Mücadelesi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Mücadelesi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

29 Ekim 2016 Cumartesi

Mehmetçiklerin “Gayret Sektörlerindeki” Mücadelesi: Dağlardan Notlar ve Ele Geçen Silahların Kısa Analizi:





Mehmetçiklerin “Gayret Sektörlerindeki” Mücadelesi: Dağlardan Notlar ve Ele 
Geçen Silahların Kısa Analizi:


Yazar: Abdullah Ağar
12 Ekim 2016 Çarşamba


Gece 03.30’da helikopterlerle doçkalarının üzerine inerek başlayan Çukurca Çağlayan bölgesindeki Han tepe- Seni Tepe – Dağbaşı Tepe ve Kale Tepe operasyonları genişleyerek devam ediyor. Sadece bu bölgede şu ana kadar PKK’nın dağ kadrosundan 267 terörist ölü olarak ele geçirildi.

Bu rakamlara PKK’lıların çekerek kaçırdıkları ve adı bilinmez yerlere gömdükleri ölü teröristler ve yaralıları dahil değil. Yapılan arazi aramalarında ‘kurda kuşa yem’ kaya yarıklarına sokuşturulmuş, uçurumlardan atılmış, 30-40 santim kazılan çukurlara gömülmüş teröristlere rastlanıyor.

Irak’a kaçırdıkları yaralı teröristler de bu rakamlara dahil değil, bu yaralılardan sonradan ölenler de...

Üreyen bu operasyon sonuçlarıyla PKK’nın varlık-iddia-güç ve propagandasını dayandırdığı DAĞ KADROSUNUN çok büyük bir darbe aldığı, moral çöküntüsüne girdiği, kış tertiplenmesine istediği gibi geçemediği ve bölge insanı üzerinde arzu ettiği baskı ve tehdidi tam oluşturamadığı anlaşılıyor.

Bugün itibariyle sadece Hakkari bölgesinde ölü ele geçirilen Dağ kadrosu terörist sayısı 387’ye ulaşmış durumda...

4 Ekim’de 2nci safhası başlayan Çağlayan bölgesi operasyonları Çilekli Tepe’ye (Kale Tepe ve Dağbaşı Tepe’nin güneybatısında) ve doğu uzanımındaki Kovan Tepe – Zengil Tepe –Handana Tepe bölgelerine doğru genişledi. Burada da komandolar tespit ettikleri temas sağladıkları teröristleri vurdu.

Burası Güven Dağının batıya uzanımında.

Bu operasyonlar sırasında Başyılan Murat Karayılan’ın PKK telsiz çevrimlerine girip konuştuğu tespit edildi. Bu konuşmalardan biri oldukça ilginç: “Oraları da kaybederseniz bölgedeki bütün kış tertiplenmeniz berbat olur.”

Kaybettiler.

PKK’lı teröristler ise, pek çok kereler “Mühimmatımız, yiyeceğimiz kalmadı” tarzında feveranlarda bulundular. (Ki bu konuşmalar, PKK’lıların telsiz çevrimlerinde öyle kolay kolay kullanmaya cesaret edebildikleri cümleler değil.)

Dağlardan Kısa Notlar:

PKK’nın IŞİD (DAİŞ-İLTÖ)’le savaşacağız yalanıyla yanına çektiği BİR İRANLI Mehmetçik’e dağda teslim oldu.

Kurduğu cümle ilginç:

Beni DAAŞ’la savaşacağız diye İran’da kandırdılar, buraya getirdiler.

Bu arada üç gün önce mühimmatlarıyla birlikte ele geçirilen 120’lik havan, Amerikan malı.

Mühimmatları gün yüzü görmemiş, pırıl pırıl.

Hadi PKK’nın elindeki ‘MENŞEİ BELLİ - VERENİ BELİRSİZ (!)’ Doğu Bloğu kökenli sofistike ve ağır silah sistemlerini (güdümlü uçaksavar-cornet ve tanksavar füzeleri-SA serisi ile doçkaları) anlıyoruz da, bunlar biraz (!) ayıp olmuyor mu?

Havan zaten çok etkili, bir de raylı sistem, dağın içinden. (Foto 1, 2, 3)

Bir de bu ve benzer havanları, hemen her gece sınırın öte yanına kurup dağlarındaki üs bölgelerimizi ateşe tutuyorlar. Peki, Mehmetçik’leri şehit eden küçük, ama çok etkili Amerikan yapımı el bombalarına ne demeli?

PKK’lı teröristler bir de bunları çorapla ya da sapanla çok daha uzağa atabiliyorlar.

Suriye ve Irak’taki Kızılderililerden (!) öğrenilen tam bir uzun bacaklı taktiği.

Hemen aklıma gerçek Kızılderililerin bir atasözü geliveriyor: “Eğer bir nehirde iki balık kavga ediyorsa, bilin ki oradan az önce uzun bacaklı bir İngiliz geçmiştir.”

Uzun bacaklı deyince, bu seferde aklıma Irak kabinesinde İngiliz pasaportu taşıyan en az 10 Iraklı bakan geliyor. Bir de İran-ABD ve İngiltere etkisi ve güdümündeki Irak Temsilciler Meclisinin aldığı Başika kararı.

Mehmetçik bu el bombalarından yüzlercesini ele geçirdi. Tabii bir o kadarını da tepesine yedi. (foto 4, 5, 6)

Bir de Drone meselesi var. Bizim Mehmetçikler dronelarını dağda tek tek uçurabilirken, PKK, 5 dronu aynı ayda uçurabiliyor. Hem de tek bir kumandayla. Bu sistemin Suriye ve Irak’ta görev yapan ABD Özel Kuvvetlerinin elinde olduğu biliniyor.

Acaba mı desem, acaba!

Ha, unutmadan fotoğraftaki bu arkadaş da günün sürprizi.

Fotoğraftan anlaşıldığı kadarıyla SİYAHİ BİR PKK’lı.

Mehmetçik Kale Tepe’nin eteklerine sermiş. Meskun mahal çatışmalarındaki yabancı uyruklu keskin nişancılardan sonra, bu da ilginç bir ölü terörist.

Bu teröristin ifşa olmaması için bizzat Başyılan Karayılan ile yavru yılan Fehmi Atalay’ın kesin talimat verdiği söyleniyor. Bu teröristin cesedini kaçırmak için teröristler, pek çok kere hamle yapmışlar. Ancak başarılı olamamışlar. Almaya gelenler de Siyahi Teröristin yanında kalakalmışlar! (foto 7)

Bir de fotoğraflarda görülen anti personel İtalyan mayınları eskilerinden çok farklı. Geçmiş yıllarda ele geçen İtalyanlar topuk kopartan cinsiydi, genellikle tek bir Mehmetçik’i şehit ediyordu. Bu İtalyan antipersonel mayınlar patladığında geniş bir alanı etkiliyor. Doğal olarak da o geniş alanın içindeki bütün Mehmetçikleri! (foto 8)

Bir söz de ele geçen PKK’lıların kimlikleri üzerine:

PKK’lılar kamplarına Yunan tanrısı Apollon’un ismini vermişler.

Marksist-Leninist-Ateist oldukları iddiasından sonra çok tanrılı Eski Yunan ekolüne geçmişler de haberimiz olmamış. (foto 9)

12, 7 mm’lik, 14, 5’luk gövde bölen doçkaları görmeye alışmıştık ya, şu çıkan 23, 5 mm’lik doçka azmanına ne demeli?

Doçka teröristlerin elindeki en etkili yatık mermi yollu uçaksavar silahı. Bir insana geldiği zaman gövdesini ikiye bölebiliyor. 

Bu silahı pek çok dünya ordusu kullanıyor. 

Çukurca operasyonunda ele geçirilen bu silah ise çok özel. 12,7 ya da 14,5 mm’lik terörist uçaksavarlarından çok daha büyük, çok daha etkili. Diğerlerin neredeyse dört katı büyüklüğünde çap çarpanına ve etkisine sahip.

(foto 10)

Ele geçen bu doçka uçaksavar da çok ilginç: Çift namlulu. (foto 11)

Bu çap ve kalibrelerde ‘12,7’lik-14,5’luk-23,5’luk’ onlarca doçka ele geçti.

Ele geçen yüzlerce roketi, bikisiyi, akbikiyi, kaleşi, M-16’yı, onbinlerce mermiyi, tonlarla anlatılan patlayıcıyı, binlerle anlatılan fünyeyi saymıyorum bile.

Özellikle binlerce fünye, BİNLERCE PATLAMA demek. Aynı İstanbul’da, Ankara’da, Antep’te, Diyarbakır’da, Maraş’ta, Elazığ’da, Van’da, Mardin’de, Diyarbakır’da olduğu gibi.
Bu silah şu ana kadar dağda hiç görülmemişti. 102 mm’lik çok namlulu terörist roketatar’ı. (ÇNRA)

Bölge hedeflerine karşı çok etkili. Hedefe oturduğunda çok büyük hasar ve zayiat verdiriyor. Özellikle ayakta olan hedeflere.

Pek çok mühimmatıyla birlikte ele geçirildi. (foto 12)

Buraya kadar geçmişken DSG-YPG’nin elindeki Amerikan Özel Kuvvetlerinin envanterinde bulunan ve PKK’nın Suriye uzantısı DSG-YPG’nin verildiği söylenen FGM-148 Javelin güdümlü tanksavar füze sistemlerine atıfta bulunmakta fayda var. Bu gelişmiş silah sisteminin özelliği parabolik uçuş yapması... Tankı ya da zırhlı/zırhlandırılmış aracı görünen en zayıf yerinden yani tepesinden vuruyor. Fotoğraf Suriye’den, YPG’nin Javalin’le vurduğu zırhlandırılmış bir DAAŞ bombalı aracını vuruşunu gösteriyor. (foto 13)

Öte tarafıyla bu güdümlü tanssavar füzeleriyle ilgili çok önemli bir sorunumuz daha var. Onlar da DSG-YPG’in elinde olan MİLAN tanksavar güdümlü füzeleri. Bu silahlar Fransız-Alman ortak yapımı. Membiç cebinde Fırat Kalkanı harekatını icra eden tanklarımızdan birinin bu silahla YPG tarafından vurulduğu iddia ediliyor. (foto 14)



11 Ekim 2016





































RESİMLER YAZARIMIZ IN FACEBOOK SAYFASINDAN ALINMIŞTIR

https://www.facebook.com/abdullah.agar.14/posts/10154617865753094


Kısaca PKK’nın elindeki Batı Avrupa ve ABD menşeili silah ve mühimmatlar terörle mücadelemizi birebir etkiliyor, Mehmetçiklerimizin şehit ya da gazi olmasına neden oluyor.

DAAŞ’la mücadele gerekçesiyle ya da maske mazeretiyle PKK’nın Suriye ve Irak uzantılarına verilen bu silahlar DAAŞ yerine Mehmetçik’e çevriliyor.

Doğu Bloğu menşeili silahlar onlarca yıldır terör örgütlerinin elinde kendini gösterirken, artık Batı menşeili silahlar da terör örgütlerinin elinde boy gösteriyor.

Hem de gözlerimizin içine baka baka.

Bu silahların envanterinin Batı ülkeleri tarafından çok iyi tutulduğu biliniyor.

Son Söz:

Yasadışı silahlı sol terör örgütü DHKP-C, 12 Mart 2016 tarihinde ‘PKK’lı kızlardan kurulu haremiyle görüntüleri medyaya yansıyan’ Duran Kalkan’ın doktrin babalığında (!) Kandil’de ilan edilen HBDH (‘sözde’ Halkların Birleşik Devrim Hareketi)’ne katılmayı reddetmişti.

Demişti ki DHKP-C; “Marksist-Leninist Anti Emperyalist olduğunu iddia edip de, Emperyalizmin menfaatlerine sonuna kadar hizmet eden PKK’nın kurduğu bu yapıya girmiyoruz.”

DHKP-C yasadışı silahlı sol bir terör örgütü olsa da, doğru söze ne denir?

PKK’nın Maksist-Leninist kılıflı bu sadakati karşılıksız kalmıyor.


http://www.21yyte.org/tr/arastirma/terorizm-ve-terorizmle-mucadele/2016/10/12/8511/mehmetciklerin-gayret-sektorlerindeki-mucadelesi-daglardan-notlar-ve-ele-gecen-silahlarin-kisa-analizi

1 Mayıs 2015 Cuma

Kadınların Eşitlik ve Özgürlük Mücadelesi



Kadınların Eşitlik ve Özgürlük Mücadelesi 



Galip Baysan
Pazartesi, Mart 09, 2015

Bu gün birisi çıkıp da bana “Size göre günümüz Türk ve İslam Dünyasının en büyük ve en önemli sorunu nedir?” diye sorsa vereceğim cevap öncelikle      “ Kadınlar ve Kadın Hak ve özgürlükleri” olacaktır. Ve ne yazıktır ki Türk ve İslam Dünyasında bu konunun önemini anlamış pek az insan mevcuttur. Bu ülkelerde kadın deyince akla hemen 90-60-90 rakamlarının kadını gelir. Oysa kadın denince ilk anda akla Anneler gelmelidir, çünkü her kadın bir anne veya anne adayıdır. Bu nedenle toplumda daima saygın bir yere, saygın bir değere sahip olmalıdır. 
Atatürk’ün bütün karşı çıkışları ve engelleri bertaraf ederek bir anda kadınlarımıza verdiği hak ve özgürlükleri elde etmek için Dünya kadınları yüz yıllarca uğraşmış ve çok büyük mücadeleler vermişlerdir. 8 Mart Dünya kadınlar gününü kutlarken ülkemizde ve bütün medeni âlemde bu kadınların mücadelelerinin en azından hatırlanmasının gerekli olduğuna inanıyoruz.  
 Dinde Reform Hareketinin ve Protestan Mezhebinin ünlü lideri Martin Luther “ Evlilik kutsanmış değil, dünyevi bir iştir” sözleri ile evlilik anlayışına yeni bir yorum getirmiştir. Martin Luther de masa başı sohbetlerinde “ Kadın evde oturmalıdır” sözleri ile klasik çizginin dışına çıkmamıştır.(1) Ondan bir şeyler bekleyen kadınlar hayal kırıklığı yaşamışlardır.
Rönesans’la birlikte büyük bir özgürlük akımı oluşmuşken, kadınla erkeğin arasında daha fazla eşitlik olabileceği düşünülüyordu. Ancak yine kadın hak ve özgürlükleri konusunda ciddi bir atılım yapılamadı ve Fransız İhtilaline kadar hiçbir gelişme olmadı.
Kadınlar 1789 yılında başlatılan ihtilal hareketi içinde aktif roller üstlendiler. Mevcut yasalar gereği oy verme hakları yoktu ve devrimci örgütlerin çoğuna kadın oldukları için kabul edilmiyorlardı. Önlerine çekilen bu kalın setleri aşmak için kadınlar kendi örgütlerini kurdular. Paris’te ve 30 kadarı taşrada kurulmuş olan “ Devrimci, Cumhuriyetçi Kadın Yurttaşlar Kulübü” böyle kurulmuştu.(2)

Bayan Concordet’in   çıkışından sonra erkek çocukların, kız çocuklar karşısındaki miras öncelikleri kaldırılıp, bu alanda eşitlik ilkesi benimsendi. 1792’de yasalarda boşanma hakkı tanındı. Ancak Cocordet’in giyotinle idam edilmesinden sonra önerileri unutuldu. 
Olympe de Gauges 1791 Eylülünde yayınladığı “Kadın ve Kadın Yurtdaş Hakları Bildirisi”nde isteklerini şöyle belirtmekteydi. “ Haklar bakımından özgür ve erkeklerle eşit doğan kadınlar, erkeklerin toplumda çekip ellerinden aldıkları doğal haklarından yararlanmalıdırlar. Kadınlar bütün haklarını elde etmedikleri sürece Devrim tamamlanmış olmayacaktır. Bildirinin onuncu maddesinde de şu ünlü sözü söyleyecektir. “İdam sehpasına çıkma hakkı olan kadının kürsüye de çıkma hakkı da olmalıdır.”   
    
 Aykırı fikirlerinden dolayı 20 Temmuz 1793’te tutuklandı, 2 Kasımda ölüme mahkûm edildi ve bir gün sonra giyotine gönderildi. Yıllarca peşinde koştuğu kürsüye çıkma hakkı kendisinden esirgenmişti ama sehpaya çıkma hakkı esirgenmedi.(3)
 Onunla birlikte yayınladıkları “Kadınların Hakları” Belgesine imza atan mücadele arkadaşı Rose Lacomb’un kadın hakları konusunda Meclise açtığı savaş da başarısızlıkla sonuçlandı ve Bayan Lacomb’un da başı sehpada giyotinle uçuruldu.(4)
Sehpada can veren kadın savaşçılardan biri de Madam Roland dı (1754–1793). 
1793 yılında diğer arkadaşları gibi o da sehpaya götürülürken söylediği şu sözler yıllarca hafızalardan silinmedi: “ Ey özgürlük senin adına ne cinayetler işleniyor.”
 Erkek devrimcilerin 30 Ekim 1793 yılında hazırladığı bir raporla kadın kulüpleri ve kadınların siyasi haklarını kullanmaları yasaklanmıştır. Yine de kadınların mücadelesi bazı önlemlerin alınmasına imkân sağlamıştır. Medeni hakların tanınması, mirasta eşitlik, gerektiğinde karşılıklı anlaşma ile boşanma bunlar arasındaydı.(5)
Devrimin birçok düşüncesi gibi, eşitlik anlayışı da kısa bir süre sonra hızını kaybetti. Ünlü Talleyrand “ Kız çocukları okullara ancak 8 yaşına kadar kabul edilebilir” derken; Napolyon Bonaparte döneminde yayınlanan “Medeni Kanun” da kadınları yeniden aile reisinin, yani erkeğin egemenliği altına sokacaktı.
 Kadın hakları konusunda en büyük mücadelerden birini bayan Germain vermişti.Ona en yakın insan şüphesiz babası, dönemin ünlü Maliye Bakanı Jacques Necker idi ve her fırsatta “Ben Nekerin kızıyım, ona layık olmaya çalışacağım” diye bundan gururla bahsederdi. Napoleona “Fikir korkağı” dediği duyulunca Napoleon da onun için “Onu ezeceğim, yok edeceğim” demişti. Bu tehditleri duyan Germain aldırmamış ve şu ünlü sözleri söylemişti: “ Haksız bir güce karşı direnmenin temelinde bir tür bedensel zevk yatar.”
 Kadınların oy hakkı ile siyasi haklardan mahrum edilmesini savunan fikirler çoğunluktaydı. Mesela ünlü düşünürler Adam Smith, Hegel, Kant, Rousseau ve Nietche’nin kuramları temelde birçok bakımdan birbirinden farklı olduğu halde, kadınlarla ilgili görüşleri açısından şaşırtıcı bir benzerlik gösteriyorlardı. Kadınların siyasi statüden yoksun bırakılmalarını; biyolojik doğalarına bağlı ve haklı görüyorlardı. Kadınların ruhsal yapılarının “ Yumuşak, boyun eğici, duygusal, us dışı” olduğunu dile getiriyorlar ve kadınların ev içi ile sınırlı kalmalarını ısrarla vurguluyorlardı.(6)
Haklar konusunda kadınlara açıkça destek veren ilk siyasi liderlerden biri, iktisatçı, filozof John Stuart Mill (1806–1873) olmuştu. 
Jeremy Bentham ve John Stuart Mill kadınların vatandaşlık haklarına sahip olmalarını savunmakta ve “İnsan ırkının bu yarısını, moral açısından erkeklere eşit” saymaktaydılar. J.S.Mill “Kadınların Boyun Eğmişliği”  ( Subjection of Women) başlıklı kitabında, kadınların oy hakkı kazanmalarını, hukuk sistemine dâhil edilmelerini, siyasal, medeni ve toplumsal tüm haklara toplumdaki tüm erkek vatandaşlarla eşit bir şekilde kavuşmalarını bir özgürlükçü talepler dizisi olarak sunmaktadır. O, Amerikan Bağımsızlık Bildirisinde “ doğuştan tabii haklar” olarak tanımlanan hakların yalnız bir tek cinse  (erkeklere) özgü olamayacağını ileri sürmekte, “ cinsiyet aristokrasisini” şiddetle reddetmekte, erkeklerin hukuk ve siyasal pratikte kadınlar üzerindeki iktidarlarını “Medenileşmiş toplumun sonuncu zorbalığı” olarak nitelemektedir.(7)
  Savaş sonunda Anayasa’da yapılan bir değişiklikle köleliğe son verilip(8), zencilere oy hakkı tanındığı halde bütün mücadelelerine rağmen kadınlar bu haktan yoksun bırakıldılar. Kölelere tanınan haklar annelerden esirgendi. (9)

Elisabeth Candy Stanton ve arkadaşları Newyork’ta yapılan  bir toplantıdan önce büyük bir hamleye daha imza attılar ve 1845 yılında “Kadınların İncilini”  ( Women’s Bible)’ı yayınladılar. Bu kitapta hemen hemen bütün tek tanrılı dinlerde ortak olan Âdem ile Havva öyküsü farklı bir şekilde yorumlanıyordu. Esasta Havanın davranışı Âdemin davranışından daha üstün bir değer taşıyordu. Yasak sadece Âdeme konmuştur ve o her şeyi sessizce izler, araya girmemiş ve eşini soğukkanlılıkla ele vermiştir. Bu kabul edilemez bir davranıştır ve cennetten kovulma olayının esas suçlusu Havva değil âdem’dir. Bu olayı (10) yorumlayanlar açıkça Havaya haksızlık yapmışlardır
1890 yılında kadınlar kendilerine karşı olan tutum ve davranışların ana nedeninin kutsal kitaplar olduğunu görünce, bu konuyu yeniden ele alıp meselenin üstüne gitmeğe karar verdiler ve “İncili gözden geçirme komitesi” ni kurdular. Bunun yanında aynı yıl kurulan “Amerikan Ulusal Kadın Oy Hakkı Derneği” ( National American Women Suffrage Association) ülkenin tümünde kurulan bölgesel örgütleri bir araya getirdi. 1903 yılında bir büyük hamle daha yapılarak “Oy Hakkı Uluslar arası Kadın Birliği” kuruldu. Böylece ABD’de sağlanan güç birliği sayesinde, 1914’den itibaren bir kısım Batı eyaletlerinde, 26.8.1920’den itibaren de bütün ülkede kadınlara oy verme hakkı sağlandı.(11)

DİPNOTLAR:

(1)    Server Tanilli: Fransız Devriminden Portreler, s.229–230 ( İstanbul–1995)
(2)    Necla Arat: Feminizmin ABCsi, s.24–25 (Simavi Yayınları)
(3)    Serpil Çakır: Osmanlı Kadın Hareketi, s.13 (İstanbul–1944) ;S.Tanilli, s.232; N.Bensadon, s.41–42  Serpil Çakır: Osmanlı Kadın Hareketi, s.13 (İstanbul–1944) ;S.Tanilli, s.232;   Ney Bensadon: Başlangıçtan Günümüze Kadın Hakları, s. 41-42  (İletişim Yayınları, İstanbul–1990)
(4)    S.Tanilli, s.232  
(5)    Norgand Kohlhagen: Dünyayı Değiştiren Kadınlar, s.30–31 (İstanbul–1993) 
(6)  N.Arat, s.17
(7)  Aynı Eser, s.20
(8)      “      “   ,s.32
(9)      “      “   ,s.33
(10)   Ney Bensadon: Başlangıçtan Günümüze Kadın Hakları, s.14 ( İletişim Yayınları İstanbul–1990) 
(11)    Aynı Eser, s.53–54 

Dr. M. Galip Baysan

http://haberguncel.blogspot.com.tr/2015/03/kadinlarin-esitlik-ve-ozgurluk-mucadelesi-galip-baysan.html

.