GLADYO etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
GLADYO etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

31 Ocak 2018 Çarşamba

PANZER VE KURT ISYANI, GEHLEN’IN KILIÇ’I BÖLÜM 2

PANZER VE KURT ISYANI, GEHLEN’IN KILIÇ’I  BÖLÜM 2

Gladyo örgütünün NATO'nun kuruluşu karşısında Federal Almanya'nın "çok erken bir yükümlülük açıklaması olarak" 1959'da temeli atılmıştır. Bu zaman noktasında artık ellili yılların başında Almanya'da, Fransa'da, Benelux ülkelerinde, Danimarka'da, Norveç'te ve Avusturya'da direniş grupları hemen hemen oluşturulmuştu ve ortak taktik kontrol altına 
girmişti. İttifakın gizli servisleri arasındaki sağlam birlikler, 1951'den itibaren kuruldu ve tek tek Batı Avrupa'da operasyon yapılacak ülkeler saptandı. 

Başlangıcı Fransa ve İtalya yaptı. Yeraltı ordulannın ilk merkezleri Fransa'da bir yerdi ve "Clandestine Committee for Planning"(CCP) olarak adlandırılıyor du. Ağ, 1959'a kadar Avrupa çapında örüldü. 1964'de Belçika'daki son noktasıyla "Allied Clandestine Committee" (ACQ)'deki merkezi değiştirildi. Bu haber alma ajansı hakkında daha sonra sızıntılar oldu, ancak henüz hukuksal bir temeli yoktu, çok kaygan bir zemindeydi. 

1968'de Başbakanlığın o zamanki şefinin ağzından telaffuz edildi ve sonradan Federal Almanya başkanı olan Karl Carstens, Federal Alman haberalma servisi için bir"genel talimatname" emri verdi. Sözde şöyle demişti emrinde: "BND, başbakanlık şefıyle anlaşarak savunma durumu için gerekli hazırlıklara ve düzenlemelere girişebilir." 

Savunma Bakanlığından bunun tersine yapılan açıklamalar karşısında, yedeklerin ciddi olarak devreye sokulmaları hakkında Bundes-wehr'le danışmada bulunması, istihbarat aktarımında özel görevdi. Onlar gününde ortaya çıkmayacak, tersine yer altında kalacaktı. 
Daha sonra 22 Kasım'da Bonn parlamentosunda çok sıkı gizlilik içinde Parlamento Kontrol Komisyonu oturuma geçerken, hükümet milletvekilleri ne bilgi vermek çok resmi idi. 

Skandal enformasyon yalanlar şeklinde ortaya çıktı. Parlamento Kontrol Komisyonu üyelerinin haberlerine inanılabilseydi, hükümet nerdeyse otuz yıldan daha fazla süredir "Stay behind" örgütünün eylemleri hakkında tek bir kanıt bulamayacaktı. 

İlkyeraltı birliklerinin dayanaklarından 1977'ye dek, gizli servisin tarih yazımında bir beyaz nokta temel oluşturmuştu. Bu eylemlerin arka planı, sorumluluğu ve ölçüsü soğuk savaşın bilinen aşamalarında açıklık yerine daima bir bulanıklık içinde kaldı. Bundestag milletvekillerinin gözünde, gizli servisin böylesi gevşek eylem girişimlerine nasıl kalkıştığı bir bilmece 
olarak kaldı. 

Devlet Bakanı Stavenhagen'in Federal Alman Gladyo şubesi hakkında böylesine tahrif edilmiş belgelerle bilgi vermesi, aynı şekilde karanlıkta kalınca, parlamento ve kamuoyuna büyük ikna gücüyle yönelttiği sorunun cevabını aradı: "Stay behind" hiçbir zaman iç politik eylemlere kalkışmamıştı güya. Bu "o kadar açıktı ki" "tümüyle normal haber alma servisi birimi"şeklinde davranılmıştı ve "hoş olmayan sürprizler" asılsızdı. 

Lutz Stavenhagcn Parlamento Kontrol Komisyonunun oturumundan sonra Frankfurther Allgemeinen Zeitungdaki bir spekülasyon dışında "Stay behind"le aşın sağcılar arasındaki bağı yalanlıyordu. Gazete, 1981'de Uelzen'de yeraltına depolanan gizli silahların bulunduğundan 
söz etmişti. Aşırı sağcı Lembke de aynı şekilde U-Haft'da sorgunun başlamasından önceki bir gün bulunan silahlardan bahsetmişti. Devlet Bakanı "Stay behind"le ilişkinin "hiçbir zaman olmadığını" açıklıyordu. 

Ve Stern - TV'nin magazin televizyonunda, Gladyo'nun öncüsü, ilk kez 1950'li yıllarda oluşturulan "Alman Gençlik Birliği" (BDJ) hakkında ilk belgeleri sergiliyordu, aynı şekilde Lutz Stavenhagcn’ de bunu şiddetle reddediyordu. Alman Gençlik Birliği'nin aralarında Herbert Wehner'in de bulunduğu ölüm listesi güya hiçbir zaman varolmamıştı. 

Parlamento Kontrol Komisyonu üyeleri Burkhard Hirsch (FDP) ve Wilfried Penner(SPD), o kadar eleştirmelerine rağmen bu düşünceye katılıyorlardı. Böylece FederalAlmanya Cumhuriyeti demokratik dönüşüm davasında Avrupa da ilk kez ciddi bir dümen neferi haline geliyordu. Öteki sorular da benzeri küstahlıklar la karşılandı. 
Gazete muhabirlerinden biri Stavenhagen'in işbirlikçiliğinin "bizim devletimizde de kamuoyu tarafından bilinmeyen gizli şeyler vardır" sözleriyle de belgelendiriyordu. Pek çok günlük gazetede bu politik enfor-
masyonun başarısı hemen görüldü. 

Enformatif parlamento oturumundan sonraki bir gün örneğin manşet şöyleydi:"Gladyo'ya giden soruşturma izleri kapandı."Sayın Devlet Bakanı "açıklanmayan görüşme"nin sonunda sorunun kapanmasını arzuediyordu. Sessiz Şebeke, en azından Federal Almanya'da ilk halkasının bulunduğunu ortaya koyuyordu. Enformasyon politikasının stratejileri, aynı şekilde 
pek çok Avrupa hükümetlerinde de görülüyordu. Medyalardan da ilk aktörlerinden hiç söz etmeksizin sadece resmi açıklamalar yapılıyordu. Daha sonra hükümet sözcüleri, çeşitli ayrıntılar sunacaklar ve gayrıresmi açıklamalarla daha çok şaşırtıcı eylemlerin lanse edilmesine başlanacaktı. 

Telsiz telgraf aparatı tipleri hakkında halka açıklamalar yapılırken, "Gladyo"nun kökeni ve kuruluş aşamasından sonraki ilk onyıllarından hiçbir şekilde sözedilmiyordu. Bonn Hükümeti, Federal Almanya Cumhuriyetini tertemiz bir ülke olarak takdim ediyordu: Hiçbir zaman "iç düşman"a karşı eylemler düzenlenmemişti, yapılan herşey tümüyle iyi niyete dayanıyordu, hemen hemen komple bir şey yoktu ve olanlar her ülkede görülebilen tümüyle normal bir askeri "önlem"den başka bir şey değildi. 

Oysaki Bundeswehr'de; savaş durumunda Gladyo-Stratejisine benzer roller üstlenecek ve işgal edilen ülkede ordu ve haberalma servisi için bir köprübaşı oluşturacak, her üç kolordusunda birer "uzaktan gözetleme bölüğü"nün bulunduğu bir gerçekti. Partizan savaşı yürütecek böylesi "special forces"a Bavyera'daki Amerikan kışlasının bulunduğu Bad Tölz'de 
beceri kazandırılabiliyordu. Askeri tatbikatlarıneğilim planında, modem bir gerilla savaşı için gerekli olan herşey bulunuyordu: Kurbağa adamlar, ekstrem durumlarda kurtarmalar, ev içinde savaş, sessizce öldürmeydi... 

Tümü orada eğitilen GIS, örneğin kaçırılan uçaktan rehinelerin kurtarılması için kurulmuştu. 
Oniki kişinin bir araya getirilmesiyle oluşturulan bu birlikler, ayrıca tamamlayıcı özel bilgilerle de donatılıyordu. Bunların eğitimini, telsizciler, doktorlar ve sabotaj uzmanlarından oluşan birlikler sağlıyordu. Bad Tölz'deki (1937'de SS-Junker okulu olarak yapılmıştı) ABD kışlasında Almanlar da eğitim görüyordu. Aynı zamanda tatbikat yapılan bu arazide, öteki bağlantıların ağı da örülüyordu. Burada ayrıca bir İtalyan "Gladyo'su da bulunuyordu. 

Bad Tölz'de de düzenli olarak konumlandırılan askerlerin sayısı hakkında ABD ordusu sessizdi: "No comment" (yorum yok) diyorlardı. 

Varşova Paktı devletlerinin üniformaları ve onların kullandıkları silahlarla da kamufulajlı olarak donatılıyorlardı. Kamufle edilmiş Doğu Birliklerine ek olarak hazırlanan GIS için de özel bir dil eğitimi veriliyordu. Kusursuz Almanca, Rusça, Polonyaca, Slovakça, Arapça ve İran dillerini öğreten ekipler vardı. Aynca düşman bölgelerine yapılacak teröre hazırlanma 
ekipleri de bulunuyordu. NATO'nun "Special Forces Section" ek yönetimi altında koordine ediliyordu bu birlikler ve İngilizler de aşağı yukarı aynı şekildeydi: "Special Air Services" (SAS) Falkland savaşında ek olarak devreye sokulmuştu. 

Stay behind’a geri dönelim. Kamuoyu bir yandan bunun hakkında daima çok az bilgilendiriliyor, hem de buna karşılık her zaman da çok iyi enforme ediliyordu. BND'deki "stay behind' örgütünde bir "köstebek" vardı. Doğulu kadın ajan Heidrun Hofer, 1976 Aralığında ispiyoncu olarak tutuklandı. BND'nin IV'ncü Bölüm'ünde sekreter olarak çalışıyordu. 

"Krizler ve Savunma Durumunda Alınacak Önlemler" için 41D ve 43B kodlarıyla raporlar hazırlıyordu. Gizli "stay behind" birliklerinin yönetimi hakkında raporlar da vardı elinin altında. Heidrun Hofer ispiyon faaliyetleri yüzünden yargılanmıştı. Maskesi düşürüldükten sonra ifadesinin alınışı sırasında Bavyera Cinayet Masasının 6'ncı kat penceresinden kendisini atmıştı. Federal savcı, basına; 36 yaşındaki BND memurunun hayati tehlike taşımayan yaralarla hastaneye kaldırıldığını açıklıyordu. Heidrun Hofer, 6 ncı kattan atladıktan sonra ağır yaralı olmasına rağmen hayatta kaldı. Üç yıl kadar sonra sanık olarak ceza mahkemesi önüne çıkarıldığında artık dava ilginçliğini yitirmişti. Uzmanlar medyalarda, olayın hukuksal tartışmasının gizli servise çok zarar vereceğini belirtmişlerdi. 

On yıl sonra, 1987'de Heidrun Hofer'e açılan dava zamanaşımı yüzünden düştü. İspiyoncuların ortaya çıkarılmasından sonra, BND'deki önemli yeniden yapılanma milyonlarca masrafla sağlanmıştı. Heidrun Hofer'in Demokratik Almanya Cumhuriyeti devlet güvenlik servisine ya da Sovyet KGB'sine ulaştırdığı notlarla ciddi endişeler doğurduğu, BND gizli karar-
gahının dışında, Batı ülkelerinde işlenildi durdu. Heinz Höhne ve Hermann Zolling'in uzman olarak çizdikleri tabloya göre; BND'nin ana karargahlannda biri "özel hava alanları ve limanlarla ABD'nin arka bahçesi Atlantik kıyılarında" bulunuyordu. 

Federal haberalma servisi, ispiyon olaylarının ortaya çıkışından sonra, yeni gizli karargahlar aramak zorundaydı. "Stay behind" eylemlerinin hangi ciddi sonuçları olduğunu Pullach'lıların duvarları dışında bugüne kadar hiç kimse bilemedi."Stay behind"ve Gladyo hakkında, en ileri derecede gizlilik aşamasındaki belgelerin BND'nin NATO üssü 13 Heinz Höhne/Hermann Zolling: PuHach'ın İçindeydi. (124) 

Bağlantı memurunun "kozmik" parmaklarının arasına nasıl girdiğini Heidrun Hofer de tam olarak biliyor muydu acaba? 
Demokratik Almanya Cumhuriyeti nin yıkılmasından sonra Avrupa ağındaki kadın ajanların kaç tane olduğu açıklanabilecek miydi? Durum artık tuhaf bir hal almıştı: Federal Almanya'da ve öteki devlelerde; partizan ağının gizli tutulmasına anayasaların aldırış etmediği, potansiyel muhaliflerin önemli gerçek kararlarıyla ortaya çıktığı biliniyordu. 

Almanya’nın doğu ve batı olarak ikiye ayrılmasından sonra kurulan Federal Almanya Cumhuriyeti aynı zamanda emperyalizmin Batı Avrupa’daki komünizme karşı mücadelenin kalesi oldu. Ülkenin ikiye bölünmesinin bütün faturasının sosyalizme yüklendiği bir dönemde, antikomünist mücadelenin temel dayanağını ise, Kızılordu tarafından ezilen Hitler faşizminin çömezleri oldu. II. Dünya Savaşı sırasında düşman kampta bulunan nasyonal sos-yalister, bu yeni tabloda, komünizme karşı, emperyalizmin Batı Almanya’ daki en önemli dayanakları oldular. 

İtalya, Yunanistan, Türkiye gibi ülkelerde çeşitli vesilelerle kontrgerilla örgütlenmesi defalarca gündeme gelip sorgulanmasına, hakkında çeşitli araştırmalar yapılmasına rağmen, Almanya’daki bu örgütlenmenin izine ise bugüne kadar çok ciddi bir şekilde ulaşılabilmiş değildi. Çalışması ve planlamasıyla tam anlamıyla kontrgerilla örgütlenmesi olan bazı oluşumlar, süreç içinde yeni kılıfla piyasaya sürülürken, en büyük antikomünist güç olan neonazilere ise, Gladyo projektörü nedense çok az tutuldu. 

2000’li yıllardan bu yana Almanya’da devam eden Neonazi ajanlar tartışması, geniş kamuoyu tarafından hep bir ucundan sıradan bir durum olarak gösterilerek kapatılmaya çalışılıyordu. Halbuki, ortada tekil bir olay ya da kişi değil, sistematik bir örgütlenme ağı bulunuyordu. Dolayısıyla ortaya çıkan Neonazi ajanlar, Almanya’daki kontrgerillanın bir yönünü oluşturuyordu. 17 Eylül 1990’de İtalya Başbakanı Giulion Andreotti’nin açıklamalarıyla, II. Dünya Savaşı’ndan sonra başta Türkiye, Yunanistan ve İtalya olmak üzere birçok Avrupa ülkesinde kontrgerilla ya da Gladyo (Kısa Kılıç) resmen ortaya çıkarılmıştı. Ancak, bütün çabalara rağmen, Gladyonun varlığı diğer ülkelerde devletler tarafından kabullenmedi. Sonra, 3 Kasım 1996’da Susurluk yakınlarında meydana gelen Susurluk Kazası, 
Gladyo’nun Türkiye boyutunu bir yönüyle açığa çıkardı. Tam da, devrimcilerin ve sosyalistlerin uzun yıllardan beri tarif ettiği tarzda, devlet-mafya-politikacılar denkleminde kurulan kontrgerillanın, böylece Türkiye boyutu da bir biçimiyle ortaya çıktı. Ergenekon ve Balyoz soruşturmaları ise tüm tabloyu gözler önüne serdi. Türkiye’de Almanya, ABD, İsrail, Erge-
nekon içinde kendilerine paralel güçler kurmuşlardı. Küçük piyonlar yem edilsede ana yapı korunuyordu. 

Ama kontrgerillanın Almanya boyutu hep gizli kaldı. Kılıç hiç bir zaman dillendirilmedi.Bazı kaynaklara göre, Alman Gladyosunun ilk temelini Stany-Behind-Organisation (SBO) oluşturuyordu. SBO hakkında uzun yılar muhalif basın ve partiler tarafından ortaya çıkarılan bilgilerin tümü devlet tarafından yalanlandı ve bu kurumun Gladyo olmadığı ileri sürüldü. 1991’de, SBO hakkında yayınlanan bir raporda, Federal Ordu’nun teşkilata tatbikat 
malzemesi ve eğitim personeli sunduğu, bu örgütün Federal Haberalma Örgütü’nun (BND) tesislerinden yararlandığı resmen kabul edildi. Bu raporda, Gladyo ile NATO arasındaki bağlantı sürekli olarak gizlendi. Resmi iddialara göre SBO, BND’nin bir parçasıydı. 

Aslına bakılırsa, temel kuruluş felsefesi Komünizme karşı mücadele etmek olan Gladyoya en çok da Almanya’da ihtiyaç vardı. II. Dünya Savaşı’ndan sonra, dünyada oluşan ekonomik ve politik dengeler, Federal Almanya’ya özel bir önem yüklüyordu. Bir taraftan ülkenin bölünmesi, diğer taraftan ise coğrafik olarak Doğu Almanya’ya olan komşuluk, özellikle de ABD 
emperyalizmi açısından oldukça önem arz ediyordu. Hitler sonrası F. Almanya’nın kapitalist batının bir müttefiki olarak, sosyalist doğu’ya karşı tutum alması, emperyalizm açısından vazgeçilmez bir stratejinin parçasıydı. 

Ülkenin ekonomik ve politik yapılanması, bir bakıma antikomünist dinamik üzerinden şekillendirildi. Bunu için de, temel kadro hiç şüphesiz, Hitler faşizmi döneminde üst düzeyde görev yapan bakanlar, bürokratlar ve polis şefleri oldu. 1945’te Hitler faşizminin Kızılordu tarafından yerle bir edilmesine rağmen, bütün mekanizma, ABD ve İngiliz emperyalizmi sa-
yesinde dağıtılamadı. Dışişleri diplomatları, yargıçlar, Gestopo ajanları, Hitler faşizmi döneminde olduğu gibi görevlerini sürdürüyorlardı. Hitler faşizminin ekonomik olarak en büyük destekçisi olan Siemens, Krupp, Deutsche Bank, Flick, ABS gibi tekeller de ülkenin en büyük tekelleri olmaya devam ediyorlardı. 1949 yılında ilk kez toplanan Federal Parlamento 
oturan her sekiz milletvekilinden birisi Hitler’in partisi üyesiydi. Yine, Hıristiyan Demokrat Birlik (CDU) partisinin ilk başkanı olan Konrad Adenauer başkanlığında kurulan ilk hükümette neonazi geçmişi olan bakanlar ve müsteşarlar bulunuyordu. 

Bütün bunlar, II. Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan Federal Almanya hükümetinin en temel özelliklerinin başında antikomünizm olduğunu açık olarak gösteriyordu. Ayrıca, Hitler faşizmi yıkıldığı halde, eski naziler örgütlenmelerini dağıtmamaya çalıştılar. Hitler’in partisi yeniden kuruldu, ancak 1952’de Anayasa Mahkemesi tarafından yasaklandı. Bu arada, başka 
neonazi örgütleri de kurulmaya başladı. 

Alman gazeteci Olaf Goebel’in yazdığına gore de, F. Almanya’da Gladyo’nun ilk kurucusu, Türkiye’de MİT’in de kurulmasında önemli rol oynayan Reinhard Gehlen’dir. 

BND’nin kurulmasında öncü rol oynayan nazi general Gehlen’in Türk Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT)’in oluşumunda da Fuat Doğu ile birlikte çalıştığı biliniyordu. 

Gehlen’in en büyük başarısı Amerikan askeri üslerinin çoğunluğunu Almanya topraklarına taşımasıdır. NATO’Nun askeri kalbi Almanya’da atar. Bu nedenle en güçlü ve dağıtılması neredeyse imkansız olan derin devletin Gladyo yapılanması olan Kılıç Almanya’da yerleşir. 
ASlınfa Almanya 1945’den beri resmen Amerikan işgali altındadır, milliyetçi Almanlar bu gücü artık ülkelerden tamamen atmaya çalışmaktadır.1990’dan beri Almanlar Amerikan as-kerinin yüzde 70’ini geri göndermiştir ve profesyonel orduya geçerek, orduyu küçültmüştür. 
Buna rağmen halen bu ülkede kalan ve diğer ülkelerdeki Amerikan askeri üslerine göz atmak yeterlidir. 

ABD'nin yaklaşık 760 askeri üssünden çoğunluğu bu ülkenin dışında bulunuyordu. ABD'nin yabancı ülkelerde askeri kuvvet bulundurması temel olarak iki nedene dayanıyordu; stratejik ve politik nedenler ile askeri nedenler. Stratejik ve politik nedenler arasında ABD'nin dünyanın süper gücü olduğunu göstermek istemesi en önemli etkendi. ABD'nin çıkarlarını 
doğrudan korumak, ana karalara kolaylıkla ulaşmak, doğru stratejiler uygulayıp uygun askeri kuvvetleri kullanarak önemli müttefik ilişkilerini korumak, güçsüz (ve genelde ABD çıkarlarına hitap eden) ülkeleri koruyarak dengeleri sağlamaktı. Askeri nedenler arasında ise bölgesel durumlara hakim olma ve bilgi alma kolaylığı, müttefikleri eğitme olanağı, bölgeleri daha iyi tanıyarak stratejiler geliştirebilme ve acil durumlarda anında harekete geçme sayılabilirdi. ABD'nin sürekli olarak yurt dışında görev yapan, rotasyonla hareket eden ve beklenmedik durumlarda operasyonlara katılan birlikleri bulunuyordu. Normal koşullarda ülke dışındaki Amerikan askeri sayısı yaklaşık 235 bin ile 400 bin arası değişiyor du. Rotasyon ve bazı özel durumlarda bu sayı daha da artabiliyor du.  Birliklerin yüzde 44'ünü Amerikan Kara Kuvvetleri, yüzde 30'unu Hava Kuvvetleri, yüzde 26'sını ise Deniz Kuvvetleri oluşturuyordu. Dünyanın Çin’den sonra ikinci büyük ordusuydu. Amerikan Kara, Hava ve Deniz Kuvvetleri'nin Avrupa'da 109-134 bin, Asya ve Pasifik'te 90 bin personeli bulunuyordu. Bunların yaklaşık 48 bini Hawaii'de. Körfez'de ise 1991 yılında dek ABD askeri bir varlık göstermiyordu. Bugün ise yılın büyük bölümünde bölgede faaliyet gösteren 140 bin personel bulunuyordu.. Bu asker rakamları Almanya’da bugün 38 bine düştü. ABD'nin ülke dışındaki belli başlı üsleri arasında aşağıdakiler sayılabilir: 

DENİZ KUVVETLERİ: 

1. Bahreyn - ASU-Bahrain 
2. Diego Garcia - NSF Diego Garcia 
3. Guam - USN Forces Marianas 
4. Güney Kore - COMFLEACTS Chinhae 
5. İngiltere - COMNAVACTUK London 
6. İspanya - NS Rota 
7. İtalya - NAS Sigonella 
8. İtalya - NSA Gaeta 
9. İtalya - NSA La Maddalena 
10. İtalya - NSA Napoli 
11. İzlanda - NATO Üssü Keflavik 
12. Japonya - FLTACT Sasebo 
13. Japonya - FLTACT Yokosuka 
14. Japonya - NAF Atsugi 
15. Japonya - Camp S D Butler (deniz piyadeleri) 
16. Japonya - MCAS Iwakuni (deniz piyadeleri) 
17. Küba - NS Guantanamo Körfezi 
18. Puerto Rico - NS Roosevelt Roads 

HAVA KUVVETLERİ: 

1. Almanya - Geilenkirchen AB 
2. Almanya - Ramstein AB 
3. Almanya - Rhein-Main AB 
4. Almanya - Spangdahlem AB 
5. Avustralya - Woomera 
6. Guam - Andersen AFB 
7. Güney Kore - Kunsan AB 
8. Güney Kore - Osan AB 
9. İngiltere - RAF Lakenheath 
10. İngiltere - RAF Mildenhall 
11. İngiltere - RAF Molesworth 
12. İtalya - Aviano AB 
13. Japonya - Kadena AB 
14. Japonya - Misawa AB 
15. Japonya - Yokota AB 
16. Panama - Howard AFB 
17. Portekiz - Lajes Field 
18. Suudi Arabistan - ABD Askeri Eğitim Misyonu 
19. Türkiye - İncirlik AB 
20. Türkiye - İzmir AS 

KARA KUVVETLERİ: 

1. Almanya - Ansbach 
2. Almanya - Bad Kreuznach 
3. Almanya - Bamberg 
4. Almanya - Baumholder 
5. Almanya - Darmstadt 
6. Almanya - Friedberg 
7. Almanya - Giebelstadt 
8. Almanya - Giessen Depot 
9. Almanya - Grafenwoehr 
10. Almanya - Hanau 
11. Almanya - Heidelberg 
12. Almanya - Hohenfels 
13. Almanya - Illesheim 
14. Almanya - Kaiserslautern 
15. Almanya - Kitzingen 
16. Almanya - Mannheim 
17. Almanya - Schweinfurt 
18. Almanya - Stuttgart 
19. Almanya - ABD Ordusu Avrupa 
20. Almanya - ABD Bad Aibling 
21. Almanya - Vilseck 
22. Almanya - Wiesbaden 
23. Almanya - Wuerzburg 
24. Belçika - NATO-Brüksel 
25. Belçika - Shape-Chievres 
26. Güney Kore - Camp Casey 
27. Güney Kore - Camp Henry-Taegu 
28. Güney Kore - Camp Hialeah-Pusan 
29. Güney Kore - Camp Humphreys 
30. Güney Kore - Yongsan 
31. Hollanda - Schinnen 
32. İngiltere - Menwith Hill 33. İtalya - Livorno 
34. İtalya - Vicenza 
35. Japonya - Camp Zama 
36. Japonya - Torii Station 
37. Panama - Fort Clayton 
38. Puerto Rico - Fort Buchanan 

Görüldüğü gibi stratejik askeri üslerin çoğunluğu Almanya’dadır. Amerikalılar Almanya’da 60 yıldır dokunulmazlık statünde yaşıyorlardı. Nazilerin artığı olan akımları bu nedenle her zaman içine sızarak amaçları doğrultusunda kontrol ettiler. NPD içindeki istihbarat görevlilerinin sıradan eylemci olmayıp faşist partinin eylemlerine yol gösteren politikaların belirlenmesinde etkili rol oynayan kişiler olmalarıyla, devletin gizli servis-faşist parti organizasyonu üzerinden icraat göstermesi, devlet ajanlarının faaliyetlerini daha da ilgi çekici kılıyordu. 
Normal olarak ajanlar, eğer bir örgütü izlemekle görevlendirilmişlerse, örgütün ya da örgütlerin eylemlerini önleme ve o örgütlerin darbe yiyerek çökmelerini sağlamak üzere çaba göstermeleri gerekirdi. Ama, eğer ajanlar izlemekle görevli oldukları örgütü zayıflatmaya değil de güçlendirmeye çalışıyorlarsa, o zaman hedef örgütler üzerinden devletin gerçekleştirmeye çalıştığı amacın kapsamı genişleyip farklılaşıyor demektir. CIA’nın politikası budur. (125) 

Almanya, göçmenlere yönelik ırkçı cinayetler konusunda gündeme gelen yeni bilgilerle, Ekim 2011’den itibaren adeta artçı sarsıntılar yaşıyordu. Sekizi Türk dokuz göçmeni öldüren Neonazi terör örgütüyle ilgili soruşturma, Alman istihbaratının katillerin yerini bildiğini ortaya çıkardı. Tanınmış siyasi dergilerden Spiegel; Thüringen ve Sachseneyaletlerinin iç istihbarat dairesi olan anayasayı koruma dairelerinin, dokuz göçmen kökenli esnafı öldüren Neonazi teröristlerin 1999 yılında Chmenitz kenti çevresinde saklandıklarını bildiğini yazdı. Gizli bir araştırma raporuna göre, yetkili makamlar silahlı saldırılar hakkında somut ipuçlarına dahi ulaşmışlardı. Teröristlere yardım eden iki kişinin kaldığı evi belirleyen istihbaratçılar, 
Uwe Böhnhardt ve Beate Zschaepe adlı örgüt mensuplarının da bu eve geldiğine dikkat çekmişti. Federal Anayasayı Koruma Dairesi'nin söz konusu raporu, Noel'den önce federal hükümete gönderilmiş. İstihbarat memurlarının 2000 yılının bahar ayında yaptıkları takiplerde Uwe Böhnhardt, Uwe Mundlos ve Beate Zschaepe adlı teröristlere çok ya-
klaştıklarının belirtildiği raporda, istihbarat elemanlarının bu gözlemler sayesinde Neonazi teröristlere yardımcı olan iki kişinin kaldığı bir eve ulaşmıştı. Zschaepe ve Böhnhardt'ın da bu eve ziyarete geldiğinin tahmin edildiği raporda ayrıca, "En geç 1999 yılı ortalarında, arananların Chemnitz çevresinde ikamet ettiklerine dair bilgiler yoğunlaşıyor.'' cümlesi yer aldı. 

Bunun dışında 1999 yılında yer altına inen Neonazilerin, kriminal işlere bulaştığından da şüphe duyulmuş; gözaltına alınan bir Neonazi, devlet adına çalışan bir muhbire, göçmenlere yönelik cinayetleri işleyen Neonazi üç teröristin çok sayıda eylem gerçekleştirdikleri için artık paraya ihtiyaçları olmadığını söylemişti. Neonazi skandalı, Uwe Böhnhardt ve Uwe Mundlos isimli zanlıların polis tarafından yakalanmak üzereyken intihar etmeleri üzerine patlak vermişti. Hemen ardından Beate Zschaepe isimli zanlı da diğer zanlılarla bir süre beraber yaşadığı bir evi ateşe verip polise teslim olmuştu. Yanan evin enkazından Neonazi katillerin işledikleri cinayetlerle övündükleri CD'ler çıkmıştı. Daha sonra ırkçıları izlemekle görevli istihbarat örgütü Anayasayı Koruma Dairesi eleştiri oklarının hedefi haline gelmiş ve 
bu süreçte aşırı söz konusu cinayetleri işleyen Neonazilerin Nasyonal Sosyalist Yeraltı (NSU) isimli istihbarat tarafından izlenen bir gruba üye oldukları ortaya çıkmıştı. Arka arkaya ortaya çıkan skandallar aşırı sağcı gruplar içerisindeki muhbirleri tartışmaya açmış ve aşırı sağcı Milliyetçi Demokratik Parti'nin (NPD) kapatılmasını tekrar gündeme getirmişti. 

HVA-BND-MOSSAD BAĞLANTISI 

Biraz geriye gidelim ve BND ve MOSSAD arasındaki bağların köklerine göz atalım. Markus Wolf 1923 yılında komünist oyun yazarı Yahudi Friedrich Wolf'un oğlu olarak dünyaya gelmişti. KGB'yle bağlantılı çalışan Wolf kısa sürede HVA Başkanlığı'na getirildi. Doğu Almanya İstihbarat Servisinin başında 1958'den 1987'ye kadar Markus Wolf bulunuyordu. Bu soğuk savaşın en gözde casusu, Batı Almanya'da ve diğer NATO ülkelerinde yüzlerce ajan yetiştirdi. Almanya birleştiği zaman, Wolf tutuklanmaktan kurtulmak için Moskova'ya kaçmıştı. Alman Hükümeti'nin kabul ettiğine göre Federal İstihbarat Servisi tarım malzemesi adı altında İsrail gizli servisi Mossad'a askeri malzeme yollamıştı. Oysa bu, Wolf'u hiç şaşırtmıyordu. İyi bilmekteydi ki BND ile Mossad arasında yakın bir işbirliği mevcuttu. Mos-
sad'ın içinde BND'den, BND'nin içinde de Mossad'dan delegeler vardı. (126) Yahudi şef Markus Wolf'un başkanlığında Doğu Alman gizli servisi HVA, Münih Olimpiyatları'nda İsrailli sporcuların öldürülmesi, Margaret Thatcher'e suikast girişimi, Beyrut'ta 17 CIA ajanının öldürülmesi gibi birçok olaya karışmıştı. The Post gazetesi, yayınlanan bir köşe yazısında casus Wolf'un şu olaylarla ilişkisi olduğunu iddia etti: 1972 Münih Olimpiyatları'nda İsrailli 
atletlere karşı düzenlenen Kara Eylül saldırısına silah sağlanması, Margaret Thatcher'i öldürmek için Brighton Grand Hotel'in IRA tarafından bombalan ması, 1983'te Beyrut'taki 

Amerikan Konsolosluğu'nda 17 CIA ajanının öldürülmesi... Yahudi asıllı Wolf, bir kitap yazmak için yakın geçmişte Doğu Berlin'den Moskova'ya gitmişti. Batılı istihbarat kaynaklarına göre gerçekte Wolf, Mikhail Gorbaçov tarafından KGB'nin yeniden düzenlenmesi için Rusya'ya çağrılmıştı. Batılı kaynaklara göre, Sovyetler bir KGB generali olan Wolf'u ve Batı Alman kuruluşlarına yerleştirdiği "adamlarını", Birleşmiş Almanya'yı NATO'dan çıkarmak için kullanmayı planlıyordu. 

Doğu Almanya'da reform hareketlerinin lideri olmasına rağmen, birçok Doğu Alman, Wolf'un şimdi resmen dağılmış olan Alman gizli polis örgütü Stasi ile ilişkisini göz önüne alarak, kendisinin gerçek amacı konusunda kuşku duyuyorlardı. Bu arada BND, pek çok istihbarat örgütünün Mossad'a yaptığı "hizmeti" de yapmış, İsrail aleyhtarı tutukluları "sorgulamaları" için Mossad ajanlarının eline vermişti. 1979'da Almanya'da bir skandal ortaya çıktı. Bu skandal Der Spiegel'de açıklandı. Buna göre İsrail ajanları Alman hapishanelerine alınıp, rahatlıkla Filistinli mahkumları sorguya çekebiliyorlar dı. Hıristiyan Demokrat Partisi Başkanı Franz Joseph Strauss'da bunu basın toplantısında teyid etmişti. BND ve Mossad ilişkileri Camp David'den sonra daha da kuvvetlenmişti. (127) BND-Mossad ilişkisinin kilit isimleri arasında eski Nazi subayları da vardı: "BND Başkanı, eski Nazi subayı Gehlen de 
Mossad'la sıkı işbirliği içindeydi. Gehlen, Alman gizli servisi BND'nin başında bulunduğu sürece BND ile Mossad arasında etkin bir işbirliği vardı. Mossad Almanlarla yaptığı bu işbirliğine karşılık Alman cezaevlerinde bulunan Mossad aleyhtarlarını sorguladı. (128) 

BND Başkanı Gehlen emekli olunca, yerine Gerhard Wessel geçti. Gerhard Wessel de Gehlen gibi eski bir Nazi subayıydı. Daha sonraları BND'ye yeni genç isimler de katıldı. Fakat siyonizm ile iyi giden ilişkiler hiç bozulmadı. Eski Nazi ajanlarının İsrail'i güçlendirmeye yardım etmesi böylece sürüp gitti. Almanya'da kontrgerilla hareketinin adının da "Gehlen Harekatı" 
olması tabii ki ilginç rastlantılardandı. BND'nin bağlantıları, Yahudi finans lobisi Trilateral ve Rockefeller'a kadar uzanıyordu: BND'den Gehlen, 1955 yılındaki Bilderberg toplantısına katılmıştı. (129) 

Manfred Murstein'da Mossad adına BND'de faaliyet gösteren Mossad'ın üst düzey ajanlarındandı. Ernest Volkman konuyu şu şekilde özetliyor: 

Manfred Murstein takma adlı Mossad ajanı BND'de çalışıyor. Yıllarca Monzar Al Kassar adlı uyuşturucu ve silah kaçakçısını Mossad adına takip ediyor. Saddam Hüseyin'in gerektiğinde öldürülmesi için yapılan planlardan biri Murstein'a ait. Plan şöyle: Saddam Hüseyin'e yakın bir kişiyi para karşılığı ya da tehditle ayarlayıp Saddam'ın odasının planı istenecek. O kişinin 
haberi olmadan üstüne patlama gücü yüksek olan patlayıcı yerleştirilecek. Sığınağın tesisatını yapan Alman şirketiyle anlaşılıp bu bombanın ateşlenmesi ayarlanacak. BND'den Ghunter (Yahudi) David Rockefeller yönetimindeki Trilateral Komisyonu'nun kurulmasında yer aldı. (130) 

Wolfgang Lotz 1921 yılında Almanya'da doğmuş bir Yahudiydi. Lotz 16 yaşında yeraltı teşkilatı Haganah'a katılmıştı. 1956 yılında İsrail askeri haberalma teşkilatı Aman ona yaşamını değiştirebilecek bir görevde çalışmak isteyip istemediğini sordu. Bu sırada İsrailliler, Mısır Devlet Başkanı Cemal Nasır'ın füze konusunda uzman eski Alman bilim adamlarıyla diğer ordu uzmanlarını kendi bünyelerine aldığını işitmişlerdi. Aman'ın bu son derece sıkı korunan yapıya sızabilecek bir ajana ihtiyacı vardı. Lotz bu plana en uygun kişiydi. 
Sarı saçları ve mavi gözleriyle asla bir Yahudiye benzemiyor, aksansız ve kusursuz bir Almanca konuşuyordu. Lotz'un kimliği değiştirildi ve Nazi hedefleri ve ideolojisine yakınlık duyan Kuzey Afrika'da savaşan eski bir Alman askeri oluverdi. BND gerekli evrakların düzenlenmesinde İsrailliler'e yardımcı oldu. Lotz efsanesini tamamlamak amacıyla, BND kaynağı olan sarışın bir Alman kızını da eşi rolüyle ortaya çıkarmışlardı. (Aslen İsrailli olan bu genç kız daha sonra gerçekten de Lotz'un eşi olmuştur.) Lotz 1959 yılında Kahire'ye gitti. Lotz'un yakın ilişki kurduğu Mısırlı üst düzey ordu mensuplarından bazıları, Alman bilim adamlarını yakından tanıyorlardı. Mısırlılar Lotz'u askeri üslere çağırıyor ve burada İsraillilerin çok merak ettikleri konular olan askeri güçlerinden, takviye kuvvetlerinin niteliklerin-
den, uçaklarının kapasitesinden rahatça söz ediyorlardı. Mısırlılar 1965 yılının başlarında Rus Ordu Haberalma Servisi GRU'nun yardımıyla Lotz'un yasadışı telsiz yayını yaptığını saptadı. Lotz ve karısı tutuklandı. Lotz BND ajanı rolü oynadı ve karısıyla beraber ömür boyu hapse mahkum oldu. 1967 Savaşı'nda İsrailliler Lotz ve karısı karşılığında 500 Mısırlı tutsağın iade edileceğini söylediğinde, Mısırlılar Lotz'un İsrailli olduğundan emin olabil-
mişlerdi. Sonuçta gönülsüz bir şekilde anlaşmaya razı oldular. 

Devlet ajanları sızdıkları ya da NPD’de görüldüğü gibi kurucusu oldukları örgütün politikasında belirleyici oluyorlarsa ve bu örgütün büyümesi için çaba gösteriyor, enerji harcıyorlarsa, bütün bu eylem ve çabalar devlet kurumlarının bilgisi dahilinde gerçekleşiyorsa, bu tür örgütleri devlet örgütü olarak görmek ve adlandırmak için yeterli neden var demektir. 
Kısacası gerçek terörün sahibi güya onla mücadele edenlerdi. 11 Eylül 2001’den sonra geliştirilen doktrinlerde terörle mücadele baskı, zulüm ve ayrımcılık için gerekçe haline getirildi. 
Bu durumda faşist-ırkçı partiler içindeki devlet ajanları, bu parti veya partilerin eylemleri içinde, eylemlerin etkili olmasını sağlamak üzere faaliyet gösterirken, sıkıştıkları herhangi bir durumda, ceplerinden istihbarat kimliklerini çıkararak, Hitler selamıyla ‘Heil ajan!’çekmeleri, sıradan bir tutum haline gelebilirdi! Eski İç İşleri Bakanı Otto Schily’nin geçmişte sergilediği ırkcı tutumuna bakılırsa, bu tür olayların çoğalmasına şaşmamak gerekir. Almanya’da ırkçı örgütler içinde ortaya çıkan neonazi ajanlar skandalı, bu söylediklerimizin bir fantezi değil, yaşanan gerçekler olduğu nun göstergesiydi. Bu türden örgütler içinde ya da bunların  yönetimlerinin tümü açısından ajan kullanılması amaca uygun düşüyordu. (65) Durum böyle olunca, ırkçı NPD içinde ortaya çıkan ajanların faaliyetiyle bu tür parti ve örgütlerin faaliyeti ve hedefleri arasında temelde bir amaç farklılığı bulunmuyordu. Ortaya çıkan belgelerin bu ırkçı partilerin önemli bir kısmının devletin ajanları tarafından kurulduğu ve eylemlerine yön verildiği düşüncesini güçlendiriyordu. 

Sonraki bölümde Gehlen sonrası Almanya, iki Almanya’nın birleşmesi sürecinde yaşananlar ve yeni dünya düzeni BND’nin yeniden yapılan dırılmasını inceleyeceğiz. 


BU BÖLÜM DİPNOTLARI;

120. Aydoğan Vatandaş. Kayıp Kitap Barnabas'ın Sırrı. hhttp://www.derki.com/sayfalar13/erolkomplo.html
121. Arif Altunbaş. 7 Ekim 2011. Almanlar Ne Kadar Dost?
122. Nuh Gönültaş. Bugün Gazetesi. Yunus Nazi, Almanlar ve Ergenekon! 20 Şubat 2008.
123. Yasemin Çongar. Taraf Gazetesi. Ergenekon’da dönüm noktası ya da ‘Tiefer Staat in Deutschland’ 16 Aralık 2011.
124. Necip Hablemitoğlu. Hasım Ülke: Almanya. Aydınlık. 24 Temmuz 2011. http://merhabaaydinlik.info/2011/07/necip-hablemitoglu-hasim-ulke-almanya/
125. Nazilerin Kökeni ve Tarihi. www.hermes.com
126. Necip Hablemitoğlu. Hasım Ülke: Almanya. Aydınlık. 24 Temmuz 2011.
127. Özgür Göndiken. 2. Dünya Savaşı ve Nazi Türk-Müslüman Lejyonu. 26 Kasım 2010. http://www.totalwar-turkiye.com/2-dunya-savasi-ve-nazi-turk-musluman-lejyonu#.TvdoyfIyenA
128. Selami İnce, Birgün gazetesi. 10 Nisan 2011. Hitler'in polisleri http://www.birgun.net/worlds_index.php?news_code=1302426649&year=2011&month=04&day=10 )
129. Richard Deacon. İsrail Gizli Servisi, sf.149.
130. Murat Sofuoğlu, Ekopolitik. Gehlen.org işbaşında http://www.ekopolitik.org/public/printnews.aspx?id=704)

***

24 Ocak 2018 Çarşamba

PANZER VE KÜRT İSYANI, ALMAN VE AMERİKAN GLADYOLARIN TÜRKİYE SAVAŞI? BÖLÜM 2

PANZER VE KÜRT İSYANI,  ALMAN VE AMERİKAN GLADYOLARIN TÜRKİYE SAVAŞI?  BÖLÜM 2


HERŞEYİN BAŞLANGICI: EFSANEVİ İSTİHBARATÇI TÜRK ÖZEL HARP’E EL ATIYOR 

Yukarıda anlatılan ve Almanların Türkler üzerinden uyguladığı politikalar ne anlama geliyordu? Aşağıdaki hikayede birbirinden bağımsız gibi gözüken olayların aslında ne kadar bağlantılı olduğu anlatılacak. Hikayedeki adli olay gibi gözüken bazı olayların uluslararası güç çekişmelerinin konusu olması ise işin ilginç tarafı. Almanya’da yaşanan Türk ailelerinin kundaklanması olaylarının bu gün hangi politik çekişmelerin sonucu olduğu daha da açıklıklaortaya çıkıyor. Dahası bunlarda Alman derin devletinin parmağı olduğu da artık aşikar. Biz şimdi hikayeyi baştan alalım ve işe ‘efsane’ bir Alman istihbaratçıdan başlayalım. 

Almanların BND’sini ve derin devletini 1952’de kuran Gehlen, tüm NATO ülkelerinde de Gladyoları örgütleyen en derin istihbaratçıydı. Aralık 2000’de açılan CIA’nın gizli belgelerinde Gehlen ve eski Nazi subaylarının hangi örtülü operasyonlar gerçekleştirdiği ortaya çıktı. Yazılan bilgiler artık açık bilgi olduğundan kolaylıkla ulaşılabilir. Yıllarca kamuoyunun dikkatinden kaçırılan bu bilgilerin yazılmasının gazetecinin çok önemli bir kamu görevi olduğunu düşünüyorum. 

Peki Alman derin devleti Türkiye’ye nasıl girdi ve hangi metodlarla çalıştı ? Aşağıda anlatacağımız öykü Türkiye Özel Harp Dairesi’nin nasıl CIA güdümüne girdiğini anlatıyor. İşin içersinde CIA hizmetine giren bir Alman istihbaratçı bir de Rus kızıl ordu firarisi var. Biz en iyisi hikayeye yine baştan başlayalım. Hikaye Reinhard Gehlen’in CIA’ya sığınmasıyla başlıyor. Henüz 60 yıl once Reinhard Gehlen, Nazi Almanyasının ve Hitler’in Doğu cephesinden ve komünist Sovyetlerden sorumlu casus şefi, 22 Mayıs 1945’de Amerikan ordusunun CIC(Counter Intelligence Corps: Kontra İstihbarat Birlikleri)’ne teslim olduğu ana kadar herhalde hiç kimse Nazilerin bu efsanevi istihbaratçısının kariyerinin geri kalan kısmını düşman örgüt CIA ve onun evsahipliğini yapan ülke ABD ile işbirliğine sarf edeceğini tahmin edemezdi. Bu konuya önümüzdeki bölümlerde derinlemesine gireceğiz. Biz şimdi Gehlen’in Türkiye bağlantısı neydi bu konuya eğilelim… 

80 darbesi öncesi Türkiye’de komünist-ülkücü kavgasında ülkücü saflarında dikkati çeken birisi vardı. Bu isim Murat Bayrak’tı. Ülkücüleri galeyana getirmekle görevli Murat Bayrak, Türkiye’deki tüm faaliyetlerini “Hançer Birliği” adına yürütmüştü. Bayrak, 12 Eylül darbesi sırasında MHP Genel Yönetim Kurulu Üyesi olmasına karşın tutuklanmayan tek isimdi. 
Onun gibi serbest bırakılan diğer isimler de Özel Harpçiydi ve Gladyo’ya çalışıyordu. Yugoslavya göçmeni Bayrak, CIA ajanları olan ve gladyo yapılanmasında kilit rol oynayan Paul Henze ve Frank Terpil’le de bağlantılı idi. Bayrak MHP’den önce Adalet Partisi’nde de milletvekilliği yapmıştı. Diğer yandan, Türkeş’e NATO kamplarında eğitim verilirken, kendi isteği üzerine ‘Ergenekon’ kod adını aldı. Bütün bu bağlantıların öncesine gidecek olursak; 2. Dünya savaşından sonra, Gehlen ile sonradan Alparslan Türkeş’in yakın dostu olacak olan Ruzi Nazar ABD’ye götürüldü. Özbek kökenli Ruzi Nazar, savaş sonrasında Alman ordularına sığınmış bir isimdi. General Gehlen ve Nazar ikilisi, CIA içerisinde görevlendirildi. 

Nazar bu görevde CIA Türkiye İstasyon Şefliği’ne kadar yükseldi. Nazar Enver Altaylı gibi Özbek kökenlileri MİT’de kritik görevlere getirdi. Ruzi Nazar’ın dikey yükselişi gerçekten de incelemeye değer. Nazar İkinci Dünya savaşında Kızılorduda savaşırken Almanlara esir düşen bir Özbekti. Almanların safına geçerek Türkistan taburlarında Kızılorduya karşı savaştı, savaşın sonunda içinde yeraldığı Gehlen Organizasyonu sayesinde kesin ölüm demek olan Ruslara teslim edilmek yerine Gehlen ile birlikte ABD’ye sığındı. Amerikan vatandaşı oldu ve kararlı bir antikomünist olarak CIA'de görev aldı. 1950 sonrası kontrgerilla eğitimi almak üzere ABD’ye gönderildi. Alparslan Türkeş'in de dahil olduğu, Özel harpci seçilmiş Türk subaylarla bizzat ilgilenen eğitimcilerden birisiydi. 1960'larda Türkiye'de görev aldı. 

Türki kökeni sayesinde Ankara'da CIA ajanı gibi değil, Türk bir vatanperver gibi görüldü. 
Bu ekstra güvenle tüm yöneticilerle dost oldu. Türkeş, kendi evinden çok onun evinde kalırdı. Beraber dokuz ışıkçılık oynarlardı. Bu sıkı fıkı ilişki o kadar çok dikkat çekerdi ki, MHP içinden bile itirazlar yükselirdi. Türk antikomünist örgütlenmesi kendisine müteşekkirdi. 
Hatta Türk medyasından bir yazar, kızı `Sylvia Nasar`, filmi oscar ödülü alan `a beatiful mind` romanı ile ünlü olduğunda kızını tanıtma bahanesiyle Ruzi amcaya ve onun Türkiye faaliyetlerine dair, içimizden biri temalı övgü yazıları yazdı. Yazan gazeteci Ergenekon davasında suçlu bulunarak hüküm giyen `Güler Kömürcü`'dür. Ruzi nazar ve kızı Sylvia, Türk gençliğinin ünlü çizgi romanı Yüzbaşı Volkan’da da karşımıza çıkarlar. Çocuk yaşta kadın memesi ile tanıştırarak inkar edilemez bir hizmette bulunan `Yüzbaşı Volkan`'ın bir macerasına konuk olurlar. Bu macerada pos bıyıklı Ruzi ve kızı, Ruzi'nin Kızılordu yılllarından başlayarak yaptığı işleri okuyanı kararlı bir antikomünist yapacak duyarlıkta anlatırlar. Ruzi Nazar'ın CIA ajanı olarak görev yaptığı bir ülkede gençlere meme ve millet bilinci kazandırmak için uğraşan bir çizgi romana konuk oyuncu olarak girmesi onun Türkiye'de ne kadar içselleştirildiğinin komik bir göstergesidir. Bu arada Ruzi Nazar ve Türk Kontragerillasını finanse eden Rockfeller, Özel Harp Dairesi ile özel ilişkiler geliştirdi. Üst düzey subaylarımızı eğittiler, beyinlerinı yıkadılar ve kendi halkını ve dinini dahi düşman görecek kodlarla robotlaştırdılar. (32) 

ALMAN VAKIFLARI VELİ KÜÇÜK’E VELİ KÜÇÜK KİME ? 

Görüldüğü üzere Alman istihbaratçıların CIA adına çalışmaya başlamasının bir çok sonucu olmuştu. Bu sonuçların Türkiye’ye etkisi ise epey fazlaydı. Bu ajanlar sayesinde Türkiye politikalarını rahatlıkla etkileyebiliyorlardı. Aşağıda göreceğimiz gibi ABD etkisinden kurtulma çabaları ise daha sert cezalandırılıyordu. Alman istihbaratı ülkemizde altı vakfı, şirketleri ve 
diplomatik dokunulmazlığa sahip ajanlarıyla mükemmel çalışıyordu. 

Türkiye’de Alman vakıfları ve Alman derin devleti (BND, BKA,GSG9), Türkiye’yi kaos ortamına sürüklemeyi amaç eden Ergenekon’ın tam ortasında, yönetici kısmında yer alıyorlardı. 
Kürt sorununun  siyasileştirilmesi ve Aleviliğin İslam’dan ayrılarak ayrı bir din haline getirilmesi üzerine özellikle yoğunlaştılar. Dünya altın borsasını elinde bulunduran Almanların bir hedefi de Türklerin kendi altın madenini çıkartıp, işlemesini engellemekti. Alman vakıflarının istihbarat faaliyetleri ve altın hesabı konusunda kitap yazan Necip Hablemitoğlu’nu öldürtmesi için Veli Küçük’e kimin emir verdiği ortadaydı! Küçük artık, Almanların sırlarına sahip kilit öneme sahip bir Silivri sanığıydı... 

Peki Alman BND’si nasıl çalışıyordu? 1970 ile 2005 arasında Almanya’da 42 bin 664 kişi, Alman derin devleti için ajanlık, muhbirlik ve köstebeklik yaptı. Bunlar arasında Doğu Alman sayısı 9 bin 822’dir. Yine BND’nini Almanya’da yararlandığı gurbetçi ve ülkemizde kullandığı ajan sayısı onbinleri geçti. Hedefledikleri Türk veya Kürtleri, Alman sempatizanı, etki ajanı ve ücretli ajan yapma kategorileri bulunuyordu. Kadın kullanma, zenginleştirme 
ve kasetli şantaj en fazla kullandıkları yöntemlerdi. Almanlar uzun yıllardır telefonlarımızı dinliyordu. Kimin ne gibi zafiyeti olduğunu, nasıl ele geçirilebileceğini biliyordu. Türkiye’de kullandıkları üst düzey üç ajana verdikleri kod lakap isimler, “ Baron ”, “ Kumarbaz ” ve “ Tilki ” idi. 


SELAHADDİN DEMİRTAŞ’IN MOSSAD’DAN PARA ALDIĞI BELGELENDİ 

Alman derin devleti Türkiye’nin önemli meselelerini karıştırmak için olmadık şeyler yapıyordu. Jürgen Elsasser adında bir Alman yazar sonrasında tüm bu faaliyetlerin CIA güdümündeki Alman derin devletinin işi olduğunu söyleyecekti. Elsasser’in açıklamalarına geçmeden once bu faaliyetlere kısa bir göz atalım. Ülkemizin doğusunda faaliyet gösteren yabancı ajan sayısı beş bini geçiyordu. Almanlar doğu illerimize su arıtma tesisi, küçük baraj-
lar yapma bahanesiyle çok sayıda ajanını yerleştirdi. Bunların pek çoğu Türkçe ve Kürtçeyi ana dili gibi biliyordu. İstihbarat organlarımız, bu 
ajanların çoğunun aslında kim olduğunu kısa sürede fark ediyor, ancak yakalamıyor ve sınırdışı etmiyor veya edemiyordu. 5 Haziran 2011’de rutin dışına çıkılarak 10 yılı Diyarbakır merkezde olmak üzere doğu illerimizde Mossad adına casusluk yapan bir İsrail vatandaşı, askeri istihbarat ve polis ortak operasyonu ile yakalandı. Bu bilgi ve haberi Türk medyasında 
okunamadı çünkü kimseye servis yapılmadı! Özel kaynaklarım vasıtasıyla elde ettiğim bu bilgiyi paylaşmayı tarihe düşülecek bir not olarak görüyorum. Mossad ajanı, ana dili gibi Türkçe ve Kürtçe biliyordu. Sabaha kadar süren sorgu sonrası çözülmüştü. Anlattığı bilgileri hemen yazsaydım 12 Haziran 2011 seçimi yapılamazdı. Konu sadece Yüksek Seçim Kurulu’nun adaylığını iptal ettiği, sonrada yeniden onayladığı adaylardan ibaret değildi. Bölgede milletvekilliğine bağımsız aday olan Kürt kökenli milletvekillerinden bazıları yabancı istihbarat örgütlerine çalışıyordu. Mesela BDP Lideri Selahattin Demirtaş’ın MOSSAD’dan aldığı paralar belgelenmişti. 
Bu bağımsız milletvekili adaylarının kimi sempatizan, kimi etki ajanı, kimi ise kadrolu ajandı. En fazla milletvekili adayı devşiren istihbaratlar Alman BND, CIA ve Mossad idi. Bu adayların bir kısmı parlamentoya girdi ve çalıştıkları yabancı ülkenin politikalarını ülke gündemine taşıdılar. 

Alman derin devleti üzerine yazdığı kitaplarla tanınan yazar Jürgen Elsasser, Almanya ve Türkiye’de 'uyuyan gladyo/kontrgerilla hücreleri' bulunduğunu ve Türklere yönelik cinayetlerde bu hücrelerin parmağı olduğunu savunuyor du. Neo Nazi katillerin daha büyük örgütleri saklamak için kılıf olarak kullanıldığını söyleyen Elsasser net konuşuyordu: 'Hatta hiç Nazi bile olmayabilirler.' Elsässer, “Dönerci cinayetleri”nde ölen Türklerden sorumlu tutulan Neo Nazilerin, gizli servis operasyonları için sahte bir kılıf olduğunu vurguluyordu.. 

Gurbetçi cinayetlerinden sorumlu tutulan iki Alman’ın belki de Nazilikle hiçbir ilgisi bile olmayabileceğini savunan Elsässer, Almanya ve Türkiye’de “uyuyan Gladyo hücreleri” olduğunu ve cinayetlerde bu hücrelerin parmağı olduğundan emindi. Elsässer, bu konuda şunları söylüyordu: ‘8 Türk ve bir Yunan’ın öldüğü Almanya’daki olaylar bir Neo Nazi üçlüsü ile bağıntılıdır. Burada Anayasayı Koruma Örgütü (BfV) adındaki gizli servisin elemanlarını bulmak mümkün. Çılgın Neo Naziler, amacı belli olmayan gizli servis operasyonları için sahte bir kılıftır. Bu seri cinayetlerde elimizde 3 olgu var: Nazi Bağlantısı, Gizli Servis Bağlantısı, Türklerin bağlantısı. 2001 yılının Ağustos ayında bir Türk tanık Alman polisine seri cinayetlerde kullanılan silahı teslim edeceğine dair söz verdi. Anlaşma iptal oldu. 2007 
yılında bu cinayetlerin ardında Diyarbakırlı bir aşireti de içeren bir uyuşturucu meselesi olduğuna dair bir dosya olduğu da yazıldı. Belki Nazi bile olmadılar. Belki de bu üçlünün dönerci cinayetleriyle hiçbir ilişkisi yoktur. Karavanlarında öldürüldüler (karavandan bir adamın çıktığını gören tanıklar var), sonra da ne kadar kanıt varsa bunların bulundukları 
yerlere bırakıldı. Ama bir başka faraziye de mümkün: Bu üçlü hiç Nazi olmadı. Devletin ajanlarıydılar ve sonuna kadar da öyle kaldılar. O nedenle profesyonelce hazırlanmış, devlet istihbaratının kendilerine verdiği sahte kimlik belgeleri bulundu. Bunlar 90’larda sağ çevrelere sızdırıldılar. Ancak hiçbir şey çıkmayınca buradan çekildiler. O zamandan beri de çok başka bir iş üzerinde çalışıyorlardı ve öldürülmeleri bu olaydan kaynaklanıyor olabilir. Bu iş üzerinde hiç konuşulmuyor. Gladyo, Amerikan kontrolünden çıkmak üzere olan ülkeleri ve devletleri istikrarsızlaştırmayı amaçlar. 1970 ve 80’lerde İtalya’daki sahte bayrak operasyonlarıyla Gladio sağ ve sol terör örgütlerini bir kılıf olarak kullandı. (Brigate Rosse) Türkiye ve Almanya kendi yollarını bulmayı amaçladılar. Almanya, Libya savaşında geri durdu. Türkiye ise İran’a karşı saldırıyı engelledi. Gladyo'nun bir çok uyuyan hücresi var. Bence Almanya ve Türkiye’de de mevcutlar. Alman ve Türk gizli servislerindeki Amerikan hücrelerini araştırmalı. Gladio ulusal değildir. Angloamerikan aracıdır. (33) 

Bu gözaçıcı ifşaatdan sonra Alman Kılıç’ı ile Türk Ergenekon’un paslaşması kimseyi şaşırtmayacaktır. 

TÜRK VE ALMAN ERGENEKONLARI ARASINDA İRTİBATLAR 

1990 yılında İtalya'da patlayan Gladio skandalıyla tüm NATO üyesi ülkelerde örgütlendiği ortaya çıkan Kontrgerilla örgütlerinin Batı'yı komünizmden korumak amaçlı hareket ettikleri ve bu amaçla her ülkedeki sağcı-faşist grupların birbiriyle yardımlaştığı anlaşılmıştı. Alman Ergenekonu 1952’de kuruldu, Kuranlar eski Naziler ve General Gehlen’di. 1990 yılında İtalya'da patlayan Gladio skandalı tüm NATO üyeleri gibi Almanya'yı da sarstı. İtalya'daki örgütün adı Gladyo iken Almanya'dakinin adı 'Gehlen Harekatı' idi. Tüm NATO üyeleri gibi Almanya da Sovyet işgaline karşı NATO anlaşmaları çerçevesinde ABD'nin CIA istihbarat servisi öncülüğünde ülkesinde bu gizli örgütlenmeye gitti. Bu örgütün ülke siyasetini yönlendir mek için yürüttüğü illegal faaliyetler aslında ilk kez 1960 yılında faşist özellikli Alman gençlik yapılanması BVJ'ye karşı yapılan bir operasyonla ortaya çıkarılmıştı. Bu örgüt tarafından Alman Komünist Partisi (KPD) ve Alman Sosyalist Partisi’ne (SPD) karşı, aynen Türkiye’de 12 Eylül öncesini hatırlatan şekilde tezgahlar kurulmuştu. Alman Gladyosu bunun için 17 bin üyeli BVJ'yi (Bundes Vaterländischer Jugend / Alman Gençlik Federasyonu) 
kullanmıştı. BVJ aslında paravandı bir yapılanmaydı; arkasında Technischer Dienst (TD-Teknik Hizmetler Birim) vardı. Bu TD, paramiliter bir örgüttü. Ancak Alman muhafazakar CDU Partisi, Amerikalılarla uzun süren görüşmeler sonucu, açılan soruşturmaları durdurdu, herşey örtbas edildi. 12 yıl sonra, 1972’de, ülkenin çeşitli yerlerinde toprağa gömülü silahlar 
bulunmaya başladı. Hükümet panikle, Sovyet işgali gerçekleşirse geriye kalanların bunları kullanacağını ama artık tümünün imha edildiğini açıkladı. Gelin görün ki, 6 Ekim 1981’de Uelzen Kasabası yakınlarında müthiş bir yeraltı silah deposu bulundu. Bunun üzerine BVJ'yi kuran aşırı sağcı Heinz Lembke tutuklandı. Soruşturma Alman polisini 33 ayrı yer altı silah 
deposuna daha götürdü. 13 bin 520 mermi, 50 roketatar, 156 kg patlayıcı ve 258 el bombası ele geçirildi. Soruşturma daha ileriye gitmedi. 9 yıl sonra ise Gladio skandalının patlamasıyla tüm Nato ülkelerinde olduğu gibi örgütün Almanya'daki varlığı da resmen ortaya çıkarıldı. 
Gladyo'nun Alman koluna dair en geniş araştırmaları yapmış olan ünlü Alman araştırmacıgazeteci Leo Müller, "Avrupa’da, şeffaflıktan en uzak, gladyoya en büyük destek veren, başka ülkelerdeki uzantılarıyla bağlantı içinde çalışan tek ülke Almanya’dır" diyor, çok ağır bir suçlama yöneltiyordu. 

Alman İç İstihbarat Servisi (BFV)'nin 2001-2002 raporlarında 'Ergenekon Türk Sağcı Grubu' adıyla yer alan Almanya'da da örgütlenmiş Ergenekon oluşumunun, yapısal olarak Alman faşist gruplarının oluşturduğu derin devlet yapısıyla aynı özellikte olduğu belirtiliyordu. Alman istihbarat raporlarında Ergenekon oluşumu ile ilgili olarak 2001 yılındaki değerlendir-
mede; "Baden Württemmberg'in Mannheim Şehrinde 23-25 kişilik bir oluşumun, Bavyera'nın Nürnberg şehrinde ise 30-35 kişilik yeni bir Türk Milliyetçi oluşumun belirlendiği ve bu oluşumun Ergenekon adında olduğu tespit edilmiştir. 
Bu gurubun siyasi ideolojisi olup olmadığı henüz bilinmemektedir. Ama genellikle Türk Ülkü Ocakları'ndan ayrılan şahıslar bu oluşumun içinde yer almaktadır. Biz muhtemelen bu oluşumdaki şahısların Ülkü Ocakları ile olan ideolojik tartışmalarından ve farklılıklardan ötürü ayrıldıklarını ve böyle yeni bir oluşum kurduklarını düşünmekteyiz" deniliyordu.Azerbaycan-Alman Dostluk Derneği çatısı altında bir araya gelen Almanya'daki Ergenekon oluşumunun Almanya'da da kaos eylemleri planladığı da iddialar arasındaydı. İddiaya göre, Köln şehrindeki Kürt Kültür Merkezi havaya uçurularak olay Türk istihbarat birimlerinin üzerine yıkılmak ve İstanbul Ermeni Patrikhanesi'ne canlı bomba gönderilerek kaos çıkarmak isteniyordu. 

Türkiye’deki Ergenekon davası sürecinde savcılar Almanya’daki bu durumu da göz önüne aldılar. Ergenekon soruşturması sürecinde ortaya çıkan bulgular, örgütün, Kıbrıs ve Azerbaycan'dan sonra Almanya'da da örgütlendiğini gösteriyordu. Sanıkların Almanya'daki güçlü bağlantıları olduğuna dair bulgular savcıların ve mahkeme heyetinin de dikkatini 
çekmişti. Ergenekon davasına bakan İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi, Ergenekon davası sanıklarının Almanya'daki finans kaynaklarını mercek altına aldı. Bu girişim, dikkatleri bir kez daha Alman ve Türk Kontrgerilla örgütlerinin işbirliği iddialarına çevirdi. 2001-2007 yılları arasında, Türk Ortodoks Kilisesi'ne, Noel Baba Barış Derneği'ne, Vatansever Kuvvetler 
Güç Birliği Hareketi'ne veya başkanı Taner Ünal'a, sanıklardan Ümit SayınKemal Kerinçsiz, Sevgi Erenerol ve Veli Küçük'e Almanya'dan herhangi bir ödeme yapılıp yapılmadığının sorulmasına karar veren mahkeme heyeti, ödeme yapılmışsa ödenen meblağ ile ödeme tarihleri 
ve ne şekilde ödeme yapıldığının sorulmasına hükmetmişti. 

Ergenekoncuların 2001'den 2007 yılına kadar Almanya'daki oluşumlardan 1 milyon Euro para yardımı aldığı iddia ediliyordu. Ergenekon sanıklarının banka hesaplarını inceleme altına alan savcılık, Almanya'dan ciddi miktarda para transferi yapıldığı, bazı sanıkların bu ülkeden paravan şirket ve sahte belgeyle para transfer ettiğini belirledi. Ergenekon tutukluları 

Veli Küçük ve Kemal Kerinçsiz'in Almanya'daki Türk düşmanı Nazilerle kurduğu yakın ilişkiler neticesinde, Ergenekoncuların en önemli merkezlerin den Türk Ortodoks Kilisesi'ne 380 bin, Noel Baba Derneği'ne 90 bin, Vatansever Kuvvetler Güç Birliği Hareketi Genel Başkanı Taner Ünal'a 15 bin Avro yardımın yanı sıra, Veli Küçük'e de Hollanda ve Almanya gezileri için para ödendiği ortaya çıkarıldı. Vakit gazetesi, Veli Küçük'e ödenen paraların dekontunu yayınladı. Bu belgelerle, Ergenekoncuların Almanya'dan para aldığına dair iddialar doğruluk kazandı. 

Ergenekon sanığı Kemal Kerinçsiz'in Almanya bağlantıları da gündeme geldi. Büyük Hukukçular Birliği Derneği Başkanı Kemal Kerinçsiz'in bu birliği kurarken Alman NPD Partisi Genel Başkanı Günter Deckert'le internet ortamında tercüman vasıtasıyla irtibata geçtiği ve aynı oluşumu Türkiye'de kurduğu ileri sürülüyordu. Bu iddiaya göre, Günter Deckert, Almanya'da 1994 yılında Türkleri kundaklayan Nazi gençleri mahkemelerde savunmak için Alman Ulusal Hukuk Birliği adında bir dernek kurdu. Bu dernek 1998 yılında Anayasa Mahkemesi tarafından kapatıldı. Kerinçsiz de Büyük Hukukçular Birliği'ni kurarken 2001 yılında Deckert'le mail ortamında iletişim kurdu ve Almanya'daki oluşumun aynısını Türkiye'de kurdu. Ergenekon sanığı Veli Küçük'ün, Alman gladyosunun subaylarıyla buluşup istişarelerde bulunduğu da iddia edildi. Veli Küçük'ün sık sık gittiği Hollanda ve Almanya'da Alman, Hollanda ve Danimarka'dan gelen aşırı milliyetçi kişilerle buluştuğu iddia edilerek, "Bunlardan en ilginç buluşma Mölln ve Solingen katliamlarını organize eden DVU Partisi Genel Başkanı Dr. Gerhard Frey ile buluşmasıdır" deniliyordu. Bu buluşmada, Alman Özel Harp Dairesi'nde (ÖHD) uzun yıllar görev yapan Yarbay Wilhelm Hillek'in de olduğu ifade edilerek "Hillek, Türklerin hepsini karantinaya alalım, Türklerin olmadığı bir Almanya temiz bir Almanya olacaktır sözleriyle tanınıyor" ifadeleri mahkeme kayıtlarına geçti. 

2003 yılında aşırı sağcı bir Alman gazetesinde emekli Tuğgeneral Veli Küçük'ün çarpıcı bir açıklaması yayınlandı: "Türkiye'de En kısa zamanda bir askeri müdahale gereklidir." Küçük, 2007'de başlatılan Ergenekon soruşturmasında tutuklandı. Halen de Ergenekon davasının en önemli sanıkları arasında yer alıyor. Veli Küçük, Alman gazetesine verdiği iddia edilen bu 'darbe yapılmalı' açıklamasını duruşmalarda reddetti ve gazeteye böyle bir demeç vermediğini iddia etti. Ancak Ergenekon davasına bakan mahkemenin yaptırdığı bilirkişi incelemesi haberin yayınlandığını doğruladı. Veli Küçük'ün Alman faşistlerinin önde gelen gazetesi 'National Zeitung'a verdiği ve Veli Küçük tarafından şiddetle yalanlanan “En kısa zamanda bir askeri müdahale gereklidir” beyanını araştıran bilirkişi, ifadelerin gazetede aynen yer aldığını bildirdi. Bilirkişi, 20 Kasım 2003 tarihli Alman National Zeitung gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni Dr. Gerhard Frey imzalı makalenin orijinalini temin ederek inceledi. 

Vakit'in ele geçirdiği 1.5 sayfalık inceleme yazısının başlığı ise “Almanları şimdi ne tehdit etmektedir” şeklindeydi. Makalenin sonunda şu ifadeler yer alıyordu: “Biz emekli bir general ile Türkiye'nin durumu hakkında konuştuk. Emekli General Veli Küçük, ‘Türkiye'de 25 yıldır hiçbir askeri el koyma olmamıştır. Bu büyük bir yanlıştır. Fakat gelecek en kısa zamanda bir askeri müdahale gereklidir. Çünkü politik konjonktür bu yöne zorlamaktadır' dedi.” 

Veli Küçük’ün darbe yapılmalıdır ifadelerini yayımlayan National Zeitung, 1951'de Alman Askerleri Gazetesi adıyla kuruldu. 1958'de Gerhard Frey tarafından satın alınan gazete, 1963'te bugünkü adına kavuştu. Aşırı sağ
yayın politikasıyla bilinen gazetenin Genel Yayın Yönetmeni Gerhard Frey. Aynı zamanda aşırı sağcı Alman Halk Birliği Partisi'nin kurucusu ve lideri olan Frey, yine aşırı sağcı Almanya Milliyetçi Demokratik Partisi ile 2005 seçimlerinde ittifak yapmış, ancak her iki parti yüzde 5'lik ülke barajının altında kaldığı için parlamentoda koltuk sahibi olamamıştı. Veli Küçük ile Alman Kılıç’ın ilişkisi araştırmacı Necip Hablemitoğlu ölümünde belirginleşti. Ölümüne yakın süreçte, Alman Vakıflarının Türkiye'deki nüfuzunu, altın madenlerinin işletilmemesinde bu vakıfların etkisini ayrıntılı inceleyen Hablemitoğlu, Kılıç’ın ölüm listesinde ilk sıraya yükseldi. Ömrünü Alman vakıflarının Türkiye'deki faaliyetlerini araştırmaya adayan ve bu konuda kitaplar yazan Necip Hablemitoğlu sağ gözüne kurşun sıkılarak 2002'de öldürüldü. Cinayetin ardından soruşturma Alman vakıfları üzerinde yoğunlaştıysa da bir süre sonra bundan vazgeçildi. Başbakan Recep 
Tayyip Erdoğan'ın, Alman vakıflarının Türkiye'de iç siyaseti dizayn etmek ve teröre destek vermek amacıyla bazı belediyelere, siyasi partilere ve STK'lara yaptığı hibelere dikkat çekmesi, Necip Hablemitoğlu cinayetini yeniden Türkiye gündemine getirdi. 

Alman Vakıflarının Türkiye'deki nüfuzunu, Türk altın madenlerinin işletilmemesinde bu vakıfların etkisini ayrıntılı biçimde deşifre eden Necip Hablemitoğlu'nun öldürülmesi, Ergenekon kapsamında da soruşturulmaya başlandı. Ergenekon soruşturmasını yürüten İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, 18 Aralık 2002’de suikasta kurban giden Ankara Üniversitesi öğretim görevlisi Doç. Dr. Necip Hablemitoğlu’nun, emekli Tuğgeneral Veli Küçük’ün azmettirmesiyle Osman Gürbüz tarafından öldürüldüğü iddiasına ilişkin dosyayı Ankara Cumhuriyet Başsavcıvekilliği’ne göndermişti. Hablemitoğlu dosyasına girecek olan yeni belgeler, ikinci Ergenekon iddianamesinin 124. sayfasında şöyle yer aldı: “Şüpheli Osman Gürbüz’ün, 2002 yılında Necip Habemitoğlu’nun öldürülmesi işini Veli Küçük’ün huzurunda ‘ Gizli Tanık 9’a teklif ettiği, tanığın kabul etmemesi sebebiyle şüpheli Veli Küçük’ün Osman Gürbüz’e hitaben ‘bu iş yine sana kaldı’ dediği, aradan geçen zaman sonucunda şüpheli Osman Gürbüz’ün aynı tanığa ‘Necip Hablemitoğlu’nun paralarını kumar masalarında bitirdik’ diyerek kendisinin bu cinayeti işlediğini itiraf ettiği, bu husustaki evrakın tefrik edilerek Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderildiği anlaşılmıştır.” 

HABLEMİTOĞLU’NA ÖZEL ALMAN TİM 

Necip Hablemitoğlu’nun öldürülmesinin ardından, Ankara’da polise başvuran bir kişi, cinayeti üstlenmiş, azmettirenin İbrahim Çiftçi olduğunu iddia etmişti. İfadesi alınan Çiftçi, kanıt elde edilemeyince serbest kalmıştı. Hablemitoğlu'nun katil zanlısı olduğu iddia edilen İbrahim Çiftçi, İzmir'deki kafesine atılan el bombasıyla öldürülmüş ve bu el bombasının da  Ümraniye' de ele geçirilen 27 adet bombayla aynı kafile numarasına sahip olduğu ortaya çıkmıştı. Bu cinayet üzerine, Çiftçi'nin Hablemitoğlu'nu çetenin talimatıyla vurduğu, ancak parasını alamadığı için itirafta bulunduğu, bu nedenle de çetenin Çiftçi'yi el bombası atarak ortadan kaldırdığı iddia edilmişti. 

Öte yandan Hablemitoğlu cinayetinde bugün Çeçenlere yönelik Rusya'nın yaptığı yargısız infazların bir benzerinin yapılmış olabileceği üzerinde de duruluyordu. Hablemitoğlu cinayetinden 3 gün önce Alman BND bağlantılı 9 kişilik GSG9 timinin İstanbul'a geldiği, bu timin Havaalanı'ndan diplomatik pasaportlarla giriş yaptığı öne sürülüyordu. Ayrı timin Hablemitoğlu öldürüldükten iki gün sonra gizli bir biçimde Türkiye'den ayrıldığı tespit edilmişti. O dönem bu grubun Türkiye'ye neden geldiğinin üzerine gidilemedi. Hablemitoğlu, Alman hükümetinin söz konusu vakıflara doğrudan bütçe ayırdığını ve milyar euroları bulan bu bütçelerin önemli bir kısmının Türkiye'de hibe yoluyla kullandırıldığını da ilk olarak belgeleriyle yazan isimdi. Hablemitoğlu neredeyse dağa çıkan her PKK militanının bu vakıflar tarafından maaşa bağlandığını belirterek, söz konusu hibelerin birtakım sivil toplum kuruluşları ve belediyeler vasıtasıyla örgüte ulaştırıldığını da dile getiriyordu. Ergenekon Terör Örgütü soruşturmasını yürüten İstanbul Cumhuriyet Savcısı Zekeriya Öz, Veli Küçük'ün ifadesini aldıktan sonra İstanbul'da bulunan Almanya Başkonsolosluğu'ndan bir kişi tarafından tehdit edilmişti. 
Başsavcılığı telefonla arayan konsolosluk görevlisi, Öz ile görüşmek istediğini bildirmiş ancak görüşme gerçekleş meyince santral görevlilerine Savcı Öz'ü hedef alan tehditler yağdırmıştı. Telefonda Zekeriya Öz'ü ölümle tehdit eden kişinin Almanya Başkonsolosluğu'ndan aradığı resmi kayıtlarca belirlenmişti. Başsavcılık, konsolosluktan kimin aradığını bulunmak için soruşturma açmıştı. Tüm bu gelişmeler doğrultusunda, Başsavcı Zekeriya Öz'ü Alman istihbaratçıları yada onların görevlendirdiği bir kişinin tehdit etmiş olabileceği üzerinde duruluyordu. (34) 

Gazeteci ve Yazar İbrahim Karagül, Yenişafak’ta Alman Ergenekonu’na ilk dikkati çeken isimlerdendi. Şunları yazdı: Almanya'da Türkler'in oturduğu evler ateşe verildiği günlerde "Alman Ergenekonu"na dikkat çekmiş, bir derin devlet yapılanmasının, sistemik bir odağın, Alman ulusal iç ve dış politikası ekseninde örtülü operasyonlar yaptığını, bu operasyonları 
da aşırı sağ çetelerle kamufle ettiğini ifade etmiştim. 
Evlerin kundaklanmasına ses çıkarmayanlar, "Alman Ergenekonu" ifadesinden son derece rahatsız oldular. Yıllardır dikkatimi çekerdi, izlerdim ama bu olaylardan sonra Alman istihbaratının Türkiye operasyonlarına daha bir dikkatle bakar oldum. (35) Almanya ile Türkiye’nin ekonomik ilişkileri ve bu ülkede yaşayan 3 milyondan fazla gurbetçinin durumu politikacıların ağzını bağlıyordu. Herkes susuyordu. Oysa Türkiye’deki her ekonomik krizde Alman parmağı dikkat çekiyordu. Her fırsatta karamsar Türkiye raporları açıklayarak krizi tetikleyen, yada kriz ortamı hazırlayan 
Deutsche Bank, 1994 ve 2001 krizini de tetikledi. Alman Axel Springer’la (AS) ortaklığı bulunan Aydın Doğan’a ait gazete ve TV’lerinin, Almanya’nın Türk ekonomisini hedef alan operasyonlarıyla paralel yayın yapması dikkatlerden kaçmıyordu. ABD’de başlayıp tüm dünyaya yayılan ekonomik krizin başlarında, Türk ekonomisi için sürekli felaket senaryoları çizen Doğan Grubu’na bağlı gazete ve TV’ler Deutsche Bank’ın felaket raporlarını büyüterek verdi. 
Doğan Grubu’nun Türkiye’deki krizi tetikleyici açıklamalarıyla eleştirilerin hedefi olan Deutsche Bank’la ortak bir şirketi de bulunuyordu. Deutsche Bank ile Doğan Grubu’nun ortaklığında kurulan Türkiye’nin ‘ilk’ konut finansmanı şirketi DD (Deutsche & Doğan) Haziran 2008'de faaliyete başlamıştı. 

Ergenekon davasının ikinci iddianamesinde de yer alan Aydın Doğan’ın Alman istihbaratı ile olan sıkı işbirliği gözden kaçmadı. İddianamede SESAR Başkanı İsmail Yıldız’ın, emekli Tuğgeneral Levent Ersöz’e, “ Aydın Doğan, Alman istihbaratıyla olan ilişkisinin deşifre edildiğini düşündüğü için zor durumda” şeklinde ifadeler kullandığı yer aldı. 3 Nisan 2009’da Anayasayı Koruma Teşkilatı Başkanı Heinz Fromm imzasıyla Alman İçişleri Bakanlığı ’na gönderilen, “Türk Medyası” başlıklı yazıda, Alman Axel Springer’in ortağı olan Doğan Yayın Grubu’na övgüler dizilirken, ‘dinci’ olarak nitelendirilen Kanal 7 ve Samanyolu TV için “Deniz Feneri e.V davasında Anayasamıza aykırı haberler yayınlamışlardır” şeklinde ifadeler kullanılıyordu. Almanya, hem kendi milletiyle bizim aramızı açan politikalar üretiyor, hem de bizi iç savaşa sürüklemek isteyen İsrail´e en büyük desteği sağlıyordu. 

Almanların pek çok mağduru var ama en meşhuru şüphesiz bir suikata kurban giden Necip Hablemitoğlu’dur. Bir sonraki bölümde Kılıç’ın derin gücü, akıncıları Alman vakıflarının Türkiye’nin iç meselelerine nasıl karıştığını masaya yatıracağız. 


BU BÖLÜM DİPNOTLARI;

22 Bahse konu görmek amacıyla 2008 yılı şubat ayında Lice’nin Fis köyüne giderek incelemeler yaptım, halkla yaptığım görüşmede, köy halkının Ermeni asıllı olduğu ve sonradan İslam dinin seçtiklerini müşahede ettim. 
23 Alperener M., PKK terörünün Belçika boyutu, s.18. 
24 Demirkıran S., PKK, İstanbul ,2001, s.103. 
25 Bazı kaynaklara göre ise 7 Temmuz 1979’dır. 
26 Demirkıran, a.g.k., s.103. 
27 Naif Havatme, 17 Kasım 1935 yılında Ürdün’ün Salt şehrinde doğmuş Filistinli politikacıdır. Havatme Grek Ortodoks bir bedevi kabilesinden gelmektedir. 1954 yılında yüksek eğitimine Kahire’de devam ederken, Arap 
Ulusal Hareketi örgütüne katılarak partinin sol kanadında yer almıştır. 1967’de tekrar bu ülkeye dönüp, Filistin Halk Kurtuluş Cephesine katılmıştır. Kurucularından biri olduğu FHKC’den koparak 1969 yılında Filistin'in 
Kurtuluşu İçin Demokratik Cephe’yi (FKDC) oluşturarak, bu Marksist hareketin genel sekreteri olmuştur. 
28 Kotan M., Yenilginin İzdüşümleri, Atina, 2003, s.78.. 
29 http://www.internethaber.com/kemalistlerden-esada-buyuk-destek-381188h.htm 
30 Akçora, a.g.m., s.268. 
31 Alperener, a.g.k, s.26. 
32 Akçora, a.g.m., s.268 
33 Altuğ Y., Terörün Anatomisi, İstanbul, s.100-101. 
34 Kotan, a.g.k., s.81 
35 Berkan İ, “PKK Tarihinden”, Hürriyet, 4-5 Mart 1999 



***