10 Kasım 2018 Cumartesi

IRAK VE SURİYE'DEKİ GELİŞMELERİN TÜRKİYE'YE ETKİLERİ BÖLÜM 1

IRAK VE SURİYE'DEKİ GELİŞMELERİN TÜRKİYE'YE ETKİLERİ BÖLÜM 1







BİLGE ADAMLAR KURULU RAPORU 
RAPOR NO: 65  NİSAN 2015 

BİLGESAM YAYINLARI 
RAPOR NO: 65 
Kütüphane Katalog Bilgileri: 
Yayın Adı: Irak ve Suriye'deki Gelişmelerin Türkiye'ye Etkileri 
Yazarlar: Doç. Dr. Atilla SANDIKLI, Ali SEMİN, Bekir ÜNAL 
ISBN: 978-605-9963-11-4 
Sayfa Sayısı: 80 
Yayına Hazırlayan: Erdem KAYA 
Kapak Tasarım ve Dizgi: Sertaç DURMAZ 
Baskı & Cilt: Gülmat Matbaacılık 
Litros Yolu 2. Matbaacılar Sitesi 1NE 4 Zeytinburnu / İstanbul 
Tel: 0212 577 79 77 
Bilge Adamlar Stratejik Araştırmalar Merkezi 
Wise Men Center For Strategic Studies 
Mecidiyeköy Yolu Caddesi No: 10 
Celil Ağa İş Merkezi Kat: 9 Daire: 36 
Mecidiyeköy / İstanbul / Türkiye 
Tel: +90 212 217 65 91 Faks: +90 212 217 65 93 
www.bilgesam.org 
bilgesam@bilgesam.org 





YAYINLARI 

Atatürk Bulvarı Havuzlu Sok. No:4/6 
A.Ayrancı / Çankaya / Ankara / Türkiye 
Tel : +90 312 425 32 90 Faks: +90 312 425 32 90 
Copyright © BİLGESAM NİSAN 2015 
Bu yayının tüm hakları saklıdır. 

Yayın Bilge Adamlar Stratejik Araştırmalar Merkezi’nin izni olmadan elektronik veya mekanik yollarla çoğaltılamaz. 

SUNUŞ 

Irak’ta işgalin ardından Şii Araplar ve Kürtler esas alınarak tasarlanan güvenlik sisteminde kurumsallaşma sağlanamamış, Maliki’nin özellikle ikinci döneminde giderek otoriterleşmesi, güvenlik güçlerini mezhepsel hedefler doğrultusunda kullanması bu ülkedeki Sünni Arap nüfusun ötekileşmesine yol açmış ve Anbar 
krizi sürecini başlatmıştır. Suriye iç savaşında 2013 yılından itibaren dengeler Esed rejimi lehine değişmiş, Rusya ve İran rejime sağladığı desteği kararlı biçimde sürdürürken Batılı ülkeler Özgür Suriye Ordusu’na gerekli askeri desteği vermemiştir. İç savaşın uzaması ve sahada muhalefetin yeterince desteklenmemesi el-Kaide bağlantılı örgütlerin faaliyet gösterebileceği şartları doğurmuş, IŞİD Irak’ta zemin kazandıktan sonra faaliyet alanını Suriye’ye doğru genişletmiş, Irak-Suriye hattında Sünni Arapların çoğunlukta olduğu 
belirli bölgelere fiilen hâkim olmuş ve bu bölgelerde devletleşmeye teşebbüs etmiştir. Irak’ta IŞİD tehdidi, Türkmenlerin yaşadığı bölgelerdeki nüfus yapısının değişmesine yol açarken, Kürtlerin Kerkük’teki nüfuzunu artırmış ve İran’ın bu ülkede daha rahat hareket etmesine imkân sağlamıştır. Suriye iç savaşında ise 
IŞİD ve el-Kaide irtibatlı diğer radikal grupların etkinliğinin artması Batılı devletlerin muhalefete bakışını değiştirmiş ve II. Cenevre Konferansı’yla birlikte rejimin yeniden muhatap alındığı bir süreç başlamıştır. 

Bilge Adamlar Stratejik Araştırmalar Merkezi (BİLGESAM), Irak ve Suriye’deki gelişmelere ve bu gelişmelerin Türkiye’ye etkilerine yönelik öngörülerde bulunarak Türk karar mercilerine milli menfaatler doğrultusunda gerçekçi çözüm önerileri ve karar seçenekleri sunmak amacıyla “Irak ve Suriye’deki Gelişmelerin Türkiye’ye Etkileri” raporunu yayımlamaktadır. BİLGESAM Orta Doğu Araştırmaları Uzmanı Ali Semin ve Araştırma Asistanı Bekir Ünal ile birlikte hazırladığımız rapor, 27 Şubat 2015 tarihinde düzenlenen 22. Bilge Adamlar Kurulu toplantısında değerlendirilmiş, Kurul üyelerinin görüş ve önerileri doğrultusunda gözden geçirilerek yayına hazırlanmıştır. Raporda, Irak’ta ABD’nin çekilmesini takip eden gelişmeler ve Suriye iç savaşında Esed rejimi lehine değişen dengelere ilişkin genel bir durum tespiti yapılmakta, 
başta IŞİD tehdidi olmak üzere bölgede ortaya çıkan dinamiklerin Türkiye’ye muhtemel etkileri değerlendirilmektedir. 

Raporun Türk karar mercilerine, akademisyenlere ve ilgili kurum, kuruluş ve kişilere faydalı olmasını temenni eder, raporu birlikte hazırladığımız Ali Semin’e ve Bekir Ünal’a, raporu yayına hazırlayan Araştırma Koordinatörü Erdem Kaya’ya, rapora değerli görüş ve önerileriyle katkı sağlayan, raporun geliştirilmesi için kıymetli vakitlerini sarf eden başta (E) Oramiral Salim Dervişoğlu olmak üzere Bilge Adamlar Kurulu üyelerine ve emeği geçen diğer BİLGESAM çalışanlarına teşekkür ederim. 

 Doç. Dr. Atilla SANDIKLI 
BİLGESAM Başkanı 

Irak ve Suriye’deki Gelişmelerin Türkiye’ye Etkileri 

GİRİŞ 

ABD, 2003’te Irak’ı işgalinin ardından bütün kamu kurumlarını dağıtmış, Geçici 
Koalisyon Yönetimi, Şii Araplar ve Kürtlere ayrıcalık tanıyan bir devlet 
inşa süreci başlatmıştır. Ülke nüfusundaki etnik ve mezhepsel dağılım esas 
alınarak inşa edilen kurumlar, kapsayıcı bir idari yapının tesisine hizmet etmemiş, Sünni Araplar ve Türkmenlerin dışlandığı bir Irak devleti ortaya çıkmıştır. 
Sünni nüfusun devlet kademelerinde temsiline ve siyasi sürece katılımına 
yönelik girişimler, gerek ABD’nin bu yöndeki desteğini sürdürmemesi 
gerekse İran’ın ülkede artan etkisi ve Başbakan Nuri el-Maliki’nin Şii eksenli 
politikalarından dolayı büyük ölçüde başarısız olmuştur. Irak’ın siyasallaşan 
güvenlik güçleri ülkede işgal sonrası dönemde kronik bir probleme dönüşen 
terörizmle mücadelede muvaffak olamamış, ABD sonrası güç boşluğunu 
dolduramamıştır. Maliki iktidarının özellikle ikinci döneminde (2010-2014) 
giderek otoriterleşmesi ve Sünni siyasi aktörleri sindirmeye yönelik attığı 
adımlar ise Irak’taki mezhepsel ayrışmayı derinleştirmiş, işgalin ardından bu 
ülkeye yerleşen el-Kaide bağlantılı radikal unsurların tekrar zemin kazanmasına 
yol açmıştır. 

Suriye’de Esed rejiminin göstericilere ateş açmasıyla başlayan çatışmalar kısa 
süre içinde rejimle muhalefet arasında iç savaşa dönüşmüş, 2011’den bugüne 
tarafların birbirine karşı kesin bir netice alamadığı krizde çözüm sağlanamamıştır. 

Başta ABD olmak üzere Batılı ülkeler, krizin ilk iki yılında Beşşar 
Esed’in iktidardan ayrılması gerektiğini beyan etmiş, muhalefeti Suriye’nin 
meşru temsilcisi olarak kabul etmiş, ancak Özgür Suriye Ordusu’na gerekli 
desteği vermemiş ve 2013’ten itibaren tutum değiştirmeye başlamıştır. Esed 
iktidarına bağlı kuvvetler tarafından Ağustos 2013’te Doğu Guta’da sivillere 
karşı kimyasal silah kullanıldığı tespit edilmişse de, aynı yıl içinde iç savaştaki 
dengeler ironik biçimde rejim lehine değişmiştir. Baas rejimi Rusya ve 
Çin’in diplomatik desteği ve ABD’nin tutum değişikliği sayesinde kimyasal 
gazların imhası dışında bir yaptırıma maruz kalmamış, aksine 2. Cenevre 
Konferansı’yla birlikte yeniden muhatap olarak kabul edilmiştir. Esed rejiminin 
dolaylı desteğiyle el-Nusra Cephesi ve IŞİD gibi krize sonradan müdahil 
olan radikal unsurlar ise muhalefetin dünya kamuoyundaki itibarına zarar vermiştir. 
Türkiye, takip ettiği dış politika dolayısıyla Irak ve Suriye’deki krizlerle başlayan 
süreçte Orta Doğu’daki kazanımlarını yitirmeye başlamış, Ankara’nın 
bölgedeki manevra alanının daraldığı gözlenmiştir. Ankara’nın Irak’la etkileşimi 
Kürt yönetimiyle sınırlı hale gelmiş, Türkmenler büyük ölçüde ihmal 
edilmiş, Suriye krizinde Türkiye Esed rejiminin devrilmesi doğrultusundaki 
politikasını sürdürürken ABD başta olmak üzere Batılı devletler bölgede ortaya 
çıkan radikal unsurlarla mücadeleyi öncelik olarak belirlemiştir. Suriye 
krizinde Batılı müttefikleri tarafından yalnız bırakılan Türkiye sığınmacılar 
meselesi ve IŞİD tehdidiyle karşı karşıya kalırken, İran bölgesel güç olarak 
öne çıkmış, Irak-Suriye-Lübnan hattında etkili bir aktör haline gelmiştir. 
Türkiye’nin bu dönemde PKK/KCK1 terörünü sona erdirmek gayesiyle başlattığı 
çözüm süreci ise beklendiği gibi örgütün silah bırakmasını sağlayacak 
gelişmelere değil, gerek yurtiçinde gerekse Suriye’nin kuzeyinde PYD2 adı 
altında güçlenmesine yol açmıştır. 
Orta Doğu’daki mevcut gelişmelerde Irak ve Suriye’de çöken devlet yapıları, 
Arap ayaklanmalarının devam eden etkileri, başta ABD, Rusya, İngiltere olmak 
üzere büyük güçlerin menfaat çatışmaları ve el-Kaide bağlantılı terör örgütlerinin faaliyetlerinin belirleyici olduğu aşikârdır. Bu konular çerçevesinde 
bölgedeki çatışma ve istikrarsızlığa müessir faktörler doğrultusunda yapılabilecek münferit analizler ayrı çalışmalar şeklinde hazırlanabilecek genişliktedir. 

Bu rapor, bu konuların ayrıntılarına girmeksizin Irak ve Suriye’deki gelişmelere 
ilişkin genel bir durum tespiti yapmak ve bu gelişmelerin Türkiye’ye 
muhtemel etkilerini değerlendirmekle sınırlı bir çerçeve sunmaktadır. 





1. ABD SONRASI IRAK’TAKİ GELİŞMELER 

1.1. Güvenlik Sisteminde Kurumsallaşma Problemi 

Irak’ta işgalin ardından Geçici Koalisyon Yönetimi orduyu, kolluk kuvvetlerini 
ve istihbarat teşkilatlarını lağvetmiş, “Baassızlaştırma” hedefi kapsamında 
güvenlik güçleri içindeki bütün Sünni unsurları rütbe ayrımı gözetmeksizin 
tasfiye etmiştir. Irak güvenlik güçlerinin gerekli tedbirler alınmadan ve ayrım 
gözetmeksizin dağıtılması ülkede telafisi zor bir güç boşluğu doğurmuş; 
direniş amacıyla silahlanan milisler, İran ve Suudi Arabistan ekseninde hareket 
eden unsurlar ve el-Kaide’yle irtibatlı gruplar ortaya çıkmıştır. 2003’ten 
itibaren Irak’ta işgale karşı Sünni ve Şii direniş grupları teşkilatlanmış, Sünni 
direnişçiler 1920 Devrimi Tugayları, Irak İslam Ordusu ve Mücahitler Ordusu 
unvanlarıyla silahlı birlikler teşkil ederken, Arap milliyetçisi Mukteda 
el-Sadr liderliğindeki Şii direnişçiler Mehdi Ordusu’nu kurmuş, işgal kuvvetlerine 
ve Irak güvenlik güçlerine karşı savaşmıştır. İşgalle birlikte İran Devrim 
Muhafızları’nın sınır ötesi operasyonlarından sorumlu Kudüs Gücü’nün 
Irak’taki faaliyetlerinde belirgin bir artış gözlenmiş, Tahran’ın desteğiyle 
2003’te Irak Hizbullahı (Muhtar Ordusu) kurulmuştur. Bedir Tugayları mensubu 
Vasık el-Battat liderliğinde kurulan Irak Hizbullahı, İran’ın Velayet-i Fakih 
inancını benimsemiş ve Ali Hamaney’e bağlı olduğunu beyan etmiştir.3 
İşgal aynı zamanda Saddam döneminden beri ülkenin belirli bölgelerinde bulunan çeşitli silahlı örgütlerin varlığını sürdürebileceği bir ortam sağlamıştır. 
İşgal döneminde İranlı muhalif grup Halkın Mücahitleri Örgütü Bağdat 
ve Diyale’de faaliyet göstermeye devam etmiştir. PKK bu dönemde Kandil 
bölgesindeki varlığını güçlendirmiş, Irak’taki uzantısı PÇDK4 ülkedeki seçimlere 
katılmaya başlamış, 2003’te Suriye’deki uzantısı PYD’yi, 2004’te 
İran’daki uzantısı PJAK’ı5 teşkil etmiş ve Türkiye’ye karşı terör eylemlerine 
tekrar başlamıştır. Türkiye’nin 2007’ye kadar Irak’taki sınır ötesi harekât 
imkânı kısıtlanırken, terör örgütü bu dönemde KCK sistemiyle devletleşmeye 
tevessül edebilecek kadar müsait bir ortam elde etmiştir. İşgal döneminde ayrıca bölgedeki el-Kaide’yle irtibatlı gruplar Irak’taki faaliyetlerini artırmış ve 
yeni gruplar İran üzerinden Irak’a girmiştir. İran-Irak sınırında 2001’den beri 
varlık gösteren Ensar el-İslam 2003’ten itibaren Ensar el-Sünne adı altında 
ABD kuvvetlerine, Şii din adamlarına ve Talabani liderliğindeki Kürdistan 

Yurtseverler Birliği’ne (KYB) bağlı Peşmerge güçlerine karşı saldırılar gerçekleştirmeye başlamıştır.6 Ebu Musab el-Zerkavi liderliğindeki “Tevhid ve 
Cihad” adlı örgüt ise Irak’ta işgalin ardından faaliyet göstermeye başlamış, 
2004’te el-Kaide’ye bağlılığını beyan etmiş ve Anbar-Ninova-Selahaddin bölgesindeki Sünni direnişçilere dâhil olmaya çalışmıştır. 

İşgalin ardından ABD liderliğindeki koalisyon güçleri ilk etapta, Irak Savunma 
Bakanlığı’na bağlı olacak yeni orduyu, akabinde de İçişleri Bakanlığı’na 
bağlı hareket edecek polis teşkilatını ihdas etmiş, Peşmerge kuvvetlerinin 
ise merkezi idareden bağımsız bir silahlı kuvvet olarak kalmaya devam etmesini 
sağlamıştır. Ancak konuşlandırılan koalisyon güçlerinin yetersizliği, 
2003-2009 döneminde güvenlik güçlerinin kuruluş aşamasında oluşu ve farklı 
bölgelerde bağımsız hareket eden silahlı unsurların varlığından dolayı ülkedeki 
güvenlik zafiyeti giderilememiş, silahlı çatışmalar ve bombalı saldırılar 
Irak’ta gündelik hayatın parçası haline gelmiştir. Irak’ta yeni ordunun ve polis 
teşkilatının tesisinde Şii Araplara ve Kürtlere tanınan ayrıcalıklar, güvenlik 
güçlerinin işlevselliğinin ve kapsayıcı niteliğinin oldukça sınırlı kalmasına, 
Sünni Arapların ve Türkmenlerin dışarıda bırakılmasına yol açmıştır. Kuruluş 
aşamasında güvenlik güçlerine katılım daha çok istihdam kaygısıyla gerçekleşmiş, orduda subaylar siyasi partilerin desteğiyle yükselme imkânı elde etmiş, rütbeler gerekli eğitim ve tecrübe edinilmeden dağıtılmıştır. 
Şii ve Kürt unsurlar ağırlıklı olacak şekilde tasarlanan Irak güvenlik güçleri 
büyük ölçüde Bedir Tugayları ve Peşmerge kuvvetlerinden oluşturulmuştur. 
Saddam rejimini devirmek hedefiyle 1982’de Tahran’ın desteğiyle Irak 
Yüksek İslam Konseyi’nin silahlı kanadı olarak kurulan Bedir Tugayları’nın 
büyük kısmı, 2003’te Irak ordusuna ve kolluk kuvvetlerine dâhil edilmiştir. 
Bedir Tugayları, silahlı unsurlarının büyük çoğunluğu güvenlik güçlerine katıldıktan sonra Hadi el-Amiri liderliğinde Irak Yüksek İslam Konseyi’nden 
ayrılarak Bedir Örgütü unvanını almış ve varlığını siyasi parti olarak sürdürmeye 
başlamıştır. Peşmerge kuvvetlerinden ise yaklaşık 10.000 asker Irak ordusuna 
katılmış, Genelkurmay Başkanlığına da Peşmerge komutanlarından 
General Babekir Zebari getirilmiştir.7 Kürt yönetimi ayrıca anayasal bir dayanak 
olmamasına rağmen Irak ordusunun Erbil-Süleymaniye-Dohuk bölgesinde 
varlık göstermesini engellemiş, Peşmerge birliklerinin kuzey Irak’ta fiilen 
yegâne güvenlik gücü olmasını sağlamıştır. 

< Şii ve Kürt unsurlar ağırlıklı olacak şekilde tasarlanan Irak güvenlik güçleri büyük ölçüde Bedir Tugayları ve Peşmerge kuvvetlerinden oluşturulmuştur. >

Geçici Koalisyon Yönetimi’nin Şii Araplar ve Kürtlerin menfaatlerine öncelik 
tanıyan yaklaşımı Irak güvenlik sisteminin parçalı bir yapı arz etmesine yol 
açmış, birkaç istisna dışında bağımsız milislerin silah bırakması sağlanamamıştır.

Sünni Arapların dışlandığı bu parçalı yapı, Irak’ın milli güvenliğini 
sağlamaya çalışan kurumlar yerine etnik ve mezhepsel kaygılar temelinde 
faaliyet gösteren birimler doğurmuştur. Şii unsurların ağırlıklı olduğu ordu 
Sünni Arapların çoğunluğu oluşturduğu bölgelerdeki iç çatışmalara belirli 
dönemlerde kayıtsız kalmış, Şii askerler bu çatışmalara müdahil olmaktan 
kaçınmıştır. Parçalı güvenlik yapısı ayrıca ordu ve polis teşkilatı içinde İran 
çizgisinde ve Kürt yönetiminin çıkarları istikametinde hareket eden hizipler 
ortaya çıkarmıştır. Saddam döneminde karargâhı İran’da bulunan ve bu ülkede 
askeri eğitim alan Bedir Tugayları mensupları Irak güvenlik güçlerine dâhil 
edilmesine rağmen Tahran’ın güdümünde faaliyet göstermeye devam etmiş, 
Kuzey Irak’la Bağdat arasındaki ihtilaflı bölgeler söz konusu olduğunda ise 
Irak ordusu içindeki Kürt askerlerin Peşmerge’ye olan bağlılığı öne çıkmıştır.8 
Irak’ta devam eden çatışma ortamında Şii siyasi partilerin güvenlik güçlerini 
mezhepsel hedefler doğrultusunda kullanması el-Kaide bağlantılı radikal 
grupların taraftar toplamasına hizmet etmiş, bu grupların Şii din adamlarına 
ve kutsal mekânlarına düzenlediği saldırılar da 2006-2007 döneminde mezhep 
eksenli bir iç savaşa yol açmıştır. Amerikan kuvvetleri, bu dönemde Irak 
el-Kaidesi ile mücadele etmek için Sünni aşiretlerin kurduğu Sahva Gücü’nü 
desteklemiş, Sahva Gücü el-Kaide’nin büyük ölçüde etkisiz hale getirilmesini 
sağlamıştır. Bu dönemde Amerikan kuvvetleri ayrıca ABD karşıtı Şii direnişçi 
Mehdi Ordusu’nu silah bırakmaya zorlamış, Mukteda el-Sadr liderliğindeki 
Mehdi Ordusu 2008’de silah bırakma kararı almıştır. 2006-2007 yıllarındaki 
iç savaşın ardından İran’ın Irak’taki hareket serbestîsi artmış, Tahran gerek 
güvenlik güçleri içindeki Şii unsurları gerekse bağımsız Şii milisleri daha rahat 
yönlendirme imkânı elde etmiş, Arap milliyetçiliği çizgisinde bağımsız 
hareket eden Mehdi Ordusu’na hâkim olmaya çalışmıştır.9 

İran, Mehdi Ordusu içinde Mukteda el-Sadr’ın rakibi niteliğindeki Kays el-Hazali’yi desteklemiş, 2007’de el-Hazali liderliğinde Asaib Ehl-i Hak örgütünü kurdurmuştur. İran Devrim Muhafızları bünyesindeki Kudüs Gücü’nün desteğiyle öne çıkarılan Kays el-Hazali, el-Sadr’a bağlı Şii milislerin bir bölümünün Asaib Ehl-i Hak’a katılmasını sağlamış10 ve Mehdi Ordusu’nu zayıflatmıştır. Aynı yıl içinde İran, daha eğitimli Şii militanların yer alacağı ve doğrudan Kudüs Gücü’nün talimatıyla hareket edecek Hizbullah Tugayları (Kataib Hizbullah) adlı örgütü kurmuştur. Kudüs Gücü komutanı Kasım Süleymani’nin danışmanlarından Ebu Mehdi el-Mühendis liderliğinde teşkil edilen Hizbullah Tugayları’nın yaklaşık 400 militandan oluştuğu bilinmekte ve bu örgütün daha profesyonel eylemler için kullanıldığı tahmin edilmektedir.11 

Böylece İran, Muhtar Ordusu adlı Şii milis gücü ve güvenlik güçlerine dâhil edilen Bedir Tugayları’nın yanı sıra 2007’de kurdurduğu Asaib Ehl-i Hak ve Hizbullah Tugayları vasıtasıyla da Irak’taki etkinliğini artırmış, bu ülkede kendi güdümünde faaliyet gösterecek silahlı gruplara sahip olmuştur.12 

2006-2007 döneminde Sahva Gücü’nün desteğiyle Irak el-Kaidesi’ni büyük ölçüde etkisiz hale getiren ABD kuvvetleri Irak’ın iç ve dış güvenliğinin yeni orduya ve kolluk kuvvetlerine devredileceği üç aşamalı bir geçiş süreci planlamıştır. 

Irak’ta devam eden çatışma ortamında Şii siyasi partilerin güvenlik güçlerini mezhepsel hedefler doğrultusunda kullanması el-Kaide bağlantılı radikal grupların taraftar toplamasına hizmet etmiştir. >

İlk aşamada iç güvenliğin ABD’den Irak ordusuna devredilmesi planlanmış, 2010’da bu aşama tamamlanmıştır. İkinci aşamada iç güvenliğin Irak ordusundan polis teşkilatına devredilmesi, üçüncü aşamada ise iç güvenliği bütünüyle kolluk kuvvetlerine devreden ordunun tamamen dış güvenliğe odaklanması tasarlanmıştır. İlk aşamanın aksine ikinci ve üçüncü aşamalar tamamlanamamış, gerek polis teşkilatının yetersizliği gerekse Maliki iktidarının iç güvenlik tehditleriyle mücadelede Irak ordusunu kullanmayı tercih etmesi ordudan kolluk kuvvetlerine yetki devrini engellemiştir. Dolayısıyla işgal döneminde Irak, güvenlik alanında gerekli kurumsallaşmayı sağlayamamış, 
güvenlik güçleri arasındaki yetki paylaşımı gerçekleşmemiş, iç güvenlik ordunun temel önceliği olarak kalmıştır.13 

Bu süreçte ABD’de iktidara gelen Obama yönetimi, Başbakan Maliki’nin işgal kuvvetlerinin en kısa zamanda çekilmesi yönündeki tutumunun da etkisiyle Irak’tan çekilme takviminde değişikliğe gitmiş, Bağdat yönetimiyle Kasım 2008’de Stratejik Güvenlik Anlaşması’nı (Status of Forces Agreement- SOFA) imzalamıştır. ABD, Stratejik Güvenlik Anlaşması’yla Bağdat Büyükelçiliğinde geniş bir askeri güç bulundurma hakkı ve Amerikan askerlerine dokunulmazlık imtiyazı elde etmiş, anlaşma doğrultusunda 31 Aralık 2011’e kadar Irak’tan tamamen çekilmiştir. Ancak üç aşamalı geçiş süreci planlandığında Amerikan askerlerinin 31 Aralık 2011 tarihinde çekilmiş olması öngörülmediğinden, ABD’nin çekilmesiyle ikinci ve üçüncü aşamanın tamamlanması tamamen Maliki iktidarının uhdesinde kalmıştır. 

 <  ABD’nin çekilmesiyle Irak güvenlik güçlerinin planlanan kurumsallaşma süreci yarım kalmış, Maliki iktidarının merkezi yönetimigüçlendirme söylemiyle giderek otoriterleşmesi iç güvenliğin kolluk kuvvetlerine devrini sürüncemede bırakmıştır. >

Nitekim Genelkurmay Başkanı Babekir Zebari Amerikan askerlerinin 2020-2022 yıllarına kadar kalması gerektiğini, Irak ordusunun ülke güvenliğini sağlayabilecek yeterliliğe kavuşması için bu süreye ihtiyacı olduğunu ifade etmiştir.14 

ABD’nin çekilmesiyle Irak güvenlik güçlerinin planlanan kurumsallaşma 
süreci yarım kalmış, Maliki iktidarının merkezi yönetimi güçlendirme söylemiyle 
giderek otoriterleşmesi iç güvenliğin kolluk kuvvetlerine devrini sürüncemede 
bırakmıştır. Başbakan Maliki iç güvenlik tehditleriyle mücadelede 
yereldeki kolluk kuvvetleri yerine orduyu kullanmayı tercih etmiş, Silahlı 
Kuvvetler Başkomutanı sıfatıyla Irak’ın güvenlik bürokrasisini adım adım 
tekeline almıştır. Maliki, askeri danışmanlık adı altında kurduğu Başkomutanlık 
Bürosu üzerinden silahlı kuvvetler içinde kendisine sadık subayların 
yükselmesini sağlamış ve gayrı resmi bir emir-komuta zinciri geliştirmiştir. 
Maliki, Başkomutanlık Bürosu üzerinden Bağdat Harekât Komutanlığı’nı, 
terörle mücadeleden sorumlu güvenlik birimlerini ve özel kuvvetleri yönetmiş, 
Savunma Bakanlığı’nı ve komuta kademesini devre dışı bırakarak bazı 
operasyonları bizzat kendisi yürütmüştür. 2009’da Askeri İstihbarat Başkanı 
Cemal Süleyman’ı görevden alarak bu görevi kendisi yürütmeye başlayan 
Maliki, 2010-2014 döneminde hükümet içindeki anlaşmazlıklardan dolayı 
vekâleten yürütülen İçişleri ve Savunma Bakanlıklarını fiilen kontrol etmiştir. 
Başbakan Maliki otoriterleştikçe güvenlik güçlerinin mezhepsel eğilimlerinin 
belirginleştiği gözlemlenmiştir. Tecrübeli Sünni bürokratların bulunduğu Irak 
Muhaberatı’na karşı ilk etapta farklı istihbarat kurumları teşkil edilmiş, daha 
sonra Sünni bürokratlar peyderpey görevden uzaklaştırılmış, yerlerine Dava 
Partisi mensubu ve yeterli deneyime sahip olmayan isimler getirilmiştir. Maliki 
bu süreçte Bağdat’taki terör eylemlerinde İran’ın rolüne işaret eden Muhaberat 
Başkanı Muhammed el-Şahvani’nin Ağustos 2009’da istifa etmesini 
sağlamıştır. Mehdi Ordusu dışındaki bağımsız Şii milis güçlerine müdahale 
edilmemiş, müdahale etmeye çalışan emniyet müdürleri görevden alınmıştır. 
Sünni aşiretlerin teşkil ettiği ve 2006-2007 döneminde el-Kaide’yle mücadelede 
oldukça başarılı olan Sahva Gücü ise gelecekte tehdit olabileceği endişesiyle 
lağvedilmiştir. Dolayısıyla Maliki iktidarı, işgalin ardından tesis edilen 
kurumlarla iç güvenlik sorunlarına çözüm üretmekten ziyade giderek otoriterleşmiş, mezhepsel menfaatler doğrultusunda hareket etmiş, böylece el-Kaide bağlantılı grupların yeniden güçlenmesini tetikleyerek ABD sonrası dönemde Irak’ı fiilen bölünmenin eşiğine getirmiştir. 

1.2. Sünni Arapların Irak Siyasetinden Dışlanması ve Anbar Krizi 

Nuri el-Maliki, başbakanlığının birinci döneminde adım adım güvenlik bürokrasisini tekeline alırken aynı zamanda kendisine rakip gördüğü Şii siyasileri devre dışı bırakmayı hedeflemiştir. Bu kapsamda Maliki ilk etapta Irak’ta iktidara gelebilecek veya mevcut iktidarını zayıflatabilecek Şii aktörleri Bağdat merkezi yönetiminden uzaklaştırmaya dönük bir siyaset izlemiştir. 
Nuri el-Maliki, 2006’da iktidara geldikten sonra Irak eski Başbakanı ve Dava 
Partisi üyesi İbrahim el-Caferi ve Sadr Hareketi lideri Şii din adamı Mukteda 
el-Sadr’ı merkezi yönetimden dışlamaya çalışmıştır. Maliki önce Dava Partisi 
içinde kendisine rakip olarak gördüğü İbrahim el-Caferi’ye karşı tavır almaya 
başlamış, bu tavrın neticesinde el-Caferi 2008’de partiden ayrılarak Milli 
Reform Hareketi’ni (Tayyar el-Islah el-Vatani) kurmuştur. İran’dan bağımsız 
hareket eden Şii din adamı Mukteda el-Sadr’ı da iktidarına tehdit olarak gören 
Maliki, el-Sadr’ın lideri olduğu Mehdi Ordusu’nu dağıtmaya çalışmıştır. Mehdi 
Ordusu baskılar neticesinde 2007’de önce ateşkes ilan etmiş, ardından da 
2008’de silah bırakmak zorunda kalmıştır. Cumhurbaşkanı Birinci Yardımcısı 
Adil Abdülmehdi ise Mayıs 2011’de cumhurbaşkanına ait üç yardımcının fazla 
olduğunu gerekçe göstererek istifa etmiştir. Irak Yüksek İslam Konseyi’nin 
önemli isimlerinden Abdülmehdi’nin istifa kararında ülkedeki siyasi istikrarsızlığın ve Maliki’nin otoriterleşmesinin etkili olduğu değerlendirilmiştir. 
Başbakan Nuri el-Maliki, iktidarının ilk döneminde güvenlik bürokrasisini 
büyük ölçüde tekeline almış, Şii rakiplerini devre dışı bırakmıştır. Maliki’nin 
ikinci döneminde ise Sünni siyasilerin Bağdat merkezi yönetimindeki etkinliğini 
zayıflatmaya yönelik hareket ettiği gözlenmiştir. Maliki, ABD askerlerinin 
çekilmesinin ardından Irak güvenlik güçlerini terörle mücadele adı 
altında Sünni aktörleri sindirmeye yönelik kullanmış, Sünni siyasilerin “terörizm” 
suçlamasıyla karşı karşıya kaldığı gözaltılar ve tutuklamalar başlamıştır. 
2011’de Tarık el-Haşimi’nin, 2012’de Rafi el-İsavi’nin ve 2013’te Ahmet 
el-Alvani’nin tutuklanması hedefiyle operasyonlar gerçekleştirilmiş, özellikle 
el-İsavi’nin tutuklanmasına karşı ortaya çıkan protesto gösterilerinin ardından 
Sünni Arap bölgelerine de askeri operasyonlar düzenlenmiştir. 

Aralık 2011’de Başbakan Nuri el-Maliki’nin talimatı üzerine dönemin Cumhurbaşkanı Yardımcısı (Sünni Arap) Tarık el-Haşimi’ye gizli suikast timleri 
kurduğu ve teröre destek verdiği gerekçesiyle yurtdışına çıkış yasağı getirilmiş 
ve hakkında tutuklama kararı alınmıştır. Tutuklama kararının ardından Mayıs 
2012’de Bağdat hükümetinin talebi üzerine İnterpol, Haşimi hakkında kırmızı 
bülten yayımlamıştır. Irak Ağır Ceza Mahkemesi aynı yılın Eylül ayında Tarık 
El-İsavi’nin tutuklanması, el-Haşimi hakkında gıyaben idam cezası kararı vermiş, mahkemenin farklı davalar kapsamında aldığı müteakip kararlarla birlikte Haşimi’ye toplam beş kez idam cezası verilmiştir.

 <  Sünni Araplarla Maliki liderliğindeki Bağdat hükümeti arasında ciddi bir kırılma noktasıdır. Alvani’nin tutuklanması ise bu kırılmayı derinleştirmiştir. >

   Aralık 2012’de Başbakan Maliki’nin talimatı üzerine el-Irakiye ittifakı yetkilisi ve dönemin Maliye Bakanı (Sünni Arap) Rafi el-İsavi’nin Bağdat’ın Yeşil bölgesindeki evine güvenlik güçleri tarafından baskın düzenlenmiştir. Baskında, el-İsavi’nin korumaları terör örgütü kurmak ve yönetmek gerekçesiyle tutuklanmıştır. Irak’ın Anbar vilayetindeki Sünni Araplar, İsavi’nin korumalarına yönelik çıkarılan tutuklama kararına tepki olarak gösteriler düzenlemeye başlamıştır.15 Aralık’ta Anbar vilayetinde başlayan gösteriler kısa süre içinde Musul, Kerkük, Diyale ve Felluce’ye kadar yayılmış, bazı bölgelerde Maliki karşıtı Şiiler de gösterilere katılmıştır. 



Harita 1: Anbar Krizi Sürecinde IŞİD’in Saldırdığı Bölgeler


     Özellikle el-İsavi’nin tutuklanması, Sünni Araplarla Maliki liderliğindeki Bağdat hükümeti arasında ciddi bir kırılma noktasıdır. Alvani’nin tutuklanması 
ise bu kırılmayı derinleştirmiş, Maliki’nin Sünni Arapları baskı altına almaya 
çalıştığı yönündeki kanaati güçlendirmiştir. Aralık 2013’te Maliki’nin talimatı 
üzerine terörle mücadele özel kuvvetleri, el-Irakiye listesinin Sünni Arap milletvekili Ahmet el-Alvani’yi evine düzenledikleri baskınla gözaltına almıştır. 
Baskın sırasında çıkan çatışmada Ahmet el-Alvani’nin kardeşi ve 5 koruması 
öldürülmüş, baskından dolayı bölgede tırmanan gerilim nedeniyle Anbar’da 
çok sayıda askeri birlik konuşlandırılmış ve sokağa çıkma yasağı ilan edilmiştir. 
Dokunulmazlığı bulunan bir milletvekilinin askeri baskınla gözaltına alınması 
Maliki’nin Sünni siyasileri hedef alan önceki uygulamalarını gündeme getirmiş, 
Aralık 2013’ten itibaren Anbar krizi adı verilen süreci başlatmıştır.16 

Sünni  Arapların, Maliki’nin mezhepsel politikalarına tepki olarak Aralık 2012’den 
beri sürdürdüğü protestolara kuvvet kullanılarak müdahale edilmiş, güvenlik 
güçleri göstericilerin Anbar valiliği önünde kurduğu çadırları kaldırmıştır. 
Anbar krizi, Irak’ta Sünni Arapların güvenlik kurumlarının ardından, siyasetten 
de dışlanmasının yol açtığı mezhepsel ayrışmanın düzeyini göstermiş, 
Sünni Arapların bir bölümünün bölgelerinde bulunan radikal unsurlara sıcak 
bakmasına sebep olmuştur. Kriz, Sünni Arapların radikal unsurlara destek verenler ve radikal unsurlara karşı olanlar şeklinde bölünmesine yol açarken, 
Irak el-Kaidesi’nin yeniden güçlenmesine zemin hazırlamıştır. Irak el-Kaidesi, 
Maliki’nin Sünni karşıtı politikaları ve Suriye iç savaşında Esed rejimini aleni 
biçimde desteklemesi nedeniyle daha rahat taraftar toplamaya başlamış, Sahva 
Gücü’nün dağıtılmış olmasından dolayı Sünni nüfuslu bölgelerdeki faaliyet 
alanını genişletmiştir. Maliki iktidarının bu dönemde Anbar’daki protesto 
gösterilerini sona erdirmek için başlattığı operasyonlarla el-Kaide’ye karşı 
operasyonları iç içe yürütmesi ise operasyonların radikal unsurlarla mücadele 
adı altında aslında iç siyasi hedeflere dönük icra edildiği görüşünün ağırlık 
kazanmasına yol açmıştır. 

Anbar krizinde Maliki, Sünni Araplardaki aşiret yapısı ve aşiretler arası güç 
mücadelesinden faydalanmış, bölgedeki operasyonları Sünni aşiretlerin bazılarının desteğiyle düzenlemiş ve kendisini destekleyen aşiretlere para ve silah yardımı sağlamıştır. Örneğin el-Ubeyd, el-Duleym aşireti ve Ebu Rişa ailesi 
Maliki iktidarının yanında yer alırken, el-Kubeysi ve el-Hadidi aşiretleri Irak 
güvenlik güçlerine karşı savaşmıştır. El-Duleym aşireti mensubu Anbar Valisi 
Ahmet Halef el-Duleymi, Maliki’nin bölgeye güvenlik güçleri göndermesi- 

 < Anbar krizi, Irak’ta Sünni Arapların güvenlik kurumlarının ardından, siyasetten de dışlanmasının yol açtığı mezhepsel ayrışmanın düzeyini göstermiş, Sünni Arapların bir bölümünün  bölgelerin de bulunan radikal unsurlara sıcak bakmasına sebep olmuştur. >


ni talep etmiştir. Maliki, 15 Şubat’2014 tarihinde Anbar vilayetinin merkezi 
Ramadi’yi ziyaret ederek bölgedeki Sünni aşiretlere mensup 10 bin kişinin 
Irak güvenlik güçlerine katılması emrini vermiş, 1 milyar dolar da kentin kalkınması için tahsis ettiğini açıklamıştır.17 Böylece Maliki el-Kaide ile mücadele ederken aşiretler arasındaki güç mücadelesini de artırmış, Sünni Arapların bütünlük arz etmesini ve birlikte hareket etmesini engellemiştir. Nitekim Sünni bloğundaki Usame el-Nuceyfi, Selim el-Cuburi ve Salih Mutlak gibi siyasiler de tam manasıyla muhalif bir tutum sergileyememiş, hükümetten çekilmemiş, yalnızca oturumları ve toplantıları boykot etmiştir. 

Anbar krizi sürecinde Sünni Arapların ağırlıklı olarak yaşadığı Selahattin, Anbar 
ve Diyale il meclisleri özerklik talebinde bulunmuş, Irak’ın bütünlüğünü 
savunan Sünni Araplar artık özerklikten ve bölünmeden bahsetmeye başlamıştır. 

BU BÖLÜM DİPNOTLARI ;

1 Terör örgütü 2007’den itibaren Kürdistan Topluluklar Birliği-KCK ismini kullanmaktadır. Ancak genel olarak örgüt kastedildiğinde hala PKK ifadesi kullanıldığından, bu metinde 2007 sonrası dönem için PKK/KCK ifadesi tercih edilmiştir. 2012 yılında Yargıtay 9. Ceza Dairesi, Van Ağır Ceza Mahkemesi’nin 2011 tarihli aynı yöndeki kararını onayarak KCK’nın PKK ile 
irtibatlı terörist bir yapılanma olduğuna hükmetmiştir. 
2 PYD: Demokratik Birlik Partisi 
3 Ali Semin, “ABD İşgali Sonrası Irak’ta Milli Güvenliğin Kurumsallaşma Sorunu”,Uluslararası Güvenlik Kongresi Bildiriler Kitabı Cilt II (Kocaeli, Nisan 2014), 818- 819. 
4 PÇDK: Kürdistan Demokratik Çözüm Partisi 
5 PJAK: Kürdistan Özgür Yaşam Partisi
6 ,[Mela Krikar Irak Kürdistan’ına Girdiği Anda 
Yakalanacaktır], Elaph, 10 Şubat 2015, Erişim tarihi:15 Şubat 2015, http://www.elaph.com/ 
Web/News/2015/2/981976.html. 
7 Tom Lasseter, “Kurds in Iraqi Army Proclaim Loyalty to Militia,” Knight Ridder Newspapers, 
28 Aralık 2005, Erişim tarihi: 10 Şubat 2015, http://www.rense.com/general69/kirds.htm. 
8 Lasseter, “Kurds in Iraqi Army...” 
9 Semin, “ABD İşgali Sonrası Irak’ta..,” 819. 
10 [İslami Direnişçi Asaib el-Hak’ın Siyasi 
Programı], http://ahlualhaq.com/index.php/permalink/3125.html. 
11 Michael Knights, “The Evolution of Iran’s Special Groups in Iraq,” CTC Sentinel, Cilt: 3 
Sayı: 11-12 (Kasım 2010): 13. 
12 Michal Harari, “Status Update: Shi’a Militias in Iraq,” Institute for the Study of War (ISW), 
16 August 2010, Erişim tarihi: 10 Mart 2015, http://www.understandingwar.org/sites/default/ 
files/Backgrounder_ShiaMilitias.pdf. 
13 Michael Knights, “The Iraqi Security Forces: Local Context and the US Assistance,” The 
Washington Institute for Near East Policy, Haziran 2011, Erişim tarihi: 12 Şubat 2015, http:// 
www.washingtoninstitute.org/policy-analysis/view/the-iraqi-security-forces-local-contextand-
u.s.-assistance. 
14 Knights, “The Iraqi Security Forces: Local Context and the US Assistance,” 2.
15 Ali Semin, “Maliki’nin İç ve Dış Politikasında Ankara-Tahran Ekseni,” BİLGESAM, 4 Şubat 2013, Erişim tarihi: 10 Şubat 2015, http://www.bilgesam.org/incele/1098/-maliki%E2%80%99nin-ic-ve-dis-politikasinda-ankara-tahran-ekseni/#.VPmcTXysWtY. 
16 [el-Anbar Aşiretleri Bağdat Hükümetine Verdiği Sürenin Dolduğunu İlan Etti], Skynewsarabia, 28 Aralık 2013, Erişim tarihi: 25 Aralık 
2014, http://www.skynewsarabia.com/web/article/509286/. 

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder