Prof. Erol Manisalı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Prof. Erol Manisalı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

30 Mart 2020 Pazartesi

MİLLİ EGEMENLİK VE BİLİNÇ KAYBI.,

MİLLİ EGEMENLİK VE BİLİNÇ KAYBI.,


Bayram Ankaralı,
Çoban Ateşleri,
22.10.2004 


Gündemimizde yine AB ve Türkiye’nin evlilik çalışmaları var. Aslında konuya sürekli başka açılardan bakmaya çalışarak, kendimi farklı düşünen insanların neleri görebildiklerini anlamaya zorlayarak düşünüyorum. Sonuçta ya ben çok geri kalmış bir iradeye ve düşünce sistemine sahibim, ya da birileri (içimizdeki Danimarkalılar – bu tabiri Prof. Erol Manisalı kullanıyor ve cuk oturuyor) gerçekten konuları anlamamakta ve farklı algılamakta ısrar 
ediyorlar. 

Hala gündemi meşgul eden AB konusunda; 

“Onurlu ortaklık”, “Bizim istediğimiz biçimde ortaklık”, “Biz AB’ye katkıda bulunuruz”, “AB kurumlarında söz sahibi olursak ülkemiz için iyi şeyler yaparız”, “Biz AB’ye karşı değiliz ancak dayatmalarına karşıyız”… gibi söylemlerle vakit kaybetmeye ve göz boyamaya devam ediyor. 

Aslında belki burada yapılmak istenen şey, AB karşıtı muhalefetin yumuşak (‘light’) bir noktaya çekilerek, gerçeklerin düşündürülmemeye çalışılmasıdır. 

Türkiye’de yaptırım gücü olduğuna inandığımız bir çok kurum ve siyasi oluşum, henüz kamuoyuna konunun neresinde olduğunu net olarak anlatmış değil. Sisli perdelerde, zikzaklar çizerek dolaşıyorlar. 

Mesele son derece basit ve yalın. İki seçeneğiniz var: 

1) AB’ye girme projesini desteklersiniz, 
2) AB’ye girme projesine karşı olursunuz ve reddedersiniz. 

Bu ak ve kara gibidir. Bu gündüz ve gece gibidir. Bu hususta gri ya da alaca karanlık olma şansınız yoktur. 

AB projesini destekliyorsanız, temel alacağınız bir tek şey vardır: MİLLİ 
EGEMENLİĞİNİZ’den vazgeçmek!.. 

Hemen kenarlardan dolaşarak, “yok efendim, AB ulusal kimliklere saygılıymış, Avrupa Ülkeleri Egemenliklerini nasıl koruyorlarmış, biz Türk’üz egemenliğimiz den taviz vermeden de AB’ye gireriz..” gibi ifadeler kullanarak kıvırtmayın. 

AB üyesi bütün ülkeler; 

AB ANAYASASINI EN ÜST YASA OLARAK KABUL ETMEK ZORUNDADIR. 

KENDİ MİLLİ MEVZUATLARINI BU ANAYASAYA GÖRE DÜZENLEMEK ZORUNDADIR. 

AB ANAYASASI YAHUDİ-HRİSTİYAN DEĞERLERİ ÜZERİNE BİNA EDİLMİŞ BİR 
ANAYASADIR. (Bunu şimdilerde BATI ya da EVRENSEL değerler diye yutturmaya çalışıyorlar) 

Fazla detaya girmeye dahi gerek yok. Sorulması gereken soru net ve açıktır: 

MİLLİ EGEMENLİĞİNİZİ BRÜKSEL’E DEVRETMEYE HAZIR MISINIZ? 

Bu gerçeği AKP milletvekili Köksal Toptan, TBMM’nin 26.09.2004 tarihli, 124''üncü birleşiminde yaptığı tarihi konuşmayla sağır sultanlara duyurdu. TBMM tutanaklarından aynen aktarıyorum: 

"Sayın Başkan, çok değerli Milletvekili arkadaşlarım; amacım, kesinlikle, değerli 
arkadaşım Sayın Kandoğan''la ne bir polemiğe girmek ne de bir iç siyaset malzemesi olarak bu konuşmadan birtakım şeyler çıkarıp ona cevap vermektir. 

Ama bazı konuların açıklığa kavuşturulması lazım... Değerli arkadaşlarım: AB yolunda, elbetteki egemenlik hakkımızdan yer yer fedakarlık edeceğimiz yerler, konular olacaktır. 

Bunu kabullenmemiz, bilmemiz lazım. Ortak bir Avrupa, ortak bir Avrupa Anayasası yapılıyor. Bu anayasa, bizim önümüze de, sizin önünüze de gelecek ve onaylanması istenecek. Bu anayasa onaylandıktan sonra, artık biz, Türkiye olarak o anayasanın çizdiği çerçeve içerisinde kendi iç düzenimizi dizayn etmek, ona göre uygun hale getirmek zorundayız. O nedenle "AB ne istediyse yaptık" sözünde yadırganacak hiç bir şey yoktur.” 

Aslında sayın Toptan’a teşekkür etmek lazım. Şimdiye kadar herkes kenarından 
köşesinden dolaştı, durdu. O doğrudan mevzuya girmiş. 

Bir arkadaşım, AB’nin Türkiye hakkındaki olumsuz tutumunun ancak içine girmekle ya da onun kurumlarında etkin olarak yer almakla düzeltilebileceğini savunmuştu. Ona çok şaşırarak bir örnekle cevap vermiştim: 

“BAĞIMSIZ TÜRKİYE KOMİSYONU üyesi Albert Rohan diyor ki; " Viyana'nın 3. kez kuşatıldığına üzülmek yerine, AB'nin Konstantinapol’u alacağına sevinmek gerekir " (1 Ekim 2004) 

Yani adamlar İstanbul’u topsuz – tüfeksiz geri alacaklarını söylüyorlar, bunu yapmak için her türlü taktik uygulanıyor, biz hala; “AB’ye girersek zengin oluruz, demoktratikleşiriz, kültür mozayiğimizi tanıtırız, çağdaş medeniyet seviyesine erişiriz..” palavralarıyla gün geçiriyoruz. 

Tüm bunların olacağını asla ve asla düşünmüyorum, ancak varsayalım ki oldu, o zaman tüm bu edinimleri elde edebilmek için BAĞIMSIZLIĞINIZDAN ve EGEMENLİĞİNİZDEN vaz geçecek misiniz? 

Yani Parayı veren düdüğü çalar mı diyorsunuz? 

22.10.2004 

***** 

10 Nisan 2016 Pazar

' Demokrasi Ayıbı Hangisi? ',


' Demokrasi Ayıbı Hangisi? ', 

Prof. Erol Manisalı
   
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın açtığı kapatma davası için AKP, “ Demokrasiye ayıp ” diyerek bildiri yayımladı. Eğer aşağıda sıraladıklarım AKP hükümetleri tarafından yapılmamış olsaydı, gerçekten de bu bir demokrasi ayıbı olurdu. 


1) Milletvekillerinin, “A’dan Z’ye dokunulmazlıkların arkasına saklanmaları”, demokrasi ayıplarının en büyüğü değil mi? Demokratik bir biçimde sorgulanmalarının önü, AKP tarafından kapatılmış olmuyor mu?

2) Kamusal içerikli iktisadi ve sosyal faaliyetlerin bir bir özelleştirilerek piyasanın ve yabancı tekellerin insafına terk edilmeleri demokrasi ayıbı değil mi?

3) Köylünün, ” yabancı tekellerin kölesi durumuna düşürülmeleri” demokrasi adına bir felaket değildir de nedir?

4) Ekonominin bir bir yabancı tekellere ve yeşil sermayeye terk edilmesi demokrasi ayıbından sayılmıyor mu?

5) Futbol Federasyonu’ndan işçi sendikalarına kadar “kadrolaşmanın her alanda yaygınlaştırılması” hangi demokraside görülür?

6) IMF ve büyük sermayenin dayatmaları sonucu “çalışanların sosyal haklarının kısıtlanarak, zaman içinde tasfiyesi” gerçek demokrasilerde olabilir mi?

7) Bush ve Blair ‘in ricaları sonucu bu ülkelerin şirketlerine “kolaylıklar sağlanması”, hangi demokratik ölçüye sığar?

8) Yasama, yürütme ve yargı arasında kurulan ve demokrasinin olmazsa olmaz kurallarından olan dengeyi, “yargı aleyhine bozmaya yönelik yasa ve uygulamalar” demokrasi ayıbı değil mi?

9) 2004 ve 2005 yıllarında imzaladığınız anlaşmalarla ülkeyi AB’ye tek yanlı “bağlı ve bağımlı duruma sokmanız” hangi demokratik ülkede yaşanabilir?

10) Arap ülkeleri, İran ve Türkiye’yi hedef alan BOP’ye bağlılığınızı ilan etmeniz, demokrasi ile nasıl bağdaşır?

11) Kıbrıs konusunda Türkiye’nin uluslararası anlaşmalardan doğan haklarını ve TBMM kararlarını hiçe sayarak AB (ve ABD) taleplerine boyun eğmeniz, demokrasiyle bağdaşır mı?


Olayda bir Gariplik var!..

Bu sıraladıklarım, dinle imanla ilgisi olmayan antidemokratik uygulama ve girişimlerdir. Başsavcının iddianamesinin, “sadece bazı dinci öğelerle sınırlı kalmasına” şaşırdım. Bence sıraladıklarım, en az dinsel olanlar kadar önemlidir.

Dini, iktisadi, siyasi ve kültürel öğeler (ve gerekçeler) bir bütünün parçalarıdır. Organik bir bütünleşme gösterirler. Neden sadece dini (ve dinci) öğeler üzerinde durulmuş?

Bu konularda, toplumda bir “algılama bozukluğu” gözleniyor. Türkiye’de oligarşik bir yönetimin egemenliği ve “dinciler dışında da oligarşiye katılımın varlığı”, bu çelişkileri yaratıyor.


- Kimileri bu nedenle, “ Sadece dini Sakıncalara” değiniyor.

- Diğer “antidemokratik uygulamalardan uzak duruyor”.


Bunun gerisinde, “oligarşiyle” (sistemle) olan örtülü çıkar birliği yatıyor.

Savcılığın gerekçelerinin “çok sınırlı kalmasının nedenlerini” düşünürken aklımdan bunlar geçti. Her şey ortada yaşanıyor, herkes her şeyi görüyor. Yine de “üç maymunu oynayanlar” çoğunlukta.

Başbakan ve Çalışanlar…

Başbakan’ın 14 Mart Cuma günü çalışanların ,”yeni sosyal güvenlik yasa tasarısı” ile ilgili tepkilerine karşı söyledikleri çok ilginçti;


- Çalışanların tepkisini anlayamıyor ve her şeyi “kendi patronajındaymış gibi görüyor”.

- ” İki saatinizi boşa harcıyorsunuz, gidin çalışın” diyor. Çalışanların tepkisinin, “onların toplumsal haklarına yönelik”, uzun vadeli ve kapsamlı bir girişim olduğunu göremiyor. Yanında çalışan insanlara nasihat eder gibi konuşuyor.


Demokratik ülkelerde bir başbakan, ” haklarını arayan milyonlara karşı”, bu gözle bakamaz, bu üslupla konuşamaz. Gerçek demokrasi ayıbı burada kendini gösteriyor.

Türkiye çok tehlikeli bir süreçten geçiyor. Taraflardan bir tanesi AKP ve onu destekleyen iç ve dış ortakları. ABD ve AB Türkiye’de gerçek bir demokrasi yerine, kendilerinin her dediğini yerine getirecek bir “ılımlı İslam yönetimi” istiyorlar. Suudi Arabistan ve Irak’ta olduğu gibi, demokrasi umurlarında değil. Üstelik, “halkçı bir demokrasiye” kesinlikle karşılar.

AB ve ABD’nin Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın başvurusunu eleştirmeleri ve demokrasiye aykırı görmeleri büyük çelişkidir. Kendilerine şu soruları sormak gerek:


- AB içinde, AKP benzeri antidemokratik uygulamalar yapan bir hükümet var mı?

- Fransa’yı, Almanya’yı, İsveç’i “ Dışardan bölmeye çalışan devletler ” bulunuyor mu?


Onların derdi başka: Türkiye’de oluşturmaya başladıkları sömürü düzeninin engellenmesini istemiyorlar: BOP için buldukları yerli ortaklarını kaybetmekten korkuyorlar.

Cumhuriyet başsavcısının girişimini sadece dar bir “laiklik karesi” içinden değil, çok daha geniş kapsamlı görmek ve değerlendirmek gerekir.

Gerekçeler buzdağının, sadece su üstündeki küçük bir parçası…


http://www.transanatolie.com/turkce/turkiye/Turkiye%20Gercekleri/demokrasi_ayibi.htm


..