31 Ocak 2020 Cuma

Türk Milleti Yokmuş,

Türk Milleti Yokmuş? 

Yazar: Ümit Özdağ 

Stratejik Düşünce Enstitüsü Başkanı ve AKP MKYK üyesi Prof. Dr. Yasin Aktay verdiği bir konferansta, 

“Esasen Türk diye bir ırk yoktur. Bugün kaçımızın atası, dedesi Orta Asya’dan gelmiş” diyor ve şöyle açıyor: “Sonuçta milletin ne olduğu, siyasilerin kararı ile içeriği doldurulan bir şeydir. Milletin içeriği, muhtevası, tanımı o siyasiler tarafından yapılmış sonuçta. Sana demişler ki, sen Türk’sün. Ne demek Türklük? İşte Orta Asya’dan gelmiş..Türk dediğin bir sentezdir zaten. Türk diye bir ırk yok.” 

Yasin Aktay’ın yapmak istediği şey, Milletin ne ve kim olduğuna siyasilerin karar verdiği düşüncesini empoze etmek. Böyle olunca AKP’nin de Türkiye’de yaşayanların kim olduğuna yeniden karar verme hakkı olacak. Kendince çok zekice ancak sosyoloji ve tarih biliminin temellerine aykırı. Esasen bir 
sosyologun böyle bir şey söylemesi çok ayıp. Yani Türkiye Cumhuriyetini kuranlar, bizim Ugandalı olduğumuza karar verebilirler miydi? Aktay’a göre evet. Oysa, Türkiye Cumhuriyetini kuranlar, tarihsel çizgiyi izlemekten başka bir şey yapmıyorlar. Selçuklu da bir Türk devleti, Osmanlı da bir Türk devleti. 

Resmi adı aslında Göktürk değil, “Türk Kağanlığı” olan bir devletin diktiği ve “Türk Oğuz Beyleri” diye başlayan, Orhun Abidelerine hiç gitmiyorum. Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey 1043’de Halife Kaim’e gönderdiği mektupta kendisini şöyle tanıtır: “Ben hür insanların evladıyım ve Hunlar’ın kral hanedanına mensubum.” Yani Oğuz Han’ın soyundanım demektedir. 

Karahanlı soyundan Prens Kaşgarlı Mahmut, 25 Ocak 1072’de yazmaya başladığı ve 10 Şubat 1074’de bitirdiği Divan-ı Lügati Türk’te şöyle demektedir: “Allah’ın devlet güneşini Türk burçlarında doğurmuş olduğunu ve Türklerin üzerinde göklerin bütün dairelerini döndürmüş olduğunu gördüm. Tanrı onlara Türk adını verdi ve yeryüzüne hakim kıldı. Cihan imparatorları Türk soyundan çıktı. Dünya milletlerinin dizgini Türklerin eline verildi. Türkler Allah tarafından bütün kavimlere üstün kılındı. Haktan ayrılmayan Türkler Cenabı Hak tarafından hak üzerine kuvvetlendirildi.”

Alparslan’ın oğlu Melikşah atını Akdeniz’in sularına sürdüğü zaman yanındaki tarihçi doğru olmasa da “Sultanım bu kadar batıya gelen ilk Türk sultanı sizsiniz” diyor. Osmanlı kaynaklarından Murad Hüdavendigar’ın I. Kosova öncesinde Sırp kralına kızarken, “İnşallah ana Türk erliğini gösterem” dediğini biliyoruz. 

Fethi yaşayan dönemin tarihçisi Aşıkpaşazade fethin ertesini şöyle anlatır: “Fethin evvel Cuma günü Ayasofya’da Cuma Namazı kılındı ve hutbe-i İslam okundu. Sultan Gazi Mehmet adına kim ol Murat Gazi Han oğludur.Ve ol Gazi Mehmet Han oğludur.ol dahi Sultan Beyazıt han oğludur ve ol dahi Murat Gazi hünkar oğludur. 

El Halil Gökalp neslidir kim Oğuz Han oğludur.” Batı Kaynaklarında Anadolu 11. Yüzyıldan itibaren Türkiye, 15. Yüzyıldan itibaren Batı haritalarında Osmanlı 
devletinin bulunduğu coğrafyanın adı “Türk İmparatorluğu” adını taşıyor. Sultan Abdülhamit Han’a anayasa getirildiğinde “Bu Türk’ün menfaatine olur mu?” bilmiyorum” diyor. Avusturya arşdükü Birinci Ferdinand’ın elçisi Busbecq şöyle demektedir: “Fakat bu düşman Tanrı’nın gazabı sonucunda bize karşı gönderilmiş bir bela ise, eski zamanlarda Atilla, büyük babalarımız zamanında Timur, şimdi de Osmanlı tufanları gibi…Böyle müthiş akınlara karşı hiçbir şey set oluşturamaz.” Yani Batılı Atilla, Timur ve Kanuni’nin aynı milletin çocukları olduğunu biliyor. Taraf gazetesinde Yasin Aktay’a destek veren, karısının başından aşağıya insan pisliği dökmekle meşhur Sevan Nişanyan’da Orta Asya’dan gelenlerin Türkiye’de oranı ancak % 5-10. Türkleşme devlet baskısı ve 
İslam ile olduğu diyor. Oysa Selçuklular konusunda dünya tarihinin en önemli ismi Prof. Dr. Osman Turan batı vesikalarından hareket ile bunun ne kadar büyük bir yanlış algı olduğunu onlarca sene önce ortaya koymuş:“Gerçekten tarihinde birçok kavim ve medeniyetlere sahne olan Anadolu’nun etnik siması, 
1071’den sonra, öyle sür’atle bir değişikliğe uğradı ki bu büyük muhaceret ve iskân hareketi araştırılmadığı ve anlaşılamadığı için Türkleşme hadisesi bir muamma halinde kalmış ve çok defa yerli halkların toptan ihtida veya imhasına atfolunmuştur. İhtida ve karşılıklı nüfus zayiatları mevzuu olmakla beraber büyük muhacereti ve etnik değişmeleri itibara alamayan bu tahmini görüşlere artık bir ehemmiyet verilemez.” Bütün bunları bilen şair “Rabbim isterse sular büklüm büklüm burulur, Sırtına Sakarya’nın Türk tarihi vurulur” demekte. 

Doğrusu tespitlerinin sosyoloji ve tarih ile uzaktan yakından ilgisi olmayan Aktay’ın strateji konusunda ne kadar derin olduğunu da başkanı olduğu Stratejik Araştırmalar Enstitüsü’nün çıkarmakta olduğu “ Stratejik Düşünce” dergisinin Mart 2013, s.46’da yer alan şu cümle çok iyi izah ediyor: “Aslında kader 
bizi mirasımıza doğru sürüklemektedir. Bu konuda pozitivist düşünce sahiplerinin ve Mutezile etkisindeki kesimlerin akılla izah etmeye çalıştıklarının dışında fizik ötesi gelişmelerin olduğu ayan beyan ortadadır. 

One Minute kıyamının hemen ertesinde Afrika çöllerinde yüz yıldır içinde su bulunmayan kuyuların sularla dolduğu gerçeğini yaşlı gözlerle anlatan İslam alimlerinin veTürkiyeli yardımseverlerin sözlerinin kader bağlamında ele alınması gerekir.” 

Bu kadar sosyoloji ve tarihe bu kadar strateji fazla bile. 

http://www.21yyte.org/ 
adresinden 06.12.2013 
18:01 tarihinde indirilmiştir

***

Türk Subaylarının, Oslo’da PKK ile Yapılan Anlaşma Uyarınca Soruşturulması na Başlanmıştır ..



''  Türk Subaylarının ''  Oslo’da PKK ile Yapılan Anlaşma Uyarınca Soruşturulması na Başlanmıştır ..


Yazar: Ümit Özdağ 
06.12.2013

2007’den buyana Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarına karşı devam eden karalama, yalan, iftira, tutuklama ve yargılamalar, son aylarda yeni bir aşamaya ulaşmıştır. 
Gazeteci Saygı Öztürk’ün 30 Ekim 2013 tarihli Sözcü 
gazetesinde de açıkladığı gibi özellikle son aylarda 1992-1995 yılları arasında Güneydoğu Anadolu’da PKK’ya karşı mücadele eden Jandarma Genel Komutanlığı’nda mensubu 200 civarında subay hakkında faili meçhul cinayetler iddiası ile davalar açılmıştır. 

Önümüzdeki günlerde bu davaların sayısında hızla bir artış olacaktır. 

Nitekim 2 Kasım 2013 tarihli Taraf gazetesi “Fırat’ın doğusu on savcıya kaldı” başlığı ile verdiği haberde 10 savcının 10 bin faili meçhul dosyasını bölüştüklerini belirtmekte, aynı haberde Diyarbakır Baro Başkanının da bu gelişme karşısında önemli bir gelişme dediği görülmektedir. 

Bu iki haber konuyu yakından izleyenlerin aklına derhal 10 Haziran 2012 tarihli Taraf gazetesinde Emre Uslu’nun “Güneydoğu Anadolu’da görev yapan askerler ve polisler savaş suçlusu olarak yargılanacak” başlıklı yazısını getirmektedir. Emre Uslu anılan yazısında “Güneydoğu Anadolu’da görev yapan askerler ve polisler savaş suçlusu olarak yargılanacak” cümlesinin Oslo’da yapılan görüşmelerde PKK ile MİT arasında mutabakat metninde yer aldığını ve görüşmelere katılan hakem devlet tarafından imzalanarak kasasına kaldırıldığını ifade etmektedir. Emre Uslu tarafından ortaya atılan bu iddia Hükümet veya MİT tarafından yayınlanmamıştır. Çünkü, bu iddianın belgesi MİT soruşturmasını 
yürüten savcıların elindedir. Nitekim, Emre Uslu bu hususu şöyle devam etmektedir: “Bu ifade MİT krizini tetikleyen belgelerin içindeki, MİT-PKK mutabakatlarında yer alan, devlet kayıtlarına girmiş bir ifade.” Emre Uslu tarafından ortaya atılan bu büyük iddia konusunda basın anlaşılmaz bir suskunluk içine girmiştir. MHP bu gelişmeyi yakından takip etmiş, Grup Başkan vekili Oktay Vural konuyu kamuoyunun gündemine taşımıştır. MHP Ankara Milletvekili Sayın Özcan Yeniçeri, 12 Haziran 2012’de bir soru önergesi ile hükümetten bilgi istemiştir. 

Türk subay ve polislerine karşı ancak Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra işgal güçlerinin uyguladıkları kapsamda bir tutuklama dalgasının planlandığı ilk gündeme getiren Emre Uslu’dan da önce 19 Kasım 2010’da Habertürk gazetesinde Fatih Altaylı “Terörü bitirmek için protokol imzalandı mı?” başlıklı yazısında dile getirmiştir. Altaylı şöyle demiştir: “PKK’nın yaptığı infazlar ile son 25 yılda Güneydoğu’da resmi görevlilerin terörle mücadele adı altında yaptıkları hukuksuz eylemleriaraştıracak bir Hakikatleri Araştırma Komisyonu kurulacak. PKK bu komisyona istediği bilgileri verecek, arşivlerini açacak. İlgili devlet görevlileri de ifade verecek.” 

Yeniçağ gazetesinde Yavuz Selim Demirağ ise durumu daha da açık bir şekilde ortaya koyan gazeteci olmuştur. Yavuz Selim Demirağ, 2 Aralık 2010’da Yeniçağ gazetesinde yazdığı “JİTEM Dalgasıyla terhis” başlıklı yazısında şu tespitleri yapmıştır: “Obama’ya yapılan şikayette, “17 bin faili meçhul” rakamını ortaya atanlar, İmralı’dan gelen ‘Hakikatleri Araştırma Komisyonu’ emri ile Güneydoğu’da terörle mücadele eden askeri personelden intikam alma planını uygulamaya koymak için düğmeye bastı. Yandaş medya görevi erkenden yüklenip “JİTEM Dosyası” haberleri ile ortalığı ısıtıyor. Haziran 2011 seçimlerinde Doğu ve Güneydoğu’dan daha fazla oy almayı planlayan AKP hükümeti, askere vurdukça prim kazanma mantığı ile yüzlerce subay-astsubayın tutuklanmasını sağlayacak yeni bir davanın açılması hazırlığında. Üstelik bu defa dokunulmaz zannedilen eski Genelkurmay Başkanları’na kadar götürecekler işi. 

Emekli olurken bile direnen İlker Başbuğ için şu günlerde üflenen “ İfade verecek... Yargılanacak ” yoklamaları sözde JİTEM davası ile taçlandırılmış olacak. Zira İlker Başbuğ, Diyarbakır Kolordu Komutanlığı gibi terörle mücadelede etkin birliklerin başında bulunmuştu... 

Neredeyse 30 yıldır devam etmekte olan mücadelede kim görev aldıysa peşinen ” zanlı” sayılacak. 

Teğmenliğinde, yüzbaşı, binbaşı, albay, generalliğinde sorumluluk sahibi kim varsa teker teker çağrılacak... Mevcut komuta kademesindekilerin bir an önce tasfiyesi, emekli edilmesi, görevden alınıp üniformalarının çıkarılmasıyla yetinilmeyip tutuklanmaları bile sağlanacak.” 

12 Mart 2011 tarihinde yazdığı “14 Mart düğün davetiyesi” başlıklı yazısında Demirağ şunları söylüyor: 

“Ömürleri terörle mücadeleyle geçmiş askerler Hasdal’da neredeyse üst üste yatıyor. 100 metreyi bile bulmayan koğuşlarda 36 kişi ranzalar arasında yürüyecek yer bulamıyor. Yıllar boyu dağlarda, çadırlarda yattıkları için onlar şikâyetçi değil(….)toplamda 130 kişilik kapasitesi olan Hasdal Askeri Cezaevi yetmediğinden, önümüzdeki günlerde başlayacak yeni dalgalar için hazırlık yapmak zorunda kalıyorlar. Yeni inşaat yerine mevcut barakaları tadil 
ederek cezaevi sınırlarına dâhil edip tel örgüleri genişletiyorlar. Yani Hasdal’da hummalı bir çalışma var. (...) JİTEM dalgası adı altında önümüzdeki günlerde terörle mücadele eden askeri birliklerin komutanlarına Hasdal’da yer açılıyor.” 

17 Şubat 2011 tarihli “Bin subay” başlıklı yazısında Demirağ şöyle demektedir: “Şu anda yüzde 10’u hapiste olan general sayısı yüzde 50’nin üzerine çıkarılacak. Uzman çavuşu, astsubayı, yüzbaşısı, albayına kadar binlerce subay, astsubay gözaltına alınıp terhis işlemi kısmen başarılacak. Bu arada Güneydoğu’da PKK’nın kontrolündeki oylar hedeflenip, İmralı’daki caninin ‘Hakikatleri Araştırma Komisyonu’ talebi yerine getirilmiş olacak.” 

6 Ocak 2012’de Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ tutuklanmıştır. 9 Mayıs 2013’de TBMM’de AKP ve terör örgütü PKK’ya müzayir bir partinin katılımı ile “TBMM Toplumsal Barış Yollarının Araştırılması ve Çözüm Sürecinin Değerlendirilmesi” komisyonu kurulmuştur. Böylece Abdullah Öcalan’ın isteği kısmen yerine getirilerek bir TBMM komisyonu kurulmuştur. Taraf gazetesi 16 Ocak 2011’de bu komisyonun kurulacağını MİT aracılığı ile terörist başı Abdullah Öcalan’a bildirildiğini duyurmuştur. 

Bu komisyonun adı bile PKK’ya teslimiyetin göstergesidir. Türkiye’de toplumsal barış ile ilgili bir sıkıntı yoktur. Türkiye 1984’den buyana PKK terörü ile devlet güçleri arasında devam eden bir çatışma vardır. 

“Toplumsal barış” dediğiniz zaman, Türk toplumunun bir kesimini PKK’nın temsil ettiğini zımnen kabul edersiniz ki, AKP bunu yapmıştır. Bu komisyonun başkanı Naci Bostancı, BDP’nin TBMM Çözüm Sürecini Araştırma Komisyonu’nda terör örgütü elebaşı Abdullah Öcalan ve Kandil ile görüşülmesini istemesine de “olabilir” cevabını vermiştir. Öte yandan binlerce faili meçhul cinayet iddiası ile Türk subayları ile ilgili davalar açılmaya başlanarak PKK’nın talepleri karşılanmaya başlamıştır.

Olayların akışı ve eldeki bilgiler AKP Hükümeti, Oslo’da PKK ile hakem devlet gözetiminde yaptığı müzakereler neticesinde Güneydoğu Anadolu’da PKK ile mücadele eden Türk subaylarının ve polislerinin yargılanacağına dair bir uzlaşma yaptığını ve bu uzlaşmanın hakem devletin kasasına imzalanarak girdiği anlaşılmaktadır. Anlaşılan MİT müsteşarını sorgulamak isteyen savcılar bu belgelere ulaşmışlardır. 
Önümüzdeki aylarda Türk Ordusuna ve subaylarına yönelik çok kapsamlı yargılama ve tutuklama davalarının geldiği anlaşılmaktadır. 

http://www.21yyte.org/ adresinden 
06.12.2013 18:07  tarihinde indirilmiştir

.***

TÜRK GERÇEĞİ.,

TÜRK  GERÇEĞİ.,



Türkler bin yıl önce bu topraklara geldiklerinde, karşılaştıkları yerli unsurlar, devlet kurabilme vasfından mahrum, kabile ve aşiret münasebetlerinin kültür anlayışında yaşayan, Bizans’ın siyasi hakimiyetini kabullenmiş topluluklardı. Bizanslıların askeri alanda Türkler karşısında Malazgirt’te başlayan ve art arda devam eden yenilgilerinin sonucu siyasi hakimiyetini süratle kaybetmesi Anadolu nun vatanlaştırılmasını kolaylaştırdı. Başta Ermeniler olmak üzere bu bölgede yaşayan diğer toplulukların siyasi varlıkları bulunmadığından, direnmeleri söz konusu olmadı. Anadolu’nun fethi sadece Bizans ‘ta yapılan savaşlar sonucu gerçekleştirildi. Selçukluların kurduğu ve Osmanlıların sürdürdüğü Türk siyasi hakimiyeti, bu coğrafyada yaşayan Müslim ve gayri Müslim bütün topluluklar tarafından kabullendi ve benimsendi. Zira Türklerin sağladığı içtimai nizam, adalete hakkaniyete ve geniş hoşgörüye dayanıyordu. Ermeniler diğer Hıristiyan topluluklardan daha fazla Türk – İslam medeniyetine ve kültürüne yakın durdular. Musıki ve mimari başta olmak üzere kültürümüzde iz bırakan eserler verdiler. Özellikle son asırlarda üst düzey yönetim kademelerinde yer aldılar, bakanlık yaptılar, Osmanlı topraklarında dağınık olarak yaşıyorlardı; bulundukları alanlarda hiçbir zaman nüfus çoğunluğu oluşturamadılar. Yunan isyanı sırasında Ermenilerin devlete bağlılıklarını ve sadakatlerini ifade bakımından “Millet-i Sâdıka” diye anıldılar.
Ermeniler problemli dönem 19.yüzyılın ortalarından itibaren başladı. Bunda Osmanlı Devleti’nin giderek artan siyasi, idari ve ekonomik problemlerine paralel olarak, merkezi otoritenin zayıflamasının rolü olmakla beraber, esas faktörler dış kaynaklıdır. 
Türk be Müslüman hakimiyetini Anadolu ve Rumeli’den silme amacını taşıyan “Hilale karşı salip” zihniyetinin “Haçlılık psikolojisini” içlerinden bir türlü atamayan Avrupa ve Rusya için, Osmanlı Devleti’nin parçalanması sadece muayyen siyasi ve askeri hedeflere ulaşmak anlamına gelmiyordu. Bunun ötesinde dini bir vecd halinde meseleyi Hıristiyan kültür ve medeniyetinin üstünlüğünün tescili olarak değerlendiriyorlardı.

Amaçlarına ulaşabilmek için politik girişimlerinin yanı sıra, eğitim konusuna da özel bir önem verdiler. Anadolu’nu her tarafında yüzlerce misyoner okulu, kolejler açarak önce psikolojik ve toplumsal tabanı hazırlamaya çalıştılar. Bunda geniş ölçüde başarı sağladıklarını kabul etmeliyiz. Ermeni kilisesi bu amaca yönelik çalışmaların karargâhı haline getirildi. Hınçak ve Daşnak gibi terörü metot olarak benimseyen örgütler kurarak ayaklanma hazırlıklarını sürdürdüler. 
93 savaşında uğradığımız ağır yenilgiden sonra toplanan Berlin Konferansında, ilk defa olarak Ermenilerin varlıklarını belirten ve bağımsızlıklarını sağlamaya yönelik hükümler yer aldı. Dışarıdan buldukları destekle cüretleri artan Ermeniler, İstanbul’da Sason ve Zeytun’da, Adana’da çeşitli tarihlerde ayaklanma denemelerine giriştiler. Bu olayların amacı Avrupa’ya müdahale fırsatı hazırlamak ve böylece Doğu’da bağımsız bir Ermenistan kurulmasını sağlamaktı. Çünkü Rumeli’de ki topraklarımızın bu metotlarla nasıl koparıldığını görmüşlerdi ve aynı senaryonun Doğu’da da pekâlâ uygulanabileceğini düşünüyorlardı. Ancak Sultan Abdülhamid’in iyi istihbarata dayalı dikkatli ve dengeli politikaları, serinkanlı tutumu Ermenilere aradıkları fırsatı vermedi.

Birinci Cihan savaşı başlarken Ermeniler saflarını çoktan seçmişlerdi. Kitleler halinde Rus ordusuna katıldılar, özel Ermeni taburları teşkil ederek Osmanlı Devleti’ne karşı bilfiil savaşa girdiler. Cephe gerisinde, özellikle Doğu ve Orta Anadolu’da kalabalık şekilde yaşayan Ermeniler kilisenin öncülüğünde silahlandılar. Eli silah tutan Türklerin cephede bulunmaları Türkleri tamamıyla savunmasız bırakmıştı. Nitekim savaş başladıktan bir süre sonra Ermenilerin katliam hazırlıklarının ilk işaretleri ortaya çıkmaya başladı. Van, Erzurum, Erzincan, Bitlis ve Yozgat’ta kasaba ve köylerde Müslümanlar vahşice öldürülüyor, camilerde kitle halinde yakılıyorlardı. Rus ordusu saflarında savaşan Ermeniler ise Rusları bile tedirgin edecek derecede acımasız davranıyorlar, Rus ordularının öncülüğünü ve kılavuzluğunu büyük bir coşkuyla yapıyorlardı. 
Bu durumda Osmanlı Devleti, savaşmakta olan her devletin alabileceği tedbirleri almak mecburiyetindeydi. Doğu ve Orta Anadolu da ayaklanıp katliam yapacakları anlaşılan Ermenileri, bulundukları yerden alıp Suriye ve Lübnan gibi güneyde güvenli yerlere nakletme kararı bu düşünceyle ortaya çıktı ve uygulandı. Benzer uygulamaların başka ülkeler tarafından gerekli hallerde çekinilmeden yapıldığı mesela Amerika’nın İkinci Cihan Savaşı sırasında Japon asıllı yurttaşlarını Orta Amerika da savaş sonuna kadar ikamete mecbur tuttuğu bir vakıa iken, bu uygulamadan dolayı Osmanlı Devletini suçlamanın anlamı yoktur.

Ermeni tehciri sırasında gerek iklim gerekse ulaşım ve iaşe şartlarının son derece elverişsiz olmasından dolayı çok miktarda ölümlerin meydana gelmesini soykırım olarak nitelendirmek saçmadır. Zira aynı şartlar içerisinde savaşmakta olan Türkler, gerek cephede ve gerekse cephe gerisinde açlık, hastalık ve soğuktan yüz binlerce kayıp vermişlerdir. Dört yıllık savaş sonunda cephede savaşırken şehit olanlardan birkaç misli fazla kaybı bu sebeplerle vermiş olan bir milleti körü körüne suçlamak yerine, sorumluları başka yerlerde aramak daha dürüst ve insani bir yaklaşım olur. Bunun yanı sıra Ermenilerin bu dönemde verdiklerini iddia ettikleri kayıp miktarı fevkalade abartmalı ve şişirmedir. Prof.Dr. Yusuf Halaçoğlu’nun bu kitapta detaylı şekilde açıkladığı rakamlar iddiaların asılsızlığını açıkça ortaya koymaktadır.

Asıl suçlanması gereken dış tahrikçilerdir; asırlar boyunca huzur ve güven içinde yaşadıkları topraklarda bu insanları ayaklanmaya teşvik eden kaynaklar yani Ruslar, Fransızlar ve İngilizler’dir. Fransızlar Çukurova ve çevresinde Ermenilere dayalı bir siyasi hakimiyet kurmak maksadıyla, Birinci cihan Savaşı sonunda bölgeye girmelerini Maraş, Antep ve Urfa’yı işgal etmelerini buralara Suriye’den Ermeni nüfusu nakletmeye çalışmalarını nasıl unutabilirler?

1920 de Güneydoğu’da Türk direnişi karşısında bölgeyi boşaltmak mecburiyetinde kalan Fransızlarla birlikte geriye çekilen Ermenilerin iklim ve yol şartlarından dolayı verdikleri kaybın üç bin civarında olması göz önüne alındığında, Osmanlı Devleti’ne yöneltilen suçlamaların asılsızlığı ortaya çıkar.
Piyer Loti’nin ifadesiyle, “Türklerin Hıristiyan olmamaları Avrupa’nın gözünde temel bir eksiklik. Ermeniler ve Ortodokslar bu Hıristiyan kimliğinden yeteri kadar faydalandılar ve herkesi bununla aldattılar. Ermeniler tarafından beyan edilen ölü sayısına gelince, aşağı yukarı toplam nüfuslarının iki katını geçer”. 
İstanbul’u  işgal eden ihtilaf devletlerinin ilk işi kesin gözüyle baktıkları katliama ilişkin siyasi belgeleri ve bunun sorumlularını aramak oldu. Bu amaçla “Divan-ı Harp” kuruldu; sonradan Kürt isyanına da karışan Nemrut Mustafa gibi hain, satılık ve şahsiyetsizler den oluşturdukları bu sözde mahkemede, suçlu olarak gördükleri Osmanlı yöneticilerini yargılayıp mahkum ettiler. Boğazlıyan Kaymakamı kemal Bey bu geleneksel senaryonun kurbanlarından biriydi ve vicdansızca asıldı. İngilizler iki yüze yakın Osmanlı aydınını tutuklayıp Malta’ya götürdüler. Amaçları burada kuracakları bir savaş mahkemesinde, bu insanları suçlayıp cezalandırmaktı. Ancak gerek Osmanlı arşivlerinde ve gerekse kendi belgelerinde niyetlerini gerçekleştirebilecek delil bulamadılar. Tahkikatı yürüten İngiliz Savcı Londra’ya gönderdiği resmi mektupta bu durumu açıklayarak Malta’da tutuklu bulunan insanların suçlanmalarının mümkün olmadığını belirtti. Bu durum karşısında İngilizler yargılamaya niyetli oldukları tutukluları salıvermek zorunda kaldılar.

  Milli mücadelenin ilk döneminde Doğu’da Kazım Karabekir Paşa’nın komutasında Ermenilere karşı yürütülen askeri harekât sonucu, kesin zafer kazanıldı ve Ermeniler geriye atıldılar. Bu başarıdan sonra imzalanan Gümrü Antlaşmasıyla Doğu sınırlarımız bugünkü şekliyle belirlenmiş oldu. Ancak özellikle Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra, komşumuz Ermenistan bir yandan sınırların açılarak ticari ve ekonomik imkanlara kavuşmak isterken, diğer yandan Doğu Anadolu topraklarımızı içine alan “Büyük Ermenistan” hülyasını sıkı sıkıya sürdürüyor. Zaten soykırım iddialarını kabul ettirmeye çalışmalarının müteakip amaçlarının önce tazminat sonra da toprak olduğunu saklamıyorlar. 
Terör Ermenilerin yüz elli yıllık siyasi çalışmalarının temelini oluşturur. 1973 yılında Los Angeles şehrinde ilk diplomatımızın şehit edilmesiyle başlayan son Ermeni terör döneminin özelliği meselenin milletlerarası alanlara kaydırılma niyetidir. ASALA adlı örgüt kanalıyla yürütülen bu eylemler sonucu, on bir yılda 53 diplomatımız ve görevlimiz şehit edildi. En büyük kaybı bu terör olayına hoşgörüyle bakan ve teröristlere sığınak ve barınak imkanları veren Fransa’da yaşadık; bu ülkede 8 şehit verdik.

Teröristlere karşı batılı ülkelerin ciddi bir önlem almayışı, faillerin bulunmayışı, tesadüfen ele geçirilenlerin ise mahkemeleri gösteri alanlarına çevirmeleri sonucu, Türkiye 1980’lerden itibaren etkili girişimlerde bulunmaya başladı. Devletin kararlı tutumu ve etkili girişimleri sonucu ASALA terör örgütünün çökertilmesi sağlandı.

Terörle sonuç almalarının imkansızlığını gören Ermeniler, 1984’den sonra strateji değiştirdiler. Çalışmalarını siyasal ve toplumsal alanlara kaydırdılar. Böylece dünya kamuoyunda destek sağlayarak devlet yönetimlerine etki yaparak meclislerde Türkiye aleyhine kararlar çıkarmaya yöneldiler.

Ermenistan dışında yaşayan ve “Diaspora” diye adlandırılan Ermeni cemaatleri, özellikle Fransa ve ABD’de yoğun şekilde yerleşmiş olduklarından buralarda siyasi karar mekanizmalarında dikkate alınmayı gerektiren bir potansiyel oluşturuyorlar. Son derece ,y, örgütlenen bu çalışmalara tahsis edebildikleri geniş maddi fonlar oluşturan basın ve televizyon gibi iletişim araçlarında siyasi kademelerde etkili pozisyonlar sağlayan “Diaspora” sistematik bir taarruz başlattı.
İlk olarak Avrupa ve Amerika da olayları kendilerine göre yorumlayıp çarptırdıkları binlerce kitabı basıp piyasaya sürdüler. Bu yayın kampanyasını gazete ve dergilerde makale ve haberlerle alabildiğine yoğunlaştırdılar. Öyle ki beş-on yıl içinde konu hakkında sağlıklı bir bilgiye sahip olması mümkün olmayan sıradan Avrupalı yahut Amerikalının beyni soykırım iddialarına ilişkin Ermeni görüşleriyle yıkandı. Böylece hazırlanan kamuoyunu ve psikolojik ortamı özellikle seçim dönemlerinde siyasi merkezlere taşımaya başladılar. Sonuçta çeşitli ülkelerin siyasi meclislerinde aleyhimize kararlar alma süreci başlatılmış oldu.
Türkiye bu propaganda saldırılarına karşı diplomatik ve entelektüel alanlarda ezeli uyuşukluğunu ısrarla sürdürdü. Konu meclislerde karar noktasına geldiğinde, ani bir iğne batırılmışcasına kıpırdar gibi olduysak ta, bu refleksler süreklilik yoğunluk ve dolayısıyla ciddi bir etkinlik kazanamadı. Mesela on beş yıl önce tanınmış batılı tarihçilerin soykırım iddialarının asılsızlığını belirleyen raporları önemli bir çıkış olarak gerçekleştirilmesine rağmen arkası getirilemedi. Ermenilerin bu konudaki mukabil girişimlerine önlem alınmadığından raporda imzası bulunan bilim adamlarının hemen hepsi geri çekildiler. Çünkü Ermeniler bu baskılarla bilim adamlarını korkutmayı ve yıldırmayı başarmışlardı. Ermeni baskılarının boyutlarını gösteren somut bir örnek Bernard Lewis olayında yaşandı. Kitabında soykırım iddialarının asılsızlığını ortaya koyan bu değerli tarihçi Ermenilerin açtıkları dava sonucu kurgulu bir yargılamadan sonra Fransa da mahkum edildi.
Konu meclislerde karar aşamasına geldiğinde her seferinde meseleyi hatırlayan Türkiye Devleti ve binlerce personeliyle dünyanın en şişkin örgütlerinden biri olan Dışişlerimiz ne olup bittiğini daha kavrayamadan konunun Ermenilerin istediği şekilde sonuçlandığını gördük. Sadece ABD de Temsilciler Meclisinde onaylanmasına mutlak nazarıyla bakılırken Türkiye’nin jeopolitik ve jeostratejik özelliklerini dikkate alan Amerikan devlet kademelerinin son dakika müdahalesiyle tasarı geri çekildi.

Avrupa ise Türkiye’ye ABD’den farlı bakıyor. Bu yüzden AB parlamentosunda (iki defa) Fransız ve İtalyan parlamentolarında bilinen sonuçlar ortaya çıktı. 17 Aralıkta üyelik müzakerelerinin başlaması için tarih verilmesine paralel olarak Türkiye’ye soykırım iddialarını tanıması yönünde giderek artan bir baskı başlatıldı. Bunun süreceği ve bir süre tıpkı Kıbrıs konusunda olduğu gibi bir “şart” şeklinde önümüze getirileceği şimdiden bellidir. Soykırım iddialarının ne tarihi gerçekleri ne de 1948 tarihli soykırım anlaşmasının kriterleri dikkate alınmadan aleyhimize hükme bağlanması üzerinde çok düşünülmesi gereken bir tablodur.
Türkiye savunma ihaleleri gibi belirli kozlara dayalı girişimlere fazla bir etki sağlayamayacağını hatta bunun aleyhimize dönüştürülebildiğini görmelidir. Avrupa’nın bu derece peşin ve kesin hükümlerle aleyhimizde tavır almasında diasporanın siyasi ağırlığının bire bir yürüttükleri kulis çalışmalarının oluşturdukları psikolojik ortamın elbette büyük etkisi var. Ancak bütün bunların yanı sıra özellikle bazı Fransız politikacıların politik malzeme halinde kullanmaya yöneldikleri soykırım iddialarının Türkiye nin Avrupa Birliği’ne girme şartlarından biri şeklinde gündeme taşınmakta oluşunun üzerinde daha fazla durmak gerekir. Avrupa bazı devlet adamlarının zaman zaman 1920’lerde bir Kürt devletinin kurulmamış olmasından yakındıklarını biliyoruz. Aslında Milli Mücadele sonunda Türkiye’nin kazandığı zafer, bu topraklarda Ermenilerin Kürtlerin ve Pontus Rumlarının devlet kurmalarını öngören Avrupa projesinin yenilgisi anlamını taşıyordu. Soğuk savaş süresince NATO bünyesinde Avrupa’nın savunmasından çok kritik bir görev üstlenmiş olan Türkiye ile bugün IMF ve Dünya Bankası’nın ekonomik desteğine muhtaç AB’ne mecbur ve mahkum gösterilen Türkiye’ye bakışlarında önemli farklılıklar var. Şu sıralarda Avrupa’nın Türkiye’yi bir bakıma 1856 Paris Konferansı sırasındaki Osmanlı Devleti gibi yani hem mali ve ekonomik hem de siyasi alanlarda kendilerine bağımlı ve muhtaç bir pozisyonda gördüğünü söyleyebiliriz. Türkiye’nin Ortadoğu’da ki konumuna stratejik açıdan farklı bakan ABD ile Avrupa arasındaki bu değerlendirme farklılığı Ermeni meselesinde de sürekli karşımıza çıkıyor. 

Türkiye dış politikasını sağlıklı ve gerçekçi şekilde değerlendirmek tespitlerinin doğru esaslara oturtmak uygulamalarında sürüp gelen tutuk durgun kararsız ve mütereddit tavırları süratle değiştirmek mecburiyetindedir. Başka bir ifadeyle büyük bir devlet olduğumuzun bilincinde olarak milletimize hizmet etmenin gururu onuru ve övüncünü taşıyarak coşkuyla inançla hareket edildiği zaman olayların kontrolümüze almamızı kimse önleyemez. Asırlar önce zor durumda kalan bir millet için çıkış yolunun ne olduğu Göktürk Abidelerinde belirtilmişti. Bunu hatırlamanın tam zamanıdır. Ey Türk Titre ve kendine gel.


İnsanlara nasıl yardım edilir. Bin yıl önce insanlar Anadolu’da nasıl yardımlaşırdı biliyor musunuz.,


Bin yıl önce bu topraklarda insanlar yoksul ama özgürdü. Köylüler ve halk bizansın sadece adını duyardı.
Ankara’ karargahından ayrılmazdı bile askerler. En güçsüz zamanlarıydı bizansın. Her milletten her dinden insan yaşardı anadolu’da.

Yahudi Ermeni Rum Türkmen mogol kaçkını ortaasyalılar, Acem farslı arap kürt hepsi vardı. Hepsi az çok birbirlerinin dilini bilir anlaşırladı. Çünkü hepsinin birbirlerine ihtiyacı vardı.

Ermeniler zanaatkardı. Yahudiler ticaret erbabıydı. Rumlar esnaftı. Türkmenler ve müslümanlar tarım ve hayvancılıkla, avcılıkla meşguldu. Herkesin dini ayrı olsa da yaradanlarının tek olduğunu bilirlerdi.

Musevi ortodoks tengrici şamanist zerdüşt hepsi yaradanlarına kendi dillerinde ibadet ederlerdi. inançlarından dolayı hiç bir zaman anlaşmazlık yaşamazlardı.

Çünkü müslümanlarda sonradan Mevlana ve Yunus Emre’nin etkilendiği Ahmet Yesevi, Hallaç’i Mansur gibi alimlerin insan sevgisini ön planda tutan bir islam anlayışı ile özdeşleşmişlerdi.  Bu bir tür ortaasya önceki inançlarıyla, islam inancının iyiye güzele ve sevgiye dayalı senteziydi.

Komşular birbirlerine bağlıydı, biri hasta olsa hangi dinden olursa olsun onu hekime kadar sırtında taşır götürürdü. Kimsenin kapısında kilit olmaz, herkesin her şeyi ihtiyacı olanlara açık olurdu. çünkü tek güvenceleri ve sigortaları yine birbirleriydi. Bu tür içtenlik ve yakınlık özel bir davranış gibi değil, gelenek ve görenekleri bu şekilde oturmuş ve alışkanlık halini almıştı.

Bu insanlar birbirine hiç sadaka vermezlerdi. bu tür bir alışkanlık onlar için yüz kızartıcıydı.
Eskiden insanların geçimi ancak kendilerine yetecek kadardı. Hayvanlarla günde en fazla bir yada iki dönüm işleyebilirlerdi.

Bir insanın başına bir kaza geldiğinde zor durumda kaldığında mahsülünü dolu alır, soğuk alır, yada hastalıktan olmadığı zaman, veya sel yangın gibi bir kazaya uğradığında insanlar kimseden yardım istemez, sadece tanrılarına dua ederler tanrılarından yardım isterlerdi.

O’nun zor durumda olduğunu bilen komşusu köylüsü o’nun ihtiyacı olan malzemeyi gece gizlice onun bacasından içeriye atardı.

Yardım eden kişi bunu yardıma muhtaç insana değil tanrıya bağışlardı.
Yardımı alan kişi bunun tanrı’dan geldiğine inanır, kimseye karşı kendini borçlu hissetmezdi.
Yardım eden kişi kendisinin yardım ettiğini tanrı’dan başka kimse bilmez, bilirse veya dolaylı yönden şüphe duyulacak bir davranışta bulunursa bunun sevabı olmaz aksine yardım ettiği kişiye borçlu sayılırdı.

Çünkü o zaman Tanrı aradan çıkmış olacak, yardım alan kişi kendine yardım edeni tahmin ederse ona karşı kendini borçlu hissedeceki sürekli ona minnet duyacak eziklik hissedecekdi. Bu şekilde yardım eden kişi yardım ettiği adamın manevi olarak hakkını yemiş olacaktı. Yardım edenin ettiği yardım başkalarına duyulur ve tahmin edilirse çevrede bunun itibarını kazanacak ve ettiği yardımdan daha fazlasını almış olacaktı.

O nedenle iyilik yapmak isteyenler yapacağı iyiliği Tanrı’ya yapmış sayılır.ahirette bunun karşılığı ile ödüllendirilir. Yardım alan kişi de Tanrı’sına şükreder ve bağlılığını sürdürürdü. insanlar bu şekilde ayrışmadan birbirlerini rencide etmeden sevgiyle yaşayıp giderlerdi. Noel babanın bacadan hediye atmasının kökeni de taaa oralara dayanır.

Şimdiki tarih Türklerin Anadolu’ya gelişini 1071 sonrası dese de bu gerçeği yansıtmaz daha uzun yıllar öncesinden Türkmenler dağınık ve kalabalık şekilde Mersin üzerinden Denizli’ye(tenguzlu) kadar gelmiş yerleşmişlerdi. Alparslan bu sebeble burada daha önce yerleşen türkmenlerin gücüyle bizansı alt edebilmişti.
Türklerin Anadolu’ya gelmesi ve selçuklu’nun kurulmasıyla bu baca kültürü ve sosyal yardımlaşma, dergah ve tekkeler aracılığı ile yapılmaya başlandı. insanlar ihtiyaç fazlası olan varlıklarını tanrı adına dergahlara bağışlarlardı dergahlar her derde derman ve yardım yuvalarıydı.

Aç açıkta kalanlar dergaha gider ihtiyacını karşılardı her dergahta tabibler bulunur insanları tedavi ederlerdi.Bu iyilik yuvalarını inancın kutsaliyetiyle özdeşleştirip bütünleştirmişlerdi. O zamanki insanlar dergahlarda hiç kimseye hangi inançtansın millettensin diye sormaz, sonra ki yüzyıllarda suni arap islam inancı yavaş yavaş kendini belli etmeye başlayınca sorulmaya başlandığında sevgili Yunus’un en büyük isyanı buna olmuştu.

Yetmis iki millete
Bir göz ile bakmayan
Şeriatın evliyası olsa
Hakikate asidir

Sen sana ne sanırsan
Ayruğa(baskasına) da onu san
Dört kitabın manası
Budur eğer var ise

Dört kitabın mânâsı
Bellidir bir elifte
Sen elifi bilmezsin
Bu nice okumaktır

Yunus Emre der hoca
Gerekse bin var hacca
Hepisinden iyice
Bir gönüle girmektir.,

YUNUS EMRE.,

Yunus Emre’nin bu sözleri kim olursa olsun insana verilmesi gereken önemi yansıtmaktadır. insanlar bu şekilde ayrışmadan birbirlerini rencide etmeden sevgiyle yaşayıp gitmişlerdi Taa ki Fatih’in istanbul’u alıp Ak şemşettin’i de danışmanı yapıncaya kadar.

Çünkü imparator olmanın da belli kuralları vardır. Bu durum yavuz selim’in Şah ismaille savaşına kadar yavaş yavaş, sonrasında hızla değişim göstermiştir

O günden sonra bu dergahlar imparotorluğun üniter devlet yapısına ve otoritesine tehdit olarak görüldü isyan potansiyeli yüksek olması gerekçesiyle Fatih’in Anadolu beylerbeyi olarak atadığı Rum asıllı ishak pasa tarafından başta germiyanlılar olarak Bütün bu Türk yurtları, dergahlar, tekkeler kılıçdan geçirildi ve osmanlı en fazla türk katleden imparatorluk ünvanını kazandı.

Osmanlı tarihinde türkleri katlettiği kadar başka hiç bir milleti katletmedi.
insan b.dündar

https://tammakale.com/2018/12/bin-yil-once-insanlar-anadoluda-nasil-yasardi-biliyor-musunuz/

***

Sykes-Picot, Bush-Blair ve Barzani-Bağdadi

Sykes-Picot, Bush-Blair ve Barzani-Bağdadi



Türksam / Orta Doğu ve Afrika / 
Sykes-Picot, Bush-Blair ve Barzani-Bağdadi,
16 HAZİRAN 2014


Yazar: İbrahim ÇEVİK 
Kategori: Analizler, Dış Politika Araştırmaları Merkezi, Orta Doğu ve Afrika

Kader midir bilinmez… 

Irak’ın ne olacağına daima ikili gruplar karar vermiştir. 
Düne kadar bu ikili gruplar Sykes-Picot ve Bush-Blair’den ibaretti. 
Bugün türeyen yeni ikili Barzani-Bağdadi’dir. (Abu Bakr al Baghdadi). Bu tarihi yolculukta Türkiye’nin adı hiçbir yerde geçmez.

Tarihimizin bize yüklediği sorumluluğa rağmen soydaşlarımızı iç politik kavgalarda harcadık. 
Bölgeye ait temel bilgilerimizi stratejik bilgi haline getirmeye zaman bulamadık. 
Binlerce kilometre uzaktaki ülkeler Irak’ta oyun kurarlarken biz Türkmeneli’ni sadece hedef haline getirdik. 
Kürt petrolüne ve cari açığı Kuzey Irak parasıyla kapatmaya yoğunlaşırken, daha öz ifadeyle paranın peşinden koşarken biriken Sünni öfkesini görmedik. Dünyaya kendimizi Irak, Lübnan ve Suriye’deki Sünni Arapların hamisi olarak sunduk. 
Arkası sağlam olmayan bu duruş yine Sünni Arapların bir fiskesiyle yıkıldı. Türkmenler, Kürtler ve Şiisiyle Sünnisiyle bütün Araplar nazarından kaybeden tek ülke Türkiye oldu.

Önce selefi olarak sonra Irak-Şam İslam Devleti (IŞİD) olarak Irak’ta “Bilad-ı Şam” ilan edildi. Lübnan, Filistin, Ürdün, Suriye, Irak ve nihayet Türkiye’nin bir bölümünü kapsayan İslam devletinin adıydı bu. Şam (Sham), Suriye’nin başkentini değil El Cezire, Mezopotamya ve adı geçen ülkelerin tümüne verilen isimdir. Yine aynı anlama gelen yani doğuya ait olanı, doğudan yükselişi 
anlatan Levant tanımlaması da kullanılır. Bu tanımlamalar durumun ne ölçüde ciddi olduğunu anlamamız için yeterlidir.

ABD, Usame Bin Ladin’i öldürerek yıkılan gururunu tekrar ayağa kaldırdı; ama arkasında yoğunlaşıp, patlamasını sağlayacak bir merkez arayan Sünni öfkesini bıraktı. ABD, ayrılırken Irak’ı husumet yaratmada Baas’ı aratmayan, Sünnileri köşeye sıkıştıran Dawa Partisi’ne ve Maliki’ye teslim etti. Batı, topraklarında yaşayan Sünnileri terörist sınıfında görmekte ısrar edince öfkenin sınırları küresel ölçeğe yükseldi.  IŞİD’i bu öfke yarattı ve Vahabi parasıyla bugünkü gücüne ulaştı.

Suriye ve Irak’ın petrollerinin önemli bölümünü eline geçirdi. Russia Today’in bildirdiğine göre Musul Merkez Bankası’nda ele geçirdiği 426 milyon dolar ile dünyanın en zengin terör örgütü haline geldi. Irak ordusunun terk ettiği askeri donanımları elde etti. Artık böyle bir gücün önünde durmak gerçekten zordur.
IŞİD’in hedefleri arasında Kürt Bölgesel Yönetimi de (KBY) bulunmaktadır. Gerçekleştirdiği eylemlerle bunu ortaya koydu. 

Ancak şu andaki öncelikli hedefi Bağdat. Aksi olsaydı Musul’dan sonra Kerkük’e yönelirdi. Böylece hem dünyanın en zengin petrol yataklarına sahip olur hem de Kürtlerin petrol üstünlüğüne darbe vurmuş olurdu. Irak ordusu Musul’da adeta bozguna uğramış gibi kaçarken ve Kerkük de aynı durumdayken IŞİD neden şehre girmedi ve onun yerine peşmerge şehrin kontrolünü tümüyle ele geçirdi? Musul’da üniformalarını çıkarıp sivil kıyafet giyerek kaçan askerler Kerkük’te farklı mıydılar? 

   IŞİD için son bir adımlık işti ama yapmadı, bu işi Barzani’ye bıraktı. O da eline geçen bu altın fırsatı kaçırmadı ve tek kurşun sıkmadan Kerkük’ün üzerinde çöktü. Barzani böylece başını çok ağrıtan Kerkük’ün statüsünü belirleyecek olan Birleşmiş Milletler’in 141. maddesinden kurtulmuş oldu. Türkmeneli’nin bir yurdu daha Kürtleştirildi.

   Kürdistan Demokrat Partisi’nin (IKDP) sözcüsü Muhammed Ali Yasin, peşmergenin IŞİD ile Bağdat arasındaki savaşa karışmayacağını, Kürdistan dışında bir yere gönderilmeyeceğini söyledi. Bu durumda IŞİD, başarılı olamasa bile merkezi hükümeti sallayacak bu da Barzani’ye sayısız fayda sağlayacak. Şii-Sünni çatışmasını dışarıdan izleyen fırsatçı Barzani, ABD’yi Irak’ın bölünmesine razı olmaktan başka çare bırakmamaya çalışacak.

Ülkemizdekiler de dahil olmak üzere tüm Kürtçülerin dilinde “Gelê Kurd Yeke” (Kürt Halkı Birlik) sloganı kullanılıyor. Batı destekli Kürtçülerin rüyası olması bakımından bu da IŞİD’in Barzani’ye sağladığı bir diğer fayda. Bir fayda daha; 
IŞİD ile boğuşan Bağdat’ın Kuzey Irak üzerindeki baskısı tümüyle kalkmak üzere. Bağdat’ın gözünden uzakta kalacak olan Kuzey Irak’taki bölgesel yönetim, Kürt petrolünü dünya pazarlarına henüz çıkardığı bugünlerde hiç ummadığı bir rahatlığa kavuşmuş olacak. Petrolü kendi üzerinden sevk eden Türkiye’nin kazancı ise belki birkaç milyon dolar olacak. Bunun karşılığında 
kaybını maddi olarak ifade etmek mümkün olmayacak. Batılı ülkeler ve de özellikle Türkiye’nin dış ticaretinde Irak’ta işbirliği yapılabilecek tek güç Irak’ın kuzeyindeki bölgesel yönetim olacak. Barzani, ticari ayrıcalığını siyasi tavizleri koparmada ustalıkla kullanacak. Petrol piyasası ani yükselişe geçtiği için Kürt petrolü özellikle spot piyasada hem rağbet görecek hem de yüksek fiyattan alıcı bulacak. Askeri bakımdan Irak ordusu kaçarken arkasında bıraktığı ağır silahlarla peşmergeyi hiçbir harcama yapmadan modern silah-mühimmat ve teçhizatla donatmış olacak.

   Sonuç olarak: 

   Küresel ölçekte olmasa dahi Türkiye bölgesinde büyük bir ülkedir. Küresel politikalara etki edemese dahi bölgesel politikalarda oyun kurucu olmak zorundadır. Böylesine büyük ve önemli bir ülkenin “devlet adamları” tarafından yönetilmesi kaçınılmaz bir zorunluluktur. 

   Aksi takdirde giderek küçülme akıbetinden kurtulması mümkün değildir. Buna karşılık giderek büyümek suretiyle tek kazanan Barzani olacaktır.

http://turksam.org/sykes-picot-bush-blair-ve-barzani-bagdadi

***

TÜRK AKIMI PROJESİ TÜRK-RUS İLİŞKİLERİNDE YENİ İŞBİRLİKLERİNİN TETİKLEYİCİSİ OLABİLİR Mİ? BÖLÜM 2


TÜRK AKIMI PROJESİ TÜRK-RUS İLİŞKİLERİNDE YENİ İŞBİRLİKLERİNİN TETİKLEYİCİSİ OLABİLİR Mİ? BÖLÜM 2



Öte yandan, 30 Nisan 2018’de Türk Akımı Gaz Boru Hattı’nın sözcüsü Sander van Rootselaar tarafından projenin mevcut durumu ve geleceği ile ilgili olarak aşağıdaki bilgileri kamuoyu ile paylaşılmıştır: “Birinci hat tamamlanmış olup ikinci hat ise Türkiye Münhasır Ekonomik Sınırı’na kadar 224 kilometre döşenmiş durumdadır. Boru hatları kıyıya ulaştığı noktada kendi şirketlerinin yetki ve sorumluluğundan çıkmaktadır. Kara kısmındaki boru hattının Boru Hatları ile Petrol Taşıma AŞ (BOTAŞ) tarafından döşenecektir. BOTAŞ’ın bu kısım için şu an Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) sürecindedir. Projenin Avrupa’ya ilerleyecek kısmı için de BOTAŞ ve Gazprom’un ortak bir şirket kurulacak olup bu şirket için görüşmeler sürmektedir. Toplam maliyeti 7 milyar dolar olarak öngörülen Türk Akımı gerçekten inanılmaz hızlı bir gelişmeye girdi. Açık deniz boru döşeme kısmı sığ sularda 7 Mayıs 2017’de başladı ve artık ilk hattın sonuna gelindi. Açık denizdeki ikinci hat için bütün izinleri aldık. Türkiye’deki kara kısmının inşaatları başladı ve Rusya’daki kara kısmının inşaatı da Aralık 2019’dan önce bitecek. Bu tarih itibarıyla Türkiye’ye doğalgaz aktarımı başlayacak. Türk Akımı doğrudan Türkiye’ye ulaşacak bir hat. Bu gerçekten büyük bir avantaj ve fayda. Batı Hattı Türkiye’ye birkaç ülkeden transit geçip ulaşırken bu proje Türkiye’ye direkt ulaşacak. Projenin kara kısmının geldiği Kıyıköy’de insanların çoğunun gelir kaynağının balıkçılıktır. Balıkçılığın etkilenmemesi için borunun güzergâhı seçilirken mümkün olan en kuzey noktanın tercih edilmiştir”.[15]
Diğer yandan, 7 Ağustos 2018 tarihi itibariyle Türk Akımı’nda gelinen son durum proje sözcüsü Pınar Esen tarafından kamuoyuyla paylaşılmıştır. Sözcü Esen, konu hakkında basın mensuplarıyla yaptığı toplantıda şu ifadeleri kullanmıştır: “Yıllık toplam taşıma kapasitesi 31,5 milyar metreküp olan Türk Akım Projesi’nin iki açık deniz boru hattından oluşmakta ve her hat 930 kilometre uzunluğundadır. Pioneering Spirit Gemisi, 7 Ağustos itibarıyla projenin Avrupa’ya gaz taşınması planlanan ikinci hattında 435 kilometre boru döşemeyi tamamlamıştır. İki hat üzerinden hesaplanınca bin 369 kilometrelik boru döşenmiş oldu. Türkiye’de ayrıca karada inşaat operasyonunun bu yıl başladı ve burada alım terminali yapımı ve kıyı geçişi işlerinin devam etmektedir. Alım terminali Kıyıköy’de inşa ediliyor. Burada doğalgaz depolanmayacak. Ölçümleme ve regülasyon istasyonu olarak düşünebiliriz. Bu terminal şirketimizin sorumlu olduğu açık deniz kesiminin sona erdiği nokta olacak”.[16]
Uluslararası Enerji Ajansı’nın (UEA) verilerine bakıldığında, Türkiye ve Avrupa Birliği’nin 2014 senesindeki gaz gereksinimi 462 milyar metreküptür. Birlik ve Türkiye, mevzubahis ihtiyacın 260 milyar metreküpünü kendi iç kaynaklarından elde ederken, 202 milyar metreküpünü dışarıdan almıştır. Yine UEA’nın istatistikleri irdelediğinde, Birlik ve Türkiye’nin toplam gaz ihtiyaçlarının 2030 senesinde 521 milyar metreküp olacağı tahmin edilmekle beraber öngörülen ek dış alım hacminin 125 milyar metreküp şeklinde gerçekleşeceği düşünülmektedir. Bu noktada vurgulanması gereken husus ise, Birlik ve Türkiye’nin hâlihazırdaki üretiminin 2014-2030 döneminde 260 milyar metreküpten 194 milyar küpe düşeceğine ilaveten, aynı zaman zarfında dış alımın ise 202 milyar metreküpten 327 milyar metreküpe (327 milyar metreküp) yükseleceği tahminidir. Ankara ve Brüksel, enerji gereksinimlerini karşılayabilmek maksadıyla mutlak surette Moskova’dan gelecek gaza ihtiyaçları vardır. Türk Akımı ise, enerji güvenliği çerçevesinde rota farklılaştırılması yönünden çok önemlidir.[17]
30 Ağustos 2018 tarihi itibariyle Gazprom Başkanı Aleksey Miller tarafından yapılan açıklamada, hat döşemeden sorumlu şirketin Türk Akımı Gaz Boru Hattı’nın iki hattı boyunca 1500 kilometre boru döşeme işlemi gerçekleştirdiğine işaret edilerek, bunun boru hattının toplam uzunluğunun yüzde seksenine tekabül ettiğine dikkat çekilmiştir.[18] Öte yandan, 28 Ekim 2018 tarihinde Gazprom’un paylaştığı bilgiye göre, boru hattının iki kolunda toplam olarak 2775 kilometre boru döşenmek suretiyle yüzde 95’lik bölümü tamamlanan Türk Akımı, 2019 senesinin sonunda tam anlamıyla faaliyete geçeceği açıklanmıştır. Bu açıklama çerçevesinde iki hattan oluşacak Türk Akımı’nın birinci kolundan Türkiye piyasasının gereksinimlerine, ikinci kolundan ise Güney ve Güneydoğu Avrupa ülkelerine gaz arzı yapılacağı belirtilmiştir. Nitekim Mayıs 2018’in sonunda Bulgaristan’a kadar uzatılacağı ilan edilen Türk Akımı’nın Budapeşte tarafından yapılan açıklama bağlamında Macaristan’a kadar uzatılmasının beklendiğine işaret edilmiştir.[19]
Bu doğrultuda öne çıkan en önemli gelişmelerden birisi ise, Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Vladimir Putin’in Moskova’da İtalya Başbakanı Giuseppe Conte’yle görüşmesi esnasında yaptığı “İtalya, Türk Akımı’na bağlanabilir” açıklamasıdır. İlgili açıklama bağlamında Sputnik Haber Ajansı’nca yapılan değerlendirmeye göre, Roma, Belgrad, Sofya ve Budapeşte benzeri başkentler Türk Akımı’ndan doğalgaz alma taleplerini açık bir biçimde Moskova’ya bildirmişlerdir. Sputnik Haber Ajansı’nca yapılan bu analize göre, Avrupa’nın Güney Akım sürecinde yaşananlardan ders alıp Türk Akımı Projesi’ne destek sunmasına öncelikle ABD ve Ukrayna tarafından muhalefet edildiğine dikkat çekilmektedir. Bu noktada Washington’un bütün girişimlerine ve siyasi baskısına rağmen Birleşik Devletler’den Almanya’ya LNG gönderme şansının gittikçe azalmakta olduğu ve de söz konusu bağlamda Alman Dış İşleri Bakanlığı’nca yapılan açıklamada Washington’dan sıvılaştırılmış doğalgaz alımının Moskova’dan doğalgaz alımına kıyasla daha yüksek bir seviyede gerçekleştiğinin altı çizilmiştir. Ukrayna çerçevesinde ise, Türk Akımı ve Kuzey Akım 2’nin inşa edilip devreye alınması halinde geçiş ülkesi pozisyonunu ve senelik üç milyar dolarlık gelirden yoksun olma endişesi ön planda gelmektedir.[20] Bahse konu bağlamda, Moskova’da İtalya Başbakanı Conte ile görüşmesi esnasında, Putin, İtalya’nın Türk Akımı Doğalgaz Boru Hattı Projesi’ne bağlanma seçeneklerinin araştırıldığını ve bu çerçevede altyapı hakkında konuların ele alındığını vurgulamış ve Conte ile yaptığı basın toplantısında şu ifadeleri kullanmıştır: “Bu, Bulgaristan üzerinden olabilir, hatta Sırbistan, Macaristan[21] üzerinden de olabilir, Yunanistan üzerinden de olabilir”. Bu gelişmenin öncesinde Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, AB’nin yanı sıra diğer ülkelerin Türk Akımı Projesi’ne iştirakinin, Güney Akım’da yaşananların yeniden olmayacağı güvencesinin verilmesi halinde gerçekleşebileceğini vurgulaması dikkat çekicidir.[22]
19 Kasım 2018 tarihinde Türk ve Rus üst düzey devlet yetkililerinin iştirak ettiği bir törenle Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Türk Akımı Doğalgaz Boru Hattı’nın deniz kısmı için son borunun denize indirilmesiyle bu hattının deniz bölümünün inşası tamamlanmıştır.[23] Bu tören münasebetiyle bir konuşma yapan Erdoğan şu açıklamalarda bulunmuştur: “Türk Akımı, Rus dostlarımızla beraber büyük emek harcadığımız, hem ikili ilişkilerimiz hem de bölgemizdeki enerji jeopolitiği bakımından tarihî nitelikte bir projedir. Rusya kara kesimi, deniz kesimi ve Türkiye kara kesimi olmak üzere üç bölümden teşekkül projenin 2019 yılında yapılacak testlerin ardından faaliyete geçmeye hazır olacaktır. Yılda 31,5 milyar metreküp doğal gaz taşıyacak Türk Akımı Projesi’nin sadece ülkemiz ve milletimiz açısından değil, komşularımız ve çevre açısından da pek çok avantajı bulunuyor. Buradan gelecek doğal gazın en az yarısını Avrupa’ya aktarmayı planlıyoruz. Ülkemiz içinde ise İstanbul, Bursa, Kocaeli, İzmir gibi kritik üretim ve ihracat merkezlerimiz yeni bir tedarik hattına kavuşacaklar. Böylece Türkiye, transit risklere maruz kalmadan, hem kendisinin hem de Avrupa ülkelerinin doğal gaz taleplerini karşılayabilecektir. Teknik açıdan zorlu bir projeyi yüksek güvenilirlik, güvenlik ve sürdürülebilirlik standartlarıyla hayata geçirerek sektörün çıtasını daha yukarı taşıdık. Küresel enerji piyasalarında doğal gazın önemi ve arz güvenliği giderek artmaktadır. Burada önemli olan enerji projelerinin ekonomik olarak hayata geçirilebilir olmasıdır. Ülkelerin kendi şartları doğrultusunda doğal gazı nereden ve nasıl temin edecekleriyle ilgili kararlarına saygı duyulmalıdır. Devletlerin egemenlik haklarını ihlal edecek, kendi vatandaşlarına hizmet vermelerinin önüne geçecek baskıların, hiç kimseye faydası olmayacaktır. Bizim için Rusya Federasyonu, uzun vadeli iş birliği yapabileceğimiz güvenilir bir dost ve bu projedeki gibi önemli bir doğal gaz tedarikçisidir. Türkiye, Rusya’dan 1987 yılından bu yana toplam 387 milyar metreküplük doğal gaz alım gerçekleştirmiştir. Uzun yıllar ve sınamalar neticesinde perçinlenen Türk-Rus dostluğunun, her iki tarafın da menfaatine sonuçlara vesile olmuştur. Rusya ile ikili münasebetlerin çerçevesini hiçbir zaman diğer ülkelerin taleplerine veya dayatmalarına göre belirlemiyoruz. Daima Rusya ile uzun vadeli iş birlikleri kurmanın çabası içinde olduk. Hem bölgemizde hem de küresel alanda hakkın, adaletin, barışın ve istikrarın temini için Rus dostlarımızla birlikte çaba gösterdik. Bu ortak duruşumuzun, özellikle komşumuz Suriye’deki çatışmalardan kaynaklanan insani krizin hafifletilmesinde önemli katkılarını gördük”.[24]
Aynı törende bir konuşma yapan Vladimir Putin ise Türk Akımı’nın önemi konusunda aşağıdaki değerlendirmelerde bulunmuştur: “100 milyar dolarlık ticaret hacmi ile ilgili Çin ile ulaşacağız. Türkiye ile neden olmasın. Türk Akımı projesiyle ilgili anlaşma İstanbul’da 10 Ekim 2016’da yapılmıştı. Bu projeye Sayın Erdoğan isim vermiştir. 2-3 sene sonra projenin en zor kısmı tamamlanmıştır. Pek çok çalışma yaptık birlikte. Türk Akımı Projesi’nin deniz kısmı tamamlanıyor. Özellikle dikkatleri şu hususa çekmek istiyorum. Toprağa delik açmak ve gaz çıkarmak kolay değil. Yüksek teknoloji ile yapılan bir süreçtir. Özellikle doğal gaz çevre dostu olan bir proje. Doğal gazı Doğu ve Güney Avrupa’ya taşıyacak ve bu Türkiye’yi önemli bir noktaya getirecektir. Kara kısmı da deniz kısmında olduğu gibi hızlıca ilerleyecektir. En çevre dostu teknolojiyi kullanıyoruz. Sayın Erdoğan’a derin, içten şükranlarımı sunmak istiyorum, gösterdiği siyasi irade, cesareti için teşekkür etmek istiyorum. İnanıyoruz ki bu projenin tamamı, 2019 yılına kadar tamamlanacaktır. Özellikle Rusya ve Türkiye enerji alanında işbirliği uzun yıllardır gerçekleştiriyoruz. Artan rekabet koşullarında böyle siyasi irade, cesaret olmadan böyle bir proje gerçekleştirmek mümkün olmaz”.[25]
Çalışmanın bu noktasında Türk Akımı Doğalgaz Boru Hattı Projesi’nde gelinen en son durumla ilgili yapılan birkaç analize yer vermek faydalı olacaktır.[26] Bu konuyla ilgili ilk değerlendirme Rus Enerji ve Finans Enstitüsü Başkanı Vladimir Feygin tarafından yapılmıştır. Feygin, yaptığı değerlendirmede şu hususların altını çizmiştir: “Bu, uzun zamandır beklenen bir olaydı. Projenin ilk hattı, doğalgazın Türkiye’ye arzıyla ilgili. Bu noktada, her iki ülkenin güvenli doğrudan sevki sağlamaya olan ilgisi ortada. Ayrıca Türkiye, gaz terminali olmak istiyor ve ne kadar çok doğalgaz boru hattı olursa, ne kadar çok altyapı geçerse bu hedefe o kadar yakın olur. Ama aslında Türk Akımı’nın deniz kısmının yapımının bitmesi iki ülkenin ortak başarısıdır. Zira hazırlık aşamasında bazı zorluklar oluşmuştu ama tüm zorluklar aşılmıştı. Daha ilk hattının kara kısmı ve ikinci hat var. Birçok ülke, ikinci hattın onların topraklarından geçmesini istiyor. Bu noktada rekabet oluştu. Yani seçenekler var ve ikinci hattın nerden geçeceği sorunu henüz çözüme kavuşturulmuş değil ve görünüşe bakılırsa şimdi bu konuyla ilgili görüşmeler başlayacak. Genel olarak Avrupa Birliği ile de görüşmeler bekleniyor. Çünkü karşılıklı anlayış, en azından anlaşma olmadan tüm bunların hayata geçirilmesi oldukça zor olacak, çünkü AB’nin uyguladığı bazı kurallar var. Net olarak sadece şunu söyleyebiliriz, şu an için biten aşama açık bir şekilde olumlu”.[27]
Öte yandan, Türk Akımı Doğal Gaz Boru Hattı Projesi, Ukrayna’da endişeyle karşılanmaktadır. Söz konusu çerçevedeki kaygıları Ukrayna Gaz Endüstrisi ve Doğalgaz Pazarı Konseyi Başkanı Leonid Unigovskiy’nin açıklamalarında görmek mümkündür. Unigovskiy, konu hakkında aşağıdaki hususların altını çizmiştir: “Ukrayna’nın Türk Akımı’nın ikinci hattının inşasının başlatılmaması için elinden geleni yapması gerek. Zira böyle bir durumda Ukrayna üzerinden Avrupa’ya yapılacak gaz sevkiyatı daha da azalacak. Proje, Ukrayna üzerinden sevkiyatı yılda 12-13 milyar metreküp azaltacaktır. belirten Kiev’in Avrupa ülkelerini kendi gaz sevkiyat sistemlerine çekmesi gereklidir.  Kiev öncelikle her yıl Ukrayna’dan 23 milyar metreküp gaz alan İtalya’yı yanına çekmeli. Sevkiyatın azalmasıyla yılda 500 milyon dolar kayıp yaşanacaktır. Sevkiyat hacmini 70-90 milyar metreküpte tutma şansımız az. Eğer yabancı partnerlerimizle sorunu çözersek 40-60 milyarda tutulabilir”.[28]
Buna karşılık olarak Rusya tarafından konu hakkında çeşitli analizler yapılmaktadır. Mevzu ile ilgili olarak bir analiz Sivastopol Devlet Üniversitesi Sosyal Bilimler ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü Müdürü Siyaset Bilimci Dr. İvan Çiharev tarafından yapılmıştır. Çiharev’in değerlendirmeleri şu şekildedir: “Ukrayna’nın Türk Akımı’na yönelik bir etki aracı yok. Projenin iki kolu da Karadeniz’den geçiyor, Kırım’ı kapsamıyor ve gerçekleştirilmesi Rusya ve Türkiye ilişkilerine dair bir mesele. Ayrıca bildiğimiz gibi ABD ile ilişkilerde bir gerginlik söz konusu, bu nedenle bu konuda Washington’ın yardımına güvenmenin de gereği yok. Bu koşullarda Kiev, Rus gazının Avrupa’ya sevkiyatına yönelik bir başka doğalgaz boru hattı projesi olan Kuzey Akımı-2’yi engellemek için maksimum düzeyde çaba sarf edecek. Kuzey Akımı-2’nin gerçekleştirilme alanında bir dizi aktör var, Ukrayna projeye engel olmak için bu aktörleri etkileyebilir. Ancak yine de şimdilik gelecek tahminleri Rusya için daha olumlu. Genel anlamda konuşacak olursak, Ukrayna’nın Rusya ve Avrupa için faydalı projeleri engelleme şeklindeki pozisyonu kusurlu. Bu nedenle uzun vadede bu tür yaklaşım Ukrayna’nın itibarını daha da zedeleyecek”.[29]
Kiev tarafından Türk Akımı Projesi’nde kaydedilen en son aşama ve kendi durumlarıyla ilgili yapılan açıklamalara Rus enerji şirketi Gazprom tarafından sert tepki gösterilmiştir. Şirket sözcüsü Sergey Kupriyanov şu mülahazalarda bulunmuştur: “Ukrayna, Kuzey Akım 2’yle mücadeleyle o kadar meşguldü ki, yılda 31,5 milyar metreküp gaz taşıma kapasitesine sahip Türk Akımı’nı Karadeniz’in dibinde ne kadar hızlı inşa ettiğimizin farkına bile varmadı. Kiev yönetimi, bu durumun farkına vardı ve Türk Akımı 2’yle mücadele edilmesi için çağrı yapılmaya başlandı”.[30]
Türk Akımı Projesi’nin deniz hattı bölümünün tamamlanmasıyla ilgili olarak konunun uzmanlarından birisi olan İstinye Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı Prof. Dr. Mesut Hakkı Caşın tarafından aşağıda değerlendirmeler yapılmak suretiyle mevzunun öneminin altı bir kez daha çizilmiştir: “Yaklaşık 900 kilometresi toprak altında olmak üzere bin 100 kilometrelik çok önemli bir proje. Bana göre Türkiye-Rusya enerji iş birliğinin stratejik ve somut bir projesidir. Rus gazının Türkiye üzerinden Avrupa’ya pazarlanması tarihi bir adımdır. Proje, 2019 yılının sonunda tamamlanacaktır. Türk Akımı’nın aktaracağı doğalgazın yarısı Türkiye tarafından kullanılacak, yarısı Avrupa’ya aktarılacak.  Dün, Rus yetkililer, Türk ekonomisine katkısı olacak bir proje olduğunu vurguladı. Ben de öyle düşünüyorum çünkü tarihi bir projedir. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, bu projeyle hem Ukrayna’yı hem de Bulgaristan’ı cezalandırdı. Bundan sonra hattın Sırbistan ve Macaristan üzerinden Avusturya’ya geçmesi söz konusu. Türk Akımı aracılığıyla aktarılacak yıllık toplam 31,5 milyar metreküp doğalgazın yarısının Türkiye’de kullanılırken, diğer yarısının da Avrupa’ya aktarılacaktır. Türkiye bir taşla iki kuş vurdu. İlki yeni bir enerji hattı elde ettik. Harcamanın büyük bir kısmı Rus Gazprom tarafından yapılacak. İkincisi Türkiye’nin ortaya çıkışı enerji üssü olması söz konusu. Dün hem Putin hem de yabancı enerji uzmanları Türkiye’nin enerji üssü olduğunu söyledi ve kabul ediyorlar. Dün Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ‘biz kimsenin söylediği ile hareket etmeyiz’ sözü ile burada ABD’ye önemli mesaj gönderdi. ABD Başkanı Trump, Almanya’ya ‘siz Rusları zengin ediyorsunuz’ diye çıkış yapmıştı. Şimdi aynı çıkışı Türkiye’ye de yapıyorlar. Almanya’da Türkiye gibi gazın büyük kısmını Rusya’dan alıyor. Avrupa Birliği de (AB) gazın yüzde 70’ini Rusya’dan alıyor. Rusya’nın Türkiye ile yaşadığı krizlerde gazı kesmemiştir. Türkiye Mavi Akım’dan sonra ikinci projeyi aldı ve bu projede daha yüksek bir teknoloji kullanıldı. Türkiye, Rusya ile birtakım sorunlar yaşadı ama Rusya gazı kesmedi, Ukrayna ile yaşanan siyasi krizde ise gaz kesildi. Rusya ve Türkiye dün İsrail ve ABD’ye önemli mesajlar gönderdi. Başka bir hedefte Yunanistan’dır. Yunanistan bu tavırlarına devam ederse belki de gaz verilmeyecektir. Türkiye transit ülke, baskı yaparsa bu olur”.[31]
Sonuç
19 Kasım 2018 tarihi, Türk-Rus ilişkilerinde çok önemli bir dönüm noktası olarak tarih sayfalarındaki yeri almıştır. Nitekim bu tarihte Ankara-Moskova arasındaki stratejik ilişkilerin en dikkat çekici ve önde gelen unsurlarından birisi olan enerji işbirliğinde Türk Akımı Doğalgaz Boru Hattı Projesi’nin deniz bölümünün tamamlanmıştır. Türkiye ve Rusya Federasyonu Devlet Başkanları tarafından yapılan açıklamalara bakıldığında söz konusu projenin içerdiği ehemmiyet daha iyi anlaşılabilecektir. Suriye Meselesi’nden özellikle 2010 senesinden sonra çok ciddi krizler yaşayan ancak 2016 senesinden sonra ilişkilerini yeniden eski “Altın Çağ Dönemi”ne döndürme konusundaki güçlü kararlılıklarını ortaya koyan Ankara ve Moskova arasındaki ilişkilerin bu noktaya gelmesi herkes tarafından yakından takip edilmektedir. Putin ve Erdoğan tarafından yapılan açıklamalara yakından bakıldığında ilişkilerin kapsamını genişletme ve güçlendirme vurgusunun başat unsur olduğu görülmektedir.
Türk Akımı Projesi, özellikle Ukrayna ve AB ülkelerinden gelen eleştirilere rağmen 2019 senesinin sonunda faaliyete geçirilecek olması konu hakkında hem Türkiye hem de Rusya’nın kararlılıklarını göstermesi bakımından çok hayati önemdedir. Ayrıca söz konusu projeye son dönemlerde Sırbistan, Macaristan ve Bulgaristan’ın yakın ilgi göstermesi projenin özellikle Güney Doğu Avrupa ülkeleri açısından stratejik önemini açıkça gösteren bir gelişme olarak kıymetlendirilmelidir. Nitekim söz konusu projenin üzerinde çalışan uzmanlarca paylaşılan görüşler irdelendiğinde bu husus kolaylıkla anlaşılabilmektedir. Son tahlilde bu projeye karşıt olarak sürülen bütün argümanlara rağmen Türkiye ve Rusya’nın ilgili proje hususundaki sağlam duruşları mevzubahis projenin 2019 senesinin sonunda devreye alınabileceğini ve ikili ilişkilerde Türk Akımı’nın tetikleyicisi olacağı yeni işbirliklerinin geliştirilebileceğini açıkça göstermektedir. Söz konusu çerçevede kapsamı her gün genişleyen / genişleyecek olan Türk-Rus ilişkileri önümüzdeki yıllarda dünya kamuoyu tarafından çok yakın bir biçimde dikkatle izlenecek bir konu olmayı sürdürecektir.
Dr. Sina KISACIK

DİPNOTLAR
[1] Rusya’nın Avrupa’ya yönelik enerji politikaları hakkında lütfen bakınız; Tim Gosling, “Russia Has the Edge in the High-Stakes Scramble for European Energy Markets”, World Politics Review, 19 Kasım 2018, Erişim Adresi: https://www.worldpoliticsreview.com/articles/26784/russia-has-the-edge-in-the-high-stakes-scramble-for-european-energy-markets, (Erişim Tarihi: 21 Kasım 2018).
[2] Çağla Gül Yesevi, “Considering Pipeline Politics in Eurasia: South Stream, Turk Stream and TANAP / Avrasya’da Boru Hatları Politikası: Güney Akımı, Türk Akımı ve TANAP”, Bilge Strateji, Cilt 10, Sayı 18, Bahar 2018, ss. 11-52.
[3]  Özgür Tüfekçi, “İş Birliği ve Kriz İkileminde Türkiye-Rusya İlişkileri”, içinde AK Parti’nin 15 Yılı: Dış Politika, Kemal İnat, Ali Aslan ve Burhanettin Duran (ed.), (İstanbul: SETA Kitapları, Aralık 2017), s. 137.
[4] Toğrul İsmayıl, “Türkiye-Rusya İlişkileri: “Soğuk Kış” “Sıcak Bahar’a Nasıl Dönüştü?”, içinde Türkiye’de Siyaset ve Uluslararası İlişkiler Alanında Güncel Tartışmalar: Yeni Anayasa, Arap Baharı, Güvenlik ve Terör, Osman Ağır (ed.), (Ankara: Seçkin Yayıncılık, Haziran 2017), s. 383.
[5] Volkan Özdemir, Doğalgaz Piyasaları: Türkiye’nin Enerji Güveliği Üzerine Tezler, (İstanbul: Kaynak Yayınları, Ocak 2017), s. 129.
[6] Sina Kısacık ve Şeniz Denizelli, “21. Yüzyılda Karadeniz Jeopolitiği Bağlamında Jeostratejik Bir Yapılanma Olarak Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ), içinde Karadeniz Jeopolitiği, Hasret Çomak, Caner Sancaktar, Volkan Tatar ve Burak Şakir Şeker (ed.), (İstanbul: Beta Basım Yayım Dağıtım, Ocak 2018), s. 871.
[7] Ozan Örmeci ve Sina Kısacık, Rusya Siyaseti ve Rus Dış Politikası: Teorik Çerçeve-Tarihsel Arka Plan-Örnek Olaylar, (Ankara: Seçkin Yayıncılık, Haziran 2018), ss. 435-436.
[8] U.S. Department of State, “Ukraine and Russia Sanctions”, Erişim Adresi: https://www.state.gov/e/eb/tfs/spi/ukrainerussia/, (Erişim Tarihi: 25 Temmuz 2018) ve U.S. Department of Treasury, “Ukraine-/Russia-related Sanctions”, Erişim Adresi: https://www.treasury.gov/resource-center/sanctions/Programs/Pages/ukraine.aspx, (Erişim Tarihi: 25 Temmuz 2018).
[9] Mesut Hakkı Caşın ve Sina Kısacık,  Avrupa Birliği Enerji Hukuku ve Güvenlik Algılamaları, (İstanbul: Çağlayan Kitap & Yayıncılık & Eğitim, 2018), ss. 235-236.
[10] Caşın ve Kısacık, Avrupa Birliği Enerji Hukuku ve Güvenlik Algılamaları, s. 236.
[11] Örmeci ve Kısacık, Rusya Siyaseti ve Rus Dış Politikası: Teorik Çerçeve-Tarihsel Arka Plan-Örnek Olaylar, ss. 309-338; Caşın ve Kısacık, Avrupa Birliği Enerji Hukuku ve Güvenlik Algılamaları, ss. 207-257.
[12] Volkan Özdemir, Rusya’nın Kodları: Türkiye’de Rusya’yı Ararken, Rusya’da Türkiye’yi Bulmak, (İstanbul: Kırmızı Kedi Yayınevi, Nisan 2018), s. 270.
[13] Caşın ve Kısacık, Avrupa Birliği Enerji Hukuku ve Güvenlik Algılamaları, ss. 239-241.
[14] Caşın ve Kısacık, Avrupa Birliği Enerji Hukuku ve Güvenlik Algılamaları, s. 241.
[15] Caşın ve Kısacık, Avrupa Birliği Enerji Hukuku ve Güvenlik Algılamaları, ss. 241-242.
[16] Şahin Akman, “Türk Akım’da 435 Kilometre Boru Döşendi”, Enerji Portalı: Home/Haberler/Doğalgaz, 8 Ağustos 2018, Erişim Adresi: https://www.enerjiportali.com/turkakimda-435-kilometre-boru-dosendi/, (Erişim Tarihi: 10 Ağustos 2018).
[17] Mustafa Özalp, Küresel Enerji Denkleminde Merkez Ülke: Türkiye – Enerji Sektörü, Enerji Güvenliği, Bağımlılığı, Nükleer Enerji, Enerji Koridoru/Merkezi, (Ankara: Seçkin Yayıncılık, Haziran 2018), ss. 156-157 ve Turk Stream, “Proje – Sağlayacağı Yararlar”, Erişim Adresi: http://turkstream.info/tr/project/benefits/, (Erişim Tarihi: 20 Ağustos 2018).
[18] Hale Türkeş, “80 percent of TurkStream project complete: Gazprom”, Anatolian Agency Energy News Terminal: Home/Natural Gas/Turkey/Europe, 30 Ağustos 2018, Erişim Adresi: https://www.aa.com.tr/en/energy/general/80-percent-of-turkstream-project-complete-gazprom-/21428, (Erişim Tarihi: 6 Eylül 2018).
[19]“Türk Akımı’nın kullanıma açılacağı tarih belirlendi”, Sputnik Türkiye: Rusya, 28 Ekim 2018, Erişim Adresi: https://tr.sputniknews.com/rusya/201810281035869797-turk-akimi-kullanima-acilacagi-tarih-belirlendi/, (Erişim Tarihi: 30 Ekim 2018).
[20] “Avrupa, Türk Akımı için sıraya girdi”, Sputnik Türkiye: Ekonomi, 29 Ekim 2018, Erişim Adresi: https://tr.sputniknews.com/ekonomi/201810291035892695-avrupa-turk-akimi-icin-siraya-girdi/, (Erişim Tarihi: 30 Ekim 2018).
[21] “Serbia, Hungary want TurkStream gas”, Energy Reporters, 27 Ekim 2018, Erişim Adresi: https://www.energy-reporters.com/production/serbia-hungary-want-turkstream-gas/, (Erişim Tarihi: 02.11.2018).
[22] “Putin: Türk Akımı’na İtalya da bağlanabilir”, Sputnik Türkiye: Dünya, 25 Ekim 2018, Erişim Adresi: https://tr.sputniknews.com/dunya/201810251035824970-putin-turk-akimi-italya/, (Erişim Tarihi: 30 Ekim 2018).
[23] “TurkStream gas pipeline’s offshore section completed”, Gazprom: Media / News-Events, 19 Kasım 2018, Erişim Adresi: http://www.gazprom.com/press/news/2018/november/article467765/, (Erişim Tarihi: 21 Kasım 2018).
[24] Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı, “Türk Akım, bölgemiz enerji jeopolitiği bakımından tarihî nitelikte bir projedir”, 19 Kasım 2018, Erişim Adresi: https://www.tccb.gov.tr/haberler/410/99694/-turkakim-bolgemiz-enerji-jeopolitigi-bakimindan-tarih-nitelikte-bir-projedir-, (Erişim Tarihi: 21 Kasım 2018). Ayrıca bakınız, “Dayatmalara boyun eğmedik”, Medya Günlüğü, 19 Kasım 2018, Erişim Adresi: http://www.medyagunlugu.com/Haber-5522-dayatmalara-boyun-egmedik.html, (Erişim Tarihi: 21 Kasım 2018).
[25] “Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin TürkAkım Projesi Deniz Bölümünün Tamamlanması Töreni”nde açıklamalarda bulundu”, Rusya Araştırmaları Enstitüsü – RUSEN, 19 Kasım 2018, Erişim Adresi: http://www.rusen.org/cumhurbaskani-recep-tayyip-erdogan-rusya-devlet-baskani-vladimir-putin-turkakim-projesi-deniz-bolumunun-tamamlanmasi-toreninde-aciklamalarda-bulundu/?fbclid=IwAR2O_8cotpwbdXzaW1_m98O18NvauhdkBSx_05MOtDcUZMyGP6Gd7xHUfog, (Erişim Tarihi: 21 Kasım 2018), https://www.tccb.gov.tr/haberler/410/99694/-turkakim-bolgemiz-enerji-jeopolitigi-bakimindan-tarih-nitelikte-bir-projedir- ve President of Russia, “Ceremony marking the completion of TurkStream gas pipeline’s offshore section”, 19 Kasım 2018, Erişim Adresi: http://en.kremlin.ru/events/president/news/59152, (Erişim Tarihi: 21 Kasım 2018).
[26] Bu konu hakkında ayrıca bakınız, “Türk Akımı zirvesinin ardından: Türkiye-Rusya Araştırmaları Merkezi (TÜRAM) Başkanı ve Medya Günlüğü yazarı enerji uzmanı Aydın Sezer, Türk Akımı Doğal Gaz Boru Hattı Projesi ile ilgili gelişmeleri Medyascope.tv’ye değerlendirdi”, Medya Günlüğü, 19 Kasım 2018, Erişim Adresi: http://www.medyagunlugu.com/Haber-5523-turk-akimi-zirvesinin-ardindan.html?fbclid=IwAR13-V2ZL5trLPWWV4UlLToh7IKQFoAGU-gvRmGNmJE-B7o0P2Qa_Ry0Zmw, (Erişim Tarihi: 21 Kasım 2018).
[27] “Rus uzman, Türk Akımı’nın deniz bölümünün tamamlanmasını değerlendirdi”, Sputnik Türkiye: Rusya, 19 Kasım 2018, Erişim Adresi: https://tr.sputniknews.com/rusya/201811191036225496-rusya-turkiye-turk-akimi-feygin/, (Erişim Tarihi: 21 Kasım 2018).
[28] “Ukrayna: Türk Akımı’nın ikinci kolunu engellemek için elimizden geleni yapmalıyız”, Sputnik Türkiye: Türkiye, 20 Kasım 2018, Erişim Adresi: https://tr.sputniknews.com/turkiye/201811201036231313-ukrayna-turk-akimini-engellemek-icin-calisiyor/, (Erişim Tarihi: 21 Kasım 2018).
[29] “Rus uzman: Ukrayna Türk Akımı’nı etkileyemez, ama Kuzey Akımı-2’yi engellemeye çalışabilir”, Sputnik Türkiye: Rusya, 20 Kasım 2018, Erişim Adresi: https://tr.sputniknews.com/rusya/201811201036238678-rus-uzmanukrayna-turk-akimini-etkileyemez/, (Erişim Tarihi: 2, 1 Kasım 2018).
[30] “Gazprom: Ukrayna, Türk Akımı’nın farkına bile varmadı”, Sputnik Türkiye: Rusya, 20 Kasım 2018, Erişim Adresi: https://tr.sputniknews.com/rusya/201811201036245075-gazprom-ukrayna-turk-akimi-farkina-bile-varmadi/, (Erişim Tarihi: 21 Kasım 2018).
[31] “Prof. Dr. Mesut Hakkı Caşın: Türkiye bir taşla iki kuş vurdu”, Hürriyet: Merkez Haberleri – İstanbul Haberleri, 20 Kasım 2018, Erişim Adresi: http://www.hurriyet.com.tr/yerel-haberler/istanbul/merkez/prof-dr-mesut-hakki-casin-turkiye-bir-tasla-41025346, (Erişim Tarihi: 21 Kasım 2018).
***