Türk Ekonomisinde etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Türk Ekonomisinde etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

29 Mart 2017 Çarşamba

Türk Ekonomisinde Deniz Bitti..


Türk Ekonomisinde Deniz Bitti.. 

Doç.Dr.Sait Yılmaz 

Gerek Başkanlık referandumu sonrası ülkeyi neler beklediği gerekse Türk 
ekonomisi ile ilgili muamma insanları derin endişeye sevk etmiş durumda. 
Uluslararası ilişkiler uzmanı olmama rağmen, son yıllarda ekonomik konulara da 
ilgimiz ister istemez arttı. Öte yandan, Türk ekonomisinde neler olduğunu anlamak için uzman olmaya da gerek yok. Zaten Türk ekonomisini şu aralar Merkez Bankası’nın uzmanları da yönetmiyor. Demek istediğimiz hem bu işler sandığınız kadar karışık değil ve hem de para politikaları asıl sahibine (TC Merkez Bankası) bırakılmadığından yani siyasi müdahalelere tabi olduğundan ekonomi daha kötüye gidiyor. Türkiye’de neden döviz sıkıntısı yaşandığını anlamak için; döviz krizinin nereden nereye geldiğini ile ilgili gelişmelere ve para piyasasının nasıl işlediğine biraz vakıf olmak yeterli. 2002 yılının sonunda yani AKP’nin iktidara geldiği en çalkantılı zamanda Türkiye’nin Uluslararası Döviz Yükümlülüğü (döviz alacakları ile vereceklerinin farkı) eksi 80 milyar dolar idi. 15 yılda bu fark 360 milyar dolara yükseldi. Buna özelleştirme ile 55 milyar dolara satılan Cumhuriyet’in kamu varlıklarını da koyun, rakam 400 milyar doları aşıyor. Hükümet, kamu borçlarının eskiye nazaran azaltıldığını söylese de bu borç özel sektör üzerinden yapıldı. 

Peki, bankalar neden dövize ihtiyaç duyuyor ya da döviz ihtiyacı arttı? Bir 
örnek verelim; onca köprüden sonra şimdi de üçüncü havalimanı yapılıyor ve devlet bu projeyi yap-işlet-devret metoduyla ihale ediyor. İhaleyi alan bu parayı bankadan istiyor, banka da uluslararası piyasadan döviz karşılığı temin ediyor. Hükümet, “devlet kasasından bir kuruş çıkmadı” diyor ama bankanın borcu bu sistemden karşılanıyor. Vatandaşın köprülerden geçiş parası bankalara gidiyor, banka ise zamanında döviz bulabilmek için Merkez Bankası’na başvuruyor. Merkez Bankası piyasaya bankalar üzerinden Türk Lirası verir ve bunun için üç koridor kullanır; 

 - Haftalık repo koridoru; Faiz oranı %8 olarak belirlenmişti, bu aynı zamanda 
resmi para politikasının faizidir. Yani TL almak isteyen bankalara haftalık %8 faizle borç verilmekte ve bankalar borçlarını bununla kapatmaktalar. Bu faiz oranın artması dolara olan talebin düşmesine yol açar 

 - Gecelik borç; Merkez Bankası, bankalara bu kanalla kullandığı gecelik 
paraya %8.5 faiz uygulamakta ve bankalardan yaptığı alımlarda ise %7.25 
uygulamaktaydı. 

 - Geç (Late) borçlanma koridoru ise; Bankaların hesapların kapandığı 16.00-
17.00 saatleri arasındaki günlük para hesaplarını dengede tutmak için, istediği 
borçlara uygulanır. Merkez Bankası %10 faiz ile borç verir, %0 faiz ile fazla parayı alır. 

 Bundan yaklaşık 10 gün önce, dolar 3.94 TL’ye yükselmişken, Merkez 
Bankası’nın ilk koridorda faiz oranını artırıp, doların TL karşısında değerini düşürmesi bekleniyordu. Ancak, Erdoğan’ın siyasi müdahalesi ile bir ve ikinci koridorlar kapatıldı ve bankalara sadece üçüncü koridordan %10 faiz ile borç alma yolu bırakıldı. Bankalara zorla dayatılan bu faiz oranı ile dolar bir süre düşüşe geçti. 24 Ocak 2017 günü Merkez Bankası, ikinci koridordaki %8 faizin üst limitini %9.25’e, üçüncü koridordakini ise %10’dan %11’e çıkardı. Ancak, karar alındığında 3.73’de olan dolar kuru bugün 3.85’e kadar çıktı. 

 Sonuç olarak, Erdoğan’ın (bağımsız olması gereken Merkez Bankası’nın değil) 
müdahaleleri ile sistem hep tersine işliyor. Yapılması gereken (eğer işi bu kapitalist sistem oyun içinde oynamaya devam etmek istiyorsanız) birinci koridorda faizi yükseltmek ve bu işi teknik olarak yapması gereken Merkez Bankası’na inisiyatif vermektir. Kapitalizm budur, seni borç vererek öldürür. Gelinen aşamada bankaların, iş adamlarının ve tasarruf sahiplerinin sisteme güveni kayboldu. Herkes dolara yükleniyor çünkü büyük köprü, yol vb. büyük projelere girenler, döviz üzerinden borçlandılar ve bunlara likidite lazım. İş adamları, ham maddeyi dövizle getiriyor ve önünü göremediği için döviz stokluyor. Döviz değerinin arttığını gören bireysel tasarruf sahipleri de o yöne kayıyor. İşin kötü yanı sürekli borç alarak tutunmaya çalışanlar, bir süre sonra borçlarını çeviremez hale geliyorlar. 

Hükümet, umutsuzca doları olan talebi azaltmaya çalışıyor. Ekonomi için asıl 
tehlike ise ülkenin siyasi durumundaki belirsizlik çünkü sistemin işlemesi için dış 
yatırım, dışarıdan döviz gelmesi lazım. Eğer referandumdan “hayır” çıkarsa erken seçimlere yani Ekim 2017’e kadar belirsizlik devam edecek. “Evet” çıkarsa Kasım 2019’daki başkanlık seçimlerine kadar ülke gündemi yeni Anayasa düzenlemeleri ile meşgul edilecek. İç ve dış istikrarı olmayan, döviz sıkıntısı yaşanan bir ülkeye dış yatırım gelmesi zor. Bakın henüz dış güçlerden bahsetmedik çünkü henüz devreye girmelerine gerek kalmadı ama çok hassas bir çizgide yürüdüğümüz belli yani her an hesapları değişebilir. Bu belirsizlik ve kriz ortamı zaten Erdoğan’a yarıyor, ihaleci sermaye ve medya biat ettikçe böyle de devam edecek. Ekonomi mi? Türk ekonomisi aslında 2013 yılında kâğıt üzerinde iflas etti. %40’ı kayıt dışı olan ekonomi bu zamana kadar kaynağı belli olmayan paralar ile idare ediyordu ama deniz bitti. 



***