23 Şubat 2019 Cumartesi

HAKKARİ İLİNİN GENEL DURUMU, DOĞU VE GÜNEYDOĞU ANADOLU BÖLGESİNDE VE HAKKARİ'DE MEYDANA GELEN TERÖR OLAYLARI BÖLÜM 22

HAKKARİ İLİNİN GENEL DURUMU, DOĞU VE GÜNEYDOĞU ANADOLU BÖLGESİNDE VE HAKKARİ'DE MEYDANA GELEN TERÖR OLAYLARI BÖLÜM 22



5-Semdinli İlce merkezinde: 01.09.2005 tarihinde Dünya Barış Günü 
kutlamalarındaki patlama: 

Ayrıntıları ilgili bölümde belirtildiği üzere, Şemdinli İlçe Emniyet Müdürlüğüne göre, 01/09/2005 günü Şemdinli İlçesinde Derecik yolu üzerinde eski mezbahane yanında bulunan boşluk alanda İlçe DEHAP Teşkilatınca "1 Eylül Dünya Banş Günü" kutlamaları için kurulan çadırda yaklaşık (100) kişinin bulunduğu esnada, çadırlara yaklaşık 10 metre mesafede olan odunların altından saat 10:20 şuralarında bir patlama meydana gelmiştir. 
Söz konusu etkinlik sırasında patlatılan bomba düzeneği incelendiğinde; bombanın dış kabı olarak pet şişe ve meyve suyu kaplarının kullanılması, içinde amonyum nitrat ve TNT karışımı bulunması, bu karışımın inşaat çivileri konularak sıkıştırılması ve bir adet maytap fitilinin irtibatlandınlarak infilak etmesi, bombanın el yapımı olduğunu, uzaktan kumandalı veya zaman ayarlı olmadığını, fitilin o anda ateşlenerek bombanın patlatıldığım, yani bomba patlaülırken patlatan kişi veya kişilerin etkinlik sırasında orada oldukları 
sonucuna varılmaktadır. Anılan bombanın, belirtilen etkinliklere katilimin az olması nedeniyle halkın ilgisini oraya çekmek, katilimi arttırmak amacıyla patlatildığı da ileri sürülmektedir. Anılan yerde etkinlikler henüz başlamışken, katilimin az olduğunu söylemek için zaman erkenken, kalabalığı arttırmak amacıyla eylemin işlendiği iddiası tutarlı görünmemektedir. Böyle bir 
durumun gerçekleşmesi için söz konusu etkinliğe katilimin az olacağının daha önceden öngörülmesi, bu öngörünün aynı gün doğrulanması, basit de olsa bu bomba düzeneğinin önceden hazırlanarak, olay saatine yetiştirilmesi gibi olguların bir arada oluşması gerekmektedir. Kaldı ki, Komisyonumuzca mahallinde konu ile ilgili olarak bilgisine başvuranlar, bombalama öncesi etkinlik mahallinde yaklaşık 1S00-20OO kişi kadar bir kalabalığm bulunduğunu, bazı Belediye Başkanları ile Diyarbakır ve Van illerinden bazı misafirlerinde da etkinliğe katıldığını dile getirmişlerdir. Şemdinli İlçesi DEHAP teşkilatının 
düzenlediği, yasal izni alınmış, terör örgütüne müzahir bazı kişi veya grupların da katılabileceği, Hakkari, Yüksekova ve Şemdinli Belediye Başkanlan'nın da davetli olduğu böylesi bir etkinliğe katilimi arttırmanın yolu olarak bomba patlatma yönteminin seçilmesi hayli şüphelidir. Öte yandan PKK terör örgütünün amacına ulaşmak için, her yol ve yöntemi kullanacağı göz ardı edilemez. Terör örgütü böyle bir eylemi, kendisi yaptığı halde, anılan etkinlikleri kutlayanlardan bazı kişi veya grupların örgüt sempatizanlarından oluşması nedeniyle devletin yaptığını yayabilir, böyle bir söylemin benimsenmesi baskısını kitle üzerinde kurabilir. Bu provokasyondan, sivil itaatsizlik politikası kapsamında halk ile devleti karşı karşıya getirmek amacı güdülebilir. Örgütün bazı kesimlerini böylece ajite etme stratejisi hederine de ulaşabilir. Kaldı ki örgütün, tüm bu amacı gerçekleştirmek için, incelenen olayda olduğu gibi, öldürücü etki yapmaktan uzak, korkutmaya matuf, milisler tarafından kolaylıkla olay mahalline yerleştirilip patlatüabilen basit düzenekli bomba da kullanılabilir. 
Jandarma Astsubay Özcan İLDENİZ'e ait olduğu düşünülen <*Ajanda"nın 
24.08.2004 günlü notunda; "1 Eylül'de Dünya Banş Gününde Şemdinli'de Banş Çadm Kurulacak", 01.09.2005 günlü notta ise "Şemdinli ve Yüksekova'da kurulan Banş Çadırlan takip edilecektir." cümlelerinin yer aldığı görülmektedir. 
PKK terör örgütünce, Şemdinli İlçe Jandarma Komutanlığı önüne konulan bombanın patlaması sonucunda 5 askerin şehit olduğu olaydan "Beş askerin kanı yerde kalmayacak" anlamına geldiği ileri sürülen bir bildiriden sonra, 01.09.2005 günü kutlanan Dünya Banş gününde, incelenen patlamanın meydana geldiği dikkati çekmektedir. Şemdinli İlçe merkezinde bu iki olay arasında başkaca bir bombalama eylemi olmadığı belirtilmektedir. Hakkari İl Jandarma Komutanlığınca 01.09.200S tarihine en yakın olarak Ali Kaya'nın Yüksekova İlçesine 29.08.2005 tarihinde görevlendirildiği, Özcan İldeniz'in ise bu tarihe 
yakın bir tarihte görevlendirdiğine ilişkin bir kaydın bulunmadığı anlaşılmaktadır. Hakkari İl Jandarma Komutanlığı'nca 31.08.2005 tarihinde yani incelenen olaydan bir gün önce (2) Astsubay ile (1) Uzman Çavuşun Yüksekova ilçesine istihbarat personeli görevlendirildiği incelenmiş, görevlendirilen personelin isimleri ve görevlerinin mahiyeti ise öğrenilememiştir. 

Ancak, aktarılan bu bilgilerden, anılan eylemin, kapsamı yukarıda değinilen gerek ajandadaki not nedeniyle gerekse yapılan görevlendirmeler sonucu gerçekleştirildiğini ileri sürmek, hukuksal temelden yoksun olacaktır. Zira, bir suçun oluşmasında, eylem ile fail arasında illiyet bağını aramak gerekir. Anılan görevli ve/veya görevlilerin söz konusu fiili işlediklerine ilişkin tanık beyanı, maddi delil gibi tüm şüpheleri izale edebilecek somut bilgi ve belge elde edilememiştir.Dolayısıyla söz konusu eylemin zikredilen kamu görevlileri 
marifetiyle ve/veya bir başka kamu görevlisiyle ilişkili kılınması suretiyle işlendiğini ortaya atmak, bu safhada açıkça kişilerin yargı karan ile suçlu bulunana kadar masum olduğu ilkesine halel getirebilecek, lekelenmelerini intaç edebilecektir. Böylesi bir duruma da hiç bir hukuk devletinde izin verilemez. Aktarılan tüm veriler birlikte değerlendirildiğinde, söz konusu eylemin hangi kişi veya kişilerce, nasd bir yapılanmayla, hangi amaçlarla işlenmiş olabileceğine dair somut bilgi ve belgeye ulaşılmamıştır. Komisyonumuzca, Hakkari İli merkez, Yüksekova ve Şemdinli İlçe merkezlerinde özellikle 01.06.2005 tarihinden bu yana bombalı eylemlerde öncesine kıyasla bir artışın olduğu görülmektedir. Söz konusu eylemlerden yukarıda belirtilen (5) bombalama eylemi bu haliyle şüpheli bulunmuştur. 

O halde burada cevabı aranacak temel soru, öyleyse kim veya kimler, nasıl bir amaçla bu eylemleri işlemiş olabilirler, olmalıdır; 
Akla hemen anılan eylemlerin, terörle mücadelede kanun dışı yöntemleri benimseyen Devletin içinde yerleşmiş bir takım odakların işi olacağı gelmektedir. Geçmişinde benzer deneyimler yaşayan toplumsal hafızanın bu kabil tepkiler vermesi olağandır. Yıllar yılı palazlanıp gelişen kamu görevlisi, siyasetçi, mafya tipi oluşumlar içeren suç örgütleri sarmalı, zihinlerde halen tazeliğim korumaktadır. Kişisel menfaatlerini tatmin sadedinde resmi zevat ile bazı eski terör suçlularının kamusal bir zeminde iç iceliği, kamu gücünü kullanarak kanun dışı uygulamaları, devletin selameti için başlanan, şahsın hukuk dışı yöntemlerle refaha ulaşması ile son bulan bir ürperilesi ilişkiler yumağı, kitlesel hukuk 
travması yaratmıştır. Toplum, hukuksal özürlü haline getirilmiştir. Hemen her alanda görülen bu kokuşma, hukuk devleti ilkelerinin tam bir yetkinlikle uygulamayacağı, kanun hakimiyetinin hakkıyla sağlanamayacağı, devletin varsa içinden bu kangreni söküp atamayacağı algılamasına uygun vasat oluşturmuştur. Hukuk devleti adına, Kurum kuruluşlar içinde varsa hukuk dışı eylemlere karışmış kişi veya grupların temizlenmesini samimiyetle isteyenler yanında çoğu kere bu durumu kendi lehlerine, devlet cihazının örselenmesine payanda olarak kullanmak isteyen, kişi ve kuruluşların varlığı da son derece rahatsız edici bulunmakta, hatta bu ahval, sağ duyulu kitleyi, iki kesim arasında bir işbirliği olduğu duygusuna itmektedir. 

Devletin Anayasa ile çizilmiş yetki ve görev ayrımına rağmen hukuk kurallarını 
tanımayan ve istedikleri zaman istedikleri kuralları uygulayan kişiler ve kurumların bulunduğu, Devletin içinde olduğu izlenimi edinilen birtakım odakların, devlet içerisinden temizlenmesi ve hukuk kurallanmn hakim kılınması için Devletin otoriteyi ele almasının zorunlu olduğu, bu yapılmadığı takdirde, Hukuk devletine olan inancın solacağım söylemek kehanet değildir. Hukuk devletlerinde her türlü hukuk dışı oluşumun fark edildiği anda ortadan kaldırılması gerekmektedir. Hukuk devletinin yetkili kuruluşlarının, hukuk dışı 
oluşumların faaliyetlerinin devam etmesine göz yummaları durumunda, bundan hukuk devletinin zarar göreceği açıktır. Hukuk devleti ve demokratik rejim açıklık gerektirir. 

Toplum vicdanında rejime ve devlete güveni sağlamanın birinci temeli açıklık, ikinci temeli ise suçluların cezasız kalmayacağına olan inançtır. 
Kimi ülke mevzuatında, devletlere, ulusal güvenlikleri gerektirdiği hallerde örtülü operasyon yapmalarına cevaz veren düzenlemeler bulunmaktadır. Bu ülkeler olağan hukuk sistemi içinde baş edemediği suç örgütlerini örtülü operasyonlarla ortadan kaldırmaktadırlar. Devletimize, özellikle kendi ülke sınırlan içinde kendi yurttaşına karşı örtülü faaliyette bulunmasına izin veren yasal bir düzenleme söz konusu değildir. Bir başka deyişle Devlete; 
ulusal güvenlik ve menfaati mucibince tehlike teşkil ettiğine inandığı, cari hukuk kuralları içinde kalarak mücadele edemediği yurttaşlarının hayatına kanun dışı yöntemlerle müdahale olanağı tanıyan hukuksal bir metin bulunmamaktadır. Devletin ve milletin birlik ve bütünlüğüne, rejimine, kurulu düzenine aykın faaliyet gösterenleri etkisiz kılmanın biricik ve tek geçerli yolu, meşru hukuk düzeninden geçmektedir. Anayasal yapı içinde görev ve yetkileri belirlenen Devletin demokratik ve hukuk devleti olma niteliği, tüm eylem ve işlemlerinde hukukun genel ve evrensel ilkelerine uygun davranmayı gerektirir. Suç ve 
suçluyu etkisiz kılmada devletin ilgili organlarına, anayasada çizilen sınırlar dışında başkaca bir seçenek bırakılmamaktadır. O halde nasıl oluyor da, devlet cihazı içinde zaman zaman hukuk dışına düşmüş oluşumlar olduğu ileri sürülmektedir.? Devlet ve milletin çıkarlarım korumak adına devletin meşru düzeni dışında devlet içinde bu nevi odaklardan bahsedilebilmektedir.? Devletin varlığı ve dirliği için yaşamı tehlike arzeden bazı suçlu veya suç örgütü mensuplarının hayatlarına hukuk dışı yöntemlerle son verilmesi nasıl mümkün 
olabilmektedir.? Anayasal düzen içinde, hangi organın bilgisi ve izni dahilinde hangi güçler taraûndan böylesi eylemlerin işlenmesine karar verebilecek mekanizmalar bulunmayan bir rejimde, varlığı ülkenin esenliği için önemli derecede mahzurlu görülen kişi veya grupların gaynmeşru yöntemlerle izale edilmeleri, hatta izlenen yöntem ve amaçların pekala meşru ve gerekli olduğunun ileri sürülmesi nasıl izah edilmelidir.? 

Anayasamızın 2. maddesinde "Cumhuriyetin nitelikleri" arasında sayılan hukuk 
devleti ilkesi, bütün uygar demokratik rejimlerin temel özelliklerinden biridir. Bu kavram en kısa tanımıyla, vatandaşların hukukî güvenlik içinde bulundukları, Devletin eylem ve işlemlerinin hukuk kurallanna bağlı olduğu bir sistemi anlatır. Anayasa Mahkemesi de hukuk devletini "İnsan haklarına saygılı ve bu haklan koruyucu adil bir hukuk düzeni kuran, bunu devam ettirmekle kendisini yükümlü sayan, bütün davranışlarında hukuk kurallanna ve Anayasa'ya uygun, bütün eylem ve işlemleri yargı denetimine bağlı olan devlet" şeklinde tanımlamıştır. Anayasa Mahkemesi daha sonraki bazı kararlarında da şu yaklaşımda 
bulunuyor: "Hukuk Devleti, her eylem ve işlemi hukuka uygun, insan haklarına saygı gösteren, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa'ya aykın durum ve tutumlardan kaçman, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayıp yargı denetimine açık olan, yasaların üstünde yasakoyucunun da bozamayacağı temel hukuk ilkeleri ve Anayasa bulunduğu bilincinden uzaklaştığında geçersiz kalacağını bilen 
devlettir". Bir başka kararında da 'Temel hak ve özgürlüklerin güvence altına alınmadığı hukukun evrensel kurallanna saygı gösterilmediği ve adaletli bir düzenin gerçekleşmediği bir ortamda hukuk devletinden söz edilemez" sonucuna varmıştır. Hukuk dilinde "hukuk devleti" deyimi, devletin hukuk kurallanyla bağlı sayılmadığı "Polis Devleti" kavramının karşıtı olarak kullanılmaktadır. Hukuk Devletinin çağdaş demokratik uygarlığın en önemli aşamalanndan biri olduğundan şüphe yoktur. Gerçekten, vatandaşların devlete karşı güven beslemeleri ve kendi kişiliklerini korkusuzca geliştirebilmeleri, ancak hukuk güvenliğinin sağlandığı bir hukuk devleti sistemi içinde mümkündür. 

"Hukuk devleti", "polis devleti" deyiminin karşıtı anlamında kullanılmaktadır. O 
nedenle burada kısaca polis devleti anlayışını görmek gerekir. "Polis devleti", onyedinci ve onsekizinci yüzyıllarda Kara Avrupası ülkelerindeki mutlakiyetçi rejimleri açıklamak için kullanılan ve ilk kez Almanya'da ortaya çıkmış bir kavramdır. Polis devleti, "kamunun refahı ve selameti için, her türlü önlemi alabilen, bu amaçla kişilerin hak ve özgürlüklerine alabildiğine müdahale edebilen, onlara külfetler yükleyen ve fakat tüm bunları yaparken 
idaresi hukuka bağlı olmayan" devlet demektir. Polis devleti anlayışında devlet hukuka bağlı olmadığına göre, devletin eylem ve işlemlerinin yargı tarafından denetlenmesi de söz konusu değildi. "Polis devleti" ifadesindeki "polis" kelimesi sadece "kolluk" anlamında değil, daha geniş bir anlamda, kamunun refah ve selametini sağlamaya yönelik tüm devlet faaliyetleri anlamında kullanılıyordu. Devletin bu faaliyetleri yürütebilmek için sahip bulunduğu sınırsız ve denetimsiz güç ise "polis kudreti" olarak adlandırılıyordu. Kısaca "polis" deyimi hiçbir sınır ve denetim tanımayan kamu kudreti anlamına geliyordu. Bugün de idaresi hukuka bağlı olmayan, vatandaşlarına hukukî güvenlik sağlamayan devlet tipi için "polis devleti" tabiri kullanılmaktadır. 

Devletin bütün işlemlerinin hukuk kurallarına uygun olması, hukuk devletinin başlıca varlık şartlarından birini oluşturmaktadır. Hukuk kurallarına uymayı sağlayacak mekanizmada, devletin eylem ve işlemlerinin yargı denetimi altında bulunması akla gelmektedir. Yürütmenin yargısal denetimi bütün demokratik ülkelerde yerleşmiş bir kuraldır. Hukuk devleti denilince ilk olarak yürütmenin hukuka bağlılığı ve yürütme işlemlerinin yargı denetimi altında bulunması akla gelmektedir. Bunu daha çok tarihî sebeplerle açıklamak mümkündür. Hukuk devleti ilkesinin mücadelesinin yapıldığı geçen yüzyıllarda yürütme organı genellikle kral ve onun bakanlarından oluştuğu için, bu dönemlerde kişi haklarına karşı saldırıların ancak yürütme organından gelebileceği, dolayısıyla vatandaşların hukukî güvenliğinin sağlanabilmesi için yürütme organını hukukla 
bağlamanın gerekli ve yeterli olduğu düşünülmüştür. Kişi haklarının millî iradeden doğan yasama organına karşı da korunmasının gerekebileceği, tarihî bakımdan daha sonralan ortaya çıkan ve benimsenen bir düşüncedir. Nitekim yasama organının yargısal denetimi bazı demokratik ülkelerde (Ör. İngiltere gibi) henüz kabul edilmemiştir. Halbuki idarenin işlemlerinin yargısal denetimi hemen hemen bütün demokratik ülkelerde kabul edilmiştir Gerek 1961 gerekse 1982 Anayasasında Türkiye Cumhuriyetinin nitelikleri belirtilirken, adalet anlayışı içinde insan haklarına dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olduğu vurgulanmaktadır. Bu nitelikler arasında geçen "hukuk devleti" 
ifadesini Anayasa Mahkemesi yukarıda da zikrettiğimiz gibi şöyle açıklamaktadır: "Hukuk devleti demek, insan haklanna saygı gösteren ve bu haklan koruyucu, adil bir hukuk düzeni kuran ve bunu devam ettirmeye kendini yükümlü sayan, bütün davranışlarında hukuk ve Anayasa uyan, bütün işlem ve eylemleri yargı denetimine bağlı bulunan bir devlet demektir" Hukuk devleti ne demektir? "Hukuku olan Devlet" denilecek olursa; bu durumda tüm Devletlerin hukuk devleti olması gerekir. Zira her devletin şöyle veya böyle bir hukuku vardır. 

Şu halde, Hukuku olan devlet demek bu anlamda "Devlet" demekten başka bir anlam taşımaz. Yani Hukuku olan devleti açıklamanın bir anlamı yoktur. Ne var ki yöneticiler genelde Hukuk Devletini, Hukuku olan Devlet anlamında algılar ve uygularlar. Oysa bu devlet olsa olsa "kanun devleti" olabilir. 

"Hukuk devleti", Pozitif hukuka sahip devlet demek olsaydı, Hammurabi Kanunları da bu meyanda hukuk devletinin kılın sayılabilecektir. Bu gerçek karşısında, "Hukuk Devleti aslında bir Adalet Devleti olmaktadır. Ancak "adalet" "herkesin hakkettiğini vermek" olmasına rağmen, bu kavram sanki sadece "herkese hakettiği cezayı vermek" şeklinde anlaşılmış ve algılanmıştır. Oysa meselenin "insan haklan", "insanlık onur ve değeri" gibi beynelminel boyutu da vardır. Denilebilir ki, doğru bir şekilde "insan hakkı" esası gözönünde 
bulundurulmadıkça "adalet" anlayışına, dolayısıyla "hukuk devleti" esasına ulaşmak mümkün değildir. Şu halde, Hukuk Devleti kavramı, doğru bir insan haklan anlayışına dayanmadıkça dış dünyada gerçeklik kazanamaz. Hangi toplumda insan haklan, gerçekte her birey için sağlanabiliyorsa, Hukuk Devletine giden yolun yansından çoğu alınabilmiş demektir. Ayrıca herkese emeğimin karşılığı da verebiliyorsa o toplum gerçek Hukuk Devletine kavuşmuş demektir. Hukuk Devletinin göstergesi, Kanun, tüzük, yönetmelik, yönerge gibi düzenleyici işlemlerin sayıca çokluğu değildir. Örgütlü zulüm, bazen en ince hukuk tekniği aynnülanna kadar düzenlenmiş olabilir. Bu bir kanun devleti sayılabilir; fakat o da bir Hukuk Devleti değildir.

Üzerine "çağdaşlık" damgası vurarak bir kurala "adalet" esasım getirmiş havası 
vermek mümkün değildir. Bu şeklide güçlü çıkar gruplarının topluma hakim olmasının adalet ve hukuk devleti ile hiçbir ilgisi yoktur. 

Belirtelim ki, "demokrasi" tek basma "Hukuk DevletTne olan ihtiyacı karşılamaya yeterli değildir. 1789 Fransız Devriminin, eski Yunan'dan alarak tekrar hukuk pazanna sürdüğü Demokrasi, Hukuk Devleti'ne ulaşmak için ileri sürülen yöntemlerden biridir. Başka güvencelerle beslenmeyen bir demokrasi "çoğunluğun diktatörlüğüne" yol açabilir. Zulmü tek kişi de yapsa, çoğunluk da yapsa, zulüm zulümdür. Nitekim bir çok ülkede 'Temsilî Demokrasi" altında bu zulüm yapılabilmektedir. Halk demokrasiyi ciddiye almadıkça, bir oyun olarak seyrine baktıkça ve her seçimde bir "figüran" olarak oyuna katılmaya razı 
oldukça gerçek Hukuk Devletine kavuşmak mümkün olamayacaktır. Bu bir "avcılık" oyunu olur. Unutmamalıdır ki, demokrasi Hukuk Devletine ulaşmada bir araçtır. Kuvvetler ayrılığı da demokrasi gibi Hukuk Devleti için sadece bir araçtır. Gerçek güç, tek ve çoğu kez çıkar gruplanmn elinde ise çok defa görünürde bu kuvvetler aynmından söz edilebilir. Perde arkasında hakim olan güç oligarşi ise, kuvvetler ayrılığı pekâlâ bu güce hizmet eden bir araç olabilir. Çoğulculuk, çok partili sistem ise bu durumda Hukuk Devletinden çok oligarşi içindeki dengeyi ve uzlaşmayı sağlamak için kullanılır. Örgütlenme hürriyeti şöyle dursun, düşünce açıklama hürriyeti bile tanınmaz. Resmi görüşe aykırı gelen düşünceleri zihinden geçirmek bile yasaklanabilir. Demokrasi ile Hukuk Devleti özdeş değildir. Hukuk Devleti amaç demokrasi ise araçtır. Bu araç bilinçli ve erdemli kişilerin eline veriliyorsa, gerçekten de Hukuk Devletine varabilmenin en iyi aracı olabilir. Buna karşılık, toplumdaki bireylerin çoğunluğunun "Adalet Devleti" amacı üzerinde hiçbir açık düşünceleri yoksa, "Adalet" terimi altında onlara benimsetilen kavram, acımasızca cezalandırma ve kimseye göz açtırmama ise, 
çağdaş teknolojiden yararlanan son moda propaganda araçlan ile oylar etkilenebiliyor ve güdümlenebiliyor ise, bu tür bir demokrasi asla hukuk devletini gerçekleştiremez. 
"Kanun maddeleri" tek basma, hukuk devletini yansıtmaz. Bu maddeler değişmez değer olan "adalet" ilkelerine dayanmadıkça bir anlam ifade etmezler. Oysa günümüz anlayışına göre, kanun, tüzük, yönetmelik ve yönerge külliyatı değişinceye kadar tartışmasız, mutlak değerlerdir. Ne var ki, kanun koyucu bu hükümleri bir kez değiştirdi mi, değişen ister en üst düzeyde yer alan Anayasa olsun isterse en alt düzeydeki bir yönerge olsun, değişen yapraklar külliyattan çıkanlır ve çöp sepetine atılır. Yeni kurallan uygulayan hâkim ve idareci 
bu kuralın adalete uygun olup olmadığını tartışamaz. Ceza kuralım tatbik eden hâkime takdir hakkı verilmezse ağırlatıcı ve hafifletici sebeplerle yetinir. Böyle bir yetkisi yoksa zahmete gerek kalmadan hukuku uygular geçer. 
Hukuk devleti "bilinçli olarak, hukukun gerçekleştirilmesi amacına yönelik olarak 
kurulmuş ve örgütlenmiş olan devlet" olarak tanımlayanlar vardır. Bu sadece şekli bir tanım olabilir. Zira, devlet gücü hukuka ve kanuna bağlanmış ise devletin tasarrufları bağımsız mahkemelerce gözden geçirilebiliyorsa, kanun yollanna gitme imkâm varsa, bütün bunlar şeklî bakımdan hukuk devletinin varlığım gösterir. Oysa, hukuk devleti gerçekte maddî açıdan kamu gücünün "adalet" icra ve gerçekleştirme yükümü altında olduğu devlettir. 

Bir başka biçimi ile hukuk devleti "Kamu gücünün pozitif hukuk kurallan ile bağlı olduğu devlet" şeklinde tanımlanmaktadır. Oysa, devlet gücünü fiilen elinde tutan ve kullanan baskı grubunun iradesi "değişmez ahlâkî değerler" temeline dayanmıyorsa, o kamu gücünün hukuk kurallan ile gerçekten bağlı olduğu söylenemez. Pozitif hukukun kayıtladığı irade yine pozitif hukuku koyan ve açıklayan irade ise, buradaki bağımlılık bir görünüşten ibarettir. Şu halde, 
kayıtlayan pozitif hukukun temel ilkeleri, gerçek ve değişmez ahlâkî değer ilkeleri olmalıdır ki, gerçekten hukuka bağlılıktan söz edilebilsin. 
Şekli anlamda hukuk devletinin özelliklerinin bulunması, o devleti hukuk devleti 
kılmaya yetmez. Şu halde bir devlete, hukuk devleti niteliği tanıyabilmemiz için bunu bir değerler dizisine göre ölçmemiz gerekecektir. Anayasanın ve hukuk üstü normların önemi burada kendisini göstermektedir. 

23. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder