Güner TUNCER etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Güner TUNCER etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

30 Mart 2016 Çarşamba

ATATÜRK DÖNEMİ EKONOMİ POLİTİKALARI



ATATÜRK DÖNEMİ EKONOMİ POLİTİKALARI 

“Economic Policies of Atatürk’s Period” 
Sosyal Bilimler Dergisi 

Özer ÖZÇELİK* 

Güner TUNCER** 

ÖZET 

Avrupa’nın hasta adam olarak nitelendirdiği, özellikle ekonomik alanda çökmüş olan Osmanlı İmparatorluğu’nun enkazından Mustafa Kemal Atatürk’ün 
önderliğinde siyasi bağımsızlığını kazanmış Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulmuştur. Atatürk’ün “ekonomik bağımsızlık olmadan siyasi bağımsızlığın da 
olmayacağı” düşüncesi ile Türkiye Cumhuriyeti Devleti iktisadi hayatta hızlı atılımlar yapmaya başlamıştır. İzmir İktisat Kongresinde alınan kararlar paralelinde 
1923-1929 döneminde kısmi bir liberal dönem yaşanmış fakat gerek 1929 yılında bütün dünyayı etkileyen Büyük Buhran’ın etkisiyle gerekse sermaye ve girişimcilik 
yetersizliğiyle Türkiye Cumhuriyeti Devleti devletçilik politikası izlemeye başlamıştır. Çalışmada Atatürk dönemi ekonomi politikası 1923-1929 ve 1929-1938 
olmak üzere iki dönemde incelenmiş ve bu dönemdeki politikalar analiz edilmiştir. 

Anahtar Kelimeler: Büyük Buhran, Devletleştirme, İzmir İktisat Kongresi 

* Arş. Grv., Dumlupınar Üniversitesi, İİBF, İktisat Bölümü, KÜTAHYA. 
** Arş. Grv., Dumlupınar Üniversitesi, İİBF, Maliye Bölümü, KÜTAHYA. 
Sosyal Bilimler Dergisi 


GİRİŞ 


19. yüzyılın sonunda ve 20. yüzyılın başında katılmış olduğu savaşlar neticesinde Osmanlı Devleti ekonomik anlamda güçsüz bir konumdaydı. 
Girmiş olduğu savaşların finansmanında iç kaynakları yetersiz kalmış ve yüksek oranda borçlanmaya gidilmiştir. Yıllarca süren bu savaşlar sonrası; 
ülkede birçok iş sahası kapanmış, üretken erkek nüfusu azalmış, göçler nedeniyle de işsizlik büyük boyutlara ulaşmıştır. Var olan kaynakların büyük 
ölçüde ordunun hizmetine sunulması, bu kaynakların tükenmesine sebep olmuştur (Coşkun, 2003: 72). 1915 yılında İstanbul ve Anadolu’da büyük 
işletme sayılan 585 işyerinde yapılan inceleme sonucunda 30.000 sanayi işçisinin çalıştığı görülmektedir. Bu dönemde Osmanlı 
İmparatorluğu ekonomik anlamda kendi kendine yetebilmekten uzak kalmıştır. Çünkü sanayi kuruluşlarının kapasitesi küçük, işçi sayısı 
az ve üretilen ürünlerin kalitesi de düşüktür (Semiz, 1996: 12-13). Böyle bir ortamda başlayan ve dört yıl süren Kurtuluş Savaşında da ülkenin beşeri ve fiziki kaynakları 
sonuna kadar kullanılmış, Cumhuriyetin ilanından sonra her işin devletten beklendiği uzun ve zor bir dönem başlamıştır. Devlet bir taraftan okul, 
hastane, yol yaparak ülkeyi yeniden inşa etmeyi; diğer taraftan da şekeri, çimentoyu üretecek fabrikalar kurmayı planlamaktaydı.1920’li yıllarda 
ülkenin bulunduğu bu olumsuz durumda dahi egemen olan iktisadi düşünce, piyasa mekanizması esas alınarak, sermaye birikiminin özel sektör 
aracılığıyla gerçekleştirilmesi yönündeydi. 

1923 yılında İzmir İktisat Kongresi’nde özel sektör ağırlıklı ve piyasa ekonomisine yönelik bir iktisadi kalkınma modelinde karar kılınmıştır 
(Çarıkcı, 1998: 3244). Bu çalışmada, cumhuriyetin ilk yıllarında Atatürk’ün iktisat politikası 1923-1929 yılları arası ve 1929-1938 yılları arası olmak 
üzere iki alt bölümde incelenecektir. 

1. Planlı Dönem Öncesi: 1923-1929 Yılları Arası Kısmi Liberal Dönem 

Atatürk’ün ekonomi politikası Türk Milleti’nin çağdaş uygarlık seviyesine ulaştırılması hedefine yöneliktir. Geçimini ilkel yöntemlerle 
tarımdan sağlamaya çalışan yoksul ve eğitimsiz bir toplum, yerli ürünler yerine ithal mallarını korumayı amaç edinen bir gümrük rejimi, demir ve 
deniz yolları gibi en önemli sektörlere hakim yabancı şirketlerin ülkeyi terk etmeleri, daha da önemlisi devleti zor durumda bırakan Düyun-u Umumiye 
nedeniyle bütün ticari faaliyetleri büyük ölçüde durmuş bir ülke durumundaki Türkiye’de her şeyi yeniden inşa etmek gerekiyordu. Tüm bu 
problemlerin çözümlenebilmesi ve yeni kurulacak olan devletin ekonomi politikasına yön verecek önlemlerin belirlenmesi için 1923’te İzmir İktisat 
Kongresi düzenlenmiştir (Karataş, 1998: 3318). 


1923’ten 1929’a kadar geçen sürede siyasi, hukuki ve sosyal alanlarda ortaya çıkan önemli gelişmeler, ekonomi politikalarının acil önlemler 
içerecek biçimde şekillendirilmesini gerekli kılmıştır. Bu anlamda İzmir İktisat Kongresi’nin Cumhuriyetin ilk yıllarındaki politikaların 
belirlenmesinde özel bir önemi vardır (Oğuz ve Bayar, 2003: 5). 

1.1. İzmir İktisat Kongresi 

Kurtuluş Savaşından sonra İstanbullu Türk tüccarlar Milli Türk Ticaret Birliği’ni kurdular. Birliğin kuruluş amacı; yabancı ekonomilerle, dış 
ekonomik ilişkileri sürdüren azınlıkların tasfiyesiyle meydana gelen boşluğu doldurmaktı. Milli Türk Ticaret Birliği, Ocak 1923’te Ticaret-i Hariciye 
Kongresi düzenlemeye karar verdi. Bu arada Ankara Hükümeti bir yandan Lozan’da karşılaşılan zorlukları Türk ve dünya kamuoyuna duyurmak, diğer 
taraftan ekonominin çeşitli sorunlarını tartışmak üzere İzmir İktisat Kongresi hazırlıkları içerisindeydi. Milli Türk Ticaret Birliği’nin de katıldığı 
İzmir İktisat Kongresi 17 Şubat – 4 Mart 1923 tarihleri arasında toplandı. İzmir İktisat Kongresi’ne çiftçi, tüccar, sanayici ve işçi temsilcilerinden oluşan 
toplam 1135 temsilci katılmıştır (Parasız, 1998: 3). 

İzmir’de toplanan Türkiye İktisat Kongresi’nin toplanma amacı, savaştan yorgun çıkmış olan iktisadi faktörlerin ve birimlerin birbirlerini tanımalarını sağlamak, onların ihtiyaçlarını tespit etmek, iktisadi konular 
üzerine dikkatleri çekmek ve iktisat politikalarını da bu sonuçlara göre belirleme isteğidir (Gökçen, 1998: 3256). Ülkedeki ekonomik yapılanmanın, 
uygulanacak iktisat politikasının yönünü belirleyen bir “Misak-ı İktisadi” belirlenmiştir. Bu Misak-ı İktisadi; yurt içi sanayii kurmayı ve geliştirmeyi 
amaçlayan, özel girişime öncelik veren ve mülkiyet haklarına saygılı bir ekonomik sistemi oluşturmayı amaç edinmiştir (Sabır, 2003: 80). 

Kongrede alınan kararlar, “Misak-ı İktisadi” ve “Çiftçi, Tüccar, Sanayici ve İşçi Gruplarına İlişkin Esaslar” olarak adlandırılan iki bölümde 
toplanmıştır. 

İlk bölüme giren kararlardan bir bölümü şunlardır (Yavi, 2001: 282283): 

• Yerli üretimin geliştirilmesine çalışılacaktır, 
• Lüks ithalattan kaçınılacaktır, 
• Ekonomik gelişmeye katkısı olmak koşuluyla yabancı sermayeye izin verilecektir. 

İkinci bölümde yer alan bazı kararlar ise şunlardır (Parasız, 1998: 3; Yavi, 2001: 283): 

• Reji idaresi ve yönetimi kaldırılacaktır, 
• Tütün tarımı ve ticareti serbest olacaktır, ihraç edilen tütünün işlenmiş olması gerekmektedir ve vergileri tüketiciden alınacaktır, 
• Aşar kaldırılacak, yerine uygun bir vergi konulacaktır, 
• Temettü vergisi gelir vergisine dönüştürülecektir, 
• İç gümrükler kaldırılacak, koruyucu gümrük tarifeleri kabul edilecektir, 
• Ziraat Bankası yeniden düzenlenecektir, 
• Sanayicilere kredi vermek üzere bir Sanayi Bankası kurulacaktır, 
• Teşvik-i Sanayi Kanunu’nun günün ihtiyaçlarını karşılar hale getirilmesi ve beş yıl sonra 25 yıl süreyle uzatılması sağlanacaktır, 
• Türk limanlarında kabotaj hakkı sağlanması ve demiryolu, limanlar ile diğer ulaşım altyapısı geliştirilecektir, 
• İşçilerin çalışma saatleri düzenlenecek ve 18 yaşından küçükler çalıştırılmayacak, haftada 1 gün çalışanlara tatil imkanı verilecektir, 
• “Amele” kavramı yerine “İşçi” kavramı kullanılacaktır, 
• Tüm işgücüne sendika hakkı tanınacaktır. 


Atatürk, İzmir İktisat Kongresi kararları doğrultusunda, ekonomiye faydalı olabilecek özel sermayenin girmesine ilke olarak izin verileceğini 
belirtmiştir. Ancak, o dönemde dünyada gelişmiş ülkelerden gelişmekte olan ülkelere yönelik sermaye akımı sınırlı düzeydeydi. Bu nedenle Türkiye’ye 
yabancı sermaye girişi olmamıştır (Hiç, 1998: 3286). 

Yukarıda özetlenen, iktisadi envanter ve ana iktisadi hedeflerin ışığında izlenecek iktisat politikaları ve stratejileri belirlenmiştir. Öncelikli hedef; 
sanayileşme başta olmak üzere, tarım ve hizmetler sektörünün geliştirilmesidir. 

1.2. Lozan Antlaşmasının İktisadi Hükümleri 


Türkiye için 1923-1929 döneminin iktisadi gelişmesinin en belirgin iki yapı taşı, Lozan Antlaşması ve dönemin sonlarında patlak veren Büyük 
Dünya Buhranıdır. 

Uzun bir pazarlık döneminden sonra imzalanan Lozan Antlaşması ile Türkiye sadece siyasi olarak değil ekonomik olarak da etkilenmiştir. Lozan 
Antlaşması ile ülkede ağır iktisadi etkileri bulunan kapitülasyonlar kaldırılmıştır. Kapitülasyonların kaldırılması büyük bir başarı olarak 
görünmesine rağmen bu antlaşma ile Osmanlı borçlarının büyük bir bölümü Türkiye Cumhuriyeti tarafından devralınmıştır. Lozan’ın öngördüğü sınırlar 
dikkate alınarak Osmanlı borcu, Türkiye Cumhuriyeti ile imparatorluğun topraklarını paylaşan diğer devletler arasında dağıtılmıştır (Boratav, 1998: 
32). Ancak borç paylaşımı konusunda devletler arasında çıkan anlaşmazlıklar yüzünden Türkiye ile alacaklılar arasındaki antlaşma 13 
Haziran 1928’de imzalanmıştır. Türkiye, Osmanlı’nın 161 milyon altın liralık borcunun 107 milyon altın liralık kısmını ödemeyi taahhüt etmiştir1 
(Aksu, 2006: 122). 

Osmanlı borçları ve savaş tazminatları gibi hükümler; zaten yetersiz olan yatırım kaynaklarını emerken diğer yandan da, gümrük vergileri ile 
ilgili madde bağımsız bir dış ticareti imkansız kılıyordu. Lozan Antlaşması’na ek olarak imzalanan Ticaret Sözleşmesi ise beş yıl süre ile 
Türkiye’nin uygulayacağı iktisat politikalarını dondurmakta ve bazı istisnalar dışında ithalat ve ihracat yasaklarının kaldırılmasını ve yerine 
yenilerinin konmamasını, gümrük tarifelerinin ise beş yıl süre ile değişmemesini öngörmekteydi (Boratav, 1998: 32). Antlaşmaya göre 
Türkiye; İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Yugoslavya ve Romanya’dan ithal edilecek mallardaki gümrük tarifelerini 1916 Osmanlı 
tarifeleri düzeyinde tutmaya mecbur ediliyordu. Lozan’da saptanan gümrük tarifesi milli ekonomiye yaklaşık yüzde 13’lük bir koruma derecesi 
sağlamıştır. (Beyarslan, 1982: 35). 

 1.3. 1923-1929 Dönemi Türkiye Ekonomisinin Durumu 

Bu dönem içerisinde devlet, direkt olarak ekonomik yatırımlara girmemekle beraber çeşitli yasal ve kurumsal düzenlemelerle özel sektörü 
yatırım yapmaya yöneltmeye çalışmıştır. 1923’te Cumhuriyeti ilan eden siyasi kadro ekonomik yatırımlar için özel sektörün imkanlarının kısıtlı 
olduğunun bilincindeydi. Bu sebeple genel menfaatleri ilgilendiren noktalarda devlet ekonomiye iştirak etmek zorunda kalmıştır. 1923-1929 
döneminde ekonomik yapı ve kurumlar, İzmir İktisat Kongresi’nde alınan kararlar doğrultusunda oluşturulmaya çalışılmıştır. 

İzmir İktisat Kongresi’nde benimsenmiş olan esaslara koşut olarak kongreyi izleyen yıllarda Türk ticari ve sanayi hayatını finanse edecek bazı 
bankaların kurulduğu gözlenmiştir. Bu bankalar Türkiye İş Bankası, Türkiye Sınai ve Maadin Bankası, Türkiye Sanayi Kredi Bankası, Emlak ve Eytam 
Bankası, yeniden düzenlenmiş Ziraat Bankası ve T.C. Merkez Bankası’dır. Bu dönemde bankacılık alanındaki en ilginç gelişmelerden birisi de çok 
sayıda mahalli bankanın kurulmuş olmasıdır. Belirlenebildiği kadarıyla 29 adet mahalli banka faaliyette bulunmuştur. Cumhuriyetin ilk yıllarında 
ülkenin ulusal gelirinde dış ticaretin oldukça büyük pay alması, dışa açık bir ekonomi politikasının güdülmesi altı adet yabancı bankanın faaliyete 
geçmesine sebep olmuştur (Paçacı, 1998: 3400). 

Bu dönemde, Osmanlı 
İmparatorluğu’ndan intikal eden vergiler 
düzenlenmeye çalışılmıştır. Osmanlı’dan devralınan vergilerin içinde 
bulunan temettü ve harp vergisi 1926 yılında kaldırılmıştır. Yine 
Cumhuriyete devreden ve gelir üzerinden alınan vergilerin en 

 Bu antlaşma gereği borç 99 yılda ödenecekti ancak bütün borçların ödenmesi taahhüt edilen süreden önce 1954 yılında bitirilmiştir (Afyoncu, 2001: 20). 
önemlilerinden biri olan Aşar vergisi de 1925 yılında yürürlükten kaldırılmıştır (Korkmaz, 1998: 3414). Aşar vergisinin kaldırılmasından 
doğan kayıpları telafi etmek ve devlet gelirlerini arttırmak için Osmanlıdan kalan bazı tekellerin millileştirilmesine gidilmiş ve bu uygulama en çok 
ispirto, kibrit, şeker gibi sanayi ürünlerinin üzerinde yoğunlaşılmıştır (Kal’a, 1998: 3307). 1915 yılında sayıları 22’yi bulan ve Osmanlı döneminde 
devlete ait olan bu tekeller 1925 yılında kurulan Sanayi ve Maadin Bankası tarafından devralınmıştır (Aktan, 1998: 34). 

Devletin bu dönemdeki ekonomik faaliyetlerinden bir diğeri de ulaştırma alanında olmuştur. Ulaşım ağının kurulması ekonomik ve askeri açıdan 
çok önemliydi. Osmanlı döneminde yabancı şirketlerin denetiminde bulunan demiryolları, 1924 yılında Anadolu demiryollarının devletleştirilmesi 
hakkındaki kanun kabul edilerek demiryolları devletleştirilmiş diğer taraftan da yeni demiryollarının yapımına önem verilmiştir. 

Demiryollarının yapımı ve işletilmesi için kurulan Nafia vekaletine bağlı müdürlükler 1927’de birleştirilerek Devlet Demiryolları ve 
Limanları İdare-i Umumiyesi kurulmuştur. Ulaştırma alanında yapılan diğer bir atılım da denizcilik sektöründedir. Osmanlı devleti döneminde birçok 
limanın işletilmesi yabancıların elindeydi. 1926 yılında Kabotaj Kanunu çıkartılmış buna istinaden Türk deniz ticaretinin ve taşımacılığının gelişimi 
sağlanmıştır. Ayrıca havacılık alanında da gelişmeler yaşanmış 1926 yılında Kayseri’de uçak fabrikası açılmıştır (Coşkun, 2003: 74). 

1923-1929 yılları arasında Türkiye koşullarına uygun kooperatif ve diğer hukuk düzenlemeleri üzerinde durulmuştur. Tarımsal kredi 
kooperatifleri için 1924’te İtibar-ı Zirai Birlikler Kanunu çıkarılmıştır. Bu kanun 1929’da geliştirilerek Zirai Kredi Kooperatifleri Kanununa 
çevrilmiştir (Çıkın, 2003: 28). 

Türkiye’nin iktisadi açıdan kalkınabilmesi için sanayileşmesi gerekliydi. Bu amaçla 1927 yılında sanayi kuruluşlarının teşviki ve korunması için 1913 
yılında çıkarılan Teşvik-i Sanayi Kanunu gözden geçirilerek kapsamı genişletilmiştir. Bu kanunda yerli sanayi sektörüne ucuz devlet arazisi 
tahsisi, çeşitli vergi muafiyetleri, taşıma indirimleri gibi teşvikler ve muafiyetler getirilerek sermaye birikimine destek verilmiştir (Çoşkun, 2003: 
75). Buna rağmen Teşvik-i Sanayi Kanunu’ndan yararlanan kuruluşların birçoğu nitelik olarak sanayi olarak sayılamayacak madencilik, tarım ve 
hayvancılıkla ilgili kuruluşlardır. 1927 yılında yapılan sanayi sayımı sonuçlarına göre bu kuruluşların %32,5’i sanayi niteliğine sahiptir. Bu da 
göstermektedir ki küçük atölye tipinin hakim olduğu, aile tipi çok küçük işletmelerden oluşan bir sanayi sektörü söz konusudur (Başkaya, 2004: 6465). 




2. Planlı Dönem: 1929-1938 Yılları Arası Devletçilik Politikası 



1923-1929 döneminde özel girişime dayalı bir sanayileşme politikası benimsenmiş, özel girişimin çabaları sayesinde sanayileşmenin ve buna bağlı 
olarak kalkınmanın gerçekleşeceği beklenmiştir. Ancak uygulama sonunda yönetici kadrosunun beklentilerinin gerisinde sonuçlar gerçekleşmiştir. Bu 
sebeple hükümet söz konusu dönemde özel girişimciler tarafından gerçekleştirilen sanayileşmenin hızından ve yapısından memnun 
olmamışlardır (Altıparmak, 2002: 37). 

1929 Büyük Dünya Bunalımının da etkisi ile devletçi bir sanayileşme modeli arayışına giren Türkiye Cumhuriyeti, bu dönemde dünyadaki ilk 
planlama deneyimlerinden biri olarak kabul edilen sanayi planları doğrultusunda planlı bir sanayileşme sürecini gerçekleştirmiştir. 1930 tarihli 
İktisadi Vaziyetimize Dair Rapor ile başlayan çalışmalar SSCB’nin teknik ve mali yardımıyla hayat bulmuştur. Daha sonra Amerikalı uzmanların 
raporlarından da faydalanılarak 1934 yılında sanayide planlı dönem başlatılmıştır (Soyak, 2003: 172). 


Bu dönemde özel girişimin yeterli sonuç vermemesi nedeni ile devletin önayak olduğu bir ekonomi politikasının izlendiği görülmektedir. Buna göre 
1930’lu yıllarda Türkiye’de izlenen devletçi ekonomi politikalarının şekillenmesinde aşağıdaki faktörlerin etkili olduğunu söylemek mümkündür 
(Parasız, 1998: 29): 

• 1923-1929 yıları arasında izlenen liberal ekonomi politikalarından 
arzulanan sonuç elde edilememesi, 

• 1929 Büyük Dünya Bunalımının dünya ölçeğinde tüm ekonomileri olumsuz etkilemesi, 

• SSCB’de uygulanmakta olan planlı ekonomi politikalarının ilk sonuçlarının başarılı olması, 

• Klasik ekonomi politikalarının 1929 bunalımına çözüm üretememesi üzerine devletin ekonomiye müdahalesini savunan görüşlerin popülerlik 
kazanması. 


2.1. 1929 Büyük Dünya Bunalımının Türkiye Ekonomisine Etkileri 


1929 Büyük Dünya Bunalımı, kapitalizmin ortaya çıkmasından bu yana ekonomik sistemlerin yaşadığı en büyük kriz olmuştur. Klasik ve Neo-
Klasik iktisadi yaklaşımları sarsacak nitelikte olan bu kriz kapsam ve yoğunluk bakımından çok şiddetli bir biçimde ortaya çıkmış ve yayılmıştır. 

Büyük Dünya Bunalımının Türkiye ekonomisini etkilemesi para değerindeki düşüşle başlamış ardından ihraç malları fiyatlarındaki azalmalar 
boy göstermiştir. İhracattaki bu düşüş dış ticaret dengesi üzerinde olumsuz bir etki yaratmıştır. Dış ticaret oranlarının sürekli gerilemesi, iç ticaret 
oranlarına daha yüksek bir seviyede yansımış, tarım ürünlerindeki fiyat azalması sanayii ürünleri fiyatlarından daha fazla olmuştur. Bu da tarım 
üretiminde gerileme yaratmış, piyasaya açılmanın ve para ekonomisine geçişin sınırlı oranda gerçekleştiği Türkiye ekonomisinde bir gerilemeye sebep olmuştur. Ancak dünya ekonomik bunalımından Türkiye’nin olumsuz 
yönde etkilenmesi diğer ülkelere göre daha hafif olmuştur. Bunun nedeni Türkiye ekonomisinin dünya ekonomisine entegrasyon seviyesinin nisbi 
düşüklüğü, ihracatın sadece tarım ürünlerine dayanmayıp çeşitli sektörleri de içermesi, Türkiye’nin kendi kendine yeten bir ekonomiye sahip olmasıdır 
(Başkaya, 2004: 74). Türkiye Cumhuriyeti 1930 yılı başında Büyük Dünya Bunalımına karşı bazı önlemler almıştır. Bu önlemler iki amaca yöneliktir 
(Kepenek ve Yentürk, 2001: 67): 

• Kamu harcamalarını kamu gelirlerine uygun olarak dengelemek 
• İthalata sınırlamalar getirerek, dış ticaretin açık değil fazla vermesini sağlamak. 


Yukarıda bahsedilen önlemler durağan ve sınırlayıcı önlemlerdi. Ekonomiyi genişletici dinamik önlemlerin alınması gerekliydi. Bu da 
devletçilik uygulamasıyla sağlanabilirdi. Devletçilik uygulamasının somut düzeyde başlangıcı Birinci Beş Yıllık Sanayi planı ile olmuştur. 

2.2. Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı 


Devletçi sanayileşme, 1933’te hazırlanan sanayileşme programı doğrultusunda 1934 yılında uygulamaya konulan Birinci Beş Yıllık Sanayi 
Planı ile başlatılmıştır. Planda düşünülen hedefler incelendiğinde Türkiye ekonomisinin gelişmesi için hızlı bir sanayileşme politikasının 
uygulanmasına öncelik verildiği açıkça görülmektedir (Sevgi, 1994:50). Ancak adından da anlaşılacağı gibi Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı sadece 
sanayi sektörünü kapsamakta tarım ve hizmetler sektörünü içermemekteydi. 1930’larda sanayi sektörünün GSMH içindeki payı %15 olduğu düşünülürse 
ekonominin %85’i plan dışında kalmaktaydı (Beyarslan, 1982:38). 

Birinci Beş Yıllık Sanayi Planının başlıca amaçları şunlardır (İnan, 1972:20): 

• Ana hammaddeleri ülkede yetişen veya kısa zamanda temini mümkün görülen sanayi dallarını ele alması, 
• Kurulacak bu fabrikalar büyük sermaye ve teknik güce ihtiyaç gösteren fabrikalar oldukları için kuruluşlarının devlete veya milli 
kuruluşlara bırakılması, 
• Kurulması düşünülen fabrikaların üretim kapasitelerinin ihtiyaç ve tüketim ile doğru orantılı olmasıdır. 


Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı ile kurulması öngörülen ve büyük ölçüde gerçekleştirilen sanayi beş 
ana grupta toplanmaktaydı. Bunlar sırasıyla (Sevgi, 1994:51): 


• Dokuma Sektörü (Pamuk, Kendir, Yün) 
• Maden Sektörü (Demir-Çelik, Kükürt, Bakır) 
• Kağıt Sektörü (Selüloz) 
• Kimya Sektörü (Suni İpek, Fosforik Asit, Süper Fosfat, Kireç Kaymağı, Posata, Kibrit) 
• Taş-Toprak Sektörü (Cam, Çimento, Şişe, Seramik) olarak gerçekleşmiştir. 


Yukarıda bahsedilen sanayi dallarında 20 fabrikanın kurulması ve bu fabrikalar için 43.453.000 TL yatırılması öngörülmüştür. Bu fabrikalar için 
gerekli olan finansman Sümerbank ve İş Bankası tarafından karşılanacaktı. Devletçi sanayileşme sürecinin finansmanı sırasında ülkede iç ve dış borç 
yükü arttırılmadığı gibi istikrarlı bir para politikası izlenerek açık finansman modeli tercih edilmemiştir. Finansmanın temel kaynağını tüketim malları 
üzerine konulan vergiler oluşturmuştur (Parasız, 1998:50). 

Devletçi sanayileşme, yatırım malları üretimini hedef alan endüstri üreten endüstri tipi bir sanayileşme değil temel tüketim ve ara malı üretimine 
yönelik ithal ikameci bir sanayileşme modelidir (Parasız, 1998:50-51). 

Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı’nın içerdiği süre dolmadan 1936’dan sonra İkinci Beş Yıllık Sanayi Planı hazırlıklarına girişilmiştir. İkinci Beş 
Yıllık Sanayi Planı ilk planın aksine ara malları ve yatırım malları üretimine öncelik vermekteydi. Ayrıca elektirifikasyon, madencilik ve limanlar gibi 
altyapısal gelişmeleri dikkate almaktaydı. Bu nitelikler itibariyle İkinci Beş Yıllık Sanayi Planı’nın bir bakıma kendine yeterlilik ilkesine önem verdiği 
ve ilk planın doğal bir uzantısı olduğu söylenebilir. Ancak İkinci Beş Yıllık Sanayi Planı, II. Dünya Savaşı nedeniyle uygulamaya konulamamıştır 
(Kepenek ve Yentürk, 2001:68). 


2.3. Atatürk’ün Devletçilik Politikası 


Devletçilik konusundaki genel yaklaşım, o dönemdeki uygulamaları bir sistem sonucu ortaya çıktığını kabul etmemek yönündedir. Dönemin 
uygulamaları ve devleti yönetenlerin bu konudaki görüşleri incelendiğinde devletçilik uygulamasının bir doktrin gereği değil pragmatik bir zihniyetle 
benimsendiği anlaşılacaktır. Atatürk’ün devletçiliğinin ekonomi politikasını yönlendirme açısından en iyi açıklaması yine kendisine aittir: “Bizim 
izlemeyi uygun gördüğümüz devletçilik prensibi bütün üretim araçlarını özel girişimden alarak, milleti tamamen başka temeller içinde düzenlemek amacı 
güden, özel girişimlere ve faaliyetlere meydan bırakmayan sosyalizm prensibine dayanan kolektivist, komünizm gibi bir sistem değildir. Bizim 
izlediğimiz devletçilik, özel girişimi esas tutmakla beraber, mümkün olduğu kadar milleti refaha, ülkeyi imara eriştirmek için milletin genel ve yüksek 
faydasını gerektirdiği işlerde – özellikle ekonomik anlamda – devleti gerçek anlamda ilgili kılmaktır.”2 Atatürk’ün bu sözlerinden uygulanan 
devletçiliğin doktriner bir yanının olmadığı fakat bir zorunluluk sonucu ortaya çıktığı ve özel girişimi savunduğu anlaşılmaktadır (Altıparmak, 
2002:39). 

Atatürk’ün 1933 yılında açıkladığı Devletçilik rejimi aşağıdaki ilkeleri içermekteydi (Hiç, 1998:3287-3288): 

• Özel teşebbüs esastır. Ancak özel teşebbüsün ele alamadığı sektör devlet yatırımlarıyla sağlanacaktır. 
• Devlet teşebbüsleri esas itibariyle sanayi sektörü için söz konusu olacaktır. Özel girişimi ve devlet teşebbüslerini finansal bakımdan 
desteklemek üzere devlet tarafından bankalar kurulacaktır. Tarımda devletin rolü olmayacaktır. Devlet tarımda araştırma amacıyla çiftlikler kuracak ve 
çiftçilere teknoloji aktaracaktır. 
• Özel teşebbüs herhangi bir alanda yeterince uzmanlaştığı takdirde o sektör kamudan özel teşebbüse devredilecektir. 
Devletçi ekonomi politikasının birisi devlet işletmeciliği, diğeri de; ekonomik hayatın fiyat mekanizmasını, dış ticareti ve benzeri 
makroekonomik parametreleri denetleme yoluyla düzenlemeye çalışması gibi iki şekilde yürütüldüğü anlaşılmaktadır (Özyurt, 1981:132). 

Devletçilik döneminin ana hedefleri; özellikle sanayideki üretim artışı yoluyla hızla kalkınmak, ödemeler bilançosunu iyileştirmek, ekonomik 
büyüme sağlamak, tarımsal ve sosyal reformlar aracılığıyla hayat standardınıyükseltmek ve ekonomik bağımsızlığı elde etmekti. 

 2.4. 1929-1938 Dönemi Türkiye Ekonomisinin Durumu 1929 yılına kadar liberal ekonomi politikalarının uygulanması sonucu 
zayıf olan özel girişimin devlet teşvikleri ile kalkınamayacağı gerçeği ortaya çıkmıştır. Bunun sebebi olarak 1928 yılında Osmanlı borçlarının ödenmesi 
ve 1929 Büyük Dünya Bunalımının etkilerini söylemek mümkündür. Dünya pazarlarında tahıl ve hammadde fiyatlarının düşmesi Türkiye’nin ihracat 
gelirlerini düşürmüş ve devletin müdahaleci bir yapıya bürünmesine sebep olmuştur. 

 Orijinal konuşma metni şu şekildedir: “Bizim takibini muvafık gördüğümüz devletçilik prensibi bütün istihsal vasıtalarını ferdlerden alarak, milleti büsbütün başka esaslar 
dahilinde tanzim etmek gayesini güden ve hususi ve ferdi teşebbüs ve faaliyetlere meydan bırakmayan sosyalizm prensibine dayanan kolektivist, komünizm gibi bir sistem değildir. 
Bizim takip ettiğimiz devletçilik, ferdi mesai ve faaliyeti esas tutmakla beraber, mümkün olduğu kadar milleti refaha, memleketi mamuriyete eriştirmek için, milletin umumi ve 
yüksek menfaatlerini icap ettirdiği işlerde -bilhassa iktisadi sahada- devleti fiilen alakadar etmektir.” 


Bu dönemde para politikası açısından gerçekleşen en önemli gelişme 11 Haziran 1930 yılında 1715 sayılı kanunla TCMB’nin kurulmasıdır. Anonim 
şirket statüsünde kurulan TCMB’nin hisselerinin bir kısmı maaşlarından taksitle kesilmek üzere devlet memurlarına satılmış, hazinenin payı ise %15 
ile sınırlandırılmıştır. Ayrıca bankanın işlevleri 1938 yılında yapılan bir kanun değişikliği ile kamu kuruluşlarının finansmanını sağlayacak şekilde 
genişletilmiştir (Bahar, 2004:162). 1929 yılına kadar Türk Lirası’nda görülen göreceli istikrarın dünya ekonomik bunalımının etkisi ile bozulması 
sonucu çıkarılan 20 Şubat 1930 Tarih ve 1568 Sayılı Türk Parasının Kıymetini Koruma Hakkında Kanun; döviz üzerindeki devlet kontrolünün 
güçlenmesini sağlamıştır. Bu yasa ile döviz, tahvil alım ve satımı ile Türk parasının korunması hakkında önlemler alınmıştır (Akgönül, 2001:121). 


Ekonomik kalkınma açısından izlenen devletçi politika sonucu 19291938 yılları arasında önemli devlet bankaları faaliyete geçmiştir. Kurulan bu 
bankaların genel özelliği belirli bir sektörü veya toplumsal kesimi desteklemek üzere faaliyete geçmeleridir. Bu dönemde kurulan bankalar; 


Sümerbank, 
Etibank, 
Denizbank, 
Belediyeler Bankası, 
Türkiye Halk Bankası, 
T.C. Ziraat Bankası (Yeni Düzenleme ile) ve Türk Ticaret Bankasıdır. 


Yerel banka döneminin kapandığı, önemli devlet ve finansman kurumlarının faaliyete geçtiği bu dönemde Türkiye’de 21’i yerel, 2’si devlet 
bankası, 9’u da yabancı banka olmak üzere 32 banka faaliyetine son vermiştir (Paçacı, 1998:3401). 

1929 Büyük Dünya Bunalımı sonucu vergi gelirlerinin düşmesi sebebiyle, 1931’de İktisadi Buhran Vergisi, 1933’te Muvazene Vergisi ve 
1936’da Hava Kuvvetlerine Yardım Vergisi getirilmiştir. Bu vergiler, çalışan kesim ile kazanç vergisi mükelleflerini vergilendirmekteydi (Korkmaz, 
1998:3415). 

Yukarıda ayrıntılı ifade edilen 17 Nisan 1934 yılında kabul edilerek uygulanmaya başlayan Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı’nda; 


Tekstil, 
Kendirkesen, 
Demir-Çelik, 
Porselen-Çini, 
Kağıt, Şeker ve Gül Sanayileri gibi sektörler yer almıştır. 

Bu dönemde 1934 yılında 
Bakırköy Bez Fabrikası, 
Keçiborlu Kükürt Fabrikası, 
1935’te Kayseri Bez Fabrikası, 
Paşabahçe Cam Fabrikası, 
Zonguldak Türk Antrasit Fabrikası, 
1936’da İzmit Birinci Kağıt Fabrikası ve 
Çubuk Barajı, 
1937’de Nazilli Basma Fabrikası ile Ereğli Bez Fabrikası, 
1938’de Gemlik Suni İpek Fabrikası, 
Bursa Merinos Fabrikası ve 
Divriği Demir Madeni İşletmesi açılmıştır. 

Ayrıca yukarıda sayılan devlet kuruluşlarının dışında yeni kurumlarda açılmıştır. Bunlar; 

Başvekalet İstatistik Genel Müdürlüğü (1930), 
Tekel Genel Müdürlüğü (1931), 
PTT Genel Müdürlüğü (1933), 
Hava Yolları İşletmesi (1933), 
Türkiye Şeker Fabrikaları Genel Müdürlüğü (1935), 
Maden Tetkik Arama Enstitüsü (1935), 
Elektrik İşleri Etüd İdaresi (1935), 
Tapu Kadastro Umum Müdürlüğü (1936), 
Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü (1937)’dür 
(Coşkun, 2003:76). 

Bu dönemde, tarım alanında yaşanılan en önemli gelişme, 1932 yılında Ziraat Bankasına bağlı olarak kurulan ve 1938’de bağımsız bir kamu 
kuruluşu olarak Toprak Mahsülleri Ofisi (TMO) adını alan kurumsal düzenlemedir. Başlangıçta sadece buğday için destekleme fiyatı belirleyen 
ve alım işlemi yapan kurumun yetkileri daha sonraki yıllarda giderek genişletilmiştir (Kepenek ve Yentürk, 2001:71). 

Madencilik alanında bu dönemde kamu girişimciliği 1935 yılında Maden Tetkik Arama Enstitüsü ve Etibank’ın kurulması ile büyük bir ivme 
kazanmıştır. Madencilik alanındaki kamu faaliyetleri iki taraftan yürütülmüştür. İlk olarak taş kömürü ve bakır madenlerinin işletme yetkisi 
Fransız ve Alman ortaklığından 1936 yılında alınmıştır. Daha sonra kamulaştırmalar ile birlikte krom ve demir başta olmak üzere madenler ile 
ilgili üretim ve arama çalışmaları yaygınlaştırılmıştır (Kepenek ve Yentürk, 2001:73). 

Sonuç ve Değerlendirme 

1923-1929 döneminde İzmir İktisat Kongresi’nde alınan kararlar ile ekonomik yapı ve kurumlar oluşturulmaya çalışılmıştır. Bu dönem içerisinde 
kısmi bir liberal yapı yaşanmıştır. Devlet özel sektörü yatırım yapmaya teşvik edecek çeşitli yasal ve kurumsal düzenlemeleri gerçekleştirmekle 
birlikte doğrudan ekonomik yatırımlara girişmemiştir. 

Kısmi liberal dönemden müdahaleci döneme geçişin temel nedenleri, 1929 yılında yaşanan Büyük Dünya Bunalımının etkisi, bu döneme kadar 
özel kesimin istenilen ekonomik kalkınmayı gerçekleştirmekte yetersiz kalması ve Osmanlı Devleti’nden kalan borçların ödenmesinin getirdiği ağır 
yük devletin müdahaleci bir yapıya bürünmesine neden olmuştur. 

Bu müdahaleci yapı, ülkenin devletçi bir politika izlemesine neden olmuştur. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin izlediği devletçilik politikasına 
bakıldığında doktriner bir yanının bulunmadığı görülmektedir. Atatürk’ün devletçilik modeli sosyalizm prensibine dayanan kolektivist, komünizm gibi 
bir sistem değildir. Atatürk’ün devletçilik modeli, özel kesime öncülük yaparak ekonomik kalkınmayı hızlandırmak ve ülkeyi refaha 
kavuşturmaktır. 


KAYNAKÇA 

AFYONCU, Erhan. (2001), “Osmanlı Borçları”, Popüler Tarih, Sayı: 13, Haziran, ss.16-21. 

AKGÖNÜL, Hüseyin. (2001), “Atatürk Dönemi’nin Para Politikası”, AfyonKocatepe Üniversitesi İİBF Dergisi, Cilt II, Sayı:2,ss:117-125. 

AKSU, Levent. (2006), “Atatürk Dönemi (1923-1938) Para ve Kambiyo Politikası”, Türk Dünyası Araştırmaları, Sayı:160, Ocak-Şubat, ss.111-132. 

AKTAN, Okan H. (1998), “Atatürk’ün Ekonomi Politikası: Ulusal Bağımsızlık ve Ekonomik Bağımsızlık”, Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, 
Cumhuriyetimizin 75.Yılı Özel Sayısı, ss.29-36. 

ALTIPARMAK, Aytekin. (2002), “Türkiye’de Devletçilik Döneminde Özel Sektör Sanayiin Gelişimi”, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 
Sayı:13, ss.35-59. 

BAHAR, Ozan. (2004), “Türkiye’de Atatürk Döneminde (1923-1938) Uygulanan Para Politikaları”, Yönetim ve Ekonomi Dergisi, Cilt 11, Sayı:1, ss:155-166. 

BAŞKAYA, Fikret. (2004), Devletçilikten 24 Ocak Kararlarına Türkiye Ekonomisinde İki Bunalım Dönemi, Özgür Üniversite Yayınları, 2. Baskı, 
Ankara. 

BEYARSLAN, Ahmet. (1982), “Atatürk Döneminde Planlı Ekonomi”, Atatürk Döneminin Sosyo- Ekonomik Sorunları, Kayseri Üniversitesi Atatürk 
Araştırmaları Enstitüsü Yayınları, No:1, Ankara, ss.35-42. 

BORATAV, Korkut. (1998), Türkiye İktisat Tarihi 1908-1985, Gerçek Yayınevi, 6. Baskı, İstanbul. 

ÇARIKCI, Emin. (1998), “Cumhuriyet’den Bugüne Türkiye’nin İktisat Politikaları 
ve Neticeleri”, Yeni Türkiye Dergisi, Sayı:23-24, Cumhuriyet Özel Sayısı V, 
ss.3244-3254. 

ÇIKIN, Ayhan. (2003), “Atatürk Dönemi Ekonomi Politikaları ve Kooperatifçilik”, YAR Müdafaa-i Hukuk Dergisi, Sayı:62, Kasım ss.25-32. 

COŞKUN, Ali. (2003), “Cumhuriyetin İlk Yıllarında Türkiye Ekonomisi”, Atatürkçü Düşünce Dergisi, Sayı:4, Kasım, ss.72-77 

GÖKÇEN, Ahmet M. (1998), “Cumhuriyet Döneminde İktisadi Gelişme”, Yeni Türkiye Dergisi, Sayı:23-24, Cumhuriyet Özel Sayısı V, ss.3255-3269. 

HİÇ, Mükerrem. (1998), “Atatürk ve Ekonomik Rejim, Devletçilikten Günümüzde Piyasa Ekonomisine”, Yeni Türkiye Dergisi, Sayı:23-24, Cumhuriyet Özel 
Sayısı V, ss.3285-3292. 

İNAN, Afet. (1972), Devletçilik İlkesi ve Türkiye Cumhuriyeti’nin Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı 1933, Türk Tarih Kurumu Yayını, Ankara. 

KAL’A, Ahmet. (1998), “Cumhuriyet Ekonomisinde İlk Dönem Gelişmeler (19231939)”, 
Yeni Türkiye Dergisi, Sayı:23-24, Cumhuriyet Özel Sayısı V, ss.33053311. 


KARATAŞ, Muhammed. (1998), “Türkiye Cumhuriyeti Ekonomisinin Temellerinin Atılmasında İzmir İktisat Kongresinin Yeri ve Önemi”, Yeni Türkiye Dergisi, 
Sayı:23-24, Cumhuriyet Özel Sayısı V, ss.3317-3324. 


KEPENEK, Yakup ve YENTÜRK, Nurhan. (2001), Türkiye Ekonomisi, 12. Basım, Remzi Kitabevi, İstanbul. 

KORKMAZ, Esfender. (1998), “Mali Yapı Mali Politikalar” , Yeni Türkiye Dergisi, Sayı:23-24, Cumhuriyet Özel Sayısı V, ss.3412-3417. 

OĞUZ, Fırat ve BAYAR, Fırat. (2003), “1923-2003 Türkiye Ekonomisi”, Hazine Dergisi, Cumhuriyetin 80. Yıl Özel Sayısı, Aralık, ss:3-40. 

ÖZYURT, Hasan. (1981), “Atatürk’ün İktisadi Görüşleri ve Uygulamaları”, Türk Dünyası Araştırmaları, Sayı:13, Ağustos, ss:125-138. 

PAÇACI, Cihan. (1998), “Cumhuriyet Döneminde Türk Bankacılık Sektörü”, Yeni Türkiye Dergisi, Sayı:23-24, Cumhuriyet Özel Sayısı V, ss.3398-3406. 

PARASIZ, İlker. (1998), Türkiye Ekonomisi, 1923’den Günümüze İktisat ve İstikrar Politikaları, Ezgi Kitabevi Yayınları, Bursa. 

SABIR, Hasan. (2003), “Atatürk’ün İktisat Zihniyeti”, Dış Ticaret Dergisi, Yıl:8, Sayı:28, Nisan, ss.77-92. 

SEMİZ, Yaşar. (1996), Atatürk Döneminin İktisadi Politikası –Milli İktisat ve Tasarruf Cemiyeti-, Saray Kitabevi, Konya 

SEVGİ, Cezmi. (1994), Sanayileşme Sürecinde Türkiye ve Sanayi Kuruluşlarının Alansal Dağılımı, Beta Basım Yayın Dağıtım, İstanbul. 

SOYAK, Alkan. (2003), “Türkiye’de İktisadi Planlama: DPT’ye İhtiyaç Var mı?”, Doğuş Üniversitesi Dergisi, Yıl:4, Sayı:2, ss.167-182. 

YAVİ, Ersal. (2001), Batırılan Bir Ülke Nasıl Kurtarılır? Günümüz Türkiyesine Kıssadan Hisseler, Yazıcı Yayınevi, İzmir. 

..