MEYDANA GETİREBİLECEĞİ SONUÇLAR etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
MEYDANA GETİREBİLECEĞİ SONUÇLAR etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

24 Ekim 2018 Çarşamba

ABD’NİN IRAK’TAN MUHTEMEL ÇIKIŞ SENARYOLARI VE BÖLGEDE MEYDANA GETİREBİLECEĞİ SONUÇLARIN

ABD’NİN IRAK’TAN MUHTEMEL ÇIKIŞ SENARYOLARI VE BÖLGEDE MEYDANA GETİREBİLECEĞİ SONUÇLARIN, U/A HARP VE HAREKÂT HUKUKU AÇISINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ 

Yazan: Mu.Yzb. Adem ARAS 



ABD’nin Irak’tan çıkış senaryoları çeşitli açılardan zaman boyutu ile değerlendirilebilirse de, hukuken bu senaryolardaki zaman boyutundan çok şekil boyutu önem kazanmaktadır. Bu kapsamda konuya Uluslararası Hukuk, Harp ve Harekât Hukuku ve Uluslararası Hukukta Kuvvet Kullanımı ile ilgili kısa bilgiler vererek başlamak istiyorum. 

1. Uluslararası Hukuk 

Uluslararası Hukuk egemen devletlerin karşılıklı rızaları ile oluşur. Uluslararası Hukuku oluşturan kaynaklar asli ve yardımcı kaynaklar olarak ikiye ayrılmaktadır. Asli kaynakları; uluslararası anlaşmalar, örf ve adet kuralları ve hukukun genel ilkeleri; yardımcı kaynakları ise, mahkeme kararları, doktrin ve hakkaniyet ve nısfet oluşturmaktadır. Uluslararası Hukukun etkinlik açısından iç hukuka nazaran bazı zayıf yönleri mevcuttur. İç hukukta egemenlik yetkisini kullanan devlet otoritesi, kanun koyucu yasama organı, mecburi yargı ve uluslararası kolluk gibi zorlayıcı bir kuvvetin olmaması Uluslararası Hukukun İç 
Hukuka nazaran zayıf yönlerini oluşturmaktadır. 

2. Harp ve Harekât Hukuku 

Harp ve Harekât Hukuku, silahlı çatışmaya başvurmanın meşruluğu (jus ad bellum) ve silahlı çatışma esnasında uyulması gereken kurallar (jus in bello) olarak iki başlıkta incelenebilir. BM sisteminde saldırı savaşlarının yasaklanması ile birlikte, silahlı çatışma ancak BM şartında belirlenen istisnalar dâhilinde hukuki olabilmektedir. Silahlı çatışma esnasında uyulması gereken kuralları düzenleyen silahlı çatışma hukuku ise çatışma esnasında şiddet kullanımını sınırlayan Uluslararası Hukukun bir dalıdır. 20’nci yy. başlarına kadar örf ve adet hukuku olarak uygulanan kuralların, bu tarihten itibaren yazılı hâle 
getirilmesi ile oluşan SÇH, çatışma sonrasında taraflar arasında kalıcı 
bir barışın tesis edilebilmesi için gerekli ortamı hazırlamak üzere düzenlemeler içermektedir. Silahlı Çatışma Hukuku, ihtilafın askerî gerekler ile insani gerekler arasında bir denge kurularak azami derecede insanileştirilmesini amaçlamakta dır. 

Silahlı Çatışma Hukuku kuvvet kullanmanın meşruluğu (jus ad bellum) konusu ile ilgilenmez. Her ne sebeple olursa olsun silahlı çatışmanın başlaması ile devreye girer ve bu çatışmanın etkilerini mümkün olduğunca azaltmak ve insani hâle getirmek için bazı düzenlemeler ortaya koyar. Silahlı Çatışma Hukuku birçok konuda düzenlemeler içermekle birlikte, Cenevre Hukuku olarak da tanımlanan bu kuralları 12 Ağustos 1949 tarihli Kara ve Deniz Harbinde Hasta ve Yaralılar ile Kazazedelerin Durumlarının İyileştirilmesi, Harp Esirlerine 
Yapılacak Muamele ve Harp Zamanında Sivillerin Korunmasına dair dört 
Sözleşme ile 8 Haziran 1977 tarihli Uluslararası Silahlı Çatışma Kurbanları ile Uluslararası Olmayan Silahlı Çatışmaların Kurbanlarının Korunmasına Dair Ek Protokoller oluşturmaktadır. 

3. Uluslararası Hukukta Kuvvet Kullanımı 

Kuvvet kullanma ile ilgili hukuksal ilkeler sürekli bir devinim ve değişim içinde olmakla beraber BM Antlaşması’nda çizilen çerçevenin hukuksal yapının temelini oluşturduğu, üzerinde mutabık olunan bir gerçektir. Uluslararası politikada yönlendirici konumundaki devletlerin özellikle ABD’nin bile kuvvet kullanımlarını bazen bu kurallara uymasa da BM sistemine uydurmaya gayret göstermesi bu yargının bir ispatıdır. 

BM Sözleşmesinin 2’nci madde 4’üncü fıkrası ilke olarak bir üye devletin, herhangi başka bir devletin toprak bütünlüğüne ve siyasi bağımsızlığına karşı kuvvet kullanmasını veya BM amaçları ile bağdaşmayan diğer herhangi bir tarzda tehdit veya kuvvet kullanımını açıkça yasaklamıştır. Üye devletler kuvvet kullanmaya ilişkin yetkilerinden Güvenlik Konseyi lehine feragat etmişlerdir. 

BM sözleşmesi çerçevesinde kuvvet kullanımına yalnız iki durumda müsaade edilmiştir: 

. Güvenlik Konseyi kararı ile (Madde 39, 41, 42) 
. Meşru müdafaa çerçevesinde (madde 51) 

BM Sözleşmesi kuvvet kullanımını sınırlandırmasına rağmen, Uluslararası Hukukta bu konuyla ilgili yeni yorum ve gelişmeler söz konusudur. 

a. BM Kararı ile Kuvvet Kullanma 

BM kararı ile kuvvet kullanımı Güvenlik Konseyi’nin yetkisindedir. 
Barışın tehdidi, bozulması ve bir saldırının tespiti durumunda Güvenlik 
Konseyi kuvvet kullanımı da dâhil olmak üzere zorlayıcı tedbirler uygulanmasına karar verebilir. 

BM’nin barış için birlik kararı doğrultusunda istisnai hâllerde Genel Kurul da kuvvet kullanımı dâhil olmak üzere zorlayıcı tedbir kararı alabilmektedir. 

b. Meşru Müdafaa 

Meşru müdafaa BM Sözleşmesi’nin 51’inci maddesinde düzenlenmiştir. Münferit olabileceği gibi müşterek (kolektif) olarak da kullanılabilen bir haktır. Bir müdahalenin meşru müdafaa sayılabilmesi için silahlı bir saldırının varlığı, bu saldırıyı defetmek için kuvvet kullanımına gereklilik ve kullanılan kuvvette orantılılık ile bu hakkın BM Güvenlik Konseyi gerekli tedbirleri alana kadar kullanılması gerekir. 

(1) Erken Meşru Müdafaa 

Erken meşru müdafaa, potansiyel bir tehlikeye karşı girişilen bir harekât değildir. Başlamış bir saldırı henüz hedefine ulaşmadan müdahale etmek, yani saldırgandan hızlı davranmaktır. 

(2) Önleyici Meşru Müdafaa 

Uluslararası Hukukta meşru müdafaa kavramına eklenen yeni bir yorumdur. Çok yakın bir gelecekte hedef devletin hayati ve millî menfaatlerine yönelik ağır sonuçlar doğurabilecek bir silahlı saldırı ihtimali olabilir. Barışçı bir çözüm yolu yoksa ve başka da bir seçenek kalmamışsa; silahlı saldırı başlamamış bile olsa meşru müdafaa amacıyla kuvvet kullanılabileceği ileri sürülmektedir. Önleyici 
(preemptive) meşru müdafaa olarak adlandırılan bu durum, uygulayan devletin amacı açısından öznel olabileceği için, Uluslararası Hukukun henüz kabul görmüş bir ilkesi değildir. 

c. İnsani Amaçlarla Müdahale 

Birleşmiş Milletler GK kararı olmadan insani amaçlarla askerî müdahale kavramı NATO’nun Kosova operasyonu sonrasında ortaya çıkmıştır. “Koruma yükümlülüğü” olarak da adlandırılmaktadır. İnsani amaçlarla müdahale insanların yaşamasını temin ve can güvenliğinin korunması sorumluluğu demektir. 

 Güvenlik Konseyi’nin aldığı zorlayıcı tedbirler durumu kontrol altına almayı veya sorunu çözmeyi başaramayabilir. İlgili devlet bu konuda aciz ve/veya isteksiz kalabilir. Güvenlik Konseyi kuvvet kullanma kararı alamayabilir. Bu durumda devletler topluluğunun diğer üyeleri insani amaçlarla bir müdahalede bulunabilir. Bu yorum Uluslararası Hukuk açısından genel kabul görmüş bir ilke değildir. Böyle bir durumun meşruiyeti ancak zımnen kabul görmesi ile olabilir. Kosova operasyonu bu duruma en güzel örnektir. 

4. ABD’nin Irak’a Müdahalesi 

Irak’ın silahsızlanma programının BM bünyesinde oluşturulan denetim birimleri aracılığıyla uluslararası bir denetime tabi tutulmasında 1998 yılından beri bir ilerlemenin sağlanamaması, sonuçta, 8 Kasım 2002 tarihinde kabul edilen 1441 (2002) sayılı GK kararıyla bu denetimin yeniden canlanmasına yol açtı. ABD ve İngiltere, Konsey kararının Irak’a karşı kuvvet kullanma niteliğinde zorlayıcı tedbirlerin de uygulanabilmesi olanağını verdiğini savunurken; Fransa, Rusya ve o dönemde Konsey üyesi olan Almanya, öncelikle 687 (1991) sayılı kararda ve daha sonraki Konsey kararlarında belirtilen uluslararası denetim faaliyetinin sonuçlarının kesin bir şekilde görülmesine yönelik bir politikayı savunuyor ve tartışılan Konsey karar tasarısının da bu çerçevede bir yetki vermesinde ısrar ediyorlardı. 
ABD ve İngiltere’nin “gerekli tüm araçları kullanma” konusunda yetki verilmesi önerisi konseyde kabul görmemiş 1441 (2002) sayılı karar metninde mutabık kalınmıştır. 

Bu kararın sondan bir önceki paragrafında, Irak’ın, süregelen bir biçimde yükümlülüklerini ihlal etmesi nedeniyle ciddi sonuçlarla karşılaşacağı konusunda, Konsey tarafından defalarca uyarıldığına, bir kez daha dikkat çekiliyordu. 
Bu paragraf, ABD ve İngiltere tarafından, Irak’a karşı kuvvet kullanma 
yolunu açan bir yetki dayanağı olarak yorumlanmış, ancak bu yorum tarzı Güvenlik Konseyi’nde ve uluslararası toplumda kabul görmemiştir. 
Konsey önündeki bu durumun netleşmesiyle ABD, İngiltere, İspanya ve Portekiz’in Azor Adalarında yaptıkları zirve toplantısı sonrasında, başta ABD olmak üzere, bu devletlerin “egemen yetkileri”ne dayanarak gerekli zorlayıcı tedbirlere başvuracakları belirtilmiş ve ABD ile İngiltere 20 Mart 2003 tarihinde, Irak’a karşı askerî harekâtı başlatmışlardır. 

Bu hâliyle ABD ve koalisyon güçlerinin Irak’a karşı kuvvet kullanmalarını BM şartı istisnaları kapsamında meşru bir temele dayandırmak mümkün gözükmemektedir. İlk olarak olayda Irak’a karşı kuvvet kullanılmasına ilişkin başta BM Güvenlik Konseyi olmak üzere BM’nin hiçbir organı karar almamıştır. İkinci olarak olayda meşru müdafaa şartları da mevcut değildir. Çünkü Irak, ABD ve koalisyon güçlerine karşı herhangi bir saldırıda bulunmamıştır. Ayrıca konuya Irak’ın elinde kitle imha silahlarının 

bulunduğu iddiası açısından bakacak olursak da, Uluslararası Hukukta muhtemel bir saldırıya karşı meşru müdafaa hakkının kullanıldığı iddiasıyla kuvvet kullanılması kabul edilmemiştir. 

Konuya ABD ve koalisyon güçlerinin Irak halkını özgürleştirme iddiaları açısından baktığımızda da operasyonu hukuki açıdan meşru bir temele dayandırmak mümkün değildir. Bugün yürürlükteki Uluslararası Hukukta bir devlet içerisinde gerçekleşen insan hakları ihlallerine yönelik olarak diğer devletlerin insani müdahalede bulunabileceğine ilişkin genel kabul gören herhangi bir kural bulunmamaktadır. 
Silahlı Çatışma Hukuku açısından bu müdahale incelendiğinde, hukuki meşruluğu bir yana, işgalin fiilen başladığı 20 Mart 2003’ten itibaren, ABD’nin taraf olduğu Cenevre Sözleşmelerine uyma zorunluluğu vardır. Bu kapsamda savaş dışı kalanlar ile harp esirleri ve sivillere muamele konusunda sözleşmelerle kabul edilen insani standartlara uyma yükümlülüğü vardır. Ancak tüm dünya kamuoyunun gözleri önünde cereyan ettiği gibi ABD’nin bu sözleşmelere uyduğu söylenemez. ABD’nin UCM statüsünü Irak’a müdahalesi öncesinde 31 Aralık 2000 tarihinde, Bill Clinton döneminde imzalaması, sonrasında ise 6 Mayıs 2002 tarihinde Bush yönetimi esnasında geri çekmesi; BM Güvenlik Konseyi’nden 1422 sayılı kararı çıkartarak, ABD vatandaşı barış gücü askerleri ve personelinin geçici olarak yargı kapsamı dışında tutulmasının sağlanması ve ABD vatandaşları nın UCM’ye iade/teslim edilmesinin önlenmesine hizmet eden ve dokunulmazlık veya madde 98 antlaşmaları olarak da adlandırılan iki taraflı uluslararası antlaşmalar yapması, silahlı çatışma hukukuna saygı derecesini göstermektedir. 

5. ABD’nin Irak’tan Çıkış Senaryoları 

ABD, uluslararası kamuoyunun büyük çoğunluğu tarafından başlangıçta hukuka aykırı bulunan Irak’ı işgalini, BM sistemindeki etkinliği sayesinde 1483 sayılı kararı 

çıkartarak tanıtmış, 1511 sayılı karar ile işgal dönemi ile ilgili düzenlemeleri yapmış ve nihayet 1546 sayılı karar ile de işgali BM nezdinde hukuki hâle getirmiştir. Bundan sonraki süreçte de faaliyetlerini hukuki zeminde sürdürme eğilimi beklenmelidir. Bu kapsamda söz konusu senaryoları Uluslararası Harp ve Harekât Hukuku açısından şu şekilde değerlendirebiliriz. 

a. Birinci Senaryo (ABD 2005 Yılı Sonuna Kadar Irak’tan Çıkmaz) 

BM Güvenlik Konseyi’nde alınan 1546 sayılı kararın müzakereleri sırasında yetki devrinin yapılacağı Irak'ta, işgal sona ererken, egemenlik tam ve eksiksiz olarak yeniden Iraklılarca tesis edilirken, kendi yapılarını güvenlik sebebiyle oluşturamayan bir devlet nasıl olacak da çok uluslu güçle birlikte yaşayacak?" sorusu en önemli sorun olarak ortaya çıkmıştır. 
Sonunda, Irak Geçici Hükümet Başkanı İyad Allavi ve ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell bu konuda uzlaştıklarını açıklayan ayrı ayrı yazılmış mektuplarını Güvenlik Konseyi üyelerine göndermişler dir. Allavi mektubunda, yetki konusunda anlaştıklarını, operasyonlarla ilgili kararların Iraklı bakanlar ve çok uluslu gücün komutanları tarafından oluşturulacak "Ulusal Güvenlik Konseyi Komitesi"nde alınacağını belirtmiştir. Powell da, düzenlenecek her operasyon öncesinde 

Iraklıların fikrinin sorulacağı konusunda söz vermiştir. Bu karar neticesinde 28 Haziran 2004 tarihinde Irak’ta yönetimi Geçici Hükümet devralmıştır. 
Bu prosedür sonucunda Uluslararası Hukuk açısından işgalin sona erdiği ve Irak’taki ABD güçlerinin yerel otoritenin daveti üzerine orada bulunan güçler hâline geldiği 

değerlendirilebilir. Yine Uluslararası Hukuk açısından ABD’nin 2005 yılı sonuna kadar kalan sürede, BM nezdinde yeni bir girişimle buradaki güçlerinin statüsünü değiştirecek veya görevi uluslararası örgütlere devredecek bir karar tasarısı çıkarması beklenmemektedir. Silahlı Çatışma Hukuku açısından ise Irak’taki durum niteliği uluslararası veya uluslararası olmayan mahiyette olsun bir silahlı çatışmadır. Bu nedenle Cenevre Sözleşmelerine taraf olan ABD güçlerinin eylemlerinin bu sözleşmelere, örf ve adet hukuku kurallarına uygun olması gerekir. Ancak ulusal ve uluslararası basından takip edilen haberler doğru ise, bu güçlerin Irak’ta sözleşme hükümlerinde ağır ihlal olarak belirlenen davranışları sergiledikleri ifade edilebilir. 

b. İkinci ve Üçüncü Senaryo (ABD 2006 Yılından İtibaren Kademeli Olarak Irak’tan Çıkar/ABD Irak’tan Çekilebilir Ancak Bölgeden Çekilmez) 
ABD’nin gerek iç ve gerekse uluslararası kamuoyu baskısı ve ülkesel çıkarları nedeniyle Irak’taki direnişin boyutları ne olursa olsun, Vietnam benzeri bir kaçışla bölgeden ayrılması uzak bir ihtimaldir. 
Bunun yerine, gerekli şartlar olgunlaştıktan sonra yetki devirleri ile kademeli olarak çekilme yönünde bir hareket daha kabul edilebilir ve hukuki gözükmekte dir. Bu kapsamda hukuka uygun bir geri çekilme için Irak içindeki görevlerini uluslararası örgütlere (NATO, Arap Ülkeleri Birliği) veya BM Barış güçlerine bırakmak için gerekli altyapıyı oluşturmaya çalışacağı değerlendirilmelidir. Bu amaca yönelik olarak kamuoyunu hazırlamak için gerekli zaman da mevcuttur. 

ABD, Irak’ta Anayasanın hazırlanarak daimi hükümetin kurulması sonrasında, bu hükümetle yapılacak kuvvetlerin statüsü benzeri bir anlaşma ile Irak’taki güçlerini kademeli olarak geri çekebilir. Yine bu tür anlaşmalar ile Irak’ta daimi üslenmesine imkân verecek kazançlar sağlayabilir. 
Daimi hükümetin göreve başlaması ile ABD’nin buradaki etkin kontrolünün de son bulacağı değerlendirilebilir. Silahlı Çatışma Hukuku açısından ise önem arz eden husus işgalin fiilen bitiş zamanıdır. 
Bu süre içerisinde sözleşmeler tarafından korunan kişiler (siviller, savaş esirleri, savaş dışı kalanlar) bu koruma haklarından aynı şekilde yararlanacaktır. NATO’nun İstanbul zirvesinde Irak güvenlik güçlerinin eğitiminin ittifak tarafından yapılmasına yönelik karar, ABD’nin Irak’tan kademeli çekilme yönündeki faaliyet takviminin ilk adımlarından biri olarak değerlendirilebilir. 

6. Sonuç 

Bölge açısından, ABD’nin aynı gerekçeleri kullanarak terörle topyekûn mücadele kapsamında, Suriye ve İran’a yönelik müdahale çabaları olabilir. Ancak, Irak konusunda yaşananlar sonrasında uluslararası kamuoyunu ve BM’yi, bu yönde ikna etmesi ve bu müdahaleleri aynı rahatlıkla yapabilmesi mümkün gözükmemektedir. 

Irak’ın federatif yapısının ABD güçlerinin çekilmesi sonrasında gevşeyerek dağılması ve müteakiben bölgede bir Kürt devleti kurulması ihtimali ile bu kapsamda ortaya çıkması muhtemel çatışmaların hukuki statüsüne yönelik gelişmelerin, bölgede istikrarı olumsuz etkileyeceği değerlendirilebilir. 

Uluslararası hukuk gibi sürekli gelişen bir alanda bugün hukuka uygun gözükmeyen bazı şeyler, hukukun evrimi sayesinde çok kısa süre içerisinde hukuksal hâle gelebilmekte, gelişen hukuk bugünün standartlarını tamamıyla değiştirebilmektedir. ABD’nin terörle topyekûn savaş kapsamında sıklıkla başvurduğu önleyici meşru müdafaa kavramının uzun vadede bir uluslararası örf ve adet kuralı hâline gelmesi de beklenebilir. 


***