Dernekleşme etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Dernekleşme etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

31 Ocak 2018 Çarşamba

ALMANYA’NIN KÜRT POLİTİKALARI VE TERÖRDEN SİYASİLEŞMEYE PKK İSYANI, BÖLÜM 3

ALMANYA’NIN KÜRT POLİTİKALARI VE TERÖRDEN SİYASİLEŞMEYE PKK İSYANI, BÖLÜM 3

Avrupa’da Dernekleşme ve Kurumlaşma Dönemi 

Olaf Palme’nin öldürülmesi gibi trajik bir cinayetin işlenmiş olması dahi Avrupa’nın PKK’yı sahiplenmesini engellememiştir. Palme cinayetinin en önemli öğesi PKK terör örgütü iken, Avrupa devletleri global derin güçlerle 
bağlantılı örgütü ödüllendirircesine kurumlaşmasına izin vermiş ve parasal destek sunmuşlardır. 

Örgüt bu zamanda birçok ülkede faaliyetlerine devam edip, Kilise çevresinden, Avrupalı Komünist ve Sosyalistlerden, Yeşillerden, Ermeni ve Rum lobilerinden, hatta el altından devlet yetkililerinden destek almaya 
devam etmiştir. 1985 yılından sonra örgüt hemen her ülkede örgütlenerek, çok sayıda dernek ve kurum meydana getirmiştir. 

 Bu zamanda Avrupa’da faaliyet gösteren örgüte ait bazı kurumlar şunlardır. 

—Mezopotamya İşçi Kültür Derneği Berlin’de 

—Başta Köln ve birçok Almanya şehrinde Serxwebun dergi büroları 

—Halk Kültür Derneği Nünberg’de 

—Birçok Avrupa ülkesinde Feyka Kürdistan adlı derneğin büroları 

—Kürdistan İşçi Dernekleri, Basel, Zürih ve Freiburg’ta, 

—Paris merkezli olan Kürdistan Komite adlı derneğin İsviçre, Hollanda, Danimarka ve Avusturya’da büroları bulunmaktaydı. Bu kurumun “Kürdistan Bülten” adlı bir yayını var olup Almanca, Fransızca ve İngilizce 
basılmaktadır. 

—HÜNER-KOM Merkezi Düseldorf’ta olup, Hannover, İsviçre, Hollanda, Fransa ve Libya’da büroları vardır. HÜNER KOM adlı bir yayını var olup, Türkçe ve Kürtçe yayınlanmaktaidi. 

— FEYKA-KÜRDİSTAN ( Federasyona Karkeran Kürdistan-Kürdistan Yurtsever İşçiler Federasyonu), Merkezi Bonn’da olup, Köln, Diusburg, Berlin, Celle, Hannover, Hamburg, Nünberg, Frankfurt, Giessen, Manheim, Sarburgheim ve Stutgart’ta büroları bulunmaktaydı. Yılda iki kez çıkan “Feyka-Kürdistan” adlı bir yayını  bulunmaktaydı. 

Örgütün bu zamanda Alman Komünist Partisi, Fransa Komünist Partisi, Yeşiller Partisi, Fransa, Almanya, Avusturya ve Yunanistan Sosyal Demokrat Partileri ile yakın ilişkileri vardır. Bunun yanı sıra Kürdistan Halkının Dostları Derneği ve LONGO MEİ (Mülteci Haklarını Koruma Kurtuluş) kurumu ile de ilişkileri üst düzeyde sürmüştür. 

Örgüt, bu dönem silahlı militan temininin önemli bir kısmını Avrupa’daki mültecilerden sağlamaktadır. Avrupa’ya yerleşmek ve burada çalışmak isteyen herkes, örgütün talimatıyla Türkiye’de baskı gördüğü bahanesini 
kullanmakta ve siyasi iltica talebinde bulunmaktadır. Hatta bu şekilde hareket etmeleri yönünde Avrupalı devletlerin yönlendirmesi olmaktadır. Almanlar, Yunanlılar ve Fransızlar Türkiye’den gelen kaçak olarak ülkelerine giren göçmenleri kamplarda tutmakta ve PKK kadrolarını bu kişilerle görüşme yapmaları için kampa davet ederek, örgütün elaman kazanmasına yardım etmektedir. Bu durumu çok iyi kullanan örgüt, bu ülkelerde kurduğu dernekler üzerinden bahse konu ülkelerce doğrudan muhatap kabul edilmekte ve tüm iltica başvurularına taraf olmaktadır. İlticası kabul edilenler artık ister istemez PKK’ya hizmet etmek zorunda kalıp, örgüte en azından mali destek sunarken, iltica edemeyenler ise örgüt tarafından Suriye ve Irak’taki kamplara savaşçı (Şervan) olarak aktarılmaktadır. 

Bu dernekler ve kurumlara giden kişilere Almanya’da kalmaları için her türlü destek verilmekte, iltica başvuruları konusunda Alman makamlarıyla görüşülmekte ve bu kişiler zaman zaman eğitime tabi tutulmaktadır. 
Konu ile ilgili bilgi veren Erkan S.’ın ifadesinde Örgütün Avrupa’ya giden kişilere nasıl barınma sağlayıp, eğittiği ve sonrasında kırsala gönderme süreci net olarak ortaya konmaktadır. 

E. S.; “1998 yılı içerisinde İzmir Emniyet Müdürlüğünden aldığım pasaport ile Almanya'ya gittim. Amacım Almanya'yı gezmekti. Almanya' ya gidince dönmemeye karar verdim. Pasaportumu yırtarak attım. Önce Alman makamlarına giderek Kürt olduğumu, askerlik yapmak istemediğimi, Türkiye Devleti tarafından Kürt kökenli insanlara haksızlık yapıldığını  gerekçe göstererek İltica talebinde bulundum. 

Sonrada Almanya'nın Dresden kentinde bulunan örgüte ait derneğe gitmeye başladım. Bu dernek de Örgütsel Cephe çalışmaları yapılıyordu. Bildiğim kadarı ile bu dernek de kadro yani örgüt üyeleri bulunmakta idi… Ancak toplanan paraların hangi kanaldan örgüte aktarıldığını bilmiyorum. 1999 yılında dernek sorumlusu olduğunu ancak ismini hatırlamadığım 35-40 
yaşlarında bir şahıs beni çağırarak "on günlük gençlik eğitimi var git bu eğitimi al. Bu eğitim sana iltica talebinde ikinci kez bulunduğunda yardımcı olur" dedi. Bende kabul ettim. Bu eğitim Hollanda da idi. 5-6 kişi ile birlikte bizi bir araba ile Hollanda'nın ismini hatırlamadığım bir kentine götürdüler. Yaklaşık 40 kişi olduk. On gün kadar eğitim aldık. Eğitimde PKK tarihi, Kürdistan Tarihi, gibi eğitimler aldık. Eğitim Dersim Kod adlı bir şahıs tarafından verildi. Eğitimin yapıldığı yer Çiftlik tipinde bir kamp yeri idi. Bu kampta bana Jihat Kod adı verilerek benden öz geçmiş raporu alındı. Öz geçmiş raporumu kendim yazarak verdim… 

Eğitim sonrası Dersim Kod tekrar üç aylık bir eğitimin olduğunu bu eğitime de katılmamız gerektiğini söyledi. Bu eğitimin benim için iyi olacağını, bu eğitim sonrası istersem kalabileceğimi istersem de gidebileceğimi söyledi. Bende kabul ederek aynı yerde eğitime tabi tutuldum. Bu eğitim daha kapsamlı oldu. Eğitim genelde örgütlenme üzerine yapıldı. Bu eğitimi aldıktan sonra örgüt üyesi durumuna geldik… 

Üç aylık eğitim tamamlandıktan sonra eğitime katılanlarla ilgili planlamalar yapıldı. Gruplar halinde Avrupa’da çeşitli ülkelere gönderildiler. Burada örgüt adına faaliyetler yürüteceklerdi. Eğitimci Berfin Kod bana "seni kırsal alana Ülkeye göndereceğiz" diyerek, kırsal alana gönderilene kadar beni aynı şehirde bulunan örgütün ÜLKE BÜROSU diye adlandırdığı bir örgüt evine gönderdiler… Bu şahısların örgüt adına görevi Hollanda'dan kırsal alana gönderilecek örgüt mensuplarına sahte kimlik ve pasaport temin etmek ve kırsala gidinceye kadar barınmalarını sağlamaktı…2000 yılı Ağustos ayının sonlarında bana TOLGA isimli soyadını ve hangi nüfusa kayıtlı olduğunu hatırlamadığım üzerinde benim fotoğrafım yapışık sahte pasaport verilerek Hollanda'dan uçakla İran-Tahran'a gönderdiler…”şeklinde ifadesiyle örgütün iltica konusu üzerinden nasıl elaman kazanma faaliyeti yürüttüğünü göstermiştir. 

Kırsal Alandaki Başarısızlıklar 

1985 yılı içerisinde Avrupa alanında çok önemli başarılar kazanılırken, Türkiye’de işler örgüt adına pekte iyi gitmemektedir. PKK militanları, Eruh ve Şemdinli baskınlarındaki gibi başarının her zaman tekrarlanacağını 
düşünerek çok sayıda silahlı eyleme girişmiş fakat bu eylemelerde çokta başarılı olamamış ve örgüt birçok militanının silahlı çatışmalarda kaybetmiştir. 

Aldığı önemli darbeler nedeniyle eylem metodunda yeni değişikliklere gidilerek 1985 yılı sonlarına doğru güvenlik güçleri ile çatışmak yerine köy baskınları yapılması ve bölgede güvenlik zafiyetinin üst düzeye çıkarılması 
kararlaştırılmıştır. Örgüt, 1985 yılındaki eylemler için “var olma savası ve direnişi” 75 adını vermiştir. 

Askeri birliklerin ve köy korucularının müthiş karşı koymalarıyla ve alınan tedbirlere rağmen örgütün bölgede tekrar başarıyı sağlama yönünde ilerleme kaydettiği görülmüştür. Cem Ersever 1985 yılı sonlarını 
kastederek, sihirli bir el bitme noktasına gelen örgütü yeniden diriltti demektedir. 

1985 yılında örgütün ortaya koyduğu başarı gelecek yıl için yeni planlamaları gündeme getirmiştir. 1986 yılında yapılacak eylemlerin hazırlıkları oldukça uzun bir zaman almış ve HRK bu dönemi “1986 Bahar Atılımı” olarak adlandırarak, Mart ayında güvenlik kuvvetlerine yapılan ilk saldırı ile eylemlere başlamış ve aynı şiddetle devam ettirmiştir. 

1986 yaz ayları süresince devam eden “vur-kaç” biçimindeki eylemler Güneydoğu Anadolu bölgesindeki birçok insanın ölmesi ve tarihe HRK’nın en kanlı eylemleri olması sonucunu doğurmuştur. Bu başarıya rağmen PKK 
terör örgütünün önemli isimlerinden olan ve HRK’nın komutanı Mahzun Korkmaz’ın Siirt’te girdiği çatışmada ölü ele geçirilmiş ve bu olay militanlar için demoralize bir durum meydana getirmiştir. 

 PKK’da İç İnfazlar ve İttifak Arayışları 

1986 yılına gelindiğinde örgüt yeni hedefleri için kongre hazırlıklarına girmiştir. Kongrede ana gündem maddesi, örgüt içi iç hesaplaşma ve cezalandırmalar olmuştur. III. kongrenin hazırlık aşamasında Öcalan’ın 
talimatıyla yaklaşık 200 örgüt mensubu hain ve işbirlikçi oldukları gerekçesiyle Lübnan’daki Helve kampında infaz edilmiştir. 

26-30 Ekim 1986 yılında Suriye’nin Lübnan sınırındaki Helve kampında III. kongre gerçekleştirilmiş ve Helve kampının adı Mahsun Korkmaz Akademisi olarak değiştirilmiştir. Kongreden çıkan en önemli kararlar ise; örgütün 
gelişimine engel olan unsurların bertaraf edilmesi, dış ittifakların geliştirilmesi, GKK (Geçici Köy Korucuları)’nın etkisizleştirilmesi için mücadelenin arttırılması, zorunlu askerlik yasası gereğince her evden bir kişinin kaçırılarak örgüt saflarına kazandırılması ve HRK’nin adının ARGK olarak değiştirilmesi olmuştur. 

Örgüt kongrede aldığı kararlar gereğince katliamlarına hız vermiş, bu doğrultuda, 1986 yılı kış döneminde 67 masum köylü ajan-işbirlikçi veya ilişkiye karşı suçlamalarıyla cezalandırılarak öldürülmüştür 76. Bu zamanda en önemli PKK katliamı ise Mardin’in Ömerli ilçesinin Pınarcık köyünde yaşanmıştır. Köyü basan örgüt militanları, kendilerine destek vermek istemeyen c için 30 köylüyü infaz etmiştir. 

Öcalan yeni kurulan ARGK’nın stratejisi için; “Evet, yurtdışındaki bu kısa faaliyetimizin ardından ülkeye nihai bir dönüsü gerçekleştirdiğimizi sanıyoruz. Artık ülkeye girmek ve bir müddet sonra tekrar yurtdışına çıkmak olmayacaktır... Bir daha sökülmemecesine topraklarımıza yerleşip kök salmak için dağlarımız ve halkımız uygundur... ” ifadeleriyle PKK’nın hangi seviyeye geldiğinin ip uçlarını vermiştir. 

PKK örgütü dönem itibariyle güçlü bir çıkış yaşamış olsa da elde ettiği güçle bu süreçte halka yönelikte şiddet hareketlerine girişmiştir. Örgüt 1986 sürecinde ekonomik kurumlara yönelmiş, okulları yakmış, öğretmenleri, işçileri, din görevlilerini öldürmüş ve bununda ötesinde Kürt halkının kendisine yönelik katliamlara girişmiştir. 

Bu girişimler vatandaşlarda büyük tepki uyandırmış, 24 Ekim 1986 tarihinde yasa olarak yürürlüğe giren geçici köy koruculuğu müessesi bu tarihten sonra büyük ilgi görmeye başlamıştır. Örgütün eylemlerinin tepki 
çekmesinden sonra katılımlarda belirli bir düşüş yaşanmaya başlamıştır. Bu dönemde askeri gücün 50 bine çıkarılması hedefi olmasına rağmen, katılımdaki azalma nedeniyle yeni hedefler yeniden revize edilmiştir. 

Kongre sonrasında bir kısım örgüt militanları kurşuna dizilirken, Abbas Kod Duran Kalkan, Selim Hoca Kod Selahattin Çelik, Fuat Kod Ali Haydar Kaytan, Gözlüklü Cafer Kod Ali Çetiner ve Fatma Kod Kesire Öcalan’a ise 
yeni bir şans verilmiş ve Avrupa sahasına gönderilip kendilerini yeniden kanıtlanmaları istenmiştir. 

1987 yılına gelindiğinde, örgüt “gönüllü-yükümlü ve zorunlu askerlik yasası” uygulamasını başlatmıştır. Bu uygulamaya göre her aileden bir kişi örgüte kazandırılacaktır. Katılımların sınırlı kalması nedeniyle belirlenen hedefe ulaşmak için köylerden 13-14 yaşlarındaki çocuklar kaçırılarak Irak’taki kamplara gönderilmeye başlanmıştır. 

1988 yılında Irak lideri Saddam Hüseyin’in Kuzey Iraktaki Peşmergelere kimyasal silahlarla saldırması üzerine on binlerce (yaklaşık 80 bin) Kürt, Türkiye, Suriye ve İran’a sığınmıştır. örgüt militanları bu göçler sırasında mültecilerden ikna ettiği gençleri ve aralarından kaçırdığı çocukları Bekaa’ya götürerek kadrolarına dahil etmiştir. 

1987 yılında diğer önemli bir gelişmede PKK ve IKDP arasındaki işbirliği protokolünün ortadan kalkmasıdır. Daha öncede ifade ettiğimiz gibi PKK yöneticileri KDP ile ittifak yaparak Irak sahasında üstlenme izni almış, ardından da KDP topraklarını ele geçirerek silahlarına el koymuştur. 

 Talabani’nin partisi KYB ise KDP’den kopan bir parti olup, Batı ülkeleri nezdinde kendini kabul ettirmek ve bölgede daha güç sahibi olmak için ittifak arayışlarına girmiştir. KYB bu doğrultuda 1987 Kasım ayında 
başlayan görüşmelerin akabinde 1 Mayıs 1988 de PKK ile işbirliği protokolü imzalayarak, KDP’ye karşı ittifak elde etmiştir. 
Protokole göre; silahlı mücadele ortak bir cephede geliştirilecek ve her örgüt kendi bölgesinde faaliyetlerinde bağımsız olacaktır 77. Öcalan bu anlaşmayla Talabani’nin Batı ülkelerindeki etkisini kullanmayı hesap etmiş ve Talabani de bunun karşılığında Batı ülkelerindeki toplantılarda bölgedeki güçler adına konuşabilme yetkisini almıştır. 

PKK, KYB protokolünü iyi kullanarak 15 Nisan 1988’de Lazkiye’de bir toplantı organizasyonu gerçekleştirmiş, KUK, KAWA, KOMAL ve diğer örgütlerinde toplantıya katılımını sağlayarak “Devrimci Birlik Platformu” adı altında bir birliğin oluşmasını sağlamıştır. PKK anlaşmayla bu örgütleri silahlı mücadeleye çağırırken, onların Avrupa’daki kadrolarını eline geçirme hesaplarına girmiştir. 

III. Kongre Sonrası Avrupa Faaliyetleri 

Ekim 1986 yılında gerçekleştirilen III. kongrenin akabinde, yurt dışındaki örgütlenme ve kamp faaliyetlerinin yanı sıra, demokratik politik faaliyetlerin geliştirilmesi de kararlaştırılmıştır. Bu tarihten sonra, önceden gizli olarak 
devam eden diplomatik ilişkiler aleni olarak yapılmaya başlanmıştır. PKK’nın bu dönemdeki diplomatik ilişkilerinin muhatabı ise genellikle ülkelerin istihbarat örgütleri, sözde demokratik kitle örgütleri ve Marksist-Leninist Avrupalı partiler olarak görülmektedir. 

Kendilerini kültür, hukuk, sağlık alanları ile insan hakları konusunda vazifeli tayin eden bir takım çevreler ve bir kısım Avrupalı ülkeler, ülkelerinde meydana gelen hukuksuzlukları ve anti demokratik uygulamaları görmezlik ten gelirken, özellikle Türkiye gibi ülkeleri müfettiş edasıyla denetlemeye kalkıştıkları bilinmektedir. İşte bu kurumlardan bazıları 1987 yılından itibaren PKK ile önemli diyaloglar içerisine girmeye başlayarak, ülkemizdeki 
her soruna PKK’nın penceresinden bakmaya başlamışlardır. 

1987 yılında çok sayıda dernek ve kurumun desteğini alan örgüt, özellikle Almanya’da pervasızca hareket etmeye başlamıştır. Örgüt çeşitli yerlerde aleni olarak infazlar ve cezalandırmalara girişerek, halktan zorla para 
almaya başlayınca, kısmen de olsa Alman hükümetinin baskısı ile karşılaş mıştır. Alman polisi 27 Temmuz 1987 tarihinde Köln şehrinde 4 ayrı örgüt evine baskın yaparak, örgütün paravan kuruluşu olan Avrupa Kürdistan  Komiteye ait 700 bin Deutsche Mark paraya ve 152 parça altına el koymuştur 78. 

Yaşanan bu olaylar her ne kadar örgütün aleyhineymiş gibi görünse de akabinde sivil kuruluşların ve Kilisenin daha da ilgi ve desteğini yanına çekmiştir. Almanya, Fransa ve İngiltere’de Kilise yönetimleri daima 
PKK’nın hamiliğini yapmıştır. Alman polisinin 1987’deki baskını ve Avrupa ülkelerinin ileriki yıllarda PKK’ya karşı alacağı tüm önlemler sadece göstermelik olmaktan ileri gitmemiştir. Bu gibi kısır girişimler sadece Türkiye’nin baskılarından kurtulmak için tasarlanan ve örgütü çokta rahatsız etmeyen girişimler olmuştur. 

Örgütün üst düzey yöneticilerinden Şerafettin Kaya’nın daha sonraki yıllarda Öcalan’a verdiği bir rapor bu durumu açıkça ortaya koymaktadır. Kaya, 24 Ağustos 1995 tarihindeki raporunda; ”…yani PKK’nın uluslararası 
düzeyde öyle bir yapılanması yaratılmış ki, mücadele veren güç yürekten değil, görünüşte terörist ilan edilmiş. Mesela ben şu gerçeği ifade edeyim: Almanya hiçbir zaman yürekten, PKK’yı terörist örgüt olarak kabul etmez. Fakat görünürde, uluslararası hukuk bağlantısı içerisinde taktik olarak “terörist örgüt” ilan eder. ABD’nin de, Fransa’nın da, İngiltere’nin de tavrı budur” 79 şeklinde ifadelerine yer vermiştir. Bu ifade, gerçekleri tam olarak özetleyen bir itiraf olarak kayıtlarda yerini almış olup, tarihi bir belge konumundadır. 
1987 yılında diğer bir ilginç buluşmada Öcalan ve Sovyet istihbarat yetkilileri arasında olmuştur. Öcalan 1987 yılında Pragda KGB’nin şefleriyle görüşmüş, görüşme boyunca Öcalan kendisi överek, KGB’ye ben varsam PKK vardır imajını vermeye çalışmıştır. KGB Şefleri ‘bizden ne istiyorsanız, bize yazılı olarak verin’ demişlerse de Öcalan yazılı hiç bir şey vermemiştir. Yazılı bir istek yerine Moskova' ya gidip bir kaç gün dinlenmek istediğini söylemişse de, bu istemi kabul edilmemiştir. Kendisine dinlenme adresi olarak Bulgaristan gösterilmiş ve Öcalan'ın cebine bir kaç bin dolar para konularak, Bulgaristan’a gönderilmiştir. 

1987 yılında Öcalan tarafından Yunanistan’a “Müdahale Grubu” adı altında birkaç kişilik silahlı örgüt mensubu gönderilmiştir. Grubun amacı Atina dışında bulunan ve görünüşte BM’lerin finanse ettiği Lavrion kampının gayri resmi denetiminin PKK’ya geçmesini sağlamaktır. 
Lavrion kampı Yunanistan’a gelen ve yakalan mülteciler ile Türkiye karşıtı tüm etnik Kürtçü ve Türk solu örgütlerin üstlendiği bir eğitim kampı konumdadır. 
Kampta PKK, Rızgari, DHKP/C, Partizan, MLKP, Halkın Kurtuluşu, MKP, TKP-ML ve diğer örgütlerin militanları barınmakta olup, burada silahlı eğitim görmektedirler. 

 Cemal Kod adlı militanın liderliğindeki Müdahale grubu ilk olarak Atina merkezde bulunan PKK Atina bürosuna yerleşerek, Atina sorumlusu Sait Durmuş’tan görevi devralmak olmuştur. Cemal Kod ve adamları akabinde kampta tahta kaleşnikoflarla geçit töreni yapıp, sonrasında da Rızgari grubuna saldırmışlardır. Bu saldırısı sırasında bir Rızgari örgüt mensubu Yunan polisinin gözleri önünde bir çok yerinden bıçaklanarak öldürülmüş tür. 

PKK grubu bu olaydan kısa bir süre sonra da Türk soluna üye diğer militanlara saldırarak, onları kamptan atmaya çalışınca olaylar büyümeye başlamıştır. Partizan ve Halkın Kurtuluşu üyeleri yaşananları hemen Yunan ve Avrupa kamuoyuna bildirerek, önlem alınmasını istemişlerdir. Bu iki örgütten cesaret alan diğer Kürtçü örgütlerinde birliğe dahil olup, açlık grevine girmeleriyle Yunan Polisi kamptaki PKK’lıları çıkarıp Atina merkezinde bir otele yerleştirse de olayları sonlandıramamıştır. Bu defa Türk Solu grupları Atina merkezde bir yürüyüş gerçekleştirerek PKK’yı protesto etmişlerdir. 

Yaşanan olaylar sonrasında hata yaptığını anlayan Öcalan derhal örgütün Avrupa sözcüsü Hüseyin Yıldırımı Atina’ya göndererek gelişmelere müdahale etmiştir. Yıldırım Atina’da bazı Yunanlı görevlilerle görüşerek 
mitingin düzenlenmesini engellemiş ve PKK grubunun yeniden Lavrion’a dönmesini sağlamıştır. Akabinde de İhsan Kod adlı militan ve Kesire Öcalan Yunanistan sorumluluğuna atamıştır. 

Yıldırm daha sonra Kıbrıs Rum kesimine gidip Kıbrıslı yetkililerle görüşmek istemişse de bu gerçekleşmez. Yıldırım daha önce de Kıbrıs Rum Kesimi Komünist Parti Başkanı ve Parlamento Başkanı Lisarides ile Atina’da görüşmüş ve kendisinden destek sözü almış olsa da Almanya’daki gelişmeler üzerine gidişini ertelemiştir. 

1987-1988 yıllarında Batı Avrupalı devletlerin verdiği siyasal desteğin yanında, Yunanistan’ın askeri anlamda da desteği devam etmiştir. ERNK’nin resmi Yayın organı olan Berxwedan dergisinin 1988 yılındaki sayısında “Yunanistan halkı Kürdistan ulusal bağımsızlık ve özgürlük mücadelesine büyük sempati duyuyor, Yunanistan halkının Kürdistan halkına yükselen bağımsızlık ve özgürlük mücadelesine desteklerini arttırmaktadır” başlıklı bir haber yayınlanmış ve örgütün Yunanistan’a olan minnettarlığı ifade edilmiştir 80. 

Yaşanan gelişmelerden sonra ERNK birimi, Avrupa’da PKK örgütünün bir kanadı olarak değil de, sivil bir kitle örgütü şeklinde algılanmaya başlanmıştır. Örgüt 1988 yılında, Diyarbakır sıkıyönetim mahkemesinin bazı PKK üyelerine müebbet hapis cezası vermesi karını ve Almanya’nın örgüte yönelik operasyonlarını protesto etmek amacıyla eylem kararı alınmış ve özellikle Avrupa’da eylemler üst seviyeye çıkarılmıştır. Bu eylem döneminde Almanya’da; 

-11-18 Şubat1988 tarihleri arasında Bielefeld, Stuttgart, İngolstad ve Bremen’deki SDP parti binaları işgal edilmesi eylemi 

-18 Şubat tarihinde Köln’deki Don Kilisesi önünde korsan gösteri eylemi 

-18 Şubat tarihinde Hannover Belediye binasının işgal edilmesi eylemi 

-16 Şubat ta Kiel’de Feyka Kürdistan derneğince korsan eylem ve basın açıklaması 

-16 Şubatta Berlin’de basın açıklaması ve korsan gösteri 

-17 Şubatta Stuttgart’ta basın açıklaması ve korsan gösteri 

-20 Şubatta Göppingen’de sözde İlerici Alman Çevrecilerin (ODEON Göppingen’de bulunan yabancılarla dayanışma merkezi) desteği ile Kürdistan halkı ile dayanışma eylemi 

-25 Şubatta Hamburg’da basın açıklaması ve korsan gösteri 

-26 Şubatta Berlin’de basın açıklaması ve korsan gösteri 

-27 Şubatta Hannover’de yürüyüş, miting ve protesto eylemi 

-22 Şubatta Götingen ve Kassel’de DGB binasının işgal eylemi 

-Fransa’nın başkenti Paris’te 16 Şubat tarihinde Federal Alman Haber Ajansı DPA’nın bürosunun işgal eylemi 

-18 Şubat tarihinde Lyon’da Federal Alman Konsolosluğu ile Alman Hava Yolları Lufthansa bürosunun işgal edilmesi eylemi 

-20 Şubatta Nantes’te ERNK bünyesinde gece düzenlenmesi ve protesto eylemi 

-15 Şubatta Danimarka-Kopenhag’da Uluslararası Af Örgütünü binasının işgal eylemi 

-26 Ocakta Hollanda-Rotterdam’da Paulus Kilisesinde protesto eylemi 

-Den Haag’da protesto eylemi 

-16 Şubat tarihinde Avusturya-Viyana’da protesto eylemi 

-11 Şubat tarihinde İsviçre’de protesto eylemi -yine bu tarihlerde Yunanistan’da protesto eylemleri gerçekleştirilmiş ve örgüt bu eylemelerle binlerce insanı sokaklara döker hale gelmiştir. Eylem döneminde hiçbir göstericiye ceza verilemezken, hiçbir Avrupa ülkesi bu durumu sonlandıracak tedbire de başvurmamıştır. 

PKK örgütü 1988 yılında Ermeni devletiyle de gizli bir anlaşma yapmıştır. buna göre Ermenistan’daki yaşayıp PKK’ya destek vermeyen Müslüman Kürtlerin Azerbaycan ve diğer S.S.C.B ülkelerine sürülmesi sağlanmıştır. Geriye kalan Yezidi Kürtler ise tamamen PKK’nın kontrolüne bırakılmış ve örgütün ülkede güçlü bir şekilde kurumlaşması sağlanmıştır. 

Bu yıl PKK’ya bir destekte ABD’den gelmiştir. 1987 tarihli raporda Türkiye ’deki Kürtlerden azınlık olarak bahsedip, azınlık haklarının verilmesi gerektiğini belirtmiş, 1988 tarihli raporunda ise daha vahim iddialarda 
bulunmuştur. 

Türkiye’ye gelerek bir süre ülkemizde gizli çalışmalar yapan Jeri Laber ve Lois Whitman tarafından kaleme alınan bu raporda; Türkiye’de bir savaşın yaşandığı, 1949 tarihli Cenevre sözleşmesindeki “harp Hukuku” kurallarına uyulması gerekti belirtilmiş, bu belirlemeler Washington yönetimince de kabul görmüştür. 

ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Richard Schiffer tarafından yapılan bir açıklamada ise, “Lozan anlaşmasında anılmamış olsa da, uluslararası hukuka göre Kürtlerin azınlık olduğuna inanıyoruz”81 diyerek Amerikan 
yönetiminin politikasını ortaya koymuştur. Bu dönemde bölgeye gelen yabancıların %80’ninin ABD pasaportlu olduğundan, bu durum aslında yakın zamanda olacakların habercisi olarak okunması gereken veriler olarak ele 
alınmalıydı. 
Bu dönem ABD’nin etkisinde kalan Talabani’nin KYB’si 1 Mayıs 1988 tarihinde PKK ile bir protokol imzalayarak, PKK’nın sözde savaşını desteklediğini ifade eden maddeye imza atmıştır. Talabani bu protokolün 
hemen akabinde Haziran 1988’de ABD’ye giderek Dışişleri ve Pentagon yetkilileri ile görüşmeler gerçekleştirmiş, bu görüşmelerde Amerikan tarafı Irak’ta Kürtlere özerklik verilmesi ve bu yapıda tüm Kürt partilerinin 
temsilinin sağlanacağı yönünde sözler vermişlerdir. Amerikalılar bu görüşmede Türkiye’nin Saddam yönetimi ile görüşmelere devam etmesi halinde ise Türkiye’ye karşı misilleme yapılacağı ifade edilmiştir. 

ARGK Avrupa Birimlerinin İnfazları 

PKK terör örgütü beklenmedik bir hızla hem içerde hem de yurt dışında gücünü arttırırken, bu süreçte meydana çıkan muhalif hareketlerle de uğraşmak zorunda kalmıştır. Örgüt büyüdükçe Öcalan despotizmi artmış 
ve tek kişilik yönetim meydana gelmiştir. Marksist-Leninist temellere dayanan ve temelde kendini İşçi sınıfının temsilcisi olarak lanse eden bir gücün söylemlerinin tam aksini yapması her dönem bir muhalefetin meydana gelmesinde ana etken olmuştur. 

Öcalan, ortaya çıkan bu muhalefeti Ortadoğu sahasında çok rahat boğabilmekle birlikte, Avrupa’da ortaya çıkan muhaliflerle baş etmekte zorlanmıştır. 
Onun için sorunun çözümü şiddeti geliştirmekle  halledilebileceğinden, ARGK birimlerinin Avrupa’da oluşturulmasını sağlamış ve akabinde cezalandırmalar başlamıştır. Öcalan karşıtları, diğer Kürtçü örgütlerin üyeleri, para vermek istemeyen iş adamları, gurbetçi işçiler, kırsala gelmek istemeyen sempatizanlar şiddetten nasiplenene kesimler olmuştur. Bu kitapta sadece Avrupa’da görev alan kişilerin infazları ele alacağından, diğer alanlardaki infazlar konu edilmemiştir. 

Bu şiddetin muhataplarından biri de PKK Merkez Komitesi Üyesi ve Avrupa sorumlusu Semir Kod Çetin Güngör’dür. 1975 yılında Öğretmen okulunda okurken örgüte katılmış ve elde ettiği başarıların akabinde 1981 Aralığında ERNK Avrupa Sorumlusu olarak Almanya’ya gönderilmiştir. 12 Eylül darbesi sonrasında Avrupa’daki PKK faaliyetlerinin örgütlenmesinde ana unsur olmuştur. 

1982 baharında toplanan PKK 2. Kongresi’ne çağrılmıştır. Kongre’de görüşlerini açıklarken Öcalan’a bazı eleştirilerde bulunmuş, “Ülkeye Dönüş” adı altında, hareketin bir imhayla karşılaşabileceğini, örgütün yöntemlerinde sapmaların olduğunu ve bu yanlışlar nedeniyle birçok devrimci Sol örgüt mensuplarının zor duruma sokulduğunu belirmiştir. 

Altınok daha da ileri giderek gizli görüşmelerde Öcalan’ın kadroları bitirdiğini, robotlaştırdığını, köleleştirdiğini, en küçük bir inisiyatif ve özgür düşünme hakkı tanımadığını, PKK’da demokrasi değil tam bir diktatör  lüğün hâkim olduğunu belirtmiştir. Sonrasında da düşünce özgürlüğünü savunan bir açıklama yapıp, kadrolara Kürtlerin Öcalan belasından kurtulması gerektiği çağrısında bulunmuştur. 

Güngör, para ve kadro desteği sağlamak üzere Avrupa'da yürütülen eylemlerin de gözden geçirilmesi gerektiğine inanıyordu. Ona göre Avrupa'daki PKK eylemcileri, eğitim eksikliğinin ve gündelik sorunların 
çözümüne yardım ederek yerel Kürt topluluklarını güçlendirmeye yönelmeliydi. Öte yandan, PKK'nın daha etkili olabilmek için, ilişkilerini marjinal sol gruplarla sınırlı tutmayıp ana akım siyasal partilere ve yönetim dışı örgütlere genişletmesi gerektiğini, bunu becerebilmek için de, açıktı ki, daha güçlü, bağımsız, kendi analizlerini yapıp bu analizler zemininde eylem yürütebilecek serbestide bir Avrupa komitesine ihtiyaç olduğunu belirtmiş tir. 

Güngör Avrupa Komitesine gönderdiği bir mektubunda; “Çünkü parti faaliyetleri sadece olağanüstü kadroların kişisel çabalarıyla yürütülemezdi. Zaten bu noktaya da 'Ali Arkadaş halleder' esprisiyle geldik, örgütlerde kişi değil sistem olmalıdır…82" diyerek, Ali Fırat Kod Abdullah Öcalan’ın yerine kurumsal bir yapının karar almasını istemiştir. 

Kongreden sonra Avrupa’ya dönen Güngör; 18 Mart 1984 tarihli açıklama sında, ”artık PKK’li değilim, PKK’nin uygulamış olduğu silahlı mücadelenin ve Kürt gruplarına karşı izlemiş olduğu davranışların yanlış ve çıkmaz yol olduğunu düşünüyorum83” açıklamasıyla ortaya çıkınca, hakkında idam kararı verilmiş ve kaldığı Federal Almanya’daki örgüt evinde göz altına alınmıştır. 

Güngör bazı kadroların yardımı ile evden kaçmayı başarabilmişse de 2 Kasım 1985 günü İsveç’in Başkenti Stockholm’da Kürdistan Öncü İşçi Partisinin 10. kuruluş yıldönümü toplantısında yüzlerce kişinin gözleri 
önünde infaz edilmiştir. Güngör’ün katili Fransa'dan gönderilen Palu'lu "Kel Reşit" adlı PKK militanı olay yerinde yakalanmış ve cezaevine gönderilmiştir. Katil her ne kadar yakalanmış olsa da ona yardım ve yataklık edenlere yönelik ise bir çalışma yapılmamıştır. Cinayete yardım eden bir PKK örgüt mensubunun konu ile ilgili itirafları ve “Öcalan’ın talimatını yerine getirdik” beyanlarına rağmen hadise basit olarak ele alınarak, kapatılmıştır. Bu olayın arkasında dönemin PKK Avrupa Sözcüsü Hüseyin Yıldırım’ın olduğu ve talimatın Öcalan tarafından gönderildiği söylense de olay kapatıldığından detayları ortaya çıkmamıştır. Çetin Güngör’ün İsveç’te yerinin belirlenmesi ve gideceği adreslerin örgüte bildirilmesini işini ise Sarp Kuray yaptığı iddia edilmektedir. 

Öcalan daha sonra konu ile ilgili olarak; “…İhanet ve döneklikler konusunda Avrupa’da girişimler vardı. Semir-Seher (Seher Merkit) derdik biz. Bu Yıldırım’ın (Yıldırım Merkit) bacısı oluyor. O zamanlar hapishanelerle telefonla görüşüyordu. Militanlarla konuşuyor; her şey bitti, bir şey kalmadı, sen de dön diyor. Sonra bunlar açığa çıktı. Bu ciddi bir provokasyondu. 
1982-83’de gelişti. Rahatsızlığı hissetmiştim. Değerleri savurmakla uğraşıyor.  Bir süre iyi niyetle yaklaştım. Düzelir diye bekledim. Demokratik bir PKK oluşturacağız gibi sözler söylüyorlardı. İçerde de PKK’yi savunmamak gibi bir tavır içine giriyorlardı. Tabii bu en kritik anda içerden hançerlenmeydi. Bu bizi zorladı…” ve Semir'in başka ve daha karmaşık 
planlan olduğunu ima ederek; "Bütün bunlara rağmen, PKK'ye yeni bir yorum aramak tamamen saçmadır. Gerçekten Semir'in bunu daha güçlü bir PKK için yapmadığı açıktır.84" ifadelerini kullanırken, 


PKK sorumlularından Selahattin Çelik ise; “…Çetin Güngör PKK’da önderlik sorununu gündemleştirmek ve tartışmak istiyordu. Amacını netleştirmese de, yönetimde demokratikleşmeyi telaffuz ediyordu. Ancak yanılgıları vardı. Koşullar henüz böyle bir tartışmaya hazır değildi…” ifadeleri ile infazın nedenlerini ortaya koymaya çalışmışlardır. 

Çetin Güngör'le Avrupa'da yakinen çalışmış olan eski PKK militanı Selman Arslan, "Semir dogmatik bir insan değildi," diye başlayan açıklamasından sonra; "Ona göre her şey tartışılabilir, her şey hakkında konuşulabilirdi, 
kararlar yukarıdan aşağıya dayatılmamalıydı. İnsanların kendi deneyimlerim den yola çıkmalarını, özerk olmalarını, kendi kararlarını almalarını istiyordu. Otoritesine ve PKK'nın birliğine başkaldırı Öcalan için her zaman meseleydi; dolayısıyla Semir'i problem olarak görmeye başladı. Başlangıçta, Semir'in Avrupa komitesi içindeki etki ve gücünü azaltmaya çalıştı. 
Şam'da bir karalama kampanyası başlatıldı, Öcalan’a yakınlığıyla bilinen PKK üyeleri Avrupa'ya gittiler ve orada Semir'in yetenekleriyle ilgili kimi dedikodular yaydılar. Semir'in PKK'ya, PKK'nın devrimci ilkelerine bağlılığındaki çatlakları öne çıkarıp, yönettikleri toplantılarda PKK'nm yerel çalışmalarını eleştirdiler. 
Farklı insanlara tek tek gidip onları Semir'in hata yaptığına ikna etmeye çalışıyor, Avrupa komitesinin hedeflerine ulaşamadığını söylüyorlardı, bugünden geriye baktığımda, bütün bunların amacının ondan kurtulmak olduğunu görebiliyorum." şeklinde söylemleriyle Öcalan’ın Güngör’ü 
etkisizleştirmek amacıyla kullandığı yöntemleri göstermiştir. 

Semir Kod Çetin Güngör’ün Stockholm’de infazından hemen iki gün sonra 4 Kasım 1985 günü Danimarka'da Mustafa Tangüner adlı bir PKK’lı da Öcalan’ı eleştirdiği için öldürülmüştür. Avrupa’da temsilcilikleri bulunan ve aralarında Kürdistan Öncü İşçi Partisi-İsveç Örgütü ve Kürdistan Ulusal  Kurtuluş çularının da olduğu 12 örgüt tarafından 12 Kasım 1985 tarihinde yayınlanan bir bildiride bir yıl öncede İsveç ve Federal Almanya'da yine iki muhalif PKK üyesinin örgüt tarafından infaz edildiği belirtilerek, işlenen cinayetler kınanmıştır. 
İnfaz edilenler listesinde yer alan diğer bir kişide Resul Altınok’tur. Avrupa’da faaliyet gösteren Resul ALTINOK Semir kod ile birlikte hareket ettiği için 1983 yılında Almanya’dan Lübnan’a çağrılmış ve burada infaz 
edilmiştir. 

PKK’nın Avrupa’daki silahlı saldırıları sadece PKK’dan ayrılanlara karşı değil aynı zamanda ilişkili olduğu gruplardan olup, sonradan kendileriyle sorun yaşayan kişilerde de yönelik devam etmiştir. 1986 yılında Hamburg'da, DEV YOL'un önemli isimlerinden Kürşat Timuroğlu PKK’lı teröristlerce infaz edilmiştir. Timuroğlu’nun öldürülme gerekçesi ise Öcalan ve PKK’yi eleştirmesi olarak ifade edilmiştir. 

İnfazı gerçekleştiren Ferit Aycan olayın akabinde Lübnan'daki Helvi kampındaki Öcalan’ın yanına gider ve ödüllendirilir. Kırmızı bültenle aranan Aycan daha sonra Türkiye’ye girişi yapıp, İstanbul’da şirket kurmuş 
ve yine kendi adını taşıyan Türk pasaportu ile sekiz kez Türkiye’ye giriş çıkış yapmıştır. Ayçan son olarak 18 Eylül 2000 tarihinde Hırvatistan'da yakalanıp ve Almanya'ya iade edilmiştir. 

Ferit Ayçan infazından sonra ikinci hedef İsveç’te yaşayan Mahmut Baksi adlı gazeteci olmuştur. Bunun için gönderilen bir militan Almanya’ya gelerek Avukat Hüseyin Yıldırım’a Öcalan’ın emri üzerine Baksi’nin öldürüleceğini, bunun için kendisinin görevlendirdiğini belirtir. Öcalan ile görüşen Yıldırım, bu eylemin PKK adına olumsuz sonuçları olacağını ve İsveç Devleti ile olan olumsuz ilişkilerin daha da zor duruma gireceğini belirtir. Akabinde İsveç’e gidilerek Baksi ile görüşülüp, PKK aleyhine İsveç Devlet televizyonlarında 
konuşmaması yönünde uyarı yapılması kararlaştırılır. 

Yıldırım 1985 baharında İsveç’e giderek Baksi ile görüşüp, Öcalan’ın uyarılarını iletir. Baksi ise bu görüşmede; “tekrar televizyona çıkıp, bu ifadeleri kullanırken alkollüydüm, PKK aslında doğru bir örgütlenmedir, 
diyeceğim” demiştir. Bu ikaz işe yaramış ve Baksi PKK’ya muhalefeti bırakmıştır. 

PKK tarafından Muhaliflere ve diğer Kürtçü örgüt mensuplarına yöneltilen infaz olayları halk içerisinde tepki almaya başlayınca, gelen baskıları azaltma adına Hamburg’taki Türk Konsolosluğu’na karşı bombalı saldırı 
yapılması kararı alınmıştır. Bu karar doğrultusunda 1986 yılında yapılan eylemin bilgileri, örgütün medya organlarında uzun uzun işlenerek, müzahir kitlenin baskıları azaltılmaya çalışılmıştır. 

Öcalan’ın Avrupa’da silahlı birlikler kurması ve bu güçler aracılığı ile Avrupa ülkelerinde silahlı eylem ve cezalandırmalara gitmesi neticesinde onlarca eski kadro infaz edilmiş, örgüte para vermeyen esnaflar cezalandırılmıştır. 

Delal Kod adlı terör örgütü mensubu verdiği ifadesinde Almanya ve Belçika’da şahit olduğu cezalandırma konusunda; “…sonra Yılmaz Kod ile Adem Kod bizlere öğlen saatlerinde birer konuşma yaptılar, bu konuşma içeriği Asker kim, Komutan kim konusu idi, bir gün sonra isimleri okunanlar dershaneden dışarı çıktılar, içeride kalanlar ise yaklaşık (40) kişi idi, bunları ise kırsala göndermek için görevlendirmişlerdi. Görevlendirilenlerden bildiklerim şunlardır; Mizgin Kod, Beritan Kod, Ağri Kod, Dijwar Kod, Agit Kod, Kawa Kod, Kemal Pir kod Almanya'nın Nurnberg kentinden katılmıştı. 

Hakkı Kod gerçek adı SERKAN veya ERKAN olabilir. Neu-Ulm'de oturuyordu, biz kamptayken gönderilmişti, biz buradan Belçika'daki ikinci kampa gönderildiğimizde bu şahsın ajan olduğunu söylemişlerdi. Akıbeti konusunda bir şey söylemediler. Ben eve döndüğümdü Hakkı Kod beni telefonla arayıp, hakkında ölüm karan çıkmış olduğunu benim bu konudan haberimin olup olmadığını sordu, ben de bilmiyorum, yanlarında yoktum dedim, bir daha aramadı da görüşmedik te, ancak arkadaşlar vasıtasıyla durumunu soruyor dum… Arnheim'deki kamptan kaçan bir şahıs vardı ismini bilmiyorum. Ben bu kişinin akıbetini Dirok Kod'a sormuştum, o da alay ederek artık yürüyemediğini ayaklarının kırılarak cezalandırıldığını söylemişti.” şeklinde bilgiler vererek, örgütün Avrupa’nın ortasında çok rahat adam öldürebildiği 
ve yaraladığını göstermiştir. 

Örgütün Avrupa ‘da sorumlu düzeyde faaliyet yürüten kadrolarından Salih Aras konu ile ilgili olarak; “Neden Alman Polisi 87 başlarında PKK' ya karşı ciddi operasyonlar yapmaya başladı? Açıkça yazıyorum; eğer olaylar PKK 
Avrupa örgütüyle sınırlı olsaydı, Alman polisi bu kadar ciddiye almazdı. Alman Polisini operasyonlara zorlayan A. Öcalan’ın talimatlarıydı. Bu talimatlar daha çok telefonlarla veriliyordu. A. Öcalan telefonların dinlendiğini bilmesine rağmen bu tutumunu her alanda sürdürüyordu. Bu gün halende bunu yapmaktadır. Örneğin, o sıralar Öcalan'la yaptığımız 


bir telefon görüşmesine değinmek istiyorum; 1987 sonlarıydı Ömer (Haydar Altun) arkadaşla Köln'de örgüt evindeydik. A. Öcalan'dan beklediğimiz telefon geldi İkimizle de konuştu, birçok konuyu anlattıktan sonra dedi ki; "Orada (yani Avrupa'da) silahlı mobil birlikler kuracaksınız ve bu birlikler sürekli hareket halinde olacak" Bunun anlamı açıktı, Avrupa’ da sürekli 
terör istiyordu. Bize göre bu mümkün olmayan çılgın bir ruh hastasının istekleri gibiydi. Telefon görüşmesinden sonra birbirimize şaşkın, şaşkın baktık fazla yorum yapmadan, daha çok bakışlarımızla anlaşarak, olamaz dedik. 85”şeklinde ifadeleriyle Öcalan’ın telefonlarının dinlendiğini bilmesine karşın açık şekilde Avrupa’da silahlı birliklerin faaliyet göstermesi ve Devrim Mahkemelerinin işletilmesi konusunda yönünde talimat verdiğini ifade etmiştir. 
Öcalan’ın bu talimatından kısa bir süre sonra Avrupa Sözcüsü Avukat Hüseyin Yıldırım’la konuşan bir Avrupa Parlamentosu Milletvekili "Sizinle konuşulmaz, çünkü sizin başkanınız Avrupa'da silahlı mobil birliklerin 
kurulması için talimatlar veriyor” uyarısında bulunarak sürecin PKK aleyhine olabileceğini uyarısında bulunmuştur. 

Yaşanan gelişmeler anında Öcalan’a iletilse de o kararların acilen uygulanmasını istemiş ve akabinde de Avrupa'ya en güvenilir adamları olan Abbas Kod Duran Kalkan (Selahattin Erdem sahte kimlikli), Ali Çetiner ve 
Numan Uçar’ı göndermiştir. 

Selahattin Erdem sahte kimliğini kullanan Abbas kod Duran Kalkan 3. Kongrede sözde cezalandırılıp yetkileri alınmış fakat Öcalan’a yakın olduğundan Avrupa’da kendini ispat etmesi istenmiştir. Fakat bu 
görevlendirmenin yetki alımından ziyade yetki arttırılması şeklinde olduğu bir gerçektir. Buna göre Duran Kalkan, Berxwedan gazetesinin çıkarılması, Türkiye’deki şehir faaliyetlerinin örgütlendirilmesi ve cezaevlerine 
yönelik faaliyetlerin denetiminden sorumludur. Kalkan’ın görünüşte cezalandırıldığı, aksine daha gizli bir amaç için Avrupa’ya gönderildiği daha sonra anlaşılacaktır. 

Kalkan örgütün kurucularından bir olmakla birlikte geçmişte örgüt adına yaptığı birçok faaliyette başarısız olmuştur. Kalkan bir defasında, 1985 Şubat sonlarında PKK/ARGK gruplarının Kuzey Irak’tan Türkiye’ye geçerek 21 Mart'a ERNK ilanını yapmasını ister, gruplar hareket eder kar yağmaya başlar, hareket halinde olan grupların izleri asker tarafından sürülür. Daha sonra yapılan operasyonla 70'en fazla militan gruplar halinde öldürülür. Öcalan örgüt içerisinde en küçük hatayı kabul etmezken O’nun hatalarına her defasında sessiz kalır. Öcalan’ın Kalkan’a her defasında müsamahalı davranmasının altındaki neden, ikisinin de aynı derin yapılarla ilişkili olmalarıyla ilgilidir. 

Netice olarak Duran Kalkan’ın liderliğinde Avrupa’ya gelen kadrolar yanlarında PKK 3. Kongresinde çekilen infaz kayıtlarına ait videoları da getirerek, bunları yurtsever adı verilen sempatizan kitleye izlettirmiş ve 
muhaliflere el altında mesaj verilmeye çalışmıştır. 


Gelen kasetlerden bazıları 87 ortalarında Frankfurt havaalanından ülkeye giren PKK mensuplarından İdris kod Asım Güzel 86’in üzerinde yakalanır. Bu kasetlerde PKK’lı Mehmet Tunç, Hasan Masyan ve Mardin'li yeni katılım bir örgüt mensubunun infazları bulunmaktadır. 

İnfaz edilenlerden Mazhar-Selim Kod Mehmet Tunç aslen Bingöllü olup, örgütün eski kadrolarından biridir. 1983'de Bekaa’ da bulunmuş ve sağlık sorunlarından dolayı Avrupa'ya gönderilmiştir. Almanya ve Fransa'da örgüt çalışmalarına katılmış ve II. Kongre öncesi tekrar Beka'ya dönmüştür. III. Kongre döneminde bir bayanla duygusal ilişki yaşadığı iddiası gündeme getirilmiştir. 

Bekaa’da ki infaz kasetinde adı geçen ikinci kişi olan Hasan Masyan, aslen Maraş Pazarcıklı olup, 12 Eylül sonrası Suriye'ye giden militanlar kadrolar arasındadır. 1983'de tekrar Türkiye’ye giriş yapar. Öcalan kendisi ile 
sorun yaşayan Masyan için bölgeye gittikten sonra ajanlaştırıldığını iddia edilerek infazını istenmiştir. Üçüncü kişi olan Mardin sempatizan ise ziyaret amacıyla gittiği Bekaa’da ajan olabileceği şüphesiyle yakalanmış ve uzun 
süre hücrede bırakılmıştır. Bu üç kişi Bekaa’da 1987 Nisan ayında yapılan düzmece bir mahkemeden sonra silahla infaz edilerek aynı çukura gömülmüşlerdir. 

Havalimanında meydana gelen yakalama olaylı hakkında bilgi sahibi olan Salih Aras, Alman Polisinin İdris kod Asım Güzel’e “git başkanına söyle biz PKK’ya karşı değiliz ama ülkemizde bu denli şiddetin yapılmasına da izin 
vermeyiz” dediğini belirtmektedir. Öcalan Alman yetkililerin mesajını getiren PKK Avrupa çalışanlarına “Almanlar benden korkuyor” cevabını verir. 

Aras Öcalan’ın bu kasetleri Almanya’ya göndermesini; “Bana göre her şey o zamandan belliydi. Çünkü O'nun amacı Kürt davasını uluslararası düzeyde kriminalize etmekti. 
Bunun başka bir izahı olamazdı…” sözleriyle  eleştirmektedir. 

Duran Kalkan’ın 1987 yılında Avrupa yönetimine atanmasından sonra Avrupa’da cezalandırmalar ve infazlar hız kazanmıştır. Kalkan özellikle parasal yardım yapmayan ve Öcalan’a muhalif olan herkese yönelik 
şiddeti en üst boyuta çıkarmıştır. Kendisi aslen Adanalı olup Kürtçe bilmeyen Duran Kalkan Türk Solu kökenli olup, günümüzde de derin PKK’nın en gizemli kişisi olarak tanımlanmaktadır. Kalkan bu süreçte Avrupa’da ki tüm etnik Kürtçü ve Devrimci Türk solu örgütlerine savaş açarken, şiddetin dışında kalan iki isim Türk Solunun karanlık simalarından Mihri Belli ve Sarp Kuray’dır. 

Kalkan’ın bu dönemdeki en önemli infazlarından biride örgütün avukatı olan Avukat Mahmut Bilgili’nin öldürülmesi olayıdır. Bilgili Ankara’dan, üniversite den Öcalan ve Duran Kalkan’ın arkadaşıdır. 1978 yıllarında Avukatlık diploması alıp, Diyarbakır’ a gidip yerleşerek avukatlık yapmaya başlayınca, 12 Eylül darbesinden sonra PKK’lı militanların davalarını üstlenir. Daha sonra kendisi de tutuklular arasına katılır. Tahliye olunca Hollanda’ya gelir ve iltica başvurusunda bulunur. 

Bir süre Avrupa alanında çalışma yapmasına karşın Öcalan ve yandaşı ekibin yöntemlerine ayak uyduramayacağını ve görev almayacağını söyler. Öcalan, Bilgili’yi Şam’a yanına çağırsa da bu isteği ret edilince infazı konusunda karar verilir. 3. Kongreden Avrupa’ya dönen Duran Kalkan’a konu iletilerek, süreç başlatılır. 1987 yılının Mart ayında Bilgilinin bir akrabası bu infazda görev alarak, onu evine davet eder ve burada bulunan 
PKK militanlarınca bıçaklanarak öldürülür. 

Bilgili’nin cesedi 26 Mart 1987’de Twentede’ki çeşitli su kanallarına atılsa da Polis yaptığı çalışma ile parçaların birçoğunu bulur ve yapılan incelemeden sonra parçaların Avukat Mahmut Bilgili’ye ait olduğu ortaya çıkar. Konu ile ilgili yapılan araştırmalardan sonra infazın gerçekleştirildiği ev tespit edilir. Bilgili’nin kanına ait verilere evdeki halının altında rastlanır ve yapılan sorgulamalar sonrasında olayın PKK terör örgütünce işlendiği ortaya çıkar. Avukat Hüseyin Yıldırım infazı gerçekleştiren kişileri bizzat tanımasına rağmen, bu isimleri polisle paylaşmamış ve onların halen dışarıda gezmesine göz yummuştur. 

Eski PKK’lılardan Hıdır Akbalık, Mahmut Bilgili’nin PKK’da bulunduğu sırada PKK davalarına bedava baktığını, buna karşı PKK’nın ona ev ve geçimini temin edecek kadar para yardımı yaptığını, başka davalardan aldığı paraları ise örgüte teslim ettiğini, cezaevine düşen militanlar ile örgüt arasında kuryelik yaptığını belirtmiştir. 

Bu olaydan sonra PKK Avrupa Örgütü, Öcalan yanlıları ve Öcalan karşıtı olanlar şeklinde ikiye ayrılmıştır. Avrupa sahasındaki Öcalan yanlıların sorumlusu Duran Kalkan, Bilgili cinayetinden sonra eylemlerine daha da hız vermiştir. 
Avrupa’da o dönem PKK’nın dışında birkaç etnik Kürtçü terör örgütü de faaliyet göstermektedir. Bu örgütler 1987 yılında Almanya’da yapılacak Nevruz kutlamaları konusunda ülkenin çeşitli yerlerine kendi afişlerini asarak, müzahir kitleyi Batı Berlin’deki kutlamalar için alanlara çağırır. Duran Kalkan öncülüğünde Avrupa Silahlı Birliklerince Nevruz öncesinde bir toplantı yapılarak, diğer örgütlerin taraftarlarına eylem yapma kararı alınır. Bu amaçla talimatlandırılan bir örgüt mensubu Berlin’e giderek PKK Berlin sorumlusu ile görüşür. Burada hazırlanan saat ayarlı bomba 21 Mart günü Nevruz kutlamalarına giden kişilerin bindiği otobüse konur. Örgüt tarafından büyük bir eylem planlanmış olmasına karşın, eylemcinin daha sonra pişman olup, bombanın yerini bildirmesiyle eylem gerçekleşmez. 

Bu olaydan bir gün sonra (1987) PKK militanları, PSK (Kürdistan Sosyalist Partisi) güdümünde faaliyet gösteren KOMKAR'in Münih te düzenlediği Nevruz kutlamasına saldırarak, birçok Kürt kökenli kişiyi sırf PKK’lı 
olmadıkları için yaralamıştır. Bu saldırının akabinde Özgürlük Yolu adlı örgütün liderlerinden Ramazan Adıgüzel Hannover'de, Hüseyin Ali Akagündüz ise Paris'te PKK’nın mobil askeri birliklerince öldürülür. Yine 


Devrimci Demokrat Kültür Derneği (DDKD) üyesi iki kişi Danimarka’da uğradıkları saldırı sonucu hayatını kaybeder ve olayı PKK üstlenir. 

Avrupa’da bir yandan şiddet hareketleri devam ederken diğer yandan da siyasal çalışmalarda devam ettirilmiştir. Bu yıl Avrupa’daki tüm kitlenin T.C. kimliklerini yapılacak törenlerle yakması ve yerine örgütün dağıtacağı ERNK kimliklerini kullanması istenmiş ve bu amaçla bir kaç yakma gösterisi de gerçekleşmiştir. Halkın bu eylemlere destek vermemesi nedeniyle, örgüt kimlik kampanyasından vaz geçmek zorunda kalmıştır. 

1987 yılının Kasım ayında Avrupa Parti Merkezinde yer alan ve aralarında Duran Kalkan, A. H. Kaytan, Numan Uçar, Haydar Altun, Salih Aras ve İsmet Karakoç'unda bulunduğu 10 kişi tarafından Köln’de yapılan bir 
toplantıya Abdullah Öcalan telefonla katılarak, Almanların Türkiye’ye yaptığı askeri malzeme satışını ve eğitilmiş köpek göndermesini gündem maddesi haline getirmiştir. Öcalan bu çerçevede Alman devletinin uyarılması için bombalı bir eylem yada kitlesel bir gösteri düzenlenmesini teklif ederek, konuşmasını sonlandırmıştır. Devam eden toplantıda Duran Kalkan, protesto amaçlı bir Alman köpeğinin yakılmasını istemiştir. Bu isteğinin gülüşlerle karşılanması sonrası tartışmalar yaşanmış, Kalkan projesinde bir süre ısrar etse de eylemden vaz geçilmiştir. 

Bu benzeri şiddet olayları ve yanlış kararlar sonrasında, kitle tepkisinin Şam’da bulunan örgüt yönetimi üzerinde baskı oluşturması üzerine Duran Kalkan ve birkaç kişi göstermelik olarak uygulamaya alınmıştır. Bu uygulama kitlenin tepkisini yumuşatma yönelik göstermelik bir tedbirdir. 

Köln’de bir apartmanın dokuzuncu katında bulunan bir evde uygulamaya alınan Duran Kalkan, Edip ve İsmet Karakoç, burada savunma hazırlamak için talimat almışlardır. Gözaltında olanların yaşananlardan Kalkan’ı suçladıkları uygulamanın dördüncü günü İsmet Karakuş bahse konu apartmandan atlamış ve olay yerinde ölmüştür. Örgüt tarafından yapılan açıklamada; Karakoç’un karısına bir mektup bıraktıktan sonra kendini pencereden atarak intihar ettiği söylenmiştir. Karakoç’un camdan atlaması veya atılmasından sonra ev boşaltılmış ve militanlar bölgeden uzaklaşmış lardır. Polis evde yaptığı aramada PKK ait belgeler bulsa da intihar 
yada cinayeti işleyen kişilerle ilgili bir şey yapmamıştır. 

Örgütün infaz kararı verdiği kişileri apartmandan atarak intihar görünümü vermesi daha öncede yaşandığından, kitle bu hadisenin bir intihar değil, cezalandırma olduğunu anlamıştır. Almanya’da faaliyet gösteren Bingöllü Ozan Rençber Aziz’de daha önce Avrupa birimince uygulamaya alınmış ve akabinde PKK tarafından Hannover’de bir binadan aşağı atılıp öldürülmüştür. 

Seri cinayetlere başlayan örgüt Avrupa’da hiçbir engellemelerle uğramadan insanları öldürebildiğinden halk iyice sinmek zorunda kalmıştır. Herkes PKK’nın talimatlarını yapmak zorunda kaldığı gibi elinde avucunda olanları da örgüte aktarmak zorundadır. Bu süreçte diğer önemli bir olayda örgütün Avrupa çalışanlarından Cafer Kod ali Çetiner’in uygulamaya alınması olmuştur. 
Ali Çetiner faaliyet yürüttüğü dönem içerisinde yaşanan karmaşık ilişkilere şahit olduğundan 1987 ortalarında kaçarak Güney Fransa’da bir yakınının yanına sığınır, fakat örgütün sıkı takibi nedeniyle kurtulamayacağını anladığından teslim olmak zorunda kalır. Ali Çetiner PKK Fransa teşkilatı ile görüşerek öldürülmemesi karşılığında geri döneceğini ve verilen görevleri yapacağını belirtir.

Bu beyan o dönem Avrupa koordinatörü olan Kara Ömer Kod Haydar Altun’a bildirilir, O’da görevlendirmenin Ali Haydar Kaytan ve Duran Kalkan tarafından yapılarak Çetiner’in Almanya’ya getirilip sorgulanmasını ister. Kalkan bu iş için Salih Aras adlı PKK militanını görevlendirerek onun önce Paris’e sonrada Almanya’ya getirilmesi ister. 

Çetiner daha önce Almanya’da PKK adına işlediği yaralama suçlarından dolayı aranır durumdadır. Bu nedenle de fiziki özellikleriyle oynanarak kaçak yollarla ülkeye sokulur. Çetiner’in Almanya’ya gelmesinden 
sonra Öcalan ile telefonda görüşülür ve Çetiner’in örgüte dönmesinin gizli tutulmasını, İsveç’e götürülerek Baki Karer ve Seher Kod Cemile Merkit’le ilişkiye geçilmesini, akabinde de Çetiner’in her ikisini infaz etmesi istemiştir. Salih Aras bu maçla Çetiner’i İsveç’e götürür ve kendisi de tekrar Köln’e döner. 

Öldürülmek istenen Baki Karer, 1977’de Antep’te infaz edilen Kürdistan devrimcileri grubunun (PKK) en önemli kurucularından Haki Karaer' in kardeşidir. PKK Merkez Komite Üyesiyken Kuzey Irak’ta Öcalan'ın 
talimatıyla Cemil Bayık tarafından tutuklanır. Öldürülmek istenirken gardiyanlığını yapan arkadaşını ikna ederek hapisten kaçıp, KDP’ne sığınır. Bir yolunu bularak İsveç' e gelir. Karer’in halen İsveç yada Danimarka’da 
mülteci olarak yaşadığı ve Öcalan’ın eski karısı Kesire Öcalan ile evlendiği söylenmektedir. 

İnfaz kararı verilenlerden Cemile Merkit, Tunceli Öğretmen okulunda öğrenci iken PKK’ya katılır ve daha sonra Ali Haydar Kaytan ile evlenir. Avrupa sorumlularından biriyken Çetin Güngör ile birlikte Öcalan ve 
PKK sistemine karşı eleştiriler yaparak, Stockholm' de örgütten ayrılır. Bunun üzerine hain ilan edilir ve öldürülür. Cemile’nin akıbetini araştıran kardeşi ve babası da daha sonra örgüt tarafında öldürülür. 

Çetiner teklif edilen planı kabul edince daha önceden tespit edilen ve İsveç’te yaşayan bir PKK muhalifinin telefonu kendisine verilir. Telefonu arayan Çetiner örgütten kaçtığını ve kendisine yardım edilmesini 
ister. İsveç’te yaşayan kişi Çetiner için sahte kimlik düzenler ve onun İsveç’e gelmesini sağlar. Bu arada Çetiner her hafta Salih Aras’ı arayarak gelişmeleri haber verir. 

Çetiner bir süre bu şekilde devam etmesine karşın akabinde İsveç polisine giderek PKK hakkında bildiği her şeyi ve infaz edilenlerin durumlarını anlatır. İsveç Polisi de onu Alman Polisine vererek, soruşturmanın 
Almanya ayağının başlamasını sağlar. Alman Polisi, İsveç Polisinin resmi başvurusunu sümenaltı yapamadığından PKK örgütünün faaliyetlerine karşı soruşturma açılır. 

Soruşturma gizli olmasına karşın yaşananlar PKK örgütünce öğrenildiğinden 10 kişiden oluşan PKK Avrupa Merkezi acil olarak Kara Ömer Kod Haydar Altun liderliğinde toplanır. Altun görünürde örgütün Avrupa Koordinatörü olmasına karşın, güç tamamen Duran Kalkan’ın elindedir. Kalkan, Öcalan’ın verdiği görevi yapmamış olmasına rağmen hiçbir uygulamaya uğramazken, Öcalan’ın telefon emriyle Haydar Altun uygulamaya alınır. Salih Aras’ın kararın yanlışlığı konusundaki itirazları da sonuç vermeyince, Altun hemen 
orada tutuklanarak, eleştiri sürecine sokulur. 

Haydar Altun yıllarca Öcalan’ın yanında kalan, korumalığını yapan ve Onun en kirli işlerini bilen biridir. Güneydoğuda faaliyet gösterdiği dönemde de birçok köy baskınına adı karışmıştır. Yıllarca birçok insanı acımasızca öldüren Altun’un kendisi de aynı akıbete uğramakla karşı karşıya kalmıştır. Altun’un bir haftada hazırladığı rapor Öcalan’a gönderilmiş ve gelen cevapta görevi düşürülerek Hollanda sorumlusunun altında görev alması söylenmiştir. 

 4 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,

***