11 Şubat 2019 Pazartesi

FETHİ GÜRCAN ÖĞRENCİLERE ATEŞ AÇILMASINI ENGELLİYOR

FETHİ GÜRCAN ÖĞRENCİLERE ATEŞ AÇILMASINI ENGELLİYOR



Ankara’da ise, Genelkurmay Başkanı ve Ankara Sıkıyönetim Komutanı’nın emri netti: “Ateş açın!”. Bu emri yerine getirmekle görevli Bnb.Vehbi Ersü’nün ise buna hiç niyeti yoktu. Ancak, talimata karşı geldiği için hakkında tahkikat açılabilirdi. Ersü, emri vermemek için baygınlık geçiriyor numarası yaptı ve hastalanmış gibi Gülhane Hastahanesi’ne kaldırıldı. Bnb. Vehbi Ersü'nün yerine süvari birliğinde yine inisiyatifi Yüzbaşı Fethi Gürcan ele aldı. Sıkıyönetim Komutanı’yla şiddetli bir şekilde tartışarak ateş emrini durdurttu.

Yassıada Mahkemeleri İddianamesi:

“İstanbul’daki üniversite olaylarını haber alan Ankara Üniversitesi Hukuk ve Siyasal Bilgiler Fakültesi öğrencileri, Hükümet’in davranışlarını protesto etmek için 29 Nisan 1960 günü bir toplantı düzenlemişlerdi. 

Bu toplantıyı bir gün önce haber alan Sıkıyönetim Kumandanı General Namık Arguç toplantıya mani olmak için, toplantı ve yürüyüşe müsaade edilmemesi için, Ankara Garnizon ve Merkez Kumandanlıkları’na ve Emniyet Müdürlüğü’ne yazılı emir vermiştir.

28 Nisan 1960 günü saat 21:00’de 43’ncü Süvari Alay Kumandanı ve diğer subaylarını Merkez Kumandanlığı’nda toplayarak ‘topluluklara, önce üç defa dağılmalarının ihtar edilmesini ve dağılmazlarsa, atlarla üzerlerine yürünmesini, bu da etkili olmazsa havaya, sonra üzerlerine ateş açılmasını’ emretmiş ve ‘Eğer vazifemizi yapmazsak başımızda Meclis Tahkikat Komisyonu vardır, bunun icra salahiyeti, sıkıyönetim kumandanı olmama rağmen, benim salahiyetlerimden fazladır. İcabında bu komisyon beni bile tevkif eder’ diyerek, subaylara da gözdağı vermek istemiştir.

29 Nisan 1960 sabahı, saat 6:00 sıralarında Süvari Alayı’na giderek, kumandanlarla bir konuşma yapmış; 6-7 Eylül olaylarında görev aldığını söyledikten sonra ‘yılanın başı küçükken ezilmeli ve bunun için de şiddetli hareket edilmelidir. Aksi takdirde Meclis Tahkikat Komisyonu kararları çok ağırdır ve temyiz kabiliyeti de yoktur. Şiddet ve gerekirse ateş her şeyi hal edecektir’ diyerek, sürekli temas halinde bulunduğu iktidar elebaşlarının amaçlarına uygun hareket planını açıklamıştır.

HUKUK VE SİYASAL BİLGİLER FAKÜLTESİ’NDEKİ PİÇLER

Namık Arguç, 3 Bölüğün Hukuk Fakültesi bahçesine girmesine emir vermiştir. O sırada bahçede bulunan öğrenciler Namık Arguç’un Fakülteye geldiğini görünce ordu ve general lehine tezahürata başlamışlar ve askerin bahçeden geri çekilmesi halinde dağılacaklarını söylemişlerdir. Öğrencilerin bu istekleri olumlu karşılanmış ve asker bahçeden çıkarak fidanlıklara doğru giderken, Ankara Valisi ile Emniyet Genel Müdürü Cemal Göktan ve birkaç sivil şahıs olay yerine gelmişler 

‘Hukuk Fakültesi’nden 20 ve Siyasal Bilgiler’den 100 kadar piç’in alınması lazım geldiğini ve o zaman bunların bellerinin kırılacağı’ şeklindeki konuşmaları üzerine, Sıkıyönetim Kumandanının verdiği bir emirle 3. ve 4. Bölükler tekrar fakülte bahçesine girmişler ve öğrencileri cop kullanarak binaya sokmaya çalışan emniyet mensuplarına yardıma başlamışlardır. (Bu konuşmalar tanıklarca duyulmuştur)

Öğrencilerin İstiklal Marşı’nı söylemeye başlamaları üzerine subaylar selam durmuşlar, bunu gören Ankara Valisi, müdahale ederek aralarında tartışmalar başlamış, o zaman Sıkıyönetim Kumandanı, Hukuk Fakültesi’nin Siyasal Bilgiler tarafındaki kapısı önüne bir manga askeri saf halinde dizdirerek silahlarını doldurmalarını emretmiştir. Bunu görerek müdahale etmek isteyen Grup Kumandanı’na: ‘Benim yaptığım işlere burnunu sokma, bu manganın kumandasını eline al ve ateş ettir’ emrini vermiş.

Grup Kumandanı ateş ettirecek bir durum olmadığını ve bu tasarrufun yasalara aykırı olduğunu bildirmiş olmasına rağmen Arguç, bu isabetli uyarmayı yapan Birlik Kumandanı’nı: ‘Şimdi seni tutuklatırım’ diye tehdit ederek oradan uzaklaşmıştır. Durumdan yararlanan Grup Kumandanı, birliğin tüfeklerini boşalttırmış ve Teğmen Tanju’ya kim emir verirse versin katiyen ateş ettirmemesini tembih etmiştir. 

Böylece Hukuk Fakültesi olaylarında ateş açılmamıştır. Öğrencilerin serbest bırakılmaları için Hukuk Fakültesi Dekanı tarafından yapılan müracaatları, Sıkıyönetim Kumandanı: “Ben Meclis Soruşturma Komisyonu’na bunları tutuklattığımı bildirdim, oradan haber almadan öğrencileri serbest bırakmam’ diyerek reddetmiştir. 

Binaya giren polislerin tecavüzü sonunda yaralanan bazı öğrencilerin dışarıya çıkmaya başladığı anda fakülte içinden:‘Polisler bizi öldürüyorlar’ diye feryat ve yardım sesleri geldiği halde, Vali, Arguç ve Emniyet Genel Müdürü bu seslere kulak vermemişlerdir. 

Polis ve polis görevlilerinin yaratılan faciadaki rollerini tamamladıkları ve ortalığı kırıp geçirdikleri sırada hukuklu arkadaşları için protestoya başlayan Siyasal Bilgiler Fakültesi öğrencilerinin, Hukuk Fakültesi öğrencilerinin serbest bırakılmalarını istedikleri görülmüştür.

Saldırganları durdurabileceklerini düşünen öğrenciler bayrak çekmiş ve İstiklal Marşı’nı söylemeye başlamış ve ordu lehine tezahürat yapmışlardır.

Bu arada nümayişçilerin merkezi sıkleti Hukuk’tan Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne kaymıştır. Sıkıyönetim Kumandanı, Vali ve Emniyet Genel Müdürünün, polis kuvvetlerini coplarla Siyasal Bilgiler öğrencilerinin üzerine hücuma geçirdikleri görülmüştür.

Ankara Valisi ve Cemal Gökhan sürekli olarak telsizle Namık Gedik, Medeni Berk ve Adnan Menderes’le konuşmuş ve olaylar hakkında bilgi vererek, onlardan yeni direktifler almışlardır. (Dosyadaki telsiz konuşmalarını içeren banttan)

Polis kuvvetleri birkaç defa dalgalar halinde fakültelerin içine girmeye çalışmışlarsa da, öğrencilerin pencerelerden taş, kömür vesaire atmaya başlamaları karşısında bu girişimlerden vazgeçmişlerdir. Öğleye doğru Namık Arguç, bir saat kadar, fakülteler bölgesinden ayrılmıştır. 

Saat 13:00’te geri geldiğinde 53 adet süvari erini atlarından indirerek cephesi Fakülte binasına gelmek üzere Hukuk ve Siyasal Bilgiler Fakülteler’i arasındaki yol üzerine dizdirttiği görülmüştür. Bu ateş hazırlığı safhasında öğrenciler, Arguç’la konuşmak istemişler, bundan yararlanan 3.Bölük Kumandanı, erlerin dolu tüfeklerini boşalttırmıştır. Bu arada gelen itfaiye arabası, öğrencilere su sıkmak istemiş, fakat, öğrenciler tarafından vitesten çıkarılan araba oradan uzaklaştırılmıştır. Bunu gören Arguç, 3. Bölük Kumandanı’na ateş ettirmesini emretmişse de, Bölük Kumandanı ancak Grup Kumandanı’ndan emir alacağını söyleyerek, bu emri dinlememiştir. Bu kez, Arguç Grup Kumandanı’na ateş ettirmesi için emir vermiş, fakat, o sırada itfaiye arabasının oraya girmesi nedeniyle emir yerine getirilememiştir. Namık Arguç, Grup Kumandanı’na ateş ettirme emrini tekrarlamıştır.

Grup Kumandanı ‘Kanun ve emirler muvacehesinde ateş edilecek bir hal yoktur, ateş ettirmem’ diye karşılık vermiş ve ‘müsaade edin, polis çekilsin, öğrenciler bize itaat ediyor; biz dağıtalım’ demişse de, Arguç bu ikaza ‘sizi tutukluyorum’ sözü ile karşılık vermiş ve oradaki erlere tekrar silahlarını doldurtarak öğrencilerin bulunduğu binaya karşı cephe aldırmış, bir kısım tanıkların ifadelerine göre ‘Menzile ateş’, ‘Hedefe ateş’ diyerek emir vermiş ve asker de Fakülte Binasına ve öğrencilerin bulundukları yerlere ateş etmişlerdir. Atılan 100-200 adet mavzer mermileri çatı kısmına, balkona, dershane pencerelerine, dershane içindeki duvar ve tavanlara, fakültenin giriş kapısı sütunlarına ve kapı yanındaki otomobilin motor kısmına isabet etmiştir. Grup kumandanı ve subayların müdahalesiyle ateş kestirilmiştir.

Askerlerin ateşe başladığı sırada Vali Dilaver Argun ve Cemal Göktan olay yerinde, polis kuvvetlerine ‘Ne duruyorsunuz, hücum edin’ demeleri üzerine polislerin bina içine girerek, koridorlara ve sınıflara sığınmış olan öğrencileri dövdükleri, tabanca kullanarak bazılarını yaraladıkları, Dekan ve profesörlerle idarecilerin yaptıkları girişimler sonunda, subayların da gayretiyle Emniyet Kuvvetleri’nin dışarıya çıkarıldıkları anlaşılmıştır.

Diğer taraftan Bilirkişi Raporu ve krokinin incelenmesinden anlaşılacağı üzere, askerler tarafından açılan ateşin hedef gözetilerek yapıldığı ve balkonda, pencerelerde ve bahçede gruplar halinde toplu bulunan öğrencilerin yere yatmaları ve ateşten içgüdüleriyle sakınmaları sonunda yaralanmadıkları anlaşılmıştır.” 

“DEMOKRASİ” YERİNE İSYANI SEÇTİ.,

Sıkıyönetim Komutanı’nın “ateş emri”ni engelliyen Yzb. Fethi Gürcan, polisin saldırılarından korumak için, Siyasal Bilgiler Fakültesi ve Hukuk Fakültesi önündeki gençleri, sakin bir şekilde cemselere doldurtup bir kaç sokak ötede serbest bıraktırtmaya başladı. 

Bu gençlerden bazıları, tanık olarak geldikleri Yassıada Mahkemeleri’nde, ismini bilmedikleri kendilerini bırakan uzun boylu süvariden heyecanlı bir övgüyle bahsedeceklerdi. Bu cesur subayın kim olduğunu bilen söylemekten kaçınmıyordu.

“Gençlik ve Polis arasında kıyasıya bir çatışma cereyan ediyordu. Bu çatışma bir aylık bir zaman süreci içinde silahlı çatışmaya kadar dayandı.

Ankara Üniversitesi, Örfi İdare Komutanı Korgeneral Argüç tarafından ateş altına alındı. Merhum Bnb. Fethi Gürcan’ın cesur müdahalesi ile ateş kestirildi ve büyük bir katliam önlendi” 

Fethi Gürcan 28-29 Nisan 1960 Olayları’nda Siyasal Bilgiler ve Hukuk Fakültesi’ndeki öğrencilerin üzerine ateş emrini dinleseydi, 21 Mayıs 1963 te Harbiyeliler’in üzerine ateş emrini dinleyenler gibi demokrasi kahramanı olacaktı. O isyanı seçti.

"Sıkıyönetim komutanı erlere yeniden silahlarını doldurttu, fakülte binasına cephe aldırdı ve "Menzile ateş!" emrini kendisi verdi. 

Fethi kendisini emri yerine getiren erlerin önüne attı ve "Ateşi kesin!" diye bağırdı. Sesi, kendisi gibi ateşi durdurmak için ortaya atılan birkaç subayın sesiyle birlikte yankılandı. Sonunda ateş kesildi.” 

İNÖNÜ’NÜN YALANA DAYANAN SİYASETİ.,

Aynı günlerde İsmet İnönü ne yapıyordu!

Kırıkoğlu’nun Anılarından: 

Kırıkoğlu olayların perde arkasını sezinliyor, Türkiye‘de yaratılan havanın nereye varacağı konusunda ciddi endişeler yaşıyor, İstanbul'da polisle çatışan öğrenciler hakkında gelen haberlere inanmıyordu. CHP'li parlamenterler abartılmış ölü sayılarına inanmak eğilimi gösterdikçe Kırıkoğlu o heyecanı hep yatıştırarak: "Bu kadar ölü ancak bir savaş için düşünebilir," diye karşı çıkıyordu.

“Öğrenciler Et Balık Kurumu'nda kıyma makinelerinden geçirildiler" diye haberler yayılıyor. CHP kamuoyunda bütün Türkiye’ye yayılan bu sansasyonel (çarpıcı) haberle ilgili olarak üç kişilik bir parlamento heyeti kuruyor ve Et Balık Kurumunda araştırmalar yapıyor, araştırmalar sonucu rapor hazırlanıyordu. 

Rapor böyle bir olayın olmadığını vurguluyordu.

Parti Grubu’nda rapor okununca İsmet Paşanın sert eleştirisine çakılıyor ve Paşa:“Olmaz. Yoktur demeyeceksiniz, vardır imajı vereceksiniz!” diyordu.

Kırıkoğlu için acılı günler başlıyordu. Kafasında soru yumakları vardı. Türkiye nereye gidiyordu............... ” 

Kırıkoğlu’nun anılarında belirttiği gibi İsmet İnönü ateşe körükle gidiyor, yalan haberlerin yayılmasını önlemek bir tarafa yayılmasını teşvik ediyordu.

ADIM ADIM İHTİLALE DOĞRU

29 Nisan gecesi, gençliğin gördüğü sert müdahale yüzünden sinirleri iyice gerilmiş olan genç subaylar, bir de Binbaşı Vehbi Ersü'nün öğrenciler üzerine “ateş emri”ni uygulamadığı için Gülhane Hastanesi’nde gözaltına alındığı haberini aldıklarında neredeyse ihtilali başlatacaklardı.

Süvari Üsteğmen Muzaffer Güney: 

“27 Mayıs öncesi 43. Süvari Alayı'nda sık sık ihtilal toplantıları yapılıyordu. Ben başka birlikte görevli olduğum halde geceleri 43. Süvari Alayı'nda yatıyordum.

28-29 Nisan gençlik olaylarının akabinde Vehbi Ersü’nün gözaltına alındığı yolunda bir haber ulaşmıştı alaya. Fethi Gürcan ile birlikte tomson silahlarımızı alarak bir cip ile Gülhane Hastanesi’ne hareket ettik. Cipi Teğmen Erol Dinçer kullanıyordu. Yanımızda bir de yedek subay Yüksel Koçak vardı.

Hastanenin kapısındaki nöbetçi subay ve erler bizi içeri sokmak istemediler. Fakat Fethi Gürcan Yüzbaşı çok ısrarlıydı. Bazı itişmeler sonucu içeri girdi. Bize “Eğer 5 dakikaya kadar dönmezsem zorla içeri girin.” dedi. 

Biz parmaklarımız tetikte sabırsızlıkla beklerken ileriden üzerine robdöşambrını giymiş Vehbi Ersü ile Fethi Gürcan’ın kol kola geldiklerini gördük. Vehbi Ersü bize “gözaltına alma” diye bir olay olmadığını söyledi.” 

Sv. Üsttğm. Muzaffer Güney, Zırhlı Birlikler’de görevliydi. Zırhlı Birlikler’deki Tank Üstğm. İlhan Baş, Sv. Üstğm. Turgut Saltoğlu gibi diğer genç subaylarla ihtilale hazırlanıyorlardı. Fethi Gürcan ile irtibatı Üstğm. Muzaffer Güney sağlıyordu.

Süvari Üsteğmen Erol Dinçer:

“Gece Fethi Yüzbaşı’yla konuştuk. İşte onun ‘sağ kolu’ olma sürecim böyle başladı. Gitmek lazımdı. Tomsonları aldık. Gerekirse, durdurmaya çalışırlarsa, vuracağız. O zaman mangalda kül bırakmayanlar ortada yok. Muzaffer Güney, ben ve Fethi Yüzbaşı gece gittik. Dur falan dediler ama kimse fazla müdahale etmedi. Aslında herkes işin içinde ama kimse ortaya çıkmak istemiyor. Neyse konuştuk. Ersü: ‘Harekete geçmek için yukarıdan haber bekliyoruz’ dedi. ‘İçeriye girmek için neredeyse adam vuruyorduk’ dedik. ‘Aman, sakın’ dedi.’ İki kişiyi vursanız ne olacak? Çok değişik noktalara gidebilir olay. Belki de hareket orada başlayacak. Onu o zaman hiç düşünmüyorsunuz.” 

SOKAKLARDA İKTİDAR BOŞLUĞU

DP iktidarı artık sokağa hakim olamaz hale gelmişti. İnönü ve CHP ise, gençliği sokağa dökmek için ellerinden geleni yapıyorlardı.

555 K (Beşinci ayın beşinci günü saat beşte Kızılay'da) parolasıyla Ankara'da Kızılay'da toplanan başını CHP gençlik kollarının çektiği kalabalık, yurtdışından gelen Başbakan Adnan Menderes'i yuhalayıp tartakladı. Göstericiler arasında bir çok sivil giyinmiş genç subay vardı.

“27 Mayıs öncesi sivil elbise giyip, DP’ye karşı yapılan gösterilere katılırdık”. 

Menderes’in tartaklanmasının öcünü almak için, 14 Mayıs günü kasabalı görünümlü kalabalıklar Kızılay’a doluşmaya başlamıştı:

“.. bir haber aldık. Bütün Ankara civarındaki Demokratlar, Ankara’ya toplanmış. Bu haberi alan bütün subaylar Kızılay’a indi, ama bizim bir tertibimiz yok, bütün bunların dışında kalıyoruz o sırada” 

Kurmaylar, olayların dışında kalmayı tercih ediyorlardı. Akıllarınca ‘gizli’ ihtilal hazırlıkları belli olmayacak!

Çember sakallı bir güruhun gözlerine kestirdikleri gençleri hırpaladığı haberini alan genç süvari subayları ise Kızılay'a inerek yakalayabildikleri gericileri cemselere doldurup gerekli müdahaleyi yapmaktan çekinmemişlerdi. 

“DP, Beypazarı’ndan kendisini tutan eşrafı falan getirmiş. Kızılay’a inildiğinde, DP’nin getirdiği bıyıklı, kasketli kimisi çember sakallı adamların üçer-beşer dolaştığı dikkat çekiyor. Halk Kızılay’a indi görüntüsünde. Haber bize ulaştığında, Fethi Gürcan “yürüyün gidiyoruz” dedi. Biz gördüklerimizi çevirip çevirip cemselere bindiriyoruz. Topluyoruz adamları da nereye götüreceksiniz? İki sokak ötede bırakıyoruz. Dönüp geri geliyorlar. Ama gözlerini korkuttuk. Sonunda toz oldular.” 

KURMAYLAR

Olayların dışında kalan “kurmay”lar, bu sefer olaya katılmış gibi sahip çıkmaktan da kaçınmıyorlardı.

“… Bütün subaylar Kızılay’a yayıldılar. Baktık ki Ankara’daki adamlar şehirli değil köylü insanlar. Fakat sarhoş. Onları gören subaylar kovalayınca, yarım saat sonra kimse kalmadı.” 

Diğer generaller neredeydi? İhtilalin başı olacak Kara Kuvvetleri Komutanı Cemal GÜRSEL 3 Mayıs 1960’ta 30 Ağustos’ta yaş haddinden emekli olacağı bahanesini ileri sürerek izin alıp; İzmir de emekliğini beklemeyi tercih etmişti. Örgütü başsız bırakmıştı. İkili oynamayı O da öğrenmişti. Kazanılmayan bir 27 Mayıs’ta sorumluluğu olmayacaktı. Kazanılan harekette önce MBK başkanı ve sonrada Demokrasinin Cumhurbaşkanı olacaktır. Ve 27 Mayıs’ı hazırlayanlardan biri olan Talat Aydemir’i ve uygulayan Fethi Gürcan’ı onay imzasıyla idam sehpasına gönderirken acaba hangi duygular içindeydi? O artık ihtilalci değil düzenin Cumhurbaşkanı olacaktı.

Olaylar Yaklaşırken, Kurmay Yarbay Sadi KOÇAŞ 8 ay önce kendisine teklif edilen Cumhurbaşkanlığı yaverliğini kabul etmemişti. Kendisine teklif edilen görev Cumhurbaşkanı Celal BAYAR’ı hareket anında hemen etkisiz hale getirme imkanı vermektedir. Böyle iken bu görevi reddetmiş ve anlaşılmayan bir nedenle kaçarcasına Türkiye’den ayrılmıştır. Talat Aydemir bu kişinin komiteye girmesine karşıydı. 9 Subay Olayı’ndan sonra da Koçaş ve Osman Köksal Aydemir’i komite dışında tutmayı başardılar.

“ Merkez örgüte mensup olacak 14-15 subayın tespiti için Koçaş, Köksal, Karaman, Okan ayrı ayrı liste yapmaya başlamışlardır…… Okan’ın teklif ettiği Aydemir’e; Köksal I. Birleşik Örgütte aralarında Koçaş yüzünden çıkan tartışma/anlaşmazlık nedeni ile karşı çıkmıştır.” 

DAVRANIŞ DÜŞÜNCEYİ ZORLUYOR

Kurmaylar kaybolmakta ama ordu gençliği öğrenci gençliğin yanında yerini almaktadır.

Aslında, siyasi olmayan bir olaya tepki duyarak Kızılay’da toplanmaya başlayan Harp Okulu öğrencileri, bir anda iki gün önceki olayları protesto etmeye başlamışlardı.

Harbiyelilerin Yürüyüşü

19 Mayıs günü, sıkıyönetimin gösteri yasağına rağmen gençlik ve halk Anıtkabir’de toplanmış ve D.P iktidarını Ata’ya şikayet etmişlerdi. Anıtkabir’e giremeyen polis kuvvetleri dışarıda tedbir almış ve çıkan göstericilerin üzerine saldırmıştı.

Kadınların saçlarından sürüklendiği bu saldırıda sivil giyinmiş Harp Okulu öğrencilerinin dövüldüğü ve bir kaç subayın da gözaltına alındığı duyulmuştu.

21 Mayıs günü Kara Harp Okulu öğrencileri başlarında Alay Komutanları olduğu halde, yine Kızılay'da yürüyüş yaparak halkın alkışlı desteğiyle protesto gösterisi yaptı. Hatta bu Harp Okulu yürüyüşünün başına orada tesadüfen bulunan “Veteriner General Burhanettin Uluç” geçmişti. En önde uygun adım yürüyordu. Bu general mangal gibi yüreğiyle kurmaylar arkada saklanırken hiçbir örgütle teması olmadan doğal karakteriyle davranıyordu.

Harp Okulu yürüyüşü, kurmaylara moral verse de Ankara'da kendilerine bağlı bir birlik yoktu. Ankara'daki komutanlar DP hükümetine bağlıydı veya aksi bir davranışta bulunmaya yanaşmıyorlardı. O nedenle, Ankara’nın hareketli günlerinde ortaya çıkmamaya özen gösteriyorlardı. Davranış asker – sivil gençlikten geliyordu.



***


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder