Değişim Pompacıları
Yekta
Güngör Özden
|
Değişim
Pompacıları
Askerliği
doğru-dürüst yaptıkları kuşkulu birileri de komutanları eleştirdiklerini
sanıyor
Siyasal edebiyatımızda
her gün, nerdeyse her saat, yeni güldürü örneklerine rastlamaktayız. Hem de
kara güldürü. Herşeyi bildiğini, herşeyden anladığını sanıp her konuda
bilgiçlik taslayan kimi sütun fırıldakları, yeni yalanlarla yağcılık ve
yalakalıkta ölçüsüzlüklerini ortaya koyuyorlar. Yaranmak, yanaşmak çabalarını
(aşağılık duygularının, ruhsal-beyinsel bozukluklarının ve bilgi
boşluklarının etkisiyle) arkasında kuyruklaştıkları “malûm”ların gözüne
girmek için utanmazlıkla sürdürmekte, saldırıya dönüştürerek kimliklerini
açıklamaktadırlar. Bir ara Bülent Ecevit için, hattâ “Dün ne isek bugün de
oyuz” diyen Devlet Bahçeli’nin partisi için “Değişti... Değişti!” diye yelken
açmışlardı. Şimdi de AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, her sözü, her
davranışı, buyruğuyla yapılan her işlem, atama ve düzenlemeyle
değişmediklerini vurgulamasına karşın değiştiklerini savlayan, bunu yineleyip
kanısında direnenler, “Kraldan çok kralcı” tipler türedi. Üstelik hiç gereği
yokken, görevini namus bilerek, vicdanını yastık yaparak, hiçbir kötüyle ve
kötülükle ilişkisi söylenmeden emekli olanların adını küstahça sıralayıp
karşılaştırarak. Kendi maoculuğunu, çıkar çukurunda debelenmesini unutturmak,
iktidar goygoyculuğunu geçiştirmek isterken bu saygın adları unutturmamış
olması da karakterine uyan bir çelişki. Askerliği doğru-dürüst yaptıkları
kuşkulu birileri de komutanları eleştirdiklerini sanarak kendi
zavallılıklarını, medyadaki yozlaşmanın kanıtları olarak, yansıtıyorlar. Ne
tarih, ne hukuk bilgileri var ne de ulusal güvenlikten, siyasetten,
demokrasiden, yönetimden anlıyorlar.
Galiçya’yı,
Yemen’i, Trablusgarb’ı, Halep’i, Bağdat’ı, Kafkasya’yı, Silistre’nin nerede
olduğunu, önemli savaşların tarihini bilmezler. Yurttaşlık ve insanlık
bilincinden yoksundurlar. Terbiyeleri de yoktur. Kimlerin çocuğu, torunu
oldukları hemen seziliyor. Yurt, yurttaş, devlet, ulus nedir, bilmiyorlar.
Geçmişi karanlık, şaibeli, sanık-hükümlü, önünde saygıyla eğilip “Devleti çok
iyi koruyorsunuz, sizi tüm kalbimle kutluyorum” dediği insanı şeriatçılara
yaranmak için aynı nedenle kötüleyen kendini bilmezler de var. Kadınlarımızın
geleneksel, alışkanlık ve tertemiz inançlarına göre gerekli sayarak
kullandıkları olağan başörtülerini, “türban” yalanıyla dini siyasallaştırarak
demokrasiyi dinselleştirmek için simge niteliğinde sıkmabaş-bohçabaş biçimine
çevirmeyi modernleşme, ilerleme, küreselleşme, sekülerleşme gösterme
direnişi, köktendinci teröre karşın “irtica olmadığı” inadı, lâikliği,
cumhuriyeti ve Atatürkçüleri suçlama sapkınlığı paranoya değil midir? Tam
bağımsızlığı, özgürlüğü, ulusal egemenliği, aydınlanmayı, barışı, insan
haklarını, eşitliği, demokrasiyi savunup zorunlu olmayan savaşları,
sömürgeciliği, yoksulluğu, hastalıkları, terörü, tüm kötülükleri kınayanlara
saldıranların yaşadığı sokakları tanımlamak güçtür.
Şimdiki
yönetim 28 Şubat’ın intikamı peşinde
ABD
baskılarına, Avrupalıların dayatmalarına, 2. Sevr’e karşı çıkanlardan biri
olarak eğilmeden, ezilmeden, ödün vermeden, AB’ne eşit konumda katılma
istediğimiz için bizi eleştirenlere ne söylesem azdır. Çöreklendikleri
köşelerden topluma zehirlerini saçanların silâh gibi kullandıkları kalemleri,
sahiplerine en yararlı araçtır. Kendilerini tanımlayıp tanıttıkları
sözcükler, düzeylerinin, kişiliklerinin, niteliklerinin, kimlerin nesi olduklarının
ipucunu vermektedir. Şarlatanları şamatalarıyla, palyaçoları polemikleriyle,
şirretleri şımarıklıklarıyla başbaşa bırakmak en uygun tutumdur.
Kimilerinin
dediği gibi “Yalaka-salaka, bağnaz-yobaz, yılışık-karışık, şişkin-pişkin,
sap-saman, gerzek-geveze, aptal-şapşal, ahmak-avanak, ayva-armut,
oynak-manyak, nankör-hain, sapkın-satılık, geçim-o biçim, safsata-şamata,
hırsız-uğursuz, yalı-çalı, adî-alçak, uçuk-kaçık, madrabaz-maskara,
binek-dönek, arsız-yüzsüz, ahlâksız-onursuz, salatalık-muşmula, mütarekeci-mandacı,
numaracı-çıkarcı, şımarık-şirret, ayyaş-liboş” koalisyonlarından başlayarak
duyduk-larımızdan sözetmek bize yakışmaz. Yalanla yoğrulan, kendi sıfatlarını
başkalarına yükleyerek rezilliğini, pespayeliğini gizlemeye çalışan kanı,
sütü, mayası bozuklarla, kapı kapı dolaşıp yozlaşanlarla, ağzından çıkanı
kulağı duymayanlarla, yaptıklarından ve kendine söylenenlerden yüzü
kızarmayan fosilleşmiş bulaşıcılarla zaman yitirmemelidir. Sırıtarak,
kıvırtarak bildiklerini okurlar. “Misak-ı Millî tabusu” eleştirisiyle
yaptıranları bırakıp yapanları karalayarak 27 Mayıs Devrimi’ne, 28 Şubat
dönemecine karşı çıkarlar. Şimdiki yönetim de 28 Şubat’ın intikamı
peşindedir.
Teröristlere
kolaylık sağlanırken devleti, hak ve özgürlüklerini koruyanlar teröre açık tutuluyor
Değişim,
olumlu ya da olumsuz olur. İleriye doğru, beğeni toplayacak biçimde gelişme
olumlu değişimdir. Evreler, aşamalar, süreç, duyguda, düşüncede, yapıda,
varlıkta bireysel ya da toplumsal değişimi sağlar, gerçekleştirir.
Eğitim-öğretim, çalışma, görgü ve zaman, kimi etkenlerdir. Geriye doğru,
kınanacak bir belirginlikle iyiden kötüye dönüş, kazanılanı yitiriş, düşüş,
bozuluş, olumsuz değişimdir. Başka tanımları da yapılabilir ama özetlediğim
anlamıyla kavranması kolaydır. Peki, Recep Tayyip Erdoğan ne yapmış da
değişmiş? Konuşması, giyimi-kuşamı, düşüncesi, tutumuyla mı? Öncekinden ayrı
olan yanları ne? Kendinden önceki siyaset adamlarının söylediklerinin
kimilerini yinelemesi, onların açtığı yoldan yürümesi, yapılması gecikmiş
kimi işlem ve düzenlemelerin kendi zamanına rastlaması mı değiştiğinin
kanıtıdır? AB’yi o mu buldu? ABD ile “stratejik” olduğu söylenen dostluk onun
zamanında mı başladı? Yoksa onun için değişen Türk Ceza Yasası, Anayasa gibi
Ege, Kıbrıs, Güneydoğu sorunlarıyla Irak’ın kuzeyi konusunda, IMF ve AB
ilişkilerinde ödünler, gereksiz söz vermeler, yanlış adımlar, kimi suskunluk
ve içine sindirmeler ayrık mı tutuluyor? Haksız, gerekçesiz, nedensiz
görevden almalar, emekli işlemleri, atamalar, sırıtan kadrolaşma,
üniversiteleri uydu yapma, dinci eğitime ayrıcalık ve ağırlık verme, özel
okulları kullanma, değiştirilmesi bile önerilemez lâikliği tartışma,
sıkmabaşı kavga aracı yapma, özelleştirme yağma-talanını hızlandırma, ihale
oyunlarını genişletme, orman ve sit alanları kıyımı, barış ve eve dönüş
adıyla kendilerini ve yandaşlarını kurtarma kurnazlıkları, kendi
yolsuzluklarını kapatmak için baskıcı komisyonlar kurdurup başkalarını
suçlama, Bakanların gereksiz konuşmalarıyla savcılara baskıları nedir?
Teröristlere kolaylık sağlanırken devleti, hak ve özgürlüklerini koruyanları
teröre açık tutma, hedef gösterme çabaları ne oluyor? Bunlara ne demeli?
Demokrasiyi amaç değil, araç sayan görüşle, inanç katılığı, bağımlılığı ve
sömürüsü açıklayan söz ve şiirlerden dönüldü mü? İş çevrelerinin isteklerini
buyruk gibi algılama alışkanlığından, Millî Görüş birlikteliğinden gerçekten
vazgeçildi mi? Yabancıların katıldığı çarşaflı nikâh gösterileri, devlet
protokolündeki uygar görünümünü karartan (ayakları açık, başı bohçalı) giyim
biçimini “tesettür modası” olarak benimsetmeye çalışmak değişmek midir? İnsan
hakları, demokrasi kavramları ve hukuk kendi dinci açılımlarına elverişliliği
ölçüsünde kullanılmakta, bağımsızlıktan, hukukun üstünlüğünden, kadın-erkek
eşitliğinden, lâiklikten, Atatürk ilkelerinden, üniversite özerkliğinden,
yargı bağımsızlığından asla söz edilmemektedir. Tersine, Atatürkçülük ve
lâiklik suçlanmaktadır. Köktendinci terörün süre tanıdığı, takiyyelerin
sonucunu beklediği anlaşılmaktadır. Korkmasalar Atatürk’ü de suçlayacaklardır.
Hortumcuyu, soyguncuyu, rüşvetçiyi, hırsızı, katili, haini bırakıp tam
bağımsızlığı savunanlara yönelmişlerdir. Bunlar siyasal kapkaççı sayılmaz mı?
“Realist ve idealist çalışıyoruz” sözüne kimler kanar? Batı aydınlığına
karşı, doğu karanlığına yandaş olanlara, tiyatroyu, operayı, baleyi, bilimi,
felsefeyi, kültürü dışlayanlara kimse inanmaz. Memuru, işçiyi, emekliyi,
öğrenciyi, özürlüyü düşünmeyip bu kesimlerle alay edip gözdağı veren,
yurttaşlarını kolluk güçlerine dövdürenler, dokunulmazlığı sınırlama
sözlerini unutup kendi dosyalarını işlemden kaldıranlar değişmiş olamaz.
Ulusal egemenlikle ulusal istenci birbirine karıştırıp çoğunluk diktasına
kaymak, şeriat diktasına heveslenmek olumlu değişimi değil, geriye gidişi
anlatır.
Askerlere
çuval giydirmeyi kadınlara çarşaf giydirmekle bir tutuyorlar
Tanzimat-Meşrutiyet
kafası, mütareke zayıflığı ve yabancı bağımlılığıyla değişimden söz edenler
topluma zarar veren işgüzarlardır. Saplantılılara, soytarılığı kendine
yakıştıranlara bir şey demeye değmez. Yavanlıkları, yavşaklıkları çuvallara
sığmayacak mızraklar biçiminde. İbda-C’yi Hizbullah’ı, hücre evlerini, domuz
bağlarını, aczmendi ahlâksızlıklarını görmezlikten gelip irtica tehlikesi
olmadığını, yeşil sermaye dayanışması ve tarikat okulları bulunmadığını
söyleyip yazanlar da değişme reklâmcısı. Askerlere çuval giydirmeyi kadınlara
çarşaf giydirmekle bir tutanlar yanında, Irak’a asker göndermeyi dışsatımla
eşit gösterenler, Kıbrıs, Ege, Irak, ermeni ve kürt devletleri konularında
Türkiye karşıtlığını yabancılardan daha ağır biçimde, düşmanlık türü gündeme
getirenler de değişme özürlülerden. Demokrasiyi, bağımsızlığı, ulusallığı,
devleti, kamu mallarını, tarihsel ve doğal varlıklarla kaynakları savunmak
değişmemek sayılıyor. Satılmak, kiralanmak, uydu ve uşak olmaktansa, onursuz
kalmaktansa, değişmemek, aç kalmak yeğlenir. Ne verilse yiyip yutacak, ne
yapılsa içine sindirecek olanlar “adam” sayılamazlar. AB’ye katılmak yasadan,
antlaşma, anlaşma ve sözleşmeden çok kafayla, gönülle, anlayış ve tutumla
olur. Bizi AB karşıtlığıyla eleştiren çocuklara 1951’de öğrenci
kuruluşlarının “Avrupa” çalışmalarına katıldığımızı anımsatırım. Teslimiyetçi
tutum kişilikle bağdaşmaz.
Tayyip
Erdoğan değişti mi
Devletinin
eğitim düzenini karalayıp çocuklarını dost katkısıyla (!) yurtdışında okut,
kovuşturulacak bankacıların araçlarıyla seçim gezileri yap, Cumhurbaşkanı’na
saygı ve Silâhlı Kuvvetler’e güvenle bağdaşmayacak sözlerle davranışları
yinele, cami alanlarıyla ilgili yönetmelik kurallarını değiştir, çocuklarını
okutmayanlara uygulanacak yaptırımları yumuşat, devletin yayın organlarına
dalkavukluk sayılacak yoğunlukta propagandanı yaptır, Atatürk fotoğrafını
kaldırarak konuşmalarını banda aldır, “saydam, devrim, reform” sözcüklerini
kullanarak yasaları boz ve buda, vatan satıcılığına girişen vatan
arayıcılarının alkışları, övgüleriyle celâllen, bu mudur değişim, bu mudur
değişmek? Önceki çalışma arkadaşlarını yanına al, birçoğunu devletin önemli
yerlerine oturt. “Baba gibi satmak”tan “Bankalarda faizsiz şeriat yöntemini uygulamak”tan
sözedenler, hiçbir çekinme duymadan yakınlarına iş verenler, kamu mallarını
oldu bittilerle ellerine geçirenler, neler neler… YAŞ kararlarına “muhalefet
şerhi” koymanın yürürlükteki Anayasa karşısında hiçbir önemi, “kıymeti
harbiyesi” yokken, sırf tabana selâm için bunu yapmak değişmek midir?
“Muhafazakâr demokrat” söylemi de anlamsız, yararsız, içi boş bir öykünmedir.
Tıpkı “Milliyetçi-mukaddesatçı, Türk-İslâm Sentezi” söylemleri gibi aldatıcı
ve tutuculuk ağırlıklı gösteri sözüdür. Hem demokrat, hem muhafazakâr
olunamaz. İslamiyet yalnız AKP için midir, yalnız onun inancı mıdır,
islâmiyetin temsilcisi midir ki islâmiyetle demokrasiyi anlaştıracak,
bağdaştıracaklarmış. İslâmiyet değişmeyeceğine göre demokrasiyi islâmiyete
uydurarak dinselleştirecekler. Kendileri “Zaman sana uymazsa sen zamana uy”
ilkesini benimseselerdi zorunlu olmadığı bayan Bakan ve Milletvekillerinin
kullanmamasıyla doğrulanan sıkmabaş için direnmez, kavga çıkartmazlardı.
Değisselerdi lâik devlet yöneticilerinin de bu niteliğe uygun gören anlayışı
içinde olmalarını benimserlerdi. En çağdaş milliyetçilik, barış ve dostluğa
açık Atatürk milliyetçiliğidir. Demokrasi inançlar yönünden yansızdır, kamu
düzenini bozmadıkça dinle ilgisi yoktur.
Değişme
gerçek olsaydı, değişene uyumla yönetim katlarında ve toplum yaşamında da
belirtileri izlenirdi. Orman yangınları mı, trafik kıyımı mı durdu? Terör mü
kesildi? Eğitim, sağlık, yargı hizmetleri mi iyileşti? Memurun, emeklinin,
işçinin yaşam güçlükleri mi azaldı? Daha az para ile daha çok mal mı
alınıyor? Aylık ve ücretler arttı mı? Gelir dağılımındaki adaletsizlik sona
erip denge sağlandı mı? Vergi yitikleri, enerji kaçakları, kaçakçılıklar
önlendi mi? Hırsızlık, kapkaç, iflâs, intihar, yaralama ve öldürme azaldı mı?
İç ve dış borç yükü hafifledi mi? Bütçe açıkları kapandı mı? IMF baskısı ve
boyunduruğu kalktı mı? Başta Anayasa, nice antidemokratik kural değişti mi?
Siyasal partilere Hazine yardımı kesildi mi?
Gözboyacı,
doyurucu ve gerçekçi olmaktan uzak, AB’ye “işte yapıyoruz” iletisi amaçlı,
bir iki sözcük ve tümce değişikliği içeren düzenlemeleri, kafası
değişmeyenler, reform sanıyorlar. Oysa aynı uyum yasaları insanımıza birşey
getirmiyor, baskı kuralları durduğu gibi “cemaat” yapısı hortlatılıyor. Bir
de kalkıp komutanların konuşmalarına takılıyorlar. Orgenerallere konuşma
öğretmek “ölçüsüzlüğü”ne düşerek. Kendilerinin kim ve ne olduklarına
bakmadan. Emekliliği yalnızlaşma ve güvencesizlik sayıp veryansın ederek. 1.
Ordu Komutanı’nın ve Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri’nin haklı, doğru,
zamanında konuşmalarını kimi gazetelerin veriş biçimindeki çirkinlik ibretle
izleniyor. Komutanlar kişisel görüşlerini açıklıyorlar. Buna kimse bir şey
diyemez. Uygun ortamda, törenlerde konuşuyorlar, çok doğal. Öyleyse neye
kızıyorlar, işlerine gelmediği için. Bu konuşmalar Silâhlı Kuvvetler adına,
onu temsilen, onun sözcüsü olarak yapılmıyor. Ama Silâhlı Kuvvetler içinden,
yetkili, görevi sona erse de hizmetten ayrılmadan yapılıyor. Demek ki ayrı
düşünenler olduğu bir gerçek. Olmalı da. Mustafa Kemal’in Büyük Taarruz
Plânı’na karşı çıkanlar da olmuştu. Bu durumları yurtsever komutanları alaya
alıp yıpratmak ve birbirine karşı göstermek için kullanmak düzgün kişilikle
bağdaşmaz. Birleşmiş Milletler kararı bir yana, TBMM karar vermeden, oy
kullanacak milletvekillerini etkileyecek biçimde yapılan konuşmalara
değinmediler. Çünkü işlerine öyle geliyordu.
Komutanların
konuşmaları Genelkurmay’ı bağlamasa da önemlidir, yabana atılamaz
Hiç
kuşkusuz Genelkurmay adına Genelkurmay Başkanı ya da yetkili kılınan görevli
konuşur. Genelkurmay’da ilgili birimlerden geçmeden, komutanlarca üzerinde
birleşilip sonuca varılmadan Genelkurmay görüşü oluşmaz. Bu duruma gelen
görüşler Genelkurmay Başkanlığı’nın, bunun dışındakiler ise Genelkurmay
Başkanı’nın görüşüdür, yani kişiseldir. Genelkurmay Başkanı’nın her sözünü,
söyleşilerdeki yanıt ve esprilerini Genelkurmay Başkanlığı’na bağlayıp
değerlendirmek de kanımca yanlıştır. Hani “Hükümetle orkestra düzeninde, şiir
gibi çalışıyoruz” denildiği yazılmıştı ya. Komutanların konuşmaları
Genelkurmay’ı bağlamasa da önemlidir, yabana atılamaz, gülünüp geçilemez.
Bunları bahane sayarak özgün görevli, ölme ödevli askere sataşmak, onun
üzerinden yazarlık ve demokratlık görünümüyle siyaset yapmak, kimilerine
yaranma yarışına katılmak son derece sakıncalıdır. Askere ya da başka
birilerine dalkavukluk da kişiliksizlerin, onursuzların işidir. Doğrudan,
gerçekten, haklıdan yana olmak başlıca erdemdir. Konuşmalarda adları
geçmemesine karşın portreleri çizildiği için “yarası olan gocunur” sözünü
anımsatan bir feryatla ortaya çıkıp esip savuranlara bakmak yeter. Ne konular
kimlere kaldı, üzülmemek elde mi? Komutanların söylediği doğrular,
siyasetteki “eğri”leri rahatsız etti. Yardakçı ve hacıyatmazlarla Silâhlı
Kuvvetler’e çatmayı yüreklilik sayan kimi aymazlar neler yazıp söyleyecekler
göreceğiz. Olumsuz belirtilerin artmasına karşın kararsız ve umutsuz
olmayacağız. Medyatik neferler ne yazarsa yazsın..
Değişim
oyun değil, olgudur, olgunluktur. Lâf ebeliği ile, afra-tafra, cart-curt,
zart-zurtla olmaz. Zorla, baskıyla olmaz. Yapaylık sırıtır. Değişim,
pompalama ve reklâmla, çığırtkanlık ve gürültü ile olmaz. Bozulma değil,
düzelme ve gelişmedir. İniş değil, yükseliştir. Daha doğrusu, anlamlısı,
değerlisi, önemlisi ve ciddiye alınması gerekeni böyle nitelikli, düzeyli,
beğenilir olanıdır.
Tutuculuktan
özgürlükçülüğe ve ilericiliğe, dikta hevesi ve özentisinden demokratlığa,
darbecilikten devrimciliğe, sertlik ve şiddetten anlayışlı ve hoşgörülü
olmaya, para tutkusundan özveriye, büyüklenmeden alçakgönüllülüğe,
serkeşlikten efendiliğe, bilgisizlikten bilgilenmeye, terbiyesizlikten
saygınlığa geçiştir. Değişenin kendi savından çok karşısındakiler bunu saptar
ve doğrular. Gerçek olup olmadığı belirlenir.
Değiştiği
savlananlar yerinde saymıyor geri gidiyorlar
Ülkemize
özgülersek, kurtuluş ve kuruluşun iç ve dış koşullarını, ortamı, olanakları,
Türk Mucizesi’yle Türk Devrimi’ni, teokratik monarşiden demokrasiyi yaşama
geçiren cumhuriyeti, İkinci Dünya Savaşı’nı bilmek, kul-kölelikten bireyliğe
ve yurttaşlığa, ümmetten ulusa yükselişi anlamak istemeyenlerin, 1919-1950’yi
suçlayıp sonrasını ve sorumlularını övenler koalisyonunun, tanıklığı,
itişiyle değişme kabûl edilemez. Bunların diktesi ve diktası değişken
olduğundan değişmeye dayanak alınamaz, kanıt olamaz.
Değiştiği
savlananlar ve sanılanlar, yerinde saymıyor, geri gidiyorlar. Ufku olmayanın,
ilericiliği kınayıp tarikat ve âşiret düzenine yapışanların, karanlığı
çağrıştıranların nasıl değiştiği sürekli tartışılır. Değişmeyen, değişmesi
olanaksız olan kimseyi değişmiş gösterip tanıtarak halkı aldatmak
kişiliksizlikten kaynaklanır. Ama özellikle tutulmuş görevliler gibi şeriat,
çıkar, gösteri dürtüsüyle çabalayan pompacılar var. Yönetimden,
yöneticilerden, cıvık ilişkilerden bir şeyler umarak gündemde kalmak, caka
satmak güdüsü pompacıyı küçültür, bitirir. Bunların değeri “üfürük”ten öte
“tükürük”leşmeleriyle hiçleşir. Her tasmaya uyan boyunlarını yeni sahiplerine
uzatarak çöplükten çıkmaya çalışırlar.
Hukukçu
geçinip ancak fakülte 1. sömestri öğrencisi düzeyinde bilgisi olanların
kılavuzluğuyla değişim gülünçlüktür. Yaş, eğitim, yetenek, psikoloji de
değişimin etkenleridir. “Değiştim” ya da “Değişti” demekle, sözle, olumlu bir
gelişme denilecek değişim olsaydı değişmeyen pek az kimse kalırdı. Değişim,
densizlerin, patavatsız ve saygısızların, kişiliksizlerin savunacağı bir olgu
değildir. Onlar kötülüklerin koruyucusudur. İyilikleri, olumlu gelişmeleri
yazamazlar. Elleri titrer, parmakları uyuşur, dilleri tutulur. Ancak kendi
adlarını, sıfatlarını, niteliklerini söylerken dilleri çözülür.
Patronlarından
korkup ilericilere saldırıyorlar
Atatürk
ilkelerini yadsıyan, soylu davranışları kınayan, ABD ve AB körükçülüğüyle
kararan yeni sömürgeci-mandacı anlayışın duyuru tahtası ve düdüğü durumundaki
yalancı ve karaçalıcılar herkesi kendileri gibi sanıyorlar. İlerleme,
kalkınma, demokratikleşmeyi bunlar konuşmayı öğrenmeden isteyip savunuyor, bu
yoldaki çabaları destekliyorduk. Kendileri bu kavramları Türkiye’mize getirip
kurumlaştıran, yurt kavramını, ulus kurumunu somutlaştıran Atatürk’ten,
çağdaşlaşmayı onurla gerçekleştirmeyi amaçlayan Atatürkçülükten korkuyor, bu
nedenle Atatürkçülere saldırıyorlar. Patronlarından, etnik ve köktendinci
terörden, para babalarından korkuyorlar. Utanmadan, gerçek ilericileri, gerçek
demokratları, gerçek yurtseverleri suçluyorlar. Bugünlerde tepkisiz kalıp
izlemekle yetinenlerin Atatürk’e söz verenlerin, and içenlerin, sessizliğe
gömülen yetkili ve sorumlularının donukluğu düşündürüyor. Neredeler? Dizleri
titreyerek ayakta durulmaz. “Kızıl elma koalisyonu” benzetmesiyle kendi
özlemlerini dışa vuran, ırkçı-turancılık kuruntusuna kapılan, barışcı ve
ulusalcıları suçlayan “verkurtulcular”, ilkelerde birleşmenin gerçek gelişme
ve değişme olduğunu ayırt edemeyecek ölçüde körleşmişlerdir. Savunup
alkışladıkları değişim keşke gerçek olsaydı da yararlansaydık, sevinseydik.
Göreceğiz. İnkâr, iftira, ihtiras, ihânet kendileri için mârifet olanlara
“iyi saatler!” diyelim.
Açıklama:
Zaman
zaman kimi aymaz, bağnaz ve sapkın “28 Şubat’ın kışkırtıcısı” olarak adımı
vermektedir. O dönemde Anayasa Mahkemesi Başkanı olarak görevimin gereklerini
yerine getirme özenimden başka bir çabam olmamıştır. 28 Şubat’ın oluşumuyla
hiçbir ilgim yoktur. Fikri olan, 28 Şubat’ın fikir babalarından olduğumu söyleyemez.
Bu, gerçekdışı sav, usdışı bir yaklaşımdır. Ama 28 Şubat kararlarını
benimsiyor, çok doğal, hukuksal ve demokratik buluyorum.Anayasa’nın 174.
Maddesi’nde belirtilen Devrim Yasaları’nın yadsınması ve irticanın
Başbakanlık konutundaki gövde gösterisi karşısında görev bilinci olanlar
başka şey yapamazdı. Yalanla yaşayan dönek ve terbiyesizlerin yakıştırması
keşke gerçek olsaydı, katkım bulunsaydı, övünürdüm.
|