KILIÇ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
KILIÇ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

21 Ocak 2018 Pazar

PANZER VE KÜRT İSYANI - ALMAN DERİN DEVLETİ KILIÇ! BÖLÜM 7

PANZER VE KÜRT İSYANI - ALMAN DERİN DEVLETİ KILIÇ! BÖLÜM 7


28 Ocak 1978'de Aydınlık Davası’nın aklanmayla sonuçlanması üzerine Türkiye İşçi Köylü Partisi’nin kuruluşuna önderlik etti ve ilk genel başkanı oldu. Türkiye bu yıllarda sağ-sol çatışmaları içinde kıvranıyordu. Terör şehirleri teslim almıştı. Silahlı çatışmalar alınan tüm önlemlere rağmen engellenemiyordu. İşte tam bu ortamda 12 Eylül 1980'de Türkiye’de askeri darbe oldu. Bu Perinçek’in kişisel tarihi için de çok önemliydi. Perinçek tutuklandı ve 1985 yılına kadar, tam beş sene tutuklu kaldı. Serbest bırakıldıktan iki yıl sonra, Ocak 1987'de haftalık “2000'e Doğru” dergisini yayınlamaya başladı. Bu dergide de genel yayın yönetmeni ve başyazarlık görevlerinde bulundu. 

Bu defa da neredeyse iç savaş görüntüsü veren etnik çatışma yüzünden başı derde girdi. Güneydoğu Anadolu bölgesinde muhalif aydınları “te’dib” etmeye yönelik çıkartılan “Sansür Sürgün Kararnamesi”nin kurbanı oldu. 1990 yılında, Diyarbakır Cezaevi’nde üç ay tutuklu kaldı. 1991 yılında Türk Ceza Kanunu’nun 141. maddesinin kaldırılmasıyla, yeniden siyasi haklarına kavuştu ve aynı yılın 
Temmuz ayında Sosyalist Parti’nin İkinci Büyük Kongresi’nde genel başkanlığa seçildi. Bir yıl sonra Sosyalist Parti’nin Anayasa Mahkemesi’nce kapatılması üzerine kurulan İşçi Partisi’nin genel başkanı oldu. Ancak Perinçek hakkında 1991 seçimlerinde TRT’de yapılan Liderler Açık Oturumu’nda yaptığı konuşma nedeniyle kendisine Terörle Mücadele Yasası’nın sekizinci maddesine dayanılarak on dört ay hapis cezası verildi. Bu ceza bittiğinde tarihler 8 Ağustos 1999'u gösteriyordu. On ay, on gün Haymana Cezaevi’nde kalmıştı. Basın suçlarını erteleyen yasayla yeniden siyasal haklarına kavuştu. 19 Ekim 1999'da toplanan İşçi Partisi Olağanüstü Kongresi’nde yeniden genel başkan seçildi. Halen 
Şule Perinçek’le evli olan Doğu Perinçek’in bu evlilikten üç çocuğu oldu: Kiraz, Mehmet ve Can Perinçek. Doğu Perinçek’in hayatında birbirinden ilginç bağlantılar vardı. Dayısı Em. Tümg. Turhan Olcaytu, 12 Mart Muhtırası öncesinde etkin isimlerden birisiydi. Adı kurulmuş olan cuntaya verilen Em. Tümg. Cemal Madanoğlu, Perinçek’in ilk eşi Sırma Ersanlı’nın eniştesiydi. 

Yine Doğu Perinçek’in teyze oğlu, yani kuzeni Gürbüz Tüfekçi’nin arası TSK mensuplarıyla çok iyiydi. Çevresi Tüfekçi’yi MİT mensubu olarak biliyordu. 

Doğu Perinçek’in sınıf arkadaşları da oldukça önemli isimlerden oluşuyordu. 1964'te mezun olduğu Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden dönem arkadaşları Mikdat Alpay ve Uğur Mumcu’ydu. Alpay daha sonraki yıllarda MİT Müsteşar Yardımcılığı görevine kadar yükseldi. 28 Şubat Dönemi’nde adından en fazla bahsedilen MİT görevlisi herhalde Mikdat Alpay’dı. Hukuk Fakültesi, 
Siyasal Bilgiler Fakültesi (SBF) ile yanyana olduğundan, Perinçek’in etkinlik alanı bu okula da sıçramıştı. SBF, o günlerde siyasi çalkantıların tam odağındaydı. Şahin Alpay, Cengiz Çandar, Nuri Çolakoğlu, Ömer Madra, Cüneyt Akalın, Halil Berktay gibi o dönemin geleceği parlak SBF ve Ortadoğu Teknik Üniversitesi  asistanları, Perinçek’in etrafında toplandı. Perinçek, 1968'de devrimci gençliğin en üst kuruluşu olan Fikir Kulüpleri Federasyonu (Dev-Genç) başkanlığına seçildiğinde Ankara Hukuk Fakültesi’nde asistandı. 

Sosyalistlikten ulusalcılığa, ateizmden Müslümanlığa savrulan bir hayatın ortasında Doğu Perinçek, Ergenekon Davası’nın en önemli mahkumları arasından ordu paşalarıyla beraber Silivri’den kahraman olarak çıkma planı yaptı. Başbakan Erdoğan’un egosu güçlüydü, parayı seviyordu. AKP içinde “masa, 
nisa, kasa” zafiyetlerini tesbit etti ve uzun soluklu bir plan yaptı. PKK ile müzakere cemaat ile savaş, “PKK sosyal aktivist”, “cemaat Haşhaşinci” iftiraları hep Perinçek’in fitneye, şeytanlığa çalışan kafasından çıkan komplolar. Başbakan’ın konuşma metinlerini artık Doğu Perinçek, Cem Küçük, Ergün Poyraz ve Yalçın Küçük yazdığı için Türkiye, 1980 öncesindeki kaos dönemine geri dönüş yaptı. 

Ve Göktürk Sivil Darbe Yaptı 

Dostlarım, tanıdıklarım, tanımadıklarım pek meraklı! Sohbetimiz esnasında, hem sosyal medya üzerinden hemde telefon açıp ülkemizde ne zaman askeri darbe olacağını öğrenmek istiyorlar. Bazen kendimi darbeleri erken haber vermeden sorumlu gazeteci gibi hissediyorum. Herkes ülkemizde olan bitenlere bir anlam veremediklerini söylüyor, sitem ediyor ve soruyorlar: “Darbe yakın mı?” Gülsem 
mi, ağlasam mı bilemiyorum. Darbe olması için daha ne olması gerekiyor acaba! 

Twitter’da elinde kılıç önüne geleni kesip doğruyorsun, ne oldu sana Allah aşkına?” diyenler halime pek şaşkın! Takipçim twitter’da bir ayda 4 binden 35 bine çıkmış, her makalemi yüzbin kişi okuyormuş. 8 yıldır faaliyet gösteren kişisel siteme yoğun girişler olduğu için kapasite artık taşımıyor. Açık açık yazayım mı, eğer bir darbe olsaydı, ne olurdu! Bir dostum, “sen bir fenomen oldun ama sakın Türkiye’ye gelme, öldürürler” diyor. 

Niye diye sormadım. Ülkeye bir paranoya hakim, aslında bir darbe oldu kimse adını koymak istemiyor. Başbakan, “dostmodern” diye tanımlamak istedi “post kurtarma” darbesini! Benim tesbitim, bu bir “Yeşil Neo-28 Şubat ” sivil darbedir ama askerler arkada saklanıyor. 

Eğer bir darbe olsaydı, HSYK’da bir değişiklik yapılır, 12 Eylül 2010’da halkın referandumda evet dediklerine itiraz edilir ve hayır denilirdi. Üstünlerin hukuku geçerli olur, elit bir oligarşi halkla alay eder gibi tasfiye yapardı. Bir darbe olsaydı, ilk önce HSYK yasası yeniden değiştirilirdi! 

Eğer bir darbe olsaydı, darbeleri engelleyen, Ergenekon, Balyoz, casusluk ve 28 Şubat operasyonlarını yapan 2000 polisi darbeciler hemen sürgün ederdi. Bir darbe olsaydı, Ergenekon’un intikamını darbecileri soruşturan savcılardan alırlar, savcı ve yargılayan hakimler sürgün edilir, yetkileri tırpanlanır, tenzili rütbeye uğrarlardı! 

Eğer bir darbe olsaydı, medya organlarına devlet el koyardı, devletleştirir, tekel haline getirir, çok sesliliğe izin vermez, sustururlardı. Bir darbe olsaydı, devlete paralel gazeteci ve yazarlar türer, devlete yaslanırlar, çirkefleşirler, toptan tüm medya pespayeleşirdi! 

Eğer bir darbe olsaydı, Anadolu’nın bağrından çıkmış dindar vatan evladı şeytanlaştırılır, devlet kurumuna sızdı diye kapı önüne konur, itibarı zedelenirdi. Bir darbe olsaydı, iftira, yalan ve çamur atmada yarış yapılır, hatta ülkenin en temiz insanlarına ‘Haşhaşin’ denirdi! 

Eğer bir darbe olsaydı, ülkemizin yurt dışında medarı iftiharı, alnımızın akı olan Türk okullarını kötüleme furyası başlatılır, devletin büyüğü büyükelçilerine talimat gönderir ve karalama kampanyası yapardı. Bir darbe olsaydı, Türk okullarını kötüleyen ‘devletlü’ olurdu! 

Eğer bir darbe olsaydı, abuk sabuk kız erkek evler tartışması yapılır, özel hayata karışılır, yasakları izah için dini terminoloji kullanılır, İslamcılık yozlaştırılır, dünyevileşen müslümanlar dindar sanılırdı. Bir darbe olsaydı, dershaneler kapatılır veya dönüştürülürdü! 

Eğer bir darbe olsaydı, yolsuzluk, rüşvet, komisyon, hortum, hırsızlıkların üstü örtülür, devleti yönetenler bizzat yanlışları örtbast eder, yargıya müdahale ederlerdi. Bir darbe olsaydı, dürüst savcı ve polisler diyar diyar sürülür, hakimlerin gözü korkutulurdu! 

Eğer bir darbe olsaydı, MİT tüm cemaatleri eskiden fişlediği gibi fişlemekle kalmaz, despotlaşır, fişlemelerde “vatan haini”, “devlet düşmanı” ve “casus” gibi notlar düşülürdü. Bir darbe olsaydı, hakkı söyleyen ve darbecileri takip eden TEM polisleri intihar süsüyle Özel Harp tarafından infaz edilir, topluma korku, endişe, belirsizlik pompalanırdı! 

Eğer bir darbe olsaydı, ülke bir Muherabat, istihbarat ve istibdat devletine döner, birbirinin ayağını kaydırmak isteyen dönekler, namussuzlar türer, fırsattan istifade müfteri olurlardı. Bir darbe olsaydı, kardeş kardeşi ispiyonlar, baba oğulu satar, müslüman müslümanı hançerlerdi, herkes birbirine küfreder, toplum tam ortadan ikiye bölünür, çatlardı! 

Eğer bir darbe olsaydı, ülkede muhalefet partisi kalmaz, tek adam zihniyeti hortlar, “dediğim dedik çaldığım düdük” diyen bir “diktatör”, tüm nimetleri kendinden menkul görürdü. Bir darbe olsaydı, bu tek adam kendisini halka zorla cumhurbaşkanı seçtirmeye çalışır, seçime hile karıştırmak için devlet gücünü kullanır, muhalifleri sindirirdi! 

Eğer bir darbe olsaydı, devlete göbekten bağlı kılınmış, midesine endeksli, makam düşkünü aydınlar, akademisyenler susar, gazeteci ve yazarlar devlet kulu olur, makam korkusu, işten atılma endişesi had safhada olurdu. Bir darbe olsaydı, insanlar zulmü iliklerine kadar hisseder, sıranın kendisine ne zaman 
geleceğini kurbanlık koyun gibi beklerdi! 

Eğer bir darbe olsaydı, fetva verecek bir hoca mutlaka bulunur, yapılan tüm yanlış işlerin devletin bekası için gerekli olduğuna vicdanlar inandırılır, gerekirse vatan evlatlarının infazına ses çıkarılmazdı. Hatta onca devlet ihalesi üzerinden komisyonun ve rüşvetin devlet yararına alındığına halk inandırılır, zina ve yolsuzluk alenileşirdi! Bir darbe olsaydı, takiye yapanlar, münafıklar çoğalır, doğruları söylemek elde tutulan ateş, bir kor olurdu! 

Eğer darbe olsaydı, sivil toplum öldürülür, sivil toplum örgütleri devletten maliyeleşmemişse ve devlet tarafından kontrol edilmiyorsa sakıncalı görülür, emir eri olmazlarsa yok edilirlerdi. Bir darbe olsaydı, ülkenin en büyük cemaatının gözyaşına bakılmaz, gulyabanileştirilir, öcüleştirilir, karalanır, örgüt 
davası hazırlanırdı! 

Eğer bir darbe olsaydı, hapishanedeki bölücüsü, darbecisi, mafyası dışarı çıkarılarak toplumsal bir barış olacağına halk inandırılır ama cemaatler tehlikeli görülür hapsedilmeleri için fitneler, yalanlar, kasetler çıkarılırdı! Mutlaka MİT’in kara koyunlarının ürettiği sahte haberler merkezi olurdu ve utanmadan yargısız infaz yaparlardı! Bir darbe olsaydı, Fethullah Gülen Hocaefendi’ye sataşmak, 
küfür ve hakaret etmek caiz olurdu! 

Eğer bir darbe olsaydı, Genelkurmay Başkanlığı Başsavcılığı, 5 yılda 400 celsesi yapılan asrın en büyük derin devlet davası Ergenekon’dan mahkumiyet yiyenleri, Balyoz davasında kararı Yargıtay’da onananları kurtarmak için ‘kumpas’ diye suç duyurusunda bulunurdu. Bir darbe olsaydı, milyonlarca sayfa delile rağmen yargının kararları hiçe sayılır, 28 Şubat davasında sanık kalmaz, 12 Eylül 
davasının içi doldurulmaz, İzmir’de devam eden askeri casusluk davasında yargılananlar Yargıtay aşaması bypass edilerek serbest bırakılırdı! 

Eğer bir darbenin halen olmadığını sanıyorsanız ve askeri darbe ne zaman olacak diye saf saf bekliyorsanız, ben size daha ne diyeyim! 

“Göktürk” adlı yeni derin devlet, fesat oligarşik komite, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan eliyle sivil bir darbe yaptırdı. Erdoğan, tıpkı Süleyman Demirel’in 28 Şubat sürecinde davrandığı gibi davrandı ve darbenin yönetimine geçti, iktidarını, yani zevahiri kurtarıyor. 

“Uluslararası komplo” filan yok dostlar, darbeyi yapan “paralel devlet” ama adı “Göktürk”. KCK denen paralel diğer devlet “Kürdistan” ile ortak hareket ediyor. “PYD” denilen “cemaat paralel devleti” tam bir yalancı hayalet! 

Sorun kendinize ve cevabını net olarak düşünün. Eğer bir darbe olsaydı, bugün yaşananlardan daha fazla ne olabilirdi? Cevabını ben vereyim, bunlar yaşanırdı. Tek farkı olurdu, binlerce insan hapishanelere alınır ve işkenceden geçirilir veya işlerinden edilirdi. Sakın bana, “olmaz bunlar” demeyin. 

Eğer bu darbe daha da sertleştirilmek isteniyorsa, “Göktürk Komitesi”, bundan sonra ne yapacaktır? Bir darbe olsaydı, “Türk ordusunda Fethullah Gülen yapılanması” isimli çakma hazırlanmış kurgu bir yazı dizisi Sabah gazetesinde Ferhat Ünlü ve Abdurrahman Şimşek adlı iki gazeteci ismi kullanılarak yayınlanır ve kamuoyunda Gülen ve cemaat nefreti patlamaya hazır volkan hale getirilirdi! Ve casusluk ve vatana ihanet ettikleri gerekçesiyle örgüt davası açılır, MİT tarafından 3 yıldır izlenen 4800 kişiye anında operasyon yapılırdı. 40 gazeteci hapsi boylardı. Savcı ve polisleri devreden çıkartan soruşturmada MİT mensuplarına özel görevler verilirdi! Kimse sormazdı, 2000 ile 2008 arasında Gülen tam 8 yıl, örgüt davasından yargılanıp tam beraat etmedi mi? Hatta Yargıtay Genel Kurulu’na kadar giden davada tam aklanmadı mı? Bu nasıl kin ve nefret ki, Hak dostlarını hedef alan fesat komitesi elbise değiştirip aynı yerden milleti tekrar sokabiliyor ve saçmasapan iftiralarla göz boyayıp halka yutturabiliyor? 

Bir darbe olsaydı, inanın bana bu bile olurdu! Linç edilen hak dostlarının ve son davanın koruyucusunun Allah olduğu unutulurdu! Gayretullaha dokunan zulüm, Allah’ın kılıçları Hz. Ömerleri, Hz. Halid Bin Velidleri, Hz. Alileri ve Hz. Ebu Dücaneleri yardıma gönderirdi! 

Göktürk’ün Fesat Süfyanizm Oligarşisi 

 “Büyük Yolsuzluk ve Rüşvet” adı verilen “17 Aralık Operasyon”u sonrası siyasi intiharı seçen AK Parti’yi seveni, sevmeyeni hayretle izliyor. “Bu bir dış güçlerin komplosu”dur teorisine inanan gittikce azalıyor. Hastalığa teşhis koyamayan doktor, psikiyatri uzmanı veya psikolog, asla hastayı tedavi edemez. Toplum doktorları, sosyoloğlardır. Sosyolog gazeteci, Sosyal Hizmetler ve Uluslararası 
Hukuk masterları olan yazar olarak teşhisi koydum: Bu bir fesat derin Süfyanizm oligarşisinin suikastıdır. Üst düzey yapısı beş bin kişiyi bulan bu derin oligarşik fesat yapılanmasından toplam yüzbin kişi nemalanıyor. Nemalanan kısım, geçişkendir. Nerede menfaati varsa oraya yaslanır ve taraf değiştirir! AKP, oligarşiye teslim oldu; cemaatı “paralel devlet” diye tasfiye ettiren şebeke ile dindar askerimizi ordudan attıran, “bize değil hiyerarşiyi bozup Gülen’e itaat ediyorlar” diye yalan uydurarak kapı önüne koyan aynı ekiptir. Oyunun fitne cümlesi aynı, maşayı tutan el değişti: AKP ve Erdoğan. 

Türkiye’nin ayağına çelme takan oligarşik düzen, halkın bağrından koşup gelen AK Parti ve Fethullah Gülen grubunu asla sevmedi. Anadolu evladına “devlete sızıyor” yakıştırması yapanlar, “28 Şubat Post-Modern” darbesinde kim idi ise, bugün yaşanan “Yeşil” görünümlü “Neo-28 Şubat Postu Kurtarma” darbesinde de aynı fesat merkezi. Bir cemaatı sevmek, hatta mensubu olmak hangi 
demokratik ülkede suçtur veya devlet memuru olmaya engeldir? Vatan evladı sızmaz, liyakatıyla devlet bürokrasisine girer, hizmet eder. Kumpas, Ankara’nın kasvetli elit oligarşisinin en başarılı olduğu alan. “Bizans Entrikası”da denebilir. Cemaatın “paralel devlet” ilan edilip “örgüt suçu” kapsamına sokulması eski tezgah. AK Parti’ye daha dün “İslami Terör Örgütü” damgası vuran aynı 
şebeke değil mi? Tezgahın nasıl işlediğini, fesat oligarşinin kendi halkına nasıl suikast düzenlediğini ve AK Parti’nin nasıl tufeye getirildiğini yazmalıyım. 

“Yeni Fesat Komitesi”, oligarşik yapının maşasıdır. Emniyeti hallaç pamuğu gibi dağıtan, yargıya doğrudan müdahale eden, bürokraside cadı avına girişen hükümet, son olarak HSYK’yı kökten değiştirecek bir yasa teklifi hazırladı. Hakim ve savcıları, Adalet bakanı üzerinden dolaylı olarak başbakana bağlıyacak yeni sistem, 12 Eylül modelini hortlatıyor. Mesela bugünkü yolsuzluk soruşturmalarını yürüten savcılar bakan tarafından görevden alınabilecek. Yasa teklifi neresinden 
tutsanız sorunlu. 

28 Şubat sürecinde yaşadıklarımız aynen yaşanıyor. “12 Eylül diktatörlüğü” geri dönüyor. Bu ülke “150’lik”ler, “1402’lik”ler, “YAŞ’lık”lar utanç listeleri gördü, hepsi daha sonra çok ayıplandılar ve iptal edildiler. Pek çok bedeller ödeyerek bu ülke demokrasi yokuşunu tırmandı ve AKP’ye destek vererek 12 Eylül 2010 referandumunda oligarşik fesatçıları sandığa gömdü. Ancak, oligarşik çete 
teslim olmak istemiyor, fitne fesat tohumlarını yeşertip, AK Parti içinden kotardıkları zorlama grupla koalisyon kurdular. Keşke her şey sadece para ve devlet makamları olsaydı, ama maalesef “devlet besleme yeşil yandaş medya”, geçmişte düşman olduğu karanlık şebekelerle ortak çalışarak memlekete 
çok zarar veriyor. 

Bol maaşlı İslamcı yazar ve gazeteciler, hiç utanmadan yolsuzlukların üzerine gidilsin ama yolsuzlukları kovuşturan polis ve savcılar kovulsun, mahkemeleri biz yönetelim demek istiyorlar. Neredeyse “istiklal savaşı” veriyoruz, bin kişinin haksız yere yargısız infazla idam edildiği İstiklal Mahkemeleri kurulsun” diyecek ler. “Çakma İslamcı yazarlar”, cemaat yok olunca yeni bir asrı saadet devrinin başbakan tarafından getirileceğini bile yakında yazabilirler. Aklı başında sandığımız koskoca “İslamcı yazarlar”, hem her şeyimiz olan Başbakana bir söylesek o her şeyi halleder, kim yolsuzluk yapıyorsa ona çok kızar bile diyorlar. Ortada duran büyük yolsuzluk kokuşmuşluk ve çürümeyi İsrail (!) yüzünden görmeyen “İslamcı yazarlar”, yanlışları bir sosyolog titizliği ile mükemmel bir duruşla yazan Ahmet Turan Alkan, Ali Bulaç ve Mümtazer Türköne’yi linci sevap sanıyorlar! İsrail ve ABD ile ilişki içinde olan cemaatin tüm mensublarını devletin, yani Başbakanın bekası için yok etmek vaciptir fetvası nasıl olsa ceptedir. 

28 Şubat sürecinde Batı Çalışma Grubu ile, Mart 2003’de ise Balyoz planı ile Çetin Doğan Kemalizmin ayakta kalması için her şeyi yaptı, suçlu bulundu hapsedildi. Bazı ünlü “İslamcılarımız”, Başbakanın iktidarda kalması için tozuttu ve “Yeşil bir 28 Şubat” sürecini caiz, vacip hatta galiba farz görüyorlar. Meşrepleri meçhul, neye önem verdikleri ise malum. Aile efratları devlet makamlarında güzel yerlere gelen “İslamcılar” 10 ile 15 bin TL civarı maaşları cebe indirmekle İslama en büyük hizmeti yaptıklarına inanabilirler. Arpalık devlet postları, bankamatik danışmanlıklar, haybeden gelen ulufeler, kaynağı sorulmayan oşürler, humus kazançları hep helal oldu. Haram mefhumu müphemleşti, sanki müslüman için değil sadece münafıklar ve kafirler için Allah sınırları Kur’an’da ve Peygamberimiz yaşantısı ile hadisinde belirledi. Gulul, kamu hakkı Allah hakkı, yetim hakkıdır dediniz mi hemen “paralel devlet örgütü” içinde sayılıyorsunuz. Ülkede yanlış giden şeyler olduğunu iddia ederseniz “yeşil kartel medyası” tarafından hemen Amerika yada “İsrail ajanı” ilan ediliyorsunuz. 
Konjoktüre göre, kimi zaman “Gönüllüler Hareketi kötü”, kimi zaman “AK Parti kötü” taktiğiyle iki grubu birbirine düşürmeyi başardılar. AKP ve Gönüllüler Hareketi’nden intikam almaya çalışan Ergenekoncuları salarsa, derincilerin dümenine girmiş AK Parti’yi iyi günler beklemiyor. 

Ulusalcılar, ülkücüler, PKK ve KCK siyasetçilerinden sonra “siyasi islamcı hareketi” de kendi yanına çeken derinciler cemaata “örgüt” diyerek kaos çıkartıyorlar. 28 Şubat’da, “irtica bahane vurgun şahane” manşeti atmıştım bir defa, yerini cemaat kelimesi aldı. “Cemaat bahane yolsuzluk şahane” manşeti gazetelerde atılmalıydı. “Eski Türkiye”de Atatürk adını kullanarak bankaları hortumlayanlar, artık her olumsuz şeyde “cemaat yaptı propagandası” ile devlet içinde büyük bir soygun peşinde. 

Cemaat kelimesi sihirli bir öcü haline geldi, zina yapsalar cemaat yaptırdı diyecekler ve günahlarını yıkadıklarını sanacaklar. Bu oyunu erken fark eden cemaat, adını camia yapmak istedi, cemaat kelimesi oyunu bozuldu. İrtica tehdidi ülkede unutuldu, hatta MGK’da bile tehdit olmaktan güya çıkardı. Ancak yılmak bilmeyen “oligarşik derinciler”, artık irtica yerine “cemaat tehlikesi paralel devlet” diye bir fitne uydurdu. 

Halkı inandırmak için MİT bünyesinde Basın’dan sorumlu Nuh Yılmaz  başkanlığında “ Yeşil 28 Şubat’ın Medya Fesat Çetesi” kuruldu. 

Daha 2007’de “Abdullah Gül’ün eşi başını açmadan Çankaya’ya çıkamaz, 2013’de Emine Erdoğan başını açmazsa kocasının Çankaya’ya 
yolu tıkanır” diyen yazarlar, bugün başbakana “cemaatı yık gazı” veriyor ve “AKP hayranı” olarak el üstünde tutuluyor. 

Gazeteci yazar Nazlı Ilıcak yolsuzluk operasyonu sonrası AKP ve Fethullah Gülen cemaati arasındaki gerilime dönüşen “paralel devlet” tartışmalarına ilişkin, “Başbakan Tayyip Erdoğan’a bir operasyon yapıldı. Ama bunu yapan cemaat değil, MİT’in içinde karanlık bir odak! Ergenekon’la da, başka odaklarla da işbirliği yapmış olabilir. Dış mihrakları da bu paketin içine koyabiliriz” dedi. Ilıcak Hürriyet’ten Ayşe Arman’a verdiği söyleşide, “şimdi bakın, 28 Şubat operasyonunun tüm enformasyon bölümünü MİT yürüttü. Ve o MİT hep aynı kaldı. Hiç temizlenmedi. MİT’in içinde böyle odaklar kalmış olabilir” ifadelerini kullandı. MİT-Medya ilişkilerinin hangi boyutlara ulaştığı, “MİT’in medyadaki yazar-gazetecileri nasıl denetlediği” hatta “çakma haberlerle yönettiği” artık 
deşifre olmalı. Ajanlık yapan gazeteci gazeteci değildir, dejenere devlet gazeteciliğine artık bir son verin, Sovyet ülkesinde yaşamıyoruz, sivil olun, derin oligarşi emrinde asker bir köle olmayın. 

Medya Analiz diye bir blogda çete ortaya çıkartıldı. Postmedya haber sitesi alıntı yaptı, okuyalım: 

“MİT’in yönlendirdiği medya ekibi doz açısından derecelendirilmiş düzeyde. Abdurrahman Şimşek, Ferhat Ünlü, Cem Küçük, Tutkun Akbaş, Ömer Adıyaman, Medyagündem, Sontv gibi isimler ve siteler, “çete” şeklinde hareket ediyor. Hiçbir kural tanımadan kara propaganda, yalan, iftira, suç isnadı, delil uydurma, karakter suikastı, masa başı habercilik, yasa dışı takip, izleme, dinleme dahil tüm imkanları kullanıyorlar. 

Bu ekibin direct olarak yazı yazdırdığı isimler ise Rasim Ozan Kütahyalı, 

Sevilay Yükselir, Abdülkadir Selvi, Cem Küçük, Elif Çakır, Hakan Albayrak, Hasan Karakaya, Erdal Şimşek ve Turgay Güler gibi isimler. 

İkinci kategoride yer alanlar ise bir derece altta duruyorlar. Hüseyin Yayman, Hilal Kaplan, Celal Kazdağlı, Alper Tan, Mahmut Övür, Abdurrahman Dilipak, Nasuhi Güngör, Nagehan Alçı gibi isimler bir doz aşağıdan yayın yapıyorlar. Yıpratma, saldırı, kanaat yönlendirme faaliyetlerini mümkün 
olduğunca kriminal dozun bir alt seviyesinde sürdürüyorlar. Ancak tezleri ilk gruptaki “çetenin” tezlerini yüzde yüz oranında destekliyor. 

Üçüncü kategoride ise medya yöneticileri var. Serhat Albayrak, Mustafa Karaalioğlu gibi medya yöneticileriyle Nuh Yılmaz bizzat görüşüyor. Hükümet politikalarına destek veren bu gazeteler özellikle “cemaat konusunda” yapılacak yayınlar, izlenmesi gereken politikalar hakkında enforme ediliyor. Aynı zamanda da Çete’ye bağlı isimlerin önünün açılmasını sağlıyorlar. 

Çetenin koç başlığını Abdurrahman Şimşek ve Ferhat Ünlü yürütüyor. Beli silahlı bu iki kişi MİT üzerinden istedikleri kişinin iletişim bilgileri, adresi, görselleri, takip ettirilmesi, izlemeye alınması gibi imkanlara sahip. Hayli geniş özel bir bütçeyle donatılmış olan bu iki kişi, aynı zamanda “özel istihbarat” adı altında bir ekibi de yönetiyor. Hedef belirlendikten sonra bu ekiple ilk yıpratma faslı  başlıyor. Şimşek istihbaratçılığa kendisini o kadar kaptırmış ki, Sabah’ta başında olduğu Özel İstihbarat Servisi’ne, MİT’teki Kontrterör Dairesi’nin yerini alan Özel İstihbarat Dairesi’nin adını vermiş. Ünlü ve Şimşek, asıl bombayı daha patlatma dı. Askeriyede cemaat operasyonu yaptırmak isteyen çetenin patronları ellerine çakma bir yazı dizisi tutuşturdu. Kamuoyunun yeterince cemaat düşmanı haline geldiğine inandıkları anda Sabah gazetesinde vahim yazı dizisi başlatılacak,  Genelkurmay Başkanı Necdet Özel, aynen 30 Ağustos 2000’de eski Genelkurmay Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu’nun dediği gibi vay be devletin altını oyuyorlarmış diye savcılara suç ihbarında bulunacak ve yeni bir Gülen davası, casusluk ve vatana ihanetten açılacaktır. Gülen haksız değil, değişen bir şey yok, dün aynı zulmü yapanlar, bugün sadece maşa değiştirdi. 

Sabah’ın özel istihbarat müdürü Abdurrahman Şimşek’e bağlı çalışan bu paralel grupta, Vakit-Sabah-Milat ve şimdi Akşam’da görev yapan Erdal Şimşek, Yeni Şafak’tan Cem Küçük, Medyagündem’den Tutkun Akbaş, Son TV’den Ömer Adıyaman, Haber TV’den Sinan Tavukçu (Enisteşi İ.H.M, MİT’te üst yönetici) gibi isimler bulunuyor. Çete’nin arka bahçesinde ise geniş bir internet yelpazesi 
bulunuyor. Haber10, Medyagundem, ve Sontv gibi internet siteleri bariz MİT savunmalarıyla dikkat çekiyorlar. MİT’e yönelik eleştiriler kurum tarafından cevaplanmadan bu siteler üzerinden cevaplandırılıyor. 

Tutkun Akbaş’ın uzun sure yönettiğini inkar ettiği ancak sonunda kabul ettiği finansmanınSerhat Albayrak tarafından sağlandığı bilinen Medyagundem, tüm ekibin istikametini belirlemede ana karargah olarak kullanılıyor. MİT’e bağlı ikinci ve üçüncü kategorideki medya yapılanmasının tamamı hedef alınacak kişi ya da grubu medyagundem üzerinden öğrenip harekete geçiyor. 

Hükümete ters düşen kişiler hedef alınmanın yanında Hükümeti yeterli derece savunmadığı düşünülen kişiler de aynı çark tarafından hedef alınıyor. Mesela bazı konularda“katılmıyorum” gibi naif bir cümle kuran Akif Beki bile eş zamanlı olarak Medyagundem ve Cem Küçük tarafından “cemaatin devşirmesi” olarak hedef tahtasına oturtuluyor. 

Finansman noktasında devletin imkanlarının devreye sokulduğu görülüyor. Anadolu Ajansı’nın taşeron şirketi Toprak Ajans burada devreye giriyor ve para muslukları sonuna kadar dolaylı yoldan bu sitelere açılıyor. Dışarıda “devlet memuru” titrini kullanarak MİT’teki Aydınlıkçıların tuzağına düşerek Türkiye’yi rezil etme yöntemini izlerken, içeride ise Şimşek Çetesi ve bağlı gruplarını 
kullanıyorlar. 90’yıllarda 28 Şubatçılara payandalık yapan Aydınlıkçı MİT’çiler, şimdi AKP’yi içerde ve dışarda yalnızlaştırmak için çift yönlü bir bitirme operasyonu yürütüyor. MİT’in gazeteci ajanlarının organizasyon yapısı ve bazı faaliyetleri böyle. Aydınlıkçılar, AKP’nin atadığı MİT’çileri parmağında oynatıyor. Onlar da devleti ele geçirdiklerini sanıp istihbaratçılık oynuyor.” 

Derin oligarşinin patron tanımını, “Ergenekon buzdağının tam resmi!” başlıklı yazımda 1 Haziran 2011 tarihli Canadatürk adlı Toronto’da aylık çıkan gazetemizde yazımda daha önce şöyle yapmıştım: 1960'da kurulan Milli Birlik Komitesi’nin tamamı eski generallerden oluşan 12 asker üyesi günümüze 
kadar güncellenerek gelmiştir. 18 İstanbul baronu Sebataycı ve Rum ailesine Türkiye peşkeş çekilmiştir. CFR’nın resmi Türkiye kolu olan Global İlişkiler Komitesi’nin iş dünyasındaki 12 ismi ve başındaki Rahmi Koç, askerlerle birlikte askeri vesayeti tepemize Demokles’in Kılıcı olarak koydurmuştur, asıl derin devlettir beyler! Ergenekon adını 1953'de kod isim olarak NATO eğitimi aldığı ABD’de ilk kullanan Alparslan Türkeş idi. Albay Ergenekon kod adını 1953 ile 1961 arasında kullanan Türkeş, Türk ordusunu tasfiye ederek yeni sistem kuran Amerikalılar ile ters düşünce Hindistan’a 1961'de askeri ataşe olarak gönderilir. Zira Amerikalıların zoruyla Türk ordusundan 7200 subay, toplamda 243 general zorla emekli edilir, tamamen ABD’ye göbekten bağlı olacak sistem aslında sömürgecilik, militer demokrasi veya Amerikan militarizmi tarzı mandacılıktır. 

1961'de Albay Ergenekon kod ismi Turgut Sunalp’a geçer. 1971 muhtırası ve 1980 askeri darbesini Amerikalı ve İngiliz dostlarının emriyle yerine getiren Sunalp’ın Doğu Perinçek’i İngiliz istihbaratına eti senin kemiği benim diyerek teslim etmesinden yarım asır geçti. Bu dönek şahsiyetsizi cezalandırmak yüreğimizi soğutur mu bilemiyorum. Kanlı 1 Mayıs olaylarından Gazi olaylarına, 
Madımak’tan Gezi olaylarına kadar Perinçekgilleri her türlü fitne kazanının altında görüyoruz. Eksik olan onları yöneten, yönlendiren özel harp eleman larıydı. Sunalp, 1989'da vefat ettiğinde Garanti Bankası’nın başdanış  manıydı. Görevini 1986'da Veli Küçük’e devrettiği devrede PKK zaten MİT ve CIA işbirliğiyle ele geçirilmişti. Cumhurbaşkanı Kenan Evren’in ve damadının emriyle İstanbul Emniyet Müdür yardımcısı Ümit Bavbek operasyonu ile Abdullah Öcalan, rakipleri temizlenerek plazlandırılacak örgüte lider yaptırılmıştı. Küçük’ün ekibine kurdurulan JİTEM’in zulümleriyle Kürtler zorla dağa postalandı, terörist yapıldı Kürt gençleri. 1986 ile 2001 arasında PKK’nın macerası, 17 bin faili meçhul cinayet, Sapanca, Kocaeli ve Gebze üçgenini ceset tarlasına çeviren Küçük’ün 
Ermenice uzmanı aşırı Türk milliyetçisi bir Ermeni olduğunu unutmayalım. 

Veli Küçük’ün görev süresi 2001’de sona erdi. Haziran 2009’da aslında dördüncü ‘Albay Ergenekon’un kim olduğu ortaya çıktı: Dursun Çiçek. Aralık 2010’da Gölcük Donanma’da ele geçirilen ‘Proje’ adlı belge Çiçek’in 2003’den beri illegal işler içinde olduğunu ve ‘millete komplo planı’nı tek başına hazırlamadığını ispatladı. Erzincan davasında konuşan üst düzey bürokrat gizli tanık Efe’de zaten Çiçek’in ve zamanın 3. Ordu Komutanı Saldıray Berk’in suçunu netleştirdi. 
İddianamesi kabul edilen Gölcük belgeleri davasında emekli Koramiral Kadir Sağdıç ‘bir numara’ gözüküyordu! Balyoz davasında yargılanan emekli ve muvazzaf generallerden İbrahim Fırtına, Özden Örnek, Ergin Saygun, Çetin Doğan, Metin Yavuz Yalçın, Engin Alan, Ayhan Taş, Mustafa Çalış, Feyyaz Öğütçü, Lütfü Sancar ve Kadir Sağdıç’ın Milli Birlik Komitesi’nde olup olmadıkları 
araştırılmalıdır. Tabi lider Tahsin Şahinkaya yargı önüne çıkartıldığı halde halen neden 12 Eylül davasının içi boşaltıldı veya doldurulmadı ayrı bir mevzu. 

Küçük’ten Çiçek’ten ‘Albay Ergenekon’ misyonunu ‘Paşa’ olarak devralanana kadar Engin Alan neler yapmıştı, nereden koşuyor? Operasyon birimi halen yönettiği ileri sürülen ‘Paşa Ergenekon’ kodlu Engin Alan’ın durumu en şaibeli olanıdır. Alan ile 1993'de Bakü’de tanıştığımda askeri ataşe olarak yeni tayin edilmişti. Henüz tek general yıldızını bile almamıştı. Kısa boylu, sempatik bir komando izlenimi uyandırmıştı bende. Ebulfeyz Elçibey’in etrafına üç Türk asıllı bakan, başdanışman, özel korumalar ve Karabağ’da savaşması için özel harp birliği getirtmesini önceleri alkışlamış, onunla gurur bile duymuştum. Metin yüzbaşının Şamahı’daki Azeri komando yetiştirme kampını, talabelerime 
kamp yeri ararken dağda basmış ve Ermenilerin canına okuyan bu özel gücün ardında olan komutanlarımıza gereken saygıyı göstermiş, her yerde anlatmış ancak gizlilik nedeniyle bugüne kadar da hiç bir yerde bu konuyu yazmamıştım. Ne olduysa Elçibey’in Rus askerini Gence’den 28 Mayıs 1993'de zorlapostalaması ile başladı. Bu kararı Alan’ın aldırdığına emindim, sonuç olarak Elçibey’in Ruslar tarafından bir hafta içinde indirileceğine de emindim. Kendine çok güvenen Alan’ın ekibi, Elçibey’in Aliyev’i İngiliz ve Amerikan büyükelçilerinin zoruyla getirmesinden sonra morardı. Amerikalılarla dirsek teması bozuldu, dipçik yedik… Engin Alan’ın Amerikan karşıtı olduğunu sanmayın, Yedikleri içtikleri ayrı gitmezdi… CIA organizesi MİT’e ihale, başarısızlığa mahkum 1994 ve 1995 Aliyev darbeleri ve suikastlarından sonra kös kös Bakü’den kovuldu. Ülkemizin imajını yerin dibine batırdı. Ekibine Özel Harbin uyuyan “Çakma Ülkücü” hücrelerini alan ve Uyandıran Alan, ülkeye dönüşte görev aldığı 1995 Gazi olaylarını Organize etmekten henüz yargılanmadı. 1999'de Öcalan’ı  Kenya’dan getiren uçakta olmadığı halde, kahraman olmayı sevdiğinden “Ben getirdim” dedi. 

MOSSAD ve CIA’nın Öcalan’ı bize asmamız için değil, besleyip siyasi Kürt hareketinin başına koymamız ve “Büyük Kürdistan”a devlet başkanı yapmamız için verdiğini Alan’dan daha iyi bilecek ikinci bir isim yoktur. 

MHP başına kondurulan MHP Başdanışmanı ve milletvekili Alan, ülkemiz Türk milliyetçileri ile aşırı Kürt milliyetçilerini 12 Eylül öncesinde olduğu gibi meydan kavgalarına, savaşlarına sürükledi. Türk ile Kürt kardeşliğini baltalamak isteyen ve araya yeni kan davaları sokmaya çalışan bu fitnenin asıl gayesi, hükümete ve halka yeni anayasayı yaptırmamaktır. Ergenekon ve Balyozcuları, PKK ve 
KCK’lıları genel afla serbest bıraktırmaktır. 12 Eylül ve 28 Şubat davalarının üstünü kapatmaktır. Askeri vesayetin son kalesi anayasadır, 2016’da değiştiğinde, derin oligarşinin sonu gelecektir. AKP’den bu dönem için umudumu kestim. 

 “Yeni Perinçek giller”i paralel devlet adlı fitne kazanının altında görüyoruz. Başbakan bunu göremiyorsa, kumpası kuranı yok edemiyor ve milletine suikast düzenleyenleri onaylıyorsa, artık benim başbakanım olamaz, olmayacaktır. Hikmeti hükümet teraneleri cahillere göredir, teknolojinin sınır tanımadığı bu bilgi asrında asla özür veya bahane değildir. Aydın namusu, vicdanı dik ve sağlam durmayı gerektirir, mert olalım lütfen! Madımakta Alevileri yaktıran Doğu Perinçek, Aziz Nesin’in oğlu Ahmet’in itifaıyla bugün tüm Türkiye’yi nifak ve fitne ateşi ile yakarken sessiz kalamayız. 

PANZER / Alman ve Amerikan Gladyolarının Türkiye Savaşı. 
YAZI SERİSİ..,
'' GEZİ’DE KILIÇ ÇEKİLDİ ''  İle Devam edecektir...


***

PANZER VE KÜRT İSYANI - ALMAN DERİN DEVLETİ KILIÇ! BÖLÜM 6

PANZER VE KÜRT İSYANI - ALMAN DERİN DEVLETİ KILIÇ! BÖLÜM 6


1980’den itibaren İsrail’in gizli servisi Şin Bet’i yönetenler aslında Yahudi Hahamlar Konseyi’dir. 
Yani bir bakıma İsrail’i gerçek manada yönetenler bunlardır. Hatta dünyaya şekil verenleri de denebilir. Şin Bet’in eski yöneticilerinden Avraham Şalom (1980-86), Yaacov Peri (1988-94), Carmi Gillon (1994-96), Ami Ayalon (1996-2000), Avi Dichter (2000-2005) ve Yuval Dichter (2005-2011) daha önce hiç röportaj vermemişti. Yönetmen Dror Moreh’in karşısına geçtiler ve bir belgesele içlerini 
döktüler. Oscar’a aday gösterilen The Gatekeepers adlı bu belgeseli izleyen İsrail’deki şahinler “Bizim Şin Bet sol saçmalıklara kurban gitmiş” diye eleştiriyordı. Nedamet getirmiyorlar aslında, daha zalim olmadıklarına yanıyorlar. Yuval Diskin, yani Şin Bet’in en son taze yöneticisi, şöyle diyor: 
“Biliyorum, onlara göre de ben teröristim. Benim düşman bellediğim beni terörist olarak görüyor. 

Birinin teröristi, diğerinin özgürlük savaşçısıdır.” Bizler için zafer nedir? Daha çok terörist öldürmek mi? Daha çok güvenlik mi? Zafer dediğiniz şey… Kim daha iyi bir siyasi gerçeklik yaratırsa onun olur. Siyasi bir algı yaratma işidir zafer. Bu kadar basit. Şin Bet’in yöneticilerinin genel politikası bu cümlelerde gizli; toplumda algı meydana getirerek olmazı olur kılmaktır. 

Yeşil’in sağ kolu ile bundan sonraki konuşmalarımız sırdır. En son emailleşme mizde aldığım cevap korkunçtu: Maalesef ülkemizle Suriye’yi savaşa sokmak için malum devletin gözetiminde ve emriyle provokasyonlar hazırlıyoruz ve kendimi ülkeme ihanet ettiğim için çok kötü hissediyorum. Bu yazdıklarım sanal bir dizi senaryosu veya komplo teorisi değil acı gerçekler… Daha fazlasını yazmaya 
mezun değilim, mesajı alacak almıştır umarım! Suriye ile savaş demek ekonominin batmasıdır. 

Yeşil’in sağkolunun telefonunu Emniyet’e verdim ve dinlemeye almalarını tavsiye ettim ki, Yeşil ne haltlar karıştırıyor öğrenebilelim. 2012 yazında Türkiye’ye gittiğimde abimin telefonundan ona mesaj çektim. Ertesi gün abimin telefonu bozuldu ve üç gün tamirciden çıkmadı. Elbette kopyalandı. Zavallı abimin başını derde soktum. Gerçi ‘başının derde girmesini istiyorsan bir mesaj çekeyim, bak sonra neler olacak?’ dedim de telefonunu bilerek kullandım. MİT’dekiler boş yere abimin telefonu kopyaladı, abimin telefon konuşmalarında en fazla, ‘Cimbom ne haber’, ‘hey Afrika nasılsın’ diye arkadaşlarıyla geyik muhabbetleri vardır. Epey gülmüştük. Neyse, bu işin matrak tarafı. MİT ile dalga geçmeyi seviyorum… 

22 gün sonra çektiğim mesaja yanıt geldi, şöyle diyordu: Çok hızlı bir dönem geçirdik, yoğundum. 10 ay sonra 2013 yazında gelen kısa mesajda ise tırsmıştı: Yazdıklarınızla beni çok kötü bir duruma düşürdünüz, ben size sadece yardım etmek istemiştim. Artık beni de hedef yaptınız, teşekkürler, saygılar…. 

Şu yanıtım son mesajlaşmamız oldu: Mesela. Kimse kimseye haybiye yardımcı olmaz, belkide hedef saptırmak için beni kullanmak istediniz. Her neyse. Verdiğim rahatsızlık olduysa özür dilerim. Vatana millete faydalı oldu ise çektiğiniz hiç bir şey önemli kalmaz… 
Gazeteci ile hamama giren terler… 
Faruk Arslan 
Waterloo, Kanada 


Ergenekon Nasıl Göktürk oldu?! 

TSK bünyesinde kurulan Türkiye Ulusal Stratejiler ve Hareket Dairesi (TUSHAD) Genelkurmay’da bağlı faaliyet gösteren ordu içindeki derin strateji merkezidir. Muharebe Arama Kurtarma (MAK) birimi Özel Kuvvetlerin en seçkin birimidir. Tıpkı MAK ve TUSHAD gibi Özel Kuvvetler Komutanlığı (ÖKK) da devlet iradesi ile kurulmuş yasal bir kurumdur. Ankara Gölbaşı’nda hem Polis Özel Harekat’ın hem de Özel Kuvvetler Komutanlığı’nın eğitim tesisleri bulunuyor. Yeniden 
yapılandırılan, Genelkurmay, Jandarma ve Emniyet istihbaratı tek elde toplayan Milli İstihbarat Merkezi (MİM)’in de merkezi burasıdır. MİT’in çok güçlü hale getirilmesi kamuoyu adına bir yem, bir aldatmacadır, esasen MAK ve TUSHAD güçlenmiştir. ÖKK ve MAK’ta yasadışı bir yapılanma olduğu hep inkar edilmiş, Göktürk yapısı saklanmıştır. 

NATO’ya üye olmamızın hemen ardından Bakanlar Kurulu’nun 27 Eylül 1952 sayılı kararı ile “Hususi ve Yardım Muharip Birlikler” adı altında bir kuruluşun oluşturulmasına karar verildi. Söz konusu karar gereği 4 Kasım 1953 yılında “Seferberlik Tetkik Kurulu Başkanlığı” adı altında kuruldu. 14 Aralık 1970 tarihinde “Özel Harp Daire Başkanlığı” adını aldı. 1992 yılında çevre ülkeler ve İç Güvenlik Harekatı ihtiyaçlarına bağlı olarak yeniden teşkilatlandı ve “Özel Kuvvetler Komutanlığı” adını aldı. Özel Kuvvetler Komutanlığı 2002 yılında Kirazlı ve Güvercinlik Kışlalarını devrederek Gölbaşı’nda inşa edilen yeni kışlasına taşındı. 2006 yılında yeniden teşkilatlanan Özel Kuvvetler Komutanlığı Seferberlik Tetkik Kurulu Başkanlığı ve Muharebe Arama Kurtarma Alay Komutanlığı yeniden teşkil edilen Seferberlik Tetkik Daire Başkanlığı kuruluşuna dahil edildi, 1. ve 2. Özel Kuvvet Tugay Komutanlıklarının isimleri 1. ve 2. Özel Kuvvet Komutanlıkları şeklinde değiştirildi. 

Merhum Bülent Ecevit, kendisine İzmir suikastını düzenleyenin CIA Türkiye İstasyon Şefi Graham Füller’den emir alan kontragerilla adlı yapı olduğunu öğrendi. 1975’e kadar direkt ABD Savunma Bakanlığı tarafından finanse edilen Özel Harp Dairesinin bütçesini başbakanlıktan almasını talep etti. 

1960 darbesinden sonra dönüştürülen Türk ordusundan seçilen en seçkin subaylar NATO özel eğitiminden sonra Özel Harb’e atanıyordu. Seçilerek iktidar olmakla muktedir olamayacağını Ecevit geç anladı. Süleyman Demirel ise uyanıktı, bunu 1950’lerde üniversitede okurken anlamış, Özel Harb’ın sivil unsurları arasında yer almıştı. DSİ Genel müdürlüğünden AP’nin başına paraşütle indirilmiş ve 40 yıl Türk halkını başarı ile oyalamıştı. 

Merhum Turgut Özal, Kartal Demirağ suikastın arkasındaki karanlık elin Özel Harp olduğunu, başındaki Sabri Yirmibeşoğlu Paşa bulunduğunu anlamış ve dosyayı kapatmıştı. 1990’lı yıllar başında Ankara’ya Füller’den sonra yeni CIA İstasyon Şefi gelmişti: Martin Lawrence. Halen kartı bende duruyor, 2000 Ekim’inde kendisi ile röportaj yaptığımda ‘Ankara’da 7 Amerikan büyükelçisi 
değişti, ben 20 yıldır buradayım’ diye övünmüştü. Lawrence, Irak savaşına Türkiye’yi ordusuyla sokmak istiyor, Ankara’nın ilk defa kendilerine karşı çıktığını söylüyordu. ABD Ankara büyükelçiliği’nin başbakanın ve bakanlıkların telefonlarını dinlediğini anlamam için Lawrence ile iki saat konuşmam yetmişti. Üstelik beni de izlediklerini, dinlediklerini küçük bir espri eşliğinde sadece 
benim bildiğim gizli bir bilgiyi aktararak ima etmişti. Neydi o bilgi? 

Merhum BBP başkanı Muhsin Yazıcıoğlu ile yakın dost olduğumu, sırasıyla Gündüz ve Muhalif gazetelerinde Ali Alperen müstear adıyla köşe yazıları yazdığımı eşim bile bilmiyordu. Yazıcıoğlu, Amerikalıların en fazla çekindikleri isimdi. ÖKK’nın yapısını biliyordu, Özel Büro adlı MAK birimleri içindeki CIA, MI5, BND ve MOSSAD nüfuz ajanları ve uşaklarının derin bilgisi, ÖKK içindeki askeri ve sivil özel dostları tarafından Yazıcıoğlu’na gelirdi. Ergenekon ve Balyoz 
davalarında pek çok gizli bilgi ve belge savcılara Yazıcıoğlu tarafından verildi. Daha önce verilse siyasi konjonktür uygun olmadığı için heba olacaktı. Muhsin başkanı öldürmek için plan yapan ekibin 


içinde kesinlikle MAK ve ÖKK vardı vede NATO Özel Timi onayı vardı. Bu nedenle kimse bana ÖKK’nın vatan evlatlarını feda ederken milli çıkarlar güttüğünü söylemesin! 

Meclis Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu Milli Savunma Bakanlığı’ndan, 25 Kasım 1952-12 Eylül 1980 tarihleri arasında darbeler, muhtıralar ve demokrasiyi işlevsiz kılan tüm girişim ve süreçler ile Milli Birlik Komitesi İrtibat Bürosu olarak çalışan birim, Özel Harp Dairesi ve kontrgerilla yapılanmalarına ilişkin her türlü bilgi ve belgenin birer örneğini istemişti. Bakanlık bu talebe 17 Eylül 2012’de cevap verdi. Bakanlığın yazısı komisyonun 12 Eylül davası kapsamında Ankara 12. Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderdiği raporun ekleri arasında çıktı. MİT’in, komisyona 24 Aralık 2012’de gönderdiği bilgi notu ve ihbar mektuplarında, ÖKK içindeki yasadışı yapılanmanın olduğunu iddia 
etmesine karşın, “Özel Kuvvetler Komutanlığı’nda kontrgerilla yapılanması yoktur” denildi. 

Bordo bereliler olarak anılan Türk ordusunun yüzakı komando eğitimi almış ekipleri eleştirmek ve savunmak iki ucu keskin bir kılıç. Derin devlet gücü diye tanımlanan, bazılarının kontragerilla dediği yapı aslında operasyonel anlamda ÖKK ve MAK’ın içindeki cuntavari yapıdan bahsediyoruz. Yoksa bu güzide birimi yıpratmak istemem. Göktürk adlı derin devlet yapılanmasının ayakta kalmasını 
sağlayan askeri cunta birimi olmasa, İstanbul baronları ve siyasi figüranlar serbest at koşturamazlar, top toplayıcı bile olamazlar. Darbeciler ilk önce bu birimin desteğini almak zorundadır, aksi halde başarılı bir darbe mümkün değildir. 

Özel Kuvvetler içerisinde ‘asıl işi’ MAK grubu yapar. Bu yapının bünyesi, AK Parti döneminde 13 bölgeden, 24 ayrı bölgeye çıkartıldı ve büyüdü. Beyaz Kuvvetler, bölge yapılanmaları halindedir. Bu bölgelerdeki hücreler birbirini tanımaz. Bölge başkanları var. Sadece bölge başkanları hücreleri bilir. 
Takma isimleri kullanıyorlar. Her bölge emrinde hücre şeklinde yapılanmış ayrı ayrı 20-30 tim vardır. Toplam 4 bin kişilik bir güçtür. Her timin başında bir yüzbaşı ve bir üsteğmen ile 12 baş çavuş bulunur. 
Şu an JİTEM tehlikeli olmaktan çıktı, asıl operatif birim MAK’tır. 680 civarında maaşlı sivil unsuru, yüzbine yakın muhbiri vardır. 

Ergenekon’un alt ve orta kadrosundan bazıları yakalanmasına rağmen üst yönetiminden birçok kimse halen dışarıda. Bunlar güvenlik şirketlerini ele geçirdiler. MAK’ta şöyle bir yapı var: Her generalin başına bir tane özel astsubay verildi. Şu an ne kadar tugay komutanı varsa, hepsinin yanında emir subayı olarak bir tane eski MAK’çı vardır. Neden eski MAK’çıları seçiyorlar bunun için? Böylelikle bütün paşaları kontrol altına alıyorlar. Emir subayı ne demek, emir subayı? Paşa öksürse emir subayının haberi olur. Paşa çay içse emir subayının haberi var. İstediği zaman paşayı etkisiz hale getirebilir veya öldürebilir de. Gidin kontrol edin. Herhangi bir tugay komutanını çağırın deyin ki, ‘Komutanım yandaki emir subayın kökeni nedir?’ Komutan, ‘Özel kuvvetten’ diyecektir. Özel 
Kuvvetten nereden? ‘MAK’çı’. Hepsinin ağzı sıkıdır, konuşmazlar. Bakın Sabri Yirmibeşoğlu halen üst düzeyde yetkilidir ama kimse ona dokunamaz. Saldıray Berk paşamıza savcılar dava açtı, mahkeme kabul etti ama kimse dokunamıyor. Bu yapıya, kendi milleti iç düşman olarak algılatılmasa CIA ve MOSSAD’ın devri sona erebilir. Çok ciddiyim. 

Bugün yaşanan AK Parti ile camia arasındaki çekişmenin fişleme skandalı üzerinden çıkması, MİT’deki istihbarat baronlarından kaynaklanıyor. Ergenekon operasyonlarını durdurma kararı alan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, bu talihsiz kararını Gezi olaylarından önce Mayıs 2013’de gerçekleşen görüşmede AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Bülent Arınç ile Fethullah Gülen Hocaefendi’ye bildirdi. Tepkisinin ‘bizi arkamızdan hançerliyorsunuz’ olduğunu artık söylemem de bir beis kalmadı. Elbette sayın Erdoğan ‘yok sayıyor’ diye asıl adı Göktürk olan derin yapılanma kaybolmadı. Eğer birileri kalkıpta istihbarat baronlarının tası tarağı toplayıp Mozambik’te tatile gittiklerini ve bir daha asla geri dönmeyeceğini söylerse rahatlayabiliriz! Geceye gözünü başbakan yumunca açan karanlık kurullar faaliyetlerini dondurmadı. Tarihimizde bu yanlışı yapan pek çok Osmanlı padişahımız ve başvezir bulunuyor. Bedelini hayatları ile ödediler, ülke silbaştan başa döndü. 
AKP kendi kuyusunu kazıyor; toplumu geri dönülmesi zor bir intiharın eşiğine sürüklüyor ama bunun farkında bile değildi. Camia, askeri vesayetin geriletilmesi için gereğinden fazla AK Parti’ye muhabbet besledi, 2011’den beri yaşanan tasfiyelere sesini çıkarmadı, dişini sıktı. ‘Emniyet ve yargıda camia cuntası var’ diyenlerin topu MİT’deki ‘Fişleme Cuntası’na bilerek veya bilmeyerek hizmet ediyor. 
Erdoğan kendini devirmek isteyenleri MİT’de arasa bulacaktı ama yanlış yerde arıyordu. Amerikan ve dünya derin devletinin genel müdürü, ABD eski Dışişleri Bakanı Henry Kissinger’ın İran-Irak savaşında “hangisinin kazanması Amerika’nın çıkarına olur” sorusuna verdiği cevap bugün bu anlamsız kavga sonucunda global ve yerli fitne şebekesinin ne istediğini özetliyor: İkisinin de 
kaybetmesi… 

27 Mayıs 1960 ihtilalinde Amerikalılar aslında ordumuza büyük bir darbe yapmış, 243 general, toplam 7200 subay ve astsubayımızı tasfiye ederek yeni bir Türkiye kurmuştu. Adnan Menderes, son yıllarındaki tek adam ihtirasının kurbanı olmuştu. Militer demokrasi, askeri vesayet ile yönetilen ülkemizde siyasetçiler sadece figürandı. O yıllarda ağırlıklı bir Soğuk Savaş paranoyasına girildi. 
İstihbarat faaliyetlerimize ağırlıklı olarak mason locaları hakim oldu. O dönemde MİT ve Seferberlik Tetkik Kurulu’nun beşinci kol faliyeti, Tapınak Şovalyeleri, Sion Tarikatı, Gül ve Haç Kardeşliği örgütleri ile yakın temasa geçti. Ne var ki bu faaliyetlerin ne kadar milli olduğu ciddi biçimde tartışmaya açıktır. MİT’in istihbarat elemanları bilinçli olarak Türklerden değil Türkleştirilmiş eski 
Sovyet ülkesi kökenlilerden seçildi. Çerkezler, Gürcüler, Çeçenler, Abhazlar, Boşnak ve Arnavutlar asıllı vatandaşlarımız özellikle istihbarata sokuldu. Türkmen ve Oğuz kökenliler MİT’den dışlandı. Aksini ispatlayın gazetecilik ve yazarlık mesleğini bırakırım. MİT’den ceza alan bir Ergenekon cu tanıyor musunuz? 

1965'de yasallaşan devlet istihbarat hizmetleri, 1972'den sonra TSK ve MİT içinden bazı kişilerin angajesi ve bunların dışardaki her türlü yapılanmaları ile başka bir boyut kazandı. 1970'lerden sonra gizli ittifak hem kurumun içinde, hem dışında milli hassasiyeti olan kim varsa onları ortadan kaldırdı. 

MİT’in içinde istihbarat baronları oluştu. Bu baronların hiçbirisinin çalışması asla Türkiye’nin lehine değildi. ABD’nin büyük politikaları, İsrail’in çıkarları önceliğimiz sayıldı. NATO’ya girmemizin ardından istihbaratımız ABD tarafından kontrol altına alındı, 1949 yılından sonra eğitilip teçhiz edildi. 

Ek ödenekler, 1950- 1975 yıllarına kadar ABD tarafından verildi. Özel Harp Dairesi, Amerikalıların ordumuzdan seçip yetiştirdiği devşirilmiş elemanlarla dolduruldu. MİT’deki elemanların çoğu Özel Harp eğitimi alanlardan oluşturuldu. Çerkez ve Gürcü kökenliler, ulusalcı, dinden uzak Türk milliyetçisi olarak MİT yönetiminde baronluk kurdular. Babadan oğula geçen geleneğimiz MİT ve 
Dışişleri bakanlığında çok güçlüdür. Her MİT elemanının 3 akrabasını sorgusuz sualsiz bir referansıyla MİT’e aldırma yetkisi, avantajı vardır. Bu yapının Hakan Fidan müsteşar olduktan sonra birden buharlaşıp hükümetin emrine girdiğine inanan saf değilse eğer, basireti bağlanmıştır. 

Önce gömleği doğru yerden ilikleyelim. Hukuksuz fişleme eylemi, nasıl Genelkurmay’ın kara koyunları Balyozcuları ve Ergenekoncular için sabit bir suç oldu ve mahkemece tescillendiyse, MİT için de görev değil suçtur. Bir hukuk devletinde suç işlemeyen masum kendi milletini fişleyen kimse ceza alır. Hiçbir kimse veya kurum – MİT’deki cunta fitne şebekesi de buna dahil olmakla kendi suçunu, başkalarının boynuna sorumluluk ve ceza olarak takamaz. Eğer bir hukuk devletiysek, üstünlerin hukuku değil hukukun üstünlüğü varsa, vatana ihanetle ve casuslukla suçlanan Taraf gazetesi ve gazeteci Mehmet Baransu’nun değil, fişleme aktörlerinin başı derttedir. AK Parti yönetimi iktidarda bulunmanın yol açtığı savunma refleksiyle hatalar yapıyor. 2010’dan sonra da devam eden 
fişleme yanlışını sonuna kadar savunamayacağını bakalım ne zaman anlayacak? 28 Şubatcılar bugün yargılanıyorsa, Balyoz ve Ergenekon sanıkları müebbet cezalar almışsa bunun temel hukuki nedeni fişlemelerdir. Susun diyenlere bu nedenle aldırmıyorum. Suçu savunan gazetecilere acıyorum. 
Fişlenen her kişi ve sivil toplum grubu, fişleme faaliyetinin yetkililerine karşı tazminat davası açabilir ve suç duyurusunda bulunabilir. Soruşturma savcısı MGK kararının aslını ve fişlemelerin asıllarını MGK ve MİT’ten istemelidir, ayrıca fişlemede görevli MİT cunta ekibi veya emir veren istihbarat baronları hakkında savcılar soruşturma izni istemek zorunda kalacaktır. Siyasi iktidar bugün yargıya müdahale eder ve bu izni vermezse, elbet ileride bu izni verecek bir iktidar gelecektir. Mahkemece Taraf ve Baransu’ya bir ceza tertip edilecek olursa, Yargıtay’dan, Anayasa Mahkemesi’nden ve en nihayetinde AİHM’den dönmesi kesindir. 
MGK ve MİT’in kendi kanununda var olan devletin  mahremiyeti ve devlet sırrı ile ilgili yasaklama ve yasalar, düşman için geçerli olmalıdır. Kendi vatandaşını iç düşman sayan kanun zaten yasal olamaz. En azından bu yasalarla Avrupa Birliği’ne girmemiz mümkün değildir. Türkiye’de hâlihazırda yürürlükte olan bir “Devlet Sırları Kanunu” yoktur. Özel hayata müdahaleyi engelleyen kanunda yetersizdir, Batı standartlarında birey özgürlüklerini genişleterek düzenlenmelidir. 

Medyamızda yaşanan tekelleşme ve devletleşme eğilimi eski Sovyetler Birliği’ne döndü. Devlet gazetecileri, MİT yazarları türedi veya bazı kalemler kutsanan yeni devlete çalışmaya ikna edildi. Özgürlüğünü kaybeden kalemlerden kan damlıyor. Açıkca devletin, MİT’in ne talep ettiğini yazıp çizen bu kalemşörlerin çoğu maalesef sağ görüşlü, muhafazakâr sandığımız eski arkadaşlarımız. Fitne 
kazanına odun taşıdıkları halde, devlete çalıştıklarını varsaydıkları için kendilerini kahraman, ötekini ‘vatan haini’, ‘casus’ hatta ‘terörist’ olarak görmeye başladılar. Vicdanlar cüzdanlara, makamlara, şöhrete, çıkarlara; belkide bal tuzağına, mutaya, nisaya sıkıştı kaldı. 

Gidişat şunu gösteriyor ki, muhafazakârlar-dindarlar demokrasi istemiyorlar. ‘’Kemalist devlet’in ardından ‘muhafazakâr devlet’ faşist, baskıcı, despot olsada yeterli demek istiyorlar. Kendinden olan ‘Yakoben devlet’ makbul, ötekiler umurlarında değil, gemilerini yürütseler yeter… Sağlam, dik duralım, bu yanlış yaklaşıma entelektüeller ve camia dur demezse Allah’ın gayretullahına dokunması kaçınılmazdır. 

Yeni Türkiye kurduklarını iddia eden iktidar, her yaptığını caiz görüyor, sivil toplumun ve medyanın sorgulamasına izin vermiyor. Ağızlardan dökülen iftiralar, birbiri ardına savrulan hakaretler, tehditler sinelerde biriken nefretin büyüklüğü ne, yeni kurgulanan istihbarat devletinin nasıl kurulduğuna dair net fikirler veriyor. Şiddetli imtihanlarla sarsılıyoruz. Düşmanın husumeti mi, dostun vefasızlığı mı, yoksa her ikisi birden mi bilemiyoruz. Dudaklarımdan hem milletimizin selameti için dualar yükseliyor, hemde şiir dökülüyor: Artık vefâya eyledik vedâ. Sızlıyor içim her şeyden cüdâ. Her çehrede yalancı bir edâ. Ayırmasın bizi haktan cüdâ… 

Göktürk’ün Fitne Merkezi 

AKP ile cemaat arasındaki kavga krizini 2009’dan beri kaşıya kaşıya çıkartanlar, en popüler CIA ve MOSSAD muhalifimiz sanılan, oysa CIA ve MOSSAD ajanları ile organik bağı bulunan siyasetçi-istihbaratçımız olan Doğu Perinçek ve MİT’deki Aydınlık grubudur. İngiliz-Yahudi Kraliçe Derin Devleti’nin ülkemizde 40 yıldır kullandığı kirli eli olan Perinçekgiller, ürettiği fitnelerle müslümanları birbirine düşürmeyi başardılar. Bu nedenle İngiliz-Yahudi fitne merkezini deşifre ediyorum. Zaten Erdoğan’ın kin, nefret, hased, intikam, ksıkançlık dolu konuşmalarını Perinçek yazıyordu. 

Bu tiyatroda asıl hedefin Başbakan Erdoğan olduğunu hatırlatıyorum. 2011 yılında Ottava ve Toronto’ya gelen Aydınlıkçı ama MİT’e çalışan bir akademisyen, bugün yaşananları bir dostuma kim olduğunu bilmediği için bir bir anlattı: “Cemaatı iç düşman paralel devlet ilan edip Erdoğan’a vurduracağız, sonra Erdoğan’ı elimizdeki dosyalarla rahatlıkla vuracağız” demişti. Nasıl bu kadar emin olduklarını sorduğunda arkadaşıma şu manalı yorumu yapmıştı: “İngiliz Yahudi Kraliçe derin devleti son sözü söyler.” Perinçekgillere bu sefer, AKP Lideri Recep Tayyip Erdoğan arkasında saklanarak MİT içindeki İngiliz-Yahudi nüfuz ajanları ekibiyle cemaata operasyon yapma görevi verildi, tüm becerilerini ortaya döküyorlar. 

Bu marjinal gruba operasyon yaptırma acziyetine düşen Başbakan Erdoğan’ın ve AKP şürakasından kimlerin hangi açıklarını yakaladılar acaba? Kimlerin kasetlerini çektiler, kimlerin yolsuzluk dosyaları ellerinde, kimlerin rüşvet alırlen görüntüleri var ki, cemaate operasyona sesini çıkartamıyorlar. Üstelik 
kendi yaptıkları arsızlığı, ahlaksızlığı cemaat yapmış gibi kamuoyuna pazarlama kabiliyeti olan bu fitne şebekesi artık çok oluyordu. Gizli Arşiv twitter koduyla bugün başbakandan daha da sertleşmesini isteyen Perinçek kimdir? 

JİTEM davasında yargılanan, eski PKK itirafçısı, İsveç’te yaşayan JİTEM elemanı Abdulkadir Aygan, şu itirafı dikkatlerden kaçmıştı: “Doğu Perinçek bir İngiliz ajanıdır. Bunu 1983 yılında PKK’lı olarak Şam’da kaldığım örgüt evinde bizzat halen KCK Başkanı olan Cemil Bayık ve Halil Ataç adlı örgüt Merkez komite üyesi şahıslardan öğrendim. Yeri ve zamanı gelmişken sizlerle paylaşmak istedim. 
Şahsen bu konuşmaya tanık olunca; aklıma Mustafa Kemal’in İngiliz ajanı olduğu yolundaki iddialar geldi. 1970’li yıllarda ”sıkı solcu, Maocu” olan Doğu Perinçek’in son dönemlerde sıkı ”Atatürkçü” olması, sürekli ”Amerikan Emperyalizmi” karşıtı görünmesi, 1990’lı yıllarda Beka’ya ve Şam’a giderek PKK elebaşısı Abdullah Öcalan’a gül vermesi (PKK’yı İngilizlerin hizmetine sokmak için) Şam’da duyduklarımı teyit ediyor.” 

Ünlü istihbaratçımız Mehmet Eymür’ün ifadesiyle Perinçek ve hizmetkarları arkalarındaki karanlık güçle birlikte Lübnan Nahrel Bared’deki FKÖ Kampında İngilizler ve MOSSAD tarafından eğitildiler. 

1978, 1979 ve 1980 yıllarında Aydınlık gazetesinde Perinçek grubu, “Kontrgerilla” kampanyalarıyla halkta sağ ve sol kutuplaşmasını derinleştirdi ve halkı orduya karşı kışkırttı. 1974 Kıbrıs hareketini yapan ordumuza “İşgalci” diyen dönekler, her siyasi ortama göre renk değiştiren bu kelemonlardır. “Fabrikatör” lakaplı Perinçek grubu, Ordu ve MİT’deki karanlık oligarşik çete ile Türkiye’de yeraltı dünyasındaki karışık menfaat ilişkileri arasında kapı kulluğu ve fitnecilik yapıyordu. 

MİT, bugüne kadar iki CIA ajanı yakalayabildi. Tesadüfe bakın ki, ikisi de Aydınlık’tan çıktı. Maalesef iki CIA’cı da kurmay albaydi ve MİT personeliydi: Turan Çağlar ve Sabahattin Savaşman. İkisi de Aydınlıkcıların haber kaynağıydı. Hatta Çağlar, doğrudan maaşlı Aydınlık elemanıydı. Peşlerine düşen Türk istihbaratçıların aleyhindeki haberleri Aydınlık’ta yayınlıyorlar ve adreslerini deşifre ediyorlardı. Bugün yaşanan fitnede benzer bir tiyatro oynanıyor, MİT’de çalışan özel harp albaylar cemaate örgüt darbesi yapıyor. 

1970 sonlarında CIA ajanı olarak afişe ettikleri Kemal Ilıcak’ın Tercüman tesislerinde Aydınlık’ı bastırmaları gibi ayrıntıları bir tarafa bırakın, Ilıcak’ın bunu ABD büyükelçisinin ricasıyla yaptığı iddialarına ne diyelim? Ya da, Aydınlık’a sabotaj yapmak isteyen Susurlukçu mafya gruplarını bizzat Mehmet Ağar’ın engellediğini biliyor muydunuz? Aydınlıkçılar’ın savunmalarını kitaplaştırdığı 
Sabahattin Savaşman’ın aynı zamanda İngiliz MI6'ya da çalıştığını duymuş muydunuz? Hani şu, Aydınlıkçıların ev sahibi olan İngilizlere? 

Doğu Perinçek ve Aydınlıkçıların yabancı servislerle irtibatı sadece örgütlerinin bir İngiliz’in evinde yakalanması ile sınırlı değildi. Suçüstü yakalanarak casusluk suçundan ağır ceza alan iki emekli Türk Subayı da Aydınlıkçılarla irtibatlıydı. Hele bunlardan Turhan Çağlar, Aydınlık’ın “İstihbarat ve Yazı İşleri Müdürü” gibi çalışıyor, Aydınlıkçılarla toplantılar yapıyordu. Bugün Aydınlık’ta yazan isimlere 
bakarak bile fitnenin İngiliz derin devletine çalışan güya devletçi ayağını görmek mümkün. 

Perinçek, açıkladığı MİT raporlarıyla, 28 Şubat Dönemi’ndeki aktif tutumuyla yakın tarihimizde silinmez izler bıraktı. Dev-Genç’in genel başkanlığını yapacak kadar iyi sosyalistti. Şimdi ise hafızalarımızda Ulusalcı yani Nasyonalsosyalist olarak yer etti. AKP iktidarının ardından ortaya çıkan Kızılelma Koalisyonu’nun en önemli isimlerindendi. Ergenekon Terör Örgütü Davası’yla Silivri’de 5 yıl geçirdi, örgüt kurucuları arasında adı geçti ve ağırlaştırılmış müebbet aldı. 2003’de Sedat peker gibi bir ülkücğyle Kızelelma koalisyonu ve Öztürk Ergenekon yapılanması kuran Perinçek, bugün Osman Sınav yönetiminde TRT’de yeni başlayan Kızılelma dizisiyle MİT’i yapacakları şeytanlıklardan önce kutsatıyor ve kamuoyunun kafasını yıkıyor ve zihnini karıştırıyor. 

Perinçek, üniversite yıllarında, 1962 ve 1963'te toplam on ay Almanya’da işçilik yaptı ve Almanca öğrendi. Haziran 1964'te Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. Kamu Hukuku (Devlet Teorisi ve Kamu Hürriyetleri) kürsüsüne asistan olarak girdi. 1967 yılında Dönüşüm dergisi yazı kurulu üyesi ve başyazarı idi. Almanya’da Türk Toplumcular Ocağı kurucusu ve ilk genel başkanı olmuştu. Türkiye İşçi Partisi (TİP) üyesiydi. TİP’in Bilim Kurulu’nda görev aldı ve Güvenlik Komitesi başkanlığı görevlerini yürüttü. TİP içindeki “Devrimci Muhalefet” hareketinin önderlerindendi. 

Perinçek 1968'de hukuk doktoru oldu. Doktora tezinin konusu ve ilk kitabı, Türkiye’de Siyasi Partilerin İç Düzeni ve Yasaklanması Rejimi’ydi. Aynı yıl daha sonra Dev-Genç adını alacak olan Fikir Kulüpleri Federasyonu (FKF) genel başkanı olmuştu. Yine aynı yılın Kasım ayında, arkadaşlarıyla birlikte Aydınlık dergisini yayınlamaya başladı. Aydınlık’ın başlangıçtaki kurucuları Şahin Alpay, Cengiz Çandar, Gün Zileli, Erdoğan Güçbilmez, Vahap Erdoğdu, Atıl Ant, Münir Ramazan Aktolga ve Doğu Perinçek’ti. 

1969 Temmuz’unda İşçi Köylü gazetesini kurdu ve başyazarı oldu. 12 Mart Muhtırası’nın ardından başlayan tutuklama dalgasından Doğu Perinçek de nasibini almıştı. Tutuklanmış ve yapılan yargılama sonucunda yirmi yıl hapis cezasına çarptırılmıştı. Cezasını çekerken 1974 Affı imdadına yetişti ve 
Doğu Perinçek serbest bırakıldı. Siyasi hayatına kaldığı yerden başlayacaktı. Bu arada hayatına bir kadın, Sırma Ersanlı girecekti. 1974 yılında evlenen Doğu Perinçek’in evliliği ancak iki yıl sürebilmişti. Bu evlilikten Zeynep Perinçek doğmuştu. 


7 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR

***