PANZER VE KÜRT İSYANI - ALMAN DERİN DEVLETİ KILIÇ! BÖLÜM 2
En Kanlı İki Gladyo
İtalya’dan başlayan Gladyo temizliği Almanya’da henüz yapılamadı. Ergenekon süreci başladığında ve yeraltından gizli silahlar, çeşitli mekanlara saklanmış cephaneler bulunduğunda, ‘Dünya’da artık Gladyo’nun tarihte kaldığı, NATO’nun bu tip yapılanmalardan vazgeçtiği, bunların komplo olduğu’ savunması yapılmıştı. Ancak devam eden hukuk sürecinde toprak altı cephaneliklerin hiç de öyle eski zamanlardan kalma olmadığı ortaya çıkmıştı. Almanya’da ortaya çıkan durum ise, Gladyo’nun sadece Türkiye’de değil Avrupa’nın kalbinde bile hala var olduğunu ortaya koydu. Örgüt kendisini yok etmiyor, sadece şekil değiştiriyordu. Gladyo üzerine en ciddi çalışmayı yapan Danielle Ganser’in ‘NATO’nun Gizli
Orduları’ adlı kitabında, ABD Genelkurmay Başkanlığı’nın 28 Mart 1949’da genel stratejik konseptler isimli belgesinde Almanya’nın hem yeraltı hem de Secret Army Reserves (gizli ordu güçleri) Stay-Behinds Units (Cephe Arkası Güçleri) için mükemmel yetişmiş eleman potansiyeli olduğu belirtilmişti. Aynı kitapta
Ganser, Türk Gladyosu için ise bütün yapılanmalar içinde en kanlı, tehlikeli ve halen çözülememiş olduğunu belirtiyordu. Alman Gladyosu’nun adı: BJD (Bund Deutscher Jugent- Alman Gençlik Birliği) idi. (14) Bu yapılar tasfiye edilmiş gibi görülse de tıpkı Türkiye’de olduğu gibi farklı biçimlerde kendilerini revize ederek varlıklarını sürdürüyorlardı. Kritik zamanlarda ortaya çıkarak derin yapılar adına cinayet-kundaklama-infial benzeri olayları kolaylıkla gerçekleştiriyorlardı.
Yunanistan’ın mali krizini üstlenen ve zor günler geçiren Almanya’da oluşan istikrar sarsılması, BJD için oldukça uygun bir ortam olarak değerlendirilmişe benziyordu. Avrupa Parlamentosu 1990’da İtalya’daki gibi Gladyo benzeri yapılanmaların ulusal meclislerce araştırılmasını ve hukuki sürecin işletilmesini istemişti. Ancak bu neredeyse hiçbir ülkede başarılamadı.Almanya’da, Türkiye’de ve diğer ülkelerde adı değişse de Gladyo olarak anılan bu yapılanmaların temelini Özel Harpçiler/Gayri Nizami Harpçiler oluşturuyordu. Bunlar genel olarak istihbarat ve askeri birimlerin güdümünde oluyor ve sivil güçlerle iç içe oluşturuluyordu.
Türkiye’de ulusalcı reflekslerin uzun bir emek harcanarak harekete geçirildikten sonra, tam olarak ne yaptığının farkında bile olmayan bir çocuğa Rahip Santoro’nun kurşunlatılması neyse; Almanya’da dönerci cinayeti olarak adlandırılan olaylarda Türklere yapılan oydu. Türkiye’de ulusalcılık denilen refleksle bu yaptırılırken Almanya’da etnik reflekslerle gerçekleştiriliyordu. Fark sadece buydu. İki ülke arasındaki diğer benzerlik de bu yapıların yok edildiğine yönelik yaygın hale getirilen kanaatin tuzağına düşmeydi. Türkiye’de önce Susurluk sonrası şimdi Ergenekon sonrası bu kanaat pompalanıyordu. Ama Gladyo’nun kalbine girilmediği müddetçe, eski yapılar tasfiye edilirken, yerine hemen yenileri gelecekti. Türkiye’de Özel Harbe bağlı yapının toplamda beş bini yönetici yüz otuz bin kişiden oluştuğu belirtiliyordu. Ülkemizde Ergenekon bitirildi havası oluşturulurken, derin yapı Göktürk adlı yeni yapıyı kurmuştu.
Ergenekon’un yeni adı Göktürk’tü. Deşifre olmamış yeni isimler ve kadrolarla donatılan yeni derin devlet, yapısı içine artık muhafazakarları ve Kürtleri de alıyordu. Çerkezler yine işbaşındaydı! Dinle, azınlık ve etnik yapıyla barışık yeni sistem, Ergenekon tutuklularının bulunduğu Silivri’de oluşturulan terhis ve
tahliye konusunda bir süredir hükümetle pazarlık yürütüyordu ve pazarlık gereği özel yetkili savcılar ve mahkemeler kaldırıldı. Yeni ismin babası ve teorisyeni Encümeni Daniş-i ve projeyi onaylanan Milli Birlik Komitesi’ydi.
Neden Göktürk ismi tercih edilmiş olabilir? Şu yüzden: Göktürk devleti, Türk ifadesini ilk defa kullanan milli devletimiz di. Saka veya Yakuti Türklerinin kurduğu İskit İmparatorluğu ve hemen ardından kurulan Hun İmparatorluğu mirası üzerinde şekillenmişti. Çinlilerin Çin setti yapmasına sebep olan Hunlar da Türk töresi anlayışı sağlam yerleşmiş iken güçlülerdi, halen kullandığımız onlu, yüzlü, binli ordu sistemi oturmuştu. Çinli prenseslerle Hun hakanlarının evlenmesiyle başlayan yıkılış sürecinden sonra kurulan üç ayrı Hun devleti, kardeş kavgası ve tefrikalarla yıkılırken, yerini 1. Göktürk Hakanlığı’na bıraktı. Ancak Türk töresini uygulamayan Kara Han, Çinli eşinin ve Çin’in devletin iç işlerine karışmasını engelleyemedi. Kara Han, kendi kılıcı ile kendini öldürerek ihanetine son verdi. Azeri şair Bahtiyar Vahapzade’nin ‘ Özümüzü Kesen Kılıç’ tiyatrosu bu gerçeği çok güzel anlatır.
Türk Milliyetçiliği ilk kez Hunlar zamanında ortaya çıkmıştır. M.Ö.1.yüzyılın sonlarına doğru Hun İmparatoru CU Cİ Yabgu; Atalarından miras olarak yalnızca vatan ve devlet kalmadığını, hürriyet ve bağımsızlığın da bu miras içinde olduğunu söyledi. Çin kaynaklarında inceleme yapan Alman bilim adamı
Hürth, Çiçi Yabgu nun bu söylemini de kayıt altına almıştır. Hürth; tarihte milliyetçiliği devlet yönetiminde temel öğe olarak alan ilk devlet adamının Türk Kağanı Çü Çi Yabgu olduğunu belgelemiştir. Daha sonra ortaya çıkan tüm Göktürk yazıt ve anıtlarında Türk Milliyetçiliği açık olarak tarihe geçmiştir. Bu yazıtlar ve anıtlardaki tüm düşünceler açık ve özgündür. Türklük düşüncesi ve millet olma özelliği açık olarak biçimlendirilmiştir… Türkler, kurdukları Göktürk devletinde; millet olma bilincini ana ilke olarak almışlardır.
Şu ifadelere bakın: “Başına geçtiğim Türk Milletinin şan ve şerefi için gece uyumadım, gündüz oturmadım. Ölesiye, bitesiye çalıştım. Tanrı yardım etti, bahtım yar oldu, yoksul milletimi zengin ettim. Türk Milletini bütün milletlerden üstün kıldım”"Türk, Oğuz beyleri, Türk Milleti işitin.Yukarıda gökyüzü
çökmedikce, aşağıda yağız yer delinmedikce, Türk Milleti, ülkeni, töreni kim bozabilir.
Ey Türk milleti kendine dön.” Bu sözler Göktürklerin Kanuni Sultan Süleyman’ı sayılan Bilge Kağan’a ait Altay bölgesi: Türk tarihinin en önemli alanlarından birisidir. Çünkü, Türklerin anavatanı da burasıdır.
Hyung-Nu (Hun) Türk İmparatorluğu’nun yıkılmasından sonra 5. Yüzyıl başlarında demirçi Açina (Asena) boyu bu bölgede ortaya çıkmıştır. Kendilerine “Soylu Kurt” anlamına gelen Aşina diyen bu Türkler, tarihte Gök Türk İmparatorluğu olarak bilinen devleti kurmuşlardır. Bunlar, düşmanlardan korunmak için başlangıçta kendilerine ulu sıradağların kesiştiği bu sarp alanı yurt olarak seçmişlerdi. Bulundukları noktaya da “Dik Yamaç” anlamına gelen Ergenekon diyorlardı. Bu bilgiler dünyaca ünlü Sovyet tarihçisi Prof. L. N. Gumilev’in Eski Türkler isimli kitabında yer almaktadır. Bu demirci Açinalar; Asya’nın teknolojik üstünlüğü (demir teknolojisini) ellerinde tutuyorlar ve çok değerli savaş aletleri yapıyorlardı.
Bu dönemde henüz İslam zuhur etmemişti. Göktürklerin resmen Türk Milliyetçili ği yapmalarının nedenleri vardı.
Emevilerin Arap milliyetçiliği yapmaları nedeniyle Türkler de Türk milliyetçiliği yapmışlar ve İslam’a geç girmişlerdi. Ömer Bin Abdülazi döneminde Şam’a gelen Türkmen heyetinin Emevi valiyi şikayet etmesi meşhurdur. Abbasiler döneminde Arap milliyetçiliği azalınca Türkler akın akın İslam’a girdi ve Abbasilerin
ordu yapılanmasını kısa sürede ele geçirdi. Sadece askeriyeyi değil, Mevali denen köle Türklerin çocukları İslam’ın altın çağında fıkıh, hadis, kelam ilimlerinde, müsbet ilimlerde de zirveye çıktılar, hatta Zemahşeri’nin ifadesiyle Bedevi Araplara Arapçayı öğretecek kıvama geldiler.
Kürşad Ve 39 Yiğidi
Ergenekon yerine kurgulanan yeni derin devlet Göktürk, işte bu temel öğe üzerine yoğunlaşarak Türk milliyetçilerini kullanmayı hedefliyordu. Kullandıkları her sembol, her örgütlenme biçimi Göktürk devletini model olarak aldıklarını gösteriyordu. Mesela, Çin sarayına esir düşen veliaht prensi kurtarmaya çalışan
Kürşat ve 39 yiğidi, intihar saldırısında kahramanca ölür. Ne tesadüf ki, Encümeni Daniş de, derin devletin 40 kişilik yaşlılar konseyidir! Kara Han’ın kardeşleri 50 yıl süren iç savaştan sonra 9 yaşındaki yeğenleri İstemihan’ı tahta geçirerek Çin’e karşı “iri, diri ve bir” olurlar. Orhun Kitabelerinde anlatılan medeniyeti kuranlar, Türk töresine sarılan Göktürk hakanlarıdır. “Gök Tengri” inancına sahip Göktürkler, çoğu Budist, Şamanit ve Mecusi ahaliye tam saygı gösterdiler. Ergenekon merkezli erken dönem Türk kültürü Şamanist
nitelik taşır ve bu kültür (inanç) günümüzde bile yaşamaktadır. Büyük şehirlerimizde bugün bile var olan babalar inancı bu şamanist inancın en açık örneklerinden birisidir.
Bu inanışta yeryüzü, yeraltı ve gök olmak üzere üç parçadan oluşan tek evren vardır. Yeraltını Ay Tanrı temsil eder ve olumsuz (kötü) ruhlar inanışa göre orada yığılmıştır. Yeryüzü ve gökte ise olumlu ruhlar bulunur. Yeryüzü, toprak ve su ruhları ile doludur. Ağaçlar, sular, kayalar o ruhları barındırır. Şaman
toplumundaki din adamları (şamanlar) iyi ruhlarla bağlantı kurarak Yer altı ruhlarının kötü etkisini yok etmeye çalışırlar. Bunun için kurban keserler. Değişik hareketlerle (dans) kötü ruhları kovmak ve iyi ruhları memnun etmek isterler. Bu arada şaman davuluna vurup müziksel ritim yaratırlar. Sonunda insan ile doğa ve ruhlar (Tanrılar) arasında bir uyum kurmaya çalışırlar. Böylece Gök Tanrı’yı (Güneş) memnun ederler.
İlk kırılma noktası, Bizans’ın “Hıristiyan olun” mektubuna Göktürk Kağanı İstemihan’ın ret cevabı vermesi ve teslisin Türklerin töresine aykırı olduğunu bildirmesidir. İkinci kırılma, Müslüman Arap ordularının Çin’e karşı verdiği Talaş savaşında Uygurların, Müslümanların tarafını tutmasıdır. Göktürk, müslüman değildi, Türk derin devleti bu nedenle Göktürk’ü seviyorlardı.
Diğer yandan Türkler gibi Almanlar da benzer biçimde aşırı milliyetçilik tuzağına düştü. Neo-Nazilerin tamamen bitirildiği düşünülürken, ülkedeki bütün istihbarat ve askeri yapılanma ABD-İngiltere ve NATO tarafından sil baştan kuruldu. Irkçı akım istenildiği an istenildiği biçimde yükseltilebilir ve Almanya’nın üzerine çökmek için kullanılabilirdi. Türkiye, Ergenekon davasıyla konuyu hiç olmazsa “hukuki” çerçeveye çekerek önemli bir adım attı. Almanya, henüz bu noktadan oldukça uzaktaydı. Alman yargısı bu adımı atamadı. Türkiye ise Ergenekon davasının ötesine geçerek, Gladyo benzeri yapılanmaların temelini/yaşam
alanlarını yok edecek Anayasa sürecini tamamlamalıydı. Aksi takdirde kendisini yeraltında ve örtülü biçimde revize edecek Türk Gladyosu, ilk uygun konjonktürde daha çetrefilli ve mücadele edilmesi zor yöntemlerle geri dönecekti. Almanya'daki 8 Türk'ün öldürülmesi Neo-nazilerin basit bir ırkçılık cinayeti değildi. Soğuk savaş sonrası bitmeyen ve kendini revize ederek hayatta kalan Derin Gladyo'nun işiydi.
Diğer yandan AK Parti hükümeti, 12 Haziran 2011 seçimindeki zaferin ardından hızla ANAP’laşmaya başlıyordu. Ergenekon ve Balyoz davaları savsaklanıyor ve süratle ‘Yeşil’leşen ve form değiştiren Ergenekon’un uzlaşma girişimlerine kayıtsız kalınamıyordu. Turgut Özal dönemi hastalığı olan kısa zamanda anormal zenginleşmek, hak etmediği halde yüksek görevlere gelmek, ihale takipçiliği, adam kayırmacılık ve Lale devrini anımsatan sefahat yaşamı zirveye çıkı yordu. Bu durum ise halen beş bin operasyonel elemanı sahada olan, beş binde elit yöneticisi masa başında olan Ergenekon’un işine geliyordu.
Gücünü illegal olandan alan Ergenekon bu siyasi yozlaşmayı bir avantaj olarak görüyor bir yandan iktidar partisiyle uzlaşma ama asıl olarak en küçük bir fırsatta Türkiye’yi tekrar arka plandan yönetme fırsatını arıyordu.
Ergenekon temizlenmiş veya çökmüş değil. Ergenekon’da temizlenenler, içeriye tıkılanlar sadece derin örgütün, kripto yapının bazı orta boy icracılarıdır; operasyonel elemanlarıdır. Ama bu derin, sinsi yapının beyni hala ayaktadır. Stratejistlerinden, teorisyenlerinden, ‘esas oğlanlarından’ kimse tutuklanıp içeriye tıkılamamıştır. Masanın etrafında olduğundan şüphelenilen bazıları yurt dışına kaçmış ise de, asıl masanın başını tutanlar hala ülkededir; taktik hareketlere devam etmektedirler. Ancak stratejilerinde bir kısım temel
değişiklikler olmuştur. Bundan sonra daha uzun soluklu planlarla, daha sinsi, örtülü, sureti haktan görünen, daha sofistike taktik ve stratejilerle ilerleyeceklerdir. Bu yapıya hükmeden yönetici ekip, artık Türkiye’de
pek çok dengenin değiştiğinin, Kemalist formlarla, katı laik yönetim paradigmalarıyla oyun kuramayacaklarının, alan kazanamayacaklarının farkındadırlar.
Artık derin yapıların temel taktiklerinde, stratejilerinde, jargonlarında büyük değişiklikler olmuştur. Bundan sonra cepheden değil, yandan vurma, dışarıdan değil, içeriden çökertme, uzlaşır gibi görünüp ilk fırsatta kullanılacak mevziler kazanma, dostlarla vuruşturarak enerjisini tüketme, bol nifak üreterek iç
dengelerle oynama, ahlaki, mali zaafları kullanarak teslim alma gibi yeni taktikler denenecek ve uygulanacaktır. Bütün bunlar gayet muhafazakar, hatta dindar tavırlar içine girilerek yapılacaktır. Ergenekon’un icracıları ve uygulayıcı ları farklı isimlerdir. Ergenekon’un ve derin yapının beyni, özellikle taktikler geliştiren, Ergenekoncu askerlere emirler veren sivil beyinleri neredeyse tam kadro dışarıdalar. Şu anda onlar yeni Türkiye’ye, mevcut şarlara uyum sağlamakla meşguller. Kabuk değiştiriyorlar. Yeni dönemde hangi zarfın ve kabuğun uygun olacağı, hangi renklerin makbul olacağı noktasında fikir
jimnastikleri yapıyorlar. Yeni stratejilerini daha kurmadılar ve devreye sokmadılar. “Kara Kuvvetler” sanılan birkaç yüz kişiyi Silivri’de toplamak aldatıcı olabilir. Esas oyuncu ise “Beyaz Kuvvetler” denilen başka bir kesim, gerekmedik çe silah kullanmayan, daha çok toplum içinde etkin olan ve toplumu, toplumsal
kesimleri manipüle eden kesim. Bunlar toplumda meslek sahibi, etkin, itibarlı; ama derin yapı hesabına organize edilmiş ve çalıştırılan kimseler; yani gazeteci, yazar, milletvekili, siyasetçi, doktor, öğretim görevlisi, din adamı, avukat… Ergenekon denilen yapının sadece bir kısmı içeriye alındı. Bu tür yapıların
en tepesinde olan ve Ergenekon’a da hükmeden gayrı milli, kriptolar kontrolündeki derin yapı ise hepten duruyor.
Avrupa’da artan ırkçılığın yeniden merkezi olan Almanya derin devleti Kılıç, 2000’li yıllarla birlikte yabancı düşmanlığıyla oynamaya başladı. Çok kültürlülüğe inanmıyor. NATO ülkelerinde kurulmuş Gladyo’ların hemen hepsi dağıtıldığı halde Almanya’nın Ergenekon’u olan Kılıç’a nedense kimse dokunamadı. Son Gladyo olarak kalan Kılıç, Ergenekon’dan daha derindir. İş dünyası, istihbarat, bürokrasi, medya ve yargı ayakları vardır. Türk Ergenekon’u ile ilişkileri, Kılıç’ı ortaya çıkardı. Hatta Türk bir numaranın Alman kökenli olduğu sanılıyor.
Asıl Soru şu: Türkiye’de Alman vakıfları ve derin devleti Kılıç’ın üç atlısı olan BND, BKA ve GSG9 acaba Türkiye’yi kaosa sokmayı amaç eden Ergenekon soruşturmasının neresinde yer alıyor? Daha doğrusu yer alıyor mu?
İkinci Temel soru: Acaba Türkleri hedef alan cinayetler, Alman makamların söylediği gibi gerçekten yasadışı faaliyet gösteren bir çetenin işi mi? Yoksa Alman derin devletinin bazı amaçlar için gerçekleştirdiği bir siyasi ve stratejik seri operasyon mu?
Üçüncü Soru: Tüm NATO ülkelerinde Soğuk Savaş döneminin Gladyoları ortaya çıkarıldığı ve tasfiye edildiği halde neden Alman derin devleti Kılıç’a kimse dokunamıyor?
Dördüncü Soru. Alman derin devleti Kılıç, Gezi parkı olaylarını neden organize etti ve neden ülkemize, halkımıza kılıç çekti?
Alman Vakıf ve Dernekleri ve derin devleti Kılıç, Gezi Parkı bahanesiyle Türkiye’de gerçekleşen kalkınma hareketlerini sabote etmeye çalıştı. Alman derin devletinin en önemli öğesi Kılıç, Gezi’de Türkiye’ye kılıç çekti ve baronların meydan savaşı başladı. Avrupa’da ekonomik olarak ayakta durabilen
ve Türkiye’yi kendine rakip olarak gören sadece Almanya kaldı. Amerika ve İngiltere de Almanya ile birlikte. Belki de Amerika’nın sözcülüğünü Almanya yapıyor. Almanya ekolünü biz Bergama’dan da tanıyoruz. Almanya’nın bu kadar sert tepki göstermesinin birkaç sebebi var. Hatta Alman Dernekleri tarafından Gezi Parkı eylemcileri ekonomik olarak da desteklendi.
Aynı şekilde Bergama’da da bu olayların benzeri görüldü. Altın çıkarma konusunda yine Alman Vakıfları ve Dernekleri gelip çevre örgütü adı altında örgütleniyorlar. İstedikleri şey ise ‘Altını siz çıkarmayın, biz çıkaralım, biz kazanalım. Türkiye kendi ayakları üzerinde durmasın’. 3. Havaalanı ve 3.
köprünün yapılması, İstanbul Kanal Projesi’nin yapılması ve son olarak kamu da kıyafet serbestliği bu olayların büyümesinde ve uluslararası boyut kazanmasında asıl sebeplerdir.
Artık tüm yorumlar içerdeki embedded (iliştirilmiş) gazetecilerin, bu darbe girişimini planladığı yönünde yoğunlaşıyor. Bu durum Türkiye koşullarında çok doğal. Çünkü Türkiye’de basının yüzde 65’i Alman sermayesidir. Olayları yönlendirenler de büyük oranda bu sermayedir. 200 yıldır siyasete gerek
direk gerek dolaylı olarak müdahalede bulunan istenen kişinin atanmasını istenmeyen kişinin azledilmesini sağlayan bir güç söz konusu. Dolayısıyla Gezi olaylarını en başından beri kışkırtarak veren ve olayların büyümesinden en etkin rol oynayan Aydın Doğan ve medyası, bu kez de ismi açıklanmayan ekonomi
uzmanlarını devreye soktu. Tıpkı 28 Şubat sürecinde olduğu gibi... 2011’den sonra Erdoğan Havuz medyası kurup Ergenekoncuları ve Balyozcuları Silivri’den çıkartıp Alman Gladyo’sunun yeni adı Türk Göktürk’ü ile işbirliği yaptı. Ortadoğu’da büyük bir enerji savaşı yaşanıyordu.
Avrupa'nın enerji güvenliğini Rusya'dan kurtarmak için içinde İsrail, Katar, Suriye, Britanya, silah ve petrol endüstrisi bir Almanya ve ABD oyunu devreye sokulmuştu. Katar, Gazze, Irak, Suriye ve Kıbrıs'ta bulunan yeni gaz yatakları Kuzey Suriye'den geçecek boru hattı ile AB'ye taşınacaktı. Bütün meseleleri
budur. Gezi’de talep ettiği tavizleri alan Derin devlet, AKP’yi ele geçirmişti, artık yeni bir Gezi protestosuna ihtiyaçları kalmamıştı. Solcu gruplar Gezi’de kullanıldıklarını ancak 2015’de fark etti.
27 Eylül'de, Alberta Üniversitesinin düzenlediği "Bitmemiş Arap Baharı Davası" uluslararası konferansında Edmonton'da "IŞİD ve Gençleri Aldatma Taktikleri ve Stratejileri" başlıklı sunumumla ilgili panelde konuşmacı olarak katıldım. 4 yıllık akademik araştırmalarımın sonuçlarını açıkladım. Yyaınlanan iki kitabımda ise, bunları daha geniş biçimde belgeleriyle 300 kaynak kullanarak anlattım.
Akademisyenlere "IŞİD'in Sosyolojisi- İhanet Çemberi" ve düz okuyucu için "Global Süfyanın Mehdi Ordusu" başlıklı kitaplarımla kamuoyunu bilgilendirme görevimi yapmaya çalıştım...
Mantıksızlık olurdu ama bu kadar ihanet olmazdı. Erdoğan ve AKP'nin Vehhabi lere satılması enerji projesindendir. Kanada’da Kitchener’da Hollandalı komşuma IŞİD, Nusra ve AŞİH'i Erdoğan'ın neden desteklediğini bir gece uzun uzun anlattım. "Erdoğan rejmi de tıpkı IŞİD gibi kullanılıp bir paçavra gibi atılacak kuklalar" dedim. Zayıf Kürdistan'ı kurup petrol ve gaz işletim hakkı ve boru hattının iletim kontrolnde imtiyazlar alacaklar. Hollandalı komşuma kitaplarımda detaylı incelediğim konunun özetini anlattım. "Hitler'in ayrımcı, kinci ve nefret diline bizler engel olamadık, 50 milyon insan öldü, umarım Türkler bunu başarır, çünkü dünyanın kaderi sizin elinizde" dedi.
"PKK'nın Oslo'da başkanlık yolu için tek muhatap yapılması planı nasıl çöktüyse, Hitler'e dönen Erdoğan'ı da halkımız çöpe atmayı bilecektir" dedim. Hollandalı komşuma Osmanlı tarihinden Yavuz ve İdrisi Bitlisi'yi de anlattım: Kürtler ve Türkleri kimse ayıramaz, en Büyük Süfyan bile! Eğer TSK devreye girerse,
Suriye'de 2017'de çıkacak 3. Dünya savaşı öncesi, Kürdistan ve petrol, gaz boru hattı mücadelesi değişebilir. "Enerji eksenli vahim global plana ortak olan Erdoğan'ı 1 Kasım'da siyasi mevta yapacak ve yargılatacak süreç başlarsa, dünya savaşı çıkmaması için bir ihtimal daha var" dedim.
Hollandalı komşum, "2017'de ABD'de Cumhuriyetçiler iktidara gelene kadar IŞİD temizlenmeyecekse, daha çok insan mağdur olur demek ki!" dedi. Erdoğan'ın halen İslam dünyası lideri olduğunu sananlara şaşıyorum. El Kaida bağlantılı Tahşiyecileri bile savunan bir dengesizlik sergiliyor. IŞİD ile tüm dünyada
İslamfobiyi yayıp Batı'da Sünni Müslümanlığın yayılmasını engelleme de ayrı bir kuş Global Zındıka Komitesi için. IŞİD ve selefi militanların temizleneceği aşikar. Enerji hattı için halkı temizletip demografiyi değiştirdiler, petrolü hiç IŞİD’e ve Erdoğan’a yar ederler mi?
Hollandalı komşuma Erdoğan'ın bir Hitlere, AKP'nin bir Nazi partisine neden döndüğünü yolsuzluk ve medya düzeni ile anlatınca şaşakaldı. Global kumpas cılar yerli işbirlikçilerle herşeyi hesap etmişler, ancak Hizmet cemaatının bu kadar direnişli çıkacağını öngörememişler. Erdoğan'ın ulusal güvenlik sorunu
haline geldiğini anlamak için gazeteci veya akademisyen olmanıza gerek yok, bunu yaşayarak öğrendiniz.
Erdoğan ve AKP'nin Usame Bin Ladin’i ‘Mehdi’nin Komutanı’, El Kaideyi ‘Mehdi’nin askerleri’ olarak sunan Tahşiyecileri savunması resmen teröristliktir, teröre destek vermektir. Tahşiyeciler’i masum, Fethullah Gülen’i ise kumpasçı "terör örgütü lideri" olarak takdim eden bu saçma sapan iddianame sunulmuş ve kabul edilmişti. Hukukun kalmadığını gösteren gelişmeler 2010’dam beri olağan hale gelmişti. Alman Gladyosu ülkemizden ne istiyordu?
Global kumpascılar global enerji projesini yapmadan önce ülkemizin kahraman polis, savcı, hakim ve gazetecilerini Erdoğan ile susturuyorlardı. Erdoğan, PKK ve Suriye konusunda Hizmet cemaatının uyarılarını dinlemedi, ayrışma kaçınılmazdı, böyle ihanetlere göz yummak ihanettir. Kürtler ile Türkleri
keskin biçimde birbirinden ayırmadan Ortadoğu petrol, gaz, su rezervlerine konamayacağını anlamıştı global kumpascılar. "Selefi terör gruplarına destek vererek Kürdistana engel oluyoruz" diye milletimizi uyutan Erdoğan, barış süreciyle 2.5 yıldır PKK'yı güçlendiriyordu. Ülkemizin güvenlik sistemini
Erdoğan’a sıfırlattılar. Erdoğan'ın boğazına kadar battığı Suriye bataklığında Kürt sorununu büyütmesi, global proje eline teslim etmesi af edilecek bir ihanet değildir.
Rusya, İran ve Çin, Suriye'de Esad rejmini savunduğu için Erdoğan'ın devirme takıntısı anlamsızdı. Zaten Batılılar da devirmek istemedi. Suriye'de 12 milyon insanın dramı, 37 bin kadına tecavüz, 250 bin ölü, 200 bin yaralıda eline kan bulaşan Erdoğan, birde bunun üstüne silah ve militan ticareti ile Karun kadar servet edindi. Erdoğan'ın selefi terörü için Katar ve Suudilerden aldığı hibeler AKP'nin kapatılması için yeterli gerekçedir. Ergenekon bu zafiyetleri ve girdapta boğulan AKP fırsatını kaçırmadı. Cemaat ve tarikatleri, sivil toplumu, özgür medyayı, temiz Müslümanları yok edecek zındıka planını 28 Şubat sürecinden 10 kat daha ağır biçimde AKP’ye uygulatıyordu.
Erdoğan ve Fidan, MİT ile selefi terörü ihraç ederek ülkemizin itibarını dünyada beş paralık etti. Silah satışlarından ve selefilere militan toplanmasından ciddi rantlar sağladılar. Bu kara para ile herkesi satın alıp bir diktatörlük kurmaya yeltendiler. Oysa Selefi terör örgütleri militanlarının üçte biri Irak ve Suriye’de 10 hapishaneden toplandı, üçte biri eski Baas ordusu mensubudur, üçte biri 80 ülkeden uluslararası selefi network ile geldi. 20 bin kişi AKP yardımıyla sınırımızdan geçti, bunları tesbit edememek diye bir şey olamaz.
Erdoğan Suriye'de avcunu yalayacak, başarısızlığa mahkum bir selefi terörünü kurgulayanların oyuncağı oldu, istikbali için herkesi sattı. İsrail, Suriye'deki kaostan en fazla yararlanan devlet. Bölgede tehdit olacak bir ülke kalmadı, bölgenin enerji ve su kaynaklarını da sömürecekler. Suudiler Vehhabi rejimlerine tehdit olan İhvanı Müslim'i çok güvendikleri Erdoğan'a infaz ettirdiler. İsrail ile
Sisi'yi desteklediler. Ülkemizde ise İslam dinini dünyaya yüz akı ile sunan Hizmet hareketini yok etmeye çalışıyorlar.
Bu arada 12 milyon Suriyeli mülteciden soruna sebep olan Katar, Suudiler, Kuveyt ve Bahreyn bir kişi bile almadı. Petrol krallıklarını koruyorlar. Suudiler petrol fiyatlarını yüzde 30 indirdi, Rusya'nın zayıflamasını bekliyorlar ve böylece çıkacak bir savaşta Esad'a destek olacak mecali kalmasın istiyorlar.
Almanya, Yunanistan'ı resmen satın aldı, Kıbrıs'tan Ruslar kaçtı, zira bu boru hattında Almanya AB içinde dağıtım ve finans sorumlusudur. Müslümanı müslümana kırdırma taktiği izleyenlere destek veren Erdoğan, Katar ve Suudilerin iki dünyada da yatacak yeri yoktur.
Zulüm Büyüktür.
3 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR
***