Arap BaharıKAPSAMINDA etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Arap BaharıKAPSAMINDA etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

31 Aralık 2014 Çarşamba

ARAP BAHARI KAPSAMINDA TÜRKİYE.., SURİYE İLİŞKİLERİ., 2






ARAP BAHARI KAPSAMINDA TÜRKİYE..,  
SURİYE İLİŞKİLERİ., 2





3.5.Davutoğlu’nun Suriye Ziyareti 

Ağustos 2009’da Irakta meydana gelen çeşitli saldırılardan Suriye’nin sorumlu tutulması üzerine Irak–Suriye 
ilişkileri oldukça gerginleşmiş bunun üzerinde Türkiye Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, 31 Ağustos’ta önce Bağdat’ı, 
sonrasında, aynı gün içinde de Şam’ı ziyaret ederek, Irak–Suriye gerginliğinin giderilmesi noktasında arabuluculuk 
girişiminde bulundu ve tarafların arasında uzlaşma sağlamaya çalıştı. Bu kapsamda Davutoğlu, taraflardan krizi daha da 
derinleştirici bir dil kullanmamalarına özen göstermelerini istedi, karşılıklı saygı esasında sorunların ele alınması 
yönünde çağrıda bulundu(http://www.mfa.gov.tr/turkiye-suriye-siyasi-iliskileri-.tr.mfa, 27.07.2012). 

3.6.Türkiye–Suriye Arasında Vizelerin Kalkması 

Cumhurbaşkanı Beşar Esad, Başbakan Erdoğan’ın davetlisi olarak 16 Eylül 2009’da Türkiye’ye bir ziyarette 
gerçekleştirmiştir. Yapılan karşılıklı görüşmeler sonucunda, (16 Eylül 2009’da) Türkiye–Suriye Yüksek Düzeyli 
Stratejik İşbirliği Konseyi’nin kurulması kararlaştırılmıştır. İki ülke arasındaki bütün ilişkilerin her aşamasında faaliyet 
göstermesi beklenen ve her iki ülkenin başbakanlarının eş başkanlığı ve her iki ülkeden de onar bakanın katılımı ile 
gerçekleştirileceği kararlaştırılmıştır. Bu Konsey ile taraflar arasında gündem konuları belirlenecek, karşılıklı görüş 
alış–verişi ve müzakereler yoluyla politikalar ve işbirliği zemini belirlenecektir(Ayhan, 2009:3). 

Yine aynı gün, Suriye ve Türkiye Dışişleri Bakanları, Türkiye ile Suriye arasındaki vizeleri kaldıran anlaşmayı 
imzalanmıştır. İmza töreninde, Türkiye Dışişleri Bakanı Davutoğlu, iki ülke arasındaki vizelerin tümüyle kaldırıldığına 
karar verildiğini beyan ederken, Suriye Dışişleri Bakanı Muallim de, iki ülke arasında taşımacılık yapan tırlara 
uygulanan vergilerin kaldırılması yönünde karar verildiğini açıklamıştır. 16 Eylül tarihinde gerçekleşen görüşmelerde, 
ayrıca, ikili ilişkiler, Kürt açılımı, Irak–Suriye gerilimi ve İsrail–Suriye dolaylı barış görüşmelerinin yeniden başlatılması 
konuları ele alındı. 18 Eylül 2009 tarihinde ise vizesiz geçiş uygulaması başlamıştır. 
(www.cnnturk.com/2009/turkiye/09/16/turkiye.ile.suriye.arasinda.vize.kalkti/543804.0/index.html27.07.2012) 

3.7.Türkiye–Suriye Bakanlar Kurulu Toplantısı 

12–13 Ekim 2009’da aynı gün Halep ve Gaziantep’te düzenlenen Türkiye–Suriye Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği 
Konseyi Birinci Bakanlar Kurulu Toplantısı’nda ilişkilerin kurumsal altyapısının inşa edilmesine dair önemli adımlar 
atılmıştır. Türkiye–Suriye Birinci Bakanlar Kurulu Toplantısı’nda, birçok alanda karşılıklı müzakereler yapılmıştır. 
Birinci Bakanlar Kurulu toplantısında, karşılıklı olarak diplomatların eğitilmesi, dış ticaret hacminin beş milyar dolara 
çıkarılması, başta Gaziantep–Halep olmak üzere Türkiye–Suriye tren yolu ulaşımına ağırlık verilmesi, Suriyeli ve Türk 
lisans düzeyindeki üniversite öğrencilerinin değişim programına katılması ve Fırat-Dicle ve Asi nehri ile ilgili sorunların 
çözülmesi ve bir dizi baraj yapılması kararlaştırılmıştır(Sayın, 2010:15). 

4.ARAP BAHARI SONRASI TÜRKİYE-SURİYE İLİŞKİLERİ 

2010 yılının son günlerinde üniversite mezunu, 26 yaşındaki Tunuslu Muhammed Bouazizi’nin ekonomik 
sıkıntılardan bunalarak kendini yakması sonucu Ortadoğu’da öncelikle Tunus’ta başlayan demokratikleşme yönündeki 
halk taleplerinin hızla yayılarak tabiri caizse domino etkisi yaratarak bütün Ortadoğu’yu kapladığını görmekteyiz. 
Dünyanın tüm dikkati Ortadoğu üzerine kilitlenmiş vaziyettedir. Mısır Tunus ve Libya gibi ülkelerde yılların dikta 
rejimlere son veren halkı nelerin beklediğini zaman gösterecek. Diğer ülkelerde birçok haklar elde edilmekle beraber 
nihayetlenmemiş karışıklıklar bulunmaktadır. Ortadoğu için sürekli, gündeme getirilen demokratikleşme pratiklerinin 
gerçekleşip gerçekleşmeyeceği ciddi manada belirsizlik arz etmektedir. 

Ortadoğu her zamanki gibi gündemdeki ön sıralardaki yerini almış fakat bu kez patlamalar ve çatışmalarla değil 
Arap halklarının uyanışıyla kendinden söz ettirmiştir(www.usak.org.tr, 27.07.2012). Bu durum tüm dünyanın dikkatini 
daha da fazla bu bölgeye yöneltmiştir. Bildiğimiz gibi Ortadoğu demokratik gelenekten yoksun bir bölgedir. Ancak 
tamamen demokratik bir kökenin olmadığını söylemek de doğru değildir. Diğer yandan bölgenin içinde bulunduğu 
toplumsal, ekonomik, siyasi durum da demokrasi önünde önemli engeller arz etmektedir. Geri kalmışlık psikolojisi ve 
güvenlik algılaması Ortadoğu otoriter yönetimlerine yol açtığını görmekteyiz. Ancak Yemen ve Suriye gibi içlerinden bir 
kısmı diğerlerine göre daha fazla içine kapanmış, daha totaliter bir yönetim sergilemiştir. Orta doğunun geneli için 
temel belirleyici gücün askeri yapının olduğunu görmekteyiz. Mısır ve Libya’da ordu Mübarek’i yalnız bıraktığı için 
Mübarek iktidardan uzaklaşmış, Suriye’de ise ordu Esad’ın yanında yer alarak isyanı bastırmak amaçlı çatışmalara 
girmiştir. Yani ifade edilmelidir ki bir birinde farklı şartlar taşısa da Ortadoğu ülkeleri bu dönüşümü eşzamanlı 
geçirmektedir. 

4.1.Suriye’de Olayların Başlamasının Ardından Değişen Türkiye-Suriye İlişkileri 

İsyan dalgasının bütün Ortadoğu’yu kaplaması sıranın Suriye’ye geleceğinin net bir göstergesiydi.Suriye’de ilk 
gösteriler Mart ayının (2011) ortalarında Deraa şehrinde ortaya çıkmıştır. Gösterilerin başlangıcı duvarlara yazı yazan 
gençlerin tutuklanmasıyla patlak vermiş. 18 Mart Cuma günü yapılan gösterilerde güvenlik güçlerinin 4 eylemciyi 
öldürmesinin ardından eylemler geniş bir boyut kazanmış ve insanlar sokaklara dökülmüştür. Cenazeler kaldırılırken 
bir gencin daha öldürülmesi süreci hızlandırmış artık önü alınamayacak bir savaşın başlangıcı olmuştur. Bu aşamada 
Beşar Esad’ın Vali ile Emniyet müdürünü görevden alması ve yardımcısı Faruk El Şara başkanlığında bir heyet 
göndermesi olayları yatıştırmaya yetmemiş aksine olaylar git gide artış göstermiştir. 

Bu olayları tetikleyen iki önemli husus olduğu söylenebilir: Bunlardan birincisi, Arap Coğrafyasında yaşanan 
isyanların halklarının artık özgür, demokratik ve insanca bir yaşam talebini güncelleştirmesi ve bu taleplerin 
Suriye’deki ezilen kesimler ve özellikle ülke gençliği üzerinde yarattığı etki. İkincisi ise, Suriye’de on yıllardır uygulanan ekonomik, sosyal, siyasal politikalara karşı birikmiş öfkenin olduğunu belirtebiliriz 

(http://www.ozgurmedya.org/articledetail.asp?AuthorID=52&ArticleID=2019, 27.07.2012). 

Olayların başlamasından beri olayları temkinli bir şekilde takip eden Türkiye 15 Mart 2011 tarihinden sonra her 
geçen gün yeni bir sivil kaybın olmasını dikkatli bir şekilde izlemiştir. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu birçok kereler 
Heyetler göndererek veya bizzat kendisi giderek rejimin yaptığı hatalara ve sivil kayıplara dikkat çekmiş fakat tatmin 
edici bir karşılık veya bir çözümle karşılaşamamıştır. İlerleyen dönemlerde gün geçtikçe ilişkiler gerilmiş ve kopma 
noktasına gelmiştir. Olayların tırmandığı 26 Ocak 2012 tarihinde yaptığı açıklamada olayın geldiği noktayı özetlemiş ve 
Esad’a çağrı yaparak yaşanan olayların bir an önce sonlanmasının ve Esad’ın değişimi kendi eliyle başlatmasını 
söylemiş aksi takdirde sonun Kaddafi’ye benzeyeceğini vurgulamıştır. Ayrıca Davutoğlu:“Libya konusunda da Suriye 
konusunda da bu ilkeye bağlı kaldık. Libya’da uzun süre dış müdahaleye karşı çıktık. Kaddafi halkını dinlemek ve uzlaşmak 
yerine o halkı öldürmeye başlayınca ilkesel olarak o halkın yanında yer almaya başladık. Kaddafi tavsiyelerimizi dinlemiş 
olsaydı, bugün Libya’da halkıyla barış içinde yaşıyor olabilirdi.” (http://www.stargazete.com/politika/esad-i-cokuyardik-
ama-o-da-kaddafi-gibi-bizi-dinlemiyor-haber-419079.htm, 27.07.2012). Davutoğlu’nun ortaya koyduğu ilkeler 
çerçevesinde bugünde Türkiye tarafının Esad ve rejimini karşısı olduğunu göstermektedir. 

Son dönemde karşılıklı yapılan soğuk ve sert açıklamalar ve Suriye’nin PKK’ya yeniden kapısını açması 
faaliyetlerine izin vermesi zaten Türkiye-Suriye ilişkilerinin yeterince gergin olmasını sağlamıştı, üstüne 23 Haziran 
2012 tarihinde keşif uçuşu yapan Türk jetinin Suriye tarafında düşürülmesi gerginliğin bir savaşa dönüşmesine neden 
olacak duruma getirdi. 

5.SURİYE’DE YAŞANAN OLAYLARIN SINIR BÖLGESİNE YANSIMALARI 

2002 sonrasın dönemde gelişen ilişkiler çok iyi bir noktaya geldiğini yukarda birçok yerde ifade etmiştik. Ardından 
ilişkilerin kötüleşmesi ve hatta durmasının getirmiş olduğu etki Türkiye-Suriye sınırında olan şehirlerimizi çok derin 
bir şekilde etkilemiştir. Ve bölgede yaşanan Arap Baharı öncesi ‘Sınır Baharı’ sona ermiştir. Özellikle Hatay ve 
Gaziantep’in bu olaylar ve sonrasındaki süreçten derinden etkilendiğini görmekteyiz. 2010 yılında Yıllık 2,5 milyar 
dolar olan resmi ve bunun nerdeyse 2 katı olan gayri resmi ticaret hacminin nerdeyse noktasına geldiğini görmekteyiz 
(http://www.suriyeticaretofisi.com/suriye-ekonomisi,27.07.2012). 

İlk olarak yaşanan sorunların en fazla etkilediği şehir olan Hatay’ın durumundan bahsedecek olursak: Suriye’de 
yaşanan iç karışıklıktan kaynaklanan durgunluk ticaret hayatını olduğu kadar havayolları turizm sektörü ve bunun gibi 
birbiriyle bağlantılı birçok sektörü derinden etkilemiştir. 

Antakya Ticaret ve Sanayi Odası (ATSO) Başkanı Hikmet Çinçin, Türk Hava Yolları başta olmak üzere, diğer havayolu 
şirketlerinin Hatay Havaalanı'ndaki seferlerindeki azalmanın altında yatan ana nedenin, Suriye Arap Cumhuriyeti 
vatandaşlarının, olaylar nedeniyle Hatay Havaalanı'nı kullanmamaları olarak açıklamış 
(http://www.haberler.gen.al/2012-01-26/hatay-ticareti-suriyedeki-olaylardan-olumsuz-etkilendi, 27.07.2012). 

Antakya Ayakkabıcılar Odası Başkanı Gökhan Oral da Suriye’deki olaylar nedeniyle 5 milyon ürün sattıkları pazarı 
kaybettiklerini söylemiştir. ATSO Başkanı Hikmet Çinçin, Suriye Arap Cumhuriyeti ile Türkiye arasında 30-40 yıla dayanan 
bir soğuk savaş dönemi yaşadığını, ancak bu soğuk savaş dönemini müteakiben son 5 yıl içerisinde ciddi bir iyileşme ve 
ilişkilerde birbirine yakınlaşma olduğunu hatırlatmıştır. 

Çinçin, Türkiye-Suriye arasında başlatılan vize muafiyeti döneminde her iki ülkenin de küçük esnafından büyük 
esnafına kadar herkesin mutlu olduğunu, ancak son yaşanan olaylar ve karşılıklı yaptırımlardan sonra ciddi bir 
daralmanın baş gösterdiğini belirtti. Çinçin, bu daralmayı şu sözlerle açıkladı: “Hatay açısından konaklama tesisleri 
sahipleri, acenteler, lokantalar, ihracatçılarımız, nakliye filo sahiplerimiz ve her gün alışverişle muhatap olan küçük 
esnafımız, yani bavul ticareti adı altında yapılan bir ticaret vardı Suriye Arap Cumhuriyeti ile aramızda. Burada bavul 
ticaretinde daralma yüzde yüze yakın seviyede.” 

Suriye’nin, Hatay’a komşu ülke olma sıfatının ötesinde, Hataylı iş adamlarının Ortadoğu’ya yaptıkları yatırımlarda 
önemli bir kapı olduğunu söyleyen Çinçin, “İki ülke ilişkilerinin dışında Suriye Arap Cumhuriyeti'nin bizim için önemi, 
Suriye topraklarını kat ederek biz bu yolla ihracat yapıyoruz. Ortadoğu’ya ulaşıyoruz. Ve bu yolla giden nakliye 
firmalarımız Ortadoğu’nun en ücra köşesine gidiş geliş 8 gün içerisinde mal teslim edip tekrardan yükleme noktasında 
dönerek, ayda yaklaşık 3,5 sefer sayısına ulaşmaktadır. Ancak alternatif diye önümüze getirilen RO-RO Taşımacılığında, bu 
sefer süreleri henüz başlamamış ve bana göre alt yapısı bitmemiş olan bu RO-RO’da 20 ile 25 gün arasında bir sefer 
yapılabileceği ifade edilmektedir. Artı bin 400 dolara yakın bir sefer başına maliyet gelmektedir. Bunun da anlamı Türk 
mallarının Ortadoğu’da yüzde 20-yüzde 30 arasında pahalanmasıdır. Ve Türk ihracatçısının rekabet gücünün kırılması 
anlamını taşımaktadır.” diye ifade etmiştir. 

Hatay’dan Suriye’ye açılan Cilvegözü ve Yayladağı sınır kapılarında da ağırlaşma olduğunun altını çizen Çinçin, “Giriş 
çıkışlarda ağırlaşmalar var. Suriye Arap Cumhuriyeti'nin ifade ettiği gibi bilgisayar sisteminden kaynaklı ağırlaşmalar var. 
Ayrıca, maliyet arttı. Bu 300 ile 850 dolar kadar her TIR’a Suriye Arap Cumhuriyeti çeşitli başlıklar altında paralar tahsil 
etmekte. Bu da Türkiye ihracatçısının rekabet gücünü olumsuz etkilemekte.” şeklinde konuştu. Suriye’de yaşanan olayların, 
Hatay’ı olduğu kadar o bölgeyi de etkilediğini aktaran Çinçin, “Ben Halep’teki otellerin haline de lokantaların durumlarına 
bakıyorum. Onların durumu bizden çok daha kötü. Temennim, bir ortak platformda buluşup bu ilişkileri yumuşatmaktan 
yana.” diye belirtmiştir. 

Suriye’de yaşanan iç karışıklıktan doğan sıkıntıları sadece iş adamları ve nakliye firmaları çekmedi. Ayakkabıcılık 
sektörü de Suriye’deki olaylardan olumsuz etkilendi. Antakya Ayakkabıcılar Odası Başkanı Gökhan Oral, Suriye başta 
olmak üzere, Ortadoğu’ya açılan pazarlarını yaşanan iç karışıklık nedeniyle kaybetme noktasına geldiklerini söyledi. 
Suriye’de yaşanan olaylardan etkilenen sektörlerin başında ayakkabıcılığın geldiğini söyleyen Oral, olaylar öncesinde 
Hatay’a gelen Suriye Arap Cumhuriyeti vatandaşlarının ayakkabıcı esnafına haftada 3 bin ila 4 bin TL arasında para 
kazandırdığını söyledi. Suriye’nin ayakkabıcı esnafı ve üreticileri için önemli bir kaynak olduğunun altını çizen Oral, şöyle 
dedi: “Suriye, bizim için önemli bir kaynak. Burada birçok arkadaşımız en az haftada 3 bin-4 bin TL gibi ciddi rakamlarla iş yeri kasasına para gelen bir yerdi Suriye. Aynı zamanda Suriye’nin diğer bir ayrıcalığı, Suriye üzerinden Lübnan’a, Ürdün’e diğer Arap ülkelerine de direk geçiş yapan ve satış yapan arkadaşlarımız vardı. Sadece Suriye’deki müşterilerimizi kaybetmedik, Suriye üzerinden Hatay’a gelen ve Suriye üzerinden diğer bölgelere giden ticaretimiz de engellendi. Şu anda kapılarda çok ciddi sorunlar var. Ve Suriye Hükümeti tarafından da Türk mallarına çok ciddi vergiler uygulanmakta. 

Bunlar da Hatay’da ayakkabıcılık sektörüne son derece ciddi sıkıntılar yaşatıyor. Suriye’ye ve Suriye üzerinden diğer Arap ülkelerine ortalama yıllık 5 milyonun üzerinde ayakkabı satışı yapıyorduk. Şu anda bu durma noktasına geldi desek doğru olur.”Suriye’den artık Hatay’a paranın gelmediğini ve Suriye Arap Cumhuriyeti'nin giriş ve çıkışlarda para çıkışını yasakladığını da aktaran Oral, “Çok ciddi sıkıntılar yaşanıyor. Oradan gelen arkadaşlarımız da orada problemler olduğunu anlatıyorlar. Geçişlerde de zaten sıkıntılar ortada. Artı oradan buraya para gelmez oldu. Suriye çıkış kapılarından çıkışlarda para çıkışını yasaklamış durumda. Paranın gelmediği yerde de ticaret olmaz sanırım. 5 milyon ayakkabı 1 ya da 1,5 trilyon demektir. Bu da Hatay’ın ekonomik bütçesi için önemli bir eksikliktir.” diye konuşan Antakya Sanayi ve Ticaret Odası başkanı yaşanan olumsuzlukları net bir şekilde ifade etmiştir. 

Gaziantep bölgesindeki önemli bir ticaret merkezi olan zincirli bedesten esnafı bir gazeteye verdikleri röportajda yaşadıkları sıkıntıları ifade etmişlerdir 

Karaaslan Ticaret-Ökkeş Karaaslan: “Zincirli Bedesten’de 2 yıldır esnaflık yapıyorum, buraya genellikle yerli ve yabancı turistler geliyor. Şu anda esnaflar ancak kendi kendini idare ediyorlar. Suriye’de yaşanan olaylar bedestenimizi 
bayağı etkiledi. Gaziantep halkı burayı hala tam olarak tanımıyorlar. Bedesten eskiden et haliydi hala birçok kişi burayı et hali sanıyor.” 

Onur Bakırcılık-Ramazan Ekici: “Zincirli Bedesten açıldığından beri burada esnaflık yapıyorum. Suriye’re yaşanan olaylar nedeniyle bedestende hiçbir hareket kalmadı. Kent halkı fazla gelmiyor, genellikle yabancı turistler geliyor ancak yabancılar da pek alış veriş yapmıyorlar. Suriye’ye giden turlar Gaziantep’ten geçerdi Suriye’deki olaylar sebebiyle artık turlar da gelmiyor.” 

Göz Nuru Takı-Ümran Güler: “Zincirli Bedesten’de 3 yıldır esnaflık yapıyorum, buradaki esnafların durumu şu anda çok kötü. Suriye’de yaşanan olaylar Gaziantep’e de olumsuz yansıdı ve şu anda Zincirli Bedesten’e kimse gelmiyor. Esnaf neredeyse dükkânlarına kilit vuracak hale geldi. Piyasaların düzelmesi için öncelikle Suriye sınır kapısının açılması lazım. 

Sınır kapısının kapalı olması büyük sıkıntı yaratıyor.” 

Haksal Gümüşçülük-Faruk Haksal: “Zincirli Bedesten yeni açılan bir alış veriş merkezi, burada esnaflık yapmamın amacı yabancıların çok gelmesinden kaynaklanıyor. Ancak Suriye’de yaşanan olaylar nedeniyle işlerimiz tamamen durdu. 
Ekonomik sıkıntılar nedeniyle millet para harcamaktan korkuyor. Suriye kapısının kapanması bizim Cumartesi-Pazar günleri yaptığımız satışları tamamen bitirdi. Kentimize gelen turlar sayesinde maddi anlamda büyük destek alıyorduk.” 
(http://www.gaziantepgunes.com/haberdetay.asp?haber=14895, 27.07.2012) 

6.SONUÇ 


Devletlerin dış ve iç politikalarında takındıkları tutumların mutlaka bir maliyeti olmaktadır. Görüldüğü üzere Ulasal düzeyde komşularla ilgili uygulanan bu politikaların merkeze olan etkisinden çok komşu şehirlere etkisi olmaktadır. Bu 
yüzden alınan kararların yerele danışılarak alınması olayın bir paydaşı olması sağlanmalıdır, çünkü yaşanacak olumsuzların en fazla etkisi yerel halka olacaktır. Bu kaybın algılanması merkez için zordur çünkü bu istatistikler 
merkez için küçük olabilir fakat bir şehir özelinde büyüktür. 

Konumuz çerçevesinde ifade edecek olursak Yüzyıllar boyu dost ve kardeş olarak yaşayan halkların arasına sokulmaya çalışılmış mesafe ve iki halkı birbirine yabancılaştırma çabaları başarılı olamamış yine ilk müsait, özgür ve 
demokratik ortamda kendini bulunmuştur. Bu barış ve karşılıklı güven ortamında insanlar psikolojik rahatlık ve huzurun yanında ekonomik manada da büyüme yaşanmışlardır. Fakat ardından gelen süreç bu durumu tam tersine çevirmiş ve soğuk savaşın dönemindekinden de kötü duruma getirmiştir. 


M.TAN, A.BELLİ, A.AYDIN / II. BÖLGESEL SORUNLAR ve TÜRKİYE SEMPOZYUMU 

KAYNAKÇA 


Açıkalın, Serpil, “Ortadoğu’da Ekmek ve Demokrasi Savaşında Tarih Yazılıyor, Mısır’da Neler Oluyor?”, 

http://www.usak.org.tr/makale.asp?id=1919, 13.03.2012. 
Akdemir, Salih(2000), “Suriye’deki Etnik ve Dini Yapının Siyasi Yapının Oluşmasındaki Rolü”, Avrasya Dosyası Dergisi, C. 
6, S. 1, ASAM Yayınları, İstanbul. 
Aslan, Ozan Nejat(2006), Demokratikleş(tir)me Sürecinde Suriye, Marmara Üniversitesi Ortadoğu Araştırmalar Enstitüsü 
Ortadoğu Sosyolojisi ve Antropolojisi AnabilimDalı YL Tezi, İstanbul. 
Aras, Bülent – Toktaş Şule(2008), “Güvenlik Demokrasi ve İstikrar Sarmalında Suriye ve Afganistan”, Seta Yayınları, Ankara. 
Ayhan, Veysel,(2009), “Türkiye-Suriye İlişkilerinde Yeni Bir Dönem: Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi”, Ortadoğu 
Analiz Kasım’09 Cilt1 -Sayı 11. 
Aras, Bülent – Toktaş Şule(2008), “Güvenlik Demokrasi ve İstikrar Sarmalında Suriye ve Afganistan”, Seta Yayınları, Ankara. 
Bahadır, Gürhan, (2010), “İslam fethinden Haçlılara Kadar Antakya”, Cantekin Yayınları, Antakya, 
Cirit Hakan (2007) Sınır Aşan Sular ve Türkiye, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Diyarbakır: Dicle Üniversitesi Sosyal 
Bilimler Enstitüsü, Diyarbakır. 
Dursun, Davut, “Ortadoğu’nun Ekonomik Sosyal ve Siyasi Yapı Özellikleri Üzerine Genel Tespitler”, Sosyal Siyaset 
Konferansları Dergisi, Yıl, ?, S. ?, . 
Ekici, Birol, “Mısır Arap Cumhuriyeti Yönetim Sistemi”, http://www.politikadergisi.com/makale/misir-siyasal-tarihi-ve bugunu, 12.03.2011. 
Erhan, Çağrı, “Ortadoğu İçin Üç Senaryo”, http://www.usak.org.tr/makale.asp?id=1974, 20.05.2012. 
Hamit Pehlivanlı, Yusuf Sarınay, Hüsamettin Yıldırım, “Türk Dış Politikasında Hatay (1918-1939)”, (ASAM Yayınları, 2001). 
Kambur Tuğçe Elif, (2012), “2002’den Arap Baharına Türkiye Suriye İlişkileri”, Arap Baharı ve Suriye, Ed. Adıbelli Barış, 
IQ Kültür ve Sanat Yayıncılık, İstanbul. 
Köylü Murat, Serdaroğlu Rıfat, Uçar Zahide, Bulut Levent, (2012) “Darağacı (BOP) Türkiye-İran-Suriye”, Bilim+Gönül Yayınları, İstanbul. 
Parlar, Suat(1997), “Ortadoğu Vaat edilmiş Topraklar”, Bibliotek Yayınları, İstanbul. 
Orhan Oytun, “Türkiye-Suriye İlişkilerinde Stratejik İşbirliği Dönemi”Türkiye-Ortadoğu Uluslar Arası Dostluk ve İşbirliği 
Sempozyumu-Hatay,3-5 Kasım 2009 . 
Sağır, Muharrem, Ortadoğu’da Sırça Köşkler Yıkılırken, http://www.usak.org.tr/myazdir.asp?id=2007, 18.04.2012. 
Sayın,Yusuf,(2010) “Türkiye–Suriye İlişkilerinin Stratejik Derinliği”, 
http://yusufsayin.com/makaleler/turkiyesuriye.pdf, 20.06.2012. 
Sofuoğlu Adnan, Dağıstan Adil, (2008) “İşgalden Katılıma Hatay”, Phoenix Yayınevi, Ankara 
Şen, Sabahattin(2004), “Ortadoğu’da İdeolojik Bunalım, Suriye Baas Partisi ve İdeolojisi”, Birey Yayıncılık, İstanbul/ 
Yılmaz, Sait(2010), “Ortadoğu’ya Demokrasiyi Getirmek”, Uluslararası İktisadi ve İdari İncelemeler Dergisi, Yıl 3, S.5/ 
Togay Zeynep, (2010), “Beşar Esad Dönemi Türkiye-Suriye İlişkileri”, 

http://www.orsam.org.tr/tr/yazigoster.aspx?ID=793 E.T.: 20.06.2012 
http://suriye.ihh.org.tr/turkiye/besaresad/besaresad.html, 30.07.2012 
http://www.bbc.co.uk/turkish/news/story/2008/09/080904_syria_summit.shtml, 27.07.2012 
http://www.mfa.gov.tr/suriye-ile-emlak-muzakereleri.tr.mfa, 27.07.2012 
http://yasinatlioglu.blogspot.com/2004_12_01_archive.html, 25.07.2012 
http://www.gaziantepgunes.com/haberdetay.asp?haber=14895,27.07.2012 
http://www.kilispostasi.com/modules.php?name=News&file=article&sid=755 
http://arsiv.sabah.com.tr/2004/01/09/eko105.html, 28.06.2012 
http://www.stargazete.com/politika/esad-i-cok-uyardik-ama-o-da-kaddafi-gibi-bizi-dinlemiyor-haber419079.htm,28.06.2012 
http://www.ozgurmedya.org/articledetail.asp?AuthorID=52&ArticleID=2019, 27.07.2012 
http://tr.wikipedia.org/wiki/Suriye , 26.10.2012 
http://tr.wikipedia.org/wiki/Hatay_Cumhuriyeti ,26.10.2012 
http://www.cnnturk.com/2009/turkiye/09/16/turkiye.ile.suriye.arasinda.vize.kalkti/543804.0/index.html, 

M.TAN, 
A.BELLİ, 
A.AYDIN 
II. BÖLGESEL SORUNLAR ve TÜRKİYE SEMPOZYUMU 

27.07.2012 

PDF FORMATINDA OKUMAK İÇİN
http://iibfdergisi.ksu.edu.tr/Imagesimages/files/10.pdf
..

ARAP BAHARI KAPSAMINDA TÜRKİYE.., SURİYE İLİŞKİLERİ 1




ARAP BAHARI KAPSAMINDA TÜRKİYE..,  
SURİYE İLİŞKİLERİ., 1





2002 SONRASI VE ARAP BAHARI KAPSAMINDA TÜRKİYE SURİYE İLİŞKİLERİ VE BÖLGESEL YANSIMALARI 


II. BÖLGESEL SORUNLAR ve TÜRKİYE SEMPOZYUMU  1-2 Ekim 2012 

a- Mehmet TAN 
b- Aziz BELLİ
c- Abdullah AYDIN 

a Yrd.Doç.Dr., KSÜ, İİBF, Kamu Yönetimi Bölümü, Kahramanmaraş 
b Arş.Gör., KSÜ, İİBF, Kamu Yönetimi Bölümü, Kahramanmaraş 
c Arş.Gör., MKÜ, İİBF, Kamu Yönetimi Bölümü, Hatay 

ÖZET 

3 Kasım 2002 seçimleri sonrası Türkiye’de yaşanmaya başlayan değişim her alanda kendini göstermiştir. Bunu en bariz örneğini dış politika alanında görmekteyiz. Ahmet DAVUTOĞLU’nun bir dönem arka planda daha sonra Dışişleri Bakanı olarak ilk elden yürüttüğü yeni Türk Dış Politikası ile birlikte Türkiye dünyada pasif dış politika anlayışından vazgeçip daha aktif bir politika izlemeye başlamıştır. Bu bağlamda 2002 sonrası Türkiye Suriye ilişkileri hızlı bir 
gelişme seyri içerisine girmiş ve iki bölge halkının istediği boyuta ulaşmıştır. 

Fakat Arap baharı ile Ortadoğu meydana gelen değişim rüzgârlarının ve demokratikleşmenin Suriye rejimi üzerindeki etkileri nedeniyle son yıllarda istenilen düzeye gelen ilişkiler bozulmuştur. Türkiye’deki Suriye politikasının değişmesi ve ilişkilerde meydana gelen eksi yönlü değişimin Suriye’ye ile sınır komşusu olan illerimiz üzerindeki sosyal, siyasal ve ekonomik yansımaları olmuştur. 

Devletlerin komşuları ile arasındaki yaşana sorunların komşu ülkeye yakın bölgelerde gösterdiği olumsuz etkiler bölge halklarını direk etkilemektedir. 

Anahtar Kelimeler: Ortadoğu, Suriye, Arap Baharı. 


Key Words: Middle East, Syria, the Arab Spring. 


M.TAN, A.BELLİ, A.AYDIN / II. BÖLGESEL SORUNLAR ve TÜRKİYE SEMPOZYUMU 

1.GİRİŞ 

Binlerce yıllık ortak bir geçmişi olan iki ülkenin Osmanlının yıkılması sonrasında bağımsızlık kazanmalarını izleyen 
süreçte birçok anlaşmazlıklarla karşılaştıklarını ve de bir türlü yüzyıllar boyu sürmüş olan barış ve kardeşlik ortamını 
tekrar tesis edemedikleri ifade edilebilir. 

Suriye-Türkiye ilişkilerinde 1990’lı yıllara kadar olan döneme baktığımızda inişli-çıkışlı bir seyir izlemekle 
olduğunu görmekteyiz. Bunun en önemli nedenin dünyanın yaşadığı soğuk savaş tecrübesi ve bunun iki ayrı kutbunda 
olan iki ülkenin bir türlü ortak geçmişleriyle barışamamasıdır. Suriye’nin dış politika konusunda her zaman birincil 
hedefinin işgal altındaki Arap topraklarının bağımsızlığını kazanması gelmektedir. Suriye’nin resmi olarak belirlediği 
işgal altında olan ve geri alınması gereken Arap toprakları, İsrail’in elindeki Filistin ve Golan ile Türkiye’nin elindeki 
Antakya ve İskenderun bölgesidir. Suriye’deki okullarda ve devlet dairelerinde asılı duran haritalarda hala Suriye 
sınırları içinde görünen Antakya ve İskenderun, tüm Suriye-Türkiye ilişkilerinde önemli bir unsur olarak olarak kalsa 
da, ikili resmi görüşmelerde hiçbir zaman açıkça gündeme getirilmediğini görmekteyiz. 

Bununla birlikte Soğuk Savaş’ın bitiminden bu yana Suriye-Türkiye ilişkilerinde üç konu her zaman önemini 
koruduğu dikkati çekmektedir. Birbiriyle çok iç içe geçmiş ve kronikleşmiş olan ve neden sonuç ilişkisi açısından 
birbirini etkileyen bu sorunlar, “Su”, “Güvenlik” ve son yıllardan itibaren “İsrail-Türkiye İlişkileri” çerçevesinde 
şekillenmiştir. 

Tarihsel olarak uzun yıllar var olan ve 1998’e gelindiğinde bir savaşın eşiğinden dönülen Türkiye ve Suriye 
ilişkilerinde bir “düşman” algısı, uzun süre varlığını korumuştur. Türkiye’ye göre Suriye, teröre ev sahipliği yaptığı, su 
Kaynakçanın paylaşımında sorun çıkardığı ve coğrafik olarak Türk toprak bütünlüğüne (Hatay Sorunu) müdahalede 
bulunduğu vb. için “düşman” ülke iken, Suriye’ye göre de Türkiye, su kaynaklarını adil paylaşmadığı, Batı’nın destekçisi 
olduğu, kendi toprakları (Hatay) üzerinde hak iddia ettiği vb. için “düşman”dı (Sayın, 2010:5). Ancak Öcalan’ın 
Suriye’den ayrılmasından sonra 1998 yılında imzalanan Adana Mutabakatı ile birlikte Türkiye Suriye ilişkileri 
normalleşme sürecine hızlı bir şekilde girmiş ve iki devlet arasında güven inşası süreci başlamıştır (Kambur, 
2012:156). 

2000’de Hafız Esad’ın vefatıyla iki ülke açısından dengeler farklı bir seviyeye taşınmıştır. Türkiye Cumhurbaşkanı 
Ahmet Necdet Sezer’in Hafız Esad’ın cenaze törenine gitmesi ile normalleşme seyrini sürdürmüştür. 2000 yılında Hafız 
Esad’ın ölümüyle başa geçen oğul Beşşar Esad’ın Temmuz 2000 tarihinde başlayan iktidarı, Hafız Esad’ın son 
dönemlerinde yumuşamaya başlayan ilişkilerin daha da yumuşamasına sahne olmuştur (Togay, 2010,ORSAM). Beşşar 
Esad liderliğinin ilk yıllarında hoşgörü ile açıklık politikası eğiliminde tavırlar sergilemiş ve bu dönüşüm sürecinde 
gücünü pekiştirmek adına bir takım reform girişimlerinde bulunmuştur. Beşşar Esad’ın ülke için öngördüğü reform 
modeli Çin modelidir. Öncelik ekonomik reformlarda, siyasi reformların ise artan refah seviyesi ile gerçekleşeceğini 
öngörmüştür. Ancak Arap baharı sonrasında olduğu gibi bu reformlar hiçbir zaman tam anlamıyla uygulanmamıştır 
(Kambur, 2012:156-157, Köylü vd.2012:60). 2002 yılı sonrası Türkiye-Suriye ilişkileri hızlı bir şekilde gelişmiştir. Ve 
2011 yılının mart ayına kadar çok iyiye giden ilişkiler Ortadoğu’da Arap Baharı olarak adlandırılan demokratikleşme 
hareketlerinin Suriye’ye de sıçraması ile birlikte ilişkiler bozulmaya başlamış ve Suriye’nin Türk savaş uçağını 
düşürmesi ile birlikte kopma noktasına gelmiştir. 

Araştırmamız dört bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde; 2002 yılı öncesi Türkiye-Suriye ilişkileri kısaca 
açıklanmış ikinci bölümde; 2002 sonrası Türkiye-Suriye İlişkileri irdelenmiş, üçüncü bölümde; Arap Baharı sonrası 
Türkiye-Suriye İlişkileri ve son bölümde Arap Baharı sonrası bozulan ilişkilerin bölge illere yansımaları incelenecektir. 

2.TÜRKİYE-SURİYE İLİŞKİLERİNİN TARİHSEL GELİŞİMİ 

Türklerin Emevi devletinin başkenti olan Şam’a Göktürklerle yapılan savaşlar sonucunda esir olarak getirilmeleri 
Suriye bölgesindeki ilk Türk mevcudiyetini ortaya çıkartmıştır. Askeri kabiliyetleri sebebiyle daha sonra ki süreçte 
Emevi ve Abbasi ordularında kumandanlık derecesine kadar yükselen Türkler artık Suriye-ırak bölgesine yaygın olarak 
yerleşmişlerdir. Suriye bölgesi 20. Yy başına kadarki süreçte Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah 1076 yılında Şam'ı eline 
geçirmesinin ardından sırası ile Büyük Selçuklu, Suriye Selçuklu Böriler, Zengiler, Eyyübiler, Moğollar, Timur, 
Memluklular ve son olarak ta Osmanlılar idaresinde kalmış. Yani yönetici ve ordusunu Türklerin oluşturduğu Eyyübiler 
Moğollar ve Timur devletlerini de katarsak 8 yy aşkın bir süre Türk toprağı olarak kalmıştır (Cirit, 2007). 

Osmanlı Döneminde biraz bahsedecek olursak Osmanlı bu bölgeyi de diğer yerler gibi vilayet, sancak, nahiye, köy 
şeklinde sınıflandırarak yönetmiş. Bugünkü Suriye Hatay ve Lübnan bölgesinde kurduğu 4 vilayetle (Şam, Halep, Sayda, 
Trablusşam) yönetmiştir. İlk başlarda memluklu sülalesinden gelen emirler verilen valilikler sürekli isyan çıkarmaları 
yüzünden ellerinden alınmış ve merkezden atanan paşalara devredilmiştir.coğrafi dini ve siyasi yapısı yüzünden 
Osmanlı yönetmekte çok zorlanmış olduğu bölge her yüzyılda bir büyük ayaklanma atlatmış ama bir şekilde 
bastırılmıştır (www.hatay.gov.tr). 

Osmanlının gerileme dönemine girdiği süreçte Avrupa devletleri gözlerini bu bölgeye dikmişler ilk olarak 1789 
yılında Napolyon komutasındaki ordu Akka önlerinde Cezzar Ahmet paşa komutasındaki orduya yenilmiştir. Tabi bu 
süreçte değişik etkenler sayesinde gelişen Arap milliyetçiliği de bölgenin karışıklığında büyük rol oynamıştır. 

Arapçaya çevrilen çağın önemli eserleri milliyetçilik akımına güç katmış ve özellikle 1850 sonrası dönemde Suriye 
Arap entelektüel dünyasının önemli bir üssü olmuştur. Genel itibari ile Hıristiyan aydınlanmasının etkisi görülmektedir 
bunu da sağlayan ekseri olarak Katolik misyonerlerin etkileridir. 

Birinci Dünya savaşı sırasında Fransızlar ve İngilizler Suriye bölgesini işgal etmişler ve 1919 yılında gizli paylaşım 
antlaşmaları ve 1920 yılındaki San Remo konferansı ile bölgenin Fransızlara bırakılması konusunda anlaşılmıştır. Diğer 
taraftan da Birinci dünya savaşından yenik ayrılan Osmanlı devletinin yok olması ile ortaya çıkan ve Osmanlının devamı 
niteliğindeki Türkiye Hükümeti'nin, varlığını Ankara Antlaşması'yla birlikte kabul ettiği Suriye'deki Fransız mandası, 
aslında, 1919 Milletler Cemiyeti kararlarıyla başlatılmıştı. Fransızca bir sözcük olan "mandat", Milletler Cemiyeti'nin 
bazı büyük devletlere verdiği, başka ülke ve devletler üzerindeki vesayet görevini tanımlıyordu(tr.wikipedia.org). 


M.TAN, A.BELLİ, A.AYDIN / II. BÖLGESEL SORUNLAR ve TÜRKİYE SEMPOZYUMU 

Milletler Cemiyeti A,B ve C olmak üzere ayrı manda tipi öngörmüştü ve Osmanlı İmparatorluğu'ndan kopan Arap 
toprakları A tipi manda içinde yer alıyordu. Mandater devlete verilen görev, siyasal bakımdan yeterince olgunlaşmadığı 
kabul edilen halkları bağımsızlığa hazırlamaktı. Osmanlı Devleti döneminde belirli bir idari bütünlük veya coğrafi bölge 
olarak tanımlanmayan, Fransız işgali döneminde “İskenderun sancağı” (kısaca Sancak) olarak adlandırılan ve 1936 
yılında Atatürk tarafından Hatay adı verilmiştir. Fransa'nın, İskenderun Sancağı'nı da kapsayan Suriye üzerindeki 
nüfusu da bu biçimde dile getiriliyordu.1920'de başlayan ve 1936 yılına kadar fiili olarak devam eden Fransız 
manda yönetimi, Fransız yüksek komiserleri eliyle yürütüldü. İskenderun Sancağı, Ankara Antlaşması'nın 
imzalandığı dönemde Halep Hükümeti'ne bağlıydı(Akdemir,2000). 1922'de Suriye Devletleri Federasyonu 
kurulunca, bu kez, bu federasyonun Halep Devleti içinde yer aldı. Sancakta yönetsel yetkiler mutasarrıflarca 
kullanılıyor, yönetimde, yüksek komiserler kurulunun görevlendirdiği Fransız delegesi de söz sahibi 
bulunuyordu. Bu delege, mutasarrıfın yönetimini mandater devletin temsilcisi olarak denetliyordu . Halep 
Devleti'nce atanan mutasarrıfının kaza kaymakamlarını, nahiye müdürlerini atamak, yasa ve yönetmelikleri 
uygulatmak, vergi toplamak, sancak bütçesini hazırlamak gibi yetkileri vardı. Bununla beraber İskenderun 
Sancağına özel bir idare şekli tanınmıştı. Türk parası resmi para birimi olacak ve Sancak halkı milli kültürlerinin 
korunmasında her türlü kolaylıktan yararlanacaklardı.1926 yılında İskenderun ve Suriye kargaşaların artması ve 
Türkiye’ye katılma yanlısı cemiyetlerin yaptığı çalışmalar milletler cemiyetinde yankı bulmuş bunun üzerine Halep’e 
bağlı olan sancaktan vazgeçilerek bir İskenderun Hükümeti kurulma denemesi yapılmıştır. Bu sayede gerginliklerin 
azalacağını ve zaman kazanacağını düşünen Fransız yönetimi sonuç alamamış meclis seçimi bile yapılan İskenderun 
Hükümeti denemesi sonuçsuz kalmıştır(http://www.turktarih.net, 27.07.2012). 

1920-1936 döneminde ülkenin genelindeki Fransız hâkimiyeti ve bu hâkimiyeti korumu çabası bir baskı ve 
tahakküm sistemini meydana getirmiş bu durumda birçok iç kargaşayı ve isyan hareketini beraberinde getirmiştir. 
Artık bu isyan ve Arap milliyetçisi cephenin baskılara dayanamayan Fransa ülkede asker bulundurma koşuluyla Eylül 
1936 Suriye’nin bağımsızlığını tanıyacağına dair antlaşmaya imza atmıştır. Bu bağımsızlık olayı zaten hâlihazır da 
Türkiye Suriye arasında sorun olarak duran Hatay meselesini tekrar açığa çıkartmış ve 3 yıllık süreç sonucunda 
Türkiye’nin lehine sonuçlanacak takvim başlamıştır(Çağrı,2011). 

Fransa, Suriye ve Lübnan ile ilişkilerini yeni bir düzene sokarak 1936 Eylülünde Suriye'ye ve 1936 Kasımında da 
Lübnan'a bağımsızlık verdi. Ancak Suriye'ye bağımsızlık veren ve Suriye ile Fransa arasında ittifak kuran 1936 Eylül 
Antlaşması'nda Sancak hakkında hiçbir hüküm yoktu. Yani Fransa Suriye'den çekilirken, Sancak üzerindeki yetkilerini 
Suriye'ye terk etmekteydi(Sofuoğlu,2008). Fakat uygulanan etkili siyasetin sonucunda 7 Eylül 1938 ile 23 Haziran 1939 
tarihleri arasında kurulan devlettir. 23 Haziran 1939 günü Türkiye'ye katılmıştır 

İkinci Dünya Savaşının mali ve idari yükü Fransa’nın Suriye üzerindeki nüfuzunun iyice kaybolmasına yol açmıştır. 
Bölgeye girdiğinden beri hâkimiyetini güçlendirmek ve kalıcı kılmak için birçok deneme yapan fakat her seferinde 
başarısız olan ve son olarak ta Hatay’ın Türkiye’ye katılmasına engel olamamış son olarak ta 1946 yılında bölgeden 
çekilmek zorunda kalmıştır. Ortaya çıkan bağımsız Suriye Devleti ile Türkiye arasında, sorunlarla dolu bir dönem 
başlamıştı. 

Savaş sonrasında ortaya çıkan iki kutuplu dünyada yaşanan Sovyet-ABD rekabeti, özellikle Ortadoğu’yu da içine 
alan yoğun bir nüfuz çekişmesi yaşanmasına neden olmuştu. ABD ve Sovyetlerin karşılıklı yayılmacı politikaları, 18 
Nisan 1955 Bandung’da yapılan Asya-Afrika Ülkeleri Konferansı Ekonomik ve siyasî açıdan bağımlı, açık ya da yarı 
sömürge olan Asya-Afrika milletlerini bir araya getirmiş, oluşan iki gruptan Türkiye batı yanlısı tavır almış bu da zaten 
gergin olan ilişkileri daha da kötüleştirmiştir. 1956 Süveyş Buhranı devam ederken, Suriye’nin hızla Sovyetler Birliği’ne 
yakınlaştığı göze çarpıyordu. Ordu kademelerinde önemli tasfiyelere girişilmiş, ve stratejik mevkilere Sovyet yanlısı 
kişiler tam manası ile hakim olmuştur ve Ülkede Nasır yanlısı Arap milliyetçileri ve Sovyetler Birliği’ne yakın solcular 
yönetimi başlamıştır(Arslan, 2006).Ardından gelen bir dizi darbe ve karışıklıklar bugünde yaşamını sürdüren rejimin 
ortaya çıkmasına vesile olmuştur. 

Soğuk savaş dönemi boyunca gergin olan ilişkiler kısa süren Mısır ve Suriye’nin Şubat 1958’de beraber kurduğu 
“Birleşik Arap Cumhuriyeti” deneyime Türkiye’nin destek olucu tavır alması aradaki buzları nispeten eritse de. Baba 
Esad rejiminin Türk kökenli halka uyguladığı baskılar ve saldırgan tutum PKK lideri Öcalan’ın Suriye’de barınması ve 
Suriye’nin PKK’ya açık desteği üstüne 1989 yılında kadastro uçağımıza yapılan saldırı ilişkilerin her zaman gergin 
geçmesine neden olmuştur. Hatta Öcalan’ın Kenya’da yakalanmasıyla sonuçlanan süreçte savaşın eşiğine gelinmiş fakat 
1998 yılında imzalanan Adana mutabakatı ile olay ciddi sonuçlar doğurmadan sonuçlanmıştır. 

3.2002 YILI SONRASI TÜRKİYE-SURİYE İLİŞKİLERİ 

2002 yılı sonrası AK Parti(Adalet ve Kalkınma Partisi) hükümetinin iktidara gelmesi ile birlikte Türkiye-Suriye 
ilişkilerinin zirveye ulaştığı süreç başlamıştır. AK partinin dış politikasının belirlenmesinde etkin olan isimlerin 
başında uzun süre Başbakanlık Başdanışmanlığı görevini yürüttükten sonra bir manada fiili olarak yaptığı görevi resmi 
olarak da Dışişleri Bakanlığı görevini devralan Prof. Dr. Ahmet DAVUTOĞLU gelmektedir. AK Partinin özellikle 
Müslüman dünyasına yakın karakteri ve siyasal İslam’a eğilimli oluşu Türkiye’nin Ortadoğu’daki vizyonuna yeni bir 
yaklaşım getirmiştir(Kambur, 2012:158). Davutoğlu’nun ifadeleriyle, 2002 sonrası Türkiye’nin Ortadoğu Politikası 
şöyle Özlenebilir: “Türkiye’nin Ortadoğu’ya bakışının hem düşünsel hem de coğrafi temelleri bulunmaktadır. 
Osmanlı’nın mirasçısı olması ve kendine has konumu Türkiye’nin kendini savunmacı bir anlayışta tanımlamasını 
imkânsız kılmaktadır. Türkiye, güvenlik sorunlarını çözebilmek için bölgeye yönelik ekonomik ve kültürel işbirliği 
kampanyası başlatmalıdır. Ortadoğu sorunlarına sırt çevirmek güvenlik problemlerine çözüm üretmeyecek, bölge 
sorunları dönüp dolaşıp Türkiye’nin iç istikrarını olumsuz etkileyecektir. Dolayısıyla Türkiye iç güvenlik ve istikrarınıçevresinde 
düzen ve istikrar yaratmak için aktif, yapıcı rol üstlenerek koruyabilecektir” (Davutoğlu,2007: 77-83’den 
akt. Orhan, 2011:59) Davutoğlu yeni dış politika enstrümanlarını beş noktada yeniden tanımlar. Bunlardan ilki sıfır 
sorun politikasıdır. Bu yaklaşım ile bir çeşit bütünleşmiş dış politika yaklaşımına ulaşılabilecek ve çok yönlü bir 
bölgesel kimlik ile hali hazırda varlığını devam ettiren sorunların çözümüne katkıyı sağlanacaktır. Böylelikle dış 


M.TAN, A.BELLİ, A.AYDIN / II. BÖLGESEL SORUNLAR ve TÜRKİYE SEMPOZYUMU 

ilişkilerin derinleşmesi hedeflenmektedir. İkincisi aktif bir dış politika için ritmik diplomasinin uygulanmasıdır. Buna 
göre uluslar arası ve bölgesel örgütler gibi aktörlerle olan bağlar genişletilmeli ve diplomasi araçlarının kullanımı 
artırılmalıdır. Diğer nokta ise sınırların istikrarına gönderme yapmaktadır. Burada Türkiye’nin konumu gereği 
Ortadoğu, Kafkaslar ve Avrupa Birliği ile istikrarlı ilişkilerin diplomasi ve diyalog ile sağlanması gerektiğine dikkat 
çekilir. Diğer bir önemli nokta ise Türkiye’nin diğer devletlere karşı olan tutumu ile ilişkilidir ve bu noktada eşit uzaklık 
politikasına vurgu yapılmıştır. Buna göre bölgesel aktörlerle işbirliği içinde olunması, bir takım koalisyonlara 
katılmanın önemi vurgulanır. Son olarak devlet dışı aktörler ve sivil toplum ile ilişkilerin geliştirilmesi ve insan 
haklarının daha öncelikli hale getirilmesine zemin hazırlayacak politikaların oluşturulmasının da dış politikanın yeni 
imajına olumlu etki sağlayacağı düşünülmektedir.(Aras, 2009’dan akt. Kambur, 2012:161) 

Bu düşünce değişiminin Suriye politikasındaki etkisi ise şu şekildedir: Suriye Türkiye’nin Ortadoğu’ya açılan kapısı 
konumundadır. Suriye, gerek coğrafi konumu, gerekse sosyo-ekonomik dinamikleri sebebiyle Türkiye’nin ulusal 
güvenlik problemi içerisinde stratejik bir konuma sahiptir. Türkiye’nin ulusal güvenlik problemi içerisinde yer alan 
sosyal, ekonomik ve askeri sorunlar başta Suriye olmak üzere bölge ülkelerini de yakından ilgilendirmektedir. Suriye 
ile güvene dayalı yakın ilişkiler, Ortadoğu sorunlarında aktif olma arayışındaki Türkiye’ye önemli fırsatlar sunmakta, 
Türkiye’nin bölge sorunlarına daha rahat müdahil olması imkânı doğmaktadır. İsrail-Suriye barış görüşmelerinde 
üstlenilen arabuluculuk, Lübnan devlet başkanlığı krizinde oynanan yapıcı rol, İsrail-Filistin sorununda özellikle 
HAMAS tarafı ile kurulmaya çalışılan iletişimde Suriye ile ilişkilerin belirleyici olduğu söylenebilir. Suriye’nin Arap 
platformlarında Türkiye’ye verdiği destek de aynı doğrultuda değerlendirilebilir. Türkiye böylece Ortadoğu’da 
sorunların çözümünde anahtar bir konuma sahip olabilmektedir. Türkiye’nin zihniyet değişimi İsrail’le ilişkilerinde 
göreli bir zayıflamaya neden olmuştur. Suriye ile yakınlaşmayı mümkün kılan faktörlerden biri de bu zayıflamadır. 
Suriye dış politikasında İsrail ile Yakındoğu’da yaşadığı rekabet ve bu ülke kaynaklı güvenlik tehditleri büyük önem 
taşımaktadır. Suriye’ye ait stratejik Golan Tepeleri halen İsrail işgali altındadır. Buna karşılık Türkiye ve İsrail 1990’lı 
yılların ortalarında savunma ve güvenlik işbirliği anlaşmaları ile bazılarınca “stratejik müttefik” olarak tanımlanan bir 
ilişki kurmuştur. O dönemde kendini çevrelenmiş hisseden Şam yönetimi uzun yıllardır rekabet ettiği Saddam 
yönetimine yakınlaşarak bu güvelik tehdidini bertaraf etmeye çalışmıştır. Yani Suriye, Türkiye İsrail’e yakınlaştığı 
oranda ondan uzaklaşmıştır. Dolayısıyla İsrail ile yakın ilişkiler Türkiye’nin Suriye ile yakınlaşması önündeki en önemli 
engellerden biri olmuştur.(Togay, 2010, ORSAM) 

Suriye–Türkiye ilişkilerinin gelişim sürecinde Kürt meselesi, Avrupa Birliği ve arabuluculuk konusu öne çıkan 
unsurlardır. Bölgenin diğer ülkeleri için de hayati ve stratejik bir öneme sahip bulunan Kürt meselesinin Türkiye– 
Suriye ilişkilerine yansıması, Türkiye ve Suriye’nin toprak bütünlüğü kaygısı çerçevesinde müşterek işbirliği zemini 
aramakla olmuştur. Türkiye için egemenlik ve toprak bütünlüğü için tehlike oluşturan Kürt meselesi, Suriye açısından 
da aynı gerekçelerle önemli görülmektedir. Türkiye–Suriye ilişkilerinde öne çıkan unsurlardan bir diğeri de, Avrupa 
Birliği’dir. Soğuk Savaş sonrası değişen Suriye dış politikasında Avrupa Birliği, ayrı ve önemli bir konu haline gelmiştir. 
Küreselleşmenin artan önemi ve etkisi ve Batı ile ilişkilerin zorunlu/kaçınılmaz hale gelmesi, Suriye’nin Avrupa Birliği 
ile daha da yakınlaşmasına vesile olmuştur. Dış politikada liberalleşme, ekonomide serbest piyasa ekonomisine geçiş 
ve diğer siyasi ve iktisadi düzenlemeler çabası içinde olan Suriye’nin Avrupa Birliği ve Batı ile ilişkilerinde Türkiye, bir 
“köprü” konumunda bulunmakta, bu durum, Türkiye–Suriye ilişkilerine ayrı bir boyut katmaktadır. Suriye, Türkiye’nin 
Orta Doğu’ya açılan bir “kapı”sı iken, Türkiye de Suriye’nin Batı’ya, özelde de Avrupa Birliği’ne açılan bir ‘pencere’si 
konumunda bulunmaktadır. (Sayın, 2010:6-7) 

Suriye ile Türkiye ilişkilerinde ön plandaki konulardan birisi de arabuluculuk girişimleridir. Arabuluculuk, 
uluslararası ilişkilerde sorunun taraflarının aralarındaki problemleri daha kolay çözmelerine yardımcı olurken, 
arabulucu konumunda bulunan ülke için de artı kazançlar sağlamaktadır. Arabulucu ülke, bir taraftan uluslararası 
ilişkilerde diplomatik önemini artırırken, diğer taraftan güvenilirliğini daha da pekiştirmektedir. Türkiye, 2002 yılından 
bu yana uluslararası politikada takip ettiği çok yönlü dış politikası gereği arabuluculuk girişimlerine de oldukça ağırlık 
vermiş, bu çerçevede gerek kendi bölgesinde gerekse uluslararası politikada önemini gittikçe artırmıştır. (Sayın, 
2010:7) 

Türkiye Suriye ilişkilerinin gelişmesinde önemli sayılacak bir diğer neden ise 2000 sonrası Türkiye Cumhurbaşkanı 
Ahmet Necdet Sezer’in Hafız Esad’ın cenaze merasimine gitmesi ile başlayan ikili ilişkilerin ve ziyaretlerin artması 
olduğuna değinmiştik. Ahmet Necdet Sezer’in ziyaretinin hemen ardından Suriye Başkan Yardımcısı Abdülhalim 
Haddam’ın Ankara’ya yaptığı ziyaret ilişkileri daha da olumlu bir sürece soktu. Suriye’de beklentilerin aksine ciddi bir iç 
kargaşa çıkmaması, Türkiye’de olumlu karşılanırken, Beşşar Esad’ın Devlet Başkanlığı’na gelmesi, geleneksel 
politikaların değişmesi konusunda önemli bir şans olarak görülüyordu. 2003 yılında yapılan karşılıklı üst düzey 
ziyaretlerle önemli ivme kazanımlarına sahne oldu. Aslında ziyaretlerin temelde, Türkiye-Suriye ilişkilerinin 
geliştirilmesinden ziyade, Irak’ta giderek daha güçlü biçimde duyulan muhtemel bir savaşan ayak seslerinden 
kaynaklandığı ortadaydı. Irak’taki soruna barışçı bir çözüm bulunması için Irak’a komşu olan Türkiye, Suriye, Ürdün, 
İran ve Suudi Arabistan ile Mısır dışişleri bakanlarının önce İstanbul’da ardından Suriye’nin başkenti Şam’da yaptıkları 
toplantılar ikili temaslara da zemin hazırladı. Ocak 2003’te Suriye Dışişleri Bakanı Faruk Şara, uzun yıllardan sonra ilk 
üst düzey ziyaret için Türkiye’ye geldi. Şara, Irak konusundaki görüşmelerin yanı sıra, Devlet Başkanı Beşşar Esad’ın 
mesajını Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’e ileterek, iki ülke arasındaki ilişkilerin geliştirilmesi konusundaki 
temennilerini belirtti. Nisan ayı içinde Suriye, Türkiye ve İran’ın üçlü bir anlaşma imzalayarak özellikle Kürt devletinin 
engellenmesi konusunda ortak hareket ettikleri açıklanıyordu (http://suriye.ihh.org.tr/turkiye/besaresad/ 
besaresad.html, 30.07.2012). 2003 yılı sonrası yapılan ziyaretler ve kaydedilen önemli gelişmeler şöyledir


3.1.Suriye’nin Türk İşadamlarına Vize Kolaylığı Sağlaması 

Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad’ın 6-8 Ocak 2004 tarihleri arasında Türkiye’ye yaptığı resmi ziyaret ilişkilerin 
gelişmesi ve vize kolaylığı açısından önemli bulunmaktadır. 1946 yılından bu yana bağımsız Suriye tarihinde ilk defa 
Suriyeli bir devlet başkanı Türkiye’ye geliyordu. Nitekim ziyaret sonrası Türkiye-Suriye ilişkileri ivme kazanmıştır. 


M.TAN, A.BELLİ, A.AYDIN / II. BÖLGESEL SORUNLAR ve TÜRKİYE SEMPOZYUMU 

Beşşar Esad ziyareti sırasında İstanbul’da Türk İşadamları ile görüşmüş ve vize konusunda işadamlarımızın isteklerini 
dinlemiştir.( http://arsiv.sabah.com.tr/2004/01/09/eko105.html, 28.06.2012). Ziyaret sonrasında Suriye, 13 Ocak 
2004’te aldığı bir kararla Türk sanayicilerine, işadamlarına ve tüccarlarına, Suriye’nin (hava, kara, deniz) tüm sınır 
kapılarından vize alma hakkı ve kolaylığı sağlamıştır(Sayın,2010: 10). Suriye resmi haber ajansı Suriye’ye gidecek Türk 
işadamlarının bundan böyle giriş kapılarında vize alabileceklerini duyurdu. Böylece Türk işadamları Suriye’ye 
gitmeden önce vize almak için Türkiye’deki büyükelçilik ve konsolosluklara başvurmak zorunda kalmayacak. 

(http://www.kilispostasi.com/modules.php?name=News&file=article&sid=755, 28.07.2012) 

3.2.Serbest Ticaret Antlaşmasının İmzalanması 

Türkiye Başbakanı Recep Tayyip ERDOĞAN, AB'nin güneye açılım politikasının bir parçası olan Serbest Ticaret 
Anlaşmalarından birini Suriye ile imzalamak üzere Suriye Başbakanı Naci Otri'nin resmi davetlisi olarak 22-23 Aralık 
2004'te Suriye'ye bir ziyaret gerçekleştirdi. Üç bakan, on milletvekili ve yüzden fazla iş adamıyla birlikte 
gerçekleştirilen ziyaretin ilk amacı olan STA, 22 Aralık günü Türkiye Başbakanı Erdoğan ve Suriye Başbakanı Otri 
arasında imzalandı. Suriye dış ticaretinde AB ülkeleri ve Lübnan ile birlikte ilk beş sırada yer alan Türkiye için, STA'nın 
imzalanması Suriye'nin en önemli dış ticaret ortağı olma açısından büyük önem arz etmektedir. STA'nın 
imzalanmasından sonra gerek Başbakan Otri gerekse Devlet Başkanı Esad ile yapılan görüşmelerde dikkat çeken bir 
durum da, Türkiye'nin AB ilişkilerindeki gelişmelerden memnun olduklarını belirtmeleri oldu. Hatta Suriyeli yetkililer 
de çok yakın bir zamanda AB'ye komşu olabilme ihtimalilerin yarattığı bir heyecan da gözlenmektedir. Örneğin Suriye 
Enformasyon Bakanı Mehdi Dahlallah, Cihan Haber Ajansı'na yaptığı açıklamada Türkiye'nin AB üyeliğini 
desteklediklerini belirterek Türkiye'nin AB ve Arap ülkeleri arasında köprü rolü oynayacağını söylüyordu 
(http://yasinatlioglu.blogspot.com/2004_12_01_archive.html, 25.07.2012). Anlaşma ile Türkiye, sanayi ürünlerinde 
Suriye menşeli ürünlerin ithalatındaki vergileri kaldırırken, Suriye ise Türkiye menşeli ürünlerin Suriye’ye ithalatında 
vergilerin 12 yıllık bir zaman dilimi içinde kaldırılmasına karar verdi. Serbest Ticaret Anlaşması ile Türkiye–Suriye dış 
ticaret hacmi genişlerken, Türk ve Suriyeli işadamları, ithalat ve ihracat işlemlerinde yeni kolaylıklara kavuştu(Sayın, 
2010:10). 

3.3.Suriye ile Emlak Müzakereleri 

Emlak sorunu, dönemin T.C. Dışişleri Bakanı Ali Babacan’ın Suriyeli muhatabı ile 10 Eylül 2007 ve 6 Ekim 2007 
tarihlerindeki görüşmelerinde ve Suriye Cumhurbaşkanı Beşşar Esad’ın ülkemizi ziyareti sırasında 17 Ekim 2007 günü 
yapılan resmi görüşmelerde gündeme getirilmiştir. Suriye ile teknik düzeyde müzakereler Şubat 2008’de başlamıştır. 
Müzakerelerin ikinci oturumu 9 Mart 2009 tarihinde Ankara’da yapılmıştır. Türkiye-Suriye Emlak Komisyonu 
3.Toplantısı28-29 Eylül 2010 tarihlerinde Ankara’da yapılmış olup, toplantı sonunda bir tutanak imzalanmıştır. 
(http://www.mfa.gov.tr/suriye-ile-emlak-muzakereleri.tr.mfa, 27.07.2012) T.C. Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’nın 
22-23 Aralık 2009 tarihlerinde Suriye’yi ziyaretleri sırasında yapılan görüşmeler sonucunda yayınlanan ortak bildiride, 
Başbakanlar, tarihi emlak konusuna çözüm getirilmesi amacıyla tesis edilen Türkiye-Suriye Emlak Komisyonu 
toplantılarının sürdürülmesini desteklediklerini yinelemişlerdir. 

3.4.Şam Zirvesi 

Suriye'nin başkenti Şam'da Fransa, Türkiye ve Katar'ın liderlerinin de katılımıyla 4 Eylül 2008 tarihinde İstikrar 
İçin Diyalog adı altında bir zirve toplantısı yapıldı. Zirvenin konusu Ortadoğu’da barış ve istikrarın sağlanmasıdır. 
Toplantıya Suriye Cumhurbaşkanı Beşşar el Esad, Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, Başbakan Recep Tayyip 
Erdoğan ve Katar Emiri Şeyh Hamad Bin Halife el Tani katıldı. Zirve öncesinde Türkiye bir süredir Suriye ile İsrail 
arasındaki dolaylı görüşmelere ev sahipliği yapıyordu (http://www.bbc.co.uk/turkish/news/story/2008/09/ 
080904_syria_summit.shtml,27.07.2012). Türkiye’nin arabuluculuğunda gerçekleşen bu zirvede Golan Tepelerinin 
Suriye’ye verilmesi halinde Filistin ve Lübnan ile ilgili sorunların önemli bir bölümünün çözülebileceği ve bölgede barış, 
istikrar ve refahın yakalanmasının muhtemel olduğu ifade edilmiştir. Türkiye için, uluslararası ilişkilerde ve bölgede 
prestij ve güvenilirliğini artırma imkânı doğarken, Suriye ile İsrail ve özelde de Filistin sorununun çözümüne dair bir 
katkıda bulunulmuş oldu. 

M.TAN, 
A.BELLİ, 
A.AYDIN / 
II. BÖLGESEL SORUNLAR ve TÜRKİYE SEMPOZYUMU