uygulamalar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
uygulamalar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

13 Kasım 2019 Çarşamba

BİR MİLLİ KİMLİK KONUSU OLARAK ATATÜRK’ÜN “TÜRK TARİHİ VE ÖĞRETİMİ”NE DAİR GÖRÜŞ VE UYGULAMALARI

BİR MİLLİ KİMLİK KONUSU OLARAK ATATÜRK’ÜN “TÜRK TARİHİ VE ÖĞRETİMİ”NE DAİR GÖRÜŞ VE UYGULAMALARI 

Prof. Dr. Nuri KÖSTÜKLÜ
* Konya Selçuk Üniversitesi-Eğitim Fakültesi, Tarih Eğitimi Anabilim Dalı Başkanı 


Genel olarak bir insanın “ne” olduğuna atıfta bulunan “kimlik” kavramı, kişinin kendisine ve başkasına yakıştırdığı çeşitli anlamlara da işaret eder1. Millî Kimlik dendiğinde ise, genel bir ifade ile, ferdin mensubu bulunduğu milletinden aldığı karakter özellikleri ile tanımlanması akla gelir. Bu durumda millî kimliği kavrayabilmek için “millet” kavramını bilmemiz gerekecektir. Çeşitli tanımları yapılmakla birlikte milleti, ortak bir geçmişi bulunan, ortak değerlere sahip ve gelecekte de birlikte yaşama arzusu gösteren yani ülkü birliği olan insan toplulukları şeklinde tanımlayabiliriz. Atatürk millet kavramını şu ifadelerle açıklamaktadır; “Zengin bir hatıra mirasına sahip bulunan, beraber yaşamak hususunda müşterek arzu ve muvâfakatta samimi olan ve sahip olunan mirasın muhafazasına beraber devam hususunda iradeleri müşterek olan insanların birleşmesinden meydana gelen cemiyete millet namı verilir”2. Atatürk’ün 
de vurguladığı üzere, milletin tanımında “zengin bir hatıra mirasına sahip bulunmak” “ortak bir geçmişe yani tarihe sahip olmak” gibi vazgeçilmez bir şart bulunmaktadır. Bir başka ifade ile bir milletin inşasında, tarih fevkalâde önemlidir. O halde, tarihsiz veya tarih şuuru olmayan bir fertte ise millî kimlik duygusundan bahsedilemez. 

Dolayısıyla, hem fert, hem de millet hayatında önemli bir sosyal disiplin olarak kabul edilen tarih disiplinine devletler, eğitim programları içinde hep önem veregelmişlerdir. Bu yüzden tarihin nasıl öğretileceği veya ondan en verimli şekilde nasıl faydalanılabileceği hususunda yeni kural ve ilkeler bağımsız bir disiplin olarak geliştirilmektedir. Bugün gelişmiş batı ülkelerinde mesela İngiltere’de “tarih öğretimi” son 20 yılda sürekli gelişme gösteren bir disiplin olarak karşımıza çıkmaktadır. 

Millî kimlik kavramına bu şekilde kısaca temas ettikten sonra Atatürk’ün Türk tarihi ve öğretimi hakkındaki söz ve uygulamalarını anlayabilmek için yakınçağ Türk tarihindeki belli başlı gelişmeleri kısaca hatırlamamız faydalı olacaktır. 

Bilindiği üzere yakın Türk tarihi özellikle 19.yy. başlarından itibaren çeşitli siyasi çalkantılar ve köklü değişim hareketlerinin yaşandığı bir dönemdir. Bu dönemin karakteristiğine bakacak olursak 2 temel özelliğin dikkat çektiğini görürüz. Bunlardan birincisi; 
Osmanlı Devleti’nin Batı karşısında eski gücünü kaybetmesi ile Batı’nın O’nu paylaşma arzusu ve bu doğrultudaki politika ve uygulamaları. 
Batı’dan yönelen tazyikler. Bu tazyikler 1815’te Şark Meselesi adıyla şifrelendiğinde, nihai hedef Osmanlı’nın paylaşılması ve Anadolu’da Türk siyasi hâkimiyetinin kırılması olarak belirlenmişti. İkincisi ise; Batı’nın gücü ve baskısı karşısında yetersizliğini fark eden Osmanlı Devleti’nin, var olabilmek için kendini yenileme ve çağa ayak uydurma iradesi ve buna bağlı olarak birtakım müessese 
veya fikirleri geliştirme gayreti ve arayışı içinde bulunmasıdır. Batı’nın Osmanlı ’ya daha doğrusu Türklere yönelik baskıları yalnızca maddi alanda olmayıp, kültür alanında da yoğunlaşmıştı. 

Özellikle Türk’ün varolma veya yokolma sınırına getirildiği 20.yy. ilk çeyreğinde Türk insanını, tarihini, coğrafyasını ve kültürünü tahrip etmek üzere birçok asılsız iddialar, iftiralar ortaya atılmıştır. Bunlar, Türklerin sarı ırka mensup olduğu ve Avrupalılara göre ikinci sınıf insan sayılması gerektiği ve Türklerin medenî kabiliyet ve istidattan mahrum olduğu iddialarıdır. 

Batılı tarihçi ve politikacılar sarı ırka mensup olan bu ikinci sınıf insanların kabiliyetsiz, anlayışsız, uyumsuz, tehlikeli olduklarını, hiçbir medeni eserlerinin 
bulunmadığını, kendilerini düzenleyecek ve yenileyecek kapasitelerinin olmadığını, siyasi karışıklıklarla Avrupa’nın huzurunu kaçırdıklarını, dolayısıyla Avrupa’dan ve Anadolu’dan kovulmalarının hatta yeryüzünden kaldırılmalarının gerektiğini öne sürmüşlerdir.3. 

Bütün bu siyasi, askerî ve kültürel baskılarla Türkiye’nin kolu kanadı budanmaya başlandı. Tanzimat ve Meşrutiyet hareketleri de Türkiye’nin Mondros’a getirilişini önleyemedi. Osmanlı münevverinin ülke bütünlüğü için düşündüğü Osmanlıcılık ve İslamcılık da maalesef çare olmadı. Bir taraftan Şark Meselesi çerçevesinde Batı emperyalizminin Türkiye’ye baskısı, öbür taraftan Fransız inkılabıyla 
daha ziyade Avrupa dışında ve sömürüye hedef olan coğrafyada yayılan ve yayılması teşvik edilen milliyetçilik akımı karşısında Osmanlı’nın çözülüşü önlenemedi. Osmanlı’yı oluşturan milletlerden Yunan “ben Yunanım”, Bulgar “ben Bulgarım”, Sırp “ben Sırpım”, Arnavut “ben Arnavutum”, Arap “ben Arabım” demeye başladı. 93 Harbi ve Balkan Harbi sonunda Türkler büyük ölçüde Balkanlardan sürüldü. I. Dünya savaşında da Müslüman Arap dünyası 
Osmanlı’dan ayrılmanın hesabı içine girdi. Bütün bu gelişmeleri Atatürk 20 Mart 1923’te Konya Türk Ocağı’nda yaptığı konuşmada şöyle analiz ediyordu; “ Bizim milletimiz, millîyetinden tegafül edişinin çok acı cezalarını gördü. Osmanlı İmparatorluğu dahilindeki akvam-ı muhtelife millî akidelere sarılarak, milliyet mefkûresinin kuvvetiyle kendilerini kurtardılar. Biz ne olduğumuzu, onlardan ayrı ve onlara yabancı bir millet olduğumuzu sopa ile kovulunca anladık. Kuvvetimizin zaafa uğradığı anda bizi tahkir, tezlil ettiler. Anladık ki kabahatimiz kendimizi unutmaklığımızmış. Dünyanın bize hürmet göstermesini istiyorsak evvelâ bizim kendi benliğimize ve milliyetimize bu hürmeti hissen, fikren, fiilen bütün ef’al ve harekatımızla gösterelim; bilelim ki millî benliğini bulmayan milletler başka milletlerin şikârıdır”4. 
Atatürk’ün bu tespitlerinde de gayet açık olarak anlaşılacağı üzere Osmanlıcılık fikrinin bir hayal olduğu görülmüş ve bin yıl önce Anadolu’ya gelişte olduğu gibi yine aslî unsur olan Türk unsuru, onun gücü maddî ve manevî değerleri üzerinde durmak ve buna göre, mütevazi de olsa yeni bir yurt tutmak mecburiyeti doğmuştur. Böylece yeni bir tarih ve şuuru ortaya konulmuştur. 

Kökleri daha gerilere gitmekle birlikte Ziya Gökalp’in Türkçülük fikri bu millî tarih görüşünün dayanağı olmuştur5. Tabii ki, Mustafa Kemal’in öğrencilik yıllarından itibaren okuyageldiği ve bugün çoğu Anıtkabir müzesinde bulunan ve üzerine notlar düştüğü tarih ve kültür kitapları da O’nda bir tarih kültürünün oluşmasını sağladı. 

Balkan Savaşlarıyla birlikte Osmanlı Devleti’nin tasfiye süreci hızlanıp, Mondros’la Anadolu bile Türklere çok görüldüğünde, Mustafa Kemal’in önderliğinde tamamen millî güçlere dayalı olarak bir Millî Hareket başlamış, ve bu mücadelenin her aşamasında ileride kurulacak olan Türk devletinin millî nitelikli olacağının mesajları verilegelmiştir. Çünkü, Osmanlıcılık veya ümmetçilik gibi anlayışlar artık iflas etmişti. Millî Mücadele tarihimizin temel kavramlarına bakacak olursak; Misak-ı Millî, kuva-yı millîye, heyet-i millîye, irade-i millîye, tekâlif-i millîye vb. hepsinde millilik damgasını görürüz. Burada millete dayalı, gücünü milletten alan bir hareket söz konusudur. 

Bu millet ise 23 Nisan 1920’de açılacak olan Meclise nakşedilen “Büyük Millet” olup, adı Türk milletidir. Kurulan devletin adı da tarihte Göktürklerden sonra ikinci Türk adını taşıyan Türkiye Cumhuriyeti’dir. İşte Türkiye Cumhuriyet‘i böyle bir tarihi süreç sonucu, millî, üniter, demokratik ve laik bir devlet olarak doğdu. 

Cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk, temelinin Türk kültürü olduğunu sürekli vurguladığı6 yeni Türk devletinde her şeyden önce millî kimliğin inşasına önem verdi. Çünkü uluslararası, hukukta da “devlet”i meydana getiren 4 temel unsur; 1- Millet, 
2- Ülke, 
3- Siyasi hâkimiyet, 
4- siyasi teşkilatlanma, arasında milletin ayrı bir yeri bulunmaktadır7. 
Millet şuurunun teşekkülü ise daha önce de vurguladığımız üzere, tarih ve öğretiminden geçmekteydi. 

Atatürk öncelikle, Türk tarihine ve Türk kültürüne yönelik mesnetsiz iddia ve iftiralara karşı, bilim zemininde gerçeklerle cevap vermek gerektiği noktasından hareket etmiştir. Bilindiği üzere Batı emperyalizmi tarafından yöneltilen bu iddialar şu iki noktada toplanmaktaydı; 

1- Türkler sarı ırka mensuptur, Avrupalılara göre ikinci sınıftır ve medenî değillerdir, 
2- Türkler Anadolu’ya sonradan gelmiştir, geldikleri yere dönmelidirler.8. 

Atatürk, bu iddiaları çürütecek yönde ilmî araştırmalar yapılması için kesin direktifler verdi ve yapılacak araştırmaları destekledi. Atatürk’ün bu yöndeki fikir ve çalışmaları onun Türk Tarih Tezi’nin temelini oluşturacaktır. Ancak biz burada çok geniş ve derin bir konu olan Atatürk’ün tarih tezine ayrıntılı olarak girmeyip, tebliğimizin başlığında da sınırladığımız üzere, O’nun millî kimliği inşa yönünde tarih ve öğretimine verdiği önem ve uygulamaları üzerinde duracağız. Yukarıdaki iddialar ve Osmanlı’dan devralınan tarih eğitimi karşısında, Cumhuriyetin temel nitelikleri de göz önüne alınarak, Atatürk, eski tarih eğitim ve öğretimi yerine, millî tarih ve çağdaş öğretim metodlarının esas alınmasını düşünüyordu. Tabii ki millî tarih anlayışı çerçevesinde Batı’dan kaynaklanan yukarıda bahsedilen iftiralara da cevap verilmiş olacaktı. 

Atatürk’ün Türk tarihi ve öğretimi hakkındaki fikir ve uygulamalarını analiz ettiğimizde; her şeyden önce tarih öğretimiyle “kendine güven duygusunun” inşa edilmesinin ve ancak bu şekilde millî kimliğin teşekkülünün mümkün olabileceğine işaret ettiğini görüyoruz. Çünkü, 19.yy. başlarından itibaren gerek askerî gerekse teknoloji ve diğer alanlarda Batının üstünlüğünün ortaya çıkması ve buna bağlı olarak alınan yenilgiler ve sürekli geri çekilmeler Türklerin psikolojisini olumsuz yönde etkilemiş ve daha sonra Atatürk’ün de Nutuk’ta söylediği gibi, “biz adam olmayız” şeklinde bir sosyal aşağılık duygusuna itmişti. Tarih eğitiminden beklenen öncelikle Türkün hak etmediği bu psikolojiden kurtulması kendini tanıması ve kendine güven duygusunun kazanılmasıydı. Atatürk’ün her fırsatta öncelikle Türk milletini bu yöne sevk ve teşvik ettiğini görüyoruz. Bazı örnekler vermek istiyoruz; 

“Türk milleti tarihinle övün; çünkü, senin ecdadın medeniyetler kuran, devletler ve imparatorluklar yaratan bir mevcudiyettir” 9. 
“Milletimiz aleyhinde söylenenler bütünüyle iftiradır” 
“Milletimizin büyük kabiliyetleri tarihen ve mantıken sabittir”10 
“Bizim başka milletlerden hiçbir eksiğimiz yok. Cesuruz, zekiyiz, çalışkanız, yüksek maksatlar uğrunda ölmesini biliriz”11. 

“Türk milleti güzel her şeyi, her medeni şeyi sever, takdir eder. 
Fakat muhakkaktır ki her şeyin üstünde tapındığı bir şey varsa, o da 
kahramanlıktır” 

“Türk çocuğu ecdadını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır”12. 

“Büyük devletler kuran ecdadımız büyük ve şümullü medeniyetlere de sahip olmuştur. Bunu aramak, tetkik etmek, Türklüğe ve cihana bildirmek bizler için bir borçtur”13. 

“Asla şüphem yoktur ki, Türklüğün unutulmuş büyük medenî vasfı ve büyük medenî kabiliyeti, bundan sonraki inkişafı ile, atinin yüksek medeniyet ufkunda yeni bir güneş gibi doğacaktır”14. 

“Türk çocuklarında kabiliyet her milletinkinden üstündür. Türk kabiliyet ve kudretinin tarihteki başarıları meydana çıktıkça, büsbütün Türk çocukları kendileri için lazım gelen hamle kaynağını o tarihte bulabileceklerdir. Bu tarihten Türk çocukları bağımsızlık fikrini kazanacaklar, o büyük başarıları düşünecekler, harikalar yaratan adamları öğrenecekler, kendilerinin aynı kandan olduklarını düşünecekler ve bu kabiliyetle kimseye boyun eğmeyeceklerdir.”15 

Atatürk’ün söylev ve demeçlerini taradığımızda bu çerçevede daha pek çok sözüne rastlarız. Ama bütün bu sözlerini ve “kendine güven” yolundaki mesajlarını yoğunlaştırılmış bir dozda o meşhur “ne mutlu Türküm diyene” vecizesiyle dile getirmiştir. 

Millî kimliğin teşekkülünde çok önemli olan “kendine güven duygusu” nun ancak ilmi metodlar çerçevesinde verilebilecek bir tarih öğretimiyle mümkün olabileceği bilinen bir gerçektir. Bu çerçevede Atatürk’ün yaklaşımına baktığımızda iki önemli özelliğin dikkat çektiğini görüyoruz. Birincisi; Türk tarihinin mümkün olduğu kadar derinlere, geçmişe dayandırılması, ikincisi; kökü çok derinlerde 
olan Türk tarihinin günümüze kadar bir devamlılık ve süreklilik içinde seyrettiği, tezleridir. Atatürk’ün Türk tarihiyle ilgili görüş ve uygulamalarında bu anlayışın hâkim olduğunu görüyoruz. İleriki ilmî araştırmaların da ispatlayacağı, gerçekliğini ortaya koyacağı bu tezler aynı zamanda yukarıda bahsettiğimiz bazı Batılıların Türk tarihine ve kültürüne yönelik iftiralarını çürüteceği gibi, bir ferdin 
veya daha geniş anlamda bir milletin tarih öğretiminden beklediği amaçları gerçekleştirecek niteliktedir. 

Türk tarihinin çok derinlere dayandığı, başlangıcının çok eski olduğuna dair Atatürk’ün yaklaşımını ortaya koyan söz ve uygulamalarından bazı örnekler vermek istiyoruz; 

“Türk milleti, tarihinle övün… Sen, Anadolu denilen bu yurda sonradan gelme değil, ilk yerleşip medeniyet kuranların çocuklarısın. Fakat geleceğine güvenebilmek için, bugün çalışman lazımdır; çünkü yalnız tarih övüncü bir meziyet sayılmaz”16. 

“Bu memleket dünyanın beklemediği, asla ümit etmediği bir müstesna mevcudiyetin yüksek tecellisine, yüksek sahne oldu. Bu sahne 7 bin senelik, en aşağı bir Türk beşiğidir”17. 

“Efendiler, bu dünya-yı beşeriyette en az yüz milyonun üzerinde nüfustan çalışan bir büyük Türk milleti vardır ve bu milletin dünyadaki genişliği nispetinde tarih sahasında bir derinliği vardır… En bariz ve en kati en maddi tarihi delillere dayanarak beyan edebiliriz ki, Türkler 15 asır evvel Asya’nın göbeğinde muazzam devletler teşkil etmiş ve insanlığın her türlü kabiliyetine tecelligâh olmuş birer unsurdur.”18 

Görüleceği üzere, Atatürk bu gibi ve daha pek çok sözlerinde Türk tarihinin çok eskilerden başladığı, milattan önceki devirlere kadar uzandığı hususuna işaret etmiştir. Hatay’ın Lozan’da Anavatan dışında kaldığı ve bir Hatay davası başladığı sıralarda Atatürk’ün Hatay’ı “kırk asırlık Türk yurdu”19 olarak nitelendirmesi, M.Ö. iki. binli yıllarda Anadolu’da Türk varlığına işaret etmesi bakımından dikkat çekicidir. Gerçi bu ifadeleri o günlerin dış politikası çerçevesinde siyasi ifadeler olarak değerlendirenler olsa bile, günümüzde 
bazı eskiçağ uzmanları M.Ö. 2. binli yıllarda Hatay ve çevresinde varlığı bilinen Hurrilerin Türk kavmi olduğuna dair görüşler ileri sürmektedirler.20 

Türk tarihinin çok eskilere dayandığına dair bu görüşler, uygulamaya da yansımıştı. Atatürk’ün talimatıyla 1933’te kurulan Sümerbank ve 1935’te kurulan Etibank’a Atatürk tarafından bu isimlerin verilmesi şüphesiz, Türk tarihinin ta Sümerlere, Hititlere kadar uzandığı felsefesinin pratiğe aksetmesin den başka bir şey değildi. Çünkü Atatürk’e göre, “Anadolu’nun ilk yerli halkı olan Hititler, Ortaasya’dan gelmiş olan Türklerdir, dolayısıyla Anadolu’nun da ilk sahipleri Türklerdir.”21 Sümerler ve Hititlerin menşei hakkındaki görüşler ilgili bilim çevrelerinde tartışılmakla birlikte burada mühim olan husus, Sümerler’in “kim” olduğundan ziyade, Atatürk’ün Türk tarihinin mümkün olduğu kadar derinlere uzatma yaklaşımıdır. Türk Kara Kuvvetlerinin kuruluşunun M.Ö. 209 Mete Han’dan başlatılması.22, yine Atatürk döneminde basılan kağıt paralarda Ergenekon’dan çıkışı simgeleyen “Kurt başı” motifinin yer alması, aynı motifin bir millî kuruluş olarak kurulan Petrol Ofisi’ne amblem olarak seçilmesi, Türk tarihinin çok eskilere dayandığı gerçeğinin uygulamada tezahürleri olarak karşımıza çıkmaktadır. 

Atatürk’ün Türk tarihine bakışında ikinci metodolojik özellik; kökü derinlerde olan Türk tarihinin ve tarihte kurulan Türk devletlerinin birbirinin devamı olarak süreklilik gösterdiği görüşüdür. 

Atatürk, Reis-i Cumhur olarak; “Bizim milletimiz derin bir maziye sahiptir. 

Bu düşünce bizi elbette altı yedi yüzyıllık Osmanlı Türklüğünden, Selçuklu Türklerine ve ondan evvel bu devirlerin her birine müsavi olan Türk devletlerine kavuşturur”.23 derken, Türkiye Cumhuriyeti’nin; Hunlar- Göktürkler- Karahanlılar- Selçuklular- Osmanlılar çizgisinde Türk devletlerinin bir devamı olduğu vurgusunu yapmaktadır. Zaten “devlet”i oluşturan temel unsurlar noktasından baktığımızda, bilinen Türk tarihinden Türkiye Cumhuriyeti 
çizgisinde kurulan devletlerde millet olarak aynı, ülke olarak ise birbirine giren halkalar şeklinde batıya doğru kayan coğrafyayı görürüz. Burada değişen hanedan veya rejim ile buna bağlı olarak siyasi teşkilatlanmadır. Bu yüzden Atatürk, tarihte kurulan Türk devletlerini, “birbirinin devamı veya vârisi” şeklinde algılamıştır. Meselâ, Osmanlı Devletinden bahsederken, “Selçuklu Devleti yıkıntısı üzerinde teşekkül eden Osmanlı devleti”24 olarak ifade etmiştir. Türkiye Cumhuriyeti’nin Lozan’da Osmanlı’dan kalan borçları ödemeyi taahhüt etmesi ve daha sonra ödemesi de aynı felsefenin sonucu idi. Rahmetli Hocam Aydın Taneri’nin ifadesine göre, “Mustafa Kemal Paşa 9 Eylül 1922’yi takip eden günlerde, İzmir’e girerken otomobilinde Fors olarak 16 yıldızlı bayrak dalgalanıyordu”.25 
Bu bayrak bugün Anıtkabir müzesinde olup, bayrağın altında yukarıdaki açıklayıcı ifadeler yazılıdır. Henüz daha Cumhuriyet kurulmadan TBMM hükûmeti sırasında yeni kurulacak Türk devletinin tarihteki diğer Türk devletlerinin devamı olacağı mesajını veren bu uygulama 1937’de çıkartılan bir kanunla T.C. Cumhurbaşkanlığı Forsu olarak resmiyet kazanmıştır.26. 

Atatürk’ün bütün bu fikir ve uygulamaları, Türk tarihinin bir bütün olarak, tarihteki Türk devletlerinin halef-selef veya bir zincirin halkaları şeklinde algılanması gerektiğinin delilleri olarak karşımıza çıkmaktadır. 

Atatürk’ün Türk tarihine bakışında metod olarak 1- Türk tarihinin derinliği 2- Devamlılığı anlayışı bir hipotez olarak kalmamış, ilmî araştırmalarla Türk tarihi ortaya çıkarılmaya çalışılmıştır. Bu mânâda, Cumhuriyet’in kuruluşundan hemen 1 yıl sonra 1924’te İstanbul Darülfünunu’na bağlı olarak Türkiyat Enstitüsü’nün kurulması oldukça anlamlıdır. Takip eden yıllarda 1931’de Türk Tarihini 
Tetkik Cemiyeti’nin kurulması (1935’te Türk Tarih Kurumu adını almıştır), 1932’de I. Türk Tarih Kongresi’nin toplanması, 1935’te DTCF’nin kuruluşu, 1937’de 2. Türk Tarih Kongresi’nin yapılması vb. faaliyetler Türk tarihinin ilmî zemin üzerinde araştırılıp ortaya çıkarılması için yapılan önemli icraatlardır. Bir taraftan da okullar için yeni tarih kitaplarının yazdırılması işini Atatürk bizzat takip ediyordu. Çünkü, millî kimliği inşa etmeye yönelik doğru bir tarih öğretimi için, bilime dayalı doğru verilere ihtiyaç vardır. Bunun için de Türk tarihinin temel kaynaklarına, bilimsel bir metodla ulaşabilmek ve değerlendirebilmek gerekir. Atatürk bu konudaki hassasiyetini şu ifadeleriyle dile getiriyor: 

“Herhangi bir tarihi elinize aldığınız zaman, onun gerçeğe uygun olup olmadığına güven duymak için dayandığı kaynak ve belgeleri araştırılır. Bizim şimdiye kadar doğru bir tarih-i milliye mâlik olamayışımızın sebebi, tarihlerimizin hakiki kârilerin (okuyucuların) vesikalara istinat etmekten ziyade, ya bir takım meddahların veya bir takım hod-gâmların (kendini beğenmişlerin) hakikat ve mantıktan ârî (uzak) sözlerinden başka memba bulamamaları bedbahtlığıdır”.27. 

“Tarih yazmak için tutulan yolun mantıkî ve bilhassa ilmî olması şarttır”28. 

“Tarih yazmak tarih yapmak kadar mühimdir. Yazan yapana sâdık kalmazsa değişmeyen hakikat, insanlığı şaşırtacak bir mahiyet alır”29. 

Metod konusunda son derece hassas davranan Atatürk, bu eksikliği gidermek için 1932- 1938 yıllarında yayınlanmış olan ve bugün bile el kitabı olarak kullanılan birçok metod kitabını getirtmiş ve tercüme ettirmiştir. Bunlar; Gustave Le Bon, Tarih Felsefesinin İlmî Esasları, çev. Haydar Rıfat, İstanbul 1932; Gabriel Hanotaux, Tarih ve Müverrihler, çev. Ahmet Refik, İstanbul 1932; E. Bernheim, Tarih İlmine Giriş Tarih Metodu ve Felsefesi, çev. M. Şükrü Akaya, İstanbul 1936; Ch.V.Langlois- Ch.Seignobos, Tarih Tetkiklerine Giriş, çeviri. Galip Ataç, İstanbul 1937; G. Monod, Tarihte Usul, çeviri. Kazım Şinasi Dersan, İstanbul 193830. Tarih ve öğretimi alanındaki bu çalışmalar, Atatürk’ün bu konudaki görüş ve uygulamalarının ilmî bir zemine dayandığını gösteriyor. 

Sonuç olarak; 

Atatürk’e göre Tarih öğretiminin amaçlarının başında, Türk çocuğunun öncelikle kendini tanıması, güven kazanması ve geleceğe de güvenle bakmasını gerçekleştirmek hedeflendiği görülmektedir. Bu ve tarih öğretiminden beklenen diğer amaçları gerçekleştirebilmek için ise öncelikle, Türk tarihinin; 
1- Çok eskilere dayandığı, 
2- Türk tarihinin süreklilik ve devamlılık arz ettiği anlayışı zemininde ele alınmasının mesajları verilmektedir. 

Tabii ki, Atatürk’ün bilime dayalı öğretim anlayışından hareketle günümüz Tarih öğretiminde kullanılması gereken metod ve teknikler ile bilgi teknolojisinin de tarih öğretiminde muhakkak yer alması gerektiğini burada ifade etmeliyiz. Atatürk, tarih ve öğretimi hususunda, diğer alanlarda olduğu gibi, akılcılık, millilik ve ilmilîk yolunu seçmiştir. 

Cumhuriyetimize ve Misak-ı Millîye yönelik bir tehdit olarak “kimlik” üzerine tartışmaların yoğunlaştığı şu günlerde, her zamankinden daha fazla, Atatürk’ün görüşleri çerçevesinde “millî kimlik”i inşa etme yönünde Tarih öğretimine önem vermemiz gerektiği kanaatindeyim. 

DİPNOTLAR;

1 Sosyal Bilimler Ansiklopedisi, “Kimlik (Sosyal Kimlik)” maddesi, Risale yay., İstanbul 1991, C.2, s.303- 304. 
2 A. Afetinan, Medeni Bilgiler ve Mustafa Kemal’in El Yazıları, Ankara 1969, s.23-24. 
3 Azmi Süslü, “Atatürk ve Tarih”, Atatürkçü Düşünce El Kitabı, Atatürk Araştırma Merkezi yay., Ankara, 1995, s.244- 245. 
4 Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri I-III, Atatürk Araştırma Merkezi yay., Ankara 1997, C.II, s.147. 
5 Bayram Kodaman, “Atatürk ve Tarih”, Atatürk ve Kültür, Hacettepe Üniv. Yay., Ankara 1982, s.5. 
6 Burada Atatürk’ün şu sözlerini hatırlamalıyız; “Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli kültürdür” (Utkan Kocatürk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, Atatürk Araştırma Merkezi yay., Ankara 1999, s.134), “Cumhuriyetimizin dayanağı Türk milletidir. Bu milletin fertleri ne kadar Türk kültürü ile dolu olursa, o millete dayanan Cumhuriyet de o kadar kuvvetli olur” (A.S.D, I-III, Ankara 1997, C.III s.118) 
7 Devlet kavramının analizi için bkz., Aydın Taneri, Türk Devlet Geleneği, Ankara 1981, s.25- 27. 
8 Mehmet Saray, Atatürk ve Türk Dünyası, TTK yay., Ankara 1995, s.55 
9 Afetinan, Atatürk’ten Hatıralar, Ankara 1950, s.55. 
10 Azmi Süslü, a.g.m., s.246 
11 N.A. Banoğlu, “Makbule Atadan Anlatıyor Nükte Fıkra ve Çizgilerle Atatürk, III. Kitap, İstanbul 1955, s.79 
12 A. Afetinan, Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler, Ankara 1959, s.297. 
13 A. Afetinan, Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler, s.297 
14 Hâkimiyet-i Milliye, 30 Ekim 1933. (Onuncu Yıl Nutku). 
15 Şemsettin Günaltay, Birinci Birleşim İkinci Oturumunda Yaptığı Konuşma: Olağanüstü Türk Dil Kurultayı 1951, Türk Dil Kurumu yay., Ankara 1954, s.33. 
16 Afetinan, Atatürk’ten Hatıralar, s.55-56. 
17 Utkan Kocatürk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, s.200 
18 Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri I-III, C.I, s.288 
19 İsmail Habip Sevuk, Atatürk İçin (Ölümünden Sonra Hatıralar ve Hayatındayken Yazılanlar), İstanbul 1939, s.27 
20 Ekrem Memiş, Eskiçağ Türkiye Tarihi, Selçuk Üniv. Yay., Konya 1989, 
 s.22-23 
21 Azmi Süslü, a.g.m., s. 254 
22 28 Haziran 2000 tarihinde “Türk Kara Kuvvetlerinin kuruluşunun 2209. yılı Kara Kuvvetlerinde törenlerle kutlandı.” (bkz., 29 Haziran 2000 tarihli gazeteler) 
23 Aydın Taneri, “Fikir Adamı Atatürk ve Cumhuriyet”, Tercüman Gazetesi, 10 Kasım 1983. 
24 Kemal Atatürk, Nutuk, (Bugünkü dille yayına hazırlayan: Zeynep Korkmaz) Atatürk Araştırma Merkezi yay., Ankara 2000, s.298 
25 Aydın Taneri, Harezmşahlar, Ankara 1993, s.2. 
26 Cumhurbaşkanlığı Forsu Kanunu 1937’de çıkmasına rağmen 1934’te İran Şahının Türkiye’yi ziyareti sırasında fotoğraflarda T.C. Cumhurbaşkanlığı 
arabasında 16 yıldızlı Forsun bulunduğu görülmektedir. 
27 Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri I-III, C.III, s. 99. 
28 Ekrem Akurgal, “Tarih İlmi ve Atatürk”, Belleten, Temmuz 1956, sayı:80, s.283. 
29 A. Afetinan, Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler, s.269 
30 Azmi Süslü, a.g.m., s.258. 


***

7 Aralık 2018 Cuma

KONKORDATO UYGULAMALARINA İLİŞKİN BEKLENTİLER VE RİSKLER BÖLÜM 2

KONKORDATO UYGULAMALARINA İLİŞKİN BEKLENTİLER VE RİSKLER BÖLÜM 2


TABLO 2. KONKORDATO SÜRECİ;


Konkordato komiserinin nitelikleri, eğitimi, eğitim verecek kurumlar ve eğitimden muaf tutulacak kişiler ile komiserliğe ilişkin diğer hususlar yönetmelikle düzenlenecektir. Konkordato komiserlerinin görevlendirilmesi ve yeterlikleri ne ilişkin TBMM gündemindeki değişiklik önerisiyle kurumun sağlıklı, etkin ve verimli şekilde işleyebilmesi için komiserlerin yetkinliğinin artırılması amaçlanmaktadır.5 

Geçici mühlet üç aydır. Mahkeme bu üç aylık süre dolmadan borçlunun veya geçici komiserin yapacağı talep üzerine geçici mühleti en fazla iki ay daha uzatabilir. Geçici mühletin toplam süresi beş ayı geçemez. Geçici mühlet esasen kesin mühlet ile aynı sonuçları doğurmaktadır. 

KESİN MÜHLET VE HUKUKİ SONUÇLARI 

Geçici mühlet süresi içinde konkordatonun başarıya ulaşmasının mümkün olduğu anlaşılırsa bir yıl süreyle kesin mühlet kararı verilir. Bu süre altı aya kadar uzatılabilir. Kesin mühlet kararıyla konkordato komiseri de atanır. Komiser kesin mühlet içinde konkordatonun tasdikine yönelik işlemleri tamamlayarak dosyayı raporuyla birlikte mahkemeye iade eder. Konkordato projesinin tamamlanması na katkıda bulunmak, borçlunun faaliyetlerine nezaret etmek, mahkemenin istediği konularda ve uygun göreceği sürelerde ara raporlar sunmak, alacaklılar kurulunu konkordatonun seyri hakkında düzenli aralıklarla bilgilendirmek, diğer alacaklılara konkordatonun seyri ve borçlunun güncel mali durumu hakkında bilgi vermek komiserin görevleri arasındadır. 

Geçici ve kesin mühlet içinde borçlu aleyhine 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun’a göre yapılan takipler de dahil olmak üzere “hiçbir takip yapılamaz ve evvelce başlamış takipler durur”. 
Ancak nafaka ya da işçilik gibi imtiyazlı alacaklar için haciz yoluyla takip gerçekleştirilebilir. Konkordato sürecinde işçilerin alacakları ödenmeye devam eder. Bununla birlikte konkordato ilan eden borçlunun işvereni olduğu işçiler bakımından mevzuatımızda özel düzenlemeler bulunmaktadır. 

İşçinin iş ilişkisinden kaynaklanan ve işverenin konkordato ilan etmesi nedeniyle ödeme güçlüğüne düşmesinden önceki ödenmeyen en fazla üç aylık temel ücrete ilişkin alacakları Ücret Garanti Fonu tarafından ödenir (Ücret Garanti Fonu Yönetmeliği m. 8). İşçi ücretlerinin anılan fon marifetiyle ödenmesi sosyal devlet ilkesinin gereği olup diğer alacaklılara nazaran daha özel bir konumda bulunan işçilerin işverenin yaşadığı ödeme güçlüğünden kaynaklanan sıkıntılarını kısmen de olsa gidermeye yöneliktir. 

Bu suretle işçilerin üretime devam etmeleri sağlanarak borçlunun ekonomik durumunu iyileştirmesi ümidi artırılmaktadır.

Borçlu mahkemenin izni dışında konkordato mühleti kararından itibaren rehin tesis edemez, kefil olamaz, taşınmaz ve işletmenin devamlı tesisatını tamamen ya da kısmen devredemez, takyit edemez ve karşılıksız tasarruflarda bulunamaz. Aksi halde yapılan işlemler hükümsüzdür. Borçlunun tasarruf yetkisine ilişkin sınırlamalar mal varlığını koruma amacı gütmekte, bir yandan da alacaklılar bakımından borçlunun mal kaçırma ihtimalini bertaraf ederek güvence sağlamaktadır. 

KONKORDATO PROJESİNİN ONAYLANMASI 

Konkordato projesinin hazırlanması, alacakların bildirilmesi ve tahkikin tamamlanmasından sonra komiser konkordato projesini müzakere etmek 
üzere alacaklıları toplanmaya çağırır. Konkordato projesi borçlunun alacaklıları tarafından oylanır. Konkordato projesi kaydedilen alacaklıların ve alacakların yarısını veya alacaklıların dörtte birini ve alacakların üçte ikisini aşan bir çoğunluk tarafından imzalanmış ise onaylanmış sayılır. Alacaklılar özellikle borçlunun iflas etmesi halinde alacaklarının büyük bir kısmını tahsil edemeyecekleri öngörüsüyle konkordato projesini kabul etmektedir. Alacaklıların konkordato projesini onaylaması ölümü gösterip sıtmaya razı etmek vecizesiyle açıklanabilir. 

Alacaklılar tarafından kabul edilen konkordato projesi mahkemenin onayına sunulur. Mahkeme konkordatoda teklif edilen ödeme tutarının borçlunun iflası halinde alacaklıların eline geçmesi muhtemel alacaktan fazla bulunması, teklif edilen miktarın borçlunun mevcut mal varlığı ile orantılı olması ve kanunda öngörülen alacaklar için teminat yatırılması şartıyla konkordatoyu tasdik eder. Konkordatonun tasdiki konkordatoya olumsuz oy veren veya konkordato dan haberdar olmayan alacaklılar da dahil tüm alacaklılar bakımından bağlayıcıdır. 

Konkordato tasdik edilmezse mahkeme konkordato talebinin reddine karar verir. Borçlunun iflasa tabi şahıslardan olması ve doğrudan doğruya iflas sebeplerinden birinin bulunması halinde mahkeme borçlunun iflasına resen karar verir. Teklifte borçlunun kötü niyetli davranışlarını engellemek üzere maddenin kapsamı genişletilmektedir. Kesin mühletin kaldırılması, konkordato talebinin reddedilmesi ve iflasa tabi olan borçlu bakımından iflasa, iflasa tabi olmayan borçlu bakımından ise talebin reddine karar verilmesine ilişkin hallere borçlunun alacaklıları zarara uğratma amacıyla hareket etmesi durumu da eklenmektedir. Atıf sebebiyle bu hüküm geçici mühlet içinde de uygulanabilecektir. 

BEKLENTİLER VE RİSKLER 

Konkordato kurumundan beklenti dürüst borçluların mali durumlarını düzeltmelerine imkan verilmesidir. Aslında borçlarını ödemek isteyen 
ancak çeşitli sebeplerle borçlarını ödemekte güçlük çeken borçluların iflası konkordato ile engellenir. Konkordato uygulamasında alacaklıların 
alacaklarını borçlunun iflasına nazaran daha avantajlı şekilde tahsil edebilmeleri mümkündür. 

Borçlunun mali durumunun iyileştirilmesi suretiyle hem borçlunun hem de alacaklıların ekonomik faaliyetlerine devam etmeleri sağlanarak aslında milli ekonominin korunması amaçlanmaktadır. 

Konkordato uygulamasının özellikle kötüye kullanılabilme ihtimali birtakım riskleri ortaya çıkarmaktadır. Mali durumu gerçekte borçlarını ödemeye elverişli olduğu halde kötü niyetli konkordato başvuruları yapılabilmesi Mart-Kasım 2018 sürecindeki en önemli risk olarak karşımıza çıkmıştır. Konkordato mühletleri sürecinde yapılmayan ödemeler sebebiyle piyasadaki sıcak para döngüsü bozulmaktadır. Bu çerçevede alacaklarını tahsil edemeyen alacaklıların mali sıkıntıya düşmesi ve konkordato başvurularının domino etkisiyle yayılması söz konusu olabilir. TBMM’ye sunulan kanun teklifi bu riskleri bertaraf etme amacı taşımaktadır. 

TABLO 3. BEKLENTİLER VE RİSKLER BEKLENTİLER RİSKLER 


SONUÇ VE ÖNERİLER 

  Konkordato dürüst ve iyi niyetli borçlulara iktisadi hayatlarına devam etmeleri için verilen bir imkandır. 
Uygulama bakımından belge düzenine bağlı bir inceleme yapılması gerçekte iyileşme amacı olmayan, sadece konkordatonun sağladığı avantajlardan yararlanmak isteyen borçlular bakımından cazip bir imkan gibi görünmektedir. 

Yargı uygulamasının resen araştırma ilkesi ile İcra ve İflas Kanunu’nun sağladığı yetkileri kullanması, borçlunun mali durumu ve konkordato projesinin başarı şansı konusunda esaslı bir kanaate ulaşmadan konkordato mühleti vermemesi gerekmektedir. Hazırlanan kanun teklifi konkordato talebinde bulunan borçlunun gerçek mali durumunu mahkemeye sunmasına ve bu çerçevede kötü niyetli başvuruları bertaraf etmeye yöneliktir. 

Ancak teklifte öngörülen borçlunun gerçek mali durumunun tespiti için yapılan denetim raporlarına ilişkin değişiklik eleştirilmektedir. 

Kanun Teklifine İlişkin Adalet Komisyonu Raporu’nda “Sermaye Piyasası Kurulunun bağımsız denetim kuruluşu belirleme yetkisinin kaldırılarak 
konkordato ön projesine dayanak teşkil edecek denetim raporlarını hazırlayacak olan kuruluşların sadece Kamu Gözetimi, Muhasebe ve Denetim Standartları Kurumunca belirlenmesine yönelik düzenleme, Sermaye Piyasası Kurulunun sermaye piyasalarının güvenilir işlemesinden ve yatırımcıların hak ve menfaatlerinin korunmasından sorumlu olduğu dikkate alındığında yerinde” olmadığı eleştirisi ileri sürülmektedir. 

Keza finansal analiz raporu yerine denetim raporunun benimsenmesi uygun görülmekle birlikte Kamu Gözetimi, Muhasebe ve Denetim Standartları Kurumunca kamu yararını ilgilendiren kuruluşların denetimi için yetkilendirilen bağımsız denetim kuruluşlarının çok az sayıda ilde bulunması gelecekte teklifle getirilen düzenleme denetim müessesesinin belli kuruluşların tekeline girmesine neden olabilecektir.6 

Bu değişikliğin kanunlaşmasıyla konkordatoya ilişkin finansal raporları hazırlayabilecek kuruluş sayısı yarı yarıya azalacaktır.7 
Raporların hazırlanması için daha ayrıntılı inceleme süreci de gerekecektir. 
Zira burada denetim bireysel olarak yapılmamakta, bu alanda tecrübe sahibi 
denetçilerden oluşan ekiplerce yerine getirilmektedir. 

Konkordato başvurularının sayısının azalması doğal bir sonuç olacaktır. 

Toplamda 29 ayı bulabilen konkordatonun tasdiki sürecinde borçlular borçlarını ödememektedirler. Borçluların alacaklılarına borçlarını ödememesi piyasalarda domino etkisine yol açabilir. Basına yansıyan bilgilere göre halihazırda 750 civarında konkordato mühleti verilmiş borçlu bulunmaktadır.8 Ancak konkordato başvurusu yapan borçlu sayısı daha fazladır. Lakin konkordato mühleti verilmiş borçluların alacaklılarının sayısı ve alacak tutarları konusunda kesin bir bilgiye ulaşılamamıştır. 

Bu alacakların konkordato mühleti boyunca ödenmemesi piyasadaki sıcak para akışını etkileyecektir. Bu çerçevede özellikle konkordato uygulamasının yaygın olduğu sektörlerde borçlunun alacaklıları da likidite krizine girip konkordato 
yoluna başvurabilir. Bu durum piyasada konkordato sarmalı oluşturabilir. Keza konkordato mühletinin kaldırılması, konkordatonun tasdik edilmemesi ve konkordatonun feshedilmesi hallerinde iflasa tabi borçlular bakımından iflas etme sonucu ortaya çıkar. İflas süreçleri ekonomiyi daha olumsuz etkileyecektir. 

<  Konkordato dürüst ve iyi niyetli borçlulara iktisadi hayatlarına devam etmeleri için verilen bir imkandır.  >

Mart 2018’den Kasım 2018’e kadar gerçekleşen konkordato uygulamalarına yöneltilen en büyük eleştiri bazı borçluların gerçek mali durumu bakımından borçlarını ödeyebilme gücüne sahip olmasına rağmen bunu erteleyerek zaman kazanmaya çalışmalarıdır. Hatta bazı borçluların bu yöntemle kısmi ödemede bulunarak borçlarından kısmen kurtulma yolunu tercih ettikleri öne sürülmektedir. Konkordato prosedürünün maliyeti fazla olduğu için genellikle büyük şirketler bu yola başvurmaktadır. Konkordato mühleti alan bu şirketler alacaklıları olan küçük ve orta ölçekli işletmelere borçlarını ödemeyi ertelemektedir. 

Ödemelerin yapılamaması bu işletmeleri büyük şirketlere göre daha fazla etkilemektedir. Konkordato maliyetleri karşısında kendileri de bu yola başvuramamaktadır. Alacaklarını tahsil edemeyen bu küçük işletmeler hakkında icra takipleri başlatılmaktadır.

Bu durum esasen bir eşitsizliğe neden olmaktadır. Küçük işletmeler bakımından tek bir komiser atanarak konkordato maliyetlerinin azaltılabileceği düşünülse de bu işletmelerin avukatları dahi olmadığından konkordato başvurusunda bulunmaları çoğu zaman mümkün görülmemektedir. 

Alacaklarını tahsil edemedikleri için borçlarını ödeyemeyen bu işletmeler haciz tehdidi ile karşı karşıyadır. Mallarının haczedilip satılması halinde piyasadan çekilmek durumunda kalacaklardır. 

TBMM’de yer alan teklifin kanunlaşmasıyla konkordato kurumu esasen mali durumu bozulan büyük işletmelerin iyileştirilmesine yönelik hale gelecektir. Mali durumu bozulan küçük işletmelerin konkordato ile iyileştirilmesi konkordato giderleri ve hazırlanması gereken bilgi ve belgeler bakımından olası görülmemektedir. 

Ancak yürürlükte bulunan düzenleme KOBİ’lere bu hususta kolaylık sağlamakla birlikte konkordato sürecinin kötüye kullanılmasına da yol açmaktadır. Mevcut düzenlemeye yöneltilen eleştiriler sebebiyle değişiklik yapılması elzemdir. Lakin önerilen değişiklik özellikle kötüye kullanımları engellemek açısından bir fayda sağlayacaktır. Ancak mali durumu bozulmuş iyi niyetli borçluların tamamı 
bakımından bir iyileştirme rejimi düzenlenmesine ihtiyaç bulunmaktadır. 

Konkordato sürecinde uygulayıcılar hem alacaklıların korunmasını hem de borçlunun mali durumunun iyileştirmesini sağlama görevlerini yerine getirmelidir. Borçlunun ve alacaklılarının menfaatleri arasında çoğu zaman bir gerilim bulunmaktadır. Konkordato sürecinde en önemli görevi üstlenen konkordato komiserinin borçlu ile alacaklıları arasındaki menfaatler dengesinin kurulmasını sağlaması gerekmektedir. 

Bu çerçevede konkordato komiserlerinin yetkinliği konkordato kurumunun amacına uygun şekilde işlemesi için büyük bir öneme sahiptir. 

TBMM’ye sunulan kanun teklifinde konkordato komiserlerinin yetkinliğini artırmak amacıyla nitelikli ve eğitimli olmalarını sağlamaya yönelik değişiklik önerisinde bulunulmuştur. Konkordato komiserlerinin nitelikleri ve eğitimi bakımından istenilen düzeye ulaşılamaması kurumu işlevsiz hale getirebilir. Halihazırda bir denetim ve sisteme tabi olmayan düzensiz komiserlik eğitimleri verilmesinden şikayet edildiği görülmektedir. 
Teklifin yasalaşmasıyla konkordato komiserleri ve eğitimleri düzenli hale gelecektir. Kanun teklifinin hızlı bir şekilde kanunlaşma sürecine girmesi eleştirilmiştir. Ancak konkordato uygulamasına şikayetler dikkate alındığında kötüye kullanımları ve mal kaçırmaları engellemek üzere teklifte öngörülen tedbirlerin bir an evvel hayata geçirilmesi gereği vardır. Ayrıca kanun teklifindeki değişikliklerin uygulanmasını düzenleyen hüküm uyarınca konkordato talepleri hakkında talep tarihinde yürürlükte bulunan hükümlerin uygulanmasına devam edilecektir. 

Yeni değişiklik konkordato başvuru şartlarını ağırlaştırdığı için son birkaç haftadır yapılan konkordato başvurularının sayısı artmıştır. Bu süreç karşısında yürürlük maddesinin gözden geçirilmesinde fayda vardır. Mevcut başvurulardan kesin mühlet verilmemiş olanlar bakımından kesin mühlet kararı için teklifte belirtilen denetim raporlarının mahkemeye sunulması esası benimsenebilir. 

Konkordato talebinde borçlular arasında kötü niyetli yani gerçekte mali durumu iyi veya mali durumu iyileşme ümidi olmaksızın kötü bulunan borçlular da vardır. Kanun teklifi borçlunun gerçek mali durumunu ortaya çıkartmaya yönelik olup kötü niyetli borçlular bakımından konkordato kapılarını kapatmaktadır. 
Bu çerçevede bir an evvel kanun teklifinin kanunlaşması sağlanarak konkordatonun sadece dürüst borçlular bakımından işlerlik kazanan iyileştirme rejimine dönüştürülmesinin sağlanması gerekmektedir. 

Bununla birlikte konkordatonun giderleri sebebiyle bu yola başvurabilecek ekonomik gücü dahi bulunmayan borçlular bakımından ekonomik faaliyetlerinin devamını sağlayacak borçları yeniden yapılandırmaya yönelik çözümler geliştirilmelidir. 

Bu çerçevede 15.08.2018 tarihli ve 30510 sayılı Resmi Gazete’de Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu (BDDK) tarafından yayımlanan ve yayımı tarihinde yürürlüğe giren “Finansal Sektöre Olan Borçların Yeniden Yapılandırılması Hakkında Yönetmelik” önemli bir adım olmuştur. 

Yönetmelik Türkiye’de faaliyette bulunan bankalar ile finansal kiralama, faktoring ve finansman şirketlerinin alacaklarının Türkiye Bankalar Birliği tarafından hazırlanacak Finansal Yeniden Yapılandırma Çerçeve Anlaşmaları kapsamında ve bu anlaşmaların BDDK tarafından onaylandığı tarihten itibaren yeniden yapılandırma sözleşmelerine bağlanmak şartıyla yeniden yapılandırılmasına imkan vermektedir. 
Bunun dışında borcun taksitle ödenmesi (İİK m.111) veya ödemelerin kısa süreli ertelenmesi gibi farklı yeniden yapılandırma modelleri üzerinde de çalışılabilir. 


TABLO 4. KANUN TEKLİFİNE İLİŞKİN BEKLENTİLER VE RİSKLER BEKLENTİLER RİSKLER 



Analiz ülkemizde yaşanan ekonomik gelişmeler çerçevesinde gündeme gelen konkordato uygulamasını konu almaktadır. Konkordato dürüst bir borçlunun kanunda öngörülen alacaklı çoğunluğunun rızası üzerine verilen mahkeme kararı çerçevesinde borçlarını kısmen veya vadelerle ödemesini öngören cebri icra hukukuna özgü bir kurumdur. Dürüst borçluların iflas etmesini engelleyerek veya haciz yoluyla takiplerden korunmasını sağlayarak ekonomik hayatlarına devam etmelerini teminat altına almaktadır. Alacaklıların da alacaklarını borçlunun iflasına nazaran daha avantajlı bir şekilde tahsil edebilmelerine imkan vermektedir. 

Konkordato mühletleri boyunca alacaklıların borçluya karşı takip başlatamaması ve başlamış takiplere devam edilmemesi imkanları konkordatoya olan ilgiyi 
artırmıştır. Ancak mahkemenin konkordato başvurusuna ilişkin şekli inceleme yapması ve konkordato başvurusunda mahkemeye sunulan bilgi ve belgelerin 
borçlunun gerçek mali durumuyla ilgili mahkemeye makul güvenlikte bilgi sunmaması konkordatonun suistimal edilmesine yol açmaktadır. Gerçekte mali durumu borçlarını ödemeye imkan verdiği halde sıcak parayı ödemelerine ayırmak istemeyen borçlular konkordato başvurusunda bulunmaktadır. Türkiye Büyük Millet Meclisine (TBMM) sunulan kanun teklifi kötü niyetli kullanımları bertaraf etmeye yöneliktir. 

Analizde konkordato kurumunun hukuksal niteliğinin ne olduğu, amacı ve işleyişi ele alınmaktadır. Konkordatoya duyulan ekonomik ve hukuksal ihtiyaç 
ortaya konulmakta ve konkordato sürecinin nasıl işlediği tespit edilmektedir. Ayrıca TBMM Genel Kurul gündeminde bulunan kanun teklifi değerlendirilmekte 
ve teklifin yasalaşması halinde konkordato uygulamasında meydana gelecek değişiklikler ile bu değişikliklerin hukuki ve ekonomik sonuçları incelenmektedir. 

Mevcut düzenlemelerin yol açtığı ve kanun teklifinin yasalaşması halinde ortaya çıkacak riskler irdelenmektedir. Son olarak konkordato sürecine yönelik 
tespit edilen sorunlara ilişkin çözüm önerilerinde bulunulmaktadır. 

DİPNOTLAR;

1. “Abonelik Sözleşmesinden Kaynaklanan Para Alacaklarına İlişkin Takibin Başlatılması Usulü Hakkında Kanun Teklifi”, 
TBMM, www2.tbmm.gov.tr/d27/2/2-1286.pdf, (Erişim tarihi: 17 Kasım 2018).
2. “15 Kasım 2018 Tarihli Adalet Komisyonu Tutanakları”, TBMM, 
   www.tbmm.gov.tr/develop/owa/komisyon_tutanaklari.goruntule?pTutanakId=2223, (Erişim tarihi: 22 Kasım 2018), s. 5.
3.Yüksek kalitede ve güvenilir bir finansal raporlama ve bağımsız denetim ortamı oluşturmak amacıyla kurulan kurumun temel 
görevi finansal raporların uluslararası standartlarla uyumlu olarak düzenlenmesini ve denetlenmesini sağlayacak standartlar koymak 
ve etkin bir kamu gözetimi gerçekleştirmektir. 
4. Konkordato Gider Avansı Tarifesi madde 4: 
(1) Talep eden; 
a) Konkordato talep edilirken bildirilen alacaklı sayısının üç katı tutarında tebligat gideri, 
b) Türkiye Ticaret Sicili Gazetesinde yayınlanacak yedi adet ilan bedelinin asgari tutarı olan 550,00 Türk Lirası, 
c) Resmi İlan Fiyat Tarifesinde belirlenen Basın-İlan Kurumu resmi ilan portalında yapılacak yedi adet ilan bedelinin asgari tutarı, 
ç) İlgili kurum ve kuruluşlara yapılacak bildirim için 50 adet iadeli taahhütlü posta ücreti, 
d) Bir bilirkişi için Bilirkişi Ücret Tarifesinde belirlenen ücretin üç katı tutarı, 
e) Mahkemece belirlenecek ücreti sonradan tamamlanmak üzere konkordato komiseri olarak görevlendirilecek kişi için asgari 
1.000,00 Türk Lirası üzerinden hesaplanan beş aylık ücret tutarı, 
f ) Diğer iş ve işlemler için 300,00 Türk Lirası, 
g) İflas a tabi olanlar yönünden 15.000,00 Türk Lirası iflas gideri, toplamını avans olarak öder. 
(2) İflas a tabi olmayan borçlular yönünden yukarıda sayılan gider avansı miktarından indirim yapılmasına mahkemece karar verilebilir. 
5. “Abonelik Sözleşmesinden Kaynaklanan Para Alacaklarına İlişkin Takibin Başlatılması Usulü Hakkında Kanun Teklifi, Madde 
    15 Gerekçesi”, TBMM, www2.tbmm.gov.tr/d27/2/2-1286.pdf, (Erişim tarihi: 17 Kasım 2018). 
6. “Afyonkarahisar Milletvekili Ali Özkaya ve 5 Milletvekilinin Abonelik Sözleşmesinden Kaynaklanan Para Alacaklarına İlişkin 
Takibin Başlatılması Usulü Hakkında Kanun Teklifi (2/1286) ve Adalet Komisyonu Raporu”, TBMM, www.tbmm.gov.tr/sirasayi/ 
donem27/yil01/ss16.pdf, (Erişim tarihi: 21 Kasım 2018), s. 12. 
7. Kamu Gözetimi, Muhasebe ve Denetim Standartları Kurumunca yetkilendirilmiş toplam 263 bağımsız denetim kuruluşu vardır. 
Bu denetim kuruluşlarının 127 tanesi kamu yararını ilgilendiren şirketleri denetleyen kuruluşlardır. Bunlar Türkiye’de sekiz ilde yerleşiktir. 
Ancak Türkiye çapında denetim yetkisine sahiptir. 
8. Erdal Sağlam, “Konkordato Sayısı Kaç?”, Hürriyet, 18 Kasım 2018. 



ANKARA • İSTANBUL • WASHINGTON D.C. • KAHİRE • BERLİN 
www.setav.org

***

KONKORDATO UYGULAMALARINA İLİŞKİN BEKLENTİLER VE RİSKLER BÖLÜM 1

KONKORDATO UYGULAMALARINA İLİŞKİN BEKLENTİLER VE RİSKLER BÖLÜM 1





NESIBE KURT KONCA 
ANALİZ KASIM 2018 SAYI: 263 

Bu yayının tüm hakları SETA Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı’na aittir. SETA’nın izni olmaksızın yayının tümünün veya bir kısmının elektronik veya mekanik (fotokopi, kayıt ve bilgi depolama vd.) yollarla basımı, yayımı, çoğaltılması veya dağıtımı yapılamaz. Kaynak göstermek suretiyle alıntı yapılabilir. 

Uygulama: Erkan Söğüt 
Baskı: Turkuvaz Haberleşme ve Yayıncılık A.Ş., İstanbul 
SETA | SİYASET, EKONOMİ VE TOPLUM ARAŞTIRMALARI VAKFI 
Nenehatun Cd. No: 66 GOP Çankaya 06700 Ankara TÜRKİYE 
Tel: +90 312 551 21 00 | Faks: +90 312 551 21 90 
www.setav.org | info@setav.org | @setavakfi 
SETA | Washington D.C. 
1025 Connecticut Avenue, N.W., Suite 1106 
Washington D.C., 20036 USA 
Tel: 202-223-9885 | Faks: 202-223-6099 
www.setadc.org | info@setadc.org | @setadc 
SETA | Kahire 
21 Fahmi Street Bab al Luq Abdeen Flat No: 19 Cairo EGYPT 
Tel: 00202 279 56866 | 00202 279 56985 | @setakahire 
SETA | Berlin 
Französische Straße 12, 10117 Berlin GERMANY 
Tel: +49 30 20188466 
SETA | İstanbul 
Defterdar Mh. Savaklar Cd. Ayvansaray Kavşağı No: 41-43 
Eyüpsultan İstanbul TÜRKİYE 
Tel: +90 212 395 11 00 | Faks: +90 212 395 11 11
setav.org 

IÇINDEKILER 
ÖZET 7 
GİRİŞ 8 
KONKORDATONUN NİTELİĞİ VE AMACI 8 
KONKORDATO ÇEŞİTLERİ 10 
KONKORDATO BAŞVURUSU 11 
GEÇİCİ MÜHLET 13 
KESİN MÜHLET VE HUKUKİ SONUÇLARI 14 
KONKORDATO PROJESİNİN ONAYLANMASI 14 
BEKLENTİLER VE RİSKLER 15 
SONUÇ VE ÖNERİLER 16
setav.org 

YAZAR HAKKINDA 

Nesibe Kurt Konca .,

Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde lisans (2000), Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Özel Hukuku Bölümü’nde Ticaret Hukuku alanında yüksek lisans (2002) ve Medenî Usûl ve İcra-İflas Hukuku alanında doktora (2008) eğitimini tamamladı. 2005 yılında Regensburg Üniversitesi Hukuk Fakültesi, Prof. Dr. Dr. h.c. Peter Gottwald’in Uluslararası Özel Hukuk ve Medenî Usûl ve İcra-İflas Hukuku Kürsüsü’nde misafir araştırmacı olarak çalıştı. 2006’da Hamburg Max Planck Mukayeseli ve Uluslararası Özel Hukuk Enstitüsü’nde araştırmalar yaptı. 2001’de Çankaya Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde araştırma görevlisi olarak çalışmaya başladı ve halen aynı üniversitede öğretim üyesi olarak Medenî Usûl Hukuku, İcra ve İflas Hukuku, Yargı Örgütü, Tebligat Hukuku gibi dersler vermektedir. İngilizce ve Almanca bilmektedir.

ÖZET

Analiz ülkemizde yaşanan ekonomik gelişmeler çerçevesinde gündeme gelen konkordato uygulamasını konu almaktadır. Konkordato dürüst bir borçlunun kanunda öngörülen alacaklı çoğunluğunun rızası üzerine verilen mahkeme kararı çerçevesinde borçlarını kısmen veya vadelerle ödemesini öngören cebri icra hukukuna özgü bir kurumdur. Dürüst borçluların iflas etmesini engelleyerek veya haciz yoluyla takiplerden korunmasını sağlayarak ekonomik hayatlarına devam etmelerini teminat altına almaktadır. Alacaklıların da alacaklarını borçlunun iflasına nazaran daha avantajlı bir şekilde tahsil edebilmelerine imkan vermektedir. 
Konkordato mühletleri boyunca alacaklıların borçluya karşı takip başlatamaması ve başlamış takiplere devam edilmemesi imkanları konkordatoya olan ilgiyi artırmıştır. 
Ancak mahkemenin konkordato başvurusuna ilişkin şekli inceleme yapması ve konkordato başvurusunda mahkemeye sunulan bilgi ve belgelerin borçlunun gerçek mali durumuyla ilgili mahkemeye makul güvenlikte bilgi sunmaması konkordatonun suistimal edilmesine yol açmaktadır. Gerçekte mali durumu borçlarını ödemeye imkan verdiği halde sıcak parayı ödemelerine ayırmak istemeyen borçlular konkordato başvurusunda bulunmaktadır. Türkiye Büyük Millet Meclisine (TBMM) sunulan kanun teklifi kötü niyetli kullanımları bertaraf etmeye yöneliktir. 

Analizde konkordato kurumunun hukuksal niteliğinin ne olduğu, amacı ve işleyişi ele alınmaktadır. Konkordatoya duyulan ekonomik ve hukuksal ihtiyaç ortaya 
konulmakta ve konkordato sürecinin nasıl işlediği tespit edilmektedir. Ayrıca TBMM Genel Kurul gündeminde bulunan kanun teklifi değerlendirilmekte ve teklifin yasalaşması halinde konkordato uygulamasında meydana gelecek değişiklikler ile bu değişikliklerin hukuki ve ekonomik sonuçları incelenmektedir. Mevcut düzenlemelerin yol açtığı ve kanun teklifinin yasalaşması halinde ortaya çıkacak riskler irdelenmektedir. Son olarak konkordato sürecine yönelik tespit edilen sorunlara ilişkin çözüm önerilerinde bulunulmaktadır. 

<  Analizde konkordato kurumunun hukuksal niteliğinin ne olduğu, amacı ve işleyişi ele alınmakta ve TBMM Genel Kurul gündemindeki kanun teklifi değerlendirilmekte dir.  >


GİRİŞ 

Türkiye 2018’in yaz aylarında döviz kurları ile faiz oranlarındaki ani artış ve dalgalanmalardan kaynaklanan bir ekonomik sarsıntı yaşamıştır. 
Amerika Birleşik Devleti (ABD) Başkanı Trump’ın açıklamalarıyla tetiklenen ve özellikle dolar kurundaki yükselişle öne çıkan bu ekonomik gelişmeler bazı alanlarda reel ekonomiyi olumsuz etkilemiştir. Döviz arzındaki azalma çerçevesinde sıcak para ihtiyacını karşılamak üzere faiz oranlarının artırılması kaçınılmaz bir sonuç olarak karşımıza çıkmıştır. Sıcak para ihtiyacı ve faiz oranlarındaki yükselme işletmelerin mali durumlarını da olumsuz etkilemiştir. Bu ekonomik gelişmeler sırasında medyaya yansıyan önemli konulardan birisi de farklı piyasalarda faaliyet gösteren şirketlerin konkordato ilanları olmuştur. 

Türkiye çapında tanınırlığa sahip köklü bazı şirketler hakkında verilen konkordato mühleti kararları uygulama hakkında kamuoyunda merak uyandırmıştır. Keza konkordatonun borçlu şirketlerce suistimal edildiği haberleri konuyu iyice tartışmalı hale getirmiştir. 

Konkordato dürüst bir borçlunun alacaklılarının kanunda öngörülen çoğunluğunun rızası üzerine verilen mahkeme kararı çerçevesinde 
borçlarını kısmen ve/veya vadelerle ödemesini öngören icra ve iflas hukukuna özgü bir kurumdur. Dürüst borçluların iflas etmelerini engelleyerek 
veya haciz yoluyla takiplerden korunmasını sağlayarak ekonomik hayatlarına devam etmelerini teminat altına almaktadır. Bu bağlamda konkordato aslında borçlu işletmelerin mali durumlarını iyileştirmelerine imkan vererek bu işletmelerin hem kendilerinin hem de etkileşimde bulundukları diğer işletmelerin faaliyetlerinin sürdürülebilirliği ve sürekliliğini sağlamaktadır. 

Bu açıdan konkordato esasen ekonomik istikrarı korumaya hizmet etmektedir. 
Bu çalışmada konkordato kurumunun ekonomik yönüne ve son dönemdeki gelişmelerin ekonomik etkileri konusundaki iddialara değinilmekte ancak aslen bu kurumun hukuksal niteliğinin ne olduğu, amacı ve işleyişi ele alınmaktadır. Konkordatoya olan ihtiyaç ortaya konulmaktadır. 
Konkordato mühleti verilmesine ilişkin kararların artmasının ekonomiye etkileri tespit edilmektedir. Gündemdeki konkordatonun kötüye kullanıldığı iddiaları karşısında hazırlanan ve halihazırda TBMM Genel Kurul gündeminde bulunan kanun teklifi1 de değerlendirilmektedir. Kanun teklifinin yasalaşması halinde konkordato uygulamasında meydana gelecek değişiklikler ve bu değişikliklerin hukuki ve ekonomik sonuçları irdelenmektedir. 

KONKORDATONUN NİTELİĞİ VE AMACI 

Konkordato bir borçlunun alacaklılarının kanunda öngörülen çoğunluğunun kabulüyle borçlarını belirli bir oranda ve/veya vadelerle ödemesini öngören, borçların yapılandırılmasını sağlayan bir cebri icra türüdür. Konkordato borçlu ile onun alacaklıları arasındaki bir “sulh sözleşmesi”ne benzetilebilir. 

Konkordato kurumu aslında Türk hukukunda 1929’dan bu yana bulunmaktadır. Konkordato tarihsel kökene sahip bir kurum olmakla beraber 2000’lerin başında şartları borçlulara ağır geldiği için uygulaması oldukça azalmıştır. 28.02.2018 tarih ve 7101 sayılı Kanun’la 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun konkordatoya ilişkin 285 vd. maddelerinde değişiklik yapılarak konkordato kurumunun canlandırılması amaçlanmıştır. 

Bu kanun değişikliğinin uygulanmasına ilişkin 2.6.2018 tarih ve 30439 sayılı Resmi Gazete’de “Konkordato Komiserinin Niteliklerine ve Alacaklılar 
Kurulunun Zorunlu Olarak Oluşturulmasına Dair Yönetmelik” yayımlanmıştır. 

İyi niyetli borçlular çeşitli sebeplerle borçlarını ödeyemeyecek duruma gelebilir. Bu haldeki borçlunun iflas etmesi ekonomik faaliyetlerinin sona ermesine ve alacaklıların alacaklarının tamamen veya büyük ölçüde ödenmemesine sebep olur. Borçlu iflasa tabi değilse borçlunun mallarını haczettiren alacaklıların alacakları satıştan elde edilen gelirden haciz sırasına göre ödenir. Bu durumda genellikle ilk haczi koyduran alacaklılar alacaklarını tam olarak tahsil ederken sonra haczi koyduranların alacaklarının ödenmemesi alacaklılar arasında eşitsizliğe yol açar. Ancak borçluya içinde bulunduğu mali şartlar çerçevesinde borçlarını belirli bir oran veya vadeyle ödeme imkanı verilmesi hem borçlu ve alacaklı hem de ekonomik düzen bakımından olumlu sonuçlar ortaya çıkarır. Alacaklılar arasında eşitlik esasına dayalı bir ödeme sağlanır ve borçlu iktisadi faaliyetlerine devam eder. Böylece borçlu piyasa aktörü olmayı sürdürür, piyasadaki istikrar ve istihdam imkanları korunur. 

Borçlunun ekonomik faaliyetlerine devam etmek suretiyle borçlarını tasfiye etmesine yönelik çeşitli yeniden yapılandırma modelleri pek çok hukuk sisteminde kabul görmüştür. Borçlular borçlarını ödemeye ilişkin çeşitli plan veya projeler hazırlar. Bu projeler bazen alacaklıların çoğunluğunun rızasıyla bazen sadece mahkemenin onayıyla yürürlüğe girer. İyileştirme projesi denilen bu ekonomik faaliyet planı çerçevesinde borçluların borçları son bulabilir. Proje başarısız olursa borçlunun iflası gündeme gelir. İyileştirme projelerine ilişkin Türkiye uygulamasında İcra ve İflas Kanunu’nda bulunan iki model ön plana çıkmıştır: iflas erteleme ve konkordato. 2003 ve 2004 yıllarında yapılan İcra ve İflas Kanunu’ndaki bazı değişikliklerle iflas erteleme kurumunun işlerliği artırılmıştır. İflas erteleme borca batık durumda olan sermaye şirketleri veya 
kooperatiflerin inandırıcı bir iyileştirme projesi çerçevesinde mahkeme tarafından atanacak bir kayyım nezaretinde ve belli bir süre içerisinde mali durumlarını düzelterek iflaslarının önlenmesine hizmet eden bir kurumdur. Konkordato hem gerçek hem de tüzel kişi borçlular bakımından işlerlik kazanabilen bir kurum iken iflas ertelemeden sadece borca batık durumda olan bir sermaye şirketi veya kooperatifler faydalanabilir. 

Konkordato projesinin alacaklıların belli bir çoğunluğuyla onaylanması gerekirken iflas ertelemede iyileştirme projesi sadece mahkemeye sunulur. 
İflas erteleme sürecinde alacaklıların etkisi oldukça sınırlıdır. Konkordatoda borçlar kısmen veya vadelerle, iflas ertelemede ise tam ödenir. 
Konkordato iflas ertelemeye göre daha kısa bir süreçtir. Özellikle bir yıllık iflas erteleme süresine ek olarak dört yıl daha süre verilmesi iflas ertelemenin kötüye kullanılması sonucunu ortaya çıkarmıştır. Beş yıl süreyle haciz tehdidinden korunma imkanı iflas erteleme kurumunun kötüye kullanılmasına yol açmıştır. İflas ertelemeye yöneltilen eleştiriler çerçevesinde öncelikle kuruma birtakım müdahalelerde bulunulmuş ancak en sonunda 669 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması ve Milli Savunma Üniversitesi Kurulması ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname ile olağanüstü hal süresince bu kuruma başvurulmayacağı düzenlenmiştir. 

İflas ertelemeye başvurulamaması ve o dönemde yürürlükte bulunan konkordato düzenlemelerinin uygulamasının güç olması sebepleriyle borçların yapılandırılmasını sağlayacak modeller üzerinde tartışılmıştır. Sonuçta konkordato kurumunu canlandırmak üzere mevzuat çalışması yapılmıştır. 28.02.2018 tarih ve 7101 sayılı Kanun ile İcra ve İflas Kanunu’nda yapılan değişikliklerle konkordato kurumu yeniden düzenlenmiştir. Genel gerekçede bu değişikliklere duyulan ihtiyaç şu şekilde ifade edilmiştir: 

İflas erteleme kurumundan beklenen fayda elde edilemediği gibi, birçok durumda alacaklılar da alacaklılarını tahsil edememiş, mali durumları kötüleşmiş ve bu nedenle bir nevi iflas erteleme diğer bir iflas erteleme talebine sebebiyet verir duruma gelmiştir. Öte yandan uzun yargılama süreleriyle birlikte uzayan tedbir süreleri, kötü niyetli borçlu ve alacaklıların sürece müdahil olmaları gibi 
nedenler, iflas erteleme yargılamalarının kalitesini problemli hale getirmiştir. İflas ertelemede alacaklıların herhangi bir söz hakkı bulunmamakta, süreç borçlu ve mahkeme arasında yürümektedir. Bu nedenle mevcut iflas erteleme kurumu, dünya bankasının yatırım ortamına ilişkin notlandırmasında aradığı, alacaklıların söz sahibi olması kriterini de sağlamamaktadır. Tasarı ile iflas erteleme kurumu kaldırılarak, alacaklılar ile borçlunun müzakere etmesi ve müzakere sonucundaki anlaşmalarının mahkemece tasdiki temeline dayanan konkordato kurumu, daha işlevsel bir hale getirilmektedir. 

Konkordatoya ilişkin düzenlemelerin amacı esasen milli ekonomiyi korumaktır. Ancak konkordato kurumu hem borçlu hem de alacaklılar açısından iflasa göre lehte sonuçlar doğurmaktadır. Borçlu iktisadi faaliyetlerine devam edebilmekte, alacaklılar ise iflas tasfiyesine nazaran daha avantajlı bir miktar ve/veya oranla alacaklarına kavuşa bilmektedir. Konkordato kurumundan temel beklenti mali durumu bozulmuş iyi niyetli borçluların mali durumlarının iyileştirilmesine 
imkan verilmesi ancak bu süreçte borçlunun alacaklarının da korunmasıdır. Konkordato alacaklı ve borçlu arasında menfaatler dengesini sağlayan 
icra ve iflas hukuku kurumlarından biridir.

KONKORDATO ÇEŞİTLERİ 

Konkordatonun yapıldığı zamana, içeriğine ve düzenlenme şekline göre çeşitli türleri bulunmaktadır. Yapıldığı zaman bakımından konkordato iflas içi ve iflas dışı olarak ikiye ayrılmaktadır. Türkiye uygulamasında daha çok iflas dışı konkordato talepleri görülmektedir. 

İçeriğine göre konkordato vade konkordatosu, tenzilat konkordatosu ve karma konkordato şeklinde üç biçimde yapılabilmektedir. 

Borçlunun alacaklılarından borcunda belirli bir yüzde oranında indirim yapılmasını istemesi halinde tenzilat konkordatosu söz konusu olmaktadır. 

Borçlunun alacaklılarından borçlarında herhangi bir indirim yapılmasını istemeksizin sadece vadelerinin uzatılmasını talep ettiği konkordato 
türü vade konkordato su olarak adlandırılmaktadır. 

Borçlunun alacaklılarından borçlarının hem vadesinin uzatılmasını istediği hem de belirli bir yüzde oranında indirim yapılmasını talep ettiği 
konkordato türüne ise karma konkordato denilmektedir. 

Uygulamada en çok görülen karma konkordato dur. 


ŞEKİL 1. KONKORDATO ÇEŞİTLERİ 

Mal varlığının terki suretiyle konkordatoda borçlu mal varlığı üzerindeki tasarruf yetkisini veya mallarının tamamı ya da bir kısmını üçüncü kişiye devir yetkisini alacaklılara vermekte ve alacaklılar bu mal varlığından alacaklarını tahsil etmektedirler. Adi konkordato ise –iflas tabi olsun olmasın– tüm borçluların başvurabileceği kanunda öngörülen şartlarla mahkeme denetim ve gözetiminde alacaklılar ile anlaşmak suretiyle borçların ödenmesini öngören bir kurumdur. Güncel tartışmaların odağında bulunan konkordato türü adi konkordato dur. 

KONKORDATO BAŞVURUSU 

Borçlarını vadesi geldiği halde ödeyemeyen veya vadesinde ödeyememe tehlikesi altında bulunan herhangi bir borçlu vade verilmek veya indirim 
yapılmak suretiyle borçlarını ödeyebilmek veya muhtemel bir iflastan kurtulmak için konkordato talep edebilir. Uygulaması olmamakla birlikte iflas talebinde bulunabilecek her alacaklının borçlu hakkında konkordato işlemlerinin başlatılmasını isteyebilmesi de mümkündür. 

Konkordato kurumunun işlerlik kazanabilmesi için borçlunun iflasa tabi olması diğer bir ifadeyle tacir olması şartı yoktur. Konkordatoya başvuru sebepleri borçlunun vadesi gelmiş borçlarını ödeyememesi, vadesinde ödeyememe tehlikesi altında bulunması, sermaye şirketleri ve kooperatiflerinin borca batık olması şeklinde sıralanabilir. 

Konkordatoya başvurulabilmesi için İcra ve İflas Kanunu’nda sayılı bilgi ve belgelerin mahkemeye sunulması gerekmektedir. Bunlar konkordato ön projesi ile borçlunun mali durumunu gösterir bilgi ve belgelerdir. Konkordato ön projesinde borçlunun borçlarını hangi oranda veya vadede ödeyeceği, ödemelerin yapılması için borçlunun mallarını satıp satmayacağı, faaliyetine devam edebilmesi ve alacaklılara ödemelerini yapabilmesi için gerekli mali kaynağın sermaye artırımı veya kredi temini yoluyla yahut başka bir yöntem kullanılarak sağlanacağı gösterilir. 
Konkordato ön projesinde yer alan teklife göre alacaklıların eline geçmesi öngörülen miktar borçlunun iflası halinde temin edilecek muhtemel 
miktardan daha fazla olmalıdır. Konkordato mühleti verilebilmesi için bu miktarları karşılaştırmalı olarak içeren tablonun mahkemeye 
sunulması gerekmektedir. Konkordato projesi alacaklılara projenin gerçekleşmesi halinde borçlunun iflas etmesine nazaran daha avantajlı olacaklarını göstermelidir. 

Kasım 2018 itibarıyla yürürlükte bulunan düzenlenmeye göre karşılaştırma tablosu tek başına yeterli değildir. Sermaye Piyasası Kurulu veya Kamu Gözetimi, Muhasebe ve Denetim Standartları Kurumu tarafından yetkilendirilen bağımsız denetim kuruluşunun hazırladığı ve konkordato ön projesinde yer alan teklifin gerçekleşmesinin kuvvetle muhtemel olduğunu gösteren finansal analiz raporları ile raporların dayanakları da konkordato talebine eklenmelidir. Bununla birlikte bu şart küçük işletmeler diğer bir ifadeyle KOBİ’ler bakımından uygulanmaz. 

Uygulamada finansal analiz raporlarına ilişkin çeşitli eleştiriler bulunmaktadır. Finansal analiz raporlarının içeriğinin ticaret hukuku, vergi hukuku veya muhasebe hukukuna ilişkin mevzuatta düzenlenmemesinden kaynaklanan belirsizlik kötüye kullanılmıştır. İlgililerin “raporlarda yeterli gerçeği 
yansıtmadığı, bir kısım borçluların alacaklılardan mal kaçırma girişimlerinde bulunduğu ve hileli işlemler yapıldığı gibi iddialar” ileri sürülmektedir.2 
Bu eleştirilerin giderilmesi için borçlarını ödemek bakımından sıkıntılar yaşayan herkesin değil mali durumunu iyileştirmek üzere gerçekçi ümitleri olan 
dürüst borçluların konkordatoya başvurmasını sağlayacak bir mevzuat değişikliğine ihtiyaç vardır. 

Bu çerçevede kötü niyetli konkordato başvurularını engellemek ve konkordatonun asıl amacına hizmet eder şekilde kullanılmasını sağlamak üzere 
bu düzenlemelerde birtakım değişiklikler yapılmasını öngören “Abonelik Sözleşmesinden Kaynaklanan Para Alacaklarına İlişkin Takibin Başlatılması 
Usulü Hakkında Kanun Teklifi” 13 Kasım 2018 tarihinde TBMM’ye sunulmuştur. 

Anılan teklifte finansal analiz raporunun yerine ondan daha fazla güvence sağlayan denetim raporu hazırlanması şartı getirilmesi esası benimsenmiştir. 
Teklifte raporu verecek denetim kuruluşları daraltılmaktadır. Kamu Gözetimi, Muhasebe ve Denetim Standartları Kurumu3 tarafından kamu yararını 
ilgilendiren kuruluşların (KAYİK) denetimi için yetkilendirilen bir bağımsız denetim kuruluşu tarafından rapor hazırlanması öngörülmektedir. 

Buna göre Türkiye Denetim Standartları’na göre yapılacak denetim kapsamında hazırlanan ve konkordato ön projesinde yer alan teklifin gerçekleşeceği 
hususunda makul güvence veren denetim raporu ve dayanaklarının mahkemeye sunulması gerekecektir. Değişiklik neticesinde konkordato talep eden borçlu hakkında geçici mühlet kararı verilmesi borçlunun mali durumunu net bir şekilde ortaya koyma amacı taşıyan ve konkordato ön projesinde yer alan teklifin gerçekleşeceği hususunda makul güvence veren denetim raporunun varlığı halinde mümkün olabilecektir. Bu değişiklik teklifi borçlu ve alacaklı arasında konkordatoya ilişkin menfaatler dengesinin daha iyi bir şekilde sağlanmasına hizmet etmektedir. 

Ayrıca denetim raporlarının incelenmesi ve raporları hazırlayanların hukuki ve idari sorumluluğunu düzenleyen yeni bir fıkra eklenerek raporlara olan güvenin artırılması amaçlanmıştır. 

Buna göre denetim raporları ve raporlara dayanak olacak denetimlerde denetim kuruluşlarının faaliyetleri, hak ve yükümlülükleri, raporların inceleme ve denetimleri, bu raporlar sebebiyle doğacak idari ve hukuki sorumluluk ve diğer hususlar hakkında 29/9/2011 tarihli ve 660 sayılı Kamu Gözetimi, Muhasebe ve Denetim Standartları Kurumunun Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname hükümleri uygulanmaktadır. Denetim raporlarını hazırlayanlar bakımından benimsenen bu kapsamlı hukuki ve idari sorumluluk raporların daha fazla dikkat ve özenle düzenlenmesini sağlayacaktır. 

Bu değişiklik konkordato talep eden borçlunun gerçek mali durumu hakkında mahkemenin bilgilendirilmesine imkan verecektir. 

Konkordato talebinde bulunan borçlunun yargılama giderlerini ve harçları yatırması gerekmektedir. Bu giderler Konkordato Gider Avansı Tarifesi’ne4 göre hesaplanmakta ve 100 bin TL’yi geçmektedir.

Ayrıca konkordato talebi için mahkemeye yatırılan giderler dışında konkordato projesinin ve mali duruma ilişkin belge ve bilgilerin hazırlanmasının 
da ayrı maliyetleri bulunmaktadır. Konkordato talebi için önemli giderler yapılması gerektiğinden bu giderlere göre az miktarda borçlu olan küçük işletmeler bakımından konkordato uygulaması mümkün görünmemektedir. 



TABLO 1. KANUN TEKLİFİNDE MALİ RAPORLARA İLİŞKİN ÖNGÖRÜLEN DEĞİŞİKLİKLER 

Konkordato mühleti talebi ve konkordatonun tasdikine ilişkin inceleme basit yargılama usulüne göre yapılmaktadır. Bu usulün tercih edilmesi sürecin 
hızlı bir şekilde yürütülmesi amacına hizmet etmektedir. Ancak incelemeyi yapan asliye ticaret mahkemesi resen araştırma ilkesi çerçevesinde mahkemeye sunulan bilgi ve belgeler dışında başka bilgi ve belgeleri de inceleyebilir. 
Böyle bir yargılama usulünün benimsenmesi mahkemenin borçlunun gerçek mali durumunu tespit ederek buna uygun karar vermesini sağlamaktadır. 

GEÇİCİ MÜHLET 

Konkordato talebi üzerine mahkeme kanunda belirtilen bilgi ve belgelerin eksiksiz olarak mevcut olduğunu tespit ettiğinde derhal geçici mühlet 
kararı verir. Borçlunun mal varlığının muhafazası için gerekli gördüğü bütün tedbirleri alır. 

Uygulamada mahkemeler borçlunun konkordato talebinin esasına dair bir inceleme yapmaksızın şekli bir incelemeyle yetinmekte ve kanunda belirtilen başvuru koşullarının varlığı tespit edildiğinde konkordato isteyen borçlu hakkında geçici mühlet kararı vermektedir. Bu uygulama konkordato taleplerinin artmasına neden olmuştur. 
Ayrıca konkordatonun suistimal edilmesine de yol açmıştır. Bu uygulamanın değişmesi ve mahkemelerin yürürlükteki düzenlemelerinin verdiği yetkiler çerçevesinde belgelerin gerçek mali durumunu ortaya koyup koymadığına dair inceleme yapması gereği vardır. 
Mahkeme geçici mühlet kararıyla birlikte konkordatonun başarıya ulaşmasının mümkün olup olmadığının yakından incelenmesi amacıyla bir geçici konkordato komiseri görevlendirir. 

Alacaklı sayısı ve alacak miktarı dikkate alınarak gerektiğinde üç komiser de yetkilendirilebilir. 

Uygulamada konkordato komiserlerinin görevlendirilmesi ve yeterlikleri bakımından sıkıntılar yaşandığı görülmektedir. Bu sıkıntıların giderilmesi amacıyla komiserlerin niteliklerine ilişkin birtakım değişiklikler yapılması kanun teklifinde önerilmektedir. Buna göre üç komiser görevlendirilmesi halinde bunlardan birinin Kamu Gözetimi, Muhasebe ve Denetim Standartları Kurumu tarafından yetkilendirilmiş ve sorumlu denetçi olarak onaylanmış bağımsız denetçiler arasından seçilmesine ilişkin değişiklik teklifte yer almaktadır. Ayrıca 
konkordato komiseri olarak görevlendirilmek için yönetmelikle belirlenecek eğitimin alınması ve bilirkişilik bölge kurulları tarafından oluşturulan komiser listesine kayıtlı olunması zorunluluğu getirilmektedir. Bununla birlikte listede görevlendirilecek komiser bulunmaması halinde liste dışından yetkilendirme yapılabilmesi mümkündür. 

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.

***