11 EYLÜL Baskını etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
11 EYLÜL Baskını etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

3 Aralık 2018 Pazartesi

ABD Derin Devleti ve 11 EYLÜL Baskını BÖLÜM 3

ABD Derin Devleti ve 11 EYLÜL Baskını BÖLÜM 3

Sorun Dergisi: 
7 NİSAN 2002 
Güz Dönemi
Talat TURHAN



— Soru: Eklemek istediğiniz bir açıklama olacak mı?

— Talat TURHAN: Özetlersek;

—İngiliz Emperyalizmi’nden ABD emperyalizmi’ne geçiş küreselleşme söylemi altında, tek kutuplu dünyada ABD’nin egemenliğinde “Küresel Faşizm”e dönüştürülmek istenmektedir. Yüzyılları kapsayan bu sürecin temel örgütü masonluktur. Eğer Mason’luk olmasaydı, Emperyalist-kapitalist sömürülerini gerçekleştiremezlerdi. Tüm dünyada “Küresel Seçkinler=Global Elite” diye örgütlenen işbirlikçiler bugün ABD ve yandaşlarının küresel ihanetine aracılık etmektedirler.

— Temel felsefesi “Savaş” olan “Skulls and Bonnes Society” adlı Masonik örgüte Baba ve Oğul Bush’un üye olmaları özellikle bu kişilerin döneminde Dünya’nın kana bulanması rastlandı sayılamaz.

— ABD Derin Devleti üyeleri çoğunlukla mason üstü ve premasonik örgütlerin tümüne üye olan çokuluslu şirketlerin patron ve yöneticilerinden oluşmaktadır. Görünen ABD devleti ile işbirlikçi devletler ABD Derin Devleti’nin taşeronluğunu yapmak zorundadırlar. Yaşamları bu hıyanete katlanmalarıyla olanaklıdır.

— Sanırım bugüne kadar ABD yönetimine bu boyutta çokuluslu şirket yöneticileri gelmemiştir. BUSH seçimleri döneminde döndürülen dolaplar ve seçim hileleri bu amaçla yapıldığını düşünen ABD halkı 11 EYLÜL Baskını’nda önce çoğunlukta idi.

— Bush kabinesinin üyeleri Çok Uluslu Şirketlerin (ÇUS) özellikle petrol lobisi’nin tem­silcilerinden oluştuğu için tüm dünyanın petrol ve enerji yataklarını ele geçirmek için ABD saldırganlığı doruktadır”.
Aslında petrol savaşı emperyalizm ve küreselleşmenin olmazsa olmaz koşuludur.29

— 11 EYLÜL terör olayı değil Milenyum Savaşı’dır ve önümüzdeki yüz yıla damgasını vuracaktır.
ABD “Soğuk Savaş” döneminde kuramlaştırdığı ve örgütleyip yaşama geçirdiği “Kural Dışı Savaş”ı dünya egemenliği hedefine ulaşmak için saldırganca kullandı. Trilateral coğrafya dışına itilmiş mazlum ulusları ezdi, sömürdü ve liderliğini ilan etti. Bu süreçte eriştiği teknolojik üstünlüğü insanlığın hayrından çok ‘Küresel Liderlik’ adına kullanıp sindirme politikası uyguladı. Nükleer, Termonükleer silahlar yanında, uzay teknolojisi şöyle dursun Casus uçaklar, pilotsuz uçaklar, füzeler, tanklar, toplar, uçak gemileri, vb. gibi silahlara hiç bir zaman sahip olmayan Küresel örgütlenme dışı bırakılmış “ulus devlet”ler kendi bağımsızlık, özgürlüklerini ve onurları yanında “ulusal çıkar”larını nasıl koruyacaklardır? ABD’nin Kural dışı haksız savaşına karşı yeni bir tür “Kural Dışı Savaş” geliştirmek şeklinde bu soru yanıtlanabilir. Nitekim 11 EYLÜL Baskını, ABD iç muhalefetinden ve yönetim karşıtı gizli örgütlerden destek alan mazlum ülke temsilcilerinin sahneye koydukları mazlum ulusların en büyük “Asimetrik” yöntemidir.

— Küresel sömürü var oldukça, işsizlik, açlık, yoksulluk, çaresizlik dünya’da yaygınlaştıkça ve ABD hegemonyası hiçbir ahlâki ve vicdani değere itibar etmeksizin baskı, şiddet, müdahale politikasını sürdürdüğü sürece 11 EYLÜL Baskını’yla başlatılan bu süreç devam edecektir. Bu gerçeği ABD yetkilileri de açıkça dile getirmektedir.

— IQ’ü 90 olan W. BUSH (Clinton’ın IQ’su 180 idi) ABD karar mekanizmasının başında bir gizli örgüt üyesi ve ABD Derin Devletinin temsilcisi olarak bulunması mazlum uluslar için potansiyel bir tehdit oluşturmaktadır.

—İyiler ve kötüler” ve “Ya bizden yana ya da terörizmden yanaşın” sloganlarından başka kültürel derinliği bulunmayan W. BUSH, gerek ülkesinde gerek dünya’da daha şimdiden alay konusu haline gelmiş bulunuyor.

— Küreselleşme ve kirli savaş karşıtlarının çığ gibi büyümesi ve ABD hegemonyasına AB içinde bile karşı çıkanların varlığı bu kaos’tan çıkış için umut verici görülmektedir.

— Kendi ülkesini korumak için İSRAİL tanklarına taş atan Filistinli çocuklan çaresiz kalınca büyüdüklerinde bir “Canlı Bomba”ya dönüşmekten başka seçenekleri var mıydı? ABD’nin Yakın Doğu Politikası’nın temel dayanağı olan İSRAİL Devleti’nin saldırganlığı durdurulamamakta30 Arap âlemi dahil tüm dünya bu soykırıma seyirci kalmaktadır. Mazlum ulusların onur ve gururu paspas gibi çiğnenmektedir.

— ABD, AFGANİSTAN’ı işgal etmeyi, Bin LADİN olayından çok daha önce karar vermiş ve belki de bir zamanlar kendi ajanı olan Bin LADİN’in eylemlerine göz yumarak AFGANİSTAN işgaline gerekçe hazırlamıştır. Nitekim 1996’lı yıllardan bu yana Unocal petrol şirketiyle bölgeye girerek Hamid KARZAİ’yi yönetime almasının açıklayıcı bir sebebi bulunmamaktadır.

— ABD AFGANİSTAN’ı ele geçirmekle ASYA’daki stratejik zaafını üstünlüğe dönüştürmüş ve gelecekteki en güçlü rakibi olarak gördüğü ÇİN’i denetim altına almayı düşlemektedir.

— ABD, Pakistan ve Hindistan’ın bölgede nükleer güç oluşturmasını küresel çıkarlarına aykırı görmektedir. Bu iki ülkeyi en iyi AFGANİSTAN’dan kontrol edebilir. Nitekim Pervez MÜŞERREF rejimi devrilirse PAKİSTAN’daki nükleer tesislere ne şekilde el koyacağının provasını yapmıştır.

— ABD, İRAN’daki rejimle er geç hesaplaşmak istemekte, elinden kaçırdığı İRAN Petrolüne yeniden egemen olmak istemektedir.

— ABD, Türki Cumhuriyetlerindeki muazzam petrol ve doğal gaz rezervini PAKİSTAN üzerinden Hint Okyanusu’na indirmek için AFGANİSTAN’dadır. Bu amacı gerçekleştiğinde dünya Enerji alanındaki mutlak egemenliğini gerçekleştirecektir. ABD Hazar havzası ve Türki Cumhuriyetlere egemen olup RUSYA’nın bu bölgedeki nüfuzunu kırmayı hedeflemektedir.

— Bugün gerek ABD’de ve gerekse dünyada çok kişi 11 EYLÜL Baskını’nın ABD, “Derin Devleti”nin bir komplosu olduğuna inanıyor.31

— HAZİRAN 2001’de olası bir saldırıya karşı alarma geçen ABD eğer 11 EYLÜL Baskını’nı önleyememişse tüm yönetimin istifa etmesi gerekmez miydi? “Soğuk Savaş”ın bitimiyle “Komünizm Düşmanlığı” değerini yitirince 1990’lı yıllarda Baba BUSH tarafından düşman ilan edilen “İslâm” yeterli gelmeyince İslâm’ı terörizmle özdeşleştirmek için 11 EYLÜL Baskınına göz yumulmuş ve bu bahaneyle ABD’nin saldırganlığının önü terör bahanesiyle açılmıştır.

— Baba BUSH’un ipleri “Skulls and Bonnes Society=Kafatası ve Ke­mikler Örgütü” başta olmak üzere ABD Derin Devleti’nin Masonik ve Siyonist diğer gizli örgütlerinin elindedir. “Oğul BUSH’un ipleri de Baba BUSH ve ABD Derin Devleti’ni oluşturan çokuluslu şirketlerin denetimindedir”.

— Bu koşullarda mazlum uluslar ne yapmalıdır? Temel sorun bu…

—1989 yılında yazdığım bir kitapta,32 ABD’yi “terörist devlet” olarak nitelemiştim; o günlerden günümüze süregelen ABD müdahale ve saldırıları, her geçen gün bunu daha da doğrulamaktadır.

Bu keyifli söyleşiden ötürü size teşekkür ediyoruz.
7 Nisan 2002

Kaynakça ve Açıklamalar

29- “Petrol Savaşı”, Leonard MOSLEY, E yayınlan, 1. Baskı, MART 1975.
— “Para Babaları”, Ferdinand LUNDBER, E yayınlan, TEMMUZ 1973.
— “ABD İmparatorluğu”, Claude JULİEN. (Daha binlerce yapıt)
30- “BM’den Çekil Çağrısı”, Sema EMİROĞLU’nun NEW YORK’tan geçtiği haber, Milliyet,IV. “1 MART 2002.
—İsrail İşgaline Amerikan Gazı”, Radikal, 4 NİSAN 2002.
31- a) “11 EYLÜL sürpriz miydi?”, Haluk ŞAHİN, Radikal, 28 EKİM 2001.
b) “Faslı Gizli Ajan Önceden Uyardı, ABD 11 EYLÜL ‘ü Biliyordu,” Cumhuriyet, 24 KASIM 2001.
c) “…Katıldığım toplantılarda (11 EYLÜL öncesi) bir sürü Derin Adam var” Prof. Oktay SİNANOĞLU. Hürriyet, 4 KASIM 2001.
d) “Eski polis, uyuşturucu ve petrol yüzünden önlem alınmadığını öne sürdü, ABD,11 EYLÜLe göz yumdu”, Engin AŞKIN’ın haberi, Cumhuriyet, 28 OCAK 2002.
e) “En çok satan komplo “Korkutan Hile” piyasaya çıktığı anda “Best Seller” oldu. Yazar Thierry MEYSSAN, kitabında “PENTAGON’a bir uçak çarpmadığını ileri sürerek, hükümetin yalan söylediğini açıkladı”, Milliyet, 4 NİSAN 2002.
32 “Doruk Operasyonu”, Talat TURHAN, Sorun Yayınları, 1989.

GÜNCELLEME

Bu söyleşinin yapıldığı tarihten (2002) sonra “11 Eylül Baskın”ına ilişkin tüm yerli ve yabancı medyayı izledim. Genellikle bu konudaki savlarımın her geçen gün doğrulandığını gördüm. 22 TEMMUZ 2003 yılında 850 sahifelik “ABD Kongresi 11 EYLÜL Komisyonu Raporu” (The 9/11 Comission Report) yayınlandı.
Söyleşim baz oluşturmak üzere savlarımı doğrulayan iç ve dış basını ve “ABD Kongresi” raporunun özetini bir kitapta yayınladım.(*)
Bu kitap başta ABD’nin önemli kütüphaneleri olmak üzere kaynak oldu.

(*) “Baskın- 11 Eylül” Talat TURHAN – İleri Yayınları Birinci Basım: EYLÜL 2004


http://talatturhan.com.tr/abd-derin-devleti-ve-11-eylul-baskini-ii/


***

ABD Derin Devleti ve 11 EYLÜL Baskını BÖLÜM 2

ABD Derin Devleti ve 11 EYLÜL Baskını BÖLÜM 2




ABD Derin Devleti ve 11 EYLÜL Baskını 
Sorun Dergisi: 
2002 Yaz Dönemi
Talat TURHAN




Nitekim küreselleşme karşıtlarının eylemleri, küreselleşmecileri de etkilemiş, onlar da yoksulluk, açlık, çaresizlik ve işsizliğin kol gezdiği “Trilateral” coğrafya dışındaki bölge halklarına yapay da olsa yardım için planlar geliştirmeye başlamışlardır. Bunun dışında küreselleşme karşıtlarının eylemlerinden ürken G-8’ler gelecek toplantılarını ulaşımı tek yola bağlı KANADA’nın kayak kenti olan CALGARY’ye almak gereksinimini duymuşlardır.(21)

Aslında AFGANİSTAN müdahalesinden bu yana ulusların her kesiminden örgütler ve bireyler tüm dünyada savaş karşıtı bir tavır sergilemişlerdir. Bu güçler artı küreselleşme karşıtları artı kapitalist enternasyonalin dışladığı tüm ülkeler tutarlı bir proje, örgütlülük ve önderlik içerisinde bir araya gelebilirse, doğru eylem biçimleri ve hedefler saptayabilirse, daha şimdiden ABD hegemonyasının karşısında azımsanamayacak kadar bir güç oluştuğunu söyleyebiliriz. Bu olgu, geliştirilip güçlü kılınmaya aday bir süreci ifade ediyor.

— Soru: Bu Çerçevede Türk Solu hakkındaki görüşleriniz?

—Talat TURAHAN: Genelde “Dünya Solu” hakkındaki görüşleriniz nedir diye sorsaydınız belki daha yerinde olurdu. Dünya Solu ile Türk Solu birlikte incelenmelidir. Sorular ve sorunların birbirleriyle ilgisi var çünkü.

ABD’nin “Soğuk Savaş” dedikleri bir döneminde tüm dünyaya ihraç ettiği “antikomünizm” histerisiydi. Buideolojiyi(!) örgütlenmesi için, araç, gereç ve finansman da sağlıyordu. Bu bağlamda çeşitli örgütlemek işbirlikçiler satın alıp “ortak düşmanlara karşı ortak mücadele” sloganlarıyla yandaşlarını yaygınlaştırdı. Bu cümleden olarak ülkemizde de “Komünizmle Mücadele Dernekleri” çatısı altında başlatılan örgütlenme, daha sonra Masonik ve mason üstü ve premasonik örgütlerin de katkılarıyla sermaye+din+şoven milliyetçilik temelinde örgütlendi. Bu türden oluşumlar sonucunda antikomünizm’den rant sağlayan, üçkağıtçı, madrabaz, sahtekâr, çıkarcı, işbirlikçi sermaye, tekelleşme sürecine girdi. Siyasal ekonomik krizler ortamına giren bu türedi sermaye, faşist ararejimleri çağırmak ve Solu birbirine düşürüp parçalamak için akıl almaz kışkırtma ve provokasyonlara girişti. Amerikancı darbeleri tezgâhladılar, bu sayede. Sovyetler Birliği deneyiminin çözülüp dağılmasıyla birlikte amacına ulaşan ABD ve onun işbirlikçileri ve yerli ortaklan tavır değiştirerek bugün de sol’un gelişip güçlenmesi ve bütünleşmesini engellemek için yoğun bir çaba içindeler.

6 ARALIK 1990 günü ANKARA Mülkiyeliler Birliği lokalinde vermiş olduğum Konferansta da sorulan bir soruyu şu şekilde yanıtladığımı anımsıyorum;

“Bütün siyasî partilerde ajanlar bulunmaktadır, Sol partilere sızmış ajanların görevi örgütü parçalamaktır. Sağ partilerdeki ajanların görevi de bütünleştirmektir. Somut olgu bu örneğe ne kadar uyuyorsa, o ajanların, o derecede başarılı olduğunu söyleyebiliriz”.

Bu anlayışla bugün Sosyalist ve Devrimci Sol’da, “sosyal demokrat” sol’da birçok partinin bulunması ve bu partilerin seçimlerde ve etkinliklerinde yeterli oy ve destek alamayışı, ülkemizde sol’daki bütünlük özle­mini gündemde tutmaktadır. (STK) Sivil Toplum Kuruluşlarının örgütsel dağınıklığa katkısının tam anlamıyla tartışılmış olduğunu sanmıyorum.

Aslında küreselleşme “Trilateral” coğrafya dışında kalan tüm ülkelerde hegemonların bu pis tezgâhı daha çirkin görüntülerle kendini açıkça göstermektedir. Uluslararası tefeci örgütlerle borç tuzağı içine alınan, ekonomisi, politikası, sanatı, kültürü ve her türden ilişkisi denetim altına giren bir ülkede, siyasal ekonomik kriz gayrimemnun sınıf ve emekçi halk katmanlarını her geçen gün çığ gibi büyütmektedir. Kapitalist enternasyonalin baskı, sömürü “artıdeğer sömürüsü” altında ezilen bu güçler, ancak kapitalizm karşıtı bir ideoloji içinde tutarlı bir örgüt yapılanmasıyla, kendi çı­karlarını savunabilir. Taleplerini dile getirip ihtiyaçlarının karşılanması mücadelesinde etkili olabilirler. Küreselleşme, Sol’un iğdiş edilmesi, sendikaların işlevsiz kılınması, işçi sınıfının politika dışında tutulup politikasızlaştırılması demektir. Küreselleşme, emeğin ve emekçinin düşmanıdır. O nedenle kapitalizmi gelişmiş ve az gelişmiş ülkelerde işsizlik, yoksulluk had safhadadır. Güney’in işgücü yok pahasına Çok Uluslu Şirketlere peşkeş çekilmektedir. Tarım kesiminin dolayısıyla küçük üretici köylünün, yoksul köylülüğün açlığa ve sefalete sürüklendiğini yetkili ağızlar da itiraf etmektedir. Sabit gelirliler küresel sömürü ve çıkarlar uğruna daha da yoksullaşmaktadır. Örnekleri çoğaltabiliriz. Ama gereksiz. Toplum yaşamıyla öğreniyor… Hayat öğretiyor…

Kapitalist enternasyonalin bu çirkin tablosundan çıkış yolunu mutlaka bulmak durumundayız. Dünya, bölge ve ülke bağlamında sol’un, geçmiş deneyimlerin ışığında kendini yeniden üreterek görevini yapacağını umut etmek durumundayız.
Sol, doğası gereği bilimsel yöntemle konumunu gözden geçirmek ve yeniden bir çekim alanı yaratmak zorundadır.

— Soru: 27 MAYIS 1960’dan bu yana TSK’da ilerici, demokrat, yurtsever ve devrimci kimlik-kişilik taşıyan pek çok değerli insanımız tasfiye edildi, sizin niteliklerinize sahip çok sayıdaki insanın TSK’da çıkmış olmasını nasıl yorumlamalıyız?

— Talat TURHAN: 27 MAYIS Harekâtı, bir anlamda adı demokrat olmasına karşın, demokrasi dışındaki tüm davranışları sergileyen, kendi yasasını ve Anayasasını tanımayan, hak ve hukuk kavramlarının hiçe sayan, ünlü deyimiyle “meşruiyetini kaybetmiş” ve “Küçük Amerika” olma sevdasıyla, sayısız ikili antlaşmalarla ülke çıkarlarını ABD’ne peşkeş çeken, emperyalizmin uydusu, ülkeyi her alanda avanta ve yağmaya açmış sunmuş bir iktidara karşı yapıldığı için, o dönemdeki koşullara göre devrimci bir harekâttı diyebiliriz. Bir devrim harekâtı başladığı andan itibaren karşıdevrim de harekete geçer. Bu bağlamda 27 MAYIS, daha sonra TSK’da çeşitli devinimler oldu. Devrimci askerler, genellikle kişisel çıkar düşünmeksizin ülke çıkarını ön plana alan, Mustafa Kemal’in “tam bağımsızlık” ilkesinden yana, antiemperyalist ve antikapitalist olarak kendilerini tanımlayan kişiler ve kadrolar Slh. K.’lerden tasfiye edildi. Bu arada 27 MAYIS 1960 sonrası sayıları 5–6 bini bulan subayın tasfiyesini açıklama durumundayım. O tasfiye bir anlamda 2. Dünya Savaşı döneminde şişen üst subay kadrosunun hafifletilmesi amacıyla yapılmıştır. Ancak, daha sonra iktidara gelen AP (Adalet Partisi), EMİNSU (Emekli İnkılap Subayları) diye tanımlanan bu kişilere sahip çıkmış ve onlar lehine, özellikle Süleyman DEMİREL’in başbakanlığı döneminde 42 sayılı yasada değişiklikler yaparak kendi saflarına kazandırmaya çalışmıştır, adı geçen emekli subayları.

Somut bir örnek vermek gerekirse, 42 sayılı kanuna göre aynı durumdaki Kurmay Yarbay rütbesiyle idare tarafından resen emekliye sevk edilen biriyim. Benden 4 yıl daha az kıdemsiz binbaşı rütbesindeki bir EMİNSU’dan daha az maaş almaktayım. Çünkü anılan yasa ile Binbaşıların maaşı Albaylığa çıkarılmıştır. Karşıdevrimci iktidarlar Devrimci Subaylara karşı, sınıfsal ve ideolojik aidiyetlerine uygun düşen kinlerini mevcut yasa ve anayasaların eşitlik ilkesini göz ardı ederek, yasa tekniğini hiçe sayarak Devrimci Subaylara karşı bu derece küçük ayak oyunlarına tenezzül dahi etmişlerdir.

1965’li yıllarda adından çok sıkça söz edilen “Dicson Raporu” diye bir belgeden söz edilir. Bir ABD Albayı olan bu kişi tasfiye edilmesi gereken kişileri listelemiş ve zaman içinde bu kişilerin kadroların karşıdevrim süreci içinde TSK ile ve bağlı bulundukları kurumla ilişkileri kesilmiştir.

Philipe AGEE adlı bir CIA ajanının “CIA Günlüğü” adlı bir yapıtı bulunmaktadır.(22) Bu kitapta ClA’nın her ülkede ABD emperyalizmi karşıtı, ulusal çıkarlarıgözetenlerin “LYNX” diye listelerini tuttuğunu, darbe, sıkıyönetim, olağanüstü hal gibi durumlar bahane edilerek tasfiye edildiklerini açıklamaktadır. Mc CARTHYİZM döneminde daha da ileri gidilmiş, ENDONEZYA’da 5000 kişi komünist diye katledilmiştir.

Bütün yapıtlarımda, yaşadığım ve tanığı olduğum bu türden olay, olgu ve belgeleri ayrıntılarıyla açıklamış bulunuyorum. 1972 TEM­MUZ ayında “Ziverbey (Zihni Paşa) İşkence Köşkünde”, beni sorguya alan daha sonra PENTAGON’a bağlı olduğu açıklanan “Ergenekon Örgütü”(23) üyesi işkencecilerin ilk sorusu, 1959 yılında İSKENDERUN’da, Saray lokantasının önün­den geçerken, “Bir gün de biz burada yemek yiyeceğiz” derken “ne demek istemiştin?” Demek ki, taa o zamandan beri beni izlemeye alan gizli güç ve örgütlerin, bu ifadeyi kullanmam yüzünden “Komünist” olduğuma hükmederek beni fişlemiş olduklarını algıladım. Türk Silahlı Kuvvetlerine (TSK) mensup bir Binbaşının bir kasaba lokantasında yemek yiyecek kadar bir ekonomik gücünün bulunmaması gerçekte yönetsel bir ayıptı. Demokrat Parti (DP) iktidarının Başbakanı Adnan MENDERES Genelkurmay Başkanlarını kendine bağlamış, alt kademelerindekilerini dışlayıcı bir tavrı benimsemişti. Hatta bir kızgınlık anında “Ben Bu Orduyu yedek subaylarla da idare ederim…” diyerek, bir anlamda, 27 MAYIS 1960’ın da gerekçelerinden birisini oluşturduğunun ayırdına vardığında kendisini “YASSIADA” Hapishanesinde bulmuştu…

— Soru: Bilimsel doğruları, hayatın ve mücadelenin doğruladığı değerlendirmeleri kaleme alıp, bu yolda ödünsüz bir mücadele verenlerin bağımsızlıklarını koruyarak yararlı olmasının önünde ne gibi engeller var? Neden mevcut siyasi eğilimlere angaje olmadığınızı soranlar da eksik değil. Bu konuyu biraz açar mısınız? Emperyalizmi ve gündemini açığa vurmak için 40 yıldır inat ve ısrarla çaba gösteriyorsunuz, kitap ve makaleler yazıyor, panel, açık oturum ve çeşitli konferanslara konuk ediliyorsunuz. Bu konular üzerinde yaptığınız saptama, yorum ve analizler çoğunlukla sosyal pratikte doğrulandı. Farklı eğilimlerden insanlar sizin kitaplarınızı özenle okuyor, bilinç birikimine göre sonuçlar çıkarıyor ve sizi toplantılarına davet ediyorlar. Bazı kesimler de sizinle tanışmak tartışmak istiyor. Bu türden yönelişler karşısında nasıl bir değerlendirme yapacaksınız?

— Talat TURHAN: “27 MAYIS 1960’tan 28 ŞUBAT 1997’ye Devrimci Bir Kurmay Subay’ın Etkinlikleri” isimli kitabımda ve öteki yapıtlarımda bu konuya ilişkin pek çok örnek vardır, burada yinelemek istemiyorum.

Başımdan çeşitli olaylar geçti. Niteliksiz, çapsız kişi ve örgütlerin çe­şitli provokasyonlarından tuzaklarından buralara geldim. Hapis, işsizlik, işkencenin daniskasını gördüm ve yaşadım. Yaşamım boyunca izlendim. Kapitalist Emperyalizmin bin bir tuzağından korunarak işlevsel olmak gerekiyor. Üç yıl süreyle 6 polisin beni izlediğine KUZGUNCUK’lular tanıktır. Baba evine gelişim, arşiv çalışmalarına başlayışım, “Bomba Davası–1 ve Bomba Davası–2” kitaplarımın yayınlanışı, çeşitli gazete ve dergilerdeki makalelerim, Sıkıyönetim Mahkemelerindeki sistemi ve faşizmi sorgulayan tavrımın toplum tarafından onaylandığını biliyorum. Yazdıklarım henüz tümüyle yayınlanamadı. Buna gücüm yetmedi. Bu malzemeleri gün ışığına çıkaracak yayınevleri de çıkmadı. Beni var eden sürecin getirdikleriyle, böyle bir hayatı yaşamış kimlik ve kişiliğimle, bu koşullarda mevcut hangi örgüte girersem gireyim, oraya zarar vereceğimi düşündüm ve mevcut örgütlerin dışında örgütsüz olmayı yeğledim.

Bağımsız bir tavır sergilemiş olmamın bence geçerli nedenleri vardır.

27 MAYIS 1960, o günkü koşulları içinde devrimci bir harekâttı. 27 MAYIS 1960 sonrasındaki karşıdevrimci sürece bir tepki olarak, Türk Silahlı Kuvvetleri’ndeki (TSK) örgütlenmelere bir anlamda kendi ideolojim doğrultusunda yönlendirmek amacıyla katıldım.

Bu süreç, 9 MART 1971 ile noktalansaydı, TÜRKİYE’de Devrimci kesimin çoğunun onaylayacağı ve önünü açacağı bir başlangıç olur diye düşünüyordum.

O günkü bilgilerimiz ve donanımlarımızla… TÜRKİYE’de Devrimci birey, grup, çevre, örgüt, vb. oluşumların tamamından haberliydim. Onlar da 9 MART’tan haberliydi. Geniş kitleler mevcut sistemden yana olmayan eylem ve hareketlilikle bir değişim dönüşüm bekliyordu. Devrim düşüncesiyle donanmış kadrolarda ise gereken kitle bağı yoktu. 9 MART bu kitle desteğini alamadı ve 12 MART 1971 olarak ABD Emperyalizmi patentiyle ülkemiz üzerine bir kâbus gibi çöktü.

Savunmamda bu sürecin değerlendirilmesiyle eleştirisini yapıyorum.(24) Kişisel ve örgütsel açıdan üzerime düşen hesabımı da tarih önünde açıkça veriyorum. Özet olarak, Sol literatürde ideolojik sınıfsal karakteri tanımlanan küçük burjuva unsurların ne denli alçağın alçağı, kalleşin kalleşi, döneğin döneği olduğunu söylüyorum. Tüm yaşamımda bu gözlem ve yargımın doğrulandığını ifade ediyorum. Nitekim 12 MART 1971 darbesinin bütün hesabı, “Bomba Davası”yla baş sanık olarak benden sorulmuş, sanık ilan edilen zamanın Genelkurmay Başkanı Org. Faruk GÜRLER, Hava K. K. Org. Muhsin BATUR, Donanma K. Ora. Kemal KAYACAN ve daha yüzlerce Subay benimle aynı ilişki içinde gösterilmesine karşın, iki yıl cezaevi süresince hiçbiri benim ve çoluk çocuğumun ne yiyip içtiğini sormadı.

Öylesine ki, yattığım SELİMİYE Askeri Ceza ve Tutukevinde görevli ve yetkili subaylardan biri, benimle birlikte örgütsel ilişki içinde olmasına karşın, içerde kaldığım sürece, bana yönelik bütün kirli iş ve tertiplerde ve provokasyonlarda rol alabilmiştir.

Yineliyorum: “Devrimci mücadelede kararlılık gösteremeyen küçük burjuvazi alçağın alçağı, kaypağın kaypağıdır”…

Kuşkusuz bu kanım yalnızca 12 MART 1971 sürecinde oluşmadı. 1963 yılında “Genç Kemalistler Ordusu” Davasında da 3,5 yıl yargılanırken de bu türden insanlarla olan ilişkideki güvenimi yitirmiştim. Bunun dışında kimliğim kişiliğim ve karakterim gereği donanımlı ve mükemmeliyetçiliği benimsemiş biriyim.

Bu durumda, bu türden kimliğimle ne yapabilirdim? Okuyarak, daha da bilinçlenerek, hayatın bana öğrettiği deneyimlerimi hiç bir karşılık gözetmeden kamuoyuna aktarmak, bu deneyimleri eleştirel katkılarla zenginleştirmek, paylaşmak, vb. misyonunu benimsemeyi uygun buldum. Yapmaya çalıştıklarım birer Devrimci İş’tir. Bu doğrultuda büyük bir özveri ve çalışkanlıkla kişisel arşivimi oluşturdum. Devrimci amacı olanların tamamına arşivimi açıtım. Çalışmalarımı sürdürüyorum.
Emekli olduktan sonra 1980 yılına kadar gerek devletten, gerekse özel sektörden sayısız iş teklifi aldım. Eğer bu tekliflerden birini kabul etmiş olsaydım, bugün, bu kokuşmuş düzenin pisliğine bulaşmış olacaktım. Ayrıca, anılan işleri yapamayacaktım. Bağımsız bir tavır sergilemenin nedenini böylece, kısaca açıklamış oluyorum.

Bir örnek vermek istiyorum;

Yakınım olan bir iş adamı 1968’li yıllarda, bana o zamanki parayla, karşılıksız 10 milyon TL. vermek istediğini, bu parayla bir iş kurmamı ve desteğini sürdüreceğini ifade etti ve bir şart koştu:

“Yalnız bundan sonra yazı yazmayacaksın! Demeç vermeyeceksin!..”

Kendisini yanıtlarken,

“Sizin aklınız bu kadarına yetmez, sizi kim konuşturuyor, bana açıklayın!”

diye yanıt verdiğimde susmayı yeğlemişti.

Bu kişinin arkasındaki adam, bugün kapitalist enternasyonalin TÜRKİYE’deki en büyük işbirlikçisi bir holding patronudur. Daha anlatmak istemediğim tuzaklardan geçerek bağımsızlığımı ve ideolojimi kıskançlıkla korudum. Kapitalizme ve sisteme bağımlı olanların faydalı olma imkân ve şansı olamaz. Bana çeşitli çevreler akıl almaz ideolojik yakıştırmalar yapıyor. Yaptığım işler tartışılmıyor. Kimisi “cuntacı”, “darbeci”, kimisi “faşist”, kimisi “komünist”, kimisi “MİT’çi” vb. sıfatlan yakıştırıyor. Bu türden spekülasyonlar ve dedikodu çıkaranlar şerefsiz müfterilerdir. Onları muhatap almak bana yakışmaz. Ne olduğumu, devrimci kimlik ve kişiliğimi merak edenler, bilimsel ve dürüst bir değerlendirme yapacaklarsa, 20 bin sayfayı bulan yapıt ve etkinliklerimi okumak, anlamak ve özümlemek zahmetine katlansınlar ve böylece değerlendirmelerini ona göre yapsınlar, o zaman bu türden çabalarına, eleştirel katkı ve yargılarına saygı duyarım. Devrimci etkinliklerin spekülasyonla gölgelendiğini tarih yazmıyor.

— Soru: ABD Emperyalizmi başta olmak üzere Yakın Doğu’da çok önemli gelişmeler yaşanıyor. ABD, İsrail, TÜRKİYE arasındaki ittifak; Gerici Arap rejimleriyle (SUUDİ ARABİSTAN, KUVEYT, ÜRDÜN, MISIR ve ötekiler…) hegemonların çok yönlü ilişkileri; Arap dünyasında, çoğunlukla emperyalizmle bağlantılı çapsız önderlikler; Baas (milliyetçi sol) türü sosyal muhalefetin yaygınlığı; fukara FİLİSTİN halkının ABD-İSRAİL Siyonizm’ine karşı destansı savaşı. FKÖ ve önderi Y. ARAFAT’ın donanımsızlığı, İSRAİL Siyonizm’inin “Toplama Kampları”nda, HİTLER faşizminin Yahudilere yaptığının bin mislini Araplara karşı kullanışı, bu sürece dünya kamuoyunun yoğun tepkisini de beraberinde getirdi.

Organize olmasa da TÜRKİYE’de de ABD-İSRAİL aleyhtarı kitle eylemleri yaygınlaşma istidadı gösteriyor. Hegemonya çıkarları ile hegemonlar arası çelişkiler Yakın Doğu coğrafyasında bazı yeni düzenlemelerin de işaretlerini veriyor. TÜRKİYE’de de durum iç açıcı değil. Cumhurbaşkanı, Başbakan, Koalisyon Partileri, Muhalefet, TSK, Sendikalar, Dernekler, Mesleki Kuruluşlar, Polis Teşkilatı, Çeteleşmeler, her kafadan bir ses geliyor. Hakim gerici sınıflar ile işçi sınıfı ve ezilen sömürülen insanlarımızın arasındaki uzlaşmaz çelişkileri derinleştirip iktidara yürümeye aday ilerici, demokrat, sosyalist veya komünist bir anlamlı muhalefetten de yoksunuz. Sağlı sol’lu burjuva partileri aktörlerini değiştirecek, öyle anlaşılıyor. Yeni yeni siyasi partiler kuruluyor. Kapitalist anarşi giderek boşluğa devriliyor. Kitlesel çıkışlar gündemde. Kitlelerin talep ve ihtiyaçlarına cevap verecek ve kurmaylık edebilecek güvenceler de eksik veya çok zaaflı. İktidar baskıcı yönelişlerle nereye gidiyor? Emperyalist kuşatma karşıtını yaratmada bir rol de üstlenmiş oluyor. Çok önemli günler yaşanıyor. İlerici insanlık topyekûn kurtuluş için iyimserliğini nasıl korur?

— Talat TURHAN: Bazı jeopolitikçiler AVRUPA-ASYA-AFRİKA’dan oluşan kara parçasına “Heartland” diye tanımlıyor. Bu önemli bölgenin jeopolitik açıdan tarih boyunca merkezi, gerek uygarlığın doğuşu, gerek dinlere beşiklik yapma­sı nedeniyle ve daha sonra da kapitalist uygarlık tarafından sömürülmesi ve petrol yataklarıyla yeraltı-yerüstü zenginlikleri dolayısıyla, Yakın Doğu “Heartland”ın merkezidir. Bu nedenle, emperyalizm çağında, bütün emperyalist ülkeler, Yakın Doğu’ya egemen olmak istemiştir.

Tek kutba doğru yönelen dünyamızda, tüm bölgeye ABD’nin, egemen olmak için uzun süreçten beri çok yoğun bir çabanın içinde olduğunu görüyoruz. Bu çabayı 20. yy.’in başlarına doğru İngiliz Emperyalizmini devralmaya başlayan ABD’nin İSRAİL devleti kurulmasındaki katkılarında da görüyoruz. 1905’li yıllarda İngiliz Başbakanı BALFOUR ile ABD Başkanı WİLSON’un girişimleriyle imzalanan “Balflour Deklarasyonu”nu yaşama geçirmek için Dr. Thedor HERTZL’in girişimlere başladığını görüyoruz. Bu girişimlerin yanında 1917 yılında bölgede bir Yahudi Üniversitesi’nin kurulmasına, İbranice dilinin ihya edilme çabasına tanık oluyoruz. Bu Üniversitede yetişen kadrolar, 1948 yılında İSRAİL devletini kurdu. Kurulduğu günden bu yana İsrail devletine ABD’nin bölgedeki “Truva Atı” da diyebiliriz. Bu yakınlığın temel etkeni, ABD Derin Devletini oluşturan gizli Siyonist ve Masonik örgütlerin ideolojik bakımdan İSRAİL ile birlikte olması ya da birbirine bağlı olan işbirlikçilerin Siyonist politika üzere Çok Uluslu Şirketlerin “ÇUŞ” ve onların sahiplerinin büyük çoğunluğunun Yahudi kökenli olması İSRAİL Siyonizminin bu politikaların dünyadaki geçerliliğini kılmaktadır.

11 EYLÜL Baskınını bahane ederek bir kalemde dünyayı ikiye ayıran W. BUSH mantığı “ya bendensin, ya da terörden yanasın”dan, bazı ülkeler kendi etnik sorunlarını halletmek için yararlanırken, İSRAİL de Tevrat’taki uzun erimli amaçlarına ulaşmak için savaş kurallarını hiçe sayıp, her türden kuralsızlığı, ahlaksızlığı ve vicdansızlığı, vahşeti, mubah sayıp başta FİLİSTİN halkı olmak üzere, bölgenin emekçi halklarını şiddet politikasıyla terörize etmektedir. Dünya lideri olduğunu iddia eden ABD liderliği bu vahşete göz yumarak İSRAİL’in tarihsel suçluluğuna ve bu haksız savaşa ortak olmaktadır. Öylesine ki, Arap Birliği’ni sabote edip kendi işbirlikçisi liderleri toplantıya katmamış, teknolojik oyunlarla, ARAFAT’ın telekonferansını sabote etmiştir. ABD Emperyalizminin temel düsturu, “ABD çıkarları bir yana, dünya çıkarları öteki yanadır” diyebiliriz. Bu bağlamda ulusal çıkarlarını ön plana çıkaran ülkeleri çeşitli yöntemlerle bağımlı hale getirmek, bölgesel politikalarına yön vermektedir.

Ülkemiz bu anlayışla Arap halklarıyla, hatta İslâm dünyasıyla karşı karşıya getirilmek istenmekte ve bu amaçla TÜRKİYE-İSRAİL-MISIR-ÜRDÜN dörtgeninde yıllardan bu yana politik oyunlara başvurulmaktadır.(25)

ABD ile yapılan anlaşma gereğince F–16 uçakları ülkemizde üretilmiş, ancak uçağın beyni durumundaki cihaz ABD tarafından İSRAİL’den alınması önerilmiştir. İSRAİL ile ülkemiz arasındaki teknolojik bir bağımlılığın temeli atılmıştır. Bu süreci İSRAİL uçaklarının KONYA havaalanından yararlan­ması, ortak tatbikatlar gibi girişimler izlemiştir.

Tanklarımızın modernizasyonu konusu kapsamında da İSRAİL’in iflas etmek üzere olan “IMI” şirketine 1 milyar dolara yakın ihale verilmesi çok “talihsiz” bir döneme rast geldiğinden, kamuoyu tarafından haklı olarak ağır bir eleştiri bombardımanına tutuluyor.(26)

İSRAİL Siyonizminin işlediği jenosit suçuna karşı27, savaş karşıtı çok kapsamlı bir sosyal muhalefetin varlığını da göz ardı edemeyiz. Tank ihalesi ardından baş gösteren Siyonist saldırganlık karşısında, dolaylı da olsa TÜRKİYE’nin aktardığı dolarlarla uygulanan şiddet politikasına katkıda bulunduğunu düşünenler de haksız sayılmazlar. TÜRKİYE bu yanlışlardan dönebilecek mi?

TÜRKİYE’nin ulusal modern ağır sanayi kompleksleri emperyalistler tarafından kurdurulmamıştır. Sanayisi emperyalist odaklara bağımlı bir ülkenin bağımsız bir politika izleyebilmesinin de önü kapalıdır. Tank ihalesi ve sonrası tartışmalar pek çok yaşamsal sorunu gündeme taşımıştır. ABD’nin bölgedeki politikasına uygun düşen bu olgu üzerine ayrıntılı düşünülmelidir. Yüzyıllardan beri tarihsel, dinsel, kültürel, ekonomik bakımdan ilişkide bulunduğumuz ve daha da ilişkide bulunacağımız ABD-AB karşıtı komşu ülkelerle aramız açılarak TÜRKİYE yalnızlığa itilmektedir. ABD-AB-JAPON hegemonyalarının çıkarları uğruna cirit atılan bir bölgede, TÜRKİYE dışlanarak ABD Emperyalizminin güdümüne daha fazla itilmektedir.

Uluslararası spekülatör, “Bilderberg” üyesi, G. SOROS, pek yakın bir tarihte “TÜRKİYE’nin en önemli ihraç ürünü ordusudur”

söylemi üzerine ilgililer uzun uzun düşünmeli, küreselleşme adına “ulus devlet” düşüncesini yok etme girişimlerini sürdüren ABD’nin, AB’nin niyetlerine doğru tanılar koymak durumundadır.(28)

Kaynakça ve Açıklamalar

1- “Georgetown Üniversitesi’nin CIA için hazırladığı raporda teknolojinin tehdit olaca­ğına dikkat çekildi, kendi silahlarıyla vuruldu”, Cumhuriyet, 14 EYLÜL 2001.
2- “Hukuk hak getire, Sivil hak ve özgürlükleri çöpe atan ABD, yabancıları ‘gizli kanıt’ usulüyle sınır dışı edecek. Bu insanlara yönelik suçlamayı hiç kimse bilmeyecek.,” Radikal, 11 ARALIK 2001.
3- “Pentagon’un çöktüğü an…”, Radikal, 9 MART 2002.
– y.n.: Olaydan 5 ay sonra basma dağıtılmak gereksinimi duyan ABD yönetimi dünya kamu oyunu inandıramazdı. Buna karşın Medya’da PENTAGON’a patlayıcı yüklü bir kamyonla eylem düzenlendiği haberleri yer aldı.
4-a) “LADİN TERÖR ÜÇGENİ,” Tolga ŞAMDAN’ın haberi, Milliyet, 22 KASIM 1999.
b) “LADİN’İN KANLI BİLANÇOSU”, Milliyet, 26 EKİM 2000.
c) “İslamcı terör korkusu, ABD karşıtı ittifak oluşturuldu”, Cumhuriyet, 4 ŞUBAT 2000.
d)”Terörün yeni üssü Asya, ABD Dışişleri Bakanlığı uluslararası terörizm raporu………..”, Cumhuriyet, 1 MAYIS 2000. Cumhuriyet, 3 MAYIS 2000.
e)”Bin Ladin Ahtapot gibi, Suudi milyarder tarafından yönetilen İslamcı eylem ağı bütün dünyaya yayıldı”, Binyıl, 24 AĞUSTOS 2000.
f) “ABD Dışişleri Bakanı Albright, “Bütün ülkelere müdahale ederiz.” Teoman ALİLİ, Aydınlık, 17 EYLÜL 2000.
g)”ClA’nın yarattığı canavar, Terörist Bin LADİN’e karşı operasyonun eli kulağında”, Yasemin ÇONGAR’ın haberi, Milliyet, 21 ARALIK 2000.
h)“Usame Bin LADİN”, Ruşen ÇAKIR, Milliyet, 1 OCAK 2001.
ı)”Bin Ladin koca kulaktan kaçamadı”, Yasemin ÇONGAR’ın haberi, Milliyet, 16 ŞUBAT 2001.
5- “ABD gemisine Kamikaze”, Milliyet, 13 EKİM 2000.
—Selam durup çarptılar, Bu kez hedef İngiliz elçiliği Milliyet, 14 EKİM 2000.
—İkinci cephe YEMEN’de, Radikal, 14 EKİM 2000.
—Yasaklı gerçekler, Mine G. KIRIKKANAT, Radikal, 16 OCAK 2002.
6- y.n.: George BUSH’un yeni tehlikeli İslâm düşmanlığı stratejisi ilk kez tarafımızdan kamu oyuna açıklanmış: “Şimdi de İslâmi düşman seçtiler.” Zaman, 19 KASIM 1990.
Daha sonra da NATO Başkumandanı Orgeneral John GALVİN aynı doğrultuda açıklama yapmıştır.
“Ana tehlike komünizm zayıfladı ancak şimdi yeni tehlikeler var. Bu tehlikelerin ba­şında İslâm köktendinciliği geliyor.”, Zaman, 29 KASIM 1990
7- y.n. DTM eylemcilerinden Nidel AYYAD “Gelecek sefer çok daha isabetli olacak” diyerek adeta 11 EYLÜL 2001, DTM baskınını 8 yıl önce haberdar etmiştir, Cumhuriyet, 2 EKİM 2001.
8- Timoty Mc VEİGH: “ABD dış politikasından bir sayfa ödünç aldım ve giderek daha düşmanca tavır alan hükümete, bir federal binayı bombalayarak mesaj göndermeye karar verdim.”, Cumhuriyet, 11 HAZİRAN 2001.
9-y.n.: OKLAHAMA eylemi, 19 NİSAN 1995’te gerçekleşmiş, bombalı saldırı sonucu 168 kişi ölmüş, 674 kişi yaralanmıştı.
10- “MOSSAD ABD’yi uyarmıştı”, Cumhuriyet, 17 EYLÜL 2001.
—Demek ki neymiş?”, Mine G. KIRIKKANAT, Radikal, 8 MART 2002.
11- “SUUDİ ARABİSTANlı teröristin tehditleri Washington ve TEL AVİV’i alarma geçirdi., “Bin LADİN saldıracak”, Cumhuriyet, 25 HAZİRAN 2001. “ABD teröre karşı ‘seferberlik baş­lattı’, Radikal, 24 HAZİRAN 2001.
12 a) “Küçük bir şirket işi: Kanlı İpek yolu”, Ece TEMELKURAN, Milliyet, 16 OCAK 2002.
b) “ENRON, UNOCOL ve Dünya İşleri,” Ece TEMELKURAN, Milliyet, 18 OCAK 2002.
c) “Temiz” kapitalizm var mıdır?, Ece TEMELKURAN, Milliyet, 23 OCAK 2002.
d) “Yeni İpek Yolu Projesi” Ortaklığı ENRON ve UNOCAL, Ece TEMELKURAN, Milliyet, 25 OCAK 2002.
e) “İstim arkadan gelsin (1)”, Mine G. KIRIKKANAT, Radikal, 23 OCAK 2002.
f) “Hegemonya ve petrol (2)”, Mine G. KIRIKKANAT, Radikal: 25 OCAK 2002.
g) “İçinden boru hattı geçen savaş”, Enis BERBEROĞLU, Radikal, 21 ŞUBAT 2002.
h) “Petrol savaşı”, Melih AŞIK, Milliyet, 16 EKİM 2001. “Enerji uzmanı Tufan ERDO­ĞAN, AFGANİSTAN’a saldırı petrol ve doğal gaz için”, Özer ÇETİNKAYA’nın söyleşisi, Ay­dınlık, 21 EKİM 2001.
13- Talat TURHAN’ın 12 EKİM 1996 günü yaptığı “TÜSİAD’ın girişimleri ve Henry KİSSİNGER’in iç yüzü” konu başlıklı Basın Açıklamasına bakınız: Mehmet EYMÜR, Sorun Ya­yınlan, 9. Baskı, MART 2000, s. 271–300.
14- “Askerler boşuna uğraşmaz”, Murat YETKİN, Radikal, 5 EKİM 2001.
15-  Rouge State, William BLUM, Commun Courage Press, 2000.
16-  Ayrıntılı bilgi için bakınız: Çeteleşme, Talat TURHAN, Akyüz Yayınevi, 2000.
17- Trilateralizm, The Trilateral Commission and Elite Planingg for World Management Edited by Holly SKLAR.
18- Y.n.: ABD, 1987 yılından günümüze kadar 42 ülkeye müdahale etmiştir. Bakınız: “Günün savaşı onlarla”, Mehmet Ali KIŞLALI, Radikal, 8 OCAK 2002.
19- ‘Tek seçenek AB değil‘, Radikal, 4 NİSAN 2002.
20 a) “PORTO ALEGRE’de Kurulan Gelecek”, Türkel MİNİBAŞ, Cumhuriyet, 4 ŞUBAT 2002.
b) “Karşıt forumlar”, İzzettin ÖNDER, Cumhuriyet, 5 ŞUBAT 2002.
c) “New York-PORTO ALLEGRE-Ali SİRMEN, Cumhuriyet, 5 ŞUBAT 2002.
d) “New York ve PORTO ALLEGRE, Mümtaz SOYSAL, Cumhuriyet, 9 ŞUBAT 2002.
e) “PORTO ALEGRE’de neler oldu?”, Cüneyt AKALIN, Cumhuriyet, 12 ŞUBAT 2002.
21- “Bir sonraki G–8 dağ başında”, Milliyet, 25 TEMMUZ 2001.
22- “CIA günlüğü”, Philip AGEE, E yayınları, EYLÜL 1975, (2 cilt).
23- “Ergenekon-Devlet içinde Devlet”, Can DÜNDAR, Celal KAZDAĞLI, İmge Kitabevi, 2. Baskı, TEMMUZ 1997.
24- Talat TURHAN’ın Bomba Davası’nda Savunması 4. Klasör, s. 1399–1405 (Yayınlanmadı).
– “Bomba Davası ve İlaf dosyası”, Uğur MUMCU, Umag yayınları, 1. Baskı, EKİM 2000. (Y.n.: Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan ve umag‘ın yayınladığı bu yapıtta, 9 MART’ın ve cuntacılık bataklığının ve küçük burjuvazinin kaypak ve kalleş niteliğini açığa vurup sürecin özeleştirisini yapıyorum.
25- Talat TURHAN, “Ortadoğu’da Şeytan Üçgenleri”, 7 Gün Dergisi, 15 HAZİRAN 1977, s. 30-31. Y.n.: Bu araştırma türü dizi yazımı zaman da doğrulamıştır.
26- “İsrail’le Sessiz İmza”, Utku ÇAKIRÖZER’in haberi, Milliyet 30 MART 2002.
– “İhalede soru işaretleri,” Murat GÜRGEN, Radikal, 31 MART 2002.
– “Savunma Bakanı Tank’ta Topu Attı,” Milliyet, 3 NİSAN 2002. Y.n.: Örnekler çoğaltılabilir ama gerekmez. Çünkü gerçekler ortada.
27- “ECEVİT: Soykırım yapılıyor, ŞARON’un diyalog yerine işgali seçtiğini belirten Başbakan, ‘ABD hemen devreye girmeli. FİLİSTİN halkına soykırım uygulanıyor….”
Y.n.: ECEVİT, gördüğü tepki üzerine bu kanısını! tevil etme durumunda kaldı… “Soykırım mı dediniz?”, Erdal GÜVEN, Radikal, 5 NİSAN, 2002.
28- İsrail’in saldırgan tutumuna TBMM’de Kamuran iNAN pek yakın bir tarihte karşı çıkmıştır. Kamuran iNAN seçilmiş bir küreselleşmecidir. Bu konumuyla bir anlamda görevini yapmıştır. (Ayrıntı için: “Çeteleşme” adlı yapıtımın 191–227–244 sahifelerine bakınız).

http://talatturhan.com.tr/abd-derin-devleti-ve-11-eylul-baskini-i/


3 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.


***

ABD Derin Devleti ve 11 EYLÜL Baskını BÖLÜM 1

ABD Derin Devleti ve 11 EYLÜL Baskını 1





ABD Derin Devleti ve 11 EYLÜL Baskını 1
Sorun Dergisi: 
2002 Yaz Dönemi
Talat TURHAN






— Soru: 11 EYLÜL 2001 tarihini emperyalist hegemonlar adeta bir “milat” olarak ilan etti. Başta ABD Emperyalizmi olmak üzere bütün sömürücü ve yeni sömürgeci ülkeler, Yakın Doğu’ya müdahaleden sonra, bu sefer Uzak Doğu ve Avrasya “seferine” yöneldi. ABD’nin büyütüp beslediği “Taliban” örgütü ve Bin LADİN isimli eski CIA ajanının simgeleşen şahsında mitler yaratıldı. ABD Emperyalizmi çeşitli bahanelerle, “terör” ve “terörizm” söylemleriyle müttefikleriyle beraber AFGANİSTAN’a yerleşti… Öncelikle bu sürecin bir değerlendirmesini yapar mısınız?

— Talat TURHAN: Kuşkusuz 11 EYLÜL 2001 tarihi bir yanıyla “milat”tır. Söylendiği gibi dünyanın “en büyük terör eylemi” midir? Ya da “milenyum savaşı” mıdır? Ya da “milat” olarak önceden tezgâhlanmış bir operasyon mudur? Soruların yanıtını vermek durumundayız. Tüm bunlara karşın, kanımca bugüne kadar gerek dünya gerek yerel medyada anılan olay gerçek anlamıyla değerlendirilmiş değildir. Askeri literatürde bu olay “baskın” olarak adlandırılır.

Baskını, “düşmana beklemediği yerde, beklemediği zamanda beklemediği araçlarla zarar vermek” diye tanımlayabiliriz.

Bu baskının dünya savaş tarihinde bir benzerinin bulunmaması nedeniyle özel bir yeri ve önemi olduğunu düşünüyorum. Çünkü ilk kez ABD ve küreselleşme karşıtı çok uluslu bir örgüt düşmanının araçlarını kullanıp bu eylemini gerçekleştirmiştir.(1) Masum insanların yaşamlarını yitirmesini onaylamak gibi bir tavır içinde değilim ancak ABD Emperyalizminin kirli geçmişine göz attığımızda yüz binlerce masum insan kanı pahasına bugünkü hegemonyanın kurulduğu gerçeğini de göz ardı edemeyiz.

ABD Emperyalizmi insanlığa “hümanizma” dersi verecek bir konumda olmadığının en yakın kanıtı AFGANİSTAN’ın işgali ve FİLİSTİN’de yaşanan olaylarda ABD yönetiminin duyarsız ve çelişkili tutumdur.

ABD, VİETNAM Savaşı’ndaki hezimetinin kamuoyunda yarattığı aşağılık kompleksini Körfez sularında Irak Savaşında giderdiğini sandı. 11 EYLÜL Baskını bir anlamda, ABD hakkında üretilen tüm mitlerin iflasını gösterdiğinin kesin kanıtı sayılabilir. Deneyimli istihbaratçıların söylemlerine göre, bu çapta bir baskın çok güçlü bir örgüt, büyük para desteği, teknik ve teknolojik donanım, içten yardım, kolektif akıl üstünlüğü, vb. gibi etmenlerle en azından 10 yıllık bir hazırlık dönemi gerektirir. 11 EYLÜL Baskını bir anlamda ABD Kartalının kanatlarını kırmış ve kâğıttan bir kaplan olduğunu da sergilemiştir. W. BUSH’un bin yıllık süreç içinde oluşan uluslararası hak ve hukuku(2) hiçe sayan, tüm antlaşmaları gözardı eden, BM’yi (Birleşmiş Milletler) dışlayan bu pervasız tavrı uzun erimli bir süreçte, dünya kamuoyunda oluşacak kompleksler sonucunda ABD’nin benzeri baskınlara muhatap olacağını söylemek bir kehanet olmasa gerekir.

Bilindiği gibi, simgesel hedef olarak seçilen Dünya Ticaret Merkezi’nin (DTM) ikiz kulelerine ve PENTAGON’a(3) yapılan Baskın’da Beyaz Saray Şifresi kullanılıp adeta, eylemciler, ABD ile dalga geçmiştir. Böylesine büyük çaplı bir eylemin ABD yönetimi içindeki sorumlularının hiç birinin bugüne kadar haklarında, soruşturma açmak şöyle dursun, istifa dahi etmemiş olmalarının anlamını ve değerlendirilmesini okurların takdirlerine bırakıyorum. 12 EYLÜL 2001 gününden bu yana, olaya ilişkin tüm medyayı ve yapıtları izliyor ve arşivliyorum. Hazırladığım dosyaların bir bölümü “11 EYLÜL önceden biliniyor muydu?” sorusuna ilişkin belge ve bilgileri içeriyor. Şu ana kadarki izlenimimin Evet biliniyordu şeklinde olduğunu açıklayabilirim.(4) Elbette tüm argümanları değerlendirmek bu söyleşinin kapsamına sığdırılamaz. Ancak, 1990–2000 yılları arasındaki dönemde ABD hedeflerine yapılan saldırılarda Bin LADİN parmağı, 2000 yılından beri biliniyor ve izleniyordu. EKİM 2000’de YEMEN’de USS COLE savaş gemisine yapılan eylemde(5) ABD’li denizcilerin ölmesi olayını soruşturan FBI’ın ikinci adamı John O NEIL ve YEMEN’deki ABD Büyükelçisi Barbara BODİNE, Bin LADİN’in izine ulaşmış olmasına karşın,(6) 1993 yılına kadar onu yakalamak gibi bir çaba içine girmemiştir. Bunu nasıl açıklayabilirler? Yazılanlara göre, Bin LADİN ile Suudi Ailesi yakınlığı ve petrol ortaklıkları nedeniyle, Suudileri darıltmamak pahasına bu olay gözardı edilmiş, eğer gerçekte 11 EYLÜL Baskınının ardında Bin LADİN varsa, bu eylemin gözardı edilmesi bir anlamda 11 EYLÜL Baskınına yol vermiştir diyebiliriz.

Bilindiği gibi, “Soğuk Savaş”ın bitiminde 34 ülkenin katıldığı, 1990 KASIM ayının sonlarına doğru “Paris Şartı” imzalanmıştır. George BUSH tarafından söylenen ve üç gün süren o toplantıda öne sürülen söylemlerden ikisini yinelemek istiyorum;

— “Bugüne kadar savaşlar Doğu-Batı yönünde süregelmiştir. Artık, zengin Kuzey ile yoksul Güney arasında cereyan edecektir” (Mealen).

—  “Bundan sonra düşmanımız İslâm’dır”.(7)

1990’lı yıllarda İslâmi düşman ilan eden ABD, CIA’nin yetiştirdiği Bin LADİN’e kendi hedeflerine saldırmasına göz yummasının anlamı tüm boyutlarıyla bugüne kadar değerlendirilmiş değildir. Bin LADİN dışında da dünyanın her yerinde “radikal İslamcı” grupları eyleme itip bir anlamda ABD’nin bugünkü saldırganlığını haklı çıkarmak için ortam hazırladığını söyleyebiliriz.

1) 1993 yılında bilindiği gibi Dünya Ticaret Merkezi’ni (DTM) Arap asıllı eylemciler bombalamış, 240 yıl hapse mahkûm olan Muhammed SALAMEH, asıl baskının gelecekte yapılacağını ifade etmiştir.(7) Bu kişinin 5 Eylül 1972 MÜNİH olimpiyat baskınını düzenleyen Ali Hasan SALAMEH’in akrabası olduğu ve Hasan SALAMEH’in CIA ajanı olduğu açıklanmıştır.

Bu kişilerin bir kaçının Yakın Doğu’yu karıştırmak için CIA ile ilişkiye geçtiğini de basına yansımıştır.(8)

2) OKLAHOMA Bombacısı Timoty Mc VEIGH, eylemi nedeniyle elektrikli sandalyede öldürülmüştür. Bu kişinin, bireysel terörist olarak nitelenmesi, kanımca akla ve mantığa uygun düşmez. Çünkü eylemde kullanılan bombanın Ordu malı olduğu belgelenmiş ve yazılmıştır. ABD’nin Körfez Savaşı kahramanı olan bu kişinin ölürken söylediği savaş karşıtı sloganlar bir örgüte çağrışım yapmaktadır.(9) Eğer Mc VEIGH’in örgütsel bağlantısına inilebilinseydi ABD içinde ABD karşıtı radikal örgütler ortaya çıkabilir, 11 EYLÜL Baskının iç boyutu saptanabilirdi.

3)  11 EYLÜL Baskınından yaklaşık 1 yıl önce maddi hiçbir gereksinimi bulunmamasına karşın ABD Derin Devleti’nin 1 Nolu temsilcisi David ROCKEFELLER, aynı bölgede bulunan gökdelenini neden sattı?

4) Medyaya yansıdığına göre, İSRAİL İstihbarat Örgütü Mossad böyle bir baskının olacağını ABD yönetimine önceden haberdar etmiştir.(10) ABD’de olası bir baskına karşı HAZİRAN 2001 ‘den bu yana teyakkuz durumuna geçmişti.(11) ABD olası bir baskından, önceden haberdar olduğu ve alarm durumuna geçtiği halde baskını önleyememiştir. Kanımca, bu olgu tek başına ABD’nin aczini ve güçsüzlüğünü kanıtlamak için yeterlidir…

11 EYLÜL Baskını ardında ABD Derin Devleti’nin parmağı uzun erimli bir süreçte aydınlığa kavuşacaktır diye düşünüyorum.

5) 1996-98’li yıllarda ABD yönetiminin Taliban ile AFGANİSTAN’dan petrol ve gaz boru hattı geçirmek için yaptığı pazarlık girişimleri sonuçlanmadı. O yıllarda “UNOCOL” adlı petrol şirketi AFGANİSTAN’a yerleşmiş ve Hamit KARZAİ şirket danışmanlığına getirilmiştir.(12) Yeri gelmişkenABD’nin Morrison şirketiyle Süleyman DEMİREL işbirliği hatırlamalıyız. “UNOCOL” şirketinin bir diğer danışmanı ABD saldırganlığının bir numaralı temsilcisi dünya emekçi halklarının amansız düşmanı, ABD Derin Devleti’nin etkin üyesi ve Siyonist Henry KİSSİNGER’in(13)  AFGANİSTAN’a müdahalenin öncülüğünü yapması anlamlıdır. Yine aynı tarihlerde bir başka ABD petrol şirke­ti ÇİN’e uzanmış ve bu yapılanma içinde George W. BUSH’un güvenlik Danışmanı Condoleezza RİCE’in yer alması sizce bir rastlantı mıdır?

6) Afgan işgalinden yaklaşık dört yıl önce bir ABD paraşüt tugayının 19 saat durmaksızın uçup KAZAKİSTAN’ın ÇİMKENT bölgesine inmesi tatbikatı yöneten Orgeneral John SHEEHAN’ın;

“Eğer buralarda bir kriz çıkacak olursa ve ABD’nin yardımını isterseniz yanınızda olup sizinle savaşacağız”(14)

demesi, ABD’nin bölgedeki petrol ve gaz yataklarına egemen olmak politikası ve AFGANİSTAN’ı işgal provası diye nitelersek yanılmış olmayız.

Örnekleri sayısız şekilde çoğaltabiliriz. Ancak burada noktalayalım. ABD Derin Devleti’ni tüm boyutlarıyla algılamadan 11 EYLÜL Baskınına ve bu olayı bahane ederek AFGANİSTAN ve öteki çıkar alanlarına müdahale etmesine doğru tanılar konulabileceğini sanmıyorum. ABD Emperyalizminin gündemini, Derin Devlet’in Siyonist ve Masonik bir yapılanmanın işleyişi içinde görebiliriz. Bu yapılanma 1832’li yıllara kadar inen gizli örgütlerden ve onların üyelerinden oluşmaktadır. Bu üyelerin büyük bir çoğunluğu Çok Uluslu Şirketlerin sahip ve yöneticileri ve CEO’larıdır. ABD Derin Devleti ve o’nun çıkarlarına göre dünyanın şekillenmesi Küreselleşme, “Yeni Dünya Düzeni”, v.b. gibi söylemlerle Dünya Kamuoyuna yutturuluyor. Çoğunluğu (ÇUŞ) Çok Uluslu Şirket yöneticilerinden oluşan BUSH kabinesi kendi ulusal çıkarlarını öne çıkaran devletleri “Rouge State”(15) diye tanımlayıp çeşitli yöntemlerle sindirme politikası gütmektedir.

Görünen ABD devleti, görünmeyen devletin “Derin Devlet” taşeronluğunu yapmakta, zaman zaman da bu iki güç arasındaki çatışma, başkanların öldürülmesi, seçim hilesi ve 11 EYLÜL Baskını gibi olaylarla sonuçlanabilmektedir.

Baba BUSH’un Kuzey-Güney söylemine dönersek, ABD gizli örgüt yapılanmasını biraz daha somuta alabiliriz diye düşünüyorum. 1832’li yılında ABD’de “Skulls and Bonnes Society”  örgütü 1776 yılında ALMANYA’da kurulan hala dünyayı etkileyen Siyonist ve Masonik eğilimli İlluminati’nin devamıdır. Seçilmiş kimselerden oluşan örgütlenme ağı 1921 yılında ROCKEFELLER ailesinin girişimiyle “Commission on Foreign Relation” (CFR)=(Dış İlişkiler Komisyonu) adlı gizli yapılanma Kuzey Amerika’da kapitalist enternasyonalizmin gerçekleşmesi için kurulmuş ve bu yapılanma 1954 yılında AVRUPA’ya taşınarak “Bilderberg” örgütü kurulmuştur Bizim küresel seçkinlerimiz(!) de bu örgüte üye yapıl­mıştır.. Aynı yapılanma 1971 yılında JAPONYA’ya taşınmış ve “Trilateral Commission=TC” (üçlü komisyon) kurulmuştur. (16)

Vurgulayıp yinelemek isterim, ABD istihbarat örgütlerini de denetime alan bu örgütlenme Siyonist ve Masonik karakterde olup masonluk ilkeleri temelinde aşağıya doğru (Rotary, Rotaract, Lions, Dinner, Propeller, vb… örgütlere) yaygınlaştırmış, uluslararası kapitalizmin hem coğrafyasını hem de işbirlikçileri oluşturulmuştur.

O halde, ABD+AVRUPA+JAPONYA’dan oluşan Kuzey yarım küresi ülkelerinin örgütsel bir biçimde kapitalist enternasyonalin denetimine girmiş olduğunu söyleyebiliriz. Bu coğrafyadaki uluslar G-8’ler adıyla örgütlenmiş ABD önderliğinde, ABD çıkarları ön planda olmak koşulu ile kapitalist emperyalist sömürüde anlaşmışlar ve kapitalizmi “Trilateralizm”e(17) dönüştürmüşlerdir. Aralarında zaman zaman yaşanan çelişki ve sürtüşmeler görülse de özdeki yapılanma açıkladığım biçimdedir.

1832 Yıllında kurulan “Skulls and Bonnes Society” adlı örgüt şu anda en etkin bir konumda bulunmaktadır. Şöyle ki, Baba ve oğul BUSH, Siyonist ve Masonik örgütler ağının, bu en tehlikeli gizli örgütün üyesidir. Örgütün mabedinde taş duvar üzerinde en azından iki metre yükseklikte “WAR” (savaş) yazmaktadır. “Şahinler” tanımlamasının bu açıklama karşısında anlam kazandığını düşünüyorum. ABD hegemonyası savaşla beslenip bir yandan ekonomik güçlüklerini aşarken, diğer yandan da “Trilateral” coğrafya dışında kalan tüm bölgeleri, özellikle de İslâm’ı denetim altına alıp emperyalist sömürüye süreklilik kazandırmaya çalışmaktadır. Çünkü Kuzey’in yaşaması için gerekli olan, başta petrol olmak üzere hammadde kaynaklarının büyük bir çoğunluğu Güney coğrafyasında bulunmaktadır.

Bin LADİN bahanesiyle ABD’nin AFGANİSTAN’a müdahalesinin önceden planlandığını kısaca açıklamış bulunuyorum; “ABD, gelecekte en büyük rakip olarak gördüğü ÇİN’i denetim altına almak, İRAN’ın uysallaştırılması, uyuşturucu rantına egemen olmak için AFGANİSTAN’a el atmış, milyarlar­ca masum insanın göç nedeniyle açlık, sefalet ve hastalıklardan kırılmasına sebep olmuş ve saldırganlığını örtbas etmek için de AFGANİSTAN’a havadan gıda yardımı yapmaktadır”.

Aradan oldukça uzun bir zaman geçmiş olmasına karşın, en azından 30 milyar dolar istihbarat bütçesi olan bir devletin bir kişiyi yakalayamaması, ABD yönetiminin aczini göstermektedir.

BUSH’un örgütünden kaynaklanan ve ABD Derin Devleti’nin ve hegomonların istekleri doğrultusunda sürdürülen ABD saldırganlığı,(18) dünyanın pek çok ülkesine ve yöresine el atmış (FİLİPİNLER, YEMEN, SUDAN, GÜRCİSTAN, vb…) ve IRAK’a müdahale etmek suretiyle Yakın Doğu’daki mutlak egemenliğini pekiştirmek istemektedir. Siyonist katil ŞARON’a yol vermesi bu planın bir parçası olduğunu göstermektedir.

MGK Genel Sekreteri Org. Tuncer KILIÇ’ın Harp Akademileri’ndeki sempozyumda yaptığı açıklamalar, ABD-AB politikalarına “alternatif” sorununu medyanın gündemine taşıdı. Hegemonların Yakın Doğu, Uzak Doğu, Avrasya, KAFKASYA, vb. ülke coğrafyalarıyla ilgili yeniden şekillendirme projeleriyle nasıl değerlendirilmeli? TÜRKİYE’nin konumu, AB karşıtı lobiler, vb. oluşumlar çerçevesindeki gelişmeleri nasıl yorumlamalıyız?

MGK Gnl Skr. Org. Tuncer KILIÇ’ın açıklamasının MGK Sekreterliği adına mı, şahsı adına mı yapmış olduğu hususu tam netlik kazanmadı. Konu tartışmalıdır. Öyle de olsa söylenenler çeşitli medya kuruluşlarının bakış açıları çerçevesinde, herkesin meşrebine göre yorumlandı ve gerçek özünden çarpıtıldı. Oysaki Genelkurmay’ın ve MGK’nın (Milli Güvenlik Kurulu) hatta Dışişleri Bakanlığı’nın işlevleri gerçek anlamıyla bilinseydi, kanımca daha gerçekçi ve donanımlı yorumlar yapılabilinirdi. Böylece konu kamuoyunda tartışmaya açılır, TÜRKİYE’nin çıkarları özgürce tartışılabilirdi. Anılan örgütler, hegemonların gündemi ve çıkarları hakkında bilgi sahibidir. Öyleyse “ulusal çıkarlar” temelinde çeşitli senaryolara göre plan yapmakla yükümlüdürler. Bu bağlamda her türden olasılık düşünülerek taslak planlar hazırlanır. Dünyadaki kuvvet ilişkileri, dengeleri ve devinimler bu taslak planların hangisine yakın ise, o plan öne çıkartılarak mevcut somut durumu, günün koşulları içinde gözden geçirilerek yaşama geçirilir. Beynini, yüreğini, çıkarını kapitalist enternasyonale, kapitalist emperyalizme bağlamış, angaje kişilerin, seçeneksiz olmaktan daha başka şansları bulunmamaktadır. O nedenle önlerine seçenek sürülünce telaşa kapılmaları doğaldır. Çok yakın tarihimizde ABD’nin yönlendirmesiyle “Bağdat Paktı Cento, Seato” vb. gibi paktlarla İRAN ile işbirliği yapmış olan ülkemizin, koşullar gerektiğinde, yeniden “ulusal çıkar” gözetilerek, İRAN ya da diğer ülkelerle yeni seçenekler ekseninde planlar yapmasından daha doğru ne olabilir? Org. KILIÇ’a karşı çıkan çevreler, İRAN’dan doğal gaz alma konusunda neden susuyorlar?

Nitekim Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet SEZER’de 3 NİSAN 2002 günü yapmış olduğu açıklamada,(19)  Org. KILIÇ’ın paralelinde, tek boyutlu uydu politikalar yerine, çok boyutlu ve “ulusal çıkarları” ön planda gözeten politikalardan yana tavır aldığı görülmüştür.

Bu türden yaşamsal bir konunun tartışmaya açılması, “ulusal çıkar” ile hegemonların çıkarı konusunda bilimsel ve doğru analizlerin yapılmasını da tetiklemiştir. Tartışmanın bu konu üzerindeki demagojilerin ve baskıların aşılmasına katkısı oldu ise yararlı olmuştur diyebiliriz.

“Globalleşme çağı” ve “küreselleşmeye karşı etkin olmaya çabalayan önemli bir sosyal muhalefet örgütleniyor, dünyada. Küresel saldırıya karşı küresel başkaldırı söylemleri de sıkça dillendiriliyor. Emperyalist hegemonların çeşitli “şiddet” öğelerini de bağrında taşıyan bu türden başkaldırılara karşı tavrı nasıl bir ivme gösteriyor? Emperyalizme karşı güçlerin tetiklediği bu eylemler nasıl daha tutarlı bir duruma getirilebilir? Küreselleşme karşıtı eylemlere proje ve program üretebilecek kurumlar nasıl örgütlenmelidir?

Yaşamın her alanında “etki-tepki” kuralının diyalektik kuralının geçerli oluşunu biliyoruz. Kapitalist emperyalist saldırı ve kuşatma varsa, bu olgu, karşıtını da üretip yaratacaktır. Hegemonların pervasız biçimde insana ve insanlığa saldırısı, bütün dünyada duyarlı ve devingen birey, örgüt, grup, çevre, vb. oluşumları “Küreselleşme Karşıtlığı” konusunda buluşturup birleştirdi. Bu bağlamda yıllardan bu yana dünyanın her yerinde kapitalist emperyalist örgütlerin toplantılarında karşıt eylemler sergilendi. Bu süreç devam ediyor. Gerçekleşen eylemler içinde genelde kabul görmeyen ve “marjinal grup” olarak nitelenenlerin varlığı eylemden rahatsız olan kapitalist çevreler tarafından eleştirilmektedir. Eylemlerde gerçekleşen “şiddet” olgusunu da aynı çevreler, küreselleşme karşıtları için kullandılar. Ancak, bu yıl PORTO ALEGRE’de, “Dünya Sosyal Forumu”, NEW-YORK’tan “Dünya Ekonomik Forumu” belli bir gündem içerisinde karşıt seçenekler geliştirdiğini, “Kırmızı Karanfillerin” yeniden açılmaya başladığını görüyoruz.(21)

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***