29 Ekim 2019 Salı

Her Şeyin Teorisi - Tanrı ve Fizik .. BÖLÜM 6

Her Şeyin Teorisi - Tanrı ve Fizik .. BÖLÜM 6



 Her Şeyin Teorisi (Fizik Yasaları).. 

 Fizik ve kozmolojideki ilk büyük devrim Kopernik ve Newton ile gelmişti. Kopernik, hatta Kepler ve Galileo için bile Evren sonlu ve küreseldi. Ancak, altı bilinen gezegeni içine alacak kadar büyüktü. Uzak yıldızlar, sınırı oluşturan en dış küreye çakılıydılar. İkinci büyük devrim ise kuantum kuramı ve görelilik ile ortaya çıktı ve Newton fiziğinden belirgin şekilde ayrıdırlar. 1916 ve 1926.da ortaya atılan bu iki kuram henüz tüm yanlarıyla bir tamamlanmışlığa erişmediler yani dünya görüşünde gerekli kıldığı devrim bitmedi. Bu devrim, bunların bize doğanın kapsamlı bir resmini verebilecek tek bir kuramda birleştirilmesi ile sağlanabilir41. 

 Einstein.in görelilik kuramı, uzay ve zamanın ne olduklarını dair anlayışımızda bir devrime yol açtı ama dünyadaki bilinen olguların çoğunu açıklayacak resmi oluşturmayı başaramadı. Özellikle atomlara, onu oluşturan parçacıklara ve bunların ışıkla etkileşimlerine, elektromanyetik alanlara ve atomu bir arada tutan diğer kuvvetlere ilişkin söyleyebileceği hiçbir şey yoktu. Kuantum mekaniğinin artan başarısı, Einstein.i gittikçe daha gereksiz ve marjinal duruma düşürüyordu. Einstein, yaşamının son 20 yılını boş bir girişimle bir kuram, kuantum mekaniğinin üzerine çıkacak birleşik alan kuramını bulmaya harcadı. 

Evrenin yapısı ile fizik kanunları bir araya geldiği zaman, ortaya çıkan “kuantum teorisi” evrenin bir yerlerinde geçmişin sonsuz defa tekrarlandığı bir alan olduğunu öne sürüyor. Evrenin bir yerlerinde, sonsuz sayıda siz olabilirsiniz. Kuantum alan kuramının temel fikri basittir; evren alanlardan oluşmuştur ve ancak bu alanları temsil eden dalga fonksiyonlarını kullanarak parçacıklar hakkında bilgi sahibi olabiliriz. 

İngiliz fizikçi ve evrenbilimci Stephen Hawking “Her Şeyin Teorisi” adlı kitabında genişleyen evren, kara delikler, evrenin kökeni ve geleceği, zamanın yönü ve boyutları, büyük patlama, termodinamik yasaları gibi konulara yer vererek, evren hakkındaki pek çok soruya açıklama getirmiştir42. 

Atom altı dünyaya açıklık getiren iki teori var, biri sicim teorisi diğeri de atomsal kütle teorisi. Çok küçük ölçeklerde, evrenimizdeki bilinen fizik kuralları geçerli değildir. İşte her şeyin teorisi, bu iki şeyi birleştiren teori olacak; hem gezegenleri ve hem atom altı parçacıkları kapsayan. Genel görelilik, uzaydaki büyük kütleli cisimleri açıklarken kuantum mekaniği ise çok daha küçük cisimleri inceler. Yani birisi makro evreni bir diğeri ise mikro evreni incelemektedir. Tüm evreni tek bir teoride toplamayarak, onu daha rahat anlayabileceğimizi 
umulmaktadır. 

„Her Şeyin Teorisi. olmaya adaya teorilerin başında Sicim Kuramı gelmektedir; bu kuramın pek çok versiyonu vardır. Amerikalı teorik fizikçi ve Einstein.ın varisi olarak adlandırılan Edward Witten, (tüm sicim teorilerinin tek bir teorinin farklı ayakları olduğunu iddia etti ve sonrasında fizikçiler beş adet sicim teorisinin birleştirerek, her teorinin birbirine dönüşebileceğini de gösterdi.(Witten, aslında hepsinin “Her Şeyin Teorisi” diye ima ettiği teorinin uzantıları olduğunu söylüyordu.) Witten.a göre 11 boyutlu (10 uzay boyutu ve 1 zaman boyutu) model de dâhil olmak üzere hepsi aynı şeyin parçalarıydı. Witten bu fikri daha da geliştirerek başka bir teori olduğunu öne sürmüştür ve adına “M” Teorisi demiştir. (M teorisinin varlığını iddia etmelerine karşın henüz bu teori yazılmamıştır.) 

Sicim kuramı, “maddeler atomlardan, atom proton, nötron ve elektrondan oluşur. Proton ve nötronlar ise kuarklardan oluşur. Kuarklar ve elektronlar sicimlerden (ipliklerden) oluşmaktadır” demektedir. Sicim teorisi, maddenin yapıtaşları olan kuarkların yapıtaşlarının ise sicimler olduğunu söyler. Sicim Teorisi.nde yer alan 11 boyutun 4 tanesi bizim bildiğimiz 3 uzay 1 zaman boyutudur. Bu sayı, teorinin üzerinde çalışan bilim insanının kendi yaklaşımına göre artırılıp azaltılabiliyor. 

 Sicim kuramı, parçacık fiziğinde, kuantum mekaniği ile Einstein'in genel görelilik kuramını birleştiren bir teoridir. Genel görelilik kuramı, kütle çekim kuvvetini uzay ve zamana bağlı olarak açıklar. Kurama göre zaman mekân ve madde birbirine tamamen birbirine bağlıdır yani birisi diğerinden bağımsız olamaz. Sicim teorisine göre evren titreşen atom-altı düzeydeki ipliklerden oluşmaktadır. 

 Zamanda geriye gitmek.. 

Newton evreninde zamanda geri gitmek kesinlikle mümkün değildir. Özel göreliliğe göre ise olağan dışı malzeme gerekir; ışık hızından hızlı parçacıklar (takyonlar). Takyonlardan yapılmadığımıza göre, uzay-zamandaki yolumuz ışık hızı tarafından sınırlandırılmıştır. Bu yüzden, halen hangi konumda isek mutlaka zamanda ileriye, ışık konimiz 43 içindeki başka bir olaya doğru hareket ederiz. 

Laplace.in felsefesinin temel ilkelerinden birisi olan „belirlenimcilik. anlayışına göre; şimdi üzerine her şeyi anlarsınız, gelecek de mutlaka belirlenmiş olur. Buna göre, evrenin hâlihazırdaki durumunu geçmişinin sonucu ve geleceğinin nedeni olarak görebiliriz. Özetle, evrenin şimdiki durumu üzerine bilinecek bir şey verilirse, geleceğinin öngörülebileceğini savunuyordu44. Bu farazi zekâya bir ad verildi, Laplace.in Şeytanı. Bu şeytan, hem zamanı tersine çeviren hem de geçmişi şimdiye bakarak geleceği kurgulayan, tersinirliği sağlayan bir 
beceriye sahiptir. Tersinirliğin anahtar kavramı “bilginin korunumu”dur. Yani zaman geçtikçe bilgi korunuyorsa her zaman için saati tersine çalıştırıp, herhangi bir önceki zamana getirebiliriz. 


Şekil 3: Zaman Tersimesi ve Entropi 


Einstein.ın genel görelilik teorisine göre; uzay-zaman düz değildir, içindeki madde ve enerji ile eğrilmiştir. Işığın izlediği yol eğri uzaydaki eğri yoldur, düz değildir. Bunun anlamı zaman-mekân.ın da eğilip bükülebileceğidir. Zaman-mekân.ın eğilip-bükülebilmesi bir “zaman tüneli” yapmak için temel varsayımdır. Zaman-mekânı eğip bükebilmek için ışık hızından daha hızlı ve büyük bir enerji lazımdır. Zaman Makinesi.nin temel kurgusu uzaydaki farklı iki zaman arasında kestirme bir yol bulmaktır45. Zaman-mekân için kestirme yollar bulmak, paralel evrenlere geçme fikri artık varlığı kanıtlanan uzaydaki kara delikler yanında suni olarak üretilecek “kozmik sicim” ve “solucan delikleri“ni gündeme getirmiştir. 

Koni şeklinde olan kara delik içinde yer çekimi çok az olduğu için zaman oldukça hızlı geçer ve bu zaman yolculuğu için ideal ortamdır. Burada yapılmak istenen tıpkı ışık gibi zamanı düz yoldan çıkarıp bir kestirme yola sokmak yani bükmektir. Kara deliklerin tehlikesi çıkış için ışık hızından daha hızlı gidecek bir enerjiye sahip olunmadığı takdirde çıkışın mümkün olmaması, kaybolup parçalanmadır. Sorun ışığı bükmek, ışık hızına ulaşmak ve gittiğin zamandan geri gelmektir. Bunun dışında cevap verilecek pek çok soru var; örneğin, 
zaman yolcusu geçmişi ya da geleceği değiştirirse bu şimdiyi nasıl etkiler? 

Evrendeki maddenin uzay-zamanı nasıl büktüğü ayrı bir tartışma konusudur. Newton.a göre, kütleçekimin ana kaynağı kütledir; daha ağır nesneler daha büyük kütleçekim alanı yaratır. Einstein.in evreninde kütlenin yerini enerji alır ama uzay-zamanın eğikliğine neden olan (vakum enerjisi gibi) başka özellikler de vardır. Evreni bir arada tutmanın sırrını ararken; kütleçekim.den enerji.ye oradan da karanlık madde ye geldik. Kuantum mekaniği, kütleçekim ve entropi arasındaki ilişki üzerine en önemli ipucunu bize Stephen Hawking 
sağladı. 

 Doğrudan zamanın (ya da zaman okunun) yönünü kara delikleri kullanarak veya uzayın eğilip-bükülme özelliğinden istifade ederek değiştirebiliriz. Zamanda ileri ya da geri gitmek için kara deliğin içinden geçmek hayal edildi. Ancak, kara deliğe atılan bir şey, gel-git kuvvetleri tarafından uzatılacağından, öbür taraftan spagetti olarak çıkacak ya da paramparça olup, hiç çıkamayacaktı. Alternatif fikir bir „solucan deliği. yani köprü kurmak oldu. Uzaya bağlanan tüneller ile zamanda kapılar açmak, kestirme yollar yapmak için negatif enerji gerekir ama bunun doğada olup olmadığı henüz bilinmiyor. Zaman makinesi olasılıkları hala film senaryosu kalmaya devam ediyorlar. 

Termodinamiğin İkinci Yasası, Entropi ve Zaman Oku.. 

Şimdi durup-durduk yerde neden termo dinamiğe 46 girdik, konumuz ile ilgili alakası ne diye düşünebilirsiniz. Rudolf Julius Emanuel Clausius tarafından bulunan Termodinamiğin İkinci Yasası, bilim alanında yapılmış en büyük keşiflerden biridir ve sonsuz evren görüşü üzerine gölge düşürmüştür. Eskiden bilim insanları ve tabi ki din adamları evrenin sonsuz olmasının yanında statik de olduğunu düşünüyorlardı. Newton fiziği tümüyle bu varsayım üzerine kuruludur. Termodinamiğin İkinci Yasası ise şu şekilde özetlenebilir; 

“Enerjinin ve kütlenin olduğu her yerde entropi (düzensizlik) mevcuttur ve sürekli olarak evrenin toplam entropisi artar. Hiçbir cihaz veya sistem aldığı ısıyı tamamen işe dönüştürecek şekilde çalışamaz. Ayrıca sadece ısıyı bir sıcaklıktan daha yüksek bir sıcaklığa transfer eden bir süreç mümkün değildir.” 

 Aslında sistemler bozulmamakta, enerji değişimi bazında en kararlı hali almaya çalışmaktadırlar. Hayatın anlamı da tam budur. 

Termodinamiğin İkinci Yasası, bize evrenin bir sonunun olmak zorunda olduğunu anlatır. Bu görüş, din ve felsefe açısından çokça tartışılan ve herkesin fikir belirttiği bir şey olmasını sağlamıştır. Deistler için sorun yoktur, evrenin sonu fikri zaten kutsal kitaplarla ve özellikle de ısıyla, (kıyamet) yani açıklanmıştır. Materyalist felsefeciler açısından da bunun evreni içermesinde bir sorun yoktur. David Hume “Din Üstüne” isimli kitabında şöyle demiştir: “Yok eğer bir yerde duracak ve daha ileri gitmeyeceksek, niçin oraya (Tanrı) kadar gidelim? Niçin maddi dünyada durmayalım?” 

 Termodinamiğin İkinci Yasası üç şeyi ispatlamıştır; 

- İlk olarak eğer nesneler yaşlanıyorlarsa bir noktada ölmeleri de kaçınılmazdır. Bu entropi maksimuma eriştiğinde olur, yani evrenin her köşesinde ısı aynı olduğunda. 
- Diğeri ise zamanın yönüdür. Evren belirlenimci ve tüm tarihi şimdiden mevcut olabilir ama evrim sürekli olarak geçmişten geleceğe doğru gider. 
- Üçüncüsü de eğer her şey yaşlanıyorsa her şeyin genç olduğu bir zamanın da olması gerekir. 
  Üstelik entropinin minimum olduğu bir zamanın bulunması da kaçınılmazdır; doğum anı. Özetle, Clausius evrenin doğduğunu ortaya atmıştır. 

 Şimdi, buradan hareketle „entropi. ve. zaman oku. kavramları üzerinde duralım. 

 Entropi, bir sistemdeki düzensizliktir. Sisteme dışarıdan enerji verilmediği sürece düzenin düzensizliğe, düzensizliğin de kaosa dönüşeceğini anlatır. Devrilen bir kitabı düzeltmek için devirirken harcanan enerjiden fazlasını kullanmak gerekir, potansiyel enerjinin bir kısmı ısıya dönüşmüştür ve geri getirilemez. Aynı zamanda bu, Evren.deki düzensizlik eğilimini de anlatır. Entropi sürekli artar; enerji azalır; düzensizlik artar. Sütü ısıtmak zorundayızdır. Odayı toplamak zorundayızdır. Güneş ölmek zorundadır. Evren ölmek zorundadır. Bunlar, sürekli düzensizliğe olan eğilimin göstergeleridir. 

Entropiyi anlamak, evreni (kozmosu) anlamaktır. Evrendeki her şey giderek artan düzensizliğe doğru evriliyorsa, hassas bir düzene sahip bir düzenle başlamış olması gerekir. 
Bu bizi evrenin başlangıcı üzerine derin bir varsayıma götürür; çok düşük bir entropi ve çok yüksek bir düzen durumu ile başladığına. 

Entropi yasasındaki evrensel “düzensizliğe gidiş” olgusu, Budha düşüncesinde de yer almaktadır. Ayrıca Budha düşüncesince, bu düzensizliğin ardından yeniden düzenlilik geleceği öngörülmemiştir. Budha, “Bileşik olan her şeyin eninde sonunda çözüleceğini, dağılacağını” söyler. Budha.ya göre bu, evrensel bir yasadır ve istisnası yoktur. Bunlar teolojideki entropidir. 

 Büyük Patlama, Termodinamiğin İkinci Yasasına da uymaktadır. Newton.un çekim yasasıyla belirtilen evrenin mevcut yapısını açıklıyordu ve Einstein.ın izafiyet teorisiyle de ters düşmüyordu. Günümüzdeki bilimsel gelişmeler de entropi yasasını destekler. Hubble.ın gözlemleriyle evrenin sürekli genişlediği anlaşılmıştır. Hubble dan sonra defalarca test edilen bu olgu, hem teorik hem gözlemsel olarak doğrulanmıştır. 

Zaman oku, evrenin tartışılmaz biçimde tercih edilmiş bir yönelimi olduğu savına dayanır. Bu savın nedeni, evrenin tersinemez (geri çevrilemez) süreçlerle dolu olduğu, zamanın bir yönünde gerçekleşip, diğer yönünde kesinlikle gerçekleşmeyen şeyler bulunduğu öngörüsüdür. Tersinmez süreçler anlayışının altında yatan kavram ise “entropi” yani bir nesne ya da nesneler kümesini „düzensizliğini. ölçen şeydir. 

Birçok farklı zaman oku vardır. Entropi ve İkinci Yasa tarafından tanımlanmış termodinamik zaman oku yanında, kozmolojik zaman oku (evren genişliyor), psikolojik zaman oku (geçmişi anımsıyoruz ama geleceği değil), ışınım zaman oku (elektromanyetik dalgalar hareketli yüklerden uzağa doğru akar, onlara doğru değil) vb. vardır. Zaman oku, geçmişi anımsayıp geleceği bilmememizin, zaman içinde akar gibi görünmemizin nedenidir. 

Evrilip, Metabolize olup, sonunda da ölmemizin nedenidir. Neden ve sonuca inanmamızın nedenidir, Büyük Patlama yüzündendir. 

 İbn-i Heysem.in dediği gibi; “Evren, değişimlere rağmen bir düzen; ayrıntılara rağmen bir ahenk içindedir.” Evrendeki düzen, tabii ki entropi tarafından sağlanmaktadır. 
Sürekli olarak artan bozunma ve kaosun derecesini gösteren entropi, evrendeki değişimlerin giderek daha fazla düzensizliğe yol açtığını öngören Termodinamiğin İkinci Yasasıyla kontrol edilir. Termodinamik zaman oku, kaostan doğan düzeni yani entropiyi temsil eden zaman okudur. 

Büyük Patlama'dan günümüze kadar evrenin aşırı sıcaklığı ve inanılmaz derecedeki genişleme hızının normal düzeye gelmesi gibi birtakım düzene giren etkenler söz konusu olsa da, sürekli meydana gelen süpernova (yıldız ölümleri) patlamaları sonucu evrende yıldız, gezegen ve güneş oluşumlarındaki artış ve evrenin soğuması halen devam eden bir kargaşanın göstergesidir. Kozmos öngörülebilen eylemleri (yıldız oluşumları, galaksiler, karadelikler vs.) içinde barındırmasından ziyade karışıklığa eğilimlidir; evrende gerçekleşen her şey bir kargaşanın sonucudur. 

Hawking.in konu hakkındaki görüşleri şöyledir; “Gerçekte galaksileri ve yıldızlarıyla bizimki gibi bir evren tümüyle olanaksızdır. Eğer bir kimse ortaya çıkarılabilen sabitleri ve yasaları düşünürse, bizimki gibi bir yaşamı üreten bir evrenin var olmama olasılığının gerçekte çok yüksek olduğunu kabul edecektir47.” 

   En iyimser bakış açısına göre başka bir evrene giderek yok olmaktan kurtulabiliriz. Eğer Hawking.in evrenimizin, başka bir evrendeki kara delikten meydana geldiğine dair ileriye sürmüş olduğu teorisi doğruysa, bahsi geçen ikinci evrene bu uzun süreçte seyahat ederek kolonileştirdiğimiz gezegen veya gezegenlerde hayatımızı devam ettirebiliriz. Ancak bunu yapsak bile böylesi bir evrende de –var olan her şeyde olduğu gibi- entropi yasası muhakkak ki işleyecek ve en sonunda burada da bizi nihai bir son karşılayacaktır. Tabii bu 
görüşün gerçekleşmesi düşük olasılıklıdır ve belirli sıkıntıları (ışık hızını aşmak, kara deliklerin içinde ne olduğu gibi veya kara delikler başka evrenlere açılan bir kozmik kapı bulmak) aşmak gerekir. 

Görünmeyeni Görmek; Tanrı nerede? 

Evren kendi halinde genişliyor ve biz bu evrende çok minik ama düşünen yaratıklarsak, yaşadığımız onca şey; bayramlar, futbol maçları, aşklar, hayvan sevgisi, hasretler, şiirler, özlemler neyin nesi idi? Bunları neden yaşıyoruz ya da anılarda depoluyoruz? Daha açık bir soru; eğer varsa Tanrı nerede ve ne yapmak istiyor? Tanrı, evrenin neresinde? Semavi dinlerin kitaplarında adı geçen Hermes.in öğretisine göre; Tanrı, Akıl.da olduğu gibi insan ruhu da külli ruhun (Tanrı.nın) bir parçasıdır. Akıl, kaderden üstündür ve içinde bulunduğu ruhu kaderin ellerinin ulaşamayacağı yere yükselmeye muktedirdir48. Hermes, aynı zamanda gizli bilimler yolu ile doğaya hükmetmeyi, simya, astroloji vb. gizli ilimlerin kullanılmasını temsil ediyordu. 

Genel olarak baktığımızda her şeyin önceden belirlenmiş olduğunu seziyoruz ama olmayabilir de, çünkü gerçekte neyin belirlenmiş olduğunu hiçbir zaman bilemeyiz. Genellikle Evren.in iyi tanımlanmış yasalara göre evrimleştiği kabul edilmektedir. Bu yasalar bilimin bulacağı yeni yasalar olabileceği gibi Tanrı.nın yasaları da olabilir. Fakat göründüğü kadarı ile Tanrı bu yasaları bozmak üzere Evren.e müdahalede bulunmuyor. Din ve bilim arasındaki tartışmalardan Tanrı ile ilgili üç tür görüşün ağırlık kazandığını görüyoruz; 

(1) Dinlerin Tanrısı; her şeyi yaratmış ve yaratmaya devam etmektedir. Her şeyi gören ve bilendir, doğaüstü bir olgudur. Evren ve hayat insan merkezlidir, insan bilinci ve eylemleri ile bir imtihandadır, cennet ve cehennem yani insanlar için hesap günü vardır. 

(2) Bilimin (daha çok Fiziğin) Tanrısı; evrim teorisine inanmakla birlikte, evrenin büyük tasarımını yapan, ince ayarın sahibi bir güçtür (bu genellikle dinlerin Tanrısı değildir). Fiziğin tanrısı, aradığımız büyük zekâ, bedensiz bir beyin olabilir. 

(3) Tanrı yoktur diyenler; evrim bilim teorisine inansın ya da inanmasın metafiziğe veya herhangi bir Tanrı olgusuna inanmayan, her şeyin rastlantısal olduğunu ya da bilimsel bir açıklamasının olduğunu düşünenler. 

Tarihsel olarak, Tanrının rolü; din ile bilim arasındaki zıtlığın büyük bir parçasıdır. Dinin bahsettiği Tanrı kişisel ilişki kurulabilecek bir Tanrı.dır. Fiziğin Tanrısı ile dinlerin Tanrısını birbirine karıştırmamalıyız. Tanrı; doğayla, fizik yasalarıyla ya da evreni düşünürken kapıldığımız dehşet duygusuyla özdeşleştirilirse, böyle bir kavramın dünyayı düşünmek için yararlı bir şeyler sağlayacağı deneysel alanın dışındadır. Tanrı için fiziksel evrenin işleyişinde kanıtlar arayan çok farklı gelenekler, ilahiyatçı yaklaşımlar vardır. 

İlahiyatçı yaklaşıma göre; düşüncelerimiz, kozmik bir düşünce dalgası içinden doğar. Sonunda hangi duygularla kalırsanız, ölüm-ötesi yaşama onlarla giderseniz. Hayat „son. dediğimiz ve bittiğini sandığımız yerde yeniden ve yeni bir boyutsal derinlik kazanır. Bu evrenin içine, ya ölerek girersiniz, ya da boşlukta yayınlanan yüksek düşünce dalgalarını yakalarsınız. Bu düşünce dalgalarını yakaladığınızda uzay-zamanın ötesine geçersiniz, görünen ve görünmeyen boyutlarıyla evreni tüm bilgisi ve planı gizlidir. Tanrı, tüm varlıkları 
kendisine kulluk etmesi yaratmıştır. İnsan belli sıfatlarla kuşatılmış, kayıt altına alınmıştır. Bu sıfatların kendiliğinden çalışan bir programı vardır. 

Tanrı, insan merkezli bir dünya yaratmıştır, insanın dünyadaki düşünme yetisi ise yedi gök.ün her katındaki bilinç düzeyi ile alakalandırılmıştır. İnsan olmasaydı, hayat algılanmayacaktı ve algılanmayan hayatı anlamı olmayacaktı. Spermayı insandan çıkardı, spermaya insanı gizledi. İç içe evrenleri ve yaşam boyutlarını tasarladı ve yarattı. Her cennet, bir bilinç katını temsil eder, son cennet bilincin yedinci katıdır ama onun da üzerinde kozmik aklı ve bellek (Kürsi) vardır. Kaderiniz zorunluluktur ama siz bilinç atlayabilirsiniz. Bunun 
yolu daha üst bilinç katlarını fark etmek ve ona doğru yol almaktan geçer. 

 17. yüzyıldan itibaren Hermetizm artık bilim, egemenlik ve teolojinin başarılı birlikteliğini temsil etmemektedir. Gerek İncil ve Luther.in bağnazlara karşı aldığı tavır gerekse modern bilimlerin ortaya çıkışı bu çok eski bilgelik geleneğini geniş ölçüde yıktı. Newton, Tanrı.nın başlangıçta Nuh.a ilettiği, sonra Musa ve Pisagor.a geçen ve sonunda doğadaki ve İncil.deki gizli kodları okuyabilen peygamberlere ve kendisi gibi az sayıda seçilmiş kişiye sözlü olarak indirilmiş dinsel ve bilimsel konularla ilgili gizli ve bozulmamış bilgilerin var olduğuna inanıyordu. 17. yüzyıl bilimsel devriminin en önemli yapısal özelliği, görünen ve görülmeyen arasında bağlantı kurmamasıdır. Olaylar ve görüntüleri araştırma 
konusu yapılmış, doğanın dokümanter gözlemlenmesi ve tasnifçi yöntemler yardımıyla sistemleştirilmiştir. 

 Bugün görünmeyen ile ilgili çalışmalar Bâtınilik ve ezoterizm ile suçlanıyor. Ezoterizm evrenseldir, aynı anda hem herkese hem de hiç kimseye aittir. Üyeleri her türlü inanç sisteminden gelebilir. Tüm ezoterik bilginin merkezinde iki düşüncenin bulunduğu söylenir 49. 

Bu düşüncelerin ilki, görünür dünyanın arkasında görünmez bir dünya olduğudur. Bu, geçici olarak gizlenmiş bir dünyadır. İkinci düşünceye göre, içinde durağan bir şekilde mevcut olan insan kapasitemizi geliştirerek bu gizli dünyaya girmemiz mümkündür. Her ezoterik okul, farklı yollarla işte bu gizli dünyaya ulaşmaya çalışır. Bu yolculuk mistik tecrübelerden, sanatsal ifadelerden ve felsefi kavramlardan geçen yollara sahiptir. 

 Einstein.in izafiyet teorisi, insan zekâsının o zamana kadar ki en büyük başarısı idi. Görünmeyeni görmüştü. Hakikat ile aramızda görmemizi engelleyen duvarlar var, tahmin dahi edemeyeceğimiz büyük ve geniş derinlikler, diyarlar var. Tüm fiziksel olayların altıda yatan planı anlamaya çok yaklaştık50. Stephen Hawking.e göre; “Nihayetinde dünyanın sınırlarını aşacağız ve uzayda var olmayı öğreneceğiz, yeni yaşam alanları keşfedeceğiz. Dinin „öteki dünyası. ise bir hüsnükuruntudan ibaret. İnsan ölünce toprağa karışacak ama genlerini bırakacak, işte evrenin tasarımı budur51.” 

Günümüzün devasa bilgi hacmi karşısında ilk yapılması gereken onu tasnif etmekti. Sonra bağlantıları kurmak için “yapay zekâ” ihtiyacı ortaya çıktı. Ancak bugün yapay zekâ çalışmaları insan gibi düşünen makineler üretmek peşindedir. 
Üstelik insan beynine eklemlenecek parçalar ile beynin düşünme ve sezgi kapasitesi geliştirilmeye çalışılmaktadır 52. 
Muhtemelen yeni kuşak bir insan modeline geçiş aşamasındayız. 2040.lardan sonra ortaya çıkacak. 

İnsan 2.0 olarak adlandırılan bu (insan-makine karışımı) yeni insan tipi, Tanrı.nın öngördüğü aklı ve sezgi kapasitesini zorlayabilir. Bu gelişmeler insan hayatında kökten değişimlerin habercisi olabilir. Dijital ortam çevrimiçi bir dünyada tüm insanları birbirine daha yakından irtibatlayabilir. Gezegenler arası insan türleri ortaya çıkacak, daha ileride ölümsüzlüğe gidilecek. Bütün bu gelişmeler, Tanrı.ya atfettiğimiz işlerin gittikçe insanlar tarafından kontrolü anlamına gelmektedir. 

Sonuç.. 

Dünya merkezli evren modelinden, Güneş merkezli olana geçmek çok zaman aldı. Eski Yunanlılar, Güneş.in etrafında dönen bir dünyada yaşasa idik, sürekli bir rüzgâra tabi olacağımızı ve Dünyanın ayağımızın altından kayacağını düşünüyorlardı. Güneş merkezli evren modeline geçiş için Dünya.nın 14. yüzyıla kadar yani Kopernik Devrimi.ni beklemesi gerekti. 19. yüzyılın sonlarında sonsuz ve değişmeyen bir evren anlayışı mevcuttu. Ancak, 1920.li yılların bilim insanları, sürekli genişleyen ve birkaç milyar önce oluşan bir evren modeli geliştirdiler. 

 Hiç kuşkusuz evrendeki olup biten her şeyi bilmiyoruz. Gelişmiş bir teknolojimiz ve ileri seviyede bir düşünce sistemi (bilim dediğimiz) içinde fizik, matematik, kimya ve biyoloji gibi akla dayalı birçok araştırma alanlarımız mevcut. Fakat tüm bunlara rağmen kozmik perspektifte bilemediğimiz ve anlam veremediğimiz pek çok olgu söz konusu. Bilim zor soruların yanıtlanmasına dairdir ama aynı zamanda sorulacak soruların doğru belirlenmesine dairdir. Evreni ve yaşamı anlamak için de öncelikle doğru soruyu bulmalıyız. Geçmişte bazı krallar bilim çalışmalarını teşvik etmek için sorulara en iyi cevabı arayan ödüllü yarışmalar düzenlerdi. 

Can alıcı soru hangisi; Nasıl geri döneriz? Eğer çoklu evrende ise sınırsız entropi içinde zaman okunu nasıl yönetebiliriz? Uzay-zamanı anlamak için, uzaya sık sık saatler fırlatıp, yere düşmelerini bekleyemeyiz. Belki de başka evrenleri gözlemleyebilmek için takyonları kullanacak teleskoplar yapmalıyız. Kuantum kütleçekimini daha iyi anlayacak, sicim kuramı üzerine bir şeyler öğretecek vasıtalar bulmalıyız. Yalnızca ışık fotonlarını, kozmik ışınları, nötrinoları, kütleçekim dalgalarını, hatta karanlık madde parçacıklarını görebilen dev teleskoplardan veri toplayabiliriz. 

Görelilik sağlam zemindedir, kuantum mekaniği ve istatiksel mekaniğin çerçevesi de öyle. Hatta evrenin Büyük Patlamanın bir dakika sonrasından bugüne kadar evrimi konusunda da hayli kendimizden eminiz. Ama kuantum kütleçekim, çoklu evren ve Büyük Patlama.da neler olduğu konusundaki fikirlerimiz hala spekülatiftir. Tüm evren kuramlarımız evreni açıklamakta utanç verici bir biçimde kısa düşmektedir. Özetle, az gittik, uz gittik, bir arpa boyu yol geldik. Elimizde, gözlemlenebilir evrenimizin çok daha büyük bir yapının, çoklu 
evrenin bir parçası olma olasılığından başka bir şey kalmıyor. 

Evreni daha fazla anladıkça kendimizi daha küçük ve onun işleyişi daha önemsiz görüyoruz. Büyük Patlama.dan sonra gelecekteki evrenin sessiz boşluğuna doğru giderek artan bir entropi dalgasına binmiş, kısa süreliğine parlayan minik bir gezegende tesadüfen ortaya çıkmış, bir ölümlü canlı grubunu temsil ediyoruz. Ancak, zamanı ciddiye almamızın ve olabiliyorsa yön vermeyi düşünmemizin vakti gelmiştir. Bilimin geçmiş ve gelecek üzerine kadim sorulara yanıt vermek için yeni ve büyük adımlar atması için parçaları bir araya 
getirmeliyiz. Böylece, görünüşte var olduğunu düşündüğümüz ince ayarlı başlangıç varsayımına dayanmamız gerekmeyebilir. Ya da zaman, yalnızca bir yaklaştırım olabilir. 

Şimdi fikirlerin gerçekleri yakalama ve doğru dürüst kuramlara dönüştürme zamanıdır. Zen Budizm.in “yeni başlayanın zihin” konseptine ne dersiniz; “insanın bütün peşin hükümlerden arınıp, dünyayı kendi koşullarıyla yeniden kavramaya hazır olma hali”. Din ve felsefi entropi tartışmalarını aslında fizik büyük ölçüde cevaplıyor ancak teoloji elbette kendi penceresinden bakmaya ve açıklamaya devam edecektir. 
Bilimin entelektüel geleceği için biyoloji, fizik, kozmoloji ya da henüz bilmediğim iz disiplinlerde bizi kökten yeni formülasyonlara yönlendirecek problem alanlarını keşfetmeliyiz. Görünen ve görünmeyen dünyanın tüm kısımlarını birbirine sıkıca bağlayan ilişkilerin varlığı temel inceleme konusudur. 
Tekrar edecek olursak, modern bilimler aslında gerçek bilimin kırıntılarıdır. Kendilerini bütünlemek ihtiyacı duyduklarında, bunun esaslarını okült ve ezoterik bilimlerde aramak zorunda kalacaklardır. 

Bilim iki eş güdümlü yol sayesinde ilerler; teori ve deney. Teorisyenler doğanın nasıl işlediğini düşünüp gerçeğin modellerini çıkarmaya uğraşırlarken deneyciler, bu modelleri gerçeklerle kıyaslayıp doğruluklarını araştırırlar. Evrenbilim.de Einstein, Lemaitre gibi teorisyenler evrenin farklı modellerini oluşturdular ama tüm evreni kapsayan bir deney nasıl yapılabilir? Buna rağmen bilim insanları inanılmaz keşifler yaptılar ve yapmaya devam ediyorlar. Ancak, Nobel ödülü alan teorisyen yok. Bilime değil, teknolojiye yani pragmatizme ya da uygulamaya prim veriyoruz. Bilim insanları satacak bir ürün ortaya çıkacağı beklentisi olduğu zaman destekleniyor. Din adamları da bazen cennetten yer satmaya kalkmıştı. 
Faydacılığa yaslanmaktansa felsefi temeli olan bilime, gerçek hayata dokunarak ağırlık vermeliyiz. 

Doğayı kurnazlığımızla alt etmeye çalışıyoruz, sırada evren var. Yeni bir bilim felsefesine ya da ütopyaya ihtiyaç var. Bu da en doğru soru ve yeni bakış açıları ile işe devam etmemizi gerektiriyor. Kanaatimce insanlar evrenin sırlarını galaksilerin ötesinde olduğu kadar, yakınında göremediği dünyada aramalılar. Belki de hakikat, uzayın derinliklerinde değil, çok yakınlarımızda bir yerde, beynimizin açılmayan bir bölümünde ya da gözümüzdeki perdenin arkasındadır. Son olarak, unutmayalım, ölümlü yaratıklarız ama ölümsüz olan ruhtur. İnsanın en büyük problemi ruhunun ölümsüz olduğunu bilmemesi, algılayamaması dır. Yukarı doğru tırmanan “Ben”e evriliyoruz. 

Ebediyen yenilenmiş, yine de ebediyen aynı. 


DİPNOTLAR;

1 Bertrand Russell, Batı Felsefesi, Orta Çağ, 7.Baskı, Say Yayınları, (İstanbul, 2000), 15. 
2 Karen Armstrong, Tanrı.nın Tarihi, Pegasus Yayınevi, (İstanbul, 2017), 17. 
3 Bu emirler; çalışmayı ve haftada bir dinlenmeyi emreder, kutsal eşya yapmayı yasaklar, sözleşmeleri ve özel mülkiyeti korur, 
   hırsızlığı insan kaçırmakla, insan kaçırmayı ise cinayetle eş tutar. 
4 Jacques Attali, Yahudiler, Dünya ve Para, Çev.: B.Günen, Kırmızı Kedi Yayınları, (İstanbul, 2014), 49. 
5 Karen Armstrong, Tanrı.nın Tarihi, Pegasus Yayınları, (İstanbul, 2017), 82. 
6 Saint Augustine, Confessions, Penguin Books, (New York, 1960). 
7 Benin kendisine ilişkin bilgisinin üç yolu vardır; sahip olduklarının açımlandığı ve buna dayanan bilgi (zenginlik, statü, unvan), fiziksel görünüm bilgisi (boy, pos, göz ve kaş rengi) ve ruhunun bilgisi. Kendini bilme 
kendi ruhunun bilgisine sahip olmaktır. Ruhun bilgisi, insanı yanılgısız olana, değişmeyen olana yönelten bilgidir. Bu tanrıya yaklaşmanın yolu ve tanrılar sofrasında yer isteme talebidir. 
8 Ertuğrul R.Turan, Küskün Tanrılar, Uykusuz Ozanlar, İsimsiz Acılar, Doğu-Batı Dergisi: Antik Dünya Bilgeliği, Yıl: 10, Sayı: 40, (Mart-Nisan 2007), 13. 
9 “Science" Oxford Dictionary of English 2e, Oxford University Press, 2003. 
10 Albert Einstein, 'The Fundamentals of Theoritical Physics' from Science, Washington, D. C., (May 24, 1940), in “Entropy” 4(4), May 2002, 91. 
11 Bertrand Russell, Religion and Science, Oxford University Press, (1997), 77. 
12 "History of Science." Encyclopedia Britannica. 2008. 
13 Simon Smigh, Bing Bang, Conville&Walsh Lld., (2004), 18. 
14 Russell, a.g.e., (2000), 19. 
15 Lee Smolin, Evrenin Yaşamı, Çev.: Ö.Akyüz, Alfa Yayınları, (İstanbul, 2015), 243. 
16 Armstrong, a.g.e., (2017), 424. 
17 Blaise Pascal, Düşünceler, Çev.:F.Yücel, Fol Kitap, (2019. 
18 Armstrong, a.g.e., (2017), 451. 
19 Isaac Newton, Doğal Felsefenin Matematiksel İlkeleri, Çev.:A.Yardımlı, İdea Yayınevi, (2011). 
20 Rouse Ball, A Short Acccount of the History of Martematics, Mineola, (NY, 2003), (Dover, 1908), 427. 
21 Smolin, a.g.e., (2015), 174. 
22 Immanuel Kant, Saf Aklın Eleştirisi, Çev.: İ.Kuçuradi, Türkiye Felsefe Kurumu Yayınları, (Ankara, 1994), 21. 
23 George Wilhelm Hegel, Tinin Görüngübilimi, Çev.:A.Yardımlı, İdea Yayınevi, (İstanbul, 2016), 95. 
24 Karl Marx and Friedrich Engels, On Religion, Dover Publications, (2008). 
25 Frederich Nietzche, Deccal, Gün Yayıncılık, (İstanbul, 2005), 65. 
26 Sigmund Freud, Bir Yanılsamanın Geleceği, Çev.:H.İlhan, Alter Yayıncılık, (İstanbul, 2012), 32. 
27 Stephen Hawking, Büyük Sorulara Kısa Yanıtlar, Çev.:M.A.Arslan, Alfa Yayınları, (İstanbul, 2018), 47. 
28 Smigh, ibid, (2004), 437-439. 
29 Stephen Hawking, Büyük Sorulara Kısa Yanıtlar, Çev.:M.A.Arslan, Alfa Yayınları, (İstanbul, 2018), 50-51. 
30 Tony Hey, Patrick Walter, The New Quantum Universe, Cambridge University Press, (2003), 12. 
31 Stephan Hawking: Kara Delikler ve Bebek Evrenler, Sarmal Yayınları, Çev.: Nezihe Bahar, (İstanbul), 93-94. 
32 Madde parçacıklar tam yarım spin (açısal moment) ile tanımlanır ve Pauli dışlama ilkesine uyar. Pauli dışlama ilkesi herhangi bir durumda 
    verilen türde birden fazla parçacığın olmayacağını öngörür. Bir noktaya çökmeyen ya da ışımayla sonsuzluğa gitmeyen katı cisimlere sahip 
    olabilmemizin nedeni budur. 
33 Standart modele göre 5 çeşit bozon vardır bunlar; +W,-W, Z-foton ve Higgs bozonudur. W ve Z bozonları, zayıf nükleer kuvvet ve güçlü nükleer kuvveti oluşturuyor. Foton ise elektromanyetik kuvveti oluşturur. Higgs bozonu, kütleçekim kuvvetini oluşturur. 
34 Sean Carroll, From Eternity to Here, Dutton, (London, 2010), 338. 
35 Albert Einstein, Relativity: The Special and the General Theory, (First Published: December, 1916) Dover Books, (New York, 2010), 17. 
36 Gayle S. Putrich, High-Tech Satellites Breed Higher Expectations, Defense News. (Apr 7, 2008), 11. 
37 Richard P. Feynman, Keşfetmenin Hazzı, Çev.: M.M.Türkoğlu, Alfa Yayıncılık, (İstanbul, 2016), 56. 
38 Carroll, ibid, (2010), 185-186. 
39 Christopher Galfard, Evren Avucunda, Çev.:D.Akın, Domingo Yayınları, (İstanbul, 2017), 255. 
40 Newton'un birinci yasası eylemsizlik yasasıdır; bir cismin üzerine etki eden kuvvetlerin bileşkesi sıfırsa, cisim hareket ediyorsa ivmesiz yani sabit hızla hareketine devam eder ya da duruyorsa durur yani konumunu korur. 
İkinci yasaya (ivme kanunu) göre; belli bir kütlesi bulunan bir cisme bir kuvvet uygulanırsa cisim ivmeli hareket yapar. Son olarak etki-tepki kanunun göre; belli bir yüzeye cisim ağırlığı veya başka bir kuvvetin etkisiyle cismin yüzeyine etki eder yüzeyde bu etkiye eşit bir tepki uygular. Bu yasa sürtünme kuvveti için kullanılır. 
41 Smolin, a.g.e., (2015), 13. 
42 Stephen Hawking, The Theory of Everything: The Origin and Fate of the Universe, Jaico Publishing House, (London, 2007), 54. 
43 Uzay-zamandaki her olayda uzayı geçmiş, gelecek ve ulaşamayacağımız yerler olarak bölen ışık konileri vardır. 
44 Pierre-Simon Laplace, A Philosophical Essay on Probabilities, Transl: F.W.Tuscott, F.L.Emory, Cosimo Classics, (New York, 2007). 
45 Brian Greene, The Fabric of the Cosmos: Space, Time, and the Texture of Reality, Alfred A Knoph, (New York, 2004), 23. 
46 Termodinamik; ısı, iş, sıcaklık ve enerji arasındaki ilişki ile ilgilenen bilim dalıdır. Basit bir ifadeyle termodinamik, enerjinin bir yerden başka bir yere ve bir biçimden başka bir biçime transferi ile ilgilenir. 
47 Hawking, a.g.e., (2018), 64. 
48 Sait Yılmaz, Üç Büyük Hermes (İdris Peygamber), academia.edu.tr, (09 Ekim 2018) içinde; A.N. Dock, A.J. Festugiere, Corpus Hermeticum, Paris, (1954). Corpus Hermeticum.un Türkçe metni için bakınız; Mahmud Erol Kılıç, Hermeslerin Hermesi, Sufi Kitap, (İstanbul, 2018), 70-98. 
49 Kubilay Akman, Ezoterik Yollar, Mona-Alfa Yayınları, (İstanbul, 2018), 
50 Herman Weyl, “The Mathematical Way of Thinking” in Science, Volume 92, 1940. 
51 Hawking, a.g.e., (2018), 76. 
52 Bernard Stigler, Technics and Time, Stanford University Press, (California, 1998), 51. 


***

Her Şeyin Teorisi - Tanrı ve Fizik .. BÖLÜM 5

Her Şeyin Teorisi - Tanrı ve Fizik .. BÖLÜM 5




 Fizik yasaları nasıl ortaya çıkar?.. 

Bilim, „varsayım. denemektir. Bilim insanları doğayı anlamak için betimlemeler yapar. Richard Feynman.a göre; genellikle bir teoriyi şöyle buluruz37; ilk önce bir tahmin yürütürüz sonra sonuçlarını hesaplarız, sonuçları gözlemlerle kıyaslarız, eğer gözlemlerle uyumlu değilse, yanlıştır. İşte bu basit cümle, bilimin anahtarıdır. Fizik konusunda iyi bir kuramın üç bileşeni vardır; 

- Evreni oluşturan malzemenin tanımlanması (bu malzeme temel parçacıklar ya da kuantum alanı olabilir), 
- Malzemenin yayıldığı arena (dört boyutlu uzay zaman), 
- Malzemenin tabi olduğu kurallar (fizik yasaları) kümesi. 

Bir fiziksel sistemin “durumu” verili fizik yasaları altında o sistemin gelecekteki evrimini belirleyebilmek için zamanın bir sabit anında söz konusu sistem üzerinde sahip olmanız gereken tüm bilgilerdir. 

Bir fiziksel özelliği ters yüz etmeyi içeren üç tür olası simetri vardır38; 

- Zaman tersimesi (T); geçmiş ile geleceğin yerini değiştirir. 
- Parite (P); üç boyutlu dünyada önemli olan sağ ve solun yerini değiştirir. 
- Yük eşleniği (C); parçacıklar ile karşı-parçacıkları değiştirir. 

T, P ve C dönüşümlerinin hepsini iki kez üst üste tekrarladığımızda başladığımız duruma döndüğünüz özellikleri vardır. 

 Fizikte üç tür gizem olduğu söylenebilir. Bunlardan ilki, teorilerin kendisinde saklıdır; teoriler teoriktir. İkincisi genelde araştırmaların itici gücü gözlem ve deneydir. Ama evreni bir bütün olarak deneyle test etmenin bir yolu yoktur. Üçüncü gizem artık kimse bir şey anlamaz hale geldiğinde ortaya çıkar. Kara delikler ve uzay-zaman öncesinin fiziği bu üç türe de girer 39. 

Klasik mekaniğin öncüsü ve deterministik (belirlenimci) Newton, ampirik yöntemler (gözlem ve deneyler) ile elde ettiği sonuçları matematik formüller halinde kağıda dökerdi. 
Bunun için de diferansiyel denklemler ve geometri kullanırdı. Kâğıda döktüğü bu sonuçlar doğanın işleyişinin bir kopyasının çıkartılması şeklindeydi ve bu nedenle doğa yasaları olarak adlandırıldı, yani „yasa. oldu. Özetle, Newton ampirik yöntemler (deney ve gözlem) ile matematik formülleri birleştiren ve hala aksi ispatlanamayan yasalar ortaya koydu. Onun yasaları özellikle büyük ve yavaş maddelerin dünyasında hala geçerlidir. 

Burada kütle ve hareket ile ilgili iki yaklaşımı açıklamalıyız; 

- Deterministik (belirlenimci) yaklaşım (Newton ve Einstein); “Eğer bir herhangi bir anda evrenin tüm hallerinin bilgisine sahip isek, evrenin sonsuz öncesi ve sonrası bilinebilir”. 
- İndeterministik (belirlenemezci) yaklaşım (Kuantum mekaniği); bilinemez. Heisenberg Belirsizlik İlkesi (nedeniyle evrenin aynı anda tüm bilgisine sahip olamayız.) bir parçanın aynı anda hem konumunu hem de hızını ölçemezsin. 

   Einstein, doğaya yönelik gözlemleri sonucu model kurardı ve modelinin test edilebilir öngörüleri vardı. Bu kuramsal tasarımlar, Einstein.in teorileri oldu. Bu teorilerin öngörülerinden bazıları doğrulandı bazıları ise henüz doğrulanmadı (örneğin yer çekimi dalgalarının varlığı. Hepsi doğrulansaydı ve kuramın tüm öngörülerinin sadece eldeki bilinen öngörüler olduğuna emin olsaydık Einsten in Yasaları diyebilirdik. 

   Newton Yasalarının aksine Einstein.ın Teorileri doğanın işleyişinin bir kopyasının alınması değil, kuramsal tasarımlar oldukları ve bazı öngörülerinin test edilememesi ve kuramın tüm olası öngörülerinin bilindiğinin de ispatlanamaması nedeniyle teori olarak adlandırıldılar. Mevcut öngörülerinden biri yanlışlandığı takdirde her kuram gözlem ve deneyle uyuşacak şekilde modifikasyona tabi tutulur, modifikasyon işe yaramazsa yerini başka bir kurama terk eder. 

    Kuantum teorisi çerçevesinde hiçbir parçacığın tam olarak durumunu belirlemek mümkün değildir; ancak bir parçacığın belirli bir durumda olma olasılığı dalga fonksiyonuna göre hesaplanabilir. Heisenberg in belirsizlik ilkesine göre, hiçbir maddenin konum ve momentumu veya zaman ve enerjisi aynı anda bilinemez. 

   Newton ya da Einstein fiziğinde gözlemcinin gözlenen üzerinde etkisi bulunmaz; kuantum fiziğinde ise gözlemci gözleneni değiştirmeden gözlem yapamaz;) örneğin bir elektronun durumunu anlamak ve gözlem yapmak için üzerine bir foton gönderip geri gelen fotonu gözlemlersiniz; oysa foton bu arada kendi enerjisini elektrona da geçirmiş ve durumunu değiştirmiş olur. Bu yüzden gerçek durumunu anlamanız tam olarak mümkün değildir. 

   Newton mekaniğinde bir şeyin konumu ile ilgili gerçek kesinlik aranır, kuantum mekaniğinde ise kesinlik yoktur, en iyi betimleme dalga fonksiyonudur. Örneğin klasik mekaniğe göre, oda içinde bulunan bir kedinin “%75 olasılıkla masanın altında olduğunu düşünüyorum” gibi bir ifade kullanırsınız. Burada gerçek bir kesinlik aranır. 

   Kuantum mekaniğinde ise “baksa idik, kediyi masanın altında bulma şansımız %75, divanın üstünde bulma şansımız %25 olurdu” gibi bir ifade kullanırız. Burada kedinin bulunduğu gerçek bir yer yoktur, gördüğümüz olan değildir, dalga fonksiyonu ile betimlenen farklı olasılıkları belli yerlerde görürüz. Dalga fonksiyonu, uzay ve zamanda dalgalanmayı ifade eder. Aynı anda tek bir konum değerine ve tek bir momentuma odaklanan dalga fonksiyonu yoktur. 

Fizik Yasaları (özet).. 

Tüm fizik tüm kuramlarının üzerine inşa edildiği en parlak yapı Newton Mekaniği oldu. Bunun yanında James Clerck Maxwell.in 19. yüzyılın ortalarında ortaya çıkan elektrik ile manyetizmi birleştirmesi pek çok deneysel olguyu açıklamıştı. Ancak, iki kuram birbiri ile uyuşmuyordu. Newton mekaniği karşılıklı birbirlerinin yanından geçen iki nesnenin göreli hızlarının iki hızın toplamına geldiğini sonucunu çıkarıyordu. 

Newton bilimsel çağın temellerini attı. Hareket Kanunları 40 ve Kütleçekim Teorisi bugünkü fiziğin ve mühendisliğin yapıtaşlarıdır. Genellikle Newton mekaniği olarak bilinen klasik mekanik, genel olarak cisimler üzerine etki eden kuvvetler ile ilgilenen bir fizik dalıdır. Klasik mekanik günlük olaylar çerçevesinde oldukça kesin sonuçlar üretmektedir, ancak ışık hızına yakın hızlarda hareket eden sistemler için göreli mekanik, çok küçük uzaklık ölçeklerinde sistemler için kuantum mekaniği ve her iki özelliğe sahip sistemler için de göreli 
kuantum alan teorisi kullanılmaktadır. 

Newton mekaniği (sadece Newton tarafından belirlenen kurallar kümesi olmadığını vurgulamak için „klasik mekanik. terimi daha çok kullanılır), dünyanın derin yapısı üzerine düşünmenin bir yoludur. 
Dünya, tüm karmaşıklığına rağmen gözlemleyip tanımlayabileceğimiz şeylerden oluşur; bilardo topları, gaz molekülleri, elektromanyetik dalgalar, gezegenler vb. Bunlar kuvvet uygular, birbirine çarpar ve bu etkilere bağlı olarak hareketleri değişir. Newton öngördüğü bu yapı, çeşitli bağlamlarda yinelenir; Newton un kendi kütleçekim kuramı. 

Maxwell.in on dokuzuncu yüzyıl elektrik ve manyetik kuramı ve Einstein.in genel göreliliği hep klasik çerçeveye girerler. Klasik mekanik belirli bir kuram değildir, bir paradigmadır. Kuantum mekaniği ortaya çıkana kadar fiziği başka bir şekilde düşünmek neredeyse imkânsız hale gelmişti. Etrafımızdaki her şeyin asıl maddesi olan enerji ve parçacıklar (kuarklar) ile çalışmak ihtiyacı kuantum mekaniğini doğurdu. 

Maxwell.in elektromanyetizması ise ışık hızının bu kuralın istisnası olduğunu savunuyordu. Einstein.in özel göreliliği ise, mekanik için ışık hızının özel bir rol oynadığını, ama parçacıkların yavaş hareket ettiğinde Newton modeline indirgenen bir çerçeve sağlayarak, iki kuramı tek bir bütünde bir araya getirmeyi başardı. 

Newton fiziği ile 1846.da Neptün gezegenin bulunuşu, evren formülasyonunun geliştirilmesi yanında metalürji, botanik ve jeoloji araştırmaları için önemli katkılar sağlanmıştır. 

Albert Einstein Özel Görelilik kuramıyla enerjinin ışık hızının karesiyle kütlenin çarpımına eşit olduğunu E=mc2 formülüyle ileri sürdü ve bu deneylerle ispatlandı. Genel Görelilik kuramı kütlenin uzay zamanı büktüğünü ve (daha sonra gözlemlerle de ispatlandığı gibi tüm kütlelerin ve hatta ışığın bu bükülmüş uzayda hareket ettiğini ileri sürdü.) zaman, mekân, hareketin birbiriyle bağımlı olduğunu ispatlayıp Brown hareketi ile atomun varlığını kanıtladı. 

Görelilik, Newton.cu “zamanda ileri gitmelisiniz” (zaman hep ileri gider) kuramının yerine yenisini koymuştur; ışık hızından daha yavaş hareket etmelisiniz (hiçbir madde ışık hızını aşamaz) Einstein.in ünlü denklemi bize, durgun konumdaki bir nesnenin enerjisinin kütlesi ile ışık hızının karesinin çarpımına eşit olduğunu söyler. Bunun pratik sonucu; çok küçük miktarda bir kütle bile muazzam miktarda enerjiye sahiptir. Bu formül sadece atom bombaları üzerine değildir, etrafımızdaki tüm enerjinin dinamiğinin temel özelliğidir. 

20. yüzyılın ilk yarısında mikroskobik ölçeklerde maddenin davranışlarını anlamaya çalışan fizikçiler eski kuralları ters yüz edecek görüntülerle karşılaştılar. Bununla beraber, kuantum mekaniğinin ne olduğu konusunda aslında tam da emin değiliz. Kuantum mekaniğine göre, dünyaya dair gözlemleyebildiğimiz, var olanın yalnızca küçük bir altkümesidir. 

 Makro evrende, galaksiler ve gezegenler özelinde, Einstein'in görelilik ve kütle çekim teorisi geçerli kabul edilir. Şu an bizim algıladığımız evren yani kütle ve enerjinin korunumu. termodinamik yasaları, her şey Einstein ve Newton kurallarına göre oluyor. Ancak Planck ölçeğinde, yani mikro evrende, yani atom altı düzeylerdeki ölçeklerde, Newton ve Einstein kuralları geçerli değil. 
Bir parçacık hatta iki farklı yerde de olabilir. Buna belirsizlik ilkesi deniyor. 

Heisenberg Belirsizlik İlkesine göre, kuantum mekaniğinde bir parçacığın konumunu ve momentumunu %100 bilmek mümkün olsa da hiçbir zaman konum ve momentumu aynı anda bilmemiz mümkün değildir. Bu yüzden klasik mekanikteki gibi hem konumunu hem de momentumunu ölçeceğimiz zaman sonucun ne olacağını hiçbir zaman söyleyemeyiz. Bu belirsizlik ilkesidir. Belirsizlik ilkesi, dalga fonksiyonunun farklı olası konum, momentum ya da (genellikle) her iki değeri için belli bir yayılma olduğunu ifade eder. Yeterince büyük sistemlerde, belirsizlik hiç fark edemeyeceğimiz kadar görece küçük olur. 

Anlamadığımız bir şey kuantum kütleçekimdir. Genel görelilikte kuram klasik bir temel üzerine oturtulmuştur; kütleçekim uzay-zamanın eğikliğidir ve ilkesel olarak uzay-zamanın eğikliğini istediğimiz hassasiyetle ölçebiliriz. Ancak, uzay-zamanının farklı eğiklik miktarlarına farklı genlikler atayan bir dalga fonksiyonu tarafından betimlendiği bir kuantum kütleçekim kuramının önünde hem felsefi hem de teknik önemli engeller vardır. Örneğin, eksiksiz evrenlerin tıpkı sanal parçacıklar gibi ortaya çıkıp kaybolduğu bir doğru da olabilir. 


Tablo 1: Fizik Yasaları 


    Eisntein “Tanrı Zar Atmaz” derken kastettiği kuantum fiziğinin önerdiği gibi evrenin evriminin olasılığa tabi olmadığıdır. Kuantum fiziğine göre her şey olasılıkla belirlenir, olasılığa dayalıdır. Örneğin Einstein.a göre; bardaktan yere dökülen çayın ilerleyen zamanda tekrar geriye dökmek bardağa dolması mümkün değildir; ama kuantum fiziğine göre bunun olma olasılığı „ 0. değildir. Ya da Einstein “Siz şu anda dünyada iken Mars.ta değilsiniz” der ama kuantum fiziğine göre Mars.ta olma olasılığınız kuantum dalga fonksiyonuna dayalı 
hesap yaparsanız „0. olmayabilir, çünkü taşıdığınız kütle ve enerjinizi temsil eden dalga fonksiyonunun tüm evrene yayıldığını kabul eder. 

Buradan çıkarılacak sonuç, Einstein.a göre; Evrende başından sonuna gelişmeler olasılıklara göre değildir, Tanrı tarafından belirlenmiştir yani Tanrı zar atmaz. Fizikteki bu Tanrı kavramının günlük dildeki Tanrı kavramı olmadığını, determinist (belirlenimci) bakış açısını temsil ettiğini unutmamalıyız. 

Heisenberg ise „Tanrı yoktur demez. hatta „Madem biz evreni bilmiyoruz, bilen biri olmalı. diyerek Tanrı.yı işaret eder. Heisenberg.in teolojiye olan ilgisi bir yana, Kuantum Belirsizlik İlkesi evrenin belirlenimci olmayan yapısını ortaya koyar; bilinemezciliği (agnostisizm) ve günlük anlayıştaki Tanrı düşüncesini besleyen yanıyla fizik alanının dışına taşan etkiler yapar. 

Oysa bir çelişki olarak gelecek dâhil her şeyin olasılığa dayalı olduğu indeterminist bir evrende belirlenimciliğe ve geçmiş gelecek her şeyi belirlemiş bir Tanrı düşüncesine de ihtiyaç bulunmaz. 

6. CI BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

Her Şeyin Teorisi - Tanrı ve Fizik .. BÖLÜM 4

Her Şeyin Teorisi - Tanrı ve Fizik .. BÖLÜM 4



Evren, Nelerden oluşuyor? 

Evrenin karmaşıklığına ve çok yönlülüğüne rağmen, öyle görünüyor ki evreni oluşturmak için üç şeye ihtiyacımız var; madde, enerji ve uzay29. Bunlar, Büyük Patlama ile ortaya çıktı, içinde şiştiği büyük balon patladı. Büyük Patlama sonrasındaki ilk saniyede dört temel kuvvet; yerçekimi (bir kütlenin diğerine doğru çekilmesi), elektromanyetik kuvvet (elektrik ve manyetizmayı tek kuvvette birleştirerek atomları moleküllere bağlar), güçlü çekirdek kuvveti (protonları ve nötronları birbirine bağlar) ve zayıf çekirdek kuvveti (atom 
çekirdeğini parçalayarak radyoaktif bozuşmayı ortaya çıkarır) ayrıldı ve evren müthiş bir genişleme geçirdi30. 


Evren.in maddi içeriği iki kısma ayrılmaktadır31; kuarklar, elektronlar, muonlar gibi “madde parçacıklar32” ve küresel çekim, elektomanyetizm gibi “etkileşimler”. Maddenin temelini oluşturan şeyler iki gruba ayrılır; kuarklardan oluşan hadronlar ve geriye kalanı içeren leptonlar. Etkileşimler, olgusal olarak dört kategoriye ayrılır. Güçlülük sırasına göre; yalnızca hadronlarla etkileşimi olan güçlü nükleer kuvvetler, yüklü hadronlar ve leptonlar ile etkileşimde bulunan elektromanyetizm, tüm hadronlar ve leptonlar ile etkileşimde bulunan 
zayıf nükleer kuvvetler, hepsinin zayıfı olan ve her şeyle etkileşen kütlesel çekim. 

Evrende görmüş olduğumuz cisimleri ve bu cisimler arası etkileşimi sağlayan parçacıkları kısaca bütün evreni fermion ve bozon adını verdiğimiz atom altı parçacık grupları (Şekil 2) oluşmaktadır. Fermionlar, lepton ve kuarklardan meydana gelmektedir. Lepton ve kuarklar temel parçacıklar olarak kabul edilmektedir. Proton, nötron gibi ağır atom altı parçacıkları kuarklar oluşturur. Bozonlar, dört temel kuvveti oluşturan kuvvet taşıyıcı atomu bir arada tutan aynı zamanda atom ve atom altı parçacıklar arası etkileşimi sağlayan güç 
taşıyıcı parçacıklardır33. 



Şekil 2: Atomaltı Parçacıkları 
Kaynak: Serkan Kaçar, Atomaltı Parçaçıkları, Mühendis Beyinler, (27 Kasım 2018). 

 Atom, bir elementin kimyasal özelliklerini taşıyan en küçük yapı taşıdır. Atom, temel olarak bir çekirdek ve onun etrafında bulunan elektron bulutundan oluşur. Atom çekirdeği, 1911 yılında Ernest Rutherford tarafından keşfedildi. Atom çekirdeği, elektrondan kütlece büyük iki temel parçacıktan; proton ve nötrondan oluşmaktadır. Tüm atom çekirdeği çeşitleri Büyük Patlamada.dan hemen sonraki bir saat içinde yaratılmıştı. 
Merak edilen şu oldu; helyumdan daha ağır elementler  nasıl yaratıldı? 
Böyle bir mekanizma bulunamamıştı. 
Bu gizemi Fred Hoyle, atom çekirdeği sentezi ile 1940 lardan sonra çözdü. 

 Hoyle.un sentezi özetle şöyle diyordu. İlk önce yıldız birkaç milyon yıl boyunca hidrojeni helyuma dönüştürdü. Yıldızın ömrünün sonraki dönemlerinde sıcaklık ve basınç artar ve oksijen, magnezyum, silikon, demir ve diğer elementlerin çekirdekleri oluşmasına imkân tanıdı. Yıldız ölümünün son ve en yoğun saflarında daha ağır atomlar da üretildi. 
Sentezde eksik olan Helyum.un nasıl Karbona dönüştüğü idi ve bunu çözmek içinde Hoyle çok uğraş verdi. Karbonun üretilmesi çok yavaş bir süreçti, milyarlarca yıldız, milyarlarca yıl boyunca önemli ölçüde karbon üretebilirdi. 

Böylece evrendeki diğer elementlerin oluşmasını sağlayan diğer nükleer tepkimeler açıklanmış oldu. Buraya kadar anlatmışken kısaca Tanrı Parçacığı ile ilgili gelişmelere de değinelim. Her ne kadar ismi 'Tanrı Parçacığı' olarak lanse edilse de bu bir ironidir. 45 yıldır bir türlü bulunamadığı için araştırmacılar tarafından "Lanet Olası Parçacık (God Damn Particle)” olarak isimlendirilen varlık, argo içerikli olmasından dolayı daha sonra “Tanrı parçacığı” ismi ile anılmaya başlandı. Bilimsel olarak Higss Bozonu olarak bilinen bu varlık, 
adını fikir babası olan bilim insanı Peter Higgs.ten alıyor. 

Tanrı parçacığı ya da Avrupa Nükleer Araştırma Merkezi'nde (CERN) gerçekleştirilen deneylerle varlığı kanıtlanan Higgs bozonu, kütleleri olmayan atomlara kütle kazandıran mekanizmadır, yani hiçliğe kütle vermektedir. Higgs bozonundan kasıt 'Higgs alanı.dır. Bu buluşla beraber evrenin başlangıcı kabul edilen Büyük Patlamanın da ötesine bakabilmek, başlangıcın da başlangıcında ne olduğunu görebilmek mümkün kılınabilecek ve bu sonsuzluk içerisinde artık rotasız olmayacağız. 

Karanlık madde, karanlık enerji ve kara delikler.. 

 Yapılan araştırmalara göre evrenin sadece yüzde 4.lik bir kısmı normal maddeden (atomlar, yıldızlar, galaksiler, gezegenler, ağaçlar ve kayalar vd.) oluşuyor. Kalan bileşimin yüzde 27.lik bir kısmını karanlık madde oluştururken, evrenin yüzde 69.luk bir kısmının ise karanlık enerjiden oluştuğu düşünülüyor. Evrendeki galaksiler ve galaksi kümelerinin oluşması için gereken maddeyi hesapladığımızda, uzayda galaksilerin oluşmasına yetecek kadar normal madde olmadığını görüyoruz. 

Karanlık madde gözle görülmüyor, ama galaksilerdeki yıldızları bir arada tutarak uzaya savrulmasını önleyen yerçekimini sağlıyor. Evrende karanlık maddenin etkisi olmasaydı yıldızlar dört bir yana savrulacak ve milyarlarca yıldız içeren galaksiler asla oluşmayacaktı. Bu yüzden de galaksilerin gizli harcını, yapı malzemesini, görünmez çimentosunu oluşturuyor. Karanlık madde, ışığa karşı saydam olan varlığını, yerçekimi aracılığıyla hissettirmektedir. Karanlık maddenin şu ana kadar keşfedilmeyen bir atom altı parçacıktan oluştuğu düşünülüyor. 

Çok büyük oranı karanlık maddeden, daha sonra ise normal maddeden ve kara deliklerden kaynaklanan kütle çekimin evrenin genişlemesini tersine döndürmesi gerekirken, evren her geçen gün hızlanarak genişlemeye devam ediyor. Bu durumu araştıran bilim insanları, bu durumdan sorumlu olan şeye „karanlık enerji. adını verdiler. Karanlık enerji, hakkında hiçbir şey bilinmiyor. Bundan sekiz milyar yıl öncesine kadar evrenin büyümesinin yavaşladığı, ancak karanlık enerjinin ağırlık kazanması ile büyümenin tekrar başladığı düşünülüyor. Henüz 1998.de keşfedilen bu enerji, tüm uzayı dolduruyor ve itici çekim kuvvetine sahiptir. 

Atomu parçaladık, Ay.a ayak bastık ve galaksimizin haritasını çıkardık ama daha keşfedilecek pek çok şey var. Bunlardan birisi de kara deliklerdir. Kara delikler, uzayda yol alan hiçbir madde veya radyasyonun kaçamayacağı kadar büyük kütleçekim alanlarıdır. Aslında kara delikler, ölü yıldızlardır; çünkü büyük kütleli bir yıldızın yakıtı bittiğinde, kendi üzerine çöker ve bir kara delik oluşturur. Ayrıca, galaksilerin merkezinde süper-kütleli kara delikler var; Güneşin kütlesinin bir milyon katı kütleye sahip karadelikler. Kendi galaksimizde yaklaşık 4 milyon güneş kitlesine sahip bir kara deliğin gizlendiğinden neredeyse eminiz34. Bir karadeliğe yaklaşıp, içine bakamayız ve bir karadelikten hiçbir şey 
kaçamaz. 

Kopernik Devrimi sonrası evrenbilim çalışmaları.. 

16. ve 17. yüzyılda ortaya çıkan Kopernikçi Devrim, önceki iki bin yıl boyunca benimsenen ve görünüşte açık olan gerçekliği nedeniyle dünyanın sabit ve güneşin hareketli oluşunun hem astronomi hem de dinde gerçek varsayıldığı bir dizi astronomi inancını terk ettirmişti. Mikolaj Kopernik (1473-1543), dünyanın kendi ekseninde günde bir kez ve güneş çevresinde ise yılda bir kez döndüğü günmerkezli bir kozmoloji ortaya atmıştı. Kopernik, dünyanın ve diğer gezegenlerin, güneş etrafında döndüklerini söylemiş; heliyosantrik yani 
güneş-merkezli bir sistem açıklamıştı. 

Johannes Kepler (1571-1630), 1609.da Kopernik.in teorisini geliştirerek gezegenlerin hareketlerinin çembersel değil eliptik olduğu sonucuna varmıştı. Galileo (1564-1642) ise teleskopu geliştirmesi, astronomi alanındaki buluşları ve düşen cisimlerin hareketiyle ilgili araştırmaları ile bilim tarihine önemli katkılar sağladı. Galileo; “Birincil nitelik, ölçülebilir şeylerdir” demiş böylece matematiği temeline oturtmuştur. Hız, ivme, ebatlar gibi kavramlar onun zamanında yerini bulmuştur. 

 İngiliz Kralı II. Charles.ın 1662.de kurduğu Kraliyet Derneği ve Paris.teki Acedemie des Sciences (Bilimler Akademisi), 17. yüzyıldaki bilimsel devrimin öncü kuruluşları idi. 
Bunlar, bilim ve bilim adamları için yeni bir kurumsal temel oluşturmuş ve sonraki yüzyılın yapılandırılmış bilimini karakterize eden yeni bir akademik çağ başlatmıştır. Bunun ardından Prusya, Rusya ve İsveç.te önemli ulusal akademiler kuruldu ve devlet akademisi ya da bilim derneği modeli Avrupa.ya ve Avrupa.nın dünyadaki sömürgelerine yayıldı. 

1895.de Wilhelm Röntgen.in X ışınları, 1898.de Marie Curie.nin atomaltı parçacıkların tespiti, 1901.de uranyum deneyleri; atomların değişmezliği ilkesini yıkmıştır. 

Önceki farklı gelenekler bugün “fizik” dediğimiz yeni bir bilimsel sentezle birleşti ve sahneyi Albert Einstein.ın başlattığı 20. yüzyıl fizik devrimi için hazırladı. Diğer yandan yaşam bilimleri özellikle biyoloji alanında hücre ve mikro kuramları gibi atılımlar yapıldı. 17. yüzyılda Newton tarafından kütlesel çekim, 19. yüzyılda ise Maxwell tarafından elektromanyetizm kuramları geliştirildi. 

Kütleçekim kuvveti diğer kuvvetlerle hala tek bir tutarlı fizik kuramı altında birleştirilebilmiş değildir. Kütleçekimle beraber doğanın dört temel kuvvetinden üçünü oluşturan zayıf, kuvvetli çekirdek etkileşimleri ve elektromanyetik kuvvet Standart Model denilen teoriyle birleştirilmiş durumdadır. Ancak, fizikçiler kütleçekimi dâhil dört temel kuvveti de içeren bir Birleşik Alan Teorisi peşindedir. Evren.deki her şeyi tanımlamak için Einstein.ın genel görecelik teorisi ile kuantum fiziği birleştirilerek birleşik bir teori yaratılmaya çalışılmaktadır. 

20. yüzyılın başında atomun yapısı ve kuantum mekaniği (en küçüğün teorisi) ile ilgili keşifler evrenin işleyişi ve içeriği ile ilgili çalışmalar için önemli bir çığır açtı. Bu dönemde fizik ve gerçekliğin kendisine ilişkin görüşlerimizi köklü olarak değiştiren üç önemli teori ortaya çıktı; özel görecelik teorisi (1905), genel görecelik teorisi35 (1915) ve kuantum mekaniği. Albert Einstein, bunlardan ilkini büyük ölçüde, ikincisini tam olarak kendisi geliştirmişti. Üçüncünün gelişiminde ise önemli ölçüde rol oynadı. 

Bilim bir kez daha düzenlenmeye başladı. 1920.lerde Amerikalı astronom Edwin Hubble, evrenin görünürdeki genişlemesi kuramını, 1940 ve 50.lerde Georges Lemaitre ve George Gamow “Büyük Patlama” kuramı izledi. 

Özellikle 1960.lı yıllardan başlayarak uzay ile ilgili çalışmalar sadece uzaya dayalı kabiliyetler bakımından haberleşme, görüntü alma ve yönlendirme gibi kabiliyetlerde çığır açmadı, uzayın derinliklerine gönderilen vasıtalar aracılığı ile evrenin sırları ile ilgili önemli bulguların ortaya çıkmasına ya da eskilerinin sorgulanmasına imkân sağladı. 

Alan Guth (1947-), şişme senaryosu (kozmik enflasyon) ile gözlemlenebilir evrenimizin neden pürüzsüz ve düz olmaya yakın olduğunu açıklamaya yardımcı oldu. Şişme kuramına göre; şişme, uzayın minik bir bölgesini alır ve onu muazzam bir boyuta genişletir. Böylece geçici bir süper kara enerji ile şişerken önceki bozunan madde ve ışınmalar ortadan kalkmış olur. 

Soğuk Savaş sonrasında uzay programlarına ilgi azaldı. Bunun temel nedeni bir yandan insan hayatı özellikle haberleşme teknolojisi bakımından gittikçe daha fazla uzayda konuşlu kabiliyetlere bağımlı hale gelirken, çok pahalı olması nedeni ile kamuoyunun bu tür programlara sempatisinin azalması oldu36. Artık beklentiler uzayda koloniler kurmak yerine haberleşme, hava tahmini ya da askeri alanda daha isabetli zamanlama yönündeki çalışmalara döndü. Bu da evren ile ilgili çalışmaların daha çok teleskoplara ve sınırlı uzay uçuşlarına 
bağımlı kalmasına neden oluyor. 

5. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

Her Şeyin Teorisi - Tanrı ve Fizik .. BÖLÜM 3

Her Şeyin Teorisi - Tanrı ve Fizik .. BÖLÜM 3



 Aydınlanmacılara göre, din akla uygun olmalıydı. Voltaire.in (1694-1778) sorunu Tanrı değil, aklın ölçütlerine karşı suç işlemiş Tanrı hakkındaki öğretilerdi. 

Diderot.a (1713-1784) göre, açıklayamadığımız şeyleri açıklamak için Tanrıyı ortaya çıkarmak boyun eğmekti, cehaletti. Diderot, Spinoza.dan bir adım öte gitti, Tanrı.nın zaten olmadığını, sadece doğanın olduğunu savundu. 

Fransız fizikçisi Pierre-Simon Laplace (1749-1827), Tanrıyı fizikten çıkardı. Gezegenler sistemi, giderek soğuyan güneşten çıkan bir parlaklığa sahipti. Laplace, Gök Mekaniği isimli çalışmasını Napolyon.a takdim etmek ister. Kitabı aslında hiç okumamış olan Napolyon.a birileri Tanrı adının kitapta hiç geçmediğini söylemiştir. Napolyon; “Tanrı adını kullanmadan bana evrenin sistemi üzerine koca bir kitap yazdığınız söylendi” deyince, Laplace.in cevabı şöyle olur; 

“O varsayıma hiç ihtiyacım olmadı20.” 

 18. ve 19. yüzyılın klasik fizikçileri evreni büyük bir saate benzetiyorlardı. Bununla önermek istedikleri şey her şeyin hareketin basit ve determinist yasalarına uymasıydı, tıpkı bir sarkacın tıkırtıları gibi. Gerçekten de, doğayı en derinden anladıklarını sandıkları bu hareket bilimine mekanik diyorlardı ki, bu kelime makineler üzerine olan bilgi ile ilişkiliydi. Saat ise saatçi gerektirirdi ve bu yüzden akıllı ve ebedi bir Tanrı fikrini hayal etmekte zorlanmıyorlardı. Ancak, Tanrının zorlaması olmasaydı evren içine bozunacağı çaresiz bir kaosa dönüşür dü fikrinin sonuna evrenin zorunlu ölümü (ısıl ölüm) düşüncesi ile gelindi 21. 

 Immanuel Kant.a göre, Tanrıya giden tek yol, onun „pratik akıl. dediği, ahlaki vicdanın bölgesinden geçiyordu22. Kant, kendi ifadesi ile „dinin dua ve ayin gibi tuzaklarını bir kenara atmıştı. ama Tanrı düşüncesine özünde karşı değildi. Tanrının varlığını kanıtlamak imkânsızdı ama Tanrı düşüncesi gerekli idi. Bundan dolayı, Kant.a göre Tanrı yalnızca kötüye kullanılabilen bir kolaylıktı. 

 George Wilhelm Hegel.e (1770-1831) göre; “Şimdi barbar Tanrıyı bir kenara atmanın ve insani duruma daha aydın bir bakış getirmenin zamanıydı23”. 

Karl Marx (1818-1885), dini “baskı gören yaratığın iç çekişi.. bu acıyı dayanabilir kılan, halkların afyonu” olarak gördü24. 

Ludwig Andreas Feurbach ve August Comte gibi filozoflar ise geçmişte yaygın bir güven eksikliğine neden olmuş bu Tanrı.dan kurtulmak istiyorlardı. 

Batı modern teknik çağına girerken, bazı insanlar yeni teoloji çalışmaları ile Tanrıyı kurtarmaya çalışsa da, eski Tanrı kavramları yetersiz kalmıştı. Büyük filozoflar, birbiri ardına Tanrıya meydan okumaya başladılar. Filozoflar, Tanrının öldüğünü ilan etmek için sırada idi. Doğa üst bir ilahi fikir onları kızdırıyordu. 

 Frederich Nietzche.ye göre, Tanrı insanları gövdelerinden, tutkularından ve cinselliklerinden korkmaya özendirmişti ve bizi zayıf kılan mızmız bir acıma ahlakçılığının değerini artırmıştı25. 

Sigmund Freud (1856-1919), Tanrı inancını olgun insanların bir yana bırakacakları bir aldatmaca saymıştı26. Diğer psikanalist Alfred Adler (1870-1937), Tanrının bir yanılsama olduğunu ancak ona inanmanın yararlı olduğunu söylemişti. 

 Bunlar olurken İslam dünyasında Mısırlı Muhammed Abduh gibi dinde yenilikçilik gayretleri olsa da bunu ilk başaran ve Osmanlı.nın arkasından bir ulus-devlet olarak Türkiye Cumhuriyeti.ni kuran Mustafa Kemal Atatürk oldu. Dini yalnızca kişisel bir konu haline getirip, İslamiyet.in devlet yönetimi ile ilişkisini kesti, tarikatlar dağıtıldı, medreseler kapatıldı. Atatürk.e hayran olan İran Şahı Rıza Han da 1941.e kadar onun yolunu izledi. 

Diğer bir Atatürk hayranı Afgan Kralı Emanullah Han, modern bir ülke kurmak isterken katledildi. Geri kalan İslam ve Arap ülkeleri yeni Türkiye.ye kuşku ve hayranlıkla baktılar. 

 Batı da boş durmadı. İslam dünyası içine yenilikçi ajanlarını dikti; Afganistan.da Cemallettin Afgani (1839-1889), Hindistan.da Muhammed İkbal (1876-1938) vd. ile İslamcı projelerin temelleri atıldı. 

Einstein.ın genel izafiyet teorisi; küresel çekimin, uzay ve zamanın devasa nesneler tarafından bükülmesi olduğunu söylüyordu. Öğrencileri „Başka bir sonuç çıksa idi ne derdiniz?. diye sorduğunda; Einstein, „Tanrı adına üzülürdüm çünkü teori doğru. demişti. 

 Büyük Patlama modelini geliştiren Belçikalı papaz George Lemaitre, bunu herhangi bir ilahi amaca bağlamayı reddetmişti; “Görebildiğim kadarıyla böylesi bir kuram herhangi metafizik ve dinsel sorunun tamamen dışında kalır.” 

 Stephen Hawking ise Tanrı.nın varlığı ile ilgili görüşlerini şu şekilde açıklıyordu; 
“Evrenin devasa büyüklüğüne, insan yaşantısının ne kadar kırılgan ve rastlantısal olduğuna baktığınızda bu imkânsız gibi görünüyor. Tanrı sözcüğünü Einstein gibi, kişi-dışı anlamında kullanıyorum; dolayısıyla Tanrı.nın zihnini bilmek benim için doğa yasalarını bilmektir. 
Öngörüm Tanrının zihnini bu yüzyılın sonunda bilebileceğimiz şeklinde 27.” 

 Geldiğimiz noktada evrenin yaratılmasını neyin sağladığı bilinmemektedir. Evrende maddenin sürekli olarak üretiliyor olmasının da bir açıklaması yoktur. 

 Evren bilim (kozmoloji).. 

Evren, Büyük Patlama olarak bildiğimiz bir ateş topunun içinde doğdu ve ateş topunun ürettiği ısı o günden bu yana gidecek bir yer bulamadı. Evrende sıkışan sıcaklık bugün hala etrafımızda dır. Hubble uzay teleskopu sayesinde Büyük Patlama.nın (Big Bang) 13.8 milyar yıl önce meydana geldiği hesaplandı. Kanalları değiştirilen bir televizyonun ürettiği statik elektriğin yüzde 1.i hala Büyük Patlama.ya aittir. Tabii ki bu sıcaklık evrenin genişlemekte olduğu son 13.8 milyar yılda önemli oranda düştü. 

Evren, fiziksel kozmoloji kapsamında maruz kaldığı hızlı genişlemeden dolayı “şişmiş” bir yapıdadır. 4.6 milyar yıl kadar önce Güneş sistemimizdeki çeşitli gezegenimsiler 

Dünyayı ve öteki 8 gezegeni oluşturmaya yetecek malzemeyi bir araya getirdi. Ay, 4 milyar önce muhtemelen büyük bir göktaşı çarpması sonucu Dünya.dan koptu. 

Evrende 100 milyarın üzerinde galaksi ve her galakside yaklaşık 100 milyar yıldız var. Yıldızlar, yeterince büyük bir gaz bulutunun kütleçekim kuvvetinin etkisiyle çökmesiyle oluşur. Yıldızların evrende tekdüze dağılmayıp, büyük yıldız toplulukları halinde toplandıklarını 1920.lerde öğrendik. Galaksiler sabit bir hızla ayrılmaya devam etmektedir. 

Dünyamız, yüz milyar galaksi içinde, tipik bir galaksinin dış kenarında, çok ortalama bir etrafında dolanan küçük bir gezegendir. Yani Dünya.nın Evren.de özel bir konumu olmadığını keşfetmiş bulunuyoruz. 

Kozmoloji (evrenbilim), yani evrenin tümü ile incelenmesi geçtiğimiz yüzyılda çok mesafe kat etti. Büyük Patlama.dan beri evren, genişleyip soğuyor ve muhtemelen bu sonsuza değin böyle devam edecek. Yüzyıl önce bilim insanları Samanyolu Galaksisi ötesindeki evrenin yapısı hakkında temelde hiçbir şey bilmiyorlardı. Şimdi gözlemlenebilir evrenin ölçüsünü aldık ve ayrıntılı bir şekilde boyutlarını ve biçimini, bunun yanında da bileşenlerini ve tarihinin ana hatlarını betimleyebiliyoruz. 

 Bazı bilim adamları Büyük Patlamayı evrenin başlangıcı olarak görmüyor. Çünkü başlangıç öncesinde hiçbir şey olmayan bir sınır oluşturur ya da Büyük Patlama olduğunda zaman yoktu, öncesi olamaz. Diğerleri çoklu bir evrenin simetrik bir parçası olduğumuzu savunmaktalar. Her şeyin arkasında ince ayarlanmış sınır koşulları olduğu düşüncesi de oldukça rağbet görüyor ama evrenin kararlı olmadığını izliyoruz. Şimdiye kadar evrenimizin sürekli genişlemesini sağlayan entropinin (düzensizliğin ölçüsü) tutarlı şekilde hep yükselmesini sağlayacak kadar olağanüstü miktarda ince ayara tabi tutulduğuna dair hiçbir doğrulama sağlayamadık. 

Katı, sıvı veya gaz halindeki evren, sürekli dalgalanan bir moleküller yığınıdır. Düzenimiz bir dalgalanmadan kaynaklanıyorsa, hemen o anda fark ettiğimizin dışında hiçbir yerde düzen olmasını bekleyemeyiz. Dolayısı ile evreni bir dalgalanma olmak yerine, büyüme ve çürüme süreçlerini olası kılan geçmişi ile birlikte artan bir entropi ile daha düzensizliğe gittiğini söyleyebiliriz. 

Evrenin yalnızca bir tek geçmişi olmayabilir. Bazılarına göre, evren hep vardı, ne yaratıldı, ne de yok edilecektir. Diğerlerine göre, Tanrının aklını bilirsek evrenin işleyişini de sonumuzu da anlayabileceğiz. Eğer zamanda yolculuğu başarabilirsek, 13.8 milyar yıl geriye gittiğimizde ise Büyük Patlama.ya dönmüş olacak ve evren ile ilgili çok önemli sırları ortaya çıkaracağız. 

 Evrenin sürekli genişlemesi, evrenin iki senaryodan biriyle son bulması gerektiğini söyler; bunlardan birincisine göre evren, hiç durmadan genişleyecek ve „Büyük Donma ile son bulacaktır. Bu Termodinamiğin İkinci Yasası ile ilgilidir. Diğeri Büyük Çöküş.tür. Uzay kesintisiz bir şekilde uzanıyor olmayabilir, entropi düşebilir ve belki de uzay daralmaya başlayabilir. Uzay daralıyorsa öykümüz farklı olur. Tüm evren büzüştüğünde geleceğin bir Büyük Çöküş (Ezilme) tekilliğinde sona ermesi muhtemeldir. 

 Evrenin bu iki senaryodan hangisi ile sona ereceği evrendeki maddenin kritik yoğunluktan fazla olup olmaması ile alakalıdır ve bu hala tartışma konusudur. Bu Termodinamiğin İkinci Yasasının ve Evrenin genişlemeye devam etmesinin kaçınılmaz sonucudur. Entropi arttıkça ışık yavaş yavaş kaybolmaya başlar ve bu durum ısı her yerde eşit olup evreni donmuş bir galaksi mezarlığına çevirir. 

Büyük Patlama sonrası sürekli yükselen entropi nedeniyle evren şimdilik genişliyor. Ama elimizde çeşitli senaryolar var; zamanla değişen bir durum uzayı, özel bir sınır koşulu, simetrik yeniden çöken evren, çoklu ya da paralel evrenler, simetrisi olmayan ya da seken evren ya da ebedi bir denge durumu. Evrenin geleceği ile ilgili teorileri aşağıdaki gibi özetleyebiliriz 28; 

- Evren sonsuza kadar genişleyebilir. (Alexander Friedman, 1920.lerde açıklamıştı). 
- Evrenin genişlemesi git gide yavaşlar ve sonunda durur. 
- Evren yavaşlar, durur ve geri daralmaya başlar (evrenin kütlesinin bağlı olduğu karanlık maddenin bitişi). 
- Evren kendini parçalayabilir (evreni bir arada tutan karanlık enerjinin bitişi ile) çözülebilir. 

 Evrenin yapısında ne olduğunu merak etmek ve anlamak insanın doğasında vardı. Binlere yıl boyunca evreni inceledik. Yukarıya bakarak ışık dalgalarını inceledik. Güçlü teleskoplar inşa ettik. Daha fazla ışık topladık, daha ileriyi gördük ve evreni daha iyi anladık. Geleceğe baktığımızda, yeni detektörlerin duyusal teleskopun icadı gibi vasıtalar olabileceğini söyleyebiliriz. Bilim insanları evrenin evrimi ve zamanın anlamlı bir kuramını oluşturma peşindedir. 

Bugüne kadar evrendeki her şeyi tanımlayan tutarlı bir model henüz ortaya 
konamamıştır. 


4. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

Her Şeyin Teorisi - Tanrı ve Fizik .. BÖLÜM 2

Her Şeyin Teorisi - Tanrı ve Fizik .. BÖLÜM 2



Felsefe, Din ve Bilim.

 İlk çağlardaki filozofların dünyayı ve etrafı anlamaya çalışması, belirli kriterlerin doğmasına ve bunların çeşitli ideolojilere dönüşmesine yol açmıştır. Bilimin temelleri atılıncaya kadar, tartışma ve deney olgusu insanlar tarafından geliştirilmiş ve bu bir arayış haline dönüşmüştür. İlk dönemlerde belirgin bir felsefe-bilim ayrımı yoktur ve birçok büyük bilim insanı aynı zamanda filozoftur. Hakikati ve varlığın amacını soruşturan felsefe sistematik düşünmeyi gerektirmektedir. 
Klasik çağ felsefesiyle başlayıp, Thales, Anaximenes, Pisagor, Demokritos, Gorgias, Empedokles, Heralitos, Pamanides, Sokrates, Plotinos, Platon ve Aristoteles gibi filozoflar, gitgide gelişen ve şekillenen felsefi soruların ortaya çıkmasını sağlamışlardır. 

 Din odaklı Ortaçağ felsefesinde, Hıristiyanlığın kendisine bir aracı olarak kullandığı felsefe; Tanrı, bilgi, inanç eksenlerinde yoğun şekilde kullanılmıştır. Aydınlanma Çağı.nda yapılan felsefede „akıl. ön plana çıkmıştır. Düşünce sistemindeki temel görüş, insan aklının aydınlattığı kesin doğrulara ve bilgiye doğru ilerlemektir. Geçiş dönemi felsefesi olarak bilinen Rönesans felsefesi, bilimde ve düşünce sistemindeki yeni gelişmelerin yer aldığı bir dönemi kapsar. Yeniden doğuş manasına gelen Rönesans, önceki çağlardan çok farklı bir 
düşünce sistemine geçişin köprüsü konumundadır. 

Bilim ve felsefenin ayrışması modern çağa yaklaşırken iyice belirginleşmiş, bununla birlikte felsefe ile bilim tamamen birbirinden kopmamıştır. Gerek genel olarak bilimin felsefesi olan bilim felsefesi gerekse bilim dallarının tek tek felsefî yönden incelendiği felsefe dalları (örneğin fizik felsefesi) varlığını sürdürmektedir. 



Şekil 1: Din, Felsefe ve Bilim 

Felsefe bilge olma çabasıdır. İyi bir yaşam yaşamaya hazırlıkta ben-bilgisi yaşama sanatının temelini oluşturur7. Kendini bilme, kendi ruhunun bilgisine sahip olmaktır. Ruhun bilgisi insanı yanılgısız olana, değişmeyen olana yönelten bilgidir. Bu Tanrıya yaklaşmanın yolu ve Tanrılar sofrasında yer isteme talebidir. Bir insanın kendi yaşamını nasıl sürdüreceği ve diğer insanlarla birlikte nasıl iyi bir yaşam sürdüreceği felsefenin temel sorusudur. Yunan felsefesinde ele alınan temel sorun budur. Bu aynı zamanda politikadır8. Din ve felsefe hem bu dünyayı ve hem öbür dünyayı düzenlediği, politika ise bu dünyayı hedeflediği için konumuzun birer unsuru olmaktadır. 

Felsefe şu soruyu ortaya koyar; olanaklı en iyi yaşamı elde etmek için ne yapmalıyız? Eski filozoflar “iyi olmak” ile “mutlu olmak” arasında bir ayrım yapmamışlardı. Filozofların sorduğu temel sorular şunlardı; 

 - Hayatın anlamı nedir? 
 - Niçin masum insanlar acı çeker? 
 - Tanrı var mıdır? 
 - Her şey, düşünce (kanaat) meselesi midir? 
 - Mutluluk nedir? 
 - (Bilimsel) bilgi nedir? 
 - Gerçeği nasıl bilebiliriz? 
 - Bilgi veya gerçeği nasıl doğrulayabiliriz? 

Bilim, fiziki ve doğal evrenin yapısının ve hareketlerinin birtakım yöntemler (deney, düşünce ve/veya gözlemler) aracılığıyla sistematik bir şekilde incelenmesini de kapsayan entelektüel ve pratik çalışmalar bütünüdür 9. 
Tüm bilim dalları evrenin bir bölümünü kendine konu olarak seçer, deneysel yöntemlere ve gerçekliğe dayanarak yasalar çıkarmaya çalışır. 
Einstein bilimi, her türlü düzenden yoksun duyu verileri ile düzenli düşünceler arasında uygunluk sağlama çabası10, Bertrand Russell ise gözlem ve gözleme dayalı akıl yürütme yoluyla dünyaya ilişkin olguları birbirine bağlayan yasaları bulma çabası11 olarak tanımlar. 

Bilimler akıl ve deneyle neler elde edilebileceğini göstermiştir. Bilim insanları, insanın evrimi konusunda ilahiyatçı bakışa göre farklı açıklamalar getirmişlerdir. 

Yahudilerin, Hıristiyanların ve Müslümanların Tanrısı bir anlamda konuşan bir Tanrıdır, sözleri bizi biçimlendiren Tanrı Kelamıdır. Aslında kutsal kitaplar evrenin ne felsefi ne de fiziksel kökenlerini tam bir açıklamaya hiçbir zaman niyetlenmemişlerdi. Ama Newton.dan itibaren yaratılış, Batılı Tanrı anlayışının tam merkezinde yer almaya başlamıştı. 
Evreni tamir edip duran bir Tanrı saçmaydı, insan özgürlüğü ve yaratıcılığı ile çatışan bir Tanrı zorbaydı. Yüzyıllardır Tanrı, „ilahi takdir., „ölümsüzlük., insan yaşamının dehşetine ve ölüm korkusuna dayanmalarına kolaylaştırmış ama bunlar azaldığında yerini korku ve kuşku almıştır. Birçok bilim insanına göre; Tanrı, hala bu yönleri ile işe yaradığı için yaşamaktadır. 

Din çağında Evren anlayışı.. 

 Gök bilimi, en eski bilim dalıdır ve özellikle antik çağlarda en yoğun anlamda icra edilen, bilimlerin anası olarak görülen bir bilimdir12. İnsanların gökyüzüne olan ilgisi, yukarıda asılı duran cisimleri incelemeye itmiş ve teleskopun bulunmasıyla bu gözlemler daha etkin bir hâl almıştır. Atalarımız gökyüzünü daha çok zamanı ölçmek, yönleri bulmak ve hava durumunu tahmin etmek için incelemiştir. Bilimin diğer dalları gibi evrenbilim de daha önce sadece mitler veya dini dogmalarla açıklanabilen şeyleri açıklamak için yola çıkmıştı. 

 Eski Yunan mitolojisine göre ay ve yıldızlar Güneş.e benzer deliklerdi ve Tanrılar bu deliklerden bizi gözetliyorlardı. M.Ö. 6. yüzyılda filozoflar ilk kez mitolojik kabulleri terk edip, kendi teorilerini geliştirmeye başladılar. Thales (M.Ö. 624-546); “Evrenin temel taşı nedir?” diye sormuştu. Miletli Anaximander, dünyanın gece boyu yanıcı gazlar saldığını ve bunların birikip güneşi oluşturduğuna inanıyordu. 

 Dünyanın boyutlarını ölçme işini ilk kez Eratosthenes başardı. Mısır.daki İskenderiye kütüphanesinde çalışan Eratosthenes, 21 Haziran.da güneşin tam tepede olduğunu fark etti ve güneşin iz düşümünü takip ederek dünyanın çevresini ölçtü13. Dünya.nın çevresi bilindiğine göre, Ay ve Güneş.in boylarını ve Dünya.dan uzaklıklarını ölçmek daha kolaydı. 

Platon'a (M.Ö. 427-347) göre, „Evren. Nous (Akıl) tarafından biçimlendirilerek „Kaos'dan düzene. geçirilmiş, ruhu ve zekâsı olan bir canlıdır. Büyük düzenleyici, kendisi gibi önsüz ve sonsuz bir töz bulmuş ve ona biçim vermiştir. Platon.a göre evren, Tanrı tarafından bilinen „dünya ideası.na uygun olarak ve benzetilerek biçimlendirilmiş bir görüntüdür. Platon, algılar dünyasının ötesinde Tanrısal, değişmeyen bir gerçekliğin olduğuna inanmaktaydı. Ruh, aslından uzaklaşmış, bedene hapsolmuş, çökmüş bir Tanrısallıktı. 

Aristoteles (M.Ö. 384-336) fizik öğretisinde hiyerarşinin tepesinde bir ilk hareket ettirici tanımlasa da bunun tanrısal yönü neredeyse yoktu, dünyayı yaratmamış tı. Ama görüşleri Batı dünyasında özellikle Hıristiyanlar üzerinde önemli etkiler yaptı. Yerküre merkezli Aristoteles Evreni, dinler tarafından “devşirme” yolu ile benimsenip dogmalaştırıldı. 

Yaklaşık M.Ö. 300 yılında Aristarkos, Ay üzerinde dünya gölgesini gözlemleyerek; Güneş, Dünya ve Ay ilişkisine dair diyagramlar çizmiş, dünyanın daha ziyade Güneş.in etrafında döndüğünü ortaya koymuştu. Bunlar tarihin ilk kozmologları idi. 

Grek öğretisi, duyulur dünyanın uzay ve zaman içinde bir sanrı (illüzyon) olduğu ve bir insanın tek gerçek olan ebedi dünyada yaşayabileceği konusundadır. Yahudi ve Hıristiyan öğretisi öbür dünyayı bu dünyadan metafiziksel olarak farklı görmemiş, gelecekte erdemli olanın ebedi mutluluk içinde yaşayacağı ve kötü oranın ebedi ıstırap içinde yaşayacağı bir yer olarak tasarlamıştır14. 

Aristotelesçi Hıristiyan din anlayışına göre; evrenin bir sınırı vardır ve Tanrı bunun dışında yerleşmiş olarak tüm yarattıklarına dışarıdan bakmaktadır. Newton.un sonsuz evrenin de ise Tanrı, sonsuz uzayın bütünlüğü onun hem yerleşim yeri, hem de her şeyi algılama aracı olarak kavrandığından, sanki dışarıdan bakmaktadır15. Modern kozmolojide dahi bilim, hala kurucularındaki dinsel ve metafiziksel inançları aşmaya çalışmaktadır. Bunun temelinde hala evrenin bizim yani insanlar için yapıldığı fikri yatıyor. 

Newton.a göre uzayın yaratılması diye bir şey yoktu çünkü zaman ve uzay ebediyen varlardı. İbni Sina ve Galileo, momentumun konumu ile hareketin sürekliliğini açıklamak için bir Başlangıç Nedeninin gerekliliğini yok ettiler. Modern kozmoloji, gözlemlenebilir evrenimizin büyük bir „çoklu evren. bütünü içindeki sonsuz sayıda evrenden biri olabileceğini söylüyor. Şimdi modern fiziğin Tanrı ile ilişkisinin hangi aşamalardan geçtiğini inceleyelim. 

Fizik ve Tanrı.. 

 On altıncı yüzyılın sona erişi ile birlikte Batı, bütünüyle farklı bir toplum yapısı ve teknoloji üretme sürecine girmişti. Bu süreç, Tanrı.nın rolü ve yapısının algılanmasını da kaçınılmaz olarak etkiledi. Tanrı adını verdikleri nihai gerçekle ilişkiler yeniden gözden geçirilecekti. Değişim kurumsallaştı. Londra.daki Kraliyet Derneği gibi kuruluşlar kendilerini eskilerin yerine konulacak yeni bilgiler toplamaya adamışlardı. 

Genç kuşağın kötü yola düşmesi korkusunun yerini, daha iyi bir yaşam beklentisi almıştı. Yeni uzmanlık alanları kendi yolunda ilerlerken bulgular birleştiriliyor, bilgi yayılıyordu. Tanrı.nın varlığına ilişkin eski kanıtlar yeterli değildi; doğa bilimcileri ve filozoflar, deneysel yöntemlerle olguları kanıtlarken, kendilerini Tanrı.nın nesnel gerçekliğini de kanıtlamak zorunda hissettiler16. 

Filozofu çoğu bu dönemde üstü kapalı olarak Tanrının varlığına inanıyordu. Tanrının varlığını ciddi olarak sorgulamayı başlatan Fransız fizikçisi, matematikçi si ve teolog Blaise Pascal (1623-1662) oldu. Pascal, inancın sağduyuya dayanan akılcı bir kabul ediş olmadığında ısrar etti17. 

Rene Descartes (1596-1650) ise kuşkuculuğu yok etmek için Tanrının varlığını kanıtlamaya çalışırken kendine has bir teoloji üretti. Descartes gibi bilim insanları Tanrı varlığının ontolojik kanıtına dönmüştü; Tanrının varlığı zorunluydu çünkü gerçekliğe ilişkin sonuçlar çıkarmak için gerekli kesinlik ve güveni tek başına o sağlıyordu. 

 Aydınlanma döneminde akılcılığın yanında „yürek dini. denilen yeni bir tür dindarlık gelişti. İnsanları, dıştan gelen kanıt ve otoriteleri tamamıyla bırakmaya ve herkesi kapasitesi ve yüreğinde bulunan Tanrı.yı keşfe itiyordu18. 

Aforoz edilen Baruch Spinoza (1632-1677), İncil.in tanrısına değil ama bir Tanrıya inanmıştı. Ona göre İsrailliler de anlamadıkları bir görüngüye „Tanrı. adı vermişlerdi. Bu tür inançlar, sadece bilimsel, akılcı düşünce bakımından yetersiz olan halk kütlelerine yararlı olabilirdi. 

İngiliz fizikçi Isaac Newton (1642-1727), Tanrıyı kendi mekanik sistemine indirgemişti. Tanrı doğal fiziksel düzenin bir devamıydı, böyle bir makinist olmadan sistemi var olamazdı19. Newton, İncil.den bahsetmez; Tanrıyı yalnızca düşünmekle biliriz. Newton, dış dünyanın Tanrı için bir kanıt oluşturduğunu düşünmüyordu. Newton.un Tanrısı ile Hıristiyanlığın Tanrısı aynı değildi. Sonsuz uzayı keşfeden Newton, sonunda işe yaramaz bir Tanrı yaratmıştı. Tanrı yalnızca yararsız değil, kesinlikle zararlıydı. Newton, Hıristiyanlığı metafizikten arındırmak için çok çaba harcamıştı. 

3. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

Her Şeyin Teorisi - Tanrı ve Fizik .. BÖLÜM 1

Her Şeyin Teorisi - Tanrı ve Fizik .. BÖLÜM 1




Her Şeyin Teorisi - Tanrı ve Fizik*
Prof.Dr.Sait Yılmaz, 
06 Ekim 2019 

* Bu Makalenin son taslağını okuyarak görüşlerini esirgemeyen sevgili dostum, fizik teorisyeni Dr.Öğt.Üyesi Engin Yörüke teşekkür etmeyi bir borç bilirim. 

Cennet, Göklerde dönerek sana sonsuz ihtişamını göstermekte, ama senin gözlerin hala yerlerde. (Dante) 


 Giriş.. 

Biz, yüz milyarlarca galaksi içindeki ortalama bir yıldızın ufak bir gezegeninde, beyni hala çok gelişmemiş bir canlı türüyüz. Bizi özel yapan şey evreni anlayabiliyor olmamız. Aç gözlülüğü müz ve aptallığımızla kendimizi yok etme tehlikesiyle karşı karşıyayız. Giderek kirlenen ve fazla kalabalıklaşan küçük bir gezegende hayata kendimize bakarak devam edemeyiz. Samimiyete değil, gerçeğe ihtiyacımız var. Yetersiz kişilerin oluşturduğu şekilsiz kalabalıklar, kendilerini sevdirme sevdasında sanatçılar, giderek yozlaşan değerler ve eğlence kültürü içinde kaybolduk. Artık taklit değil, yaratmalı, gerçeğe katkıda bulunmalıyız. 

İnsan hafızası eğitilmezse geçmişten beri kötü olan şeylerin devam ettiğini anlayamaz, başka gözle bakamaz. Hakikat bilgisini (bilgeliği) görünümlerin gerçekliğinde değil, fikirlerin gerçekliğinde arıyoruz. Gerçekler asla benliğimizin dışında cereyan etmez. Kafamızı kaldırdığımızda gökyüzünde devasa bir boşluk var ve onun ötesinde sonu yokmuş gibi gözüken yıldızlar, gezegenler ve galaksiler. Evrenin yüzde 98.i görünmezdir. Evrenin kütlesinin sadece yüzde 4.ü insanları, yıldızları ve gezegenleri oluşturan atomlardan meydana gelmektedir. Bu sessiz devasa boşlukta yıldızlar kara deliğe düşmekte, evren gittikçe düzensizliğe gitmektedir. 

Newtoncu görüşe göre uzay ve zaman mutlaktı. Einstein.in yorumuna göre, evrende hiçbir temel saat bulunmamaktadır. Tüm gözlemler, gözlemcinin yerine ve hızına bağlı olarak değişir (özel görelilik). Einstein ile uzayda zamanın eğilip, bükülebileceğini öğrendik ama henüz tüm evreni açıklayacak bir doğa kuramı oluşturamadık. Bilim insanları, dinlerin anladığı şekilde bir Tanrı.nın var olduğu varsayımına şüphe ile bakmakta ama evrene ince ayar veren bir gücü daha olası görmektedir. Kısaca, dinlerin Tanrısı ile fiziğin Tanrısı ayrı ayrı kavramlardır. 
Bu makalede, evren bilimin geldiği noktayı sorgularken, fiziğin Tanrısı ile ilgili düşünceleri de paylaşacağız. 

 Din ve Tanrı.. 

Tarih boyunca insanlar korktukları ya da ihtiyaç duydukları şeyler için (gök, bereket, şarap, güzellik vb.) Tanrı icat ettiler, ibadet ettiler, kurbanlar adadılar. Ancak, onlar için işlerliğini yitirdiğinde Tanrı düşüncesinden uzaklaştılar. Din, sadece yaşadığımız hayat için değil ölümden sonraki hayat ve ilahi sistem hakkında da bir iman ve inanç öğretisi oldu. 

Dünyanın genel gidişinde düşünen insan genellikle açlık, sefalet, esaret gibi zor şartlar altında ve mutsuz bir ortamda idi. Dünya, ancak iyi bir ahret yaşamı umudu ile çekilebilir hale gelebilirdi. İşte din çok sonraları bunu keşfetti ve bugün de olduğu gibi binlerce yıl hep bu boşluğu kullandı1. 

Semavi (tek Tanrılı) dinlerin kitapları, insanlığın başlangıcı ile ilgili olarak Cennet Bahçesi.nden Âdem ve Havva.nın yasak meyveyi yemesi ile başlayan bir hikâyeden bahseder. İnsanlığın tarihsel deneyimi, Cennet Bahçesi.nden atılma ile başlar ve insanlığın sürgününe yol açar. İnsan, maddi bir varlık haline gelmiştir, artık kanlı-canlı bir varlıktır. İlk peygamberler; 930 yıl yaşayan Âdem ile yedinci nesil torunu ve öğrencisi Hanuh (Eski Yunan.da Hermes, İslamiyet.te İdris Peygamber) olur, sonraki ise Nuh.tur. Tevrat.ta verilen kronolojiye göre Âdem ve ailesi yaklaşık M.Ö. 4.000.de Güneydoğu Anadolu Bölgesi.nde geniş ve verimli bir arazi olan Harran Ovası.nda yaşıyorlardı. 

Tanrı, Âdem ve Havva.ya kötülüklerden tamamen arındıkları takdirde cennete tekrar dönmeyi vaat etmiştir. İnsanlığın görevi, „kayıp cenneti tekrar yaratmak tır 2. Ancak, nesilden nesile olaylar çığırından çıkar. İnsanlar yeni bir cennet bahçesi yaratmak için çalışmak yerine, kavga ve hırsları yüzünden gittikçe bu amaçtan uzaklaşır. Artık, insanoğlu cennete dönemeyecek kadar yoldan çıkmış, kötülüğe bulamıştır. 

 (1) Yahudilik: Tanrı iş başında, vaat edilmiş topraklar; 

Büyük Tufan dan hemen sonra, Tanrı yeni bir strateji uygulamaya karar verir. İnsanlar O.nun bilgeliğine sahip olmadığına göre, bir halkı kendine aracı yapacaktır. Musevi inancına göre, İbrani halkı böyle doğar. Bundan on beş yüzyıl sonra bu halk „Yahudiler. olarak anılacaktır. Musa, Tanrı.nın yazdırdığı On Emir ile yeni bir ahlak sistemi kurar3. Musa.dan sonraki önemli isim Davut ise kabileleri birleştirir. Davut ve Süleyman.ın yaşattığı İsrail Krallığı yıkıldıktan 136 yıl sonra ortaya çıkan Yehuda Krallığı da M.Ö. 586.da son bulur4. 

 (2) Hıristiyanlık: Tanrı.dan ayrışma, müjde (Cennet); 

Tanrı.nın stratejisi tekrar değişmek zorundadır. 
Yahudilerin sözünde duramayacağı ortaya çıkmıştır. 
Sorun vaat edilmiş topraklarla çözülemeyecek kadar büyümüştür. Yeni mesaj „İsa (Chris-Hristo). ile gelecektir; teması „müjde., vaadi ise „cennet.tir. Öldükten 40 saat sonra birkaç müridinin İsa.nın gölgesini gördüğünü iddia etmesi ile Hıristiyanlık başladı. 
Yeniden dirildiğine inanılan İsa, Mesih (kurtarıcı) kabul edildi. Hıristiyanlık, yavaş yavaş evrensel bir din haline dönüşürken, Hıristiyan dogmacılığı olağanüstü karmaşık, sorunlu ve çelişkili hale geldi. 

 (3) Müslümanlık: İslam (boyun eğ), birlik (Cihat): 

Hıristiyanlık da yoldan çıkınca sıra son peygambere ve nihai plana gelmiştir. Bu sefer Tanrı.nın mesajı daha serttir; İslam yani boyun eğ, itaat et. İslam ile önerilen „birlik. olmak, dünyayı Müslümanlaştırmaktır. Bunun için önerilen metot; „cihat. yani din için savaştır. Cihat anlayışına göre, Dünya; Darü.l İslam (İslam.ın Evi) ve Darü.l Harp diye iki bölüme ayrılmıştı. Erken İslam İmparatorluğu yayıldıkça, zamanla çok sayıda güç merkezine bölündü. Halefiyet sorununun yol açtığı hizipler İslam.ın iki ana kolunu oluşturdu. 

Yaratılış kitabına göre, Terah.ın oğullarından Avram (İbrahim), M.Ö. 1812.de, yani Âdem.den 20, Nuh.tan on nesil sonra dünyaya gelir. Yani din kitaplarına göre, insanın tarihi yaklaşık 4-6 bin yıllık maziye sahiptir. Bahsedilen Hz. İbrahim ile ilgili hiçbir belge yoktur. Bilim insanlarına göre, İbrahim Akdeniz.e göç eden kabile lideri bir gezginci idi ve Arabistan.a hiç uğramamıştı. Yaklaşık dört bin yıl önce başlayan Tanrı ile iletişim, bir kişiyle karşılaşmaktan ibaretti. Musa.nın Tanrısı muzaffer olmak isterken, İsa.nın Tanrısı hüzün doluydu 5. 

Din otoritelerine göre, bitki ve hayvan türleri ayrı ayrı yaratılmış ve her tür kendi benzerini yaratarak sabit kalmıştır. Bu dünya görüşü, büyük ölçüde durağandı ve önemli değişiklikleri kabul etmiyordu. Her farklı türün zaman içinde fazla uzak olmayan bir tarihte belki 6.000 yıl önce ayrı ayrı yaratılmıştı. Özellikle Nuh tufanı olmak üzere çeşitli felaketlerin açıkladığı ve dünyanın görünen tasarımının mimarı olan ve onun tarihsel gelişiminde etkin ve kutsal olan bir rol oynayan Tanrı.nın yarattığı evrende insanların özel bir yeri olduğu düşüncesi hâkimdi. 

Ancak, 1830 yılında Charles Lyell.in Jeolojinin Prensipleri (Principles of Geology) kitabındaki tezleri ile birkaç bin yıllık dünya tarihi inancı kırıldı ve dünya tarihi 4.5 milyar yıl geriye gitti. 1859.da yayınlanan Charles Darwin.in Türlerin Kökeni (The Origins of Species) kitabında türlerin değişmez olmadığını, ayrı ayrı yaratılışlar olmadığını, çevremizde gözlemlediğimiz yaşam biçimlerinin doğal ayıklanma süreciyle milyarlarca yıllık bir süre içinde evrim geçirdiğini ortaya koydu. Böylece, insanların doğanın tarihinde basit nesnelerden fazla bir şey olmadığı ve doğanın araştırılmasında mucizelerin ya da kutsal bir planın yeri olmadığı gibi kökten farklı görüşler güç kazanmaya başladı. 

Din, esasında hepimizin sorduğu sorulara ilk yanıt oluşturma girişimlerinden biri idi; neden buradayız ve buraya nereden geldik? Dinin cevabı ise hep aynı kaldı; Tanrı her şeyi yaratmıştı. M.S. 400.de filozof ve teolog Aziz Augustine, kendisine evrenin yaratılması ile ilgili sorulan bir soruya şu cevabı vermişti6; “Tanrı evreni yaratmadan önce ne mi yapıyordu? 
Tanrı cenneti ve dünyayı yaratmadan önce, senin gibi bu tür soruları soran insanları atmak için cehennemi yaratıyordu.” Doğa olaylarına, yaşama ve ölümden sonra hayata anlam verebilmek için doğaüstü varlıklar en iyi başvuru kaynağı idi. Ancak, bilim su sorulara artık çok daha iyi cevaplar veriyor, özellikle son yüz yılda evreni anlayışımızda olağan üstü ilerlemeler kaydettik. 

Tarihte büyük bilim insanlarının çoğu aynı zamanda din adamı idi ama Galileo vd. açıkça söyleyemeseler de Kilisenin iddia ettiği gibi dünyanın yukarısında cennet aşağısında cehennem olduğu bir cenderede dönmediğini ortaya koydular. Dünya tarihini altı bin yıl ve dünyayı düz zanneden semavi dinlerin, öngördüğü kıyamet saati de çoktan geldi geçti. Her geçen tarih için bir mazeret bulunmuş, yeni açıklamalar getirilmiştir. Gene de dünyamızda muhafazakâr kesimler uzun zamandır Mesih/Mehdi bekliyor ve Kıyamet Savaşı öngörüleri rağbet görüyor. Ancak, hava tahminlerinde olduğu gibi bilimsel kestirimler de peygamberler ve kâhinlerin öngörülerinden daha doğru olmayabilir. 

Bilim, başka her şeyin üstünde evrenin geri kalanıyla ilişkimizin anlaşılması için bir arayıştır. Din, bilime ve (bilimsel) bilgiye genellikle kuşku ile bakmış, dinin tartışılmaması gereken dogmalarına akıl ile yaklaşılmasına çoğu kez şiddet ile karşı çıkmıştır. Martin Luther.e göre; “Akıl, şeytanın aşüftesi” idi. Bilime tapan Çinliler arasında bile bilginin mutluluğu öldürdüğünü söyleyen Taocular çıkmıştır. Bilim insanları uzayda zaman ve mekânın kırıldığını yani çok eski zamanlara gidebileceğimizi keşfettiğinden beri, zaman tünelinde milyarlarca yıl geri gitmeye çalışırken; en önemli amaçlarından birisi de Büyük Patlama.ya dönerek Tanrı.nın planını öğrenmektir. 

2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***