Kürt Koridoru etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kürt Koridoru etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

30 Kasım 2018 Cuma

İNGİLTERENİN KÜRT KORÜDORUNA MEVZİLENMESİ., BÖLÜM 4

İNGİLTERENİN KÜRT KORÜDORUNA MEVZİLENMESİ., BÖLÜM 4



2. Kıbrıs ve Doğu Akdeniz Faktörü

Koridor sacayaklarından biri de Kıbrıs ve Doğu Akdeniz’in güvenliği meselesidir. Irak ve Suriye’deki operasyonlar bu bölgeden yürütülmektedir. Doğu Akdeniz’de yaşanan gelişmeleri yok sayarak koridor meselesini anlamak mümkün değildir. Dolayısıyla birkaç cümleyle olsa da Doğu Akdeniz meselesinden bahsetmek gerekir. 
IŞİD’e karşı yürütülen hava operasyonlarından dolayı Doğu Akdeniz büyük devletlerin operasyon merkezi haline geldi. Bölgede birçok devletin uçak gemileri, fırkateynleri ve denizaltıları bulunuyor. Rusların, Lazkiye ve Tartus limanlarında kapasitesini arttırması, İngiltere ve ABD’yi tedirgin etmiş durumda. Bölgede teknik kapasite olarak Amerikan donanması daha güçlü bir durumdayken İngilizlerin de Kıbrıs’ta iki üssü bulunuyor. Kıbrıs’ta ve Doğu Akdeniz’de etkinliğini kaybetmek istemeyen İngilizler Doğu Akdeniz’in güvenliği konusunda adımlar atıyor. 17 Aralık 2015’te Yunan ve İngiliz akademisyen ve askerler Doğu Akdeniz’in güvenliği konusunda bir konferans düzenlediler. Konferansta Rusların Akdeniz’deki rolü en çok kaygı duyulan konu olarak ön plana çıktı. 
Eylül ayında Nikos Anastasiadis ile görüşme yapan David Cameron, İngiltere’nin adada daha fazla garantör olmak istemediğini belirtti. Cameron, garantörlük meselesinin Kıbrıslılara ait bir mesele olduğunu söylerken adadaki İngiliz üsleriyle ilgili ise herhangi bir değişiklikten bahsetmedi.  Bu haber adanın Kuzey’inde kaygıyla karşılanırken Rum kesimi olayı sevinçle karşıladı. Bölgede enerji konusunda yaşanan gelişmeler, Mısır ve İsrail’de bulunan gaz yatakları ve Kıbrıs açıklarında devam eden çalışmalar Doğu Akdeniz’i Avrupa’nın alternatif enerji koridoru haline getirdi. Fakat mevcut siyasal düzlemde bu enerji koridorunun güvenliğini sağlamak hayli güç olarak gözüküyor. Suriye’de IŞİD’in varlığı, Kıbrıs’ta İngilizlerin istediği çözümün bir türlü gerçekleşmeyişi ve Doğu Akdeniz’de Rusların varlığı enerji koridorunu ve Doğu Akdeniz’i güvensiz hale getiriyor. İngiltere, ABD ve Avrupa Birliği, yıllardır Kıbrıs sorunu konusunda Türkiye’ye çözüm için baskı yapıyor. 
Bu ülkeler Kıbrıs kahramanı Rauf Denktaş’ın tasfiyesi için yıllarca uğraşmışlardır. Zaten malum olan bu çabaların medyaya yansıması da Avrupa Birliği Türkiye temsilcisi Karen Fogg’un e-postalarının gün yüzüne çıkarılmasıyla olmuştur. 2002 senesinde kitap haline getirilen Karen Fogg’un e-postalarında Fogg Denktaş için şu ifadeleri kullanıyor ve itibarsızlaştırma operasyonları başlıyor: 
“Bana göre bundan sonra izlenecek yol, Kuzey Kıbrıs’ta Türklerin sesi olan Denktaş’ın itibarını azaltmak ve onun Ankara’daki hiyerarşi ile Askeri teslim ettiğini AB’ye göstermektir”
Avrupa Birliği ve ABD, Kıbrıs’ta Denktaş’ı itibarsızlaştırıp yerine İngiliz hayranı Mehmet Ali Talat’ı getirmişlerdir. Mehmet Ali Talat, Kıbrıs sorununun çözümünde İngiltere ile içli dışlıdır. İngilizlerin çözüm konusunda çabalarını “samimi” bulan Talat, 2010 senesinde verdiği bir röportajda  “eğer Annan planı uygulanabilseydi Kıbrıs sorunu çoktan çözülmüştü” diyordu. Kıbrıs sorunu çözülseydi Türk askeri adadan çekilecekti diyen Talat, kendisine yöneltilen çözüm konusunda taviz veriyor eleştirilerine de “taviz vermiyorum, pazarlık ediyorum” diyordu. Kıbrıs sorunun çözümünde batılıların artık zaman kaybına tahammülü kalmadığı için tekrar devreye sokulan Talat, 14 Haziran 2015 tarihinde Cumhuriyetçi Türk Partisinin başkanlığına tekrar seçildi. Talat yaptığı konuşmada, “Kıbrıs’ın birleşmesiyle yaptığımız hatalar azalacak” diyordu. Milletvekili olmadığı için Başbakan olamayan Talat’a hükümetin gölge liderliği pozisyonu düşüyordu. 
İngilizlerin ve Amerika’nın Ortadoğu’da bir Kürt koridoru oluşturabilmesi için koridorun ucunun güvenli olması gerekir. Kıbrıs’ta çözüm gerçekleşmeden ve Doğu Akdeniz’de ABD ve İngiltere için istikrar sağlanmadan oluşacak koridorun güdük kalması muhtemeldir. Dolayısıyla Kıbrıs sorununun acilen çözülmesi gerekmektedir. Buradaki aciliyet Kıbrıslı Rum ve Türklerin refahı için değil Doğu Akdeniz ve Ortadoğu petrollerinin güvenliği içindir. 
Ek bir bilgi olarak vermek istediğimiz bir başka husus da şudur, İngiliz emperyalizmi Türkiye ve Ortadoğu’da olduğu gibi Kıbrıs’ta da tarikatları kullanmaktadır. Bu tarikatların etkisi Türkiye’ye de uzanmaktadır. Kamuoyunda Şeyh Nazım Kıbrısi olarak bilinen şahıs hayatı boyunca İngiliz kraliyet ailesinin Müslüman olduğunu ve Kuran’a inandığını söyleyerek İngiliz emperyalizmini Müslümanlar nazarında sevimli göstermeye çalışmıştır. Müslümanlar için yeni halifelik modeli yaratmak isteyen ve Müslümanları “Yeni Osmanlıcılık” fikriyatına inandırmak isteyen emperyalizm özellikle İngilizler Şeyh Nazım Kıbrısi gibi birçok “dindar” görünümlü ajanı kullanmaktadırlar. 

2.1. Kıbrıs ve Doğu Akdeniz Faktörünün Türkiye’ye Etkisi

  Kıbrıs meselesi, Türkiye’yi doğrudan etkileyen bir meseledir. Kıbrıs’ta gerçekleşen her şey, varılan her mutabakat ve çözülemeyen her sorun Türkiye’yi ilgilendirmektedir. Oluşturulacak koridor için batılı devletler Kıbrıs ve Doğu Akdeniz sorunlarının bir an evvel çözümünü istemektedirler. Bu nedenle her fırsatta Türkiye’yi sıkıştırmakta ve zor durumda bırakmaktadırlar. Denktaş’ın tasfiye edilmesi, Annan planının Türk tarafındaki halka kabul ettirilmesi ve Türk Deniz kuvvetlerine yapılan bütün kumpaslar Kıbrıs konusunda Türkiye’yi diz çöktürebilmek için yapılmıştır. Bu faaliyetleri gerçekleştirirken Türkiye’deki dostlarından da yararlanan batı dünyası bilmektedir ki “Kürt sorunu”, “Kıbrıs meselesi” ve “Ermeni soykırımının kabulü” meseleleri birbirleriyle alakasız gözükse de birbirine bağlı meselelerdir ve birinin çözülmesi halinde diğerleri de “domino taşı” etkisiyle çözülecek ve Türkiye teslim alınacaktır. Milli orduya kumpas kurulmasındaki amaç budur. Türkiye Cumhuriyeti, Ege Denizinde Yunanistan’ın Türk adalarını işgali, Kıbrıs ve Doğu Akdeniz’deki çözümsüzlük hali, Suriye ve Irak’ta büyüyen Kürt koridoru tehdidiyle çevrelenmektedir. Bu minvalde Kıbrıs meselesinin önemi her zamankinden daha fazladır. Çünkü Kıbrıs giderse Türkiye gider! 

3.SONUÇ

 Batı dünyasının Ortadoğu üstüne planları 19. Yüzyılın başlarından itibaren vardır. Osmanlı’nın çöküş dönemiyle başlayan sürede İngilizler kendi adlarına önemli başarılar elde etmişlerdir. Birinci Dünya savaşı sonrası bölgenin hakimi durumunda olan İngiltere’nin Türk toprakları üzerindeki planları Anadolu direnişine takılmıştır. İkinci dünya savaşından sonra bölgedeki etkinliğini ABD’ye devreden İngiltere izlediği politikalarla ABD ile aynı çizgide yer almıştır. Soğuk savaşın bitmesiyle bölgede “Kürt” kartını görünür bir şekilde devreye sokan bu devletler Ortadoğu’da İsrail’in güvenliğini sağlamak ve Irak petrolünün kontrolünü ele almak için bir “Kürt” devleti kurmak istemektedirler. I. Körfez savaşı bölgede Kürt etnisitesinin kuvvetlenmesine yol açmış ve 36. Paralelin kuzeyinde Kürtler güç kazanmışlardır. Bu bakımdan I. Körfez savaşı, kurulması planlanan “Kürt devletinin” emekleme dönemi olarak adlandırılabilir. 2003 Irak savaşıyla birlikte Kürtler bölgede batılıların bir numaralı müttefiki haline gelmişlerdir. Saddam’ın devrilmesiyle oluşan otorite boşluğunu iyi değerlendiren Kürtler emekleme sürecinden yürüme sürecine geçerek “bağımsız Kürt devletinin” kurulması yolunda daha büyük adımlar atmışlardır. Özellikle İngiliz ve Amerikan diplomasisi Kürtleri meşru göstermek için her türlü çabayı göstermişlerdir. Arap Baharıyla beraber başlayan yeni dönemde batı dünyası Ortadoğu’ya yeni şeklini vermek için “demokrasi, özgürlük, barış” gibi anahtar kelimeleri kullanarak rejimleri değiştirmeye çalışmışlardır. Suriye’de başlayan karışıklıklarda müdahil konumda olan batılı devletler, Esad rejimine karşı “ılımlı muhalifleri” silahlandırmıştır. Ilımlı muhaliflerin bazıları radikalleşerek Suriye’de terör estirmiş ve insanlık tarihinin en büyük göç hareketlerinden birine neden olmuşlardır. 2013 sonlarında ortaya çıkan Irak Şam İslam Devleti, İngiliz siyasetinin bölge üzerindeki politikalarında değişimlere sebep olmuştur. Artık temel hedef bölgenin IŞİD’den temizlenmesi ve ılımlı muhaliflerle “seküler” bir Suriye’nin kurulmasıdır.Krizin başladığı ilk günlerde tartışılan tampon bölge fikrini en çok İngilizler desteklemiş ve Amerikalıların sıcak bakmaması sonucu bölge kurulmamıştır. Tampon bölge IŞİD’e karşı tekrar gündeme getirilmiştir. Bölgenin Suriye komutasının İngilizlerde ve Irak komutasının Alman ve Fransızların elinde olacak olması Türkiye’nin güneyden çevreleneceği anlamına gelmektedir.  
 IŞİD terörüyle boşalan bölgeler zaman içinde Suriye’deki Kürt gruplarla IŞİD’in çatışma sahası haline gelmiş ve Kürtler, Suriye’nin kuzeyine doğru ilerleme fırsatı bulmuşlardır. IŞİD’in sadece Suriye’de değil dünyanın birçok bölgesinde terörist eylemler yapması dünyanın dikkatini bu bölgeye çekmiş ve IŞİDle savaşan Kürt gruplar meşru muhatap haline gelmişlerdir. IŞİD’i ve diğer muhalif grupları İngiltere ve ABD’nin bizzat oluşturup finansal olarak desteklediği iddia edilmiş ve Kürt grupların IŞİD terörüne karşı savaşarak Suriye’nin kuzey toprakları için “doğal varis” haline getirilmesi hedeflenmiştir. 
Suruç saldırısından sonra yeniden palazlanan PKK terörüne karşı Türkiye operasyonlara başlamış ve bu operasyonlar batı kamuoyunda tepkiyle karşılanmıştır. ABD’nin kara gücüm dediği Kürt grupları terörist olarak niteleyen Türkiye’ye karşı pek çok girişim başlatılmış ve Türk Silahlı Kuvvetlerinin iradesi kırılmaya çalışılmıştır. TSK’nın azmi sayesinde İngiliz hükümeti, Türkiye’nin yanında yer aldığını belirten açıklamalar yapmak zorunda kalmıştır. Buna karşın bölgede İngiliz ajanların varlığı tespit edilmiş ve bu ajanlar tutuklanmışlardır. İngiltere ve ABD’nin, Türkiye’de yürüttüğü psikolojik savaşta en etkin kurumlar dernekler, sivil toplum kuruluşları ve bazı akademisyenlerin katıldığı inisiyatifler olmuştur. Eğitim konusuna önem veren İngiltere’de Prens Edward bizzat Türkiye’ye gelerek İngiliz okullarını ziyaret etmiş ve İngiltere’nin düzenlediği burs programlarını yerinde teftiş etmiştir. Özellikle burslar ve yurtdışı yüksek lisans/ doktora programları batılı devletler tarafından çok önemsenmektedir. Yurtdışında eğitim alan insanların kendi ülkelerine döndüklerinde batılı ülkelerin yaşam tarzını da beraberlerinde götürmeleri hedeflenmiştir. Örneğin Exeter Üniversitesinde eğitim alan kişilerin ülkelerine döndüklerinde kritik mevkilerde görev alabildiklerini gözlemlemekteyiz. Nitekim son yıllarda yurtdışında eğitim alan birçok akademisyen ( herkesi itham altında bırakmıyoruz elbette) Türkiye’nin aleyhine faaliyetlere girişmişlerdir. PKK terörünün önünde dahi kalkan olmaktan erinmeyen bu akademisyenler “ Kürt Koridorunun” psikolojik zeminini hazırlamaktadırlar. Öyle ki Ermeni meselesinden, Kıbrıs’a kadar bütün kritik meselelerde Türkiye’nin karşısında yer alan bu akademisyenlerin lügatından “emperyalizm” sözcüğü silinmiştir. Amerika’nın, İngiltere’nin binlerce kilometre öteden gelip ülkeleri karıştırmasına ses çıkarmayan bu akademisyenler Türkiye’nin kendi sınırları içerisinde operasyon yapmasına razı gelememektedirler. 
Daha önce de bahsettiğimiz gibi “Kürt koridoru” üçayaklı bir projedir. Irak, Suriye ve Türkiye’nin etkisiz hale getirilerek burada bağımsız bir Kürt devleti kurmak isteyen emperyalizm, koridorun bekası için Kıbrıs ve Doğu Akdeniz’in güvenliğini de önemsemektedir. Rusya’nın bölgeye gelmesiyle denklemleri alt üst olan batılılar Kıbrıs meselesinin bir an evvel çözülmesini istemektedirler. Doğu Akdeniz için de girişimlerini sürdüren İngiltere, bölgede Rumlarla konferanslar düzenleyerek bölgenin geleceğini tayin etmeye çalışmaktadırlar. Kıbrıs ve Doğu Akdeniz’de problemleri çözmeden oluşacak koridor güdük kalacaktır. Bölgeye Rusların gelmesiyle koridorda alternatif çözümleri de düşünen batılı devletler, Doğu Akdeniz’i ve bölgedeki Kürt kartını Ruslara kaptırmak istememektedir. Dolayısıyla koridor meselesinde bu devletlerin Ruslarla işbirliği yapabileceğini düşünenler de mevcuttur. Böyle bir siyasi iklimde koridora verilebilecek muhtemel isim de “müşterek koridor” olacaktır. Fakat bu fikirlerin aksine biz meseleyi böyle yorumlamıyoruz. Batılı devletlerin “Esad mutlaka gitmeli” noktasından “Esad geçiş hükümetinde yer alabilir” noktasına gelmesi Çin, Rusya ve İran için bir zaferdir. Ve bu ülkelerin böyle bir zaferden sonra batı dünyasıyla İsrail’in güvenliğini temin edecek bir koridorun kurulmasında beraber hareket etmesi oldukça zayıf bir ihtimaldir. 

KAYNAKÇA

İhsan Ş. Kaymaz, Şeyh Sait Ayaklanmasında İngiliz Parmağı, I. Cilt, Kaynak Yayınları, Şubat 2014, 
Francis Fukuyama, End of the History and the last man, 1992 
ABD’den Kürtlere Silah Yarıdımı, Al Jazeera, 12 Ağustos 2014
http://www.aljazeera.com.tr/haber/abdden-kurtlere-silah-yardimi
İngiliz Askerler Irak Savaşı İçin Yargılanacak, Milliyet 3 Ocak 2016 
http://www.milliyet.com.tr/ingiliz-askerler-irak-savasi-icin/dunya/detay/2173067/default.htm
İngiltere eski Başbakanı Blair, Irak savaşında yapılan hatalardan dolayı özür diledi, Hürriyet, 24 Ekim 2015 , 
http://www.hurriyet.com.tr/ingiltere-eski-basbakani-blair-irak-isg-lindeki-hatalarindan-dolayi-ozur-diledi-40005696
İngiliz İstihbarat tarihindeki En Sıra dışı Başarısızlık, Zaman Gazetesi, 16 Temmuz 2004
http://www.zaman.com.tr/yorum_ingiliz-istihbarat-tarihindeki-en-siradisi-basarisizlik_70161.html
Eski İngiltere Dışişleri Bakanı Robin Cook Dağda Gezerken Öldü, Zaman Gazetesi 6 Ağustos 2005
http://www.zaman.com.tr/dunya_eski-ingiltere-disisleri-bakani-robin-cook-dagdan-duserek-oldu_199605.html
İngiliz İstihbaratından Irak İtirafı, Evrensel Gazetesi, 12 Aralık 2009
http://www.evrensel.net/haber/194713/ingiliz-istihbaratindan-irak-itirafi
Blair’de Suriye’ye Yaptırım İması, Haber10.com 
http://www.haber10.com/dunya/blairden_suriyeye_yaptirim_imasi-54539
Bilgehan Öztürk, Avrupa Birliği’nin İran ve Suriye Politikasının Türkiye’ye Etkisi, Ortadoğu Analiz, Aralık 2012,  Cilt 4, Sayı 48  
Can Zengin, İngiltere’nin Suriye Krizindeki Tutumu, BİLGESAM, 30 Aralık 2015 
Syria crisis: Cameron loses Commons vote on Syria action, BBC, 30 Ağustos 2013 
http://www.bbc.com/news/uk-politics-23892783
Independent: Türk komutanlar Suriye için masada, Hurriyet, 12 Aralık 2012, http://www.hurriyet.com.tr/independent-turk-komutanlar-suriye-icin-masada-22127463 
Assad can be part of transitional government, says UK foreign secretary - See more at: http://www.middleeasteye.net/news/assad-can-be-part-transitional-government-says-uk-foreign-secretary-1409994535#sthash.JcTfEv1o.dpuf
Syria rejects British proposal for Assad to lead transitional government, The Guardian, 10 Eylül 2015, 
http://www.theguardian.com/world/2015/sep/10/syria-rejects-british-proposal-for-assad-to-lead-transitional-government
Can Zengin, İngiltere’nin Suriye Krizindeki Tutumu, BİLGESAM, 30 Aralık 2015
İsim isim Suriye'de savaşan örgütlerin listesi, OdaTV, 30 Eylül 2014 
http://odatv.com/isim-isim-suriyede-savasan-orgutlerin-listesi-3009141200.html
Özgür Suriye Ordusu İngiltere'ye çekince, Dünya Bülteni, 13 Kasım 2012,  http://www.dunyabulteni.net/haber/234702/ozgur-suriye-ordusu-ingiltereye-cekince
ÖSO Fransa ve İngiltere'nin silah desteğinin sözde kalmamasını istiyor, TRT TÜRK, 14 Mart 2013
 http://www.trtturk.com/haber/oso-fransa-ve-ingilterenin-silah-desteginin-sozde-kalmamasini-istiyor-30715.html
El Nusra’ya Bırak Donat, Hürriyet, 5 Mart 2015
http://www.hurriyet.com.tr/el-nusra-ya-birak-donat-28365061
Guardian: “IŞİD el Kaide’yi Nasıl Bitirdi?” 11 Haziran 2015
http://www.bbc.com/turkce/haberler/2015/06/150611_guardian_isid_elkaide
Uzun yıllar İngiltere'de yaşayan El Kaide şeyhi: Nasrallah şeytani lider; Şiiler 'iğrenç Rafıziler', Sol Gazetesi, 28 Ekim 2015, 
http://haber.sol.org.tr/dunya/uzun-yillar-ingilterede-yasayan-el-kaide-seyhi-nasrallah-seytani-lider-siiler-igrenc-rafiziler 
İngiliz Yönetmenin Oğlu Suriye’de Cephede, Haberler.com, 19 Ekim 2015
http://www.haberler.com/ingiliz-yonetmenin-oglu-suriye-de-cephede-7791703-haberi/
ABD’nin Güvendiği Ilımlılar El Kaide ile El Ele, Hürriyet, 9 Eylül 2014 
http://www.hurriyet.com.tr/abdnin-guvendigi-ilimlilar-el-kaideyle-el-ele-27169643
IŞİD’in Arkasında ABD mi var?, Taha Dağlı, Haber7.com, 17 Haziran 2014
http://www.haber7.com/yazarlar/taha-dagli/1169816-isidin-arkasinda-abd-mi-var-carpici-2-benzerlik
Guantanamo'dan çıktı, IŞİD'in en büyük destekçisi oldu, Gazete Vatan, 25 Aralık 2014
http://www.gazetevatan.com/guantanamo-dan-cikti-isid-in-en-buyuk-destekcisi-oldu-710791-dunya/
Dünden Bugüne Irak Şam İslam Devleti, BBC, 11 Haziran 2014 
http://www.bbc.com/turkce/haberler/2014/06/140611_isid_kimdir
ISIS goes global: Nearly 60 attacks in 19 countries have killed about 1,150 people, CNN, 12 Ocak 2016
http://edition.cnn.com/2015/12/17/world/mapping-isis-attacks-around-the-world/
Ergün Diler, Charlie Hebdo Şifreleri, A Haber,  22 Ocak 2015
http://www.ahaber.com.tr/yazarlar/ergun-diler/2015/01/22/charlie-hebdonun-sifresi-1421908291
Charlie Hebdo Saldırısına Tepki Yağıyor, DW,  7 Ocak 2015 
http://www.dw.com/tr/charlie-hebdo-sald%C4%B1r%C4%B1s%C4%B1na-tepki-ya%C4%9F%C4%B1yor/a-18175166
O bombalı saldırının arkasında İngiliz istihbaratı mı var?, Akşam Gazetesi, 3 Ağustos 2015 
http://www.aksam.com.tr/guncel/o-bombali-saldirinin-altinda-ingiliz-istihbarati-mi-var/haber-428638
Times: Suruç’taki İntihar Saldırısı Erdoğan İçin Uyarı Olmalı, BBC, 22 Temmuz 2015 
http://www.bbc.com/turkce/haberler/2015/07/150722_times_suruc_erdogan
Ankara’da Patlatılan Bombanın İki Hedefi, Mehmet Ali Güller, 11 Ekim 2015
http://mehmetaliguller.com/2015/10/11/ankarada-patlatilan-bombanin-iki-hedefi/
Edward Snowden IŞİD’in Arkasında ABD ve İsrail var, Milliyet, 17 Ağustos 2014 
http://www.milliyet.com.tr/edward-snowden-isid-in-arkasinda/dunya/detay/1926807/default.htm
ABD ve İngiliz İstihbaratı: “Rus yolcu uçağını IŞİD bombası düşürdü.” Turkrus.com, 5 Kasım 2015
http://www.turkrus.com/121635-abd-ve-ingiliz-istihbarati-rus-yolcu-ucagini-isid-bombasi-dusurdu-xh.aspx
İngiltere'den 20 bin vatandaşına 'olduğunuz yerde kalın' emri, T24, 5 Kasım 2015 http://t24.com.tr/haber/ingiltereden-20-bin-vatandasina-oldugunuz-yerde-kalin-emri,315484
ABD’nin Almanya-Rusya Korkusu, Sol Gazetesi, 25 Eylül 2015http://haber.sol.org.tr/blog/serbest-kursu/ilhan-ayer/abdnin-almanya-rusya-korkusu-130758
AB’de Almanya- İngiltere Çatışması, Amerika’nın Sesi, 2 Haziran 2014
http://www.amerikaninsesi.com/content/abde-almanya-ingiltere-catismasi/1927784.html
Binlerce Taraftar Wembley’de Fransa Milli Marşını Söyledi, BBC, 18 Kasım 2015 
http://www.bbc.com/turkce/spor/2015/11/151117_fransa_ingiltere_mars
Fransız Milli Marşı Adayı Böldü, HaberTürk, 21 Kasım 2015 
http://www.haberturk.com/spor/futbol/haber/1156431-fransiz-marsi-adayi-boldu
Viyana’daki Suriye Toplantısında Takvim Uzlaşması, BBC, 14 Kasım 2015
http://www.bbc.com/turkce/haberler/2015/11/151114_viyana_suriye
Rus Uçağına İkaz Engellendi mi? Deniz Yıldırım, Aydınlık, 29 Kasım 2015
http://www.aydinlikgazete.com/turkiye/rus-ucagina-ikaz-engellendi-mi-h79671.html
Londra Aksanlı IŞİD Celladı, Hürriyet, 21 Ağustos 2014
http://www.hurriyet.com.tr/londra-aksanli-isid-celladi-27043399
IŞİD’in Propaganda Militanı ‘Cihatçı John’ Kimdir?, BBC, 13 Kasım 2015 
http://www.bbc.com/turkce/haberler/2015/11/151113_cihatci_john_kimdir
IŞİD'den Yeni İnfaz Görüntüleri ve İngiltere'ye Tehdit, Onedio,  3 Ocak 2016
http://onedio.com/haber/isid-den-infaz-goruntuleri-ve-ingiltere-ye-tehdit-652470
İngiltere: Kürtlere daha fazla silah, Rudaw, 9 Kasım 2015
http://rudaw.net/turkish/world/091120154
İngiltere Kürtlere Silah Gönderiyor, DW, 9 Eylül 2014
http://www.dw.com/tr/ingiltere-k%C3%BCrtlere-silah-g%C3%B6nderiyor/a-17911090
Başbuğ’un Röportajının tamamı için:  
IŞİD Teröründen En Karlı Çıkan Kürtler Oldu!, Sözcü, 27 Temmuz 2015
http://www.sozcu.com.tr/2015/gundem/isid-terorunden-en-karli-cikan-kurtler-oldu-893957/
İngiltere’den PKK açıklaması, CNN, 10 Ağustos 2015
http://www.cnnturk.com/haber/dunya/ingiltereden-pkk-aciklamasi
Bordo Bereliler PKK’yı Vurdu İngiliz Korktu, Sabah, 10 Eylül 2015 
http://www.sabah.com.tr/gundem/2015/09/10/bordo-bereliler-pkkyi-vurdu-ingiliz-korktu
PKK Operasyonların Durması İçin ABD’den Yardım İstedi, Sabah, 17 Ağustos 2015
http://www.sabah.com.tr/gundem/2015/08/17/pkk-operasyonlarin-durmasi-icin-abdden-yardim-istedi
İngiltere’den PKK ile Mücadeleye Dev Destek, Akşam, 15 Ocak 2016-01-16
http://www.aksam.com.tr/dunya/ingiltereden-pkk-ile-mucadeleye-dev-destek/haber-481029
İki Gazeteci Tutuklandı, Oda tv, 31 Ağustos 2015
http://odatv.com/iki-gazeteci-tutuklandi-3108151200.html
Cizre’de 18 İngiliz, Milli Gazete, 17 Eylül 2015 
http://www.milligazete.com.tr/haber/CIZREDE_18_INGILIZ/378658
İngiltere’deki Akademisyenlerden Barış Akademisyenlerine Destek, ZETE, 15 Ocak 2016 
https://zete.com/ingilteredeki-akademisyenlerden-baris-akademisyenlerine-destek/
İngiltere Kraliyet Ailesi Prens Edward Okul Açılışında, Milliyet, 19 Ekim 2015
http://www.milliyet.com.tr/ingiltere-kraliyet-ailesi-prensi-egitim-2134295/
Feyzioğlu’ndan Akademisyenlere: Mütareke Dönemi Aydınlarının Kalıntıları
http://tr.sputniknews.com/turkiye/20160114/1020191678/feyzioglu-baro-baris-icin-akademisyenler.html
Greek-UK Conference on the Eastern Mediterranean Security Issues, Dartmouth Centre For Seapower and Strategy, 17 Aralık 2015 
http://blogs.plymouth.ac.uk/dcss/2015/12/17/greek-uk-conference-on-the-eastern-mediterranean-security-issues/ 
İngiliz Üsleri ve Dikilitaş Restorasyonu, Ferdi Sabit Soyer, Yeni düzen, 21 Eylül 2015 
http://www.yeniduzen.com/Yazarlar/ferdi-sabit-soyer/ingiliz-usleri-ve-dikilitas-restorasyonu/7184
Talat: Taviz vermedim, pazarlık yaptım, Kıbrıs Postası, 15 Şubat 2010
http://www.kibrispostasi.com/print.php?news=34032
Meclis Halife Seçebilir Mi?Sayın  Cengiz Özakıncı Röportajı, Oda TV, 15 Kasım 2014
http://odatv.com/meclis-halife-secebilir-mi-1511141200.html
Suriye’nin Serv’i Amerikan Koridoru, Mehmet Ali Güler, Kaynak Yayınları, 2015
Şark Raporu, Celal Bayar, Derleyen: Analiz Basım Yayın, Sadeleştiren: Nejat Bayramoğlu, 2006

https://www.academia.edu/30860776/%C4%B0ngiltere_nin_K%C3%BCrt_Koridor_u_Meselesindeki_Stratejik_Mevzilenmesi




***

İNGİLTERENİN KÜRT KORÜDORUNA MEVZİLENMESİ., BÖLÜM 3

İNGİLTERENİN KÜRT KORÜDORUNA MEVZİLENMESİ., BÖLÜM 3



1.4.7.Suriye’deki Kürt Gruplar ve İngiltere

Halkın Koruyucuları Birliği (YPG) 2011 yılında kurulmuş bir örgüttür. Örgütün lideri Sifhan Hamo’dur. Suriye ordusunun boşalttığı Suriye’nin kuzeydoğusunu ele geçiren YPG, en kanlı çatışmaları IŞİD’e karşı yapmıştır. Kürtlerin siyasal düzlemdeki temsilcisi konumunda Demokratik Birlik Partisi bulunmaktadır. Bu grubun başında Salih Müslim vardır. Bu gruplarla PKK’nın organik ilişkisi bulunduğu herkes tarafından bilinen ama Türkiye’deki bazı cin fikirliler tarafından inkar edilen bir gerçektir. 

YPG, Afrin, Kobani, Tel Abyad, Resulayn, Amude, Derika Hemko, Kamışlı ve Haseke bölgelerini kontrol etmektedir. ABD’nin bölgede “kara gücüm” olarak nitelediği YPG, bölgede batılı devletlerin yegane müttefiki konumundadır. Raporun bu kısmına kadar anlattığımız tüm örgütler “Kürt koridorunun” önünü açmak için katalizör görevi görmektedir, ama bilerek ama bilmeyerek bu amaca hizmet etmektedirler. Batılılar için bölgedeki “esas oğlan” Kürtlerdir. 

Türkiye’nin güneyindeki Kürt grupların temel hedefi IŞİD kontrolündeki yerleri ele geçirip kurdukları kantonları birleştirerek bir koridor oluşturmaktır. Kürt gruplar bu planı elbette kendi kendilerine geliştirmemişlerdir. Bu plan İngiliz ve Amerikan siyasetinin bir sonucudur. Amerika ve İngiliz hükümetleri, geçmişte Saddamla savaşsın diye Kürtleri desteklerken bugün IŞİDle savaşması için silah yardımlarında bulunmuşlardır. İngiltere Dışişleri Bakanı, bu silah yardımları hakkında Rudaw’a verdiği demeçte, Kürt güçlerine daha önce de silah gönderdiklerini ve göndermeye devam edeceklerini bildirmiştir.  Dışişleri Bakanından daha önce de 2014 yılında Savunma Bakanı Michael Fallon, Irak’ta IŞİD’e karşı savaşan Kürt gruplarına silah göndereceklerini belirtmişlerdi. Yaptığı yazılı açıklamada şu ifadeleri kullandı: 
“Kürt birlikleri IŞİD'den daha az ekipmana sahip ve kendilerini savunmaları, sivilleri korumaları ve IŞİD'in ilerlemesini durdurmalarına yardımcı olmak için taleplerine yanıt veriyoruz”
 Kürtler yaklaşık 30 yıldır koridor meselesinde batılıların figüranı olarak kullanılmaktadırlar.  Dün Saddam’ı Kürtlere yem eden emperyalizm bugün Kürtlerin IŞİD’e karşı zafer kazanmasını istemekte ve onları desteklemektedir. Kuşku yok ki IŞİD vahşi bir örgüttür ve Ortadoğu’da yüz binlerce masum Türkmen’in, Arap’ın, Ezidi’nin ve Kürt’ün kanına girmiştir. Fakat batı destekli medyada nedense hep “ Kürtler” yok ediliyor vurgusu yapılmış ve diğer etnik gruplar Ortadoğu’da hiç yokmuş gibi davranılmıştır. Tarihin ve hakikatin bize öğrettiği bir şey vardır. Emperyalizm milletleri önce mağdur eder, sonra da onları diğer milletlere karşı mağrur eder. Bu gerçek hiçbir zaman değişmedi. Dün Ermenileri çıkarları uğruna kullanıp evvela onları ayaklandıran, sonra kardeşi kardeşle kan içinde bırakan emperyalizm bugün onları sahte iddialarla Türkiye’nin başına bela etmiştir. Yarın bu senaryo Kürtler için bir kere daha tekrarlanabilir. 

IŞİD terörüyle dünya kamuoyunda “mağdur” ilan edilen Kürtler, nedense bu terörden en karlı çıkan millet olmuşlardır. Genelkurmay Eski Başkanlarından İlker Başbuğ, Sözcü gazetesine verdiği röportajda bu durumu şöyle özetlemiştir:

“Kuzey Irak bağlamında baktığınızda Kürtler kazanıyor. Tablo bu.
IŞİD bir yere saldırıyor, IŞİD alıyor, sonra IŞİD oradan atılıyor ve o bölge yi¬ne Kürtlerin eline geçiyor. 
Bunu iyi düşünmek lazım, “Ne oluyor” diye.”
Değerli komutan IŞİD’i kimlerin ne amaçla kurduğunu da röportajın ilerleyen kısımlarında açıklıyor ve Suriye’nin kuzeyi için bilinmeyen eski planları da tek tek anlatıyor:
“…, IŞİD’in lideri şu anda Bağdadi. Bu kişi 2004’te Felluce’de Amerikalılar tarafından yakalanıyor, 2004’ün Aralık ayında serbest bırakılıyor. Aynı anda cezaevinde bulunan militanların sayısı da 24 bin civarında.” 
“6 Ocak 1923 yılında, Lozan Konferansı, Azınlıklar Alt Komisyonu var,
buraya gündemde olmayan bir teklif getiriliyor; teklifi getiren kim? Amerika. Teklif şu: “Ermeniler için ulusal yurt olarak bir toprak parçası bulalım, bu bölgeyi tanımlayalım ve bu bölgeye saldırı ve sızmalara karşı bir koruma dü¬ze¬ne¬ği kuralım.”
Gazetecinin Amerikalıların önerdiği bu yer neresi sorusu üzerine Başbuğ şu cevabı veriyor:
“Suriye’nin kuzeyini. Bakın teklif şöyle devam ediyor : “Böylece Türkiye ve Suriye arasında tarafsız bir bölge kurulmuş olur. Bu toprk parçasının denize kolay bir çıkış yolu da vardır.” Peki, o halde, 6 Ocak 1923’te Ermeniler için düşünülen şey, bugün başka birisi için mi düşünülüyor? Suriye’nin kuzeyi ilk defa gündeme gelmiyor yani. Irak’ın kuzeyinden başka, şimdi bir de Suriye’nin kuzeyi sorunumuz var. Çok kritik bir durum.
Haritaya baktığınızda bugün Suriye’nin kuzeyinde IŞİD’in kontrolünde olan hat, Irak’ın kuzeyinde Kürtlerin kontrolünde olan hatla birleşebilir. Bazılar diyor ki, “PYD o kadar güçlü değil, ordusu yok, silahı yok.” Peki bu bölgeleri zaten bizzat PYD mi ele geçirdi? Hayır, önce IŞİD, sonra koalisyon güçleri, onlar çe¬kildikten sonra da Kürtler giriyor. Model hep bu.” 

Başbuğ’un söylediği gibi IŞİD ve diğer İslami örgütler bölgede koridor meselesinde Kürtlerin işini kolaylaştırmak için bulunuyorlar. Bölgede çatışan/ çatıştırılan örgütler “Kürt koridorunun” inşasına hizmet etmekten başka bir şey yapmıyorlar. Görünen o ki dünya kamuoyu IŞİD’i hiçbir zaman bir devlet olarak kabul etmeyecektir ki zaten etmemesi lazım gelir. Öyleyse bu boşluğu kiminle doldurmak gerekir? Batı kamuoyu bu soruya her fırsatta “Kürtler” diye haykırmaktadır. Meselenin özü tam olarak budur. IŞİD katalizörünü YPG/PYD/PKK taşeronuna yedirerek “Kürtleri” bu bölgelerin doğal varisi yapmak Batının en büyük hedefidir. 

Koridor meselesi Suriye’nin ve Irak’ın kuzeyi ile sınırlı değildir. Türkiye’yi dize getirmeden kurulacak bir koridorun yaşama şansı yoktur. Öyleyse üç parçalı koridorun Türkiye ayağında da gerekli adımlar atılmalıdır. İngiltere ve ABD bunu her fırsatta gerek askeri gerekse de psikolojik alanlarda yapmaktadırlar. 

1.4.8.İngiltere ve PKK

PKK, Türkiye’nin batılı “müttefikleri” tarafından “terörist” olarak nitelendirilen bir örgüttür. Fakat bu müttefikler çıkarlar doğrultusunda PKK’yı koruyup kollamaktan ve silahlandırmaktan hiçbir zaman vazgeçmemişlerdir. İngiltere, PKK’yı 2001’den beri terörist olarak kabul etmektedir. Bu tarih önemlidir çünkü terörle mücadelenin başarı sağladığı zamanlara isabet eder. İngiltere, Türk ordusunun başarılı operasyonlarıyla PKK’ya darbeler indirmesi sayesinde PKK’yı terör listesine almıştır. Suruç saldırısı sonrası başlayan terörle mücadelede yeni dönemde İngilizler şaşkın ve savruk bir politika izlemektedirler. 
Ağustos ayında Türk mevkidaşını aradıktan sonra açıklama yapan Dışişleri Bakanı Hammond, görüşme için şu sözleri söylüyordu: “İngiltere, terörün her türlüsünü kınıyor ve Türk hükümetine orantılı şekilde karşılık verme hakkını tanıyoruz. Ayrıca, İngiltere'nin, Kürt barış sürecinin yeniden rayına oturması için devam eden desteğinin de altını çizdim." 

İngiliz basınıysa operasyonları endişe içinde takip ediyordu. Bordo Berelilerin yaptığı başarılı operasyonlar sonrası tedirgin olan İngiliz medyası, Türkiye’nin operasyonları durdurması gerektiğini ve bunu sadece uluslararası camianın başarabileceğini söylüyordu. 

İngiliz Daily Telegraph gazetesine konuşan Cemil Bayık, röportajda PKK’nın operasyonların durması için ABD arabuluculuğuna sıcak baktığını aktarıyor. Ankara ve PKK arasındaki çatışmaların yeniden başlamasıyla birlikte Irak Şam İslam Devleti'ne (IŞİD) karşı mücadelenin daha da zor bir hale geldiği ifade edilen haberde bugüne kadar IŞİD'e karşı en etkin güçlerden birisinin Kürtler olduğu belirtiliyor. Haber, PKK liderlerinden Cemil Bayık'ın ABD'ye yönelik sözleriyle sonlanıyor:"Eğer ABD Türkiye'nin politikalarını desteklemeye devam ederse Kürtleri kaybetmesi olası. Eğer ABD Kürtleri kaybederse, IŞİD'i yenilgiye uğratması da zorlaşır." 

Türk ordusunun kararlı mücadelesi batılı devletlerin terörle mücadelede fikirlerini değiştirmesine neden olmuş gözüküyor. İngiliz Dışışleri Bakanı Hammond’un 15 Ocak 2016 günü yaptığı açıklama buna güzel bir örnek olabilir: 
"Biz sadece açıklamalar yapıp, PKK'yı kınamakla yetinmiyoruz, aynı zamanda Birleşik Krallık’ta terör örgütünün finans temin kaynaklarını hedefleyen ciddi çalışmalar yürütüyoruz. PKK'yı desteklemek için denizaşırı ülkelere gönderilen paralara el koyduk ve terör örgütünü destekleyecek etkinlikleri engelledik"
 “Cesur Türk askeri ve polisinin ve bu şiddetin arasında kalan diğerlerinin hayatlarını kaybetmeleri bu ülke için son derece üzücü bir durum. Biz Türkiye’nin PKK’ya karşı kendisini savunma konusunda meşru bir hakkı olduğuna inanıyoruz. Ama yine de kalıcı barışı sağlamak için Türkiye’nin en kısa süre içerisinde yeniden diyalog ortamına döneceğini umuyoruz.” 
Gördüğümüz gibi İngiliz Bakan Ağustos ayındaki buyurgan tavrından vazgeçerek Türkiye’nin egemenlik haklarına saygı gösterdiğini daha diplomatik bir üslupla açıklıyor. Hiç şüphe yok ki bu tavır değişikliğinde Türk Silahlı Kuvvetlerinin terörle mücadele konusundaki azmi kritik bir rol oynamaktadır. Her ne kadar İngiliz medyası aylardır Güneydoğu’da yaşanan operasyonları “Türkiye’de İç Savaş” manşetiyle verse de İngiliz Bakanın bu açıklamaları TSK’nın doğru yolda olduğuna işaret eder niteliktedir. 

İngiltere’nin bakanlık seviyesinden PKK ile mücadeleye verdiği destek anlamlı olsa da unutulmamalıdır ki “Koridor” İngiltere ve ABD’nin nihai hedefidir. Türkiye’nin doğusunda bugün hala gazeteci kimliğiyle İngiliz casuslar yakalanmaktadır. 31 Ağustos 2015’te gazeteci ve tercüman kılığında 3 İngiliz ajanı Diyarbakır’da yakalanmıştı.  Bir başka önemli iddia ise Cizre’de çatışmalar sürerken yabancı istihbarat ajanlarının bölgede PKK lehine çalışması idi. Yıllardır bölgeye gazeteci, din adamı, akademisyen ve diplomatik görevli olarak gelen yabancı ajanların bu sefer Cizre’de görevli olduğu söyleniyordu. İddialara göre Cizre’de 18 İngiliz ajanın varlığı tespit edilmişti. 
Bu hedefi gerçekleştirmek için İngiltere ve ABD yalnızca terör örgütlerine silah vermekle kalmıyor gerek kültürel gerek sosyal tüm alanlarda kendi fikirlerini enjekte edecek grupları finansal açıdan destekleyerek “5. Kol faaliyeti” yürütüyorlar. Akademisyenleri, sanatçıları, iş adamları ve göz önünde olan her kesimden insanı yücelterek kamuoyu önünde tutuyorlar ve onların, fikirlerini topluma kabul ettirmesine yardımcı oluyorlar. Bu kimseleri Türkiye’nin aleyhinde olan her konuda karşı cephede görebiliriz. Sözde Ermeni soykırımında Türkiye’nin karşısında onlar vardır, Kıbrıs konusunda Rum’un yanında onlar var ve PKK konusunda Türkiye’yi suçlayan yine onlardır! 
Türkiye’de 1128 akademisyen terörle mücadele eden Türkiye’yi katliamla suçlayan skandal gibi bir metine imza attı. Metinde artık devletin yaptığı “katliamlara” sessiz kalmayacaklarını söyleyen akademisyenler, devleti operasyonları sonlandırmaya çağırdı. Bu bildiriden sonra bazı akademisyenler hakkında işlem yapıldı. Amerika’nın Ankara Büyükelçisi ve Amerikan Dışişlerinden yetkililer akademisyenlere sahip çıkarken İngiltere’de de akademisyenler kendilerine “barış akademisyenleri” diyen imzacı gruba destek için bildiri imzaladılar. Bildiride, “Bu haksız eylemler, Kürtlere karşı süren devlet şiddeti bağlamında gelişiyor”  ifadesini kullanan akademisyenler Türkiye’yi baskıcı olmakla suçladı.  
Boğaziçi, ODTÜ ve Galatasaray’ın dışındaki devlet üniversitelerinde okuyan öğrencilerin çoğunluğu bu imzacı akademisyenleri şaşkınlıkla karşıladılar. Böyle bir güruhun bu tarz bir eylem yapabileceğini çoğu öğrenci ve ailesi ihtimal vermiyordu. Fakat acı gerçek şu ki yukarıda sayılan üniversiteler ve özel/vakıf üniversitelerinde bu tarz akademisyenler zaten yıllarca gemi azıya almışlardı. Bu akademisyen güruhunun yetişmesinde kuşkusuz yurtdışında alınan eğitimlerle, yurda davet edilen yabancı akademisyenler de etkili. Bildiriye imza atanlara baktığımızda yabancı akademisyenleri de görebiliyoruz. Elbette burada yurtdışına giden her yurttaşı itham altında bırakmamız söz konusu değil, fakat yurtdışı eğitimler akademisyenleri devşirmek için fırsat yaratıyor. Yurtdışında farkında olmadan “angaje” edilen ve Türkiye’nin aleyhine fikirler geliştiren akademisyenler, yurda döndüklerinde eğitim verdikleri gençleri ve meslektaşlarını etkileyerek onları da Türkiye aleyhine düşünmeye sevk ediyorlar. Bu gidişat terörden daha tehlikeli bir gidişattır. Bir teröristin vereceği tahribat en fazla insan öldürmektir, fakat terörü destekleyen akademisyenlerin beynini yıkayacağı çocuklar o devletin dibine dinamiti yerleştirebilir. Bu gerçeğin farkında olan İngiltere ve ABD gerek yurtiçinde gerekse de yurtdışında eğitim yatırımları yaparak kendi ideolojilerini enjekte etmeye çalışmaktadırlar. İngilizler eğitim işini o kadar önemsemektedirler ki Prens Edward bizzat Türkiye’de bulunan İngiliz okullarına ziyaretler gerçekleştirmektedir. 19 Ekim 2015’teTarabya İngiliz Okullarının açılışına katılan Prens Edward’ı İstanbul İl Milli Eğitim Müdürü Dr.Muammer Yıldız, Sarıyer Kaymakamı Gürsoy Osman Bilgin, Sarıyer İlçe Milli Eğitim Müdürü İbrahim Tahmaz, İngiltere Büyükelçisi Richard Moore, BCCT Türkiye yönetim kurulu başkanı Chris Gaunt,  Akfen Holding Yönetim Kurulu Başkanı Hamdi Akın ve Tikav Yönetim Kurulu Başkanı Sultan Yılmaz  karşılamıştır. Prens Edward ayrıca Edinburgh Dükü Uluslararası Gençlik Ödülü Programı kapsamında Darüşşafaka Eğitim kurumlarını da ziyaret etmiştir. Prensin Türkiye’de eğitim alanıyla bu kadar yakından ilgilenmesi bize İngiltere’nin yurtdışı okulları konusunda ne kadar hassas olduğunu göstermektedir. Bu durum 19. Yüzyılda Anadolu’da açılan Amerikan kolejlerini anımsatmaktadır. ABD ve İngiltere kendi çıkarları için yeni Abdullah Cevdetler, Ali Kemaller yetiştirme uğraşındadır. Mütareke dönemi aydınlarının kalıntısı  akademisyenlerin varlığı da buna işarettir. 

1.4.9. İngiltere’nin Bölgedeki Aktörlerle İlişkisinin Türkiye’ye Etkileri

 İngiltere, bölgedeki hemen hemen tüm aktörlerle dirsek teması halindedir. Bölgeyi şekillendirmek için bu aktörlere lojistik ve finansal açıdan yardımlarını iletmektedir. Bu faaliyetler Türkiye’nin güney sınırları için tehdit teşkil etmekte ve dahi Türkiye’nin toprak bütünlüğünü tehlikeye sokmaktadır. Türkiye ve tüm bölge ülkelerine “radikal İslami terör” işaret edilerek bölgede Kürt gruplar desteklenmekte ve bölge ülkelerine ölüm gösterilip sıtmaya razı edilmeye çalışılmaktadır. Nihai amacı bir “Kürt” devleti olan koridorda İngiltere, bir yandan IŞİD ile savaşır gözükürken diğer yandan IŞİD’den petrol ithal ederek ekonomik olarak ayakta kalmasını sağlamaktadır. Bir başka taraftan ise Kürtleri destekleyerek IŞİD terörüne karşı meşru bir kuvvet yaratma gayreti içindedir. Bölgede irili ufaklı tüm cihatçı grupları destekleyen İngiltere, dünyaya bir mesaj verme gayreti içindedir. İngiltere, bölgedeki bütün aktörler içinde en tercih edilebilen olarak “Kürtleri” işaret etmektedir. Bu, Türkiye’nin toprak bütünlüğü için fevkalade tehlikeli bir gidişattır. Bir taraftan “radikal İslami terörün” tırmandırılması öbür yandan etnik ayrımcılığın körüklenmesi Türkiye içerisinde kardeşçe yaşayan etnik ve dini grupları birbirine düşürebilir. Batı kamuoyu tarafından yıllarca “Alevi” Esadla “Sünni” muhalifler arasındaki savaş olarak sunulan iç karışıklıkların bir benzeri önümüzdeki yıllarda Türkiye’de de yabancı bir el tarafından çıkartılabilir. Türkiye’nin bu bağlamda her zaman dikkatli olması ve bölge üzerine planlar yapan ülkelerin niyetlerini iyi okuması gerekmektedir. Suriye ve Irak’ta yaratılan IŞİD benzeri bir örgüt gelecekte Türkiye’de de yaratılabilir. Bütün bunlara karşı terörle mücadele başlayan yeni dönem Türkiye’nin bu tarz girişimlere karşı tedbir alması açısından umut vericidir. Bu sebepledir ki batı kamuoyu operasyonların bitirilmesi ve “çözüm süreci” dönemine dönülmesi için bastırmaktadır. Türkiye bu noktada uyanık ve atak olmalı ve bölgede terörden beslenen ne kadar etnik ve dini grup varsa bu süreçte temizlemelidir. Bugün sürdürülen operasyonlar Türkiye ve Türk Silahlı Kuvvetleri için bir fırsattır ve bu fırsat kaçırılmamalıdır.

4 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.

***

İNGİLTERENİN KÜRT KORÜDORUNA MEVZİLENMESİ., BÖLÜM 2

İNGİLTERENİN KÜRT KORÜDORUNA MEVZİLENMESİ., BÖLÜM 2



1.4.3.İngiltere’nin Bölgedeki Aktörlerle İlişkisi

Suriye krizi patlak verdiği andan itibaren bölgede irili ufaklı etnik ve mezhepsel gruplar etkinliklerini arttırmaya başladı. Dünyanın her yerinden savaşçıların akın ettiği Suriye’de kayda değer örgütleri ve amaçlarını belirttikten sonra İngiltere’nin bunlarla ilişkisini ve bu örgütler üzerinden hedeflediklerini belirteceğiz. Kuşkusuz ki Osmanlı’nın çöküş dönemiyle başlayan süreçten itibaren İngilizler Ortadoğu üstüne planlar yapmakta ve gerek dini gerekse de etnik örgütleri kendi çıkarları için kullanmaktadır. İngiliz ve Amerikan hükümetlerinin planları uyarınca Irak işgali sonrası Ortadoğu halkları tam anlamıyla bu vahşi örgütlerin insafına kalmış ve bu ülkelerin amaçlarının gerçekleşebilmesi için bölge vahşi örgütler vasıtasıyla şekillendirilmeye çalışılmıştır. Bölgede yaratılan kaos sayesinde yaşanan göç nedeniyle demografik yapı değişmiş ve bölgede ABD ve İngiltere’nin müttefiki durumunda olan Kürt güçleri Irak savaşında olduğu gibi bu krizden de karlı çıkma yolunda önemli adımlar atmışlardır. Bölgede yer alan önemli örgütler şunlardır: Özgür Suriye Ordusu, El Nusra Cephesi, Halkın Koruyucuları Birliği (YPG), İslam Devleti (IŞİD). 

1.4.4.Özgür Suriye Ordusu

Özgür Suriye Ordusu, 2011 yılında Riyad el Esad tarafından Suriye’de kurulmuş ve temel amacı Beşar Esad’ı iktidardan indirmek olan bir örgüttür. Suriye’de kurulan örgütler arasında ilk olma özelliği taşır. Tahmini savaşçı sayısı kırk bin ile elli bin arasındadır. ABD, İngiltere ve diğer Avrupalılar bu örgütü muhatap alarak silah yardımı yapmışlardır. Örgüt aynı zamanda Körfez ülkelerinden de silah ve para yardımı aldı. Özellikle Suudi Arabistan’dan ve savaş süresince de ABD'den sürekli yardım aldılar. Gönderilmiş olan silahların yanlış ellere geçebilme ihtimali en büyük endişelerden biriydi.
Özgür Suriye Ordusu, esasen Suriye’de rejime direnen birçok örgütün bir araya geldiği çatı durumunda bir örgüttür, koalisyondur. Bu Özgür Suriye Ordusunun birlikleri arasında şu gruplar bulunur: 
Suriye Şehitleri Birliği

Cabel A-Zawiyya Şehitleri Birliği

Suriye'nin Özgür Doğmuş Evlatları Birliği
Bu birliklere ek olarak Suriye’nin Devrimcilerini Kurtarma Birliğinden de bahsetmek gerekir, bu birlik her ne kadar Özgür Suriye Ordusuna biat etse de batılıların yaptığı yardımlar konusundaki tutumuyla Özgür Suriye Ordusundan ayrı bir konumda durmaktadır. 

Özgür Suriye Ordusu ve İngiltere:

İngiltere ve batılı ülkeler Özgür Suriye Ordusunu ılımlı muhalifler olarak nitelemekte ve her türlü silah yardımını yapmaktadırlar. Bunun yanında 2012 senesinde ÖSO siyasi danışmanı Bessam ed-Dade, İngiliz Genelkurmay Başkanı David Richard’ın müdahale olabilir, diye açıklama yapması üzerine şunları söylemişti: 
“Suriye sahipsiz değildir ki İngiltere istediği zaman Suriye'ye girsin. Biz İngilizlere güvenmiyoruz, Suriye topraklarında bulunma niyetlerini kötü olarak yorumluyoruz.” 
ÖSO, İngiliz güçlerinin Suriye topraklarına girebilmesi için muhalefetle koordinasyon şartı koşmuştu. Özgür Suriye Ordusunun komuta kademesinde bazı yetkililer uzun dönemde İngiltere’nin Suriye’yi etnik ve mezhepsel olarak parçalayabileceğini düşünmüşlerdi.  İngiltere’ye güvenmediğini açıklayan Özgür Suriye Ordusu komutanları çatışmaların şiddetlenmesi üzerine İngiliz ve Fransız silahlarına muhtaç vaziyete gelmişlerdi.
İngiliz ve Fransız yetkililer 2013 senesinde yaptıkları açıklamalarda ÖSO’ya her türlü silah desteği verebileceklerini açıklamışlardı. ÖSO, yapılan bu yardım açıklamalarının sözde kalmamasını istiyordu.  Bessam el Dade’nin kimyasal silah kullanabilecekleri itirafına ve uluslararası örgütlerin bu örgütün kimyasal silah kullandığına karşı yayınladığı bağımsız raporlara rağmen İngiltere, ABD ve Fransa bu örgüte yardım etmekten hiçbir zaman geri durmadılar. Son olarak 27 Kasım 2015 günü David Cameron yaptığı açıklamada Özgür Suriye Ordusu ve muhaliflere havadan destek verebiliriz, demişti. 
Gördüğümüz üzere İngiltere ve müttefiklerinin bölgedeki nihai amacı o bölgede barışçıl bir muhalefetle güçlü ve vatansever bir Suriye kurmak değil bunun aksine çatışmalar içinde eriyen, İsrail’e tehdit olmayan ve Irak petrolünün Akdeniz’e kavuşmasına itiraz edemeyecek, bölünmüş bir Suriye yaratmaktır.   

1.4.5.El Nusra Cephesi

El Nusra cephesinin lideri Abu Muhammed El Colanidir. Örgüt 2012 senesinde El Kaide’ye bağlı bir kuruluş olarak kurulmuştur. Örgüt yöneticileri 2013 senesinde IŞİD ile birleşmeyi reddetmiş ve IŞİD lideri Ebu Bekir El Bağdadi’ye örgütün El Kaide’ye bağlı kalacağını belirtmişti. Bu yanıt üzerine bu iki kanlı örgüt arasında savaş Suriye’nin diğer bölgelerinde olduğundan daha kanlı gerçekleşti. Reuters’a göre Esad yönetimini devirmeye çalışan Katar dahil bazı Körfez ülkelerinin istihbarat yetkilileri son birkaç ay içerisinde Nusra lideri Muhammed Colani ile bir araya gelerek El Kaide ile bağlarını koparmalarını istedi. Buna karşılık Nusra’ya daha fazla para ve malzeme desteği vaat edildi. Bu konuda örgütün ana çizgisini belirleyen Şura Konseyi’nin bir karar vermesi bekleniyor. İslamcı gruplarla yakın ilişkisi olan cihatçılardan Muzamjer el Şam “Yeni oluşum yakında ortaya çıkar. Nusra, Muhacirin ve’l Ensar Ordusu ve diğer birlikleri kapsayacak. Nusra isminden vazgeçilecek. El Kaide ile bağlar kesilecek. Ancak tüm Nusra emirleri aynı fikirde değil, bu nedenle açıklama ertelendi. Yine de Colani bunu yapacak, başka şansı yok. Mutlu olmayanlar ayrılabilir” dedi. Katar’ın Nusra’nın Suriyelilerden oluşan bir örgüte dönüşmesi talebine karşın Colani’nin Çeçenlerin liderliğinde yabancılardan oluşan Muhacirin ve’l Ensar Ordusu ile birleşmeyi önerdiği aktarıldı. Yeni örgütün Suriye’nin kuzeyinde üstleneceği belirtildi.”  El Nusra cephesinin IŞİDle savaşması ve bölgede El Kaide’nin bu savaştan yara alması dünya ve İngiliz kamuoyunda IŞİD El Kaideyi bitiriyor yorumlarının yapılmasına neden oldu.  El Nusra cephesinin bugün yaklaşık 5 bin ile 7 bin arasında militanı olduğu düşünülüyor. 

El Nusra ve İngiltere:

İngiltere’nin her örgütle olduğu gibi El Nusra cephesiyle de dirsek teması bulunuyor. El Kaide şeyhi olan Ebu Katada, yıllarca İngiltere’de yaşamış ve 2013 senesinde Ürdün’e sürgün edilmişti. El Nusra’nın online dergisi Er-Risale için bir yazı kaleme alan Katada, “Allahın izniyle İslam tüm topraklara hükmedecek ve Yahudilerin devleti çökecek.” Dedi. Yazısında Şiilere de hakaret eden Katada Şiileri, tekfirci düşüncenin olumsuz adlandırmasıyla "iğrenç Rafıziler" olarak niteleyen Katada, Hizbullah lideri Hasan Nasrallah için de "şeytani lider" sıfatını kullandı, Nasrallah'ın Suriye halkını kandırdığını öne sürdü.  Aynı makalede Katada İngiltere’den savaşmak üzere Ortadoğuya savaşçı devşirilmesini de istemişti, fakat 30 Ekim 2015 tarihinde yaptığı açıklamada bu makaleyi yazığını reddetti. Ebu Katada, 2012 senesinde İngiltere’de yargılanmış ve serbest bırakılmıştı. Ürdün hükümetinin Katada’nın iadesini istemesi ve İngiltere’nin onu ulusal güvenliğe tehdit olarak görmesi nedeniyle Katada Ürdün’e iade edildi ve oradaki yargılanmasından da beraat etti. Katada gibi El Kaide’nin önemli isimlerinden birinin İngiltere’de uzun yıllar yaşayabilmesi İngiltere’nin Katada üzerine bir planı olduğuna işaret edebilir, bu nokta es geçilmemelidir. 
Bilindiği üzere El Nusra örgütü Fransa ve İngiltere’nin girişimleriyle 2013 senesinde terör listesine alındı. Özellikle El Kaide’ye bağlılıklarını açıkladıktan sonra radikalleşen örgüte Avrupa’nın birçok yerinden insanlar katılabiliyor. En fazla katılımın olduğu ülkelerden biri de İngiltere. Mevcut durumu sadece din ve korku üzerinden açıklamak hayli güç. Giden kişiler arasında toplumun üst tabakasında sayılan insanlar da yer alabiliyor. Örneğin İngiliz yönetmen Patrick Kinney’in oğlu Lucas Kinney dinini değiştirerek El Nusra cephesine katıldı. Katolik Hristiyan olarak yetiştirilen Londra doğumlu Kinney, Esad ve rejimle savaşmak için Nusra cephesine katılıyor ve baba Kinney oğlunun IŞİD yerine El Nusra’ya katılmasına sevindiğini söylüyor.  Dünyada büyük göç hareketleri, büyük felaketler meydana gelirken. Suriyelilerin kendileri o topraklardan kaçma telaşı içindeyken bir yönetmenin oğlunu oraya çeken şey nedir? İngiltere devleti buna neden engel olamamaktadır veya olmamakta mıdır? Kuşkusuz Ortadoğu’da gayet faal çalışan İngiliz istihbaratı isterse örgütlere yaşanan bu kaçışları engelleyebilir. Fakat bunun engellememesinin ardında nasıl bir hesap var, bunu kestirmek şimdilik güç.
ABD ve İngiltere’nin ılımlılar olarak nitelediği Hareket Hazm grubu da El Nusra ile bir problemleri olmadığını söylemekten geri durmuyor. Grubun komutanlarından Zeydan,“Onlar bize karşı savaşmıyor. Biz gerçekte onların safındayız ve onları seviyoruz”  dedi. Bu gelişmeler ABD ve İngiltere’nin yolladığı silahlar “ılımlılar” üzerinden radikallere mi geçiyor, sorularını akıllara getirdi.

1.4.6.Irak Şam İslam Devleti

IŞİD olarak bilinen örgüt Nisan 2013 senesinde Ebu Bekir el Bağdadi tarafından kurulmuştur. Kuruluş olarak her ne kadar bu yıl kabul edilse de IŞİD’in kökenleri çok daha eskilere dayanmaktadır. El Kaide’nin eski bir kolu olan IŞİD’in temelleri Sovyet- Afgan savaşlarında atılmış ve örgütün ideolojik zemini o zaman şekillenmeye başlamıştır. 2003 Irak savaşında El Kaide’nin Irak kolu olarak görev yapan örgüt, oluşan otorite boşluğundan faydalanarak gücüne güç katmıştır. El Bağdadi hakkında ise bilinenler oldukça azdır. Özellikle Bağdadi’nin Amerikan işgali sırasında kurulan Bucca cezaevinde mahkum olduğu ve ABD tarafından 2009 yılında serbest bırakıldığı iddiası sıkça gündeme gelmektedir.  Bilindiği üzere Bağdadi 2010 senesinde Irak El Kaidesinin başına geçmiş ve burada her geçen gün güçlenmiştir. El Bağdadi benzeri başka bir tesadüfte İbrahim El Rubayiş’in 2006 senesinde Guantanamo kampından serbest bırakılmasıyla gündeme geliyor. Rubayiş, IŞİD’in en büyük destekçilerinden biri olarak biliniyor. Amerikan Savunma bakanlığı kaynaklarına göre Rubayiş’in en az 2500 Suudi Müslümanı ve Yemenliyi IŞİD saflarına katmaya ikna ettiğini belirtiyor. 2013 senesinde Rubayiş, kendi görevini “Müslümanları Amerikalı öldürmeye teşvik etmek” olarak açıklıyor.  Bütün bu tesadüflerin Arap Baharı öncesi gerçekleşmesi akıllara ABD bölgeyi İslamcı terör örgütleriyle tekrar dizayn mı etmeye çalışıyor, sorularını getiriyor. İngiliz BBC gazetesi IŞİD’in amacını ve yaptığı eylemleri şu satırlarla duyuruyor: 

“Suriye'deki diğer isyancı grupların aksine IŞİD'in hedefi Suriye ve Irak'ı içine alan İslami bir emirlik kurmak gibi görülüyor. Örgüt askeri alanda başarılar elde etmiş durumda. IŞİD Mart 2013'te Suriye'nin Rakka kentini ele geçirdi. Rakka isyancıların eline geçen ilk bölgesel başkent. Ocak ayına gelindiğinde ise örgüt Irak'ın Sünni azınlığı ile Şii hükümeti arasındaki gerilimden faydalanarak Sünnilerin ağırlıkta olduğu Felluce'nin kontrolünü ele geçirdi.Bölgesel başkent olan Ramadi'nin bazı bölgeleri de örgütün ele geçirdiği yerlerden. Ayrıca Türkiye ve Suriye sınırındaki bazı yerler de IŞİD'in elinde.IŞİD, kontrolünde olan yerlerdeki acımasız uygulamaları ile de biliniyor.Buna rağmen dünyada şok etkisi yaratan gelişme, örgütün Musul'u ele geçirmesi oldu.ABD Irak'ın ikinci büyük kentinin IŞİD'in eline geçmesinin tüm bölgeyi tehdit ettiğini vurguladı.Örgüt El Kaide'nin Suriye'deki resmi kolu olan El Nusra Cephesi gibi diğer cihatçı örgütlerden ayrı hareket ediyor ve diğer isyanci gruplarla da gerilimli bir ilişkisi var.

Bağdadi, Nusra Cephesi ile birleşmek istemişti ancak Nusra Cephesi anlaşmayı reddetmişti. O zamandan beri iki örgüt ayrı hareket ediyor.Zevahiri ise IŞİD'i Irak'ta hareket etmeye ve Suriye'yi Nusra Cephesi'ne bırakmaya çağırmıştı. Ancak Bağdadi ve savaşçıları açık bir şekilde Zevahiri'ye meydan okumuşlardı.IŞİD'e karşı olan düşmanlık, örgüt Suriye'de diğer isyancılara düzenli olarak saldırılarda bulunup Suriye muhalefetini destekleyen sivilleri istismar edince giderek büyüdü.Ocak ayında Batı destekli isyancılarla diğer İslamcı isyancı gruplar bir araya gelerek IŞİD'e saldırı düzenledi ve daha çok yabancı olan militanlarını Suirye dışına çıkarmayı hedefledi.Bu çatışmada binlerce insanın öldüğü söyleniyordu.” 

IŞİD’in Faaliyetleri ve İngiltere:

IŞİD her ne kadar radikal İslamcı ve Ortadoğu kökenli bir örgüt olsa da hedeflediği “cihad” nedeniyle aynı zamanda küresel bir örgüttür. IŞİD ve uzantıları dünyanın hemen her yerinde eylemler yapmışlardır. Kuşkusuz bu eylemlerin basit bir topluluk tarafından gerçekleştirilme ihtimali oldukça düşüktür. Bu nedenle büyük pastayı görebilen insanlar IŞİD’in bir taşeron ya da katalizör olduğunu görebilmektedirler. 
CNN’nin hazırladığı rapora göre IŞİD, 2014 senesinde hilafetini ilan ettiğinden bu yana 19 ülkede 60 terör saldırısı gerçekleştirmiş ve bu saldırılarda yaklaşık 1.150 insan hayatını kaybederken, 1700 insan da bu saldırılardan yaralanmıştır. 
Raporumuzda IŞİD’in Charlie Hebdo saldırılarından itibaren yaptığı önemli faaliyetleri inceleyecek ve İngiltere hükümetinin bu saldırılardaki tutum ve davranışlarını analiz etmeye çalışacağız.

7 Ocak 2015 tarihinde Fransa ve tüm dünyayı sarsan bir saldırı gerçekleşti. Charlie Hebdo adlı mizah dergisi IŞİD militanları tarafından basıldı ve 12 kişi öldürüldü. Saldırı öncesinde derginin IŞİD lideri Bağdadi ile ilgili bir karikatür yayınladığı ve bu yüzden hedef olduğu düşünülüyordu.  Tüm dünyada yankı bulan bu saldırıların ardından dünya liderleri Fransa ile dayanışma mesajları yayınladı. Türkiye’de bazı kesimler saldırının ardında İngiliz ve Amerikan istihbaratının olabileceğini ima ettiler. ABD’nin bu saldırıyla birlikte hem Fransa’ya hem de Müslüman topluma mesaj vermekte olduğunu düşünenler vardı. Bu İddialara göre Fransız ve Amerikan- İngiliz istihbaratları Charlie Hebdo saldırısından önce de Afrika’da pek çok kez karşı karşıya gelmiş. Hatta Fransız istihbaratı, Ferguson olaylarında siyahileri desteklemiş ve Charlie Hebdo saldırıları da buna cevaben gerçekleştirilmişti.  Böylelikle dünya genelinde Müslümanlar terörle bir arada anılırken Fransızlara da tek başınıza hareket etmeyin mesajı veriliyor olabilirdi. 

İngiltere Başbakanı David Cameron ise saldırıyı 'barbarca' diye nitelendirdi. Cameron İngiltere'nin müttefiki Fransa'nın yanında olduğunu söyleyerek, detaylar tamamen ortaya çıkmamış olsa da İngiltere'nin terörizmin her türünü reddettiğini ve müttefiki Fransa'yı desteklediğini belirtti.Cameron 'Düşünce özgürlüğü ve demokrasiyi' destekliyoruz diye konuştu. İngiltere Dışişleri Bakanı Philip Hammond de saldırının 'dehşet verici' olduğunu vurguladı. 
20 Temmuz 2015 tarihinde Şanlıurfa’da, Ayn El Araba geçmek üzere olan bir grup genç basın açıklaması yaparken intihar saldırısı sonucu hayatını kaybetti. Saldırıda hayatını kaybeden kişi sayısı 28 olarak açıklandı. Saldırıdan bir hafta önce Türkiye, Suriye sınırına ek asker göndermeye karar vermiş ve peşine de bu saldırı gerçekleşmişti. Saldırıyı gerçekleştiren kişilerin İngiltere ve Kanada ile bağlantıları olduğu iddia edilmişti.  Saldırıdan sonra İngiliz medyası haddini aşan yazılar kaleme aldı. İngiliz Times gazetesi, saldırının Recep Tayyip Erdoğan için bir uyarı olması gerektiği, yorumunda bulundu. Yazı şöyle devam ediyor: 
"Sayın Erdoğan, IŞİD'e karşı mücadele edenler arasında sahada fark yaratan tek güç olan Kürtlerle işbirliği yapmalı. Türkiye'nin NATO'daki müttefikleri ile de tam bir işbirliği içerisinde olmalı. Müttefikler, Türkiye'nin gerçek desteği ile IŞİD militanlarını bölgeden uzaklaştırma yolunda çok daha fazlasını yapabilir. Burada Amerikan Genelkurmay Başkanı'nın 20 yıl sürebileceğini söylediği bir mücadeleden söz ediyoruz."

"Türkiye'nin güneyinde sınırın öbür tarafındaki bazı kasabalarda, YPG IŞİD'den bazı toprakları geri almakta ve onları korumakta başarılı oldu. Türkiye'de ise HDP'nin karizmatik ve uzlaşmacı lideri Selahattin Demirtaş, ülkenin Kürtlerini on yıllardır radikal çizgiye mahkum eden isyancı eğilimleri dizginliyor."
"Sayın Erdoğan bunun altında kalmamalı ve Demirtaş'ın destekçilerine tazyikli sudan fazlasını vermeli. Kendisinin stratejik İncirlik Üssü'nün Batı'nın hava kuvvetlerine açması gerekir. Eğer IŞİD karşıtı ittifak başarılı olacaksa, Türkiye bu ittifakın kalbinde olmalıdır."

Yazıyı dikkatlice okuduğumuz zaman görebiliyoruz ki iki farklı saldırıda batı dünyası iki farklı tutum ele alabiliyor. Charlie Hebdo saldırısı sonrası terörü lanetleyen batı, Suruç saldırısı sonrası Türkiye’ye samimi bir başsağlığı bir yana dursun bir de üstüne akıl verip hesap sorabiliyor. Bu yaklaşımın Türkiye’ye uygulanması elbette düşündürücüdür. Öncelikle Türkiye özeleştiri yapmalı ve biz buna mahal verecek ne gibi hatalar yaptık, diye düşünmelidir. Anımsanacağı gibi Suruç saldırıları sonrası Türk halkının içinden de saldırılara sevinenler çıkmıştı. Bu Türk halkının ayağına vurulmuş bir prangadır ve Türk halkı yurtdışında itibar görmek istiyorsa evvela bu prangaları söküp atmalı ve kendi içinde birliğini sağlamalıdır. Aksi takdirde koridorun üçüncü aşamasında sıra artık Türkiye’dedir. Suruç saldırıları ABD ve İngiltere’nin koridoru tamamlamak için Türkiye’ye verdiği bir mesajdır. Koridorun tamamlanabilmesi için Türkiye’nin ikna edilmesi veya etkisizleştirilmesi gerekir. ABD ve İngiltere gerek bombalı eylemlerle gerekse de “yarı aydınlar” vasıtasıyla yürüttüğü 5. Kol faaliyetleriyle bunu amaçlamaktadır. Ayrıca Suruç saldırısının zamanlaması önemlidir. Suruç saldırısı öncesi ABD ve Türkiye, İncirlik mutabakatı konusunda müzakereler gerçekleştiriyordu. Aylar süren müzakerelerin ardından Türkiye ile ABD 7-8 Temmuz 2015’te İncirlik Mutabakatı’na varmıştı ancak imza atılmıyordu. Suruç’tan iki gün sonra 22 Temmuz’da “gizli Bakanlar Kurulu kararı” olarak imzalandı! 

10 Ekim 2015 tarihinde Ankara’da “Barış” mitingi başlamak üzereyken Ankara garı yakınlarında patlama oldu. Patlama, Türkiye tarihinin en kanlı patlaması olarak hafızalarda yer aldı. 100’den fazla Türk vatandaşının hayatını kaybettiği patlama gerek zamanlama olarak gerekse de içinde bulunulan şartlar nedeniyle manidardı. Bir kısım bunun Suruç saldırıları sonrası Pkk’ya operasyon yapan Türk askerinin direncini kırmak için batılı mihraklar tarafından yapıldığını öne sürerken bir başka kesim devletin IŞİD’e göz yumduğunu ve halkını katlettirdiğini düşünüyordu. Saldırının Suruç saldırısıyla doğrudan bağlantısı vardı. Suruç saldırılarıyla başlayan süreçte ABD ve İngiltere cephesi koridor yolunda Türkiye’yi daha evvel Irak’ta yaptıkları gibi şimdi de Suriye’de kendilerine entegre etmeye çalışıyorlardı. Türk ordusunun Pkk’yı kıskaca alması ve hükümetin “çözüm sürecini” askıya alması İngiliz ve Amerikalıları rahatsız etmişti. Bombanın patladığı yer Türkiye’nin  stratejik noktalarına yürüme mesafesindeydi. Birileri Türkiye’ye mesaj veriyordu: Sen terörle mücadele edip benim kara ordum dediğim Pyd/Pkk’ya zarar verirsen ben de senin kalbinde bomba patlatır, ihaleyi de senin üzerine yıkarım, diyordu. Saldırı sonrası Türkiye’nin açılıma devam etmesi gerektiği, IŞİD’le “savaşan” Pyd’ye destek vermesi gerektiği batı kamuoyu tarafından dillendirildi. 

Fark edebileceğimiz gibi Ankara saldırılarıyla ilgili IŞİD’den hiç bahsetmedik, çünkü IŞİD’i bu noktada sadece bir icracı olarak görüyoruz. IŞİD denilen örgüt küresel ölçekte bir “kiralık katildir.” Eski bir Amerikan ajanı olan ve Rusya’ya sığınan Edward Snowden, IŞİD’in Amerika, İsrail ve İngiltere tarafından eğitildiğini iddia etmişti. Eski ajan Snowden, İsrail'i korumak için, Ortadoğu 'da İsrail'e karşı olan grupların kendi içlerinde savaştırıldığını ileri sürdü. Daha önce de IŞİD Lideri Ebubekir El Bağdadi'nin bir yıl boyunca MOSSAD tarafından yoğun bir askeri eğitim, dini kurslar ve konuşma becerisi kursları aldığı iddia edilmişti. Ayrıca Bağdadi'nin Washington'daki bir görüşmede eski senatör John MC Cain ile aynı fotoğraf karesinde yer aldığı ileri sürülmüştü. 

 Snowden’ın iddialarını göz önüne aldığımız zaman koridor meselesine karşı duran hemen herkesin nasıl pasif hale getirildiğini ve kendi içinde çatışmalar yaşadığını görebiliyoruz. Türkiye, Suriye’nin kuzeyine güvenli bölge oluşturmak için müdahaleyi düşündüğü günlerde ard arda patlayan bombalar ve Türkiye içinde palazlandırılan terör, İngiltere ve ABD’nin koridor konusunda nasıl bir acele içinde olduklarını gözler önüne seriyor. Suruç ve Ankara bombalarının değerlendirilmesinde bu noktaların es geçilmemesi gerekiyor. 

31 Ekim 2015’te Rus yolcu uçağı Mısır’dan havalandıktan kısa bir süre sonra düşürüldü. 224 yolcu ve mürettebatıyla düşen Rus uçağından kurtulan olmadı. Uçağın nasıl düşürüldüğü günlerce konuşuldu, fakat uçak düşmeden önce gündemde ne olduğu pek çok kimse tarafından görülemedi. Uçağın düşmesinden önceki gün büyük devletler Viyana’da Suriye’nin geleceğini belirlemek için toplandı. Toplantıda Esad konusunda bir anlaşma sağlanamadı ve liderler 2 hafta sonra bir daha görüşmek üzere ayrıldılar ve ne olduysa bu iki haftalık arada oldu. Rus yolcu uçağı düşüldü, Amerikan ve İngiliz istihbaratı uçağın IŞİD bombasıyla düşürüldüğünü deklare ettiler. İddialar göre IŞİD uçağın bagaj kısmına bomba yerleştirmiş ve bomba havada patlamıştı.  Bombalı saldırı ardından İngiltere ve Rusya vatandaşlarını Mısır’dan tahliye etmeye başlamıştı. İngiliz yetkililer, vatandaşlarına uçaklara binmemeleri gerektiğini ve onları almak için kendi jetlerini göndereceklerini belirtmişti. İngiliz Daily Mail gazetesine iddialar şöyle yansımıştı: 

“ İngiltere, Şarm Eş Şeyh'de tatilde bulunan 20 bin İngiliz vatandaşını Hava Kuvvetleri'ne ait uçaklarla Kıbrıs'a taşımayı planlıyor. İngiltere böylece, bölgedeki İngiliz vatandaşlarının güvenli bir şeklide tahliye edilmesini sağlamayı hedefliyor.

Şarm Eş Şeyh'de tatili bittiği için dönmek isteyen İngiliz vatandaşları bekletiliyor. İngiltere, bölgeye güvenlik ekipleri gönderdi. Yapılacak incelemeler sonrası İngiliz vatandaşlarının bölgeden ayrılıp ayrılmamasına karar verilecek. İngiliz turistlerin ne zaman bölgeden ayrılacağıyla ilgili ise henüz bir açıklama yapılmadı.”

Dünya henüz Rus yolcu uçağının şokunu atlatamamışken 13 Kasım 2015 günü Paris’te saldırılar gerçekleşti. Saldırılarda 132 kişi hayatını kaybetti. Fransa stadyumunun yakınlarında patlayan bomba o sırada oynanan Fransa- Almanya dostluk mücadelesinde panik yarattı. Kuşkusuz bu saldırıların zamanlaması tesadüf değildi. Bu iki önemli takım maç oynanırken neden saldırı olduğunun üstüne medyada çok gidilmedi. Almanlar, Ruslarla Ukrayna ve Suriye meselelerine rağmen yapılan ticari antlaşmalarla yakınlaşma eğilimi içindeydiler ki birdenbire Wolkswagen emisyon skandalı patlak verdi ve Almanya’nın en prestijli markası çok büyük zararlarla yüz yüze geldi. Bu skandal Amerikalı çevreyi koruma dernekleri tarafından ortaya çıkartılmıştı ama zamanlaması çok anlamlıydı. Eylül ayında ortaya çıkarılan bu skandalla Almanya’ya bir gözdağı verilmişti.  Medyaya yansıdığı üzere İngiltere ve Almanya’nın Avrupa Birliği içerisinde de siyasi çatışmalar yaşadığı biliniyordu.  Paris saldırılarında da Fransa ve Almanya maç yaparken bombaların patlaması aklımıza acaba birileri IŞİD ile bu iki ülkeyi terbiye mi ediyor, sorusunu getirdi. Keza saldırılardan sonra 18 Kasım’da İngiltere ve Fransa milli takımları arasında bir dostluk mücadelesi oynandı. Mücadele öncesi “birileri”, İngiliz taraftarları örgütlemiş ve maçtan önce İngilizler hep bir ağızdan Fransa milli marşını hem de Franızca söylemişlerdi.  Karşılaşmayı İngiltere Başbakanı David Cameron da izlemişti. Bu olay dünya basınında İngilizler’den Fransızlara jest olarak yorumlandı. Fakat tarih boyunca birbirleriyle çatışan iki milletten “egosuyla” ünlü olan İngilizler nasıl olmuştu da böyle bir şeye ikna edilmişti. Kim böyle bir fikri ortaya atarak İngilizleri örgütledi? Dünya basını olayı “yüce gönüllülük” olarak lanse etti. Dahası İngiltere Futbol Federasyonunun aldığı kararla birlikte Fransa milli marşının o hafta oynanacak olan Premier Lig mücadeleleri öncesinde de çalınmasına karar verildi ve bu karar adayı ikiye böldü. Bazıları kararı desteklerken bazı gazeteler, yeter artık şova gerek yok, tadında bırakalım dedi.  Uzun lafın kısası Paris saldırıları sonrasında yaşananlarla birileri Fransa halkına sanki ait oldukları yeri gösterircesine jest yapıyor ve Fransa’nın “Suriye konusu ve IŞİDle mücadelede” eksenden çıkmasını istemiyordu. 

14 Kasım’da yeniden Viyana’da toplanan ülkeler iki haftalık kanlı süreç sonucunda belirli konularda anlaşmaya vardılar. Kararı okuyan Almanya Dışişleri Başkanı Frank-Walter Steinmeier birbuçuk yıl içinde Suriye’de yeni bir anayasa yapılması ve geçiş yönetimi kurulması yönünde çaba harcanması üzerinde de anlaşıldığını söyledi. 

IŞİD’in yaptığı saldırıların etkisi şüphesiz o ülkeyle sınırlı kalmıyordu. Bu saldırıların arkasındaki büyük güçler, saldırılar vasıtasıyla kendi halklarına da mesaj gönderiyorlardı. Amerika Birleşik Devletlerinin California eyaletindeki San Bernardino kentinde 2 Aralık günü bir engelli merkezine 3 maskeli saldırgan uzun namlulu silahlarla dehşet saçtı. 14 kişinin hayatını kaybettiği saldırılarda faillerin IŞİD ile bağlantılı olduğu ortaya çıktı. Saldırının olduğu günlerde ise İngiltere parlamentosunda Suriye’ye karşı hava saldırısı oylanıyordu. Televizyonların canlı olarak yayınladığı oylamada “evet” kararının çıkmasında kuşkusuz bu tarz saldırıların etkisi oldu. Suriye’ye hava saldırısını en başından beri isteyen Cameron hükümeti de emeline ulaşmış oldu. Tezkere onaylanır onaylanmaz Kıbrıs üzerinden kalkan jetler IŞİD hedeflerini vurdu. Büyük resme biraz uzaklaşıp baktığımız zaman görebiliyoruz ki Paris ve San Bernardino saldırıları Suriye’de operasyon gerçekleştirmek isteyen Cameron hükümetine fazlasıyla yaradı. Rusya’nın müdahalesiyle zor durumda kalan “ılımlı” İslami gruplara yardım etmek, IŞİD karşısında mevzi kaybetmeye başlayan YPG’ye destek olup onların Rusya ile yanaşmasını önlemek için İngiltere’nin bölgeye gelmesi kaçınılmazdı. İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri ortaklığı yıllarca sabırla inşa ettiği koridorun anahtarını bir çırpıda Ruslara kaptırmak istemiyorlardı. 

24 Kasım sabahı Rus uçağı, Türkiye sınırını ihlal etti ve defalarca ikaz edilmesine rağmen yönünü değiştirmemesi nedeniyle Türk uçağı tarafından vuruldu. Vurulmanın üstüne çok spekülatif şeyler konuşuldu. Uçağın düşürülme meselesini teferruatıyla anlatmaya lüzum yok burada bize lazım olan şey İngiltere’nin nasıl bir pozisyonda durduğu. İngiltere Başbakanı Cameron, uçak düşürüldükten sonra Türkiye’yi koruyucu demeçler verdi. Türkiye’nin kendi hava sahasını koruma hakkı ve kabiliyeti olduğunu söyleyen Cameron, Türkiye’nin yanında yer aldıklarını belirtti. İngiltere Dışişlerinden yapılan açıklamada, olayın çok ciddi olduğu vurgulandı. İngiliz medyası da krizi derinleştirecek manşetler atıyordu. Daily Telegraph gazetesi, “Türkler Putin’e ders verdi.” Diyordu. Türkiye’deki bazı cepheler ise farklı iddialar gündeme getirdiler. Emekli hava istihbarat Ziya İlker Göktaş, Rus uçağına giden ikaz sinyallerinin kesilmiş olabileceğini söylüyordu. Göktaş, Amerikan istihbaratının telsiz konuşmalarını keserek Türkiye ve Rusya’yı karşı karşıya getirip tabloyu keyifle izlediklerini belirtiyordu.  Yine başka bir iddiaya göre Türkiye ve Rusya uçak krizinden önce Türkiye’nin Suriye’ye müdahalesi konusunda anlaşmıştı. Anlaşmaya göre Türkiye, Suriye’nin kuzeyine operasyon yapacak ve Rusya’da buna ses çıkarmayacaktı, fakat uçağın düşmesiyle her şey alt üst oldu. Koridor meselesi ABD ve İngiltere için tamamen bitebilecekken bir uçak düşmesiyle yine Türkiye, ABD, İngiltere ve İsrail’in yanında saf tutmak zorunda kaldı. Uçağın düşmesiyle birlikte Rusya, Türkiye’yi IŞİD’e yardım etmek suçladı ve Türkiye önemli bir ticaret ortağı Rusya ile derin bir krizin içine çekildi. 

IŞİD ve İngiltere bağlantısıyla ilgili bir başka ilginç noktaysa IŞİD için infazları gerçekleştiren cellatların İngiliz aksanıyla çok iyi İngilizce konuşmasıydı. Bu tarz videoların internette yayılması dünyada infiale yol açtı. Amerikalı gazeteci James Foley’in başının kesildiği görüntülerde Londra aksanıyla konuşan kişi İngiliz istihbaratını alarma geçirmişti. Yetkililer bu kişini Guantanamo kampında kalmış ya da İngiltere’den IŞİD’e katılmış bir kişi olduğunu düşünüyorlardı. Olayla ilgili konuşan Hammond, “Son nefesimize kadar IŞİD’le mücadele edeceğiz. Ciddi oranda İngiliz vatandaşının bu korkunç infazlarda yer aldığını biliyoruz ve yeniden ülkeye dönmek isteyen bu kişiler ulusal güvenliğimiz için doğrudan bir tehdit oluşturuyor” dedi.  İngiltere vatandaşı cellatlar arasında en popüler olanı “Cihatçı John” lakaplı Muhammed Emwazi idi. Emwazi’nin Suriye’de hava saldırısında öldürüldüğü düşünülüyor.  James Foley’in infazında da Emwazi’nin bıçağı tutan el olduğu uzun süre tartışılmıştı. 
IŞİD 3 Ocak 2016’da yayınladığı bir videoda 5 İngiliz casusunu öldürmüş ve İngiltere’ye tehditler yağdırmıştı. İngiliz Başbakanı için “embesil” ifadesini kullanan IŞİD İngiliz halkını tehdit ederek İngiltere’yi işgal edeceklerini söylemişti. David Cameron’u “Beyaz Saray’ın kölesi” olmakla suçlayan IŞİD şu ifadeleri kullandı: 

“Bu David Cameron’a bir mesajdır. Senin gibi önemsiz bir liderin IŞİD’e meydan okuması oldukça gariptir. Sadece bir geri zekâlı, Allah’ın kanunlarının hüküm sürdüğü, insanların şeriatla adalet ve güven içinde yaşadığı topraklara savaş açar.”

3 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.

***

10 Ocak 2016 Pazar

Kürt Koridoru İran ve Türkiye



Kürt Koridoru İran ve Türkiye



Süleyman ŞENSOY 

TASAM Başkanı / Chairman
Yayın Tarihi : 15.08.2015

Kürt Koridoru İran ve Türkiye Dışişleri Bakanlığı 2 Ekim 2014’te Türkiye Büyük Millet Meclisinden alınan yetki çerçevesinde Bakanlar Kurulu’nun DAİŞ terör örgütüne yönelik hava harekâtları na katılan Amerika Birleşik Devletleri ve uygun görülecek bazı diğer Bölge ülkelerinin insanlı ve insansız hava araçlarının Türkiye’deki üslerde konuşlanmasına onay verdiğini, konuyla ilgili Türk Hava Kuvvetleri unsurlarının da görevlendirileceğini duyurdu. Bakanlık’tan yapılan açıklamada, Türkiye ve Amerika Birleşik Devletleri’nin iki NATO üyesi müttefik olduğu belirtilerek, müşterek tehditlere karşı yine müşterek çabalarla cevap vermenin iki ülke bakımından bir öncelik olageldiği kaydedildi. 

Bu açıklamanın biraz öncesine gidelim, sabah saatlerine dönelim. Sabaha karşı Suriye sınırında hareketli saatler yaşandı. DAİŞ’in dün sınırdaki Türk Karakolu’na ateş ederek bir astsubayı şehit etmesi üzerine, Türk Silahlı Kuvvetleri angajman kuralları çerçevesinde karşılık verdi. Türk Savaş uçakları Suriye’deki DAİŞ hedeflerini vurdu. Hem sıcak gelişmeyi size aktardık hem de sabaha karşı düzenlenen bu hava harekatını değerlendirdik; ama elbette sıcak gelişmeyi Süleyman Hocam size sorarak başlayalım. Bu sıcak gelişmedeki Amerika Birleşik Devletleri ve hemen yanı başında hareket edecek olan ülkelerin hava sahasını kullanması ne anlam taşıyor?

Pandora’nın kutusunu açınca ne olduğunu yaşıyoruz. Arap Baharı ile birlikte, Libya’dan sonra Suriye’de Pandora’nın kutusundan çıkanlar geldiğimiz noktayı özetliyor. Bu yüzyılın üç temel rekabet unsuru var: mikro-milliyetçilik, entegrasyon ve öngörülemezlik. Bunların hepsini de bu olaylarda farklı veçhelerde görüyoruz; Suriye özelinde ve Orta Doğu bölgesi özelinde. Türkiye burada, öngörebildiği bütün sonuçlardan uzak kaldı; hatta tam tersi neticelerle karşılaştı. Bu birçok Bölge ülkesinin ya da daha büyük Batılı ülkelerin de sıklıkla başına gelen bir durum. Ama geldiğimiz nokta bir “kontrollü bunalım” noktası; çünkü geçmişte öngörmediğimiz birçok şeyle karşılaştık. Örneğin; Suriye’nin kuzeyinde bir Kürt oluşumunun olabileceği, iki üç yıl önce sıklıkla söylendiği zaman bunun demografik ve coğrafi olarak mümkün olmadığı ifade ediliyordu. Fakat bugün gelinen noktada Kürt koridorunun tamamlanması için Hatay’a kadar olan yerde 100 -150 kilometrelik bir kısım kaldı. “öngörülemezlik” teyit edilmiş oldu.

Demografiyi değiştirecek bir takım olaylar ve hareketler, çatışmalar, göçler yaşandı.  Gelinen durum Bölge ülkeleri ve Türkiye açısından asla bir kazanç durumu değil. Burada merkezi sağlam tutarak, mümkünse nefsi müdafaa dışında bir bölgedeki unsurlarla ya da Suriye Şam yönetimiyle bir sıcak savaşa girmeden ya da herhangi başka bir güçle bir sıcak çatışmaya girmeden merkezi kuvvetlendirerek bu sürecin dışarısında kalmaya çalışmak ve oradaki riskleri de minimize etmeye çalışmak temel referans olarak gözüküyor. Çünkü şu anda DAİŞ’i tasfiye ettiğinizde yerine kimin geleceği konusu belirsiz, Türkiye açısından. Kürt unsurlar gelirse, Kürt koridoru tamamlanmış olacak, Türkiye’nin asla istemediği bir şey. Kürt unsurların dışında başka unsurlar gelirse bunu da uluslararası koalisyon güçleri isteyecek mi? İstemeyecekleri yönünde çok güçlü işaretler ve tecrübeler var. Dolayısıyla Türkiye’nin bu süreci bir “kontrollü kriz yönetimi” olarak götürmesi gerektiği kanaatindeyim. Gelinen noktada İncirlik dâhil Türkiye’deki üslerin - ki çoğul ifade Dışişleri Bakanlığı’mızın açıklaması - koalisyon kuvvetlerinin kullanımına açılmış olması da önemli bir zihinsel eşik. Bu anlamda IŞİD’in Türkiye içindeki olası harekete geçirebileceği unsurlar açısından da büyük riskler barındırıyor. Önümüzdeki ayları, belki bir iki yılı çok dikkatli bir güvenlik çerçevesi içerisinde geçirmemiz gerektiği gözüküyor.

Süleyman Hocam, teşekkür ediyoruz bu değerlendirme için. Peki sınırda güvenlik sıkıntısı hep dile getiriliyordu. Ama bu sınırdaki güvenlik sıkıntısı, acaba gerçekten bir sıkıntı mı yoksa atılan adımlar, önemli olarak değerlendirilmesi gereken bir durum mu? Yani; nasıl biz bunun tam anlamıyla önlemini alabiliriz ki! 910 kilometrelik bir alandan bahsediliyor; yani el ele tutuşmuş insanlar ancak bir baraj kurarak buradan geçişi engelleyebilir. Orda nasıl bir güvenlikten bahsedebiliriz? Bununla ilgili nasıl bir çalışma yapılması gerekir? 

910 kilometrelik sınırı yüzde yüz garantiyle korumak diye bir şey söz konusu değil. Ama tabi Türk Silahlı Kuvvetlerinin çok büyük imkân kabiliyeti ve idealizmi var. Siyasi talimat aldıkları sürece başarılı olacaklarına inanıyorum; ama bunun yüzde yüz bir kontrol ve yüzde yüz sızmaları önleyecek bir garanti olduğu kanaatinde değilim. Çünkü oraya bir milyon kişilik bir ordu da indirseniz o coğrafi şartlar içerisinde onu sağlayamazlar. Özellikle geçmişteki sınır sorunlarının, sınırdan kaynaklanan sızıntıların çok fazla olmasının biriktirdiği riskler var. Mülteciler başta olmak üzere… Onlar üzerinde de tekrar durmak gerekiyor; olası bir güvenlik riski içeriyorlar mı içermiyorlar mı diye.

Şu ana kadar verilen tepkinin de biraz abartılı olduğunu düşünüyorum. Belki bu sembolik olarak gerekliydi; dünyaya bir mesaj vermek için; Türk Devleti’ne, toplumuna, halkımıza bir mesaj vermek için. Ama DAİŞ gibi örgütler birer kaldıraç, ölmüyorlar da dirilmiyorlar da. Bunun uzun soluklu bir süreç olduğunu, DAİŞ gibi örgütlerin Bölge’nin şekillenmesi için kullanıldığını da görerek, yakın vadede bir çözüm olmadığını bilerek, bir miktar adrenalini düşürerek devam edeceğini değerlendiriyorum. Çünkü ekonomimiz ve turizmimiz bundan olumsuz etkilenecek, adrenalin yani heyecan, tansiyon uzun süre yüksek devam ederse, bu volümü düşürmek gerektiği kanaatindeyim. Bunun uzun soluklu bir bunalım yönetimi olacağı gözüküyor. Bu açıdan belki bu ilk birkaç günün tepkilerinin böyle büyük olması gerekmiş olabilir. Ama bundan sonrası için buradaki süreci rutin hala getirmek gerektiği kanaatindeyim; çünkü hep keskin ve hemen çok hızlı bir şekilde netice alacağız şeklindeki agresif çıkışlar hep tam tersi sonuçlarla karşılaşmamızı getirdi. Dolayısıyla zaman yönetimi açısından da bu sürecin ve artan tansiyonun biraz düşürülmesi gerektiği kanaatindeyim.

Şunu da sorayım: Amerika Birleşik Devletleri’nden gelen kınama mesajları, gerek Suruç’taki saldırıyla ilgili olsun 20 Temmuz’da, gerekse dün yaşanan bu olayla ilgili olsun. Sonrasında, Avrupa Birliği’nden gelen, NATO üyelerinin yapmış olduğu açıklamalar, pek çok açıklama var ve Türkiye’nin yanındayız diyorlar. Barack Obama’nın özellikle Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı arayarak yaptığı telefon konuşmasıyla ilgili detaylar gündeme geldi ve bu detaylarda şu dikkat çekici: “Biz sizin yanınızda her zaman varız; ama sanki birazcık sizi yalnız bıraktık bu dönemde.” Bu itirafı da yaptılar. Şimdi, böylesine itiraflar da varken acaba bu saatten sonra daha da önemli bir mesafe kat edilebilir mi hızlı bir şekilde; yani oradaki güvenlik açısından olsun ya da bu tip münferit saldırılar diyelim, yani bir iki kişinin çıkıp oradan biz DAİŞ adına bu saldırıyı yapıyoruz deyip, bunu da kaydedip bir şekilde ekranlara koyması DAİŞ’in aslında herhangi bir yerden çıkabileceği bir ifadeyi de bizimle karşı karşıya bırakıyor. 

DAİŞ diye tanımlanmış bir şey hem var hem yok. Yani yerine göre bir obje, yerine göre bir gerçeklik. Dolayısıyla Bölge’nin şekillenmesi için her şekilde kullanılabiliyor. Bir de oradaki enformasyon akışı, olayların kontrolü, bir devlet otoritesi olmadığı için çok ölçümlenebilir değil. Belki arazideki istihbaratçılar daha detaylı şeyler bilebilirler; ama o da karışık. Analiz edilmesi noktasında karışık konular. NATO ülkelerinin, yani müttefiklerimizin, Amerika Birleşik Devletleri’nin son birkaç günlük yakınlaşmasının da neticesi, üslerin kullanıma açılması olarak çıktı. Orada da “duygusal” bir bağ var, bu yakınlaşmada. Türkiye’de bu koalisyona aktif olarak katılmış oldu; daha önce fiili olarak yani bombardımanlara, saldırılara katılmıyordu. Bu anlamda Türkiye’de ikna edilmiş oldu. Hem iç güvenliği hem dış güvenliği açısından. Bunun kazandıracağı zamanla, Batılı müttefiklerimizle iyi ilişkilerinin getireceği zamanla iç ve dış güvenlik tehditlerini minimize etme noktasında o zamanı iyi kullanmak gerektiği kanaatindeyim. Bu koalisyon beraberliğinin Türkiye’ye doğuracağı çok ciddi sonuçlar da olacak. Tahmin ediyorum ki Devletimiz de bunun senaryolarını yapıp gerekli hazırlıkları yapıyordur.

Terör örgütü DAİŞ’i hedef alan hava operasyonuyla ilgili gün boyu açıklamalar geldi. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, DAİŞ’e karşı ilk adımın kararlı bir şekilde atıldığını vurguladı. Başbakan Ahmet Davutoğlu da operasyona dair bilgi vererek; “Hedefler yüzde yüz isabetle vuruldu” dedi. Biraz fazla mı Suriye ve Türkiye arasında sıkışıp kalmış durumdayız? Irak’a baktığımızda keza yine Türkiye’nin önemli bir sınır komşusu, eski dostlarından diyebileceğimiz bir Irak vardı ve dengeler orda nasıl değişiyor? Sonuçta Irak’ı da unutmamak gerekiyor, sıkıntılı bir bölge. 


Yavuz Sultan Selim’in kurguladığına inandığım bir “ Türkmen Hattı ” var orada. Çok eski, yaklaşık 500 yıllık bir süreç, Doğu seferiyle birlikte. Bu zaman içerisinde de değişik dönemlerde tahkim edilmiş bir hat. Zaman zaman gerilemiş, zaman zaman ilerlemiş; ama Cumhuriyet’le birlikte de o hat korunmaya çalışılmış, desteklenmeye çalışılmış. Ama bu herhangi bir toprak talebi anlamında değil, orada soydaşlarımızın, kardeşlerimizin güçlü olarak durması anlamında, barışçıl bir perspektifte. Fakat; özellikle son 10 - 15 yılda Kuzey Irak’tan başlayarak yaşanan gelişmeler bu Türkmen Hattı’nın büyük ölçüde tasfiye olduğunu gösteriyor. Bunda zaman zaman dönemsel olarak bizim yaptığımız büyük hataların da payı var.

Ne Kuzey Irak’ta ne de Suriye’nin kuzeyinde şu anda oradaki dengeleri etkileyebilecek bir Türk varlığı kalmadı. Gerçekçi olmakta ve bunu söylemekte bir sakınca olduğu kanaatinde değilim. Ancak, var olanları da korumak açısından belki yeni bir perspektife ve yaklaşıma ihtiyaç var. Onları böyle cepheye sürecek, “efendim bu işi kurtarın temizleyin biz arkanızdayız” filan diyecek bir kapasite de kalmadı; yani onları intihara sürüklemek gibi bir şey olur bu şekilde onları cesaretlendirmek. Fakat oradaki mevcut yapıyı koruyabilmemizin çok önemli olduğunu düşünüyorum.

İkincisi; İran’ın uluslararası sisteme dönüşü; yani Nükleer Anlaşma’nın yapılmış olması… Bunu yaklaşık iki yıldır biz ısrarla bulabildiğimiz her türlü mecrada özelde, genelde söylüyoruz. Bu belliydi; bunun birçok ön işaretleri vardı. İran’ın uluslararası sisteme dönüşü, Bölge’deki Kürtler, ve Kürt koridorunu da ve farklı konuları da çok önemli bir şekilde etkileyecek. Zaten bu krizden en karlı çıkan ülkelerden birisi, biliyorsunuz İran oldu. Irak’ın işgalinden sonra fiilen orda çok büyük bir mevzi kazandı. İran’ın geri dönüşünün çok iyi analiz edilmesi gerektiğini düşünüyorum, güvenlik boyutunda.

Ekonomi boyutunda da, Türkiye ve İran ilişkilerinin ekonomilerinin barındırdığı kapasite açısından mutlaka çok derin bir karşılıklı bağımlılık inşa edilmesi gerekiyor. Bu konuda yeterli gayreti, yeterli seferberliği gösterdiğimiz kanaatinde değilim. Bu ekonomik derinleşme hem karşılıklı olarak iki ülkenin menfaatlerinin örtüşmesi, Türkiye’nin cari açık sorununa katkı yapılması gibi, yüzlerce olumlu sebep doğuracağı gibi en önemlisi Bölge’deki güvenlik politikaları anlamında ve Türkiye’nin istemediği bir takım koridorlar anlamında da İran’la yapılacak olan işbirliğinin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Fakat önümüzde çok az bir zaman var; yani özellikle bu yapılan anlaşmalar, işte parlamentolarda onaylandıktan sonra ki birçoğu onaylandı, İran’la ilgili uluslararası aktörlerin hızları artacak. Son bir yıldır Tahran’da sayısız Batılı heyet var; ilişki alt yapısını tekrar kuruyorlar; harekete geçmek, yatırım yapmak, bir takım pozisyonlar almak için. “Yedi Kız Kardeşler” diye tabir edilen büyük petrol şirketleri bile Tahran’a döndüler, ön alarak döndüler, hazırlık yapmak için. Dolayısıyla İran’ın nasıl evrileceğinin de Bölge’de bizi ilgilendiren temel güvenlik politikalarında, temel güvenlik politikalarının ve geleceğinin ne olacağı konusunda çok belirleyici olacağını düşünüyorum. Türkiye’nin - bu anlamda Suriye ve Irak’ta artık çok geç kalınmış olsa da - İran’la hala güçlü bir işbirliği perspektifi olduğu ve bu konuda bir seferberliğe ihtiyaç olduğu kanaatindeyim.

Peki şunu da hemen ekleyeyim peşine: İran’ın büyük oyuncu olarak dünyaya geri dönmesi, sistemin içine tekrar dahil olması aslında anlaşmanın hemen akabinde; DAİŞ terörünün artık bir şekilde yavaş yavaş tüketilmesi adına İran’ın da ciddi bir oyuncu olacağı yönünde açıklamalar yapıldı, değerlendirmeler yapıldı. Bu yorumları doğru olarak niteleyebilir miyiz? DAİŞ’in bir şekilde ortadan kaldırılması adına İran’ının aktif rol alabileceğine inanıyor muyuz?

DAİŞ’le mücadelede Musul’un düşmesinden sonra zaten İran aktif olarak yer aldı. Özel kuvvetleri cephede hem Kürtlerle hem de Amerika Birleşik Devletleri güçleriyle birlikte savaştılar DAİŞ’e karşı. Çünkü DAİŞ’in ideolojisi temel olarak Şia’yı Hristiyan’dan Yahudi’den ya da herhangi bir din mensubundan daha kötü görüyor. Görüldüğü yerde öldürülmesi gereken insanlar olarak yorumluyor.

İran’ın buna tarafsız, kayıtsız kalması mümkün değil. Ama dediğim gibi DAİŞ bir maşa, bölgesel mimarinin yeniden şekillendirilmesi açısından. DAİŞ’le ilgili mücadele konusunda İran zaten var. Daha etkin de olabilir. Ama Bölge’deki toprak bütünlüklerinin korunması ve ülkelerin istikrarlarının korunması noktasında İran ve Türkiye’nin çok daha fazla işbirliği yapmasına ihtiyaç var. Bildiğiniz gibi 79’dan önce, Şah döneminde İran her zaman Batı’yla ilişkileri çok iyi olduğu için Türkiye’ye karşı bir dengeydi. Yeniden bu rolü, hızlıca edinebilir. Bu da hem Kürt koridorunun Akdeniz’e doğru açılması hem İran’ın Batılı uluslararası sisteme entegre olmasıyla; 2. ligden de olsa nükleer kulübe, %5’lik zenginleştirmeye girmiş olmasıyla, Türkiye’nin stratejik önemini çok riske eden, bütünlüğünü riske eden sonuçlar ortaya çıkarabilir. Bu anlamda - henüz tazeyken ki özellikle son iki yıldır bunu ısrarla ifade ediyoruz - İran’la yapılacak çok iş olduğunu, bunun için de karşılıklı siyasi iradeler ve alt yapı olduğunu; ama biraz özveriyle bütün oyuncuların; yani sivil, resmî, özel sektör anlamında daha etkin olması gerektiği kanaatindeyim.

Fransa ve Hollanda’da Türkiye’ye dair önemli şeyler yazıldı, çizildi dünkü gelişmenin sonrasında. Flaş gelişme olarak duyurulan bir takım haberler oldu. Türkiye’yle sınırlı kalmadı, sınırlarımız dışından gelen tepkiler de elbetteki önemliydi. Türkiye’nin bir şekilde burada aktif olarak rol üstlenmesine dair, ifadeler yavaş yavaş Avrupa medyasında gündeme geliyor. 

Kuzey’deki Kürt koridoru eğer tamamlanırsa DAİŞ güneye yönelecektir. Güney’de de Suudi Arabistan başta olmak üzere bu anlamda risk altında olan, bu tür değişik manipülasyonlara açık, alt yapısı tetiklenebilir çok ciddi ülkeler var. Olayın bir boyutu bu. İkinci boyutu daha farklı bir perspektiften baktığımızda - bizim kendi geleneksel literatürümüzden yola çıkarak ifade edecek olursak - bu büyük bir bölgesel fitnedir. Sonuçta ölen de öldüren de bir şekilde Müslümanlardan oluşuyor, Bölge insanlarından oluşuyor. Mümkün olduğunca bu fitnenin dışında kalmakta yarar olduğu kanaatindeyim. Bir takım hassasiyetlerimizin korunması açısından da, nefsi müdafaa dışında gerekmedikçe bu sürecin dışında kalmanın ve merkezi kuvvetlendirmenin önemli olduğunu düşünüyorum.

 _  TASAM Başkanı Süleyman Şensoy Röportajı 
24.07.2015 
TRT Türk 
Küresel Bakış Programı ,

http://tasam.org/tr-TR/Icerik/19557/kurt_koridoru_iran_ve_turkiye


..