

Tamda bu hadiselerin yaşandığı günlerde ABD’nin İnsan Haklarından Sorumlu Bakan Yardımcısı Harold Hongju Koh Türkiye’ye resmi ziyarette bulunmak için gelmiş ve 01 Eylül 1999 tarihinde Urfa ve Mardin illerinde incelemeler yapmıştır. Bu seyahatte Öcalan’ın Avukatı Ercan Kanar, Koh ile 1,5 saat görüşerek Öcalan’ın görüşlerini kendisine aktarmıştır. Koh görüşmelerde hem PKK’ya hem de Türkiye’ye mesajlar vererek, herkesi 
kontrol altında tutmak için basit uyarılarda bulunmuştur. Harold Hongju Koh görüşmeler sonrası yaptığı açıklama da ise; "ABD, uzun suredir, Kürt sorununun sadece askeri yoldan çözülemeyeceği görüşüne sahiptir. Kalıcı bir çözüm için demokrasinin genişletilmesi gerekmektedir" ifadelere yer vererek ABD’nin ileriki süreç için isteklerini sıralamıştır. 

Her ne kadar Öcalan sözde barış çabalarında Batılı güçleri adres gösterse de bir kısım ülkelerin gelişen süreçten rahatsız oldukları açıkça ortaya çıkmaktaydı. Başta Yunanistan, İran ve bazı AB ülkeleri PKK’nın silah 
bırakmasının Türkiye’nin güçlenmesine neden olacağını ve Türkiye’de huzur ortamının yakalanacağını düşünerek, silahlı eylemlerin devam ettirilmesini istemişlerdir. 

Bu yönlü bir gerçekliğin var olduğu bizzat Öcalan tarafında da ifade edilmiştir. 13 Eylül 2000 tarihli avukat görüşmelerinde bu husus konuşulmuştur. 

Görüşmelerde; 

 Avukatlar: “Kuzeyli Kürt örgütlerinin platformunun bir kısmı savaşın durmasından sonra önderlik ve parti aleyhine faaliyetler içerisine girdikleri, Almanya'nın bunları yönlendirdiğini partinin bildiği aktarıldı” 

Öcalan; “Bu gruplar Almanya bağlantılıdır. Yunanistan-Almanya kanadının yönlendirmesidir. Selahattin Çelik vb bu kanadın çabalarıdır. Hazırlıkları kapsamlıdır. Beni Kenya'ya götüren adam bu kanadın adamıdır. Benim imhamı hedefleyen bir yaklaşım. Alçakça bir komplo, beni oraya götüren adam -Agit diyordu kendine- azılı bir Türk düşmanıydı. Almanların adamıdır. Türkiye'de yaşayamayacağımı düşündüler. Ben de inanmıyordum. O sırada Selahattin Çelik Atina'ya getirildi. Siz ilk görüşe geldiğinizde İstanbul'da bombalar patlıyordu”. 

Avukatlar: “Ferhat arkadaşın TV konuşmasında komplodan sonra Mahir'in kendilerine gelerek, eğer savaşa devam ederlerse uluslararası güçlerin her türlü desteği sağlayacağı teminatı verdiklerini açıklaması aktarıldı” 

Öcalan: “Rusya, İngiltere, Almanya var. Her türlü silah vaadi var, Yunanistan var. Aslında siz bu tarihi gerçekleri Mesut Yılmaz'a aktarabilirsiniz. Apo'nun sorgu süreci size geldi mi gelmedi mi diye sorun. Biz Türk düşmanlığını niye geliştirelim. 15 Şubat sürecinde Dışişleri Bakanı İran ve Ermenistan'a gitti. Türkiye'nin dostları görününler 50 yıllık mutlak savaşı dayattılar…” şeklinde geçen bilgilerde durumu özetlemektedir. 

Öcalan her ne hikmetse 25 yıl Türk devleti ile savaşıp, tüm desteğini Batı toplumundan ve Türkiye düşmanlarından alırken, uğradığı ihanetle gerçekleri ancak yakalandıktan sonra görebilmiştir. PKK’ya destek 
veren ülkelerin aslında PKK’yı ve Kürtleri sevdikleri için değil, Türkiye düşmanlıkları dolayısı ile örgüte destek verdiği bu defa daha net ortaya çıkmıştı. Gerçeği artık Öcalan ve arkadaşları da anlamak zorunda kalmıştı. 

Yine 23 Mayıs 2001’de ki görüşmede “… Avrupa’da ölenler oldu, İran’da ölenler oldu. Kürtler için bir özgürlük adımı atıldı, Kürtler terbiye edilecekti. Avrupa özelikle Almanlar ve İngilizler temiz bir özgürlük hareketi istemiyorlar, Yunanistan’da öyle. Yunanistan ve Ermeni siyasi elitinden samimi ittifak beklenmemeli. Birlikte hareket ederken üstün sen hakim olmak daha fazlasını almak isterler, zorda kalırsan ihanet ederler yada kaçarlar. Yunan halkıyla dostluk geliştirmek isterim, dostlarım da vardır, halklara düşmanlık temelinde söylemiyorum, Yunan ve Ermeni halklarını severim, kültürlerine hayranlığım vardır fakat siyasi eliti fazla iç açıcı değil, tehlikelerle doludur…” şeklindeki ifadelerle güvendiği iki ülkeden uğradığı hayal kırıklığı ifade edilmiştir. 

Öcalan’ın silah bırakma çağrısı ve PKK’nın silahlı güçlerinin önemli bir kısmını Türkiye topraklarından dışarı çekmesin diğer ülkeleri rahatsız ettiği Avrupa’da yaşayan yazar Mahmut Baksi tarafından da açıkça dile 
getirilmiştir. Baksi; “…ne zaman PKK siyasi zemini zorlasa devlet içerisindeki çeteler ve savaştan çıkarı olan güçler bizim yanımıza geliyordu. PKK içerisindeki çeteler, Rusya, bazı bölge ülkeleri, Avrupa’dan Almanlar böyle zamanlarda ortaya çıkıyordu. Kiminin paradan çıkarı vardı, kiminin petrolden çıkarı varsa geliyordu…” şeklinde tespitleri de örgütün 
kimler tarafından kullanıldığını göstermektedir. 

Örgütün eski merkez komite üyesi Baki Karer ise bu konuda; “Öcalan’ın çıkmazı ortaya çıkış biçimiyle başlamış, Ortadoğu’ya uzanmasıyla derinleşmişti. Karanlık odaklara olan zaafı kaderini de belirlemişti. Öyle ki, güç odaklarından çektiği kadar hiç kimseden çekmemişti. Her istihbarat örgütü kendi ülkesinin çıkarlarını dayatmıştı. Çıkar savaşımı içinde boğulan Öcalan, cücelikten bir türlü kurtulamamıştı. Herkesi şu veya bu biçimde memnun etmek istemişse de kimselere yaranamamıştı. Örneğin; İran ve Saddam intihar eylemlerinin daha çok askeri hedeflere yönlendirilmesini 
isterken, Yunanistan sanayi tesislerin, turistik bölgelerin ve ormanların hedef alınmasını istemişti. Avrupa’nın birkaç ülkesi de lojistik desteklerini, tamamen büyük kentlerde intihar saldırılanın yapılması şartına bağlıyordu. Militanların ve hazırlanmış bombaların Almanya ve Hollanda üzerinden İstanbul’a sevk edilmesinin birçoklarında yarattığı şaşkınlık hâlâ hafızalarda dır. Suriye ise sürekli kargaşadan yanaydı. Silahlı eylemlerin aralıksız, hedef gözetilmeksizin rastgele yapılmasını dayatıyordu. Öcalan bu kadar karmaşık ilişkiler içinde kaybolmuş, insiyatif ve taktik geliştiremez hale gelmişti…” 
beyanlarıyla Öcalan’ın içine düştüğü karmaşık ilişkilere ve eylemlerde diğer ülkelerin rolüne dikkat çekmiştir. 

Öcalan mesajlarında sözde savaşın bitirilmesi yönünde irade koyacağını belirtse de onu kontrol eden güçler çatışmaların bu şekilde sonlanmasından yana değillerdir. 2003 yılından sonra yaşananlarda bunun bir göstergesi olmuştur. PKK 1999 yılında silahı kısmi olarak bıraktığını ifade etmiş ve zaman içerisinde siyasal mücadeleye girileceği belirtilmiştir. 1999 yılında başlayan bu süreç 2003 kadar devam etmiş, fakat bu süreç Kasım 2002’ de Ak Partinin iktidara gelmesiyle sonlandırılmıştır. Silahı bırakma gayretinde olan PKK, ateşkese son vererek, ani bir kararla yeniden silahlı mücadele kararı almıştır. Bu kararın altında Mahmut Baksi’nin ifade ettiği gibi güçlerin etkisinin ne olduğu ise ayrı bir araştırma konusudur. 

Yurtdışında Basın Yayın Faaliyetleri 

Örgüt elebaşının yargılandığı ve ölüm cezasına çarptırılmasının akabinde sürdürülen örgüt faaliyetlerinde bölücü nitelikli basın yayın organları aktif rol oynamıştır. Bu basın yayın organlarından en önemlisi yurt dışında yayın yapan MED TV, Serxwebun Dergisi ve Türkiye’deki Özgür Halk dergisidir. Ancak, örgüt elebaşının ilk yakalandığı günlerde kitleleri tahrik ettiği ve saldırıları teşvik ettiği gerekçesiyle MED TV kapatılmıştır. 

Bu nedenle terör örgütü PKK yandaşları ile Avrupa'da PKK doğrultusunda faaliyet gösteren bazı kuruluşların MED-TV'nin kapatılmasını protesto etmek amacıyla bir kampanya düzenledikleri, bu doğrultuda, İngiliz Bağımsız Televizyon Komisyonu İTC'nin telefon-faks numaralarını örgütün yayın organlarında yayınlayarak buraya protesto mesajları gönderilmesini istedikleri, bu doğrultuda yüzlerce dilekçenin ilgili kuruluşa faks edildiği görülmüştür. 

Diğer yandan, terör örgütü PKK doğrultusunda Almanya'da faaliyet gösteren YEK-KOM tarafından hazırlanan bültende, MED-TV'nin kapatılması konusu işlenmiş, "Kamuoyuna Acil Çağrı" başlığıyla yayınlan bir yazıda MED-TV'nin kapatılmasını protesto etmek amacıyla imza kampanyalarının yoğunlaştırılması yönünde karar alındığı belirtilmiştir. 

Örgüt yönetiminin MED TV'nin kapatılmasıyla meydana gelen boşluğu doldurmak amacıyla alternatif televizyon yayıncılığına yöneldikleri gözlemlenmiştir. Bu amaçla CTV (Christian TV) kanalıyla bir anlaşma 
yapılarak, yayın frekanslarının değiştirilmesi kararlaştırılmıştır. 

Bu meyanda, 29 Mart 1999 tarihinde CTV (Christian TV) günde iki saatlik yayın anlaşması yapılmıştır. Christian TV’nin idari merkezi Almanya'da olup, Vatikan tarafından finanse edilmekte ve İngiltere’den aldığı yayın lisansıyla uydu yayın yapmaktadır. Bu anlaşma sonucu Christian TV’de MED-TV yayınlarına paralellik arz eden Kürtçe yayınlar başlamıştır. 

14 Mayıs 1999 tarihi itibariyle bu yayınların uydu ve frekansları değiştirilerek, yeni yayınlar Arab-Sat uydusu, 13 derece Doğu, 11.100 Mhz frekansları üzerinden gerçekleştirilmiştir. Aynı yayınların Intelsat uydusu 
1 derece Batı 11.100 Mhz frekanslarından da izlenmesiyle birlikte "Cudi TV" adında yeni bir televizyon kanalı da kurulmuştur. 

Hem Christian TVde hem de Cudi TV’de Hz. İsa’nın (a.s.) yaşamı ve Hıristiyanlık dininin doğuşunu konu alan filmin Kürtçe, Farsça, Arapça ve Süryanice dublajlarıyla yayınlanmıştır. Söz konusu TV kanalında önceleri 
18.00 – 24.00 saatleri arasında sadece Kürtçe müzik yayını yapılmakta iken, 29 Mayıs 1999 tarihinden itibaren Kürtçe ve Türkçe haber programları ile daha önceden MED-TVde yayınlanan "Ronahi-Aydınlık", Dıbıstana 
Kurdi-Kürtçe Okulu", "Tebe" adlı sözde eğitim ve siyasi-aktüel nitelikteki programlar yeniden yayınlanmaya başlanmıştır. 

06 Nisan 1999 tarihli Öcalan’ın Avukatları ile yaptığı görüşmede, Öcalan, Avukatlara CTV yayınlarında Hristiyanlığı öven yayınlarının yapıldığını ifade ederek, görüşlerine başvurmuştur. Bu görüşmede geçen diyaloglar şu şekildedir. 

“Öcalan: Televizyonun durumu nasıl Avukatlar; yayınlar CTV’de devam etmektedir. Öcalan: CTV’nin günde bir saat Hristiyanlık propagandasını yaptığı söylenmekte, bu durum halkımızı olumsuz etkiler mi? 

Avukatlar: Bir şey olmaz başkanım. 

Öcalan: Yayın dilinin çizgiye uygun olması gerekir” şeklinde geçen diyaloglar ibret vericidir. 

 Öcalan’ın yakalanmasından sonra ortaya çıkan bu süreçte örgütün talimatları ile her sempatizan ailenin İncil temin etmesi ve onu okuması istenmiştir. Bu dönemde operasyon yapılan birçok evden İncil çıkışı da bu 
talimatın kısmen uygulandığını göstermiştir. 

CTV’de terörist Abdullah Öcalan’ın 31 Mayıs 1999 tarihinde başlayan duruşması ile birlikte Avrupa alanında kamuoyu yaratmak amacıyla haber programları ile sözde siyasal-aktüel programların terör örgütünün 
propagandalarına uygun bir format içinde yayınlanması hedeflenmiştir. 

Öte yandan terör örgütü paralelinde Almanya/Frankfurt'ta yayın yapan Özgür Politika Gazetesine yönelik olarak Alman makamlarınca başlatılan soruşturma örgüt yapısını tedirgin etmiş, bu amaçla gazete merkezinin başka bir şehirde faaliyet göstermesi gündeme gelmiştir. Ayrıca örgüt mensupları söz konusu gazetenin yeni bir isimle çıkarılması yönünde bazı çalışmalarda yapmışlardır. Böylece çıkarılacak gazete yıpranmayacak ve hakkında dava olmayan bir gazetenin kurulması sağlanacaktır. 

CTV’nin yanında yeni bir TV kanalının da devreye sokulması gündemleştiril miş, bu amaçla 08 Temmuz 1999 tarihinde Fransa'da Media S.A adıyla bir şirket kurulmuştur. Medya TV adıyla 29 Temmuz 1999 tarihinde test yayınlarına başlayan televizyonun tüzüğünde "Avrupa'da yaşayan Küçük Asya Etnik azınlıklarına yönelik TV yayıncılığı gerçekleştirmek" şeklinde bir ifade yer almıştır. 

Medya TV'nin açılışı sebebiyle 31 Temmuz 1999 günü saat 14.00'te Fransa/Paris'te Villeban-Sur-Yvette (Essonne-91 bölgesi) bulunan Grand-Dome kapalı spor salonunda bir tanıtım kokteyli düzenlenmiştir. 

Medya TV test yayınları 14 Mayıs 1999 tarihinden bu yana yayını devam eden CTV'nin yayın yaptığı Eutelsat-Hot Bird uydusu 13° Doğu, 10.853 MHz. frekansları üzerinden gerçekleştirilmiştir. Medya TV'nin test yayını yaptığı saatlerde ise CTV yayınları kesilmiştir. Kapatılan Med-TV ve CTV'de faaliyet gösteren "Programcı, sunucu, spiker." vb. elemanları Medya TV programlarında görev almış ve programlar eski Med TV stüdyolarında 
hazırlanarak yayınlanmıştır. Böylece propaganda, teşkilatlanma ve eylemlilik açısından büyük önemi bulunan basın yayın faaliyetlerini her zeminde sürdürülmeye çalışılmıştır. 

Yurt içinde legal imkânlar zorlanarak günlük gazeteler, dergiler yayınlanmış tır. Kapanan yayınların yerine hemen yeni yayınlar devreye konmuştur. Dönem itibarıyla yurt içinde yayınlanmakta olan Özgür Bakış isimli gazete örgüt elebaşının yargılanması aşamasında olduğu gibi sonrasında da örgüt mensuplarının yönlendirmede aktif rol üslenmiştir. Ülkemiz her zaman MED TV’nin ve Özgür Politika gazetesinin Avrupa’da yasaklamasını istemiş olsa da, kendi ülkesinde aynı yayını yapan TV, dergi ve gazetelere müsamaha etmiştir. Bu durum da bir çelişki olarak karşımıza çıkmış, Avrupalılarca aleyhimize kullanılmıştır. 

Ülkemizde yayın yapan Özgür Bakış, Özgür Halk, Kadının Sesi v.b gazete ve dergiler aleni bir şekilde PKK terör örgütünün eylem talimatlarını kitlelere aktarırken, örgüte bağlı bu yayınlara yönelik sadece toplatma kararı verilmesi ise tirajı komik bir durum oluşturmuştur. Avrupa’da yasadışı ilan edilen dergi ve gazetelerin mal varlıklarına el konurken, ülkemizde terör öğütleri paralelinde yayın yapan basın-yayın organlarına aynı uygulama yapılmamıştır. 

Bu kurumların kapatılması süreci yıllarca süren adli sürece takılmış olup, bu dönemde mal varlıklarına el koyma gibi bir cezada uygulanmamıştır. Kendi ülkesinde terör örgütünün yayınlarını legalleştiren bir devletin başka ülkelerden tedbir almasını istemesi de ciddiye alınmamıştır. 

 7 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,


***