ALMAN DERİN DEVLETİNİN BARONU etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ALMAN DERİN DEVLETİNİN BARONU etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Ocak 2018 Perşembe

PANZER VE KÜRT İSYANI, ALMAN DERİN DEVLETİNİN BARONU: BÖLÜM 3

PANZER VE KÜRT İSYANI,  ALMAN DERİN DEVLETİNİN BARONU: BÖLÜM 3


Aydoğan Vatandaş’a göre Ergenekon’un ideolojik temelleri Almanya’yla doğrudan ilişkiliydi: Ergenekon tarihsel kökleri olan, ideolojik temelli, nasyonel sosyalist eğilimler taşıyan ama iktidarını kaybetmemek için hemen herkesle de ittifaklar kurabilecek bir örgüttü. 

Kanımca Kemalist çizgiye değil daha çok Enverist çizgiye, İttihatçılara yakındır. İttihatçıların da Alman nüfuzu altında olduklarını, Enver"in Kafkaslar"da İngiliz aleyhtarı bir siyaset izleyerek Alman-Rus jeopolitiğine uygun bir konum aldığını biliyoruz. Demek ki Enver"le Mustafa Kemal arasındaki mücadele sadece liderlik mücadelesi değil aynı zamanda jeopolitik bir mücadeledir. II. Dünya savaşı yılları arasında Alman etkisinde olan örgüt, değişen dünya konjonktürüne göre kendini yeniden tanımlamış olmalı. Dikkat ederseniz II. Dünya savaşı sonrasında Alman istihbarat elitinden bazı isimler de Amerika"ya gidip CIA"nın organizasyonunda görev aldılar. Türkiye’deki elit de Amerikan etkisi altında kaldı. Eşit olmayan 2 
güç stratejik işbirliğine girdiğinde, bu, zayıf gücün güçlü olanın uydusu olmasıyla sonuçlanır. Soğuk savaş süresince Ergenekon ve ABD arasındaki ilişkinin pozitif yönde seyrettiğini analiz edebiliriz. Diğer taraftan, bu tür örgütlerde motivasyon çok önemlidir. Ergenekon her örgütte, her partide, her gazetede, her kurumda vardır. Devlet içerisinde bir paralel devlettir. Kanımca ordu içerisinde bazı kurumlarda da çok etkilidir. Özellikle de görevi zaten örtülü operasyonlar yapmak olan bir kurumda. 

Yani Türkiye"nin bir işgal durumunda yeniden organize olmasını sağlamakla görevli bir kurum barış zamanında her halde boş duruyor olmamalıdır. Önceleri daha çok sol çevrelerin Gladyo, Kontrgerilla kavramları yaygındı ve Genelkurmay"a bağlı Özel Harp Dairesi ve Özel Harp Dairesi"nin atası sayılan Seferberlik Tetkik Kurulu için kullanılırdı. Sonraları Daire’nin adı Özel Kuvvetler Komutanlığı oldu. 

Derin devletin daha çok bu kurumlarla irtibatlı olduğu düşünülürdü. Sonra Deniz Kuvvetleri"nden emekli bir binbaşı, Erol Mütercimler, Ergenekon adlı bir örgütten bahsedince işler değişti. Derin devlet tartışmaları bu kez, Ergenekon kelimesi üzerinde yoğunlaştı. Mütercimler’e göre soğuk savaş döneminde Komünizme karşı Avrupa"da kurulduğu söylenen Gladio örgütünün bizdeki karşılığı Ergenekon"du. Mütercimler’in adını merhum Memduh Ünlütürk Paşa"dan duyduğunu söylediği Ergenekon, ülkeyi 1971`den sonra 12 Eylül`e kadar planlı programlı şekilde terörün, anarşinin içine sokmuştu. Sonunda gelinen noktada, artık sokağa çıkamayan, can güvenliği olmayan, beş dakika sonrasından emin olamayan Türk halkı darbeyi, askerleri yalvar yakar ister hale getirilmişti. Mütecimler"in o 
yıllarda Ergenekon ile ilgili açıklamaları, Can Dündar’ın kitabından ayrıntılarıyla okunabilir. 

2005 yılında "Derki" adlı internette yayın yapan haber aktüalite dergisinde Dr. Mütercimler Metin Under"e şöyle der: 

"Altını çiziyorum, derin devlet diye birşey yoktur. Bizde derin devlet diye bir olgu yok. Ne var, çıkar çeteleri var. Devletin içinde kurulmuş çıkar çeteleri var. Bunlar çete, bunlar eşkiya." Muhabir Metin Under dersine iyi hazırlan mıştır ve soruyu patlatır: " Ergenekon adlı Derin Devlet yapılanmasıyla ilgili bildikleriniz neler?" 
Yanıt son derece ilginçtir. "Ergenekon bana Tümgeneral Memduh Ünlütürk tarafından anlatıldı. Açıklamayacağım. Çok büyük bir hadisedir. Toplam üç nüshası vardır. Birisi bendedir ve de ölene kadar gizli kalacaktır. Bir nüsha banka kasasında gizleniyor. Muazzam bir derin devlet örgütüdür. Ama ben ölene dek gizli tutacağım, açıklamayacağım. Benden sonra birileri doğru olduğuna kanaat getirirse açıklar." (112) 

THULE ÖRGÜTÜ 

Tüm bilimsel yasalara karşı amansız bir savaş açan Hitler, acaba bu gücünü nereden almaktaydı?. Bu büyülü ve gizemli gücün adı, Thule Örgütü idi. Bu örgütün kurucularından, şair ve gazeteci, Dietrich Eckart, 1920"lerde, mimar Alfred Rosenberg ve Karl Haushofer ile birlikte, Hitler"e, mistik Doğu"nun gizemlerini öğretmiş ve Hitler’in, o yıllarda bu örgüte katılmasını sağlamıştır.Örgüt, adını "Thule Kornen"den almıştı. "Thule", İzlanda efsanelerindeki batık bir kıtanın adıdır. Ayrıca, Grönland"ın batısında, halen bir Thule kenti bulunmaktadır. "Kornen" ise, hem yarımada, hem de "boynuz" anlamına gelmektedir. "Thule Kornen", Thule Yarımadası anlamına gelmekle beraber, Thule kentinin gerçek adı Qaanaak`tır. İki ismi beraber okuduğumuzda "Zülkarneyn" (K165) kelimesi açıkça görülmektedir. Thule Örgütü"nün sembolü, çift boynuzlu Viking miğferidir. Kökleri, kayıp kıta "Mu" uygarlığına dayanan bu öğretinin temel taşları, insan psikolojisinin bilinmeyen yanları ve zaman boyutları idi. 

Amaçları, "zamanda insan ve taşıt naklini" gerçekleştirerek, dünya"nın kaderini değiştirip üstün bir ırk meydana getirmek ve "üst zekâlılarla" diyaloga geçmekti. En büyük hedefi, zaman yolculuğunu gerçekleştirerek Dünya"nın kaderini değiştirmek olan Thule Örgütü"nün, bu amaca ulaşacak teknolojiye erişebilmek için, tarih öncesi üstün Aryan uygarlığının yaşadığı Hindistan ve Tibet"e kadar uzandığı ve Hazreti Hızır"ın öğrencisi olarak zaman yolculuğunun sırrına eren Mevlana Halid-i Bağdadi"nin de, Mekke-i Mükerreme"de kendisine söylendiği üzere, Hindistan yollarına düştüğü ve Cihanabad’da irşad edildiği iddia edilir. 

Türkiye’de neredeyse bir asırdır CIA, Fransız, MOSSAD, KGB gibi bütün İstihbarat örgütleri zaman zaman sorgulanır. Alman istihbaratları BND, BKA’nın ülkenin her yerinde etkin olduğu bilinmesine rağmen şimdiye kadar nedense gündeme getirilmez? Göz ardı edilmesinin sebebi acaba Türkiye’deki derin devletle olan derin bağlantıları mıdır? 
Ergenekoncuların en büyük destekçisinin Alman derin devleti ve onun uzantıları olduğu artık deşifre olmuştur. 

Ergenekonculara  karşı Türkiye’yi Deniz Feneri davasıyla vurmak, zora düşürmek için PKK’yı kollayıp gözetmek, para yardımı yapmak onların marifetidir. 12 Eylül darbesinden sonra Almanya’da PKK’nın örgütlenmesi, para kaynaklarının ve kasalarının Almanyada olması, 500 bin kadar Kürt kökenli vatandaşın Almanya’ya iltica edip PKK ile ilişkisi olanların 
ilticalarının hemen kabul edilmesi, bu ülkede PKK’nın siyasi, ekonomik, sosyal, kültürel, basın, yayın alanlarında örgütlenmesine göz yumulması tesadüfi değil, büyük bir plan ve hesabın bir parçasıdır. Türkiye’nin kağıt üzerinde dost ve müttefiki olan bir Almanya’nın NATO ülkesi olarak Türkiye’nin Avrupa Birliğine girmesine Fransa ile birlikte şiddetle karşı 
çıkmasının gerçek nedenleri hiçbir zaman gündeme getirilmemektedir. Türkiye’de ki Alman Vakıflarının Almanya’daki bağlı bulundukları siyasi partilere düzenli olarak gönderdikleri raporlarda Aleviler, Kürtler, Azınlıklar ile ilgili sorunları kaşıdıkları görülmektedir. Alman Politikacılar bu raporlara göre Avrupada Türkiye’ye karşı politikalar üretmektedirler. (113) 

Cumhuriyet Gazetesi Ergenekon'la ilgili haberleri neden görmüyor deniliyor. Göremez. Zira, Cumhuriyet Gazetesi'nin kurucu felsefesinde Nazi ideolojisi, Nasyonel Sosyalizm vardır. 
Cumhuriyet Gazetesi'ni kuran Yunus Nadi'nin hayat hikâyesi biraz da Türk basın tarihinin hikâyesidir aslında. 1879'da Fethiye'de doğan İttihatçı Yunus Nadi, Alman yanlısı yayınlarından dolayı da 'Yunus Nazi' olarak anılırdı! Johns Hopkins Üniversitesi Siyasal Bilgiler Okulu Dış Politikalar Profesörü Barry Rubin, Milliyet Yayınları'ndan çıkan "İstanbul Entrikaları" adlı kitabının 58-59 sayfasında şunları yazıyor: "Türk gazetecilerin desteğini sağlamak 
için, 'Nazi'lerle müttefikler arasında çekişme büyüktü. Alman Büyükelçi Von Papen, en etkili gazete yapımcılarından biri olan Cumhuriyet'in toparlak yüzlü sahibi Yunus Nadi'ye ulaştı. 

Kendisi aynı zamanda milletvekiliydi ve arazilere, madenlere, çiftliklere sahipti. Alman hükümeti özel ticari ayrıcalıklar tanıyarak Nadi'yi daha da zenginleştirdi. Alman göçmenler ve müttefik diplomatlar kendisini, 'Yunus Nazi' diye adlandırıyordu. "Bazı günler Cumhuriyet dengeliydi, ancak çokluk, yenilmez Almanya'nın karşı konulmayacak kadar güçlü olduğunu savunuyordu.'' 

Aydoğan Vatandaş'ın Kayıp Kitap Barnabas'ın Sırrı adlı kitabında aslında Türkiye'de Alman yanlısı yeraltı faaliyetlerini organize eden bir Alman Baron'a ve onun Türkiye'deki ilişkilerine ve geçmişe dönük olarak Almanların İttihat Terakki üzerindeki etkilerine değiniliyordu. 
Roman'a göre Hitler'i iktidara getiren Thule örgütünü anlayamazsanız, Ergenekon'u asla anlayamazsınız. Thule'nin ideolojik, ezotreik dünya görüşünü anlayamazsanız, Ergenekon'u anlayamazsınız. Thule askeri bir inisiyeler tarikatıydı. Ergenekon da öyledir. Thule, Almanya'yı pagan köklerine götürmeye çalışıyordu, Ergenekon da Şaman köklerine götürme ye çalışıyor!   Ergenekon'un sınıfsal, ekonomik ve de dinsel boyutunu anlayamadan bu konuyu çözemezsiniz! (114) 

Almanya’da aklı başında, vicdanı yerinde herkes bir süredir aynı şeyi soruyordu: “Bu ülkede legal terörizm mi var?” Sorunun meali belli: Alman devleti, aşırı sağ örgütlerin sivillere yönelik şiddet eylemlerine bilerek mi göz yumdu? Alman polisinin, faillerin Türkiyeli olduğuna ilişkin önyargısını ele verircesine “Boğaziçi Operasyonu” adıyla yürüttüğü ve kurbanların ailelerine “Öldürülen yakınınız muhtemelen mafya ya da uyuşturucu bağlantısı nedeniyle hedef seçildi” türünden hiçbir somut bulguya dayanmayan açıklamalar yapmaktan çekinmediği seri cinayetlerin, neo-Nazilerin marifeti olduğu ortaya çıktı. BfV (Türkçe açılımıyla “Anayasa’yı Korumak İçin Federal Teşkilat”) kuruluş yasası itibariyle, Almanya’da demokratik düzeni tehdit edebilecek oluşumlara karşı bir istihbarat ve kontr-sabotaj örgütü olarak çalışıyor. Ancak BfV’nin özellikle göçmenlere yönelik bir “fişleme” merkezi olduğu da, Almanya’yı biraz bilen herkesin malumudur. Şimdi, BfV’nin Thüringen eyaletindeki bürosunun, göçmenleri hedef alan seri cinayetlerden sorumlu neo-Nazilere pasaport ve 
kimlik belgesi verdiği, BfV’nin Hessen eyalet bürosu ajanlarının ise dokuz cinayetten altısında suç mahalinde bizzat hazır bulundukları gibi, vahameti azımsanamayacak bilgiler kamuoyuna yansımış durumda. Velhasıl, Commerzbank’ını ayakta tutmaya çalışan Almanya’nın, günyüzüne çıktı çıkacak izlenimi vermeye başlayan “derin devleti” ile hesaplaşmak zorunda kalacağı dönem yakındır. “Tiefer Staat in Deutschland” yani Almanya’daki 
derin devlet meselesi, Ergenekon’un dönüm noktasıdır ve sanıldığından daha derin bir mevzudur. Çünkü Türkiye'deki Ergenekon'un bir ayağı da Derin Almanya'dır. (115) 

Alman istihbaratının nereden koştuğunu incelersek, Nazileri, Dazlakları ve ırkçılığın esir aldığı zihniyeti anlamamız mümkün olur. Ve Nazilerin gizemli örgütlerini masaya yatırabiliriz. 

 BU BÖLÜM DİPNOTLARI;

102. 2. Abdülhamit Han’ın Şimendifer ve Hicaz Demiryolu Politikası. http://home.arcor.de/abdulhamidhan/liderlik/hicazdemiryolu.html
103. Toplumsal Tarih dergisi. "Birinci Dünya Savaşı'ndaki Alman Askeri Yardım Heyeti'nin Bilinmeyen Bir Yönü" Kasım 2000.
104. A. Medyalı, Kürdistanlı Yahudiler, birinci baskı 1992.
105. Mete Soytürk . 18 Mart 2007. Osmanlı Devletinin İstanbul’daki Bakanlıklarını yeniden Yapılandırmakİçin 1916 Yılından İtibaren Almanya’dan Gönderilen Uzmanlar.
106. Şevket Süreyya Aydemir. Suyu arayan adam.
107. Fevzi Moray. Ermeni Meselesi Tezim. 22 Aralık 2011. http://edebiyatgalerisi.net/2011/12/ermeni-meselesi-tezimdir-fevzi-moray/
108. Yiğit Bulut. Habertürk. 1 Numara Alman mı?
109. Ayşe Hür.Taraf. Mustafa Çolak, 'Tehcir Olayını'nın Propaganda Sürecindeki Doruk Noktası: 'Talat Paşa Davası'', Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Sayı 58, Cilt: XX, Mart 2004; The Caseof Soghomon Tehlirian, Yay. Haz. Vartkes Yeghiayan, Glendale, California, 2006; Hasan Babacan, Mehmed Talat Paşa 1874-1921(Siyasi Hayatı ve İcra-atı), TTK Yayınları, Ankara 2005; Talat Paşa Davası, Tutanaklar, Yay. Haz. Doğan Akhanlı, Belge Yayınları, İstan-bul 2003; Dilek Zaptçıoğlu, 'Talat Paşa Davası', Cumhuriyet, 23 Nisan 1993.
110. Mete Soytürk . 18 Mart 2007. Osmanlı Devletinin İstanbul’daki Bakanlıklarını yeniden Yapılandırmakİçin 1916 Yılından İtibaren Almanya’dan Gönderilen Uzmanlar.
111. Suat Parlar. Osmanlı’dan Günümüze Gizli Devlet. S.168, Spartaküs yayınları.
112. Ahmet Raşidoğlu, CIA ve Emperyalizm Kıskacında Türkiye S.115.
113. Aytunç Altındal, 1995. Neo-Nazilerin Thule’si Manevi Cihazlanma Derneği.
114. Aytunç Altındal. ‘Bilinmeyen Hitler’. Aktüel, 1995. Sebottendorf'u 1945-57 yılları arasında Türkiye'de 'Görünmeyen eller' Korudu.
115. Bülent Günal. Hitler'in ardındaki Bektaşi http://www.aytuncaltindal.com/roportaj/hitlerin_ardindaki_bektasi.html


***

PANZER VE KÜRT İSYANI, ALMAN DERİN DEVLETİNİN BARONU: BÖLÜM 2

PANZER VE KÜRT İSYANI,  ALMAN DERİN DEVLETİNİN BARONU: BÖLÜM 2



KARANLIK BİR KİŞİLİK VE ÖLÜMÜ 

Peki kimdi bu Baron? Neden Türkiye'deydi? Burada ne tür faaliyetler yürüttü? Altındal, "Kitabın en can alıcı noktalarının başında bu soruların cevabını şöyle veriyor: "Bilinmeyen Hitler kitabı, birçok tarihçinin belirttiğinin aksine Hitler'in 'bir iş kazası' olmadığını, gizli bir örgüt 
tarafından dünya siyaset sahnesine nasıl sunulduğunu anlatıyor." Baron Rudolf von Sebot-tendorff kitapta anlatılanlara göre gazete patronu, tanınmış bir astrolojist ve 'palmist'ti (el falcısı). 
Ayrıca kadınlara düşkünlüğüyle de biliniyordu. Türkiye'de casusluk faaliyetleri sürdüren Baron, 1917 Bolşevik İhtilali'nden kaçarak Münih ve İstanbul'a sığınan Rus mültecilerle ve soylularla ilişkiye girdi. Bunları Sovyet rejimine karşı örgütledi. Daha sonraki yıllarda ise anti-Bolşevik faaliyetlerini yine Türkiye'de sürdürdü. İstanbul'da kaldığı müddetçe bir de Almanca-Türkçe sözlük yazdı. Ayrıca Meksika'nın İstanbul fahri başkonsolosuydu. 
Baron'un yaşamı kadar ölümü de esrarengiz. Bir iddiaya göre savaş bittikten sonra 9 Mayıs 1945'te İstanbul Boğazı'na atlayarak intihar etmişti. Ya da onu birisi atmıştı. Diğer bir iddia ise 1934'teki kritik Bamberg toplantısından sonra Hitler tarafından öldürüldüğüydü. 
Altındal ise her iki iddianın da gerçekleri yansıtmadığını söylüyor: "1956'da İsrail'in Mısır'ı işgal etmesinden 6 ay sonra Adana'ya üç Alman vatandaşının geldiği tespit edildi. Bu kişilerden birinin adı Rudolf Freiherr von Sebottendorff'tu. Sebottendorff, Türkiye'den ayrıldığında ise 82 yaşındaydı." Kitapta Baron Rudolf von Sebottendorff'’la ilgili Türk Dış İşleri Bakanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğü'ne dayandırılan belgeler de yer alıyor. İstanbul Valiliği tarafından 20 Aralık 1968 tarihli yazıda Hitler'i dünya siyasetine sokan örgütün kurucusu Baron Rudolf von Sebottendorff'un asıl adının Adam Alfred Rudolph Glauner olduğu belirtiliyor. 9 Kasım 1875'te Hoyerswerda'da doğan Sebottendorff, 1911'de Osmanlı-Türk vatandaşlığına geçiyor. 

Aytunç Altındal'ın açıkladığı bir diğer gizli kalmış gerçek ise Almanlar'ın I. Dünya Savaşı'ndan 3 yıl önce, 1911 yılında planladıkları Osmanlı'yı yutma planıydı. Kitapta Almanlar'ın bu gizli planını gösteren bir de harita bulunuyor. Altındal bu haritanın önemini şu sözlerle açıklıyor: "Bu harita dünya kamuoyunun önüne ilk defa bu kitapla getiriliyordu. Bu haritanın özelliği ise şu: 1911 yılında Alman Genelkurmay Başkanlığı gizli bir plan hazırlıyor. 
Gizli planda deniyor ki, 'Önümüzdeki 50 yıl içinde barışçı ya da savaşçı yollardan Osmanlı İmparatorluğu ve Fas'ı Alman İmparatorluğu topraklarına katacağız.' Bu plan uyarınca da Alman Genelkurmayı bir harita hazırlıyor. (106) Bu haritada, Anadolu dahil tüm Osmanlı toprakları ve Fas; gelecekteki Alman İmparatorluğu'nun toprakları içinde gösteriliyor. Ama 
çok ilginçtir, bu plandan iki yıl sonra Osmanlı İmparatorluğu, Almanlarla müttefik olarak I. 

Dünya Savaşına giriyor!" Kitapta Hitler'in 1933'e, yani iktidara getirildiği yıla kadar olan hayatından kesitler var. Ağırlıklı olarak Hitler'in ailesi ve bu ailenin geçmişi var. Hitler'in hayatındaki bazı garipliklere de yer veriliyor. İşte onlardan sadece ikisi: "Askerlik tarihinde kabul edilen bir gerçek vardır. Süngü savaşına giren erler, en fazla 5 süngü savaşına girip sağ çıkabilir. Hitler ise 35'i süngü olmak üzere 42 savaşa girmiş; ancak bu savaşlardan sağ çıkmasını bilmiştir. Zaten Hitler, bu özelliği ile Alman gizli örgütünün dikkatini çekmiştir." 

"Adolf Hitler'in hayatına giren 6 kadın var. Bu kadınlardan 5'i 7 kez intihara teşebbüs etmiş ve 3'ü de ölmüştür." (107) 

Altındal'a göre derneğin bir de Türkiye kolu vardı. "1950'lerde NeoNazi hareketler yeni isimler aldılar. 1954-55'lerde İstanbul'u ve büyük şehirleri güzelleştirme dernekleri sardı. 
Birçok işadamının Avrupa ve İsviçre ile bağlantıları, bu dernekler aracılığıyla oldu" diyen Altındal’un bahsettiği ‘Türkiye'de Manevi Cihazlanma Derneği’ kayıp. Emniyet Genel Müdürlüğü ve Dernekler Masası'ndaki kayıtlara göre, dernek 1967'de feshedilmiş, evrakları da SEKA'ya gönderilmiş gözüküyor. Oysa gerçek farklı. Manevi Cihazlanma Derneği'nin kurucuları ve bugünkü üyelerinin hemen hepsi Mason veya Bektaşi. İsim listesini merak edenler Kara Kutu: Ergenekon’un Karanlık İsmi Tuncay Güney kitabıma bakabilir. Kurucuların çoğu yaşamıyor. Ama derneği çok iyi hatırlayan biri var: 27 Mayıs döneminin devrimci gençlik lideri Dr. Memduh Eren. 12 Mart döneminde sol cunta davalarından yargılanan ve ağır işkenceler gören Eren, dernekle ilgili duyduklarını şöyle anlatıyor: "Dönemin ihtilalci subaylarından, rahmetli Celil Gürkan Paşa'nın en yakın dostlarından dım. Paşa ve eşi 1972'de bana derneğin kendileriyle ilgilendiğini anlattılar. 1960'da; ihtilalden 10 gün sonra Celil Paşa Kıbrıs'ta görevli iken, İstanbul'dan komsuları olan iki Yahudi aile ziyaretlerine geliyor. Ve birlikte İsviçre seyahati yapmayı teklif ediyorlar. Paşa 'Mümkün değil. İhtilal oldu, görevimi terkedemem' diyor. Bunun üzerine İstanbul'daki 1. Ordu Komutanının telefon emriyle Celil Gürkan'a 3 ay izin çıkartılıyor. Gürkan ve eşi, Yahudi ailelerle beraber derneğin İsviçre’deki şatosuna gidiyor. Orada 15 gün boyunca, günde 6 saat ders altında, beyin yıkamaya maruz 
kalıyorlar. Sonunda da "Spor elbisesi alacağız' diye şatodan kaçıp Paris'e, yakınlarının yanına gidiyorlar..." Prof. Mahir Kaynak, teoriyi kısmen doğrulayarak şunları ekliyor: "2. Dünya Sa-vaşından sonra Alman gizli servisinin artıklarını Amerika devraldı. Bu kadroların büyük bölümünü Güney Amerika'ya kaçırdılar. Hatta buna 'Odessa Operasyonu' adı verildi. AB-D'nin Güney Amerika'daki operasyonlarını bunlar yürüttüler. Bunlar, yenik, esir ve suçlu eski Nazilerdir. Ve Amerika bunları istediği gibi kullanır. Çünkü istendiği an idam edilebilirler! NeoNazizm'i de Almanya'nın hareket alanını sınırlamak için ABD hortlattı. Şu anda Alman gizli servisi, Nazi aleyhtarı ve sosyal demokrat ağırlıklıdır." 

Alman tarihçileri "Baron 1934'te Hitler'le çelişkiye düştü ve öldürüldü" dedilerse de, ölmemiş ve İstanbul'a kaçırılarak 1934-45 yılları arasında Alman istihbaratı görevlisi olarak çalışmıştı. 

Burada Taksim ve Teşvikiye'de yaşamış, Türk önde gelenleriyle dostluklar kurmuştu. İngilizler "1945'te Almanya teslim olunca baron intihar etti" diyorlardı. Aytunç Altındal ise tersi görüşteydi: "Baronun hayatını araştırdım. Ve Baronun 'öldüğü' söylenen tarihten 12 yıl sonra, bir başka soyadı ile 1957'de Balıkesir'den Antalya'ya gelen 3 kişilik bir Alman 
heyetinde yer aldığını, Antalya'da iki gece Cumhuriyet Oteli'nde kalarak Adana'ya geçtiğini saptadım. Sebottendorf'un 1945-57 yılları arasında Türkiye'de 'Görünmeyen eller'ce korun-duğu sanılıyor..." (108). Aytunç Altındal’ın ‘Bilinmeyen Hitler’ adlı kitabında Hitler’i iktidara getiren Baron’un, Mason ve Bektaşilerle bağlantısı, 2. dünya savaşı sırasında Türkiye’de bu-
lunduğu sırada bazı ilişkileri ile ilgili çarpıcı bilgiler bulunuyor. Tüm dünyayı kasıp kavuran 2. dünya savaşının en önemli aktörü Hitler’in okült bir örgüt üyesi olduğunu, gizli bir örgütün o daha doğmadan kendisi ile ilgili planlar yaptığını, bu örgütün İstanbul’da kurulduğunu, örgütü kuranın da Türk olduğunu ilk önce yazan Aytunç Altındal ve sonra da ondan alıntıyla yazan Serdar Turgut’tu. Turgut bu kitapla ilgili şunları yazdı: ‘Hitler'e ve Nazi-
lere iktidar yolunu açan esrarengiz bir okült örgütü var. Bunun adı 'Thule Gesselscahft'. İstanbul'da kurulan bu gizli örgütün kurucusu bir Türk vatandaşı olan Baron Rudolph Von Sebottendorf'tu. Sebottendorf ile ilgili bilgilerin devlet arşivlerinde derin bilgi olarak saklandığı da araştırmacı Altındal tarafından öne sürülüyor. Bu bilgiler, tarihin gerçekten yazılmamış olduğunu, çünkü bu tür gizli bağlantıların atlanmasının tercih edildiğini gösteriyor. Hitler ile İstanbul'da bir Türk vatandaşı tarafından kurulmuş gizli bir örgütün bağlantısı tarihe tamamen farklı gözlerle bakmamıza yol açacak kadar önemli bir gerçek. Tarih aslında bu tür bağlantılar ve gizli ilişkiler tarafından yazılıyor, ama resmi tarih inceleyicileri bunları gözden kaçırmayı yeğliyorlar. Onların bu tavrı nedeniyle resmi tarihte birçok açıklana mayan nokta ortada kalıyor. 

Gazeteci yazar dostum Aydoğan Vatandaş da, kitaplarında Ergenekon ile Thule arasında şaşırtıcı bağlantılar kuranlardan ve kitaplarında yazanlardan. Bunu şöyle açıyor: Ergenekon ve Thule’nin birbirine çok benzeyen örgütler oluğunu düşünüyorum. Thule, kurulduğu ilk günden beri karanlık bir örgüttü. Alman aristokrasisinden oluşan, karanlık amaçlar güden bir örgüttü. Arkalarında Germonerden adında bir başka örgüt vardı. Tapınakçılardan fazlaca etkilenmişlerdi. Okültist, simyacı ve Kilise karşıtıydılar. Sembol olarak gamalı haçı benimsemişlerdi. Şaşırtıcı bir şekilde bu sembol daha sonra Nazilerin de resmi amblemi olmuştu. Ari 
ırkın üstünlüğünü ve pan-Cermenik bir Alman imparatorluğunun kurulmasını savunuyorlardı. Pagan antik Alman kültürünün yeniden uyandırılması en büyük hedefleriydi. Bu bağlamda Ergenekon"un da Türkleri İslam öncesi Şaman köklerine götürmek isteyen bir örgüt olduğunu değerlendirmek mümkün. Zaten basında çıkan kimi haberlerden bunun 
ipuçlarını da görebilmekteyiz. İlginçtir ki, Alman ordusu içinde nasyonal sosyalizmi örgütleyen Thule örgütünün kurucusu Baron Rudolf von Sebottendorff"tu. Uzun yıllar doğu ülkelerinde bulunmuş, araştırmalar yapmıştı. Baron Rudolf Von Sebottendorff hem Osmanlı, hem de Alman vatandaşıydı, hem Bektaşi hem de Mason"du. 

Akşam Gazetesi"Hitler`in arkasında bir Türk vatandaşı vardı" başlıklı 1. sayfadan duyurdukları bir yazıya yer vermişti.Kim yazmıştı o yazıyı? Serdar Turgut yazmıştı, Aytunç Aktındal`ı kaynak göstererek. Türk vatandaşı olduğu söylenen Baron, Almanya"da Hitler"i iktidara getiren bir örgüt kurabildiyse, 1933-45 yılları arasında Türkiye"de olduğuna göre, neden 
benzeri bir örgütü de Türkiye"de kurmuş olmasındı? Baron herhalde Türkiye"de çelik çomak oynamadı! Baron Mısır ve İstanbul"da da uzun süre kalmıştı. 

Bu gezileri sırasında simya, astroloji ve Kabala ve İslam sufizmi üzerinde 
çalışmalar yapmıştı.Burada dikkatimi çeken bir başka nokta ise Baron ve adamlarının bir müddet sonra zamanın İçişleri Bakanı Şükrü Kaya vasıtasıyla o zamanki adıyla MAH bugünkü ismi ile MİT"le bağlantılarının olmasıydı. Şükrü Kaya o dönemin en kritik adamlarından biridir. O dönem Alman nüfuzunun Türkiye üzerinde en yoğun olduğu dönemdir. 
Varlık Vergisi"nin uygulandığı yıllar. Nazi etkisi açıktır. Bu döneme ışık tutan en değerli kitaplardan biri ise şu an nedense piyasada bulunmayan Uğur Mumcu"nun "40"ların Cadı Kazanı" adlı kitaptır. Baron o dönemde Türkiye"de ne yapıyordu? Nisan 2006 tarihinde çok önemli bir kitap yayınlandı. Adı "Eski Türk Masonları"nın Uygulamaları."Kitabın yazarı Ba-
ron Rudolf Von Sebottendorf"tu. Kitabın yayıncısı ise Namık Kemal"in torunu Numan Menemencioğlu"nun yeğeni olan Kemal Menemencioğlu" ydu. Menemencioğlu önsözde şöyle diyordu:"Bu sıralarda Sebbottendorf Türkiye"de çalışıyordu. O sırada casuslukla ilgisi olup olmadığını bilmiyoruz ama Türkleri ve Türkiye"yi çok sevdiği eserin her sayfasında açıkça 
belli. İkinci dünya savasında ise Türkiye"de casusluk faaliyetlerinde bulunduğu kaydedilmiştir."Anti-Bolşevik bir Monarşist olan ve aynı zamanda Hilafetçi bir Osmanlıcı olduğu söylenen Sebbottendorf"un her ne kadar Nazilerle arası açılmışsa da, Hitler"in iktidara geçmesinde rolü kesindir. (109) 

1897 yılında Mısır"ın İskenderiye şehrine gelen Sebbottendorf, Hüseyin Paşa ile görüştükten sonra 1900 yılına kadar, Hıdiv Abbas Hilmi"nin hizmetinde çalışmıştır. 1900 yılında İstanbul"a gelerek Hüseyin Fahri Paşa"nın Beykozdaki (Çubuklu) köşkünde misafir kalmıştır. 
Hüseyin Paşa hem Bektaşi, hem de Mason"du. Aynı kitaba bir açıklama yazan, araştırmacı Erhan Altunay ise şöyle demektedir: "Bu bağlamda incelersek Sebbottendorf"un sözünü ettiği "Türk Masonları"nın aslında bu Masonik kuruluşlar ile alakası olmadığını görürüz. Sebbottendorf olsa olsa başka bir İslami tarikattan bahsetmekte, bu da büyük olasılıkla Mason-
lukla benzerlik gösteren Bektaşiliğin bir kolu olmaktadır." (110) Kemal Menemencioğlu, Mehmet Sabahattin adlı bir yazarın konu ile ilgili bir makalesini tercüme eder ve kitaba koyar. Kitabin 111. sayfasındaki şu ifadeler önemlidir: 

"Thule kısa bir surede komünist karşıtlığı ve milliyetçilik mücadelerinin odak noktası haline gelmişti." (111) 

Yani tıpkı Ergenekon gibi. Hilal ve Gamalı Haç dövmesi bu örgütün sembolü olabilir miydi? Bu bilinmiyordu. Ancak bilinçdışı, bilincin konuştuğu dili anlar. Bunun sebebi, bilinçdışı dili, bilincin tersine kelimeler kullanmaz, onun dili sembollerdir ve iletişim tarzı yazılı kelime veya konuşma değil, imgelemedir. Bunun kuşkusuz bir anlamı vardır. Dolayısıyla bu tür 
sembollerle kişiler aslında farkında olarak ya da olmayarak faaliyetlerine büyüsel-törensel bir anlam yüklemek istemektedirler.Bu bağlamda Almanya"da birbiri ardısıra yaşanan Türklere yönelik Nazi bağlantılı kundaklama olaylarının zamanlamasının özel bir anlamı olabilirdi. Son derece ilginç bir durumdu doğrusu. Üstelik, ilginçlik bununla da sınırlı değildi. 

Görgü tanığı küçük bir kız çocuğu elinde baston olan bir adamı olay yerinden uzaklaşırken görmüş, kendisine "ne yaptığını sorusuna ise "ben Almanım" yanıtını aldığını aktarmıştı. Şimdi, Hrant Dink cinayeti ile Ergenekon örgütü suçlanıyordu. Bu suikastla ilgili klip yapan bir genç vardı, elinde ise bir asa bulunuyordu. İki olay arasında, örgüt sembolizmi bakımından bir bağlantı olabilirdi. 

Bu mümkün görülüyordu. Öncelikle bu genç, o asayı neden eline almıştı? 
Bu davranış bilinçli mi yoksa bilinçaltı ya da bilinç dışı bir davranış mıydı? Üzerinde Trabzonspor armalı eşofmanı, Türk Bayrağı"nın önünde "amatörce" poz veren bu genç neden elinde bir "asa " tutmuştu? Nereden gelmiştir aklına bu? Bu yaşta genç bir adam için bu tür bir asa kolayca 
bulunacak birşey miydi?Bu genç aslında asayı yani sihirli değneğini eline aldığı zaman bilinçaltına iradenin devreye geçmesi gerektiğini söylüyordu. Zira asa iradeyi temsil eder. Bu gencin tamamen milliyetçilik duygularıyla verdiği bu pozda bu asa o çocuğun elinde sanki bir emanet gibi durmaktadır. Aslında Ergenekon’un ideolojik temeline göz atıldığı zaman bu 
sembolizmin işaret ettiği şeylere çok da şaşırmamak gerekiyor. 

3 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR

***

PANZER VE KÜRT İSYANI, ALMAN DERİN DEVLETİNİN BARONU: BÖLÜM 1

PANZER VE KÜRT İSYANI,  ALMAN DERİN DEVLETİNİN BARONU: BÖLÜM 1


FARUK ASLAN,


RUDOLF VON SEBOTTENDORFF 


1923’de kurulan genç Türkiye’de de Alman devletinin etkinliği 1945’e kadar açıktan devam etmiştir. Daha sonra Soğuk Savaş döneminde, derin yapılanmalar dönemi başlar. Türkiye’nin bu yıllarda ekonomik ve siyasi ilişkilerinin en yoğun olduğu ülke Almanya’dır. O yıllarda aldığı en büyük borç 150 milyon Mark tutarıyla Almanya’dan aldığı borçtur. 

1942 yılında da 100 milyon Mark askeri malzeme sağlanması karşılığında Almanya’dan kredi alınır. Burada Alman emperyalizminin, 1933 yılında faşist Nazi’lerin iktidara gelmesiyle yeniden gündemine aldığı Yakındoğu, Kafkaslar, ve Balkanlar’ı içeren egemenlik programı çerçevesinde Türkiye ile geliştirdiği ilişkiler söz konusudur. Bu amaç doğrultusunda ekonomik ilişkiler geliştirilmiş ziyaretler sıklaştırılmış, Alman heyetlerinden biri gelir biri 
gider olmuştur. Almanya ile ilişkiler sadece ekonomik alanla da sınırlı değildi. Osmanlı’nın son yıllarında bu ülkeyle kurduğu askeri ilişkileri aratmayacak bir yakınlaşma başlamıştı. Türkiye’nin ordusunda görevli Alman subaylar vardır ve Almanlar, Türkiye devletinin ordusunun ihtiyaç larını karşılamak için girişimlerde bulunmuştur. Amaç orduyu Alman 
askeri sanayine bağımlı kılmaktır. Yine Osmanlı’nın son dönemlerinde olduğu gibi ordunun üst kademelerinde de Almanlar vardır. Hatta bunlar ordunun ve gizli servisin örgütlendirilmesi işini üstlenmişlerdir. Alman Piyade Generali Mittelberger Türkiye Genelkurmayı’nı organize ederken, birinci Paylaşım Savaşı’nda Alman Askeri Gizli Servisi’nin Başkanı olan General Nicolai ise Türkiye Genelkurmayı’nın askeri istihbarat örgütünü organize etmiştir. Ayrıca Alman ordusu içinde eğitim gören Türkiyeli subaylar da vardır. Almanya’nın emperyalist emelleri doğrultusunda özellikle de Sovyetler Birliği sınırları içinde yaşayan Türk kökenli halkı da göz önünde bulundurarak Türkiye’de öne çıkardığı, telkin ettiği politika ‘Turancılık’ olmuştur. Almanya, yayılmacı siyaseti içerisinde Türkiye’ye özel bir misyon biçmiş ve bu rol Almanların 2. Paylaşım Savaşı yıllarında   yenilgiye uğrayacağı belli olana kadar karşılık da görmüştür. Almanların Türkiye’ye biçtiği misyonu Alman Büyükelçi ve Türkiye Masası Şefi Hentig şöyle ifade etmiştir: ‘Volga nehrinden Çin’e kadar, Rusya’nın Türk kökenli halklarını Türkiye’nin siyasal önderliği altında toplama.’ (103) 

Bu politikanın bir yansıması sayılabilecek olan 2.Paylaşım Savaşı sırasında Türk kökenli Müslüman savaş esirlerinden birlikler kurma meselesi de ilginçtir. Sayıları 180.000 civarında olan Türk kökenli Müslüman savaş esirlerinden 1942 yılında gönüllü kıtalar oluşturulmuş, bu kıtaların eğitimiyle Türk subaylar ilgilenmiştir. 

Bu kıtalar şunlardır: 

a- Türkmen, Özbek, Kazak, Kırgız, Kalpak ve Tacikler’den oluşan Türkistan Gönüllü Kıtası. 
b- Azerbaycanlı, Dağıstanlı, İnguş, Lezgi ve Çeçenler’den oluşan Kafkas Gönüllü Kıtası. 
c- Gürcü Gönüllü Kıtası 
d- Volga-Tatar ve Kuzey Kafkasya Gönüllü Kıtası. 

19 Bağımsız tabur ve 24 bölükten oluşan bu kıtaların komutasında sadece 4 Alman subay görev yapmıştır. Geriye kalan komuta kademesi Türklerden oluşmaktadır ve bölüklerin eğitimleriyle Türkiye’den subaylar ilgilenmiştir. 

Türkiye’nin Alman emperyalizmiyle olan yakınlığı Alman ordularının Stalingrad önlerinde bozguna uğramasıyla gerilemeye başlar. Aynı yıllarda Anadolu topraklarında faaliyet yürütenler bir tek Almanlar da değildir. İngilizler’in M16 istihbarat teşkilatının İstanbul’da birçok ajanı vardır. İngilizler için Balkan istihbarat operasyonlarında İstanbul vazgeçilmez 
bir üs haline gelmiştir. ABD’nin ise Türkiye’de güçlü bir casusluk ağı vardır. Balkanlar, Ortadoğu ve SSCB’ye yakınlığı Türkiye’yi ABD için önemli bir üs haline getirmiştir. Office Of Strategie Servises (OSS), ABD’nin istihbarat örgütü olarak bölgeyi mesken edinmiştir. ABD’nin Türkiye’deki istihbarat ağlarını kurduğu dönem asıl olarak 2. Paylaşım Savaşı yıllarıdır. ABD emperyalizminin oluşturduğu bu istihbarat ağının odağında Savaş 
Enformasyon Bürosu (OWI) bulunmaktadır. OWI’nın bürosu İstiklal caddesindedir ve burada 20 Amerikalı yaklaşık 100 civarında da Türk çalışan vardır. Bu büronun asli görevlerinden biri Türkiye basınına ABD’nin istediği haberleri aktarmak ve Amerikan yaşam tarzını ifade eden dergilerin, Holywood filmlerinin dağıtımını yapmaktır. 
ABD ile ekonomik ilişkiler de 2. Paylaşım Savaşı yıllarında artmıştır. Sadece savaş sırasında ABD’den alınan borç miktarı 95 milyon dolar tutarındadır. Kurtuluş Savaşı’nın ardından bağımsızlık kazanılmış olsa da sömürgecilik ilişkileri devam ettirilmiş emperyalistlerden borçlar alınmış ve yeniden emperyalizme bağımlılığın adımları atılmıştır. Fakat asıl bağımlılık ilişkileri 2. Paylaşım Savaşı’nın ardından emperyalizmin geliştirdiği yeni sömürgecilik ilişkileri dâhilinde kurulacaktır. 

Türkiye’de Alman Derin devletini kuran Alman: Sebottendorf idi. Onun dönemini bitiren 

DP’nin iktidara gelmesi oldu. DP’nin gelir gelmez yaptığı işlerden biri de istihbarat teşkilatını Almanların kontrolünden alıp CIA’ya bağımlı hale getirmek olmuştur. Bunu ustalıkla beceren DP Hükümeti istihbarat çalışanlarının aylıklarının dahi CIA tarafından ödenmesini sağlar. DP iktidarı döneminde kurulan bu ilişkiler daha sonra 1960 ihtilalinin ardından Yassıada duruşmaları sırasında açığa çıkar. Yassıada duruşmaları sırasında ifade 
veren Milli Eğitim Bakanlığı’na vekâlet etmiş olan Başbakanlık Müsteşarı Ahmet Fatih Korur bu ilişkilerin örgütün eski başkanlarından General Behçet Türkmen zamanında kurulduğunu söylemiştir. 

Genelkurmay istihbarat Başkanlığı’nda görevli bir albayken 1953 yılında Milli Emniyet Başkanlığı’na getirilmiş olan Behçet Türkmen’in ilk uygulamaların dan birisi 6 kişilik çekirdek kadroyu eğitim amacıyla ABD’ye göndermek olur. Aralarında daha sonra MİT Müsteşarı da olacak Fuat Doğu’nun da bulunduğu bu 6 kişi ABD’de eğitimini tamamladıktan sonra Türkiye’ye dönmüş ve Amerikalılarla birlikte İstanbul Emirgan’da açılan bir okulda dönemin istihbarat kurumu olan Milli Amele Hizmet (MAH) personelini 
eğitmiştir. 

MAH ile yabancı istihbarat teşkilatlarının ilişkilerine dair eski bir ABD ajanı Philip Agee şunları anlatıyor: 
“... CIA uzun yıllardan beri Türk Milli İstihbarat Teşkilatı ile çok yoğun bir işbirliği içindedir. 
Bu örgütün eğitimi, ilerlemesi ve donatılmasını CIA sağlar. CIA’nin Türkiye’deki görevi, Doğu Bloku ülkelerinin misyon ve operasyonlarını’ kontrol etmek, bu ülkenin NATO ile bağlarını güçlendirmek ve ‘Amerika’nın kapitalist hegemonyasının devamını sağlamaktır. Tabii bu arada her yerde olduğu gibi komünizm ve aşırı sol hareketi kontrol ederek’ABD 
çıkarları için tehlikeli hale gelmelerini önlemektir... (104) 

EBCED HESABI ÖĞRENEN ALMAN 

Türkiye’nin Almanların elinden çıkması ve ABD kontrolüne girmesi en fazla Thule Örgütünün kurucusu, Büyük Üstad Sebottendorf olarak tarihe geçen şahsı rahatsız eder. Yine de Gehlen sayesinde Türkiye’de Alman derin devletinin paralel kolunu yerleştirmeyi başarır. Peki, kimdir bu Osmanlı Almanı? 9 Kasım 1875’de Dresden’de Adam Alfred Rudolf Glauer adıyla dünyaya geldi. Aristokrat bir ailenin değil, bir lokomotif sürücüsünün oğlu idi. Genç Glauer, yarım bıraktığı yüksek öğrenimini tamamlayamadan gemilerde çalışmaya başladı. Üç yıl süre ile Avustralya dâhil, bir çok ülkeyi dolaştı. Gemilerde elektrikçi olarak çalışan Glauer, Kahire’de Hidiv Abbas Paşa’nın hizmetindeki etkili ve büyük toprak ağası olan Hüseyin Paşa’nın maiyetine girdi. Glauer bir yıl süre ile Paşa’nın Bandırma ve Bursa’daki çiftliklerinde çalıştı. İşte ilk kez Bursa’da Glauer, okültizmin sırlarıyla tanıştı. 

Hüseyin Paşa bir Bektaşi idi ve kendisine emanet edilmiş bazı bilgiler vardı. Genç Alman Glauer’i Mevlevi tekkelerine sokan adam o oldu. Kahire’de ise Paşa’nın adamları tarafından ebced ve numeroloji alanlarında eğitildi. Glauer Bursa’ya dönünce Hüseyin Paşa’nın isteği üzerine Bursalı ipek tüccarı yahudi Termudi ailesinin yanına gönderildi. Termudi ailesinin gerçek uğraş ları Kabbalizm ve Okültizm’di.Termudi’ler, Ortadoğu’nun ve Levant’ın en gizli okült örgütlerinden birini yönetiyorlardı. Ortaçağdan kalma simyacılığı ve okültizmi çok iyi incelemişlerdi. Baba Termudi, oğlu gibi sevdiği Glauer’e bazı özel bilgiler aktardı. İşte bu bilgiler, Glauer’in ilk kez Bektaşilik ile, tüm gençliği boyunca öğrendiği Aryanizm ve “Rune” yazıtları arasındaki bağ kurmasını sağladı. Termudi, onu Akdeniz ülkelerinde çok yaygın olan ve Fransız Menfis Ritine göre çalışan bir mason locasına soktu. 

Ayrıca kıymetli kitaplığını ve okült çalışmalarına ait yazıları Glauer’e miras bıraktı. 1908 yılı sonunda Glauer yeniden İstanbul’a döndü. Bu sırada Meşrutiyet devrimi olmuştu. Glauer, İttihatçılarla iyi dostluklar kurdu. Glauer’in 1901’de girdiği loca, devrimci ve Abdülhamit zamanında liberal 
düşüncenin propagandasını yapan bir loca idi. Glauer bu zaman aralığında özellikle Bektaşi dervişleri ile yakın ilişkiler kurdu. O günlerin Türkiyesi’nde çok yaygın olan tarikat, Avrupa masonları ile ilişki halindeydi. 1908’den itibaren İstanbul’da simyacılık ve bununla bağlantılı okültizm konularında konferanslar vermeye ve çevresini genişletmeye başlamıştı. 1911’de 
Osmanlı vatandaşlığına geçmiş ve ilginçtir ki, bu olaydan çok kısa bir süre sonra, Almanların en köklü ve soylu ailelerinden biri sayılan “Sebottendorf” lar tarafından evlat edinilmişti. 
Böylelikle Sebottendorf, hem Osmanlı hem de Alman ilk ve tek Baron oluyordu. Bu evlat edinme işlemi Alman makamlarınca tanınmadığı için, bu işlem Siegmund von Sebotendorf von Rose (1843-1915) tarafından 1914 yılında Wiesbaden de tekrarlanmıştı. Glauer’in Türkiye’deki ikameti 4 yıl sürdü. II. Balkan Savaşı'ndan sonra –ki Glauer gönüllü olarak Türk 
ordusu saflarında savaşmış ve ağır yaralanmıştı-. 

Almanya’ya geri dönmüştü. Üvey babası Siegmund 1915’de ölünce Elbe nehri kenarındaki Kleinschachwitz’de yaşamaya başadı ve orada kendine 50.000 altın marklık bir villa yaptırdı. 15 Temmuz 1915’de ise Berlin’li zengin tüccar Friedrich Müller’in kızı Berta Anna Ifland ile evlendi. Yaşamının yarısı Türkiye'de geçen ve Türk vatandaşı olan Sebottendorf, Birinci Dünya Savaşı’nda bir süre Kızılay'ın başkanlığını yaptı ve Balkan savaşlarında Türklerin yanında çarpışarak yaralandı. Türkiye'de Bektaşiliğe, Gülhaç'a ve Masonluk gibi pekçok örgüte giren baron, 1924 yılında ünlü ‘Eski Türk Masonları’nın Uygulamaları’ kitabını yazarak sırlarını açıkladı. Bir süre Almanya'da kalıp ünlü Thule örgütünü kurdu, ancak 1934 yılında Hitler'in emriyle Gestapo tarafından tutuklanıp toplama kampına gönderildi. Çok geçmeden Türk vatandaşı olması dolayısıyla Türkiye'ye iltica etti. Onun burada 1945 yılında esrarengiz bir şekilde öldüğü kaydedilir. 

Ancak ölmediğini iddia edenler de vardır. Thule, “Germanen Orden” denilen gizli tarikatın, yeraltından yerüstüne çıkmasını sağlayan bir kuruluştu. Birçok Alman soylusu buna üye idiler. 

HİTLER HAZIRLANIYOR 

Thule, 1919’den önce DAP’ı (Alman İşçi Partisi) kurmuş ve partiye Hitler üye yapılmıştı. Bu parti sonradan NSDAP (Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi) olmuştu. Sebottendorf, monarşist ve yahudi düşmanı idi. Ama aynı zamanda “Memfis” adlı Mason locasına kayıtlı idi. Daha sonra da “İmparator Konstantin Tarikatı” olarak bilinen ve Rusya’da çarlığı devrim sonrası yeniden tesis etmeye çalışan gizli bir Ortodoks örgütünün de üyesi olmuştu. Malta şövalyeleriyle bağlantılı olan bu tarikatta Sebottendorf çift taraflı ajan olarak çalışmıştı. Sebottendorf, Hitler iktidara gelince aralarındaki anlaşmazlık nedeni ile İstanbul’a kaçmıştı. 

Sebottendorf, 1926’da İstanbul’da Türkiye’nin Meksika fahri konsolosluğunu yapmış ve Meksika’ya gidip gelmişti. Ayrıca iddialara göre, 1934-1945 yılları arasında “SS”lerin gizli istihbarat örgütü olan “SD” (Sicherheitsdienst) hizmetinde çalışmıştı. İngiliz istihbarat kaynaklarına göre de Almanya’nın teslim olması üzerine 9 Mayıs 1945’de intihar etmişti. 
Diğer bir iddiaya göre, Sebottendorf, II. Dünya Savaşı sırasında Alman Gizli Servisi için önce P. Leverkuehn (I. Dünya Savaşı’nda İran Cephesi’nde Türk Teşkilat-ı Mahsusası ile birlikte görev yapan Alman Subayı) sonra da Herbert Rittlinger’in emrinde çalışmıştı. Rittlinger, Sebottendorf’un çalışmalarını dengesiz bulmuş, hatta onun bir İngiliz ajanı olduğundan 
şüphelenmişti. Rittlinger’in daha sonra öğrendiğine göre, Sebottendorf, 9 Mayıs 1945’de Boğaz içinde boğulmuş olarak bulunmuştu. Thule'nin lideri Rudolf von Sebottendorf, bir iddiaya göre, Türk derin devleti Ergenekon'u kurması için öldü gösterildi, 1945-1957 arasında Türkiye'de 'Görünmeyen eller' tarafından korundu. Balıkesir ve Adana'da saklandı. Thule örgütü ve üyeleri Hitler’in hem bilgisel, hem de siyasi hayatta başarı kazanmasında 
birinci derece rol oynamışlardı. Hitler’i ajan olarak geldiği yerden alıp siyasete sokan ve Hitleri gizli polis yoluyla koruyanlar onlardı. Gamalı Haçlı bayrağı bile bir Thule üyesi hazırlayıp, Hitlere vermişti. Kısacası 1500 kişilik güçlü, zengin ve deneyimli kadrosu ile Thule, Hitler’in iktidara yürümesinde birinci dereceden sorumlu bir kuruluştu. 


MANEVİ CİHAZLANMA DERNEĞİ 

Neo-Nazilerin Thule’si Manevi Cihazlanma Derneği adıyla Türkler tarafından 1958'de Ankara'da kuruldu. 40 kişilik kurucu kadrosunun toplantıları Bulvar Palas'ta yapılırdı. Derneğin onursal başkanı, dönemin İstanbul Valisi Fahrettin Kerim Gökay'dı. Ünlü mason Ekrem Tok ve İstanbul'da yaşayan bazı Alman, Avusturyalı ve Polonyalılar da üyeler arasındaydı. Bunların bir kısmı, geçmişte Nazi Partisi'nin babası olan gizli Thule örgütüyle sıkı ilişkileri olan kişilerdi. 27 Mayıs'ta çok etkili oldular. 

Dernek, Fener Patrikhanesi'ne Vatikan gibi 'Devlet içinde devlet' statüsü verdirmek için ugraştı, Menderes'e tavsiyede bulundu. 60'larda ordu içinde de etkiliydi. (105). Altındal derneğin amacını şu şekilde açıklıyordu: "1920'de bir rahip tarafından kurulan bu dernek, 1936'da İngiliz İstihbaratı'nca gizli Nazi sempatizanı olmakla suçlandı. Yıkıcı faaliyetlerle bulunmakla da... İngilizler, derneği 'Beşinci Kol faaliyetlerinde bulunan 'yıkıcı kuruluşlar listesi'nin en başındaki ilk üçe soktular. Dernek, Hitler'in yenilgisinden sonra 1945'te Fransız ve Alman önde gelenlerini gizlice buluşturarak, 5 yılda 3 bin kişiyi biraraya getirdi. Avrupa Topluluğu'nun da nüvesi bu görüşmelerde atıldı. Derneğin ilkesi, Hristiyan ahlakının üstünlüğü çerçevesinde Katolikleri, Protestanları ve Ortodoksları birleştirmekti..." Aytunç Altındal, derneğin bugün de çok etkin olduğunu ileri sürüyor: "Manevi Cihazlanma Amerika'da en etkili kurumlardan biridir. Bill Clinton yönetiminde çok etkiliydiler. Butros Gali, Zbigniew Brzezinski gibi ünlü şahsiyetler de derneği övüyordu ve Clinton'dan özellikle İslam ve AT konusunda örgütle temas halinde olmasını istiyorlardı. Yakın bir gelecekte derneğin Türkiye-Yunanistan ilişkilerinde ara buluculuk görevine soyunduğunu görürseniz, hiç şaşırmayın!" Aytunç  Altındal bu iddialarını Sabah'ta yayınladığı "Mitler Doğmadan Önce" yazı dizisinde, "Türkiye ve Ortodokslar" adlı kitabında ve Aktüel'le yaptığı söyleşide dile getirdi. Yazar Aytunç Altındal'ın 9 yıl araştırarak yazdığı "Bilinmeyen Hitler" adlı kitabındaki belgeler, tarihteki karanlık ilişkilere ışık tutuyordu. Altındal'a göre Alman diktatör Adolf Hitler'i dünya siyaset sahnesine taşıyan gizli örgütün kurucusu Türk vatandaşı olmuş bir 'Bektaşi'ydi! 

Milyonlarca insanın ölümünden sorumlu olan Alman diktatör Adolf Hitler'i dünya siyasetine sokan gizli örgütün başındaki kişinin bir Türk vatandaşıydı. Bu gizli örgütün adı "Thule Gesellschaft"tı (Thule Cemiyeti) ve başındaki kişinin adı Baron Rudolf von Sebottendorff'tu. Bu örgütün ve Baron'un dünya tarihinde önemi ise führerini (başbuğ) arayan Almanya'nın başına özel olarak eğittikleri Adolf Hitler'i getirmeleriydi. Baron ise hem bir Türk vatandaşı hem de bir Bektaşiydi! Hayatı ve gerçek kimliği tamamen sis perdesi içinde olan Sebottendorff'un ölümünün de nasıl, nerede ve ne zaman olduğu bilinmiyor. 

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..

***