Patriot füze etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Patriot füze etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

16 Temmuz 2019 Salı

HAVA SAVUNMA SİSTEMİ TÜRKİYE İÇİN ACİL İHTİYAÇ.,

HAVA SAVUNMA SİSTEMİ TÜRKİYE İÇİN ACİL İHTİYAÇ.,


Hava Savunma Sistemi Türkiye İçin Acil İhtiyaç 

Mustafa KİBAROĞLU 
09 Nisan 2019 


   Türkiye epeydir yerli-milli bir savunma sanayii oluşturmaya, bağımlılıktan kurtulmaya çalışıyor. Bu konuda bu kadar gecikmiş olmamızın sebeplerini eksik 
demokrasi tarihimizde aramak gerekir. Her on yılda bir askere darbe yaptırılan, bütçeden en büyük payı aldığı halde hiçbir silahını üretemeyen güdümlü bir 
NATO ülkesi iken şimdi tankını tüfeğini kendisi yapıyor. 
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın koyduğu hedef “2023’e savunma sanayiinde tam bağımsız girebilmek”.

 Zaruretin aciliyeti hava savunma sistemleri mevzuunda görüldü son olarak. Batılı müttefiklerimiz hava savunma sistemlerini Türkiye’ye hem satmadı hem de ülkenin belli bölgeleri hava saldırılarına açık iken Çin ya da Rusya’dan alınması fikrine itiraz etti.

Tehdit artarken Türkiye de kararını verdi. PKK’yı ağır silahlarla donatan ABD, Rus yapımı S400 füzelerinin alımıyla ilgili “endişeliyiz” derken Cumhurbaşkanı 
Erdoğan imzaların atıldığını ifade etti bile.

Peki, tüm bu süreçler nasıl yaşandı, S400’lere ihtiyacımız mı, NATO sistemine entegrasyonu mümkün mü, MEF Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası 
İlişkiler Bölüm BaşkanıProf. Dr. Mustafa Kibaroğlu ile konuştum.

Kitle imha silahlarının yayılmasının önlenmesi ve uluslararası güvenlik konularında çalışan Kibaroğlu Ocak 2006 - Ocak 2013 tarihleri arasında Genelkurmay Başkanlığı bünyesinde kurulan NATO Terörizmle Mücadele Mükemmeliyet Merkezi’nde danışmanlık yaptı. 2016’dan bu yana da ROKETSAN’da bilim grubu üyesi.

Türkiye’nin gerçek anlamda bir “hava savunma sistemine” ihtiyacı var mı? 

Tüm canlılarda savunma en temel içgüdülerden biridir. 
Dolayısıyla, tarih boyunca insanların topluca yaşadıkları ortamları savunmak için önlem almaları en doğal davranışlardan biri olmuştur. Günümüzde, modern ulus devlet yapılarında da savunma en öncelikli konulardan biri olmaya devam etmektedir. 
İçinde bulunduğumuz uluslararası sisteme, yani devletlerin birbirleriyle olan ilişkilerine baktığımızda, birçoğunun bir ya da daha çok ülke ile sorunları  olduğunu görebiliyoruz. Uluslararası ilişkilerde yaşanan sorunların çözümü için devletlerin temel olarak iki yönteme başvurdukları gözlemlenmektedir. 

Bunlardan bir tanesi siyasi çözüm yöntemidir. Bir diğer deyişle diplomasinin ve uluslararası hukukun araç ve yöntemlerini kullanarak belli noktalarda anlaşmak suretiyle tarafların sorunun çözümü konusunda mutabık kalmasıdır. Bir diğer yöntem ise, diplomatik girişimlerden sonuç alınamaması sonrasında, ya da diplomasiye hiç başvurulmadan doğrudan, askeri güç kullanılması yoluyla tarafların amaçlarına varmak istemesidir. Dolayısıyla, her devlet, tarihin 
herhangi bir döneminde, diğer devletlerle olan ilişkilerinin herhangi bir safhasında kendisine karşı askeri güç kullanılması yoluna gidilebileceğini hesaba 
katarak önlemler alır. Bu önlemlerin bir kısmı sahip olunan değerlerin korunmasına yönelik savunma sistemlerinin kurulmasını gerektirir. 

Ülkelerin, bu sistemlerin neler olması gerektiğini doğru bir şekilde belirleyebilmeleri için de tehdit değerlendirmesi yapmaları gerekir. Tehdit değerlendirmesini yaparken dikkat edilmesi gereken en önemli husus diğer ülkelerin sahip oldukları askeri imkan ve kabiliyetler ile niyetleridir. Hangi ülkenin sizin devletinize karşı ne gibi niyetleri olabilir ve hangi imkan ve kabiliyetlere sahiptirler, bunları çeşitli istihbarat yöntemlerini kullanarak bilmek zorundasınız.

HAVA SAHAMIZI 360 DERECE SAVUNMAK ZORUNDAYIZ

Türkiye'nin savunması bakımından durum nedir? 

Türkiye’nin savunması konusunda da, yakın çevremizden başlayarak uluslararası sistemde şu ya da bu düzeyde ilişkide olduğumuz ülkelerin bizimle ilgili ne 
gibi niyetleri söz konusudur ve hangi imkan ve kabiliyetlere sahiptirler bunlara bakmak lazım. Bu tespitleri yaptığımızda, fazla uzağa gitmeye gerek yok, 
daha sınırlarımızın hemen ötesinden başlayan coğrafyada bir çok ülkenin oldukça donanımlı hava gücüne, yani uçaklara, balistik füzelere ve seyir füzelerine sahip olduklarını görebiliyoruz. Bu durum Türkiye’nin sadece doğu ve güneydoğu komşuları için değil, adeta 360 derece tüm komşularımız için geçerli dir. 

Yakın komşularımızın Türkiye ile ilgili niyetlerini de aklımıza getirdiğimizde, sahip oldukları imkan ve kabiliyetleri hesaba kattığımızda, ortada dikkate alınması gereken bir tehdit olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.Devleti yönetenler, tehditler karşısında “bir şey olmaz” mantığı ile değil, “ya olursa” prensibi ile hareket etmek zorundadırlar. Dolayısıyla, karşı karşıya bulunulan tehdidin bir boyutu diğer ülkelerin sahip oldukları hava gücünden kaynaklanıyorsa, 
bu durum karşısında muhakkak önlem alınması gerekir.

Türkiye’nin hali hazırda sahip olduğu kısıtlı sayıda ve kısıtlı kapasitede hava savunma sistemleri bulunmaktadır. Ancak, sahip olunan sistemler, güncel ve 
gelecekteki tehdidin boyutları dikkate alındığında kesinlikle yeterli olamayacağı açıktır. İşte tam da bu sebepledir ki, Türkiye aslında oldukça uzun bir süredir 
kapsamlı hava savunma sistemi kurmak çabası içindedir.

 HAVA SAVUNMA İHTİYACIMIZ ACİL 

Acil bir ihtiyaç mı bu? 

Aciliyet de sonuç itibarıyla göreceli bir kavramdır. Esas bakılması gereken, potansiyel tehdit aktüel hale geldiğinde, yani bir saldırıya uğradığınızda, 
o saldırıya karşı koyabileceğiniz savunma sistemleri yerli yerinde midir, yoksa, değil midir? Biraz önce bahsettiğim, tehdidi oluşturan iki temel unsurdan 
biri olan niyetlerin tespit edilmesi ve buna dayalı olarak bir öngörüde bulunulması son derece zordur. En gelişmiş istihbarat toplama imkanlarına sahip ülkeler dahi, kendilerine tehdit oluşturduğunu bildikleri aktörlerin ne zaman, nerede ve ne kapsamda bir saldırıda bulunacaklarını tespit etmeleri her 
zaman mümkün olmamıştır. Bu sebepledir ki, uluslararası güvenlik ve askeri tarih literatüründe “sürpriz saldırı” en önemli konu başlıklarından biri olmuştur. 

Türkiye’nin hemen güneyinde uzun yıllardır yoğun çatışmalar devam etmektedir. Bu süreçte topraklarımıza yönelik bir kısmı hava unsurlarının kullanıldığı 
saldırılar ya da tacizler olmuştur. Bundan sonra da olmasının kuvvetle muhtemel olduğunu düşünmek abartılı olmayacağına göre, Türkiye’nin hava savunma 
ihtiyacının acil bir ihtiyaç olduğunu söylemek de yanlış olmayacaktır.

1991'DEN BERİ ARAYIŞ İÇİNDEYİZ

Türkiye ilk ihaleye 2013’te çıktı. Jeopolitik açıdan, çalkalanıp duran bir coğrafyanın tam ortasında ve 90 sonrası güney sınırımız fiilen tehdit üretiyor 
olsa da vaktiyle Rusya, Yunanistan daha öncelikli olarak tehdit algısı üreten komşularımızdı. Sorum şu; güvenlik ihtiyacı bu kadar yüksek bir ülke iken
“hava savunma sistemi sahibi olmayı istemek” için neden 2013’ü bekledik? 

Az önce söylediğim gibi, Türkiye çok uzun yıllardır hava savunma sistemlerine sahip olmak için girişimlerde bulunmuştur. En azından 1991 Körfez Savaşı’na 
kadar geri gidebiliriz. O savaş sırasında Saddam Hüseyin yönetimindeki Irak’ın işgal ettiği Kuveyt’i kurtarmak için bölgeye gelen ve büyük çoğunluğunu 
Amerikan askerlerinin oluşturduğu Koalisyon Kuvvetleri’nin konuşlandırıldığı Ürdün’e, Suudi Arabistan’a ve hatta İsrail’e Irak’ın attığı SCUD füzelerine karşı 
Amerikan Patriot hava savunma sistemlerinin kullanılması tüm dünyanın dikkatini çekmişti. Bu tarihten itibaren, Türkiye olarak, hem NATO içinde, hem ikili düzeyde askeri stratejik ilişkilerimizin olduğu Amerika’dan Patriot hava savunma bataryalarını almak için girişimlerde bulunduk. Türkiye ile ABD arasında süren görüşmelere, 1990’lı yılların ortalarında Türk-İsrail ilişkilerinde hızlı gelişmeler kaydedilmesi ve askeri boyutun bu ilişkilerde ön plana çıkmasıyla, İsrail de dahil oldu ve İsrail-ABD ortaklığında geliştirilen “Arrow-II” adlı hava savunma sistemi geliştirme projesine Türkiye’nin de dahil edilmesi olasılığı gündeme geldi. Ancak, bu konuda uzun yıllar süren görüşmelerden bir sonuç alınamadı.

BATI, TÜRKİYE'YE NEDEN SİLAH SATMIYOR? 

Başta ABD olmak üzere müttefikimiz olan Batılı ülkeler Türkiye’nin temel bir güvenlik ihtiyacını, -üstelik “neyse parası verilecek” olmasına ve silah sektöründeki rekabetin şiddeti ortada iken- karşılamak konusunda neden bu kadar isteksiz? ABD ve diğer müttefik Batı ülkelerinin hava savunma sistemi satmamasının, tabiri caizse ayak sürümesinin sebebi nedir? Türkiye teknoloji transferi de istediği için bir tür teknolojik kıskançlık mı? Bir süre sonra kendi hava savunma sistemini kurarak kendilerine bağımlılıktan çıkacak olmasından kaynaklı bir kar-zarar hesabı mı?

Öncelikle şunu belirtmek isterim ki, Türkiye’nin hava savunma ihtiyacını karşılamak yönünde girişimlerinde belirleyici unsur, satın alınması düşünülen 
sistemlerin fiyatından ziyade, ülkemize sağlayacağı hava savunma yeteneği ve en az onun kadar önemli olan, alınacak sistemlerin zaman içinde teknoloji 
paylaşımı ve ortak üretim yoluyla Türkiye’de de üretilmesi idi. Sanırım, girişimlerimizden sonuç alınamamasının bana göre belirleyici sebebi bu yöndeki 
ısrarlı ancak haklı talebimizdi.

TEKNOLOJİK SIR PAYLAŞMAK İSTEMİYORLAR

Nasıl? 

 Örnek vermek gerekirse, önceki sorunuza cevap verirken bahsettiğim “Arrow-II” projesinde Türkiye’nin, beklenenin aksine, yer alamamasının ardında, 
gerek İsrail’in, gerek ABD’nin Türkiye ile en ileri seviyedeki bilim ve teknolojinin kullanıldığı silah sistemine ait sırları paylaşmak istememesi olduğu söylenebilir. Bu konuda Amerikalı yetkililer, ABD’nin değil asıl İsrail’in Türkiye ile teknoloji paylaşımı konusunda çekinceleri olduğunu ifade ederken, İsrailli yetkililer de asıl ABD’nin böyle bir paylaşım konusunda çekinceleri olduğunu vurgulamaktadırlar. 

Türkiye, müttefiklerinin benzer tutumuna, 1960’lardan itibaren nükleer güç santralleri kurmak istediğinde da maruz kaldı. Türkiye’nin sivil nükleer alanda bilimsel ve teknolojik kazanımlarını, zaman içinde özellikle Pakistan ile işbirliği yaparak askeri kullanıma çevireceği endişesini Batılı dostlarımız her dönemde yaşamışlardır ve ne yapıp edip Türkiye’nin bu yöndeki girişimlerinin sonuçsuz kalmasını sağlamışlardır. Nitekim, Türkiye nükleer alanda da, Batı’dan umudunu kesince Rusya ile işbirliği yapma yoluna gitti. Bu konu muhakkak ayrıca tartışılmalı.

YUNANİSTAN'IN S300'LERİ 


Yunanistan’ın yine Rusya'dan satın aldığı S300 kullanımına izin varken Türkiye’nin S400 alımı neden sorun oluyor? 

Öncelikle bir konuyu netleştirmekte yarar var. S-300 bataryasının Yunanistan’ın askeri envanterine girmesi, 1997-98 yıllarında, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin Rusya’dan bu silah sistemini almakta ısrar etmesinin karşısında Türkiye’nin kararlı bir duruş sergilemesi sebebiyle, çözüm olarak bataryanın Yunanistan’ın Girit Adası’na yerleştirilmesi sonucu olmuştur. Türkiye bu konuda müttefiklerini olası bir çatışmaya tırmanabilecek bu girişim hakkında birçok kez uyardı ancak pek de sonuç alınabildiğini söylemek mümkün değil.

SİLAH SİSTEMLERİ VE ASKERİ DOKTRİNLER

Bu konuda Türkiye'de de farklı ve tartışmalı görüşler var? 

Geçenlerde, Anadolu Ajansı için yazdığım bir analizde değindiğim bu konuyla ilgili olarak bazı uzmanların eleştirilerini okudum. Şöyle deniliyor: “... 

Kıbrıs Rum Kesimi NATO’ya üye değildir, dolayısıyla, NATO’nun ittifaka üye olmayan üçüncü bir ülkenin silah alımına itiraz etmesi ... söz konusu olamazdı.” 
Burada bir konu unutulmuş. Yunanistan bir NATO üyesi ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ile ilişki düzeyi ve aralarındaki sıkı bağlar herkesin malumu. 

Hepsinin ötesinde Yunanistan ile Güney Kıbrıs Rum Yönetimi arasında Kıbrıs Barış Harekatı’nı takip eden dönemlerden itibaren ortak askeri doktrin 
geliştirildi ve buna bağlı olarak her yıl düzenli bir şekilde askeri manevralar gerçekleştiriliyor. Eğer S-300 bataryası Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ne 
konuşlandırılmış olsaydı, Türkiye’nin Ada’ya olası askeri müdahalesi söz konusu olduğunda Yunanistan, ortak askeri doktrin çerçevesinde, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ile ortak askeri doktrin çerçevesinde birlikte hareket etmeyecek miydi ve S-300leri kullanmayacaklar mıydı?

Aynı konuyla ilgili olarak daha vahim bazı değerlendirmeler yapılıyor ve şöyle deniliyor: “... 1990’lı yılların Rusya’sıyla günümüz Rusya’sı arasında dağlar 
kadar fark vardır ... Komünizmin ve SSCB’in çökmesi sonrasındaki dönemde kolu kanadı kırılmış, askerlerini beslemekten bile aciz o günün Rusya’sıysa, 
bırakın NATO tarafından tehdit olarak görülmeyi ... sattığı silahlar kimseyi kaygılandırmamaktadır.” Bu mantığı anlamak gerçekten güç. Rusya’nın 1990lı 
yıllar boyunca içinde bulunduğu zor şartlar herkesin malumudur. Ama yine unutulan önemli bir husus var. O da, Rusya, SSCB’nin onbinlerce nükleer 
silahını devraldı ve bunların önemli bir kısmı o “aciz” olduğu şartlarda bile operasyonel durumdaydı. Bu sebepledir ki, Rusya SSCB’nin dağılmasından 
hemen sonra “Yakın Çevre Doktrini” ile ulusal çıkarlarına karşı olabilecek en ufak girişimde dahi nükleer silahlarını kullanabileceğini tüm dünyaya duyurdu. 
Silah sistemleri hakkında teknik bilgiye sahip olmak, o sistemlerin uluslararası ilişkiler açısından etkisini değerlendirmek için yeterli olmaz!

NATO S300'Ü İNCELEYEBİLMEK İÇİN SES ÇIKARMAMIŞ OLABİLİR 

Peki. Sorumu hatırlatayım: S-300 bataryasının Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ne ya da Yunanistan’a konuşlandırılmasına NATO müttefiklerimiz neden karşı çıkmadı da Türkiye'nin alımı için "endişeliyiz" diyorlar? 

Bunun birçok sebebi var. Unutmayalım, Yunanistan’ın gerek ABD, gerek AB nezdindeki lobi yeteneği ve bağlantıları, hemen her konuda Türkiye ile olan 
ilişkilerinde kendisine avantaj sağlamıştır. Ancak, S-300 krizi özelinde bakarsak farklı bir sebep daha sayabiliriz. 
O da, başta ABD olmak üzere NATO   müttefiklerimiz S-300 sistemini her yönüyle rahatça inceleyebilmek, teknolojik özelliklerini detaylı bir şekilde anlamak istemiş olabilirler. Bu sebeple de müttefik ülke Yunanistan’a gelmesine ses çıkartmak istememiş olabilirler. Bu olasılığı da hesaba katmak gerekir.

S400 YENİ NESİL TEKNOLOJİ 

S300 ile S400 arasında nasıl bir fark var? Türkiye’nin tercihi neden S400? 

S-400’ler, S-300’lerin çok daha gelişmiş ve operasyonel etki alanı daha geniş olan bir versiyonu. Yani, bir sonraki nesil teknoloji kullanılıyor. 

Evet, S-300’lere nazaran daha az test edildiği söyleniyor ancak konunun yerli ve yabancı uzmanlarının görüşü bu yönde.

LOBİLER ÇALIŞIR, TESLİMATLAR PÜRÜZSÜZ OLMAZ

Diyelim ki süreç neticelendi, füzelerin yerleştirilmesi, entegrasyonu vesaire ne kadar zaman alır?

İran, on yıldan fazla bir süre önce, henüz S-400’lerin geliştirilmediği dönemde Rusya’dan S-300’ler almak için sipariş vermişti. İran’ın kısa sürede almayı umut ettiği bataryalar, diğer faktörlerin yanı sıra özellikle İsrail’in bu gelişmeden endişe duyarak Rusya nezdinde yaptığı lobi girişimleri sebebiyle yıllarca geciktirilerek daha geçen sene teslim edildi. Türkiye’nin bu kadar beklemesi umulmuyor tabiki. Ancak, unutmamak gerekir ki, stratejik silah sistemlerinin teslimatları pek de pürüzsüz olmaz. Bunun birçok örneği mevcuttur. Siyasi gelişmeler, silah sistemi satışından kaygı duyan çevrelerin lobisi ya da baskısı sonuç verebilir. Türk tarafında en üst düzeyde yapılan açıklamalardan Rusya’dan S-400 alımı sürecinin sonuna gelindiği anlaşılıyor. 

Bu konuda Rusya’dan benzer bir açıklamayı ben henüz görmedim. Ancak, Türk tarafının açıklamasının muhakkak bir zemini vardır diye düşünüyorum. 
Alınacak sistem sayısı, toplam maliyeti ve teslim süresi konusunda basına yansıyan resmi bir bilgi yok. Bazı tahminler mevcut ama ben bir tahminde 
bulunmak istemem. Bekleyip göreceğiz.

ENTEGRASYON İÇİN ARAYÜZ GELİŞTİRİLECEK

2013’te açılan ilk ihaleyi en düşük ücreti veren ve Türkiye’nin şartlarını kabul eden Çin kazandı ama iki-üç yıl süren tartışmalar sonrasında ihale iptal edildi. 
Şimdi malum, Rusya ile sona yaklaşılıyor. Yine Batıdan sitemler, olmazlar, hatta tehditler geliyor. Önce şunu sorayım. Bu itirazların teknik açıdan bir değeri 
var mıdır? NATO sistemiyle entegrasyon sorunu olur mu? 

 Gerek Çin, gerek Rus hava savunma sistemlerinin Türkiye’de konuşlandırılması NATO açısından elbette sorun yaratır. Çünkü her iki ülke de NATO’nun müttefiki değil ve ortak operasyonel kapasite geliştirmiş değiller. O sebeple, Türkiye’nin Çin firmasından hava savunma sistemi almak girişimi sırasında bu konu yoğun biçimde dile getirildi. Türk uzmanlar, teknik açıdan çözüm yöntemleri olduğunu ve geliştirilebilecek “arayüz” denilen bir mekanizma ile satın alınacak sistemin NATO sistemi ile entegrasyonunu sağlayabileceklerini ortaya koydular. Ancak, o dönemde benim de konu hakkında görüşlerini aldığım çok üst düzey bir NATO yetkilisi, “evet teknik açıdan bu mümkün olabilir ama biz bu fikirden hoşlanmıyoruz” şeklinde ifade kullanmıştı. 

Benzer yaklaşım bugün Rus sistemi ile bağlantılı olarak sergileniyor. Bu durumu anlamak mümkün. Tabii ki ideal olanı, Türkiye’nin önemli bir üyesi olduğu 
NATO ittifakı içindeki ülkelerden bu sistemleri makul fiyatlara satın almak, zaman içinde teknoloji paylaşımı ve ortak üretim de yaparak tüm Türkiye 
topraklarının hava savunma sistemleri ile donatılmasını sağlamak olmalı.

FÜZE KALKANI YETERSİZ 

Ancak, burada unutulmaması gereken birbiriyle bağlantılı iki husus var: Bunlardan birincisi, Batılı müttefiklerimizin bize bu sistemleri bizim arzu ettiğimiz şartlarda satmaya yanaşmamaları ve biz Çin’den ya da Rusya’dan almak gibi bir girişimde bulunduğumuzda bunu engellemek ya da süreci uzatmak için “gelin görüşelim” diye tekrar masaya dönmek istemeleri. Bu konuda Türkiye sanırım epey tecrübe kazandı.

İkinci husus ise, Türkiye, NATO’nun “Füze Kalkanı” olarak bilinen ortak hava savunma sisteminin içinde olsa dahi tamamen coğrafi ve teknik sebeplerle 
hava sahasının tümünün İttifak tarafından korunması mümkün olmayacaktır. 

Bu sebeple, bir şekilde, ek hava savunma sistemine sahip olması gerekecektir. 
Bunu da ya satın alma yoluyla, ya da kendisi geliştirmek yoluyla yapabilir. Üçüncü bir ihtimal yok. Satın almak konusundaki sıkıntıları anlattım. 

Kendi savunma sanayimiz ile geliştirmesi hedefi konulmuştur ama bu zaman alacaktır.

PATRİOTLARI EN KÜÇÜK KRİZDE GERİ ÇEKTİLER 

Tüm bunları dile getirdiğiniz zaman, “Füze Kalkanı’nın kapsama alanı dışında kalan bölgelere müttefikler tarafından Patriot veya benzeri sistemler 
yerleştirilebileceği” söyleniyor. 
Evet, bu mümkün ve örnekleri de var. Ama yine unutulmaması gereken iki husus bulunmakta. Birincisi, Haziran 2012’de Suriye tarafından askeri uçağımız düşürüldüğünde, konuyu NATO’ya taşıdığımızda, talep ettiğimiz hava savunma sistemleri Aralık 2012’de yani 6 ay sonra ancak konuşlandırılabildi. Bu, özellikle bir kriz yaşanması durumunda, oldukça uzun bir süre ve sebebi önemli ölçüde siyasidir.

Bununla bağlantılı ikinci husus ise, Suriye sınırına yakın bölgelere Patriot bataryalarını konuşlandıran Hollanda ve Almanya, Türkiye ile yaşadıkları siyasi sorunlar sebebiyle, daha iki yıl geçmeden sistemlerini geri çekme kararı aldılar. 
Dolayısıyla, ülke güvenliği açısından stratejik önem arz eden askeri sistemlerin siyasi polemikler yaşanması sonucunda kolayca geri çekilebilecek olmasını da hesaba katmak gerekir.

TÜRKİYE'NİN HAVA GÜCÜ CAYDIRICI GÜCE SAHİP 

Türkiye'nin daha fazla gecikmeden hava savunma sistemine sahip olması gerektiği açık. Ama şu da mühim: S400 ile birlikte Türkiye hava savunması 
bakımından tam bir caydırıcılığa sahip olabilecek mi? 

Hava savunma sistemlerinin caydırıcılığı her zaman için kısıtlıdır. Bu yöndeki etkisi, daha ziyade, elinde kısıtlı sayıda hava gücü olan ülkelerin etkili sonuç 
alamayabileceğini düşündürtmektir. Yani, düşmanın “uçaklarımı ya da füzelerimi kullanırsam ve bunlar hedeflerine varmadan yok edilirlerse o zaman askeri 
gücüm zayıflar” diye bir düşünceye kapılmasını sağlayabilir. Esas caydırıcı olan derin vuruş yeteneği içeren hava gücüdür. Bir başka deyişle, saldırı yapılan 
ülkenin iç bölgelerine, korunaklı olduğu düşünülen bölgelerine, yani stratejik derinliğinin ötesine erişebilecek menzile sahip uçaklar ve balistik ya da seyir 
füzeleri caydırıcılık sağlar. Bu kapasiteyi geliştirmek önemlidir. Türkiye’nin uçak kategorisinde kayda değer hava gücü mevcuttur. Bu çerçevede, F-16’ların 
uçuş sürelerini ve dolayısıyla menzillerini fazlasıyla uzatan havada yakıt ikmali yapabilen tanker uçaklar ile operasyonel alanda koordinasyonu sağlayan 
erken ihbar AWACS uçakları TSK’nın envanterinde bulunmaktadır. Bu yönüyle Türk Hava Kuvvetleri’nin caydırıcı güce sahip olduğunu düşünebiliriz.

S400 ALIMI STRATEJİK SONUÇ DOĞURMAZ

Türkiye’nin ilk nükleer santralini Ruslar yapıyor. Cenevre görüşmelerinin “dostlar çözüm arayışında görsün”den ibaret olduğunun anlaşıldığı noktada Türkiye ve Rusya Astana sürecinde garantör olup yol aldı, Suriye’de güvenli bölgeler oluşturuyor. Yani artan işbirlikleri stratejik bir sonucun kilometre taşları sayılmalı mı? 
Önce müsaadenizle bir ufak düzeltme yapayım. Akkuyu’da Ruslar tarafından kurulan nükleer santral Türkiye’ye ait değil, Rusya’ya ait. 
Türkiye topraklarında Rusların kurdukları, sahip olup işletecekleri bir santral. Türkiye üretilecek elektriği alma garantisi veriyor. Zaman içinde de belli oranda hisseye sahip olacak. 

Rusya ile, sizin de bahsettiğiniz önemli konularda stratejik seviyede işbirliği yapılıyor. Şimdi de S-400 alımı söz konusu. Ancak, bütün bunlar Türkiye ile 
Rusya’nın bir ittifak ya da benzeri bir yapı içinde, her konuda birlikte hareket edecekleri anlamına gelmez. Bunun sebebi, hem uzun tarihsel ilişkilerin halen 
daha zihinlerde yarattığı karşılıklı güven eksikliği, hem de, günümüzde, her ülkenin diğer her ülke ile belli sürelerle sorunlar yaşaması ama yine belli 
sürelerle ortaklıklar geliştirmesine imkan verecek, hatta bunu zorunlu kılabilecek, bir konjonktürden geçiyor olmamız şeklinde özetlenebilir.
Kaldı ki, bazı ülkelerle işbirliği yapmaktan dolayı diğer bazı ülkelerle işbirliği yapılmayacağı anlamına da gelmez. Bunun somut bir örneğini verebilirim. 

Hindistan sivil nükleer enerji alanında 2003 yılından itibaren ABD ile çok yoğun ilişki içinde ve bu alandaki kazanımlarının askeri alana yansıtılmayacağının 
garantisi yok. Pakistan da bu durumdan son derece rahatsız. Hindistan, ayrıca, askeri alanda İsrail ile nükleer başlıklı füze fırlatabilen denizaltı ve uzay 
sistemleri geliştirilmesi ve benzeri ileri teknoloji gerektiren konularda işbirliği yapıyor. Aynı Hindistan, Rusya ile üstün yeteneklere sahip savaş uçağı da 
geliştiriyor. Ama, ABD ya da İsrail Hindistan’ın bu girişiminden endişe duyduğunu dile getirmiyor. Türkiye’nin girişimlerini, içinde bulunduğumuz konjonktürü de dikkate alarak, “şu sistemi savunuyor o zaman bu Transatlantik çidir”, ya da “bu sistemi savunuyor o zaman bu Avrasyacıdır” gibi klişe ve anlamsız yaftalamalar kullanmadan analiz etmek gerekir.

2023 HEDEFİ: TAM BAĞIMSIZ SAVUNMA SANAYİ 

 Türkiye epeydir yerli-milli bir savunma sanayii oluşturmaya, bağımlılıktan kurtulmaya çalışıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın koyduğu hedef “2023’e savunma sanayiinde tam bağımsız olarak girebilmek”. Sivil alandan bir uzman isim olarak değerlendirir misiniz; şu an nitelik ve nicelik açısından ne durumdayız?  

Savunma sanayii, bilim ve teknolojinin sınırlarının zorlandığı oldukça gelişmiş altyapı, insan gücü ve tabii ki mali kaynak gerektiren bir alan. Dolayısıyla 
bu alanda tam bağımsızlık hedefine varmak için devletin, özel sektörün ve üniversitelerin tam bir koordinasyon içinde uzun vadeli projelerle çok sıkı 
çalışmasının sağlanması gerekir. Bu yönde atılacak bütün adımların muhakkak her bakımdan fazlasıyla geri dönüşleri ve kazanımları olacaktır. 

Ne kadar erken bu yönde koordineli çabalar arttırılırsa o kadar fazla yol alınır ve daha kısa sürede hedefe yaklaşılır. Şu an, eskiye nazaran çok daha 
ileri safhalarda olduğumuzu söylememiz mümkün. Ancak, ülkemizin karşı karşıya olduğu tehditler değerlendirildiğinde daha yapılacak çok iş olduğunu 
söylemek yanlış olmaz. Unutmayalım, başlamak bitirmenin yarısıdır.

FETÖ'NÜN TEMİZLENMESİYLE TSK DAHA GÜÇLÜ

Türkiye karşı karşıya olduğu tehditler; FETÖ’nün devletimize-TSK’ya verdiği zarar ve PKK’nın güney sınırımızda ABD eliyle devletleştiriliyor olması 
bakımından değerlendirirsek; Türkiye askeri açıdan yeterli donanım ve operasyon gücüne sahip mi gerçekten? 

Geçen yıl yaşadığımız darbe girişiminin yarattığı travmanın toplumumuzun hemen her kesiminde halen hissedilmekte olduğunu düşünüyorum. 

İnsan ister istemez kendine hep şu soruyu soruyor: darbe girişimi başarılı olsaydı ülkemiz bugün nasıl bir durumda olacaktı? Türk Silahlı Kuvvetleri yaşanan darbe girişiminden muhakkak ki sayısal anlamda en fazla etkilenen kurumumuz olarak öne çıkıyor. Ancak, askeri kurumlar açısından asker sayısı, silah kapasitesi ve teknik donanım ne kadar önemli ise, disiplin, inanç ve moral de en az o kadar önemlidir. Ben, Bilkent Üniversitesi’nde öğretim üyesi iken, 
Genelkurmay Başkanlığı bünyesinde kurulan NATO Terörizmle Mücadele Mükemmeliyet Merkezi’nde Ocak 2006 ile Ocak 2013 yılları arasında Akademik Danışman statüsünde yarı zamanlı olarak 7 yıl görev yaptım. Çok sayıda değerli TSK mensubu ile birlikte çalışma fırsatım oldu. 

Haklarında kumpas kurularak yıllarca hapis yatmalarına sebep olan suçlamalarla karşılaştıklarında dahi “bunu da bir görev olarak görürüz, vatan ve millet için ne gerekiyorsa yaparız” dediklerini hep hatırlıyorum. Gerçek bir Türk askeri, başka orduların 5 hatta 10 askerine bedeldir demek fazla abartılı olmaz. 

Bunu sağlayan, disiplin, inanç ve vatan sevgisidir. İçlerinde yuvalanmış yapının bertaraf edilmesinden sonra silahlı kuvvetlerimizin çok daha güçlü bir konuma geldiğine inanıyorum. 

Bu sebeple, hiç bir ülkenin ülkemizin şu an içinden geçmekte olduğu zorluklar dan istifade etmek gibi büyük bir hataya düşmeyeceğini umarım. 
Ağır bedel öderler!

Bu Yazı 7 Ağustos 2017 Tarihinde Star Gazetesi'nde Yayımlanmıştır.

http://www.bilgesam.org/incele/8918/-hava-savunma-sistemi-turkiye-icin-acil-ihtiyac/#.XS2q9FKP7IU

***


23 Ocak 2018 Salı

PANZER VE KÜRT İSYANI YENİ DÜNYA ÖRGÜTÜ, OTPOR, BÖLÜM 2

PANZER VE KÜRT İSYANI YENİ DÜNYA ÖRGÜTÜ, OTPOR,   BÖLÜM 2


İŞTE GENE SHARP'IN LİSTESİ 

BAZI KAVRAMLARI;

1. Konuşmalar (Mehmet Ali Alabora gibi sanatçıların da dahil olduğu pek çok isim tarafından yapılan konuşmalar) 

2. Muhalefet ya da destek mektupları (Silivri'den gönderilen paşa mektubu, Fatih Akın ve Sibel Kekilli'nin gönderdiği mektuplar. 
Bazı yazarların köşelerinde yazdığı "Başbakana mektup" başlıklı makaleler) 

3. Kurum ve kuruluşlar tarafından verilen demeçler (Yabancı ülkeler, Türkiye'deki meslek kuruluşları v.s.) 

4. İmzalı basın açıklamaları (Taksim Dayanışma Platformu şimdiye kadar 20'nin üstünde basın açıklaması yaptı) 

7. Sloganlar, karikatürler ve semboller (Taksimin her yanı bu sembollerle donatıldı. Türkiye'deki bütün mizah dergileri kapak yaptı) 

9. Broşürler, el ilanları ve kitaplar (Şimdiye kadar 2 tane kitap yayınlandı.) 

10. Gazeteler ve mecmualar (Gezi parkı bünyesinde gazete çıkarıldı) 

11. Kayıtlar, radyo ve televizyon (Çapul Tv. ve Gezi Radyo) 

12. Hava reklamları ve yere yazılan yazılar (Yere yazılan yazılar çok yaygın kullanıldı) 

13. Temsilciler heyeti (Taksim Platformu ve sanatçılar heyeti) 

18. Bayrakların ve sembolik renklerin gösterimi (Futbol takımlarının renklerinin kullanılması) 

19. Sembollerin giyilmesi (Herkes siyah giyindi) 

22. Protesto amaçlı soyunma eylemleri (İstiklalde TOMA üzerinde çıplak eylem) 

26. Protesto olarak boya kullanılması (Duvar boyaları) 

28. Sembolik sesler (Borozan) 

29. Sembolik itirazlar (Taksimde bir almanın piyano çalması) 

30. Kaba hareketler (Her türlü küfür ve hakaret kullanıldı) 

33. Dost olma (Polislere çiçek verilmesi) 

34. Gece Nöbetleri (Parkta gece nöbetleri tutuldu) 

35. Mizahi skeçler ve eşek şakaları (İnternet üzerinden video servis edildi) 

36. Oyun ve müzik performansları (Kardeş Türkiler, Duman gibi pek çok müzik grubu şarkı besteledi) 

37. Şarkı söylemek (Konserler verildi) 

38. Toplu yürüyüşler (Çok sayıda yürüyüş yapıldı. sanatçılar, STK'lar yürüdü) 

45. Göze çarpıcı cenazeler (Eylemlerde hayatını kaybeden Ethem Sarısülük'ün cenazesinde pek çok gerginlik çıkarıldı) 

48. Protesto toplantıları (Çok sayıda toplantı gerçekleştirildi) 

50. Tartışmalar (Gezi parkında çok sayıda forum oluşturuldu) 

51. İş bırakmalar (KESK, DİSK ve diğer sendikaların iş bırakması) 

53. Ödüllerden feragat edilmesi (Mehmet Ali Alabora Karadeniz Vakfı'nın ödülünü reddetti) 

67. İşçilerin iş bırakması (DİSK, KESK ve diğer sendikaların bir günlük iş bırakma eylemi) 

68. Sığınma (Camiye, otele sığınma) 

97. Protesto amaçlı grev (DİSK, KESK ve diğer STK'ların grevleri) 

146. Adli direniş (Avukatların adliyelerde yaptığı eylemler) 

162. Oturma eylemi 

180. Alternatif iletişim sistemi (Zello) 


163. Madde olan Ayakta durma eylemi (Duran adam eylemi), Taksim'deki yeni protesto 
şekli. Performans sanatçısı Erdem Gündüz, önceki gün akşam saatlerinden meydanda tek 
başına sessiz şekilde ayakta durarak "duran adam" eylemi başlattı. Dün sabaha kadar süren eylem yeni katılımlarla devam etti. Eylemibaşlatan Erdem Gündüz gerginliği daha fazla tırmandırmamak için sabah saatlerinde meydandan ayrılırken dün gün boyu benzer 
eylemler yapıldı. Eyleme tiyatro sanatçıları Oktay Kaynarca, Selçuk Yöntem ve modacı 
Barbaros Şansal'ın yanı sıra bazı avukatlar da İstanbul Adliyesi'nde destek verdi.Buraya 
kadar anlatılanlardan Gene Sharp adının çok ön plana çıktığı görülüyor. Aslında bu çok 
normal çünkü OTPOR bir çok ülkede bu ayaklanmaları gerçekleştirirken Massachusetts 
Dartmouth Üniversitesi Siyaset Bilimi dalının emekli profesörü 1928 doğumlu ve 2009, 2012 ve 2013’te 3 kez Nobel Barış Ödülüne aday gösterilen Gene Sharp’ın yazdığı “Diktatörlükten Demokrasiye” isimli kitabını esas alıyordu. OTPOR/CANVAS yayınlarında, Gene Sharp’ın yazdığı kitapta şiddet içermeyen 200’e yakın eylem tekniğine yer veriliyordu. Bu teknikler arasında diktatörlere karşı toplum ayaklanmalarında yönetimin zayıf noktalarının belirlenmesi, hangi yöntemlerle direnişçilerin harekete geçirileceği, nerelerde hangi gerekçelerle bir araya gelinebileceği ya da hangi sembollerin kullanılacağı, hangi bankalardaki mevduatların çekileceğine varıncaya kadar bir çok konu yer alıyor... 

GEZİ’DE KURTARICI SALDIRAY BERK PAŞA 

Benim tek endişem, Recep Tayyip Erdoğan için kurulmayan başkanlık sistemi kalıcı olursa, 
Erdoğan'dan bizi kurtaracak kurtarıcıdan daha sonra kurtulma sorunudur. Sonuçta eski ÖKK komutanı Saldıray Berk, NATO onaylı ve Alman Gladyosu destekli global bir proje yürütüyor. Bu planın sonunda Erdoğan yerine birini koyacaklardır. Erdoğan'ın Fidan ve Saldıray ile Suriye'de selefi terörüne desteğine göz yumularak işinin bitirileceğini bir tek anlayamayan Havuz medyası kaldı. Saldıray gibiler cemaatın 180 ülkede ve ülkemizde bitirilemeyeceğini anlayacak kadar zekidir. Devleti AKP'den geri alma peşinde bunlar. Cemaat savaşı algısı sadece bir maskeden ibaret... 

Neticede cemaat devlete yaslanmadan Anadolu kaynaklarıyla sivil toplumla 180 ülkede eğitim veriyor, sosyal projeler ve sağlık hizmetleri yürütüyor, mükemmel diyalog çalışmaları ile ülkemizin muhteşem gönüllü lobi gücü hizmeti yapıyor. Pozitif ve olumlu çalışmalar samimi olduğu için çoktan muhataplarına kendisini kabul etirmiş durumda, elli tane Erdoğan olsa, Şeytan bizzat Yahudi milyarderler olarak nüzul etse, baskı yapsa Hizmet Hareketi’nin Erdoğan’ın desteklediği selefi terör örgütleri gibi şiddet eğilimli katiller olduğu konusunda onları ikna edemez. AKP ülkemizde sadece devleti daha çok yemeye talip. Saldıray Berk, önce cemaat ile AKP'yi ayıralım, sonra Cemaatı geriletelim, Erdoğan'ı ve AKP'yi zaten kirlettik, bitirmesi kolay diyordur şimdi! Saldıray Berk'ten ve arkasındaki derin devletten 
korkması gereken bence Erdoğan ve AKP. Berk gibiler cemaatın vatanperver olduğunu bilirler... 

Saldıray Berk, Gezi toplantılarında Solcu sosyalist jargonu öğrenmek için epey ders almış, ama hep dalga geçmiş, aptal bir ideoloji diyormuş! Eşitlik, sosyal adalet ve sonsuz özgürlük saçma geliyormuş.Sol jargonu kullananlar davalarını 3 dakikada sloganlarla bitirirler. Mehmet Altan demiş, gerisi yok, altı boş, entelektüel derinlikleri yok. Nerede o eski solcular? Saldıray'ı Bakü askeri ataşeliğinden tanırım. Şehitler Hıyabanında Türk şehitliğini ZAMAN Azerbaycan olarak epey zorlayarak yaptırmıştık. Saldıray, bana ‘bizim 4 büyükelçi ve 3 askeri ataşe ile yapamadığımızı siz nasıl yaptınız’ diye şaşakalmıştı. Samimiyet ve ihlas demiştim. Sonra bu başarıyı kendisi yapmış gibi kullandı ve Berk bununla ÖKK başkanı oldu! Bunun hikayesini yazmıştım, bugünlerde milliyetçilik naraları atanlar, cemaatın milliyetçiliğinin zekatını veremez. 

En başından beri Saldıray Berk'in mükemmel hazırlanmış psikolojik savaş planı uygulanıyor. Havuz yazarları aptallıklarına doymasınlar... Saldıray Berk'in Gezi toplantılarında nasıl davrandığını sordum gazeteci arkadaşıma. Erdoğan'dan intikamı acı alacağız ve kaosdan düzen çıkartacağız diyormuş hep. Kutlarım, başardı! Erzincan'da 5 yılda hazırlanan AKP ve Cemaatı bitirme planında rol oynayan İlhan Cihaner ve Saldıray Berk'in Gezi'deki rolü yeni bilgidir, daha önce kimse yazamadı. Erzincan kumpası olarak bilinen AKP ve Cemaatı bitirme planı olarak 12 Haziran 2009'da Taraf gazetesine yansıyan planı da Saldıray Berk yapmıştı. Gazeteci Mehmet Baransu, Berk’in intikamı nedeniyle hapiste, yoksa Baransu AKP ve Erdoğanı ipten almıştı. Eğer Baransu olmasaydı, AKP, 2008’de kapatılmıştı. Hapiste 
işkence ile ödüllendiriyorlar! 

Eski Özel Hareketler Komutanı Saldıray Berk Erdoğan düşmanlığı etrafında geniş bir kitleyi ÖKK birimleriyle ustaca Gezide yönetmiş meğer! Şok yaşadım, bunu duyunca. 

Gezi'de oyuna düştüklerini organize eden bir sol görüşlü gazeteci arkadaşım söylemese, Saldıray Berk'ten bahsetmese idi bende asla uyanmayacaktım! Gezi'de ÖKK birimleri polis düşmanlığı pompalayarak Emniyetin terörle mücadelede başarısını sıfırlamak istediler, sol gruplar kullanıldı. ÖKK, Erdoğan’ı cellat olarak kullanıyor. AKP'yi tek başına iktidarda tutup Müslüman mahalleyi yaktıran ÖKK birimleri, AKP düşmanlarını da organize ettiler, Odatv'yi kullandılar. Halen Havuz medyasının sol eli olan Odatv, ÖKK maşası olarak AKP’de saflardan insanların ayrılmasını engelliyor. Gezi'yi organize eden sol görüşlü gazeteciler, ÖKK eski başkanı Saldıray Berk'in neden toplantılarına katıldığını anlamamışlar, şimdi umarım anlamışlardır. Yoksa 12 Eylül öncesindeki kaosu planlayanları 30 yıl sonra itiraf edenler gibi mi olsunlar! Gezi sonrası AKP'nin yüzde 5 oy kazanması tesadüf değil. Korkutulan kesimler AKPye sevkedildi. ÖKK, Gezide aktif rol oynadı ve AKP’nin iplerini eline aldı. 

CHP Milletvekili İlhan Cihaner Gezi'yi kucağında buldu ve dört elle sarıldı. Erdoğan'dan kurtulmak isteyenlerde aynı duygularla öfke seliydi . İlhan Cihaner gibi pek çok insan Gezi'ye bir umutla Erdoğan diktatörlüğünden kurtulmak için umutla katıldı. Çapulcu değil, çoğu aydın insanlardı. Özgür bir basın ve sivil bir toplum kalmayınca Erdoğan ve Fidan'ı yöneten Otokratik güç istediği gibi at oynatıyor, demokrasi istemiyor. Sol görüşlü, Alevi, liberal, laik, milliyetçi ve dine uzak aydın insanlarımız gibi gerçek dindar indanlarda muasır medeniyet seviyesine ulaşmış bir ülke istiyorlar. ÖKK, farklılıklarımızı kullanıp bizi bizle kavga ettiriyor. 

Erdoğan'ı yöneten Otokratik klik, sürekli bir düşman oluşturarak AKP'de safları sıkı tutuyor. ÖKK, 28 Şubatı, farklı hiziplerin kin ve nefret ehli aptalları olduğu sürece 1000 yıl daha sürdürebilir. Gezi'de kullanılan sol gruplar ÖKK tarafından nihai başarıya ulaşmamak üzere planlanmış sivil ayaklanmada kullanıldıklarını yeni yeni anlıyorlar. Samimi ve dürüst gazeteci arkadaşıma çok teşekkür ediyorum. 

Bu bilgiler bir sorgulama süreci başlatabilir ve neden hep kaybediyoruz diyenler belki akıllarını başlarına alıyorlar. Cemaaatı düşman kefesine koyanlar, büyük gücü bitirince bölük pörçük küçük balıkları afiyetle yer, sindirir, korkutur. Cemaat dik durarak,sivil toplum liderliğini üstlendiğinin belki de farkında değil. Erdoğan ve Fidan'ı yöneten global ve yerel gücün tek korkusu, en disiplinli, bağımsız ve teröre hiç bulaşmamış Hizmet hareketi kalmıştır. Bunu yıkabilirlerse, önlerinde hiç bir en-gel kalmayacaktır. Bugün cemaata destek vermek Türkiye’nin geleceğini otokratik zalimlerden kurtarmaktır. 

Gezi'yi asıl organize edenlerden ÖKK eski komutanı Saldıray Berk ve İlhan Cihaner, Erdoğan'dan intikam alıp, iktidara ortak olmak istediler ve istediklerini aldılar. Yeterli bulmayıp daha fazlasını almak için uğraşıyorlar. Bu nedenle Doğan ve Ciner medya sessiz belki de. Gezi de dahil boş yere dış düşman, faiz lobisi filan aramayın. Erdoğan, iktidarı Ergenekoncularla bölüşünce yeni bir Gezi'ye gerek kalmadı. Oysa Gezi'ye katılan samimi insanlar Erdoğan'ın otokratik sistemine diktasına karşı çıkmıştı. Gezinin asıl patronları Erdoğan ile anlaştı, artık yeni Geziler olmaz. Cemaatten başka direnişli kimse çıkmadı. Geziyi asıl organize eden CHP milletvekili eski savcı İlhan Cihaner ve eski 
ÖKK Komutanı Saldıray Berk fazla bilinmiyor, zira medyada hiç yazılmadı. Planlarını değiştirdiler ve AKP’yi sanki bitirmekten vazgeçmiş gibi davranıp AKP ile cemaat ile savaş konusunda anlaşmış gibi yapıyorlar. Erdoğan, ne yaptığını maalesef biliyor, zafiyetlerinin kendini yargılatabileceğinin farkında. Ne derlerse yapıyor. Erdoğan ve Fidan, Gezi benzeri yeni bir sivil toplum ayaklanması istemiyor. Gezi'yi organize edenlerin kullandığı kesimlerde yeni tepkileri organize şevki ve umudu kalmadı. 

SELEFİ TERÖRÜNE DESTEK ERDOĞAN REJİMİNİN SONUDUR 

Suruç saldırısıyla, savaşa ve teröre karşı çıkan bir sivil toplum inisiyatifi, umudu MİT oyuncağı AŞİH ile durdurulup, sivil toplumu da öldürmeyi amaçlıyorlardı. Terörün her çeşidi kınanmalı ve karşı olunmalıdır. Devlet terörü veya PKK terörü ayrımı yapılamaz. Teröre karışmayan terörist yapılamaz. Cemaata terörist damgası vurmaya çalışanların kendisi terör günahına dibine kadar bulaşmışlar, hedef saptırmaya çalışıyorlar 

Suriye'de selefi terör oyuncak örgütleri ile bir güç savaşı yaşanıyor. Olan ölen gariplere, mağdur edilen 9 milyon Suriyeliye oluyor. CIA, El Kaida'yı, MOSSAD IŞİD'i, Katar, El Nusra'yı, Suriyeli İhvan Feylak’uş Şam’ı, Suudiler Liva El Tevhid ve diğer selefi örgütleri, Britanya ÖSO'yu kurdu, MİT neden AŞİH'i kurmasın mantığı yanlıştır. Hepsi terör suçu işliyorlar. Günah ve suç işlemeyi sorgulanamaz hale getiren yeni MİT kanunu ile selefi terör örgütlerine başta AŞİH olmak üzere silah ve kimyasal silah satan, selefi militan ticareti ile servet edinenlerde, devleti hikmet teraneleri aramayınız, bu maske ile ihanetleri gizleniyor. Erdoğan ve Fidan, KCK ve PKK içindeki elemanlarıyla terör estirip, AŞİH terörünü organize ettiklerini örtmeye çalışıyor. Nafile çabadır. PKK teröristdir, ancak bunların yaptığı da terör faaliyetidir. 

Türkiye, selefi terörü ile topyekun milli bir dava olarak mücadele etmek zorunda. Fidan ve Erdoğan arkasında diye AŞİH cici bir terör örgütü olamaz. Şahsen, AŞİH gibi selefi bir terör örgütünü kuran Fidan ve kurduran Erdoğan ile aynı safta bulunmak istemem, TSK da aklı başında olanlar da bulunmak istemez ve istemeyecekleri kesindir. TSK ve MİT içinde Fidan'ın selefi AŞİH terör örgütüne destek olanlarla olmayanlar bir karar verecekler; ya terör ihracı ile anılacaklar veya gerçek toplumsal barış seçimi yaparak selefi terörü suçlularının yargılanması için gerekli zemini hazırlayacaklar. Kim olursa olsun, bu suçlular yargılanmdan toplum vicdanı susmaz, Kürtler yatışmaz ve ülkemizden kopmaları 
engellenemez. Global güçlerin planı da zaten selefi terörü ile MİT ve TSK’yı tuzağa düşürmekti, Erdoğan boğazına kadar pisliğe batırıldı. TSK itibarını ancak ve ancak Fidan ve Erdoğan’ı tasfiye ederek kurtarabilir ve bu ulusal güvenlik sorunundan milletimizi azade kılabilir. Aksi halde TSK da çok yıpranacaktır. 

Önümüzdeki yıllarda AKP'ye oy verenler AŞİH'i kuran Fidan ve kurduran Erdoğan ile yüzleşecekler. 
Teröre destek verenle vermeyenler ayrışacaklar. MİT, komşu ülkelere selefi terör örgütü ihraç edebilir mi? AŞİH işte böyle bir MİT ürünü. Edebilir diyenler Erdoğan ve Fidan ile bu dünyada yargılanır ve ukbada beraber haşrolurlar! 

Erdoğan ve Fidan için çember daralıyordu. Almanya ve ABD, Patriot füzelerini 2015 yazı geri çekmişti. 

Neden? 

Çünkü AKP, kendi oyuncakları selefi teröristlerle savaşmak istemiyor. Erdoğan ve Fidan'ın selefi teröristlere silah, kimyasal silah ve militan ticareti yaptığı ana satıcı koordinatörü Heysem Topalca ve Taha Gergerlioğlu Alman BND eline geçti. Tek kurşun atamadan El Nusra eline geçen MİT'in 30. Tümeni lideri Albay Nedim Hasan da mı Almanya'ya götürüldü? Topalca'nın sağ koluydu! Alman istihbaratının Suriye'den paketlediği Heysem Topalca Erdoğan ve Fidan'ın kirli silah ticaretinde kilit ad idi. Herkese silah sattı. Erdoğan ve Fidan, Heysem Topalca'nın son 4 yıl içinde Suriye ile Türkiye arasında neden ve nasıl 1100 defa girip çıktığını açıklayabilir mi? Bu soruyu yöneltebilecek bir gazeteci etraflarında kaldı mı veya cesaret edebilir mi? 

Erdoğan ve Fidan'ın selefi teröristlere yolladığı silah ve kimyasal silahları nereden satın aldığı, kimin ne kadar rant sağladığı BM ve UCM gündeminde. Erdoğan ve Fidan'ın göstermelik gözaltına aldığı tüm selefi teröristler serbest bırakıldı. Ahrar uş Şam, MİT'in selefi örgütü kucaklarında patlayacaktır! 
Zira Topalca Almanya'ya iltica etmiş, itirafcı olmuş deniyor. Erdoğan rejimi dünyada yalnızlaştırılıyor. 
Bu kara leke kolay temizlenemez. BM ve Uluslararası Ceza Mahkemesine Heysem Topalca ve Taha Gergerlioğlunun Erdoğan ve Fidan aleyhindeki itirafları gündeme getirilecek mi? Büyük ihtimalle planları budur. Erdoğan rejiminin gideceği fazla yol kalmadı. Suriye'de kimyasal ve El- Nusra ile Sarin gazı kullanan AŞİHcleri BND Reichstag'a taşımış! İsviçre gizli hesaplarında Erdoğan’ın ne kadar parasının yattığını da BND ele geçirdi. Almanya elinde Heysem Topalca, Taha Gergerlioğlu ve Nedim Hasan şahitse Erdoğan ve Fidan'ın Lahey'de hiç şansı yok. Ülkemizin adını çok fena kirlettiler. 

MİT tırlarını örtbast ettiniz, polis, savcı ve hakimleri hapsettiniz. Ancak BM Savcısı Ponte, Lahey'de Fidan ve Erdoğan’ın karşınıza çıkacaktır. Savaş suçlarında zaman aşımı da yoktur. Erdoğan ve Fidan, ABD'ye İncirlik dahil tüm askeri üstlerin kullanım tavizini TBMM izni olmadan verdi ama Almanya'ya rest çekemediler! Topalca'yı BND'ye kaybedince UCM'de yargılanmaktan korktuğu için Fidan ve Erdoğan ABD'ye yanaştı! Almanya'ya karşı ABD kozunu oynadılar! Ancak ABD’de güvenli bölge konusunda Erdoğan’ı yalanladı, IŞİD’ten arındırılmış bölgede PYD’ye güvendiğini ortaya koydu. TSK, ne yapacağını biliyor mu? 

Almanya’nın BND’si Suriye'de MİT tarafından piyon olarak kurulan AŞİH'e karşı 2013’dem beri aktif mücadele sergiliyor, ama Erdoğan ipe un sermeyi sürdürüyor. CIA ve MOSSAD ise Erdoğan’ın selefi zafiyetini kullanarak talep ettiği tüm tavizleri kolayca alıyor. Acı olan Almanya, Türk ve Kürt gurbetçileri ve vatandaşlarını selefi teröründen korumak isterken, Fidan ve Erdoğan AŞİH'in sahibi duruyorlar. Kimse bunu yalanlayamıyor. Alman BND MİT'in AŞİH'inin Almanya yapılanmasını ortaya çıkardı, gurbetçilerin Erdoğan ve Fidan organizesi ile tarafından selefi radikal terör örgütlerine kayması istenmiyor. Almanya’nın terörist listesine PKK, 1993’de girdi, Suriye’deki sivilleri öldüren selefi örgütlerin hepsi terörist sayılıyorlar. Batılılar, selefi terörüne en ciddi biçimde ve yüksek sesle karşı çıkan ve devlet terörüne direnen Hizmet hareketinin önemini daha iyi anladılar. Hizmet, marjinalleşmedi, tam tersine değerlendi. Sünni İslam'ın gülen ve barışçıl yüzü olarak tüm İslam dünyası 
ve Batı alemind ehayranlıkla izleniyor.

Alman ARD televizyonu BND'nin Almanya Federal Dış İşleri Bakanlığı'na sunduğu AŞİH raporunu yayınladı ve kıyamet koptu: Fidan ve Erdoğan başroldeler... Suriye'deki insanlık dramı Erdoğan ve Fidan'ın sebep olduğu savaş suçları sanıldığından çok büyük.Tecavüze uğrayan 37 bin kadın bulunuyor. Okuduğum itiraflara ve mağdur beyanlarına göre UCM ve İnsan Hakları Komisyonunda El Nusra, IŞİD ve AŞİH militanları ve mağdurlar çok net konuşuyorlar. Buna benzer suçları Nazilerin Yahudi, Çingene, Komünist ve homoseksüellere uyguladığı soykırım, katliam günahları ve devlet terörü ile savaş suçları günlüklerinde okumuştum. 2. dünya savaşınan sonra 50 milyon ölünün kanları ellerind edururken Nazilerden paçayı yırtan sadece Gestapo başkanı Gehlen ve 300 SS subayı oldu, 
CIA himayesine girip Gladyoları kurdular. Fidan’ın ki de böyle bir son umut olabilir... 

Kosova’da Haşim Taçi'nin organ mafyasını ortaya çıkartan İsviçreli Hukukçu Ponte, Suriye kimyasal silah krizinde Erdoğan ve Fidan'ın peşine düştü. 7 Ağustos’da başlatılan inceleme çok hızlı yürüyor. 

Taçi’yi 8 yıl takip edipte savaş suçlusu kararı çıkartan Ponte, anlaşılan Suriye dramında deliller çok sağlam ki fazla beklemedi. Muhtemel Kasım erken seçiminden sonra UCM'de Erdoğan, Davudoğlu, Ala ve Fidan hakkında başlatılan savaş suçları davası sonuçlandırılacak gözüküyor. Böyle bir karar AKP’lileri şoke edecektir. AKP oylarında yüzde 5 daha erime olabilir. Yine 4 parti TBMM'ye girer, harcanacak 2 milyara yazık. Önümüzdeki 3 aylık süreçte Erdoğan ve Fidan'ın selefi terörünü destekleyerek yol açtıkları bataklığın belgeleri BND tarafından yakında medyaya servis edilebilir. MHP Lideri Bahçeli'nin yerinde olsam UCM Kararının çıkacağı 2016 yılına kadar AKP ile koalisyon kurar, Erdoğan ve çetesinin sonunu beklerdim. Zira UCM karar en erkenı 2016 yılı baharını bulabilir, Erdoğan ve çetesi böylelikle tamamen direnişini kaybeder ve 2017 Erken seçimi için mükemmel bir atmosfer oluşur. AKP'nin tabelası bile kalmayabilir... 

ABD, Ankara yerine Tahran’ı seçtiği için ve İran bu konudaki belgeleri CIA’ya teslm ettiği için, Amerikan ve İngiliz medyasında daha fazla belgelerin yayınladığına şahit olacağız. AKP’liler dış düşman fobisi oluşturup hepsi bize düşman diye yırtınmaya çalışsada, bu sorun Türkiye’yi dünyada küçük düşürüyor ve itibarını sıfırlıyor. Buna izin veremeyiz... Erdoğan ve derin ekibinin haram paralarla servet edinenlerin satın alamayacaği düriüst, vatansever, namuslu insanlarda vardır. Elbette Amerikalılar gibi Almanya da kendi ülke çıkarları için bu konu üzerine gidiyor. BND, zayıf Büyük Kürdistan projesini Kuzey Suriye'den enerji nakil hattı, AB'yi Rusya'nın enerji tehditinden kurtarmak için çok istiyor. MİT içinde Fidan ve Erdoğan'ın selefi ticaretinden çok rahatsız olan devlet adamları var. Fidancılar Erdoğan'ı tek suçlu ilan edebilirler. Fidan kendini daha yukarılara layık gördüğü içim selefi terör lekesini başkası üzerine yıkmak zorunda kalacaktır. Erdoğan ve Fidan'ın selefi teröristlere 
yaptığı yatırım yerine ülke barış ve huzuruna hizmet edecek sosyal projelere para harcanabilirdi. Güneydoğu’da insanlarımız açlık sınırında yaşıyor. Kürt barışı diye milleti oyalayacaklarına, selefi terörüne oynayacaklarına keşke harcanan milyar dolarları işsizlere iş imkanları kurmak için kullansalardı. 

Yazık değil mi? 

Stratejik bir çöküntü yaşanıyor, ancak Erdoğan ve Fidan Suriye'de hatalarından dönmüyor, ülkemizi terörü destekleyen ülke haline getirdiler. Ülkemizde komedi trajedi bir durum var. Selefi teröristler ve PKK'yı son 3 yıldır besleyen Fidan ve Erdoğan, herkese teröristsiniz diyorlar ve bu imajı uyandırmak için algı operasyonları yapıyorlar. Havuz medyası, şaklabanlık ve şarlatanlıkla bu ahlaksızlığa güzellemeler yazıyor ve terör simsarlığı yapıyorlar. TSK'nın Selefi terörüne Erdoğan ve Fidan'ın açık desteğinden ve rantından rahatsız olmasını beklemek her Türk vatandaşının hakkıdır. Yoksa geniş bir kitle hayal kırıklığına uğrayacaktır. 

Erdoğan ve Fidan, selefilere silah, kimyasal silah ve militan ticaretinden ne kadar para kazandı ve bu kara paralar nerede stoklandılar? Erdoğan ve Fidan'ın selefi teröristleri silahlandırması terör ihracı değil mi? Silahlar, Rusya, Sırbistan ve Libya'dan mı satın alındı? MİT selefi terör örgütü kurma yetkisini kimden aldı, gönderilen silahların parasını kim verdi, kime gebe kaldılar? Bu sorular ana sorulardan. Sorduğum soruların cevabını aslında biliyorum. Suriye'de Müslüman kanı üzerinden rant sağlayan Erdoğan ve Fidan er geç hesap verecektir. 

Erdoğan ve Fidan, eline silah almamış ama AKP'ye muhalif herkesi terörist ilan ediyor, fişliyor, mağdur ediyor. Selefilere dokunmuyor. Suriye skandalı Havuz medyasında yazılmıyor, zira bu dramın altında eziliyorlar. İç dinamikler ve hukuk sorunu çözemedi, dış baskıların gelmesi ve yine dış dinamiklerin ortak aklının ülkemizi uçurumun kenarından döndürmesi kaçınılmaz hale geldi. Eğer MİT tırları yargı önüne çıkartılsaydı, ülkemizin ihanet çemberinden kurtulma ve iç hukukla bunu çözme imkanı vardı, heba edildi. Erdoğan ve Fidan'ın az maz aklanma şansı vardı, şimdi hiç kalmadı. Zira MİT tırları sevkiyatı durmadı, devam ediyor. Erdoğan ve Fidan, kumar oynayıpta sürekli kaybeden ama kaybetmeye doymayan kumarcı gibiler. 

IŞİD ile savaşı AKP asla istemiyor. ABD ve Almanya, Suriye füzelerinden ülkemizi koruyan Patriot füzelerini geri çekerek mesaj veriyorlar: Erdoğan ve Fidan'a güvenmiyoruz. Suriye elinde Rusya'nın verdiği ve kontrol ettiği 4800 orta ve uzun menzilli füze var, ülkemizin her tarafını vurabilecek kapasitedeler. Erdoğan ve Fidan, AŞİH'i silahlandırmaya devam ettiği sürece NATO desteğini ve Patriot füze korunma sistemini geri alamayacaksınız diyorlar. 

Çin’e bel bağlayan Ülke haline geldi Türkiye. 

Bu Aptallığa Mahkum değiliz. 

Çok sert ve net yazdığımı düşünebilirsiniz. Kanadalı sosyolog gazeteci Naomi Klein, Şok Doktrini kitabında, kapitalist yalanlarla, askeri diktayla aldatılan köle milletleri şok ile uyandırabilirsiniz diyor. Şok terapisi yapıyorum, bunu herkesin anlamasını da beklemiyorum... 


***