ATATÜRK VE MECLİS etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ATATÜRK VE MECLİS etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

31 Ocak 2019 Perşembe

ATATÜRK VE MECLİS BÖLÜM 3

ATATÜRK VE MECLİS  BÖLÜM 3

Tıbbiye Mensuptan
Eşref Akman                          Mustafa Darman
Asım Sirel                                 Adnan Adıvar
Mazhar Germen                      Mustafa Bengisu
Refik Saydam                             Suad Soyer
Fuat Umay                                Fikret Onuralp
Tunalı Hilmi                           Mustafa Cantekin
Emin Erkul                                 Abidin Atak
Atıf Köse                               Tevfık Rüştü Araş
Ali Haydar                                    Rıza Nur

Teknik İşler Sınıfı
Osman Server B. Ahıska Numan (Usta)
BİRİNCİ MECLİSTE FİKİR AKIMLARI
Hepsi vatansever, hepsi fedakâr olan ve tarihî bir görev yüklendiklerinin bilincinde olan Birinci Meclis üyeleri, şüphe yok, öteden beri memlekette yer etmiş fikir akımlarının etkisindeydiler. Zaman zaman egemenlik ve üstünlük kazanmış olan bu fikir akımları, İslamcılık, Osmancılık, Türkçülük odaklarından geliyordu. Ayrıca hilâfet ve saltanat makamlarının dokunulmazlığını zorunlu gören gruplar yanında “kayıtsız şartsız ulusal egemenlik” tezine bağ­lı, o zaman sayıca küçük de olsa, bir grup bulunmaktaydı. Son yüzyılda İsla­miyet, politik yorumlara tâbi tutulmuştu. Bunların kaynağı Kuran’da bulu­nan bir ayetin farklı yorumlara bağlanmasından geliyordu. Bu ayetin anlamı şuydu : “Kuru ve yaş hiçbir şey yoktur ki bu kitapta yer almamış olsun”.
Şüphe yok ki, gerçek dindarlar nazarında bunun anlamı iman ve ahlâk kurallarının tam olarak Kuran’da yer almış olmasıydı. Fakat çeşitli sebeplerle bu anlamla yerinilmemiş ve zaman zaman çok aykırı ve çok tehlikeli olabilecek yorumlar yapılmıştır, öyle ki, dini politik maksatlarla kullanmak isteyen grupların bir kısmı, İslamcılığı emperyalist emellere vasıta etmek istemişler, başkanları diğer siyasî akımlar yolunda yorumlamışlar, bu suretle kutsal din, politika yoluna sürüklenmek istenmiştir. Kuran’da halifelik ve sultanlık kav­ramları olmadığı halde bu müesseseler dinin bir unsuru gibi gösterilmek iste­nilmişti. Meclis’te de tabii bu fikre yatkın olanlar bulunuyordu. Ayrıca bu makamların lüzumuna, memleketin genel yönetimi bakımından ihtiyaç his­sedenler vardı.
Osmanlıcılık, özellikle Ziya Gökalp’ten sonra, yerini Türkçülüğe bırakmıştı. Fakat bunun nüansları vardı. Bütün Türkleri bir bayrak altında topla­ma idealini güdenlerin yanı sıra, Türk dünyasını manevî olarak ve ortak kültür mihverinde toplayıp birleştirmek isteyenler de vardı. Memleket, Bi­rinci ve İkinci Meşrutiyet denemeleri, millet egemenliği ve demokrasiye yönelik bakımından bazı tecrübeler edinmişti. Fakat bu tecrübelerin sonucunu olumlu ya da olumsuz bulanlar vardı. Nihayet sosyal ve ekonomik görüşlerde farklar da beliriyordu. Rus İhtilali’nden sonra antiemperyalizm ve antikapitalizm hareketleri bütün dünyada olduğu gibi bizde de yankılar uyandırıyordu. Aslına bakılırsa bizim ve Ruslar’ın antiemperyalizm görüşünde önemli ayrılık vardı. Bizim antiemperyalizm hareketimiz, evvelâ kendimize uygulanmıştı, öyleki Misak-ı Milli’yle, millî hudutlarımız kesin olarak belirlenmiş bunun dışında bir emel beslememiz bertaraf edilmişti. Oysa Sovyetler’in antiemperyalizm tezi kendileri için yürürlükte değildi. Öyleki Rus olmayan birtakım unsurlar Rusya hududu içine zorlanmış-tı.Antikapitalizm için de aynı şey söylenebilir. Sovyetler’de antikapitalizm, sadece kapitalist denen bir zümreye karşı olduğu halde Türkiye’de, sosyal karakterdeydi.
Birinci Meclis’teki fikir tartışmalarının bir odağı da, Batı dünya görüşü noktasındaki ayrılıklardı. Meclis’in önemli bir kısmına göre Batı’ya yöneliş “bizi biz olmaktan çıkaracaktı”. Onlara göre Batı dünya görüşü insanlığın değil, bir iki Batı memleketinin malıydı. Bugün dahi sürmekte olan bu tartışmaya açıklık kazandırabilmek için şunu söylemeliyiz: Batı dünya görüşü bir çağdaşlaşma olayıdır. Bu görüşün yapısında şu unsurlar bulunmaktadır.
1  — Kadim kültürlerin izleri;
2  — Bu kültürleri bir arayış ifade eden Rönesans hareketi;
3  — Büyük Fransız İhtilâli’yle ortaya çıkan, fakat dünyanın malı olacak olan özgürlük ve eşitlik ilkeleri;
4  — XIX. yüzyılın başından itibaren zaferden zafere, fetihten fethe koş­makta olan müspet ilimler.
İşte, bunların toplamına çağdaşlık veya Batı dünya görüşü denmektedir. Atatürk ve ona paralel düşünenler için bağımsızlığımızı kazansak bile çağdaşlaşmadan, o zaferi korumak mümkün değildir. Oysa karşı grup bundan çekiniyor. Türklüğümüzün ve Müslümanlığımızın bu fikirden zarar görece­ğini sanıyor. Bunlar en tehlikeli çıkış olarak Batıdan müspet ilimlerin alınma­sını gereksiz karşılıyorlardı. Onlara göre andığımız ayet bütün müspet ilimlerin Kuran’da aranması gereğini doğuruyordu. Bazı gruplar daha da ileri gidi­yorlardı. Meselâ Mevlâna’ya göre ilim iki türlüdür. Birisi insanın sağlığında elde edebileceği bilgiler ki Mevlâna bunlara maddî bilgiler diyor. Ona göre bu bilgiler aldatıcıdır, bir değeri yoktur. Asıl bilgi manevî ve ilahî olandır ki bu ancak öldükten sonra elde edilebilir.
İşte, bütün bu görüşlerin tabiatıyla Birinci Meclis’te yankılanması vardı. Hemen söylemeliyiz ki bu fikir ayrılıkları Birinci Meclis’in şahsiyetine ve kutsallığına ve mebusların iyi niyetine bir gölge düşürmemiştir. Bir ihanet bahis konusu değildi. Sadece engin bir tarihe malik olan bir milletin fertlerinde yerleşmiş fikir ve müşahadelerin bir iziydi bu.
Muhafazakâr zihniyette olanlar, hızlı bir çağdaşlaşmanın karşısında yer alıyorlar ve “mukaddesatı muhafaza” grubunu meydana getiriyorlardı.
Meclisteki muhalefetin bir kaynağı da şuydu :
Mustafa Kemal, tarihimizin en büyük başarısına erişmişti. Düşmanı yenmiş, yurdu kurtarmış, tam bağımsızlığı sağlamış, kapitülâsyonları ortadan kaldırmıştı. Bu muazzam başarılarda elbette büyük meclisin özellikle önderi olan Mustafa Kemal’in şeref payı büyüktür. Bazı milletvekilleri bir in­san için erişilmesi güç olan bu şerefli başarıların bir dikta rejimine götürmesi endişesi taşıyorlardı. Bir kısım muhalefet grupları ana grup olan Müdafaa-i Hukuka karşı zıt gruplar kuruyorlardı. Onların bir dayanağı daha vardı. O da Müdafaa-i Hukuk’un ve ondan doğmuş olan Halk Partisi’nin bir tatbi­kat programı bulunmamaktaydı. Onlar böyle bir program hazırlamak ihtiya­cını ileri sürüyorlardı. Bu yüzden muhalefet ediyorlardı.
Mustafa Kemal’in bu fikir ayrılıklarına karşı sert bir tepki gösterdiği söylenemez. Ama o, tarihin sesini alan adamdır. Ve kendisini tarihî bir görevle sorumluluk altında hissediyordu. Bu sebeple devrim atılımları zorunluydu, bunlar radikal olmalıydı ve kabil olduğu kadar kısa bir zaman sıkıştı-rılmalıydı. Fikir ayrılıkları bu mükellefiyetin karşısına çıktığı zaman Mustafa Kemal’in müsamahası da sona eriyordu. Bu yüzden Millî Mücadele’ye bera­ber başladığı, çok sevip, takdir ettiği bir kısım arkadaşlarından ayrılmayı ka­der ve tarih zorunlu hale getirmişti.
Mustafa Kemal’e göre yeni Türk milliyetçiliği dil ve tarih ve lâiklik odaklarına dayanmalıydı. Onun bu husustaki görüşlerini fazla radikal bulanlar da ayrı bir muhalefet grubu teşkil ediyorlardı. Fakat asıl ve sürekli muha­lefet lâikliğin anlaşılışındaydı. Atatürk, lâiklikten şunu anlıyordu: Dinle si­yaset birbirinden kesinlikle ayrılmalıydı.
Muhaliflere göre ise din siyasete de rehber olmalıydı.
Birçoğu tarihî kökenlerden gelen ve bugün de nice beyinlerde izleri görülen bu tartışmalarda Mustafa Kemal’in tutunduğu tavrı Meclis’teki ken­di konuşmalarından nakledelim:
I. MECLİSİN BÜYÜK ESERLERİ
23 Nisan 1920’de ilk toplantısını yapan ve adı Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak tarihe geçmiş olan Millet Meclisi’nin bir numaralı kararı şöyledir;
“Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin bu kene intihab edilen azalarla İstanbul Meclis-i Mebusanı’ndan iltihak eden azalardan müteşekkil bulunmasına karar verildi “
Daha bu ilk toplantıda İstanbul’dan gelecek olan mebusların kabul şartları üzerine bazı tartışmalar geçmişti. Fakat sonunda işgal edilmiş olan İstanbul’dan çıkıp Ankara’ya gelebilen bütün mebusların Meclis’e kabulü karar­laştırıldı. Asıl tartışma bu yeni Meclis’in mahiyeti üzerinde olur. İstanbul’dan gelen mebuslar arasında bulunan bir hukuk profesörü (Celâlettin Arif) bu Meclis’in meşruiyeti için bir kanun mesnedine dayanması lüzumu­nu ileri sürmüştü. Bu zata göre Türk mevzuatında bununla ilgili bir hüküm yoktu. Ancak Fransız Anayasası’nda bulunan bir hükümden fay­dalanılabilirdi. Buna göre memleket işgal altına alınır ve Meclis zorla ka­patılırsa kurtulabilen mebuslar bir araya gelerek meşru bir meclis teşkil edebilirlerdi. Bir takım samimî muhafazakârlar böyle bir meclisin meşru olabilmesi için Müslümanların halifesi ve milletin padişahı olan zatın muafakatını almak gerekirdi. Atatürk görülmemiş bir maharetle bu gibile­ri yatıştırmayı bildi ve dedi ki “İstanbul şeraitinin, Padişah ve halife ile ne alenî ne de hususî ve mahrem temasa müsait olmadığını izaha çalıştım. Böyle bir temasla ne anlamak istediğimizi sordum” ve milletin istiklâl ve tamamiyetini temin için çalışmakta olduğunu haber vermek için de buna ha­cet yoktur. Padişah ve halife olan zatın da bundan başka bir şey düşünmele­rine imkân var mıdır?*
Atatürk bu çeşit itirazları ciddiye almıyordu. Çünkü onun nazarında bu yeni meclis olağanüstü yetkilerde kurulmuştu ve millet adına kurtuluş yolunda her kararı alabilirdi. Ve alınacak bütün kararlar meşru olurdu. Mustafa Kemal olağanüstü yetkiden şunu anlıyordu. Bu meclis hem yasama, hem yürütme hatta hem de yargı yetkisine haizdi. Gerçi bağımsız mahkemeler olacaktı fakat meclis icabında yargı yetkisini de kullanacaktı. Nitekim ilk meclisin seçtiği komisyonlar arasında bir memur-u mukamat encümeni bu­lunmaktaydı. Bu encümen meclis adına suçlu görülen memurları muhake­me edebilecek ve cezalandırabilecekti. Ayrıca bu meclis kendi üyeleri arasın­dan olağanüstü yetkilerle İstiklâl Mahkemeleri kurabilecekti ve kurmuştur da. Bu suretle Meclis bütün yetkileri nefsinde toplamış oluyor. O günkü ola­ğanüstü koşullar altında başka türlü olması da mümkün değildi. Özellikle yürütme yetkisi Meclis’in elindeydi. Fakat hemen görüldü ki 300 ü aşkın üyeden kurulu görülen bir meclisin tümüyle yürütme yetkisini kullanması mümkün değildi. Bu zorunluluk altında Meclis 25 Nisan 1920’de şu beş nu­maralı kararı almıştı. “Kuvve-i icraiye teşkiline karar verildi.”
Bu kararlar sonucunda 2 Mayıs 1920 tarihinde İcra Vekillerinin suret-i intihabına dair 3 numaralı kanun kabul edilmişti.
Dört maddeden ibaret olan bu kanun metni şöyledir:
“Madde 1 — Seriye ve Evkaf, Sıhhiye ve Muavanet-i İçtimaiye, İktisat (ticaret, sanayi, ziraat, orman ve maadin) Maarif, Adliye ve Mezahip, Maliye ve Rüsumat ve Defter-i Hâkanî, Nafıa, Dahiliye (Emniyet-i Umumiye, posta ve telgraf) Müdafa-i Milliye, Hariciye, Erkân-ı Harbiye-i Umumiye işlerini görmek üzere Büyük Millet Meclisi’nin onbir zattan mürekkep bir icra vekilleri heyeti vardır.
Madde 2— İcra Vekilleri Büyük Millet Meclisi’nin ekseriyet-i mutlakası ile aralarından intihap olunur.
Madde 3— Her vekil deruhte ettiği umurun ifasında mensup olduğu encümenin rey-i istişaresini alabilir.
Madde 4— İcra Vekilleri arasında çıkacak ihtilâfı, Büyük Millet Meclisi halleder.
Görülüyor ki yeni hükümet tamamiyle bir meclis hükümeti olacaktır. Böylece bütün icraat meclis adına yapılmış olacaktır.
Bakanlar arasında çıkacak ihtilâfta meclisin hakem olması da bir yeniliktir. Böylece yeni meclis bir kabine usulüne göre değil memleketin o günkü ihtiyaçlarına göre kurulmuş bulunuyordu. Bu ilk kabinede yeni iki bakanlık görülmektedir. Türk tarihinde ilk defa olarak sağlık işleri için özel bakanlık kurulmuş oluyordu. Ve yine tarihimizde ilk defa olarak savunma işlerimiz için iki bakanlık meydana getiriliyordu. Bunlardan Müdafaa-i Milliye Ba­kanlığı, ordunun cihazlandırılması işlerine bakacak fakat harbin idaresi özel bir bakanlığa verilmiş olacaktı. Bu yeni bakanlık Erkân-ı Harbiye-i Umumi­ye adını alıyordu. Tahmin edilebilir ki savunma işlerinin bu iki bakanlığa ay­rılmasının o günkü koşullarda özel bir sebebi de vardır. Atatürk, Ankara’ya gelişinden itibaren yanında bulunan Albay İsmet İnönü’ye fiilen, ordunun stratejik ve taktik işlerinin hazırlanmasını emanet etmişti. O günlerde Fevzi Paşa da, Ankara’ya gelmiş ve Meclise katılmıştı. Onun otoritesinden ve tecrübesinden de yararlanmak gerekiyordu. Böylece Müdafaa-i Milliye Ba­kanlığı kendisine verilmişti.
Meclis 5 Eylül 1920’de son derece dikkat çekici bir kanun daha kabul etmişti. Bu kanunun adı “Nisâb-ı Müzakere Kanunu” idi. Ve 18 numarayı taşıyordu. Bu kanunun maddeleri şöyleydi.
1 — Büyük Millet Meclisi, hilâfet ve saltanatın, vatan ve milletin istihlâs ve istiklâlinden ibaret olan gayesinin husulüne kadar şerait-i âtiye dairesin­de müstemirren inikat eder.
Bu birinci madde şüphe yok Atatürk’ün ilhamıyla benimsenmişti ve bu madde Atatürk’ün zamanlama hususundaki dehasının canlı bir belgesidir. Atatürk daha 1907’de hilafeti de, saltanatı da kaldıracağını söylemişti. Fakat 1907’de bunun günü gelmemiş, memleketin alıştığı ve kalben bağlı olduğu hilâfet ve saltanata yer vermek ve mücadele hedefleri arasında onları kurtarmak amacını göz önünde tutmak zorundaydı. O günkü koşullarda milletin büyük çoğunluğu bu görüşteydi.
Kanunun öteki maddeleri şöyleydi.
Madde 2— Her livanın Büyük Millet Meclisi’nde mevcut miktar-ı azası intihap kanununun tayin eylediği miktardan aşağı tenezzül etmedikçe vukubulacak münhallere yeni aza intihap edilmez.
Bu madde o günkü koşullarda zorunluydu. Memleket sık sık seçimlere götürülemezdi.
Madde 3 — Büyük Millet Meclisi azasından senede 2 ay bilâmazeret, bilâfasıla Meclis’e devam etmeyenler Heyet-i Umumiye kararıyla müstafi addolunurlar.
Madde 4 — Büyük Millet Meclisi azalığıyla memuriyet bir zat uhdesinde içtima edemez. Ancak heyet-i vekile azalığı ve Büyük Millet Mecli-si’nin inzimam reyiyle, sefirlik, ordu ve kolordu kumandanlığı memuri­yetlerinin meclis azalığıyla cemi caizdir.
Madde 5 — Her dâire-i intihabiyeden 5 aza intihabı itibariyle heyet-i mecmuasının bir fazlası nisâb-ı müzakeredir.
Madde 6 — Büyük Millet Meclisi azasına 4 ay için, 1250 lira tahsisat ve 4 ay hitamından devre-i içtimaiye nihayetine kadar Meclis’e devam edenlere şehrî 100’er lira tazminat verilir.
Madde 7 — Büyük Millet Meclisi azasına senede bir defaya mahsus olmak üzere 4000 kuruş üzerinden azimet ve avdet harcırahı ita olunur.
Madde 8 — İstanbul Meclis-i Mebusan’ından, Büyük Millet Meclisi’ne iltihak eden azaya, tarih-i iltihakından itibaren şehrî 100’er lira tazminat verilir.
Aynı yılın kasım ayının 4 günü bakanların seçimine dair kanunu değiştiren bir kanun kabulü 47 numarayı taşıyan bu kanunun metni şudur :
Madde 1 — Büyük Millet Meclisi İcra Vekillerinin suret-i intihabına da­ir kanunun 2. maddesi berveç-i âti tadil edilmiştir.
Madde 2 — İcra Vekilleri Büyük Millet Meclisi reisinin meclis azalarından göstereceği namzetler meyanından ekseriyet-i mutlaka ile intihap olu­nur.
Bu kanunla bir yandan reylerin dağılması dolayısıyla bakan seçiminin güçleşmesi önleniyor öte yandan meclis başkanının yetkisi artırılmış oluyordu. Böylece Meclis’in başkanı Mustafa Kemal fiilen hem hükümet, hem dev­let, hem de meclis başkanı oluyordu. O günün koşulları böyle bir yetki yo­ğunlaşmasını zorunlu kılıyordu.
Şimdi I. Meclis’in en önemli eserlerinden birisi olan Teşkilât-ı Esasiye Kanununa geliyoruz. Bu fiilen yeni devletimizin ilk anayasası oluyordu. Tarihi 20.1.1921, numarası 85’tir.
Bu tarihî metni ayniyle naklediyoruz:
Madde 1 — Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir. Yönetim usûlü halkın mukadderatını kendisinin ve fiilen yönetmesi esasına dayanır.
Madde 2 — Yürütme gücü ve yasama yetkisi milletin biricik ve gerçek temsilcisi olan Büyük Millet Meclisi’nde belirir, merkezîleşir.
Madde 3 — Türkiye devleti, Büyük Millet Meclisi tarafından önerilir ve hükümet, Büyük Millet Meclisi Hükümeti adını taşır.
Madde 4 — Büyük Millet Meclisi vilâyetler halkınca seçilen üyelerden kurulur.
Madde 5 — Büyük Millet Meclisi’nin seçimi 2 yılda bir yapılır. Seçilen üyelerin üyelik süresi iki seneden ibaret olup, fakat yeniden seçilmek caizdir. Eski heyet, yeni heyetin toplanmasına kadar göreve devam eder. Yeni seçim yapılmasına imkân görülmediği takdirde toplantı süresinin yalnız bir sene uzatılması caizdir. Büyük Millet Meclisi üyelerinin her biri kendini seçen ilin ayrıca vekili olmayıp, umum milletin vekilidir.
Madde 6 — Büyük Millet Meclisi’nin genel kurulu kasım başında davetsiz toplanır.
Madde 7 — Şeriat hükümlerinin uygulanması, bütün yasaların yapılması, değiştirilmesi, ortadan kaldırılması, barış yapılması vatan müdafaası ilânı gibi temel haklar Büyük Millet Meclisi’ne haizdir. Kanunların yapımın­da ve nizamlar konmasında, halkın uygulamasına ve zamanın ihtiyaçlarına uygun fıkıh ve hukuk hükümleriyle adap ve muameleler esas alınır. Bakanlar Kurulu’nun yetki ve sorumluluğu özel kanunla belirtilir.
Madde 8 — Büyük Millet Meclisi hükümetinin ayrıldığı daireleri, özel kanuna göre seçtiği vekiller vasıtasıyla yönetir. Meclis yürütmeler hususunda vekillere yön tayin eder ve gerektiğinde onları değiştirir.
Madde 9 — Büyük Millet Meclisi Genel kurulu tarafından seçilen başkan, bir seçim dönemi içinde Büyük Millet Meclisi’nin başkanıdır. Bu sıfatla Meclis adına imza koymaya ve Bakanlar Kurulu kararlarını onaylamaya yetkilidir. İcra Vekilleri heyeti içlerinden birini kendilerine başkan seçer, ancak Büyük Millet Meclisi Bakanı vekiller kurulunun da başkanıdır.
Yönetim:
Madde 10 — Türkiye coğrafi durum ve iktisadî ilişkiler bakımından illere, iller ilçelere ayrılmış olup, ilçeler de bucaklardan kurulur.
İller:
Madde 11 — İller mahallî işlerde moral şahsiyete ve muhtariyete sahiptir. Dış ve iç siyaset serî, adlî ve askerî işler, milletlerarası iktisadî ilişkiler hükümetin genel teklifleri ve yararı birden fazla illere şamil hususlar müstesna olmak üzere Büyük Millet Meclisi’nce çıkarılacak kanunlar mucibince va­kıflar, medreseler, eğitim, sağlık, iktisat, ziraat, bayındırlık ve sosyal yardım işlerinin nizamlanması ve yürütülmesi, il şuralarının yetkisi içindedir.
Madde 12 — İl şuraları il halkınca seçilen üyelerden kuruludur. İl şuralarının toplantı süresi iki senedir. Toplantı müddeti senede iki aydır.
Madde 13 — İl şûrası azası arasından icra âmiri olacak bir başkan ile muhtelif şubeleri yönetmeye memur üyelerden kurulmak üzere bir yönetim kurulu seçer. İcra yetkisi daimî olan bu heyete aittir.
Madde 14 — İlde, Büyük Millet Meclisinin vekili ve temsilcisi olmak üzere vali bulunur. Vali Büyük Millet Meclisi hükümeti tarafından seçilir. Görevi devletin genel ve ortak vazifelerini görmektir. Vali yalnız devletin genel görevleriyle mahallî görevler arasında fark zuhurunda müdahale eder.
İlçe:
Madde 15 — İlçe yalnız idarî ve inzibatî bir bölüm olup, manevî şahsiyeti haiz değildir. Denetimi Büyük Millet Meclisi Hükümeti tarafından tayin edilen ve valinin emri altında bir kaymakama verilir.
Bucak:
Madde 16 — Bucak özel hayatında muhtariyete sahip bir manevî şahsiyettir.
Madde 17 — Bucağın bir şûrası, bir yönetim heyeti bir de müdürü vardır.
Madde 18 — Bucak şûrası, bucak halkınca doğrudan doğruya seçilmiş üyelerden oluşur.
Madde 19 — Yönetim kurulu ve nahiye müdürü, bucak şûrası tarafından seçilir.
Madde 20 — Bucak şûrası ve yönetim heyeti yargısal, ekonomik ve malî yetkiye sahip olup bunların dereceleri özel kanunla tayin olunur.
Madde 21 — Bucak bir veya birkaç köyden kurulu olduğu gibi bir kasaba da bir bucaktır.
Genel Müfettişlik:
Madde 22 — İller ekonomik ve sosyal ilişkileri itibariyle birleştirilerek genel müfettişlik mıntıka vücuda getirilir.
Madde 23 — Genel müfettişlik mıntıkalarının umumî surette asayişin sağlanması ve genel daireler işlemlerinin denetlenmesi ve bölgesindeki illerin ortak işlerinde ahengin tanzimi görevi genel müfettişlere verilir. Genel müfettişler, devletin genel vazifeleriyle mahallî idarelere ait vazife ve kararları sürekli olarak denetler.
Özel Madde:
İşbu kanun yayımı tarihde yürürlüğe girer. Ancak halen toplanmış olan Büyük Millet Meclisi, 5 Eylül 1336 tarihli müzakere nisabı kanunun birinci maddesinde gönderildiği üzere amacına ulaşıncaya kadar sürekli olarak top­lu bulunacağı cihetle işbu Teşkilât-ı Esasiye Kanunundaki 4’üncü, 5’inci maddeler amacın elde edilmesine bugünkü Büyük Millet Meclisi mürettep sayısının 3/2 çoğunluğuyla karar verildiği takdirde ancak yeni seçimden itibaren yürürlüğe girer.
İÇTE HUZUR VE İSTİKRARIN SAĞLANIŞI
I. Cihan Harbi sonuna doğru beliren ümitsizlik ve bitkinlik havası içinde askerlikten dönenlerin bir kısmı ileri derecede yoksulluk, bir kısmı da hu­zur ve güvenden yoksunluk yüzünden olumlu bir işe başlayamıyor, kendisini kadere teslim ediyor. Bir kısmı ise küçük gruplar kurarak kasaba ve köylere baskınlar düzenleme yolunu tutuyorlardı. Millî Mücadelenin başladığı günlerde bu grupların faaliyeti hissedilir derecede artmıştı. Başına beş on kişi toplayan efe, zeybek gibi adlar taşıyan bu adamlar işgale uğrayan il ve ilçeler­de sıfıra yaklaşmış olan devlet otoritesine karşı geliyor ve sürekli olarak bas­kınlar düzenleniyordu. Bunların bir kısmı yabancı işgal kuvvetlerine karşı küçük çapta mücadele veriyor, bir kısmı ise sadece böyle görünmek istiyor­du. Böylece memlekette huzur ve asayişten eser kalmıyordu.
Erzurum ve Sivas Kongrelerinden sonra Ankara’ya gelip yerleşen Atatürk’ün emrinde hemen hemen hiç bir askerî güç yoktu. Oysa işgalci düşmanlar saldırılarını arttırıyorlardı. Bu hazin tecellinin bir belgesi ve anısı olarak şu müşahedemi sunuyorum:
“Zaferden sonra bir gün dostum ve meslektaşım Dr. Fuat Umay’la Atatürk’ün huzurunda bulunuyorum. Fuat Bey, Millî Mücadele’nin başında Bolu bölgesinde asayişi sağlamaya çabalıyordu. O günler konuşulurken Fuat Bey, Paşa’ya,
—  Paşam o güç günlerde asilere karşı sizden bir bölük asker istemiş­
tim, göndermemiştiniz, diyecek oldu Atatürk buna acı ve gerçek cevabı
vermişti:

—  “A çocuğum o dediğin günlerde benim emrimde bir bölük asker
yoktu.”

O günlerde ve bu koşullar altında il ve ilçelerdeki Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerinin desteğini ya da zorunlu itimadını sağlayan efeler, keyfî hareket­lerini genişletiyorlardı. Elde devlet kuvveti olmadığı gibi, asker toplama olanağı da bulunmadığı için bir süre bu efe gruplarının makul davranışlı görünenlerinden faydalanmak zorunluluğu ortaya çıkmıştı. Bu efeler ikiye ayrılmıştı birkaç tanesi Atatürk’ün önderliğinde millî hareketi destekliyor ve­ya öyle görünüyordu. Bir kısmı da hilâfet makamına bağlı bir tutum alıyor­du. Bu yüzden birbirleriyle çarpıştıkları oluyordu. Bu efe grupları içinde maliyetinin sayısı ve teçhizatı bakımından en güçlü görüneni Çerkez Ethem’di Millî Mücadele’yi destekler ve işgal kuvvetlerine karşı savaşır göründüğü günlerde Atatürk’ün sempatisine nail oluyordu. Oysa bu onun cüretini ve küstahlığını arttırıyordu. Ankara’ya gelişlerinde, o dönem An-karasının tek otomobili olan vasıtayı Atatürk onun emrine veriyordu. Oysa adamın şımarıklılığı gitgide artıyordu. Bir diktatör olma vehmine kapılmış­tı. Arzuları yerine getirilmediği zaman tehditler savurmaya başlamıştı. Bu azgınlığın son haddine vardığı günlerde Ankara’ya yolladığı bir mesajda Meclisin kapısının bir tarafına Mustafa Kemal’i, karşı tarafına da İsmet Paşa’yı asacağını söylecek kadar çılgın bir cüret gösteriyordu. Bu asî grup Çerkez Ethem’den ibaret değildi. Memleketin birçok yerlerinde bu grup­lar halkı bîzar ediyor ve halk onları işgal kuvvetlerinden daha zalim bulu­yorlardı. Bu feci durumu tabiîdir ki Yunanlılar nimet biliyor ve Anadolu içinde ilerliyorlardı. Böylece tarihimizin belki en tehlikeli dönemi başlamış oluyordu. Bir taraftan Yunan ilerleyişini durdurmak öte yandan başta Çerkez Ethem olmak üzere küstahlıklarını artıran asî kuvvetleri bertaraf etmek gerekiyordu. Bu konuda Mustafa Kemal, Müdafaa-i Hukuk Cemi­yetlerinin fedakâr desteğini sağlamayı başarmıştır. I. İnönü saldırımız baş­lamadan önce millî kuvvetlerden bir kısmını Çerkez Ethem’e karşı yönelt­me zarureti doğmuştu. Bu hamle İsmet İnönü’nün himmeti ve fedakâr-lığıyla başarıya ulaştı. Çerkez Ethem grubu bertaraf edildikten sonra İnönü’de düşmana ilk darbe indirildi.
Büyük Millet Meclisi’nin ve hükümetinin teşkilâtlanması sayesinde yavaş yavaş muntazam millî bir ordu kurma çalışmalarına başlandı. Bu tarihin en güç görevlerinden birisiydi. Fakat Mustafa Kemal’in, i. Meclisin ve Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerinin fedakârlığı ve vatan sevgisiyle başarılmıştır. Bu şüphesiz Atatürk’ün ve Meclisin en büyük ve en şerefli başarılarından bi­risidir.
MİLLİ ZAFERLER
Mustafa Kemal’in askerî dehasını Çanakkale’den sonra bir defa daha belirten millî zaferler İnönü, Sakarya ve Dumlupınar adlarıyla askerî ve siyasî tarihe geçmiştir.
Bu zaferlerin askerî yönünü anlatmak bu yazının konusu ve yetkisi dışında kalır. Ancak şu kadarı söylenebilir. Bu harpler ve bu zaferler birer kader harbidir. Bir milletin varolup, olmayacağına hükmeden kader belirtici harp­lerdir. Bu harplerde Mustafa Kemal’in dehası iki yönde belirir.
1  — Millî gücü tam olarak toplayıncaya kadar kesin teşebbüse girmemek ve bu yolda icap ederse toprak kaybını bile bütün sonuçlarıyla göze almak.
2  — Bu harplerde radikal ve modern stratejiye uygun bir kararla hareket etmek. Nitekim zaman olmuş düşmanı stratejik merkezlerden uzaklaştırmak ve kendi ordumuza derlenip toparlanmak fırsatı vermek için Sakarya Harbi’nden önce olduğu gibi ordumuzu 90 km. geri çekmeyi göze almak. Bu ka­rar bir ricat gibi görünmesine rağmen ancak, Atatürk gibi bir dâhinin gözealabileceği bir kahramanlıktı. Çünkü askerliğin gereğini iyi bilmesi mümkün olmayan bir kısım Meclis grupları isyan ve feveran haline gelmişler, “Nereye gidiyoruz” feryadını çıkarmışlardı. O günlerde Meclis’in, Ankara’dan, Kayseri’ye nakli de göze alınmıştı. Klasik stratejiye bağlı kalanlar bu çekilişin en başarılı bir harp oyunu olduğunu farketmeyerek onu nihaî bir yenilgi say­mışlardı. Mustafa Kemal bir yanda ordunun başkumandanı sıfatıyla gelece­ğinden emin olduğu zaferlere orduyu hazırlarken bir yandan da içteki bu pa­niği teskin için bütün belagatını kullanmıştır. Özellikle I. Büyük Mücadele olan İnönü Harplerinde zorluk sadece düşmanın kuvvetçe üstün olmasından ibaret değildi. Yunan ordusunun arkasında başta İngiltere, hemen hemen bütün Batı Avrupa bulunmaktaydı. Buna karşı Türkiye iki cephede savaş­mak zorunda kalmıştı. Bir tarafta Yunan ordusunun ilerlemesini hiç değilse yavaşlatmak öte taraftan memleketin hemen yarısında patlak veren iç isyan­ları bastırmak. Zaman olmuş bu isyanlara karşı asıl cepheden daha fazla kuv­vet ayırmak gerekmiştir. Ümitsizliğe her sebebin varolduğu bu durumda Mustafa Kemal ve Meclis’in çoğunluğu bir kale gibi dikilmişlerdir. İnönü Harplerinde, milletin makûs talihini yenen İsmet İnönü millî mücadelenin
kesin zaferi kazanacağına bir delil vermiş oldu. Fakat elbette bu başarı kesin zafer değildi. Düşmanı vatanın harim-i ismetinde yok etmek için daha pek çok hazırlığa ihtiyaç vardı. Bunu çok iyi bilen Mustafa Kemal, içe ve dışa karşı hazırlıklarını insanüstü bir takatla devam ettirmiştir.

Sakarya Zaferi, XVII. asırdan beri sürmekte olan çekilişimize kesin bir son vermiştir. Bu zaferle yalnız Yunan değil bütün Dünya artık Türklerin çekilişe son verdiğini görmüştür. Böylece hazırlığını tamamlayan ordumuz 30 Ağustos 1922’de bir imha meydan muharebesiyle düşmana Dumlupınar’da kesin ve nihaî darbeyi indirmiştir.
Böylece mağrur Yunan orduları yok edilmiş, Başkumandanları esir alınmış ve vatanın kurtuluşu tamamlanmıştır. Bu muazzam zaferin Başkomutanı Mustafa Kemal, cephe komutanı İsmet İnönü, Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak’tır. Her üçü bu zafer gibi tarihte ebedîleşmişlerdir.
Şüphe yok ki bu muazzam zaferde beyin ve muharrik güç Mustafa Kemal’dir.
LOZAN
Büyük zaferler kazanmak ve bunun meyvelerini o zaferin azametine uygun şekilde derlemek için bir örnek aranırsa bu şüphesiz Lozan Antlaşması­dır. Mustafa Kemal’in ve Meclisin’in baştan beri ilân ettikleri sonuca, bu ant­laşmayla hemen hemen tam olarak ulaşılmıştır. Tekrar etmek gerekirse baş­tan beri ilân edilmiş olan millî amacımız Misâk-ı Millî sınırlarını, nihaî ola­rak sağlamak, bağımsızlığımızı tam olarak gerçekleştirmek, tam bağımsızlık deyince sadece siyasî değil ekonomik, malî, adlî velhasıl her hususta bağımsız olmak amaçlanıyordu.
Büyük zaferden sonra Lozan’da bu amaçların tabiî şekilde ve kolaylıkla elde edilebileceği umulabilirdi. Ama düşmanların gizli hesapları vardır. Emperyalist emellerini feda etmek istemiyorlardı. Hele tadına alıştıkları kapitülâsyonlardan vazgeçmek onlara ağır geliyordu. Oysa kapitülâsyonları bir daha geri gelmiyecek şekilde ortadan kaldırmak toprak bütünlüğümüz kadar önemli idi. İtilâf Devletleri, bizimle beraber Birinci Cihan Harbi’ni kayıp etmiş olan devletlere bütün arzularını dikte etmişlerdi. Unutuyorlardı ki yeni Türkiye, bir millî zafer kazanmış ve yenik Osmanlı Devleti’nin devamı değildi. İşte Lozan’da en büyük zorluk bu görüş ayrılığından ileri gelmişti. Yani Türkiye adına müzakereleri yürüten İsmet Paşa kararlıydı, metindi, son de­rece akıllıydı. Düşmanın silahlarını, düşmana karşı kullanmakta emsalsizdi. Bu çatışma o kadar şiddetli olmuştu ki İnönü bir ara müzakereyi terk etmek cesaret ve kararını göstermişti. Nihayet emelleriyle yeni doğan ve gün geçtik­çe güçlenen Türkiye’yi zorlamayacaklarını anlayan İtilâf Devletleri 23 Tem­muz tarihinde Lozan’da barış antlaşmasına imza atmak mecburiyetinde kal­mışlardır. Bu antlaşmayla Türkiye, emellerinin başlıcalarını kabul etme­mişti. Yapılan fedakârlık Hatay ve Kerkük topraklarıyla, Boğazlar statü­sünü yeni konferanslara bırakmaktan ibaret olmuştu.
Lozan tarihte en uzun ömürlü antlaşmalardan birisi olmuştur. En önemli nokta, kapitülâsyonların nihaî olarak kaldırılmasıydı. Düşmanlar bu yenilgilerine bir teselli bulmuşlardı. Nasıl olsa Türkiye malî bakımdan sıkıştıkça düşmanların kapısına yalvarmaya gidecek, onlar da verecekleri borca mukabil kapitülâsyonları geri alacaklardı. Buna İnönü’nün tarihî cevabı şu oldu. “Kapınıza gelmeyeceğiz, gelirsek geri alın”. Bir hususta da önemli tar­tışma olmuştu. Düşmanlar Türkiye’nin adlî sistemine güvenmiyorlardı. Oysa Türkiye, kendi hür iradesiyle çağdaş hukuk sistemini kabul etmekle bütün bu tereddütlere kesin cevabını vermişti.
Görülüyor ki yeni millî devletimizin ilk anayasası meclisin açılmasından 9 ay sonra ortaya konmuştu. Bu yasanın 1. maddesi henüz adı konulmamış bir cumhuriyeti ifade ediyor. Atatürk’ün öteden beri kullandığı terimle egemenlik, “kayıtsız şartsız” milletin oluyor. Bu anayasanın ikinci maddesinde meclisin sadece bir yasama organı değil aynı zamanda yürütme organı oldu­ğu ifade edilmektedir. Bu, bir yeni kuruluş döneminin getirdiği bir zorunlu­luktu ve memleketin o günkü koşullarında kurtuluşa erişmek için bütün güçlerin meclis elinde toplanması bir zorunluluktu. Daima meşruiyetçi ol­muş olan Atatürk, bu maddeye dayanarak ve meclisin serbest oylarıyla seçil­miş başkanı olarak memleket kaderinde lüzumlu olan yetkileri meşru bir tarzda elinde toplamış oluyordu.
Anayasanın 7. maddesi dikkatle okunduğu zaman henüz adı anılamayan lâikliğe doğru açılmış bir pencere görünümünü verir. Bu maddede, yine dinî esaslar ön plâna alınmakla beraber, “zamanın ihtiyaçlarına uygun hükümler” ifadesiyle kanun yapımında çağdaşlaşma imkânı hazırlanmış olu­yor.
8. madde yeni kurulacak hükümlerin bir “meclis hükümeti” olacağını göstermektedir. Yani bakanlar, yürütmeyi meclisi adına düzenleyeceklerdir.
Bu anayasada meclis içindeki akımları neticesinde platonik olarak girmiş, fakat hiçbir süratle uygulanamamış hükümlerde yer almaktadır. Bu me-yanda meselâ 11. maddede bir il şûrasından bahsedilmektedir. Metne göre bu şûra, ile ait bütün işleri düzenlemek yetkisine sahip olacaktır. Bu şüphesiz bildiğimiz il genel meclisleri değildir. Bunun gibi 16. maddede bucakların muhtariyete sahip olması hükmü yer almaktadır. Bu o gün uygulanmadı­ğı gibi bugün de uygulama imkânı görülmeyen bir hükümdür.
Yeni anayasanın münferit maddesiyle mevcut Büyük Millet Meclisi’nin sürekli olarak toplantı halinde olması vurgulanıyor. Onun için meclis tatilleriyle ilgili 4. 5. ve 6. maddelerin, kurtuluşungerçekleşmesinden sonra gele­cek meclisler döneminde uygulanacağı tesbit edilmektedir.
1. Meclis’in önemli eserlerinden birisi 8.7.1922’de kabul ettiği 244 numaralı kanundur. Bu kanuna göre icra Vekilleri Reisi yani başbakan ve bakanlar meclisçe ve üyeleri arasından gizli oyla seçilecektir. İcranın başkanı, aynı zamanda bakansa bu bakanlığı koruyabilecektir. Bakanlardan birisi ge­çici olarak görevden ayrılma zorunda kalırsa yerini alacak vekil, yine Büyük Millet Meclisi tarafından seçilecektir. Bu hükümler 1. Meclis’in bütün yetki­leri elinde tutmaya ne derece önem verdiğini bir defa daha göstermektedir.
Şimdi Meclis’in aldığı son derece önemli bir kararın metnini veriyoruz; Bu kararın tarihi 30.10.1922 ve numarası 307’dir. “Osmanlı İmparatorluğu’nun münkariz olduğuna ve Büyük Millet Meclisi Hükümetinin teşekkül ettiğine ve yeni Türkiye hükümetinin, Osmanlı İmparatorluğu yerine kaim olup onun hudud-u millî dahilinde yeni vârisi olduğuna ve Teşkilât-ı Esasiye Kanunuyla, hukuk-u hükümranı, milletin nefsine verildiğinden İstanbul’daki padişahlığın madûm ve tarihe müntakil bulunduğuna ve İstanbul’da meşru bir hükümet mevcut olmayıp İstanbul ve civarının Büyük Millet Meclisi’ne ait ve binaenaleyh oraların umur-u idaresinin de Büyük Millet Meclisi memurlarına tevdi edilmesine ve Türk hükümetinin hakkı meşru olan ma-kam-ı hilafeti esir bulunduğu ecnebilerin elinden kurtaracağına karar ve­rildi.”
Nihayet Meclis 1.11.1922 tarihinde aldığı 308 numaralı kararla padişahlığı ortadan kaldırmıştı. Bu tarihî kararı orijinal metniyle veriyoruz: “Birkaç asırdır saray ve Babıâli’nin cehalet ve sefahati yüzünden devlet, azim felaket­ler içinde müthiş bir surette çalkalandıktan sonra nihayet tarihe intikal etmiş bulunduğu bir anda Osmanlı İmparatorluğu’nun müessis ve sahib-i hakikisi olan Türk milleti Anadolu’da hemharicî düşmanlarına karşı kıyam etmiş, hem de o düşmanlarla birleşip millet aleyhine harekete gelmiş olan saray ve Babıâli aleyhine mücedeleye atılarak Türkiye Büyük Millet Meclisi ve onun hükümeti, ordularını bitteşkil haricî düşmanlar saray ve Babıâli ile fiilen ve müsellehan ve malum müşkülât-ı şedide ve mahrumiyet-i elime içinde cidale girişmiş ve bugünkü halâs gününe vasıl olmuştur.
Türk milleti saray ve Babıâli’nin hıyanetini gördüğü zaman Teşkilât-ı Esasiye Kanununu ısdar ederek onun birinci maddesiyle, hâkimiyeti padişahtan alıp bizzat millete ve 2. maddesiyle icraî ve teşriî kuvvetlerini onun yedi kudretine vermiştir. 7. maddeyle de harp ilânı, sulh akdi gibi bütün hu­kuk-u hükümraniyi milletin nefsinde cemeylemiştir.
Binaenaleyh o zamandan beri eski Osmanlı İmparatorluğu tarihe intikal edip yerine yeni ve millî bir Türkiye Devleti, yine o zamandan beri padişahlık merfû olup yerine Türkiye Büyük Millet Meclisi kaim olmuştur. Yani bugün İstanbul’da bulunan heyet, mevcudiyetini usulen himaye edecek hiçbir meş­ru ve gayri-i ecnebi kuvvete ve muzaharet-i milliyeyi malik olmayıp bir zilli-zail halindedir. Millet, şahsî hükümranlık ve savaş halkı ve etrafının sefahati esası üzerine müesses bir saltanat yerine asıl halk kütlesinin ve köylünün hu­kukunu himaye ve saadetini tekeffül eden bir halk hükümeti idaresi tesis vazedilmiştir.
Hâl böyleyken İstanbul’da düşmanlarla teşrik-i mesai etmiş olanların el’an hukuk-u hilafet ve saltanat ve hukuk-u hanedaniden bahşeylemelerini görmekle müstağrık-ı hayret bulunuyoruz. Tevfik Paşa’nın telgrafı ka­dar garip ve acayip ve hilâf-ı mavaka bir vesika tarihte nadir görülmüştür. Binaenaleyh Türkiye Büyük Millet Meclisi berveçhiati mevadı neşru ilâ­na karar vermiştir.
1  — Teşkilât-ı Esasiye Kanunuyla Türkiye halkı hukuk-u hâkimiyet ve hükümranisini mümessil-i hakikisi olan Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin şahsiyet-i maneviyesinde gayr-i kabil-i terk ve tecezzi ve ferağ olmak üzere temsile ve bilfiil istimale ve İrade-i Milliyeye istinat etmeyen hiçbir kuvvet ve heyeti tanımamaya karar verdiği cihetle Misak-ı Millî hudutları dahilinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti’nden başka şekl-i hükümet tanımaz. Binaenaleyh Türkiye halkı hakimiyet-i şahsiyeye müstenit olan şekl-i hükümeti 16 mart 1920’den itibaren ve ebediyen tarihe müntakil addeylemiştir.
2  — Hilâfet, Hanedan-ı Âl-i Osman’a ait olup halifeliğe, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından bu hanedanın ilmen ve ahlaken erşat ve eslah olanı intihap olunur.
Türkiye Devleti makam-ı hilâfetin istinatgahıdır.
NİHAYET CUMHURİYET İLÂNI
Büyük Millet Meclisi 29.10.1923 günü mevcut Anayasanın özellikle bi­rinci maddesini tâdil eden 364 numaralı kanunu kabul etmiştir. Bu kanunla mevcut Anayasa’da zaten mevcut olan millet egemenliği rejiminin sadece adını takmış oluyor ve Cumhuriyet’i ilân ediyordu.
Aynı gün 29.10.1923’de kabul edilen 30 sayılı kararla Cumhurbaşka-nı’nın seçimine geçilmiş ve tereddütsüz beklendiği şekilde Gazi Mustafa Ke­mal, ilk Cumhurbaşkanı seçilmiştir.
Böylece milletimizin asırlık, sabırlı, çileli fakat yitirilmeyen ümitli bekle­yişi tarih sahnesinde gerçekleşmiştir
* Sadi Irmak, Atatürk (Bir Çağın Açılışı), 1986, s. 2
* Utkan Kocatürk, Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Kronolojisi, 1983 Ankara
* Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Atatürk, 1961 s. 86

***

ATATÜRK VE MECLİS BÖLÜM 2

ATATÜRK VE MECLİS  BÖLÜM 2

BİRİNCİ MECLİSİN YAPISI
23 Nisan 1920’de toplanmış olan Birinci Meclis, son Osmanlı Meclisi’nin dağılması üzerine Ankara’ya katılımlarla yeni seçilip gelenlerden ku­rulmuştu. Bu seçim formalite bakımından demokratik ve nizamî değildi. Fa­kat halkın güven ve sevgisini kazanmış ve her fedakârlığa hazır vatanseverler­den kurulmuştu. Onları birleştiren tek fikir memleketin istilâdan kurtarılma­sıydı. Meclisin terkibine bakarsak okumuş kişiler eşraf sınıfı ve ilmiye men­suplarının çoğunlukta olduğu görülür. Okumuş grupta akademik öğretim görmüş olanlar azınlıktaydı, hatta parmakla gösterilecek kadar azdır. Bun­lar harbiye, mülkiye ve pekaz sayıda tıbbiyelidir. Fakat kendi kendini ye­tiştirmişler çoğunluktaydı. Bunlar için meclis bir aktif rolünü oynamıştır: Atatürk’ün baş öğretmen olduğu bin okul!
Bu meclis yaşamından sonra içlerinden yüksek düzeyde fikir adamları­nın ortaya çıktığı görülmüştür.
Menşe ne olursa olsun bu meclisin üyeleri tarihî görevlerini kahra­manlıkla yerine getirmişlerdir.
Şimdi Meclisteki Meslek gruplarını analım :
İlmiye Sınıfı
Abdullah Faik Çopurlu
Mehmet Hamdi İzgi
Ali Rıza Özdarende
Hacı Atıf
Hacı Mustafa Beyman
Şemsettin Bayramoğlu
Ahmet Şükrü Yavuz Yılmaz
Esat İleri
Ahmet Fevzi Erdem
Ahmet Nuri
Ali Rıza Acara
Abdullah Sabri Aytaç
Halil Hulusi Ermiş
Mustafa Fehmi Gerçeker
Şeyh Servet Akdağ
Said Üçok
Tahir Âşık Musuloğlu
Hacı Tevfik Durlanık
Hasan Tokcan
Mazlum Baba Babalım
Diyab Ağa Yıldırım
Mustafa Ağa Öztürk
Abdülhamit Hamdi
Osman Fevzi Topçu
Şeyh Hacı Fevzi Baysoy
Mehmet Salih Yeşiloğlu
Nusret Son
Abdullah Azmi Torun
Hacı Veli Bayraktar
Halil İbrahim Sipahi
Mehmet Niyazi Çamzade (Çamoğlu)
Mustafa Hilmi Soydan
Hacı Mustafa Sabri Baysan
Halil Hulki Aydın
Bekir Sıtkı Ocak
Mehmed Hulusi Akyol
Mustafa Tâki Doğruyol
Abddurrahman Lâmi Hocazade Ersoy
Hafız Mehmet Şahin
Ali Rıza Ataışık
Hacı Sabri Güney
Naim Ulusal
Hafız İbrahim Demiralay
Hüseyin Hüsnü Özdamar
Hüseyin Hüsnü Işık
Hacı Süleyman Bilgin
Hafız Abdullah Tezemir
İsmail Şükrü Çelikalay
Mustafa Hulusi Çalgüner
Nebil Yurteri
Ali Sururi Tönük
Mustafa Atay
Abdülgafur Istan
Hasan Basri Çantay
Hulusi Erdemir
Mehmet Âlim Çınar
Cemalettin Çelebioğlu
Müfit Kurutluoğlu
Abdülhalim Çelebi
Hacı Bekir Sümer
Hulusi Göksu
Mehmet Vehbi Çelik
Mustafa Kâzım Göksu
Ömer Vehbi Büyükyalvaç
Rıfat Saatçi
Şeyh Seyfi Aydın
Mustafa Fevzi Bilgili
Refet Seçkin
Rıfat Börekçi
Askerler
Gazi Mustafa Kemal Paşa
Hamdi Apaydın
Ömer Lütfü Yasan
Ali Fuat Pş. Cebesoy
Hilmi B.
Cami Baykut
Arif Özdemir
Cevat Abbas Gürer
Yusuf İzzet Pş.
Necati Kurtuluş
Süleyman Boşnak
İhsan Eryavuz
Rasim Öztekin
Müştak Torbo
Hasan Hayri Kanko
Mustafa Zeki Saltuk
Ramiz Tan
Hacı Şükrü Aydındağ
Kadir Ahmet Kürkçü
Cafer Tayyar Eğilmez
İsmet B. (Pş.) İnönü
Kâzım Karabekir (Pş.)
Halil Işık
Zihni Orhan
Eyüp Sabri Akgöl
Ziya İhsan Sağlam
Mustafa Vasfı Süsoy
Hüsrev Gerede
Hüsrev Sami Kızıldoğan
Kılıç Ali (Kılıç)
Ali Vasıf Telli
Cemal (Pş.)Mersinli
Mehmet Ferit Tek
Ahmet Şükrü Oğuz
Ali Fethi Okyar
Ali Rıza Bebe
Refet (Pş.) Bele
Ali Çetinkaya
Hulusi Kutluoğlu
Ömer Lütfü Argeşo
Memduh Necdet Erberk
Kâzım Pş. Özalp
Cavid Erdel
Fevzi Pş. (Mareşal) Çakmak
Mahmud Hendek
Fahrettin B. (Pş.) Altay
Hakkı Paşa Sütekin
Reşit B.
Rıza Vamık Uras
Hayri Sığırcı
Hüseyin Rauf Orbay
Abdülgani Ensari
Vasıf Karakol
Recai Baykal
Sabri Nemlizade
Ali Saib Ursavaş
İsmail Fazıl (Pş.) Cebesoy
Eğitimci Sınıfı
Hamdullah Suphi Tanrıöver
Hacı Memed Onay
Ali Ulvi
İsmail Suphi Soysallıoğlu
Emin Gevelioğlu
Hamdi Yalman
Behçet Kutlu
Dursun Yalvaç
Hakkı Behiç Bayiç
Kadri Üçok
Mustafa Akif Tütenk
Kâzım Vehbi Oral
Süleyman Necati Güneri
Ziyaettin Gözübüyük
Neşet Özercan
Mehmet Vehbi Bolak
Ahmed Hilmi Kalaç
Remzi Akgöz
Besim Atalay
Cevdet İzrab (Barlas)
Ziya Hurşit
Mustafa Soylu
Yasin Haşimoğlu (Akdağ)
Mustafa Necati Uğural
Şerif Avkan
Rasim Basara
Mustafa Lütfi Azer
Celalettin Aykar
Hacı Hayali
İktisat Mensubu
Mahmut Celâl Bayar                         Hasan Fehmi Ataç
Hasan Saka                                       Ruşen Oktar
Bahri Tatlıoğlu                                  Ziya Tuğlu
Zamir Damar Arıkoğlu                     Mazhar Müfit Kansu
Şakir Kınacı                                      Sami Arkan
Sadık Ünver                                     Sırrı Bellioğlu
Edib Dinç                                         Fahrettin Erdoğan
Hafız Hamdi Dumrul                        Rüştü Çolakoğlu
Derviş Sefünç                                   Osman Uşşaklı
Nuri Aksu                                         Bekir Kocaoğlu
Şükrü Fırat                                        Rıza Silsüpür
Necib Buldanlıoğlu                           Ragıp Soysal
Asım Vasfi Mühürdaroğlu                Mustafa Vehbi Çorakçı.
Ali Cenani
Diplomasi
Atıf Tüzün                                        Cemil Altay
Hacim Muhittin Çarıklı                     Osman özgen
Zekâi Apaydın                                  Sadettin Özsan
Bekir Sami Kunduh                          Hacı Nuri Bayram
Ahmet Rüstem                                  Salih Atalay
Ali Vefa Seymanlı                            İzzet Genç
Akif Beyazıt                                     Rıfat Arkun
Faik Öztrak                                       Şeyh Şükrü Keskin
Fevzi Pirinççioğlu                             Tevfik Demiroğlu
Muhittin Çöteli                                  Ahmed Baydar
Mahmut Sığnak
Mehmet Emin
Necip Soydan
Emin Lekili
Tevfik Kütükbaşı
Mehmet Celâl
Fikri Faik Güngören
Mehmet Şükrü Uçüncüoğlu
Veysel Rıza
İsmail Remzi Berkün
Mehmet Nadir Süldür
Ahmet Muhtar
Hacı Arif Marlalı
Tahsin Üzer
Fuat Carım
Hamdi Namık Gör
Mesud Benli
Hukuk Mensupları
Halil İbrahim Özkaya                       Ahmet Mazhar Akifoğlu
Rasih Kaplan                                    Halil Hilmi Bozca
Hamit Karaosmanoğlu                      Mehmet Şükrü Koç
Şevket Candemir                              Murad Pala
Veliyüttin Saltıkgil                            Sabri Dura
Hasan Fehmi Kokay                         Sabit Gözügeçgel
Muhittin Baha Pars                           Cevdet Seçkin
Osman Nuri Özpay                           Sadık Savtekin
Hasan Fehmi Çorluzade                    Arif Baysal
Nafiz Özalp                                      Kâzım Hüsnü
Neşet Akkor                                     Refik Koraltan
Ferit Törüm Küney                           Haydar B.
Yusuf Başkaya                                 İbrahim Şevki
Abdülhak Tevfık Gençtürk               Necati Memişoğlu
Mehmet Şeref Aykut                        Lütfı Evliyaoğlu
Mustafa Şükrü Çağlayan                   Sıtkı Gür
Rasim Tekin                                     Apdülgani Ertan
Mustafa Kemal Güney                      Mahmut Sait Yetgin
Celâlettin Arif                                   Abidin
Hüseyin Avni Ulaş                           Refik Şevket İnce
Mustafa Durak Sakarya                    Hakkı Hami Ulukan
Celâl Nuri İleri                                  Şevket Peker
Tufan Ülker                                      Emin Paşa Marşan
Haydar Lütfı Aslan                           Hafız Mehmet Engin
Hacı Tahir Kucur                              Nebizade Hamdi Ülkümen
Memur Sınıfı
Mehmet Ragıp Topala                      Hacı Feyzi Celayer
Ömer Mümtaz Tanbi                        Hüseyin Gökçelik
Hasan Tahsin Sürenkök                   Naci Karaali
Mustafa İbrişim                                Hasan Tahsin Berk
Mehmet Emin Arkut                         İbrahim Hakkı Akgün
Tahsin San                                       Nüzhet Saraçoğlu
Süleyman Sudi Acarbay                   Sırrı Özata
Şevket Beyazıt                                 İsmail Arslan
Hüseyin Hüsnü                                Ragıp Yoğun
Resul Bey                                         Hamdi Yılmaz
Sadullah Eren                                   Şeyh Fikri Ergün
Vehbi Öztekin                                  Şevki Göklevent
Yusuf Ziya Koçoğlu                         Enver Tekand
Hacı Abdülvehap Ömer                   Mehmet Vasfı Seçer
Haşim Apaydın                                Abdülkadir Kemali Öğütçü
İsmet Eker                                        Yahya Galip Kargı
Esat Özoğuz                                     Reşat Kayalı
Peşe Yakup Hamdi Bozdağ              Kadri Oktay
Tahsin Hüdaioğlu                             Ziyaettin Basara
Derviş Ural                                      Mehmed Sırrı Tayanç
Esat Önen                                        Nâzım Resmor
Hasan Tahsin Artık                          Faik Akbay
İbrahim Turhan                                Hamit
Mithat Ulusal                                   İzzet Eyüboğlu
Necib Güven                                    Pozan B.
Ethem Fehmi Arslanlı                      Emin Girdivan
Hacı Ahmed Hamdi Bilgin               Hakkı Ungan
Hacı İlyas Sami Muş                        Haydar Vaner
Osman Kadri Bingöl                        Feyyaz Ali Üst
Ata “Mehmet Ataullah” Atay           Rıza Ersoy
İbrahim Süreyya Yiğit                      Süleyman Sırrı İçöz.
Ziraatçı Sınıfı
Ali Topçu                                          İsmail Safa Özler
Hilmi Bey                                         Muhtar Fikri Göçün
Akif Sümer                                       Yusuf Ziya Eraydın
Memed Dinç                                     Kasım Dede
Ziya Esen İsfandiyaroğlu                  Rıza Kotan
Sadık Mumcu                                    Ömer Lütfü Ünlü
Mustafa Tavaslıoğlu                          Abdullah Karabine
Zülfü Tiğrel                                       Hamdi (Mütevellioğlu)
Faik Kaltakkıran                                Hasan Sıddık Haydari
Rüştü Bulduk                                    Kâmil Mendanlı
Ahmet Dakse                                     Bahri Tatlıoğlu
Osmanzade Hamdi Aksoy
Hüseyin Aksu
Emin Sazak
Yasin Kutluğ
Halil İbrahim Gürsoy
İbrahim Yörük
Ali Rıza Ataman
Hüseyin Çelik
Hacı Bekir Ağa Fırat
Hacı Garip Ağa Taner
Reşit Ağar
Arslantogöz Ata
Hacı Mehmed Erten
Rüstem Acar
Hasip Aksöyek
Rüştü Bozkurt
Hamza Hayati Öztürk
    
3. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..
***