ARALIK etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ARALIK etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

29 Temmuz 2018 Pazar

AKP’NİN SORUNU NASIL AŞILACAKTI VE SN. RECEP TAYYİP BEYİN SONU NE OLACAKTI ? BÖLÜM 1



AKP’NİN SORUNU NASIL AŞILACAKTI VE SN. RECEP TAYYİP BEYİN SONU NE OLACAKTI ?  BÖLÜM  1 


ARALIK 2006 Yazar Milli Çözüm Dergisi

04 Aralık 2006

Milli Görüş gibi Hak bir davaya ve Erbakan Hoca’ya hıyanete kalkışmış, bu yüzden hidayetleri kararıp basiretleri bağlanmış, dış projelere işbirlikçilik karşılığı taşındıkları geçici makamlarla gururlanıp enaniyetleri kabarmış kadroların, bu millete ve ülkeye kalıcı ve kapsayıcı hizmetler yapacaklarına inanmak, benim imanıma, Kur’an’ıma, aklıma ve vicdanıma uymamaktadır. Onbeş yıllık iktidarları boyunca, icraatlarının çoğu da, hem İslami kurallara hem de Milli çıkarlarımıza aykırıdır. Zaten AKP iktidarının yaptığı en
büyük iki tahribat:

1- Müsned (sarih Ayet ve sahih Hadis senetli-destekli) İslamiyeti laçkalaştırıp
yozlaştırmak, Ulvi dinimizi siyasi istismar aracı yapmaktır. Kur’ani prensipleri Batı Demokrasisinin bir aksesuarı gibi kullanmaktır.

2- Müsbet Milliyetçiliği ise ırkçılık ve ayrımcılık gibi yorumlayıp, Milli birlik ve dirlik bağlarımızı koparacak derecede, köken ve kültür farkını kışkırtmaktır. Oysa aziz Milletimizin manevi mayası İSLAMİYET, tarihi kimyası müspet
milliyetçilik olmaktadır.

Ama kaderin, bunları kullanarak ve “Hayrül Makirin” sıfatına uygun olarak bazı büyük inkılaplara zemin hazırlayıcı adımlar attırması ve müstehak oldukları kuyularını kendilerine kazdırıp, intikamını işledikleri suçun cinsinden alması bir sünnetullahtır.

Başbakan Binali Yıldırım’ın, "Dünyada (Türkiye gibi) aynı anda bu kadar terör örgütüyle mücadele eden başka hiçbir ülke bulunmamaktadır. Bunun sebebi ise; emperyal hayallerin ülkemizin civarındaki komşularımız üzerindeki hesaplarıdır. Suriye'de, Irak'ta son 5-6 yıl içerisinde yaşanan istikrarsızlık, otorite boşluğu terör örgütleri için mükemmel bir ortam oluşturmuştur. Burada en büyük zararı gören ülke de Türkiye olmuştur. Şimdi dünya, DEAŞ ile yatıyor, DEAŞ ile kalkıyor... Onlar DEAŞ ile yalandan mücadele ediyor, sadece lafını yapıyor. Asıl mücadeleyi yapan, sadece Türki’yedir... Amerika'nın da bir halt
ettiği yok, diğerlerinin de bir şey yaptığı yok. Laftan başka bir şey yok. YPG’ye PYD’ye açıkça silâh veriyorlar, 'Türkiye'de daha fazla anarşi olsun, daha fazla terör olsun' diye bunları yapıyorlar. Bu dostluğa sığmaz. Yeni yönetimden beklentimiz artık bu kepazeliğe bir son vermesidir. Biz yeni yönetimi sorumlu tutmuyoruz bundan. Çünkü bu Obama yönetiminin marifetidir. Terör örgütünü kullanarak terörle mücadele etmek, mafyayı kullanarak mafyayı alt etmek gibi bir şeydir" (Yani ABD bir mafya devletidir ve bunlara nasıl güvenilecektir?) Şimdi bunlara soruyoruz: Siz "Türkiye ile mi bir olacaksınız, yoksa bu alçak terör örgütlerine kucak mı açacaksınız?" çıkışları haklıydı, ama hem çok geç kalınmıştı hem de bunların gereği halâ yapılmamaktaydı.

Ayrıca Başbakan Binali Yıldırım, "Irak'ta otorite olmazsa, Suriye'de otorite olmazsa, (buralarda) devlet kalmazsa herhalde biz güvende olamayız. Onun için (biz bu ülkelerle) ilişkilerimizi düzeltmekle başladık." Sözleriyle tarihi bir
itirafta bulunmuşlardı.

Sn. Binali Yıldırım bu çıkışlarıyla:

1- ABD, AB ve İsrail’in, Irak ve Suriye’de otorite boşluğu oluşturup terör örgütlerine zemin hazırladıklarını,

2- Suriye ve Irak’ın, emperyalist Siyonist hesaplar için karıştırılıp parçalandığını ve AKP Türkiye’sini de bu işgallerde taşeron olarak kullandıklarını,

3- Bu sinsi ve şeytani odakların asıl nihai hesaplarını ise; Türkiye’yi kuşatıp karıştırmak ve parçalamak üzerine kurguladıklarını,

4- Ve sonunda açıkça terör örgütlerine arka çıkıp Türkiye’yi yalnız bıraktıklarını ve arkadan vurduklarını,

5- Böylece Milli Çözüm Dergimizin ve diğer duyarlı çevrelerin yıllardır uyardıkları gerçeklerin farkına yeni vardıklarını itiraf etmiş olmaktalardı.
Ama halâ Amerika’nın, hem FETO kalkışmasında, hem DEAŞ-PYD kışkırtmasında merkez karargâh olarak kullandığı İNCİRLİK Üssü’nün bu hainlere kapatılmaması ve Türkiye’nin aynı mahfillerce telefon talimatıyla yönetilmesinin yolunu açacak “BAŞKANLIK” sisteminin savunulması, yapılan itirafların bile sonuçsuz kalacağı kuşkusunu uyandırmaktaydı.

Rahmetli Mahir Kaynak 2006 sonlarında çıktığı İskele Sancak isimli bir açıkoturum programında garip iddialar dile getirmişti. Eski istihbaratçı Prof. Mahir Kaynak, yürüyen süreçle ilgili şunları söylemişti. “Türkiye’de
Sn. Erdoğan, ülkeye başbakan olarak getirilirken eşi yeni tesettüre girmişti. Türkiye’de bu iktidar iyice ehlileştirilince bundan sonraki süreçte AKP iktidarı başörtüsü sorununu da çözecektir. Çünkü Türkiye’de başörtü sorunu sunidir”
anlamında laflar etmişti.

Ardından Mahir Kaynak:

“Türkiye’de iktidarı halk seçer, halk getirir halk götürür” sanılması bir yanılgıdır. ABD dahil hiçbir ülkede iktidarlar kendi iç dinamikleri ile o makama taşınmamaktadır. Burada ya hükümeti istifaya zorlayacaklar ya da başka şeyler yaşanacak ve iktidar gizli dayatmalara razı olacaktır” yorumlarını dile getirmişti.

28 Şubat Sırları ve Recep Tayyib Bey’in “Sırçalanması”

Bu anlatacaklarımız 04 Aralık 2006 tarihli Milli Çözüm Dergimizde de yazılmıştı ve önemli bir rapordan alıntı yapılmıştı: Sizlere şimdi aktaracağım olayları bana nakleden, uzun yıllar Türk Silahlı Kuvvetleri'nde görev üstlenmiş ve görev yaptığı her kademede, statü ve rol'ünün bütün gereklerini fazlasıyla yerine getirmiş seçkin bir Türk Subayıdır. Benim de, ender arkadaşlarımdan birisi konumundadır. İşte onun iki anısı: "27 Şubat günüydü, çok değer verdiğim bir büyüğüm bana telefon ile ulaşmış ve "Komutanım, fakirhanemize gelebilir misiniz; Hoca Efendinin (Necmettin ERBAKAN’ı kastederek) bir müşkülü var" ricasında bulunmuşlardı. Ben saat 17:30 civarında arkadaşımın bürosundaydım. Büroda Erbakan'ın çok güvendiği milletvekillerinden biri de vardı. Selamlama ve hâl hatır sormadan sonra konuya giriş yapıldı. 28 Şubat günü yapılacak MGK toplantısı öncesi Erbakan'a ulaşan bazı bilgiler ortaya konuldu ve değerlendirmem soruldu.

Kendilerine kısaca değerlendirmemi yaptıktan sonra, ana hatları ile şunları aktardım:

Org. Çevik BİR bu olayın beyni değildir, esas beyin Ahmet ÇÖREKÇİ'dir. Çevik BİR, mükemmel bir maşa yerindedir. Bedeli mukabilinde 'her şeyi' yapan bir tıynettedir. Sizleri yıkmak için aleyhinizde kullanılan malzemenin kaynakları iki çok değerli(!) milletvekilinizdir. Birincisi A.G; ikincisi A.L.Ş. Bu gelişmelerin asıl sebebi; 'Laik' düzenin korunması değildir. İstanbul Dükalığı'nın Anadolu Kaplanları karşısında zorlanması ve gerilemesidir. İkinci sebebi; kurmuş olduğunuz 'havuz sistemi', 'rantiye'yi' rahatsız etmiştir. Rantiye sülüklerinin yaşaması için, devletin onlara borçlanması gerekmektedir.

Türkiye'nin baronları, bu borçlanmalar yolu ile İLLUMİNATİ'ye yıllık olarak
75 milyar dolar aktarıvermektedir, Erbakan Hoca’nın Havuz sistemi bu işi
engellemektedir.

Üçüncü sebebi; gündeme getirilen 'kesintisiz eğitim' sistemi; aslında Türkiye'nin orta tabakası ile fakir kesiminin, yükseköğrenim yapmasını engellemenin bir girişimidir. Bu oyuna gelmeyin. Bunun için, konuyu dayatan Türk Silahlı Kuvvetleri üst yönetiminin malum kesiminden bir şeyler isteyin... Bu nedenlerle, hemen bu gece bir 'Basın Toplantısı' metni hazırlayın. Bu metinde, hükümetin TSK'nın bazı unsurları tarafından 'tehdit' edildiğini beyan ederek, hem HÜKÜMET'ten hem de MİLLETVEKİLLİĞİ'nden İSTAFA'nızı açıklayın. Ayrıca yarınki MGK'da, TSK'daki cuntanın dayatmaları gündeme
gelirse siz de şu teklifi yapın: “Hükümetimiz, kesintisiz eğitim için, MEB bütçesine bütçede verilen ödenek kadar bir ek ödenek ayıracaktır, bu konuda TSK'nın duyarlılığı da dikkate alınarak Savunma Sanayi Fonu'ndan % 20 kesinti yapılarak, bu kesinti MEB bütçesine aktarılacaktır!”

Ve yine son günlerde, 'emir-komuta' zinciri dışına kayarak; TSK çok başlıymış gibi algılanan, 'demokrasi' dışına çıkan, haddini aşan, yasa tanımaz bazı generaller hakkında Yüksek Askeri Şura'nın yarın toplanarak haklarında gerekli işlemi yapması sağlanmalıdır.

Eğer bu teklifleriniz onaylanırsa yola devam kararı alın, HAYIR denilirse, MGK
toplantısına bir sonraki gün devam edilmesi kararını verip çıkın ve Basın Toplantısı yaparak, daha önceden hazırladığınız metinle hükümetin İSTİFA'sını açıklayın. Yok eğer MGK'da dümen suyuna girerseniz, sonunuz olacaktır ve sizin yerinize onların emirlerini yapacak birileri bulunacaktır. Direnir ve istifa ederseniz, ileride tek başınıza iktidar şansı yakalanacaktı. Ama bu dediklerimin aksi yapıldı, bu olaylar onların sonunu hazırladı. Türkiye için de en büyük felaketin yolu açıldı."

Bu deneyimli ve milli gayretli emekli subayımızın tespit ve tavsiyeleri, zahiren ve milli bir hükümeti kurtarma penceresinden çok doğru ve değerli görüşleriydi. Ama evrensel siyaset ve yüksek strateji açısından yanlış ve tehlikeliydi. Ve Erbakan Hoca, geçici ve küçük parti hesaplarını değil, kalıcı ve büyük ülke çıkarlarını tercih etmişti. Çünkü malum ve mel’un merkezlerin; REFAH-YOL’un iktidardan uzaklaştırılmaması durumunda, “Büny esindeki Milli ekiple, kirli cepheyi çatıştırmak suretiyle ordumuzu yıpratma ve Türkiye’nin yıkılışını kolaylaştırma hıyanetlerini” sezmiş hükümetini ve partisini feda ederek, ülkeyi ve geleceğimizi koruma feraset ve faziletini göstermişti.

Diğer olay da, Sn. Recep T. Erdoğan’la alakalıydı.

"O süreçte Sn. Erdoğan hakkında Devlet Güvenlik Mahkemesini devreye sokmuşlardı.

Yine aynı arkadaşım beni bürosuna çağırmış ve sonra AKP milletvekili olan RTE'nin avukatı ile tanıştırmıştı. Avukat bana, "Erdoğan’ı nasıl kurtarabiliriz?" diye sormuşlardı.

Ben de araştırmam gerektiğini söyleyip ayrıldım. Kısa bir araştırmadan sonra Sn. Erdoğan’ın mahkûm olması için Kürt Baron'un 1 trilyon 250 milyar TL, yardımcısı ve Ermeni dönmesi bir Büyükşehir Belediye Başkan'ının da 750 milyar TL'lik bütçe oluşturduklarını saptadım. Aslında bütün bunlar Sn. Erdoğan’ı sıkıştırma ve hizaya sokma hazırlıklarıydı. İki gün sonra, malum avukatla aynı büroda buluştuk ve kendilerine şunu aktardım: “2
trilyon 100 milyara bu iş kapanır. Parayı bulun ve dediğim kişilerle temasa kurun, Sn. Erdoğan’a hiçbir şey olmayacaktır, bu tezgâhlar ehlileştirme operasyonlarıdır!.”

Bu sözlerim üzerine malum avukat boynuma sarıldı ve akla gelmeyecek dualarla bana teşekkürler yağdırdı. Aradan 10 gün geçmişti ki, arkadaşım beni yine bürosuna çağırdı ve; "Komutanım hiç ses çıkmadı, neler oluyor sizce?" diye sızlandı. Avukat arkadaşını aramasını söyledim, o da dediğimi yaptı. Yaptığı konuşmasını bana dinlettirecek şekilde telefonu ayarladı. Karşısına çıkan avukat arkadaşıma şunları açıklamıştı:

"Artık vazgeçtik, Allah'ın takdirine sığınıyoruz. Böylesi daha iyi olacaktır!"
Arkadaşım bana şaşkın ifadelerle bakarken ben olayı çakmıştım. Şaşıran arkadaşıma şunları hatırlattım: “Demek oluyor ki dış güçler, AKP'yi ve Recep Beyi tek başına iktidara getirmeye kararı almışlardı. Milletvekili olmak istiyorsan tam zamanıdır. Sıralamaya bakmadan aday ol ve yerini sağlamlaştır!”

Arkadaşım, bana: "Haydi canım, bu kanaate nerden vardın?" deyince, 'Milletvekili Genel Seçimleri'nden sonra görüşürüz', deyip oradan ayrıldım. Sonrasında hiç görüşemedik, çünkü dediğimi yapmış ve milletvekili olarak TBMM'ye kapağı atmıştı!" Evet işte sizlere 28 ŞUBAT gerçeğinin perde arkası ve AKP’nin iktidar macerası!

Bu arada şu gizli gerçeği de hatırlatmış olalım: Yenilikçi takımının Milli Görüşten ayrılma sürecinde, güya Erbakan’a bağlılık rolüyle, Tayyip bey ve yoldaşlarına zahiren çok sert davranıp kışkırtan ve partiden kopmalarına bahane hazırlayan ise Oğuzhan Asiltürk ve Şevket Kazan olmaktaydı… Ama şimdi aynı Oğuzhan ve Recai Kutan sıklıkla Sn. Erdoğan’la buluşmakta, önemli tayin, terfi ve ihale işlerinde aracılık yapmaktalardı.

Bir hayal aleminde küresel çetenin reisine Dünyayı nasıl yönettiklerini merak ettiğimi hatırlattım. Basit bir soruya cevap veren bir insanın edasıyla konuşmaya başladı:

Aslında yöntemimiz çok basit ve kolaydır. Saat yönünde dönen bir dişliyi düşünün anlayacaksınız. Eğer siz hareketin bu yönde olmasını istemiyorsanız, dişliyi ters yöne zorlarsınız. Oysa biz bu dişlinin yanına uygun başka bir dişli koyarız ve hareketi saatin ters yönüne çevirmeyi sağlarız. Yani var olan gücü değiştirmek yerine, onun potansiyelini kendi istediğimiz yöne çevirir ve kullanırız. Milliyetçiden ülkesi aleyhine yararlanmak, dindara inançlarının yasakladığı şeyleri yaptırmak, sosyalisti kapitalizmin en uç çizgisinde kullanmak mümkündür ve işte biz bunu yaparız. Biz bu dişlileri belirler
ve onları devreye sokarız. İşimiz bir mühendisinkine benzer ve bu nedenle bizim toplum mühendisliği yaptığımız sıkça gündeme taşınır. Bizim için insanların bir şeye inanması yeterlidir ve bu inancın niteliğinin bize bir engeli bulunmamaktadır. Uygun dişliler aracılığıyla hareketi istediğimiz yöne çevirmeyi başarırız. Mesela siz PKK ile mücadele ettiniz, büyük bedeller
ödediniz ama sonunda bizim önceden planladığımız Kürt oluşumuna razı olacak duruma gelip dayandınız. 1980’de dünyanın en bağımsız ülkelerinden biri idiniz ama şimdi daha fazla bağımsızlık isteyenlerin gayretleri ile global dünyanın bir parçası olup çıktınız. Şu anda İslam dünyasında bazı gruplar inançları için mücadele ettiğini sanmaktadır, ama bu inancın bir şiddet ve nefret kültürüne dönüşmesinden başka bir işe yaramamaktadır.

Dünya üzerindeki sol hareketi, onu bir düşünce akımı olmaktan çıkarıp şiddet kullanan solcular eliyle bitirdiğimizin halâ farkına varılamamıştır. Bütün bunları gerçekleştirirken “Yedek çarklarla yön değiştirme ve kendi hedeflerimize hizmet ettirme” yöntemini kullanmışızdır.

2 Cİ BÖLÜM  İLE DEVAM  EDECETİR..

***