23 Ocak 2018 Salı

PANZER VE KÜRT İSYANI YENİ DÜNYA ÖRGÜTÜ, OTPOR, BÖLÜM 1

PANZER VE KÜRT İSYANI YENİ DÜNYA ÖRGÜTÜ: OTPOR  BÖLÜM 1


FARUK ARSLAN 



Bu bölüme ilginç bir örgütü tanıtarak giriş yapmak istiyorum. Bu, Akla gelemeyecek türden 
yeni dünyaya ait bir Örgüt. Örgtülenme alanı Sokaklar, Meydanlar, Metrolar. Malzemesi, sen, ben yani sıradan kişiler. Silahları: Cep kitabı, ( Cep Telefonu)  Broşür, Pankart. Etki alanı 3 Dünya ülkeleri. 
Amaç: Devrim. Bu Örgütün adı OTPOR-CANVAS olarak biliniyor. Sıkılı yumruk amblemleriyle ün yapmış 

OTPOR-CANVAS örgütü dünyanın dört bir yanındaki kitleleri sosyal medya üzerinden 
örgütleyerek yönetimlerine karşı ayaklandırmasıyla tanınıyor. 

Amaç hükümetleri devirmek veya ekonomiyi güçsüzleştirip Alman sernayesinin sömürüsüne açık hale getirmek. 1998’de Kılıç tarafundan Belgrad’ta kurulan bu örgütün amacı Miloseviç rejimini devirmekti. Böylece Almanlar Sırbıstan’ın ekeonomisini yeniden ele geçirecekti. Bunun için de bazı cep kitapları ve broşürlerden oluşan reçeteleri var... İlham kaynakları Gandhi, Martin Luther King ve bir Amerikalı akademisyen, şiddet karşıtı direnişin gurusu Gene Sharp’tı. Çok basit bir yöntem kullandılar. Mobil telefonlar, sloganlar, sokak mizahı. Sırları ise daha da basit bir yöntemdi. Birliktelik, planlama ve şiddet karşıtı disiplin. Bu üçünü birlikte kullanarak başarılı oldular. Kendilerine Sırpça direniş anlamına gelen Otpor adını veren bu efsanevi aktivistler artık öğrenci değil. Aralarından bazıları (Srdja Popovic ve Slobodan Djinovic) CANVAS (Centre for Applied NonViolent Strategies) Şiddet Karşıtı Stratejiler Uygulama Merkezi’ni kurdular. Bu merkezde dünyanın dört bir yanındaki aktivistler diktatörleri nasıl devirecekleri konusunda eğitiliyorlar. Kendi Click to Continue  by Browse to Save sitelerinde yer alan haritaya göre 50’den fazla ülkede demokrasi yanlısı aktivistleri eğittikleri belirtiliyor. 

Bunların arasında Türkiye de bulunuyor... Gene Sharp’ın “Bir ihtilal başlatmak” isimli belgeseli hakkında bilgi veren internet sayfasında yer alan Devrim Ölçeği alt menüsündeki 2013 haritasında Türkiye işaretlenmiş vaziyetteydi. 

Gezi olayları sırasında bir video görüntüsü hızla yayılmıştı. Youtube’da dolaşan meşhur videoda Otpor'un Belgrad'da görev yapan beş kilit yayıcısından Srdca Popoviç, 37 ülkede devrim yöntemlerini yaydıklarını, beş Ortadoğu ülkesinde başarılı olduklarını anlatıyor. York Üniversitesi'nde Sosyal Hareketler Profesörü olarak görev yapan Lesley Wood bu videoyu 2010 yılında sosyolog adayı sınıfımıza göstermiş ve ne düşündüğümüze dair tartışma yaptırmıştı. 

CIA'nın 50 ülkede Otpor aracılığıyla sosyal ayaklanma planladığı, parasını da George Soros’un ödediği bu gün artık komplo teorisi değil, bir realite olarak karşımızda. 
George Soros’un işin içerisinde olması ise işin boyutlarını daha da farklı hale getiriyor. 
George Soros bilindiği üzere Macar ve Yahudi asıllı ABD’li finans spekülatörü. Özellikle ge-
lişmekte olan ülkelere yaptığı büyük mali yardımlarla tanınıyor. Fakat hemen herkes bu 
desteğin bu ülkelere iç işlerine karışabilmek için yapıldığında hem fikir. 

KOÇLAR BİLDERBERG TOPLANTISINDA 

Dolayısıyla Türkiye’den hemen sonra Brezilya’da başlayan sokak olaylarında da Soros par-
mağı var gibi gözüküyor. Soros'un bu ülkenin şeker kamışı tarlaları ve kahve ağaçlarına ne-
redeyse tüm servetinin yarısı, 2 milyar dolar yatırdığını yeri gelmişken belirtelim. 13 yıldır 
CANVAS, CIA desteği ve Soros'un parasıyla 3. dünya ülkelerinde sosyal patlama pazarlıyor. 
Sosyal patlama hemen hemen her ülkede ortak kavramlar üzerine kuruluyor. Bunlar sosyal 
adalet, özgürlük, eşitlik ve mutluluk. Yahudi lobisinin Şubat ayında altı etkili Türk’ün de 
katılımıyla 'İstanbul isyanı' adı altında sosyal patlama konusunda planlamalar yaptığı da 
henüz iddialar arasında. Bununla birlikte, masonların, Bilderberg'in 6 ve 9 Haziran tarihle-
rinde gerçekleştirdiği Londra toplantılarında Gezi olaylarını görüştüğü haberi doğru, ülke-
mizden ilk defa çok sayıda gazeteci davet ettikleri de doğru, keza Koç grubunun bu to-
plantılarda en üst düzeyde Mustafa Koç ile temsil edildiği de doğru ama bu toplantılarda ne 
karar alındığı bilinmiyor. Ali Babacan'ın da toplantıya davet edildiği, ayrıca Habertürk'ten 6 
gazetecinin de hazır bulunduğu düşünülecek olursa masonların burada sansasyonel veya 
skandal bir karar almaları beklenemez. Ne Hürriyet nede Habertürk'te bu konuda tek kelime okumadığımıza göre, sonuçlar gizli tutuluyor. 

Yukarıda anılan toplantıya en üst düzeyde katılan Koç grubu, hatırlanacaktır, Gezi olayları 
sırasında önemli rol oynamış bu durum hükümet kanadında da büyük tepkiye yol açmıştı. 
Dolayısıyla Rahmi Koç'un hükümeti ve ekonomiyi öven Koç Üniversitesi mezuniyet töreni 
konuşmasını hükümete uzatılan zeytin dalı olarak da görebiliriz. Diğer yandan başbakanın 
boykot çağrısından sonra Koç Holdingin borsadaki 10 şirketinin toplam 4.5 milyar dolar eri-
mesi barış için bir başka etken olabilir. Fakat henüz her şey bitmedi. Ülke ekonomisinin halen yüzde 15'ine hükmeden Koç grubunun bir güç savaşı içerisinde olduğu kesin. Daha önce yaptığı gibi iyice yaklaşan seçimlerde CHP’nin başına geçecek olan ismi belirlemekle işe başlayacağı ise neredeyse hemen herkes tarafından biliniyor. Bunun sebebi ise oldukça basit, İstanbul baronları, son 10 yıldır beş kat daha fazla zengin olsalar da halen muhafazakarların ülkeyi yönetmesini ve hükümetin başının bir imam hatipli olmasını hazmedemiyorlar. Gezi olayları sırasında eylemlerin hükümete yönelmesi bu sebeple çok önemli görülüyordu. Fakat her şey istenildiği gibi gitmedi. Otpor'ın sosyal medya ameliyatının yarıda kesilmesi muhtemelen kesin başarıya odaklanmış çevreler tarafından beklenmiyordu. Örneğin Levent Kırca'nın 'biz başardık, onlar kaybetti, başbakanın sonu Menderes gibi olacak' gibi sözleri, suç niteliği taşımanın yanısıra fazlasıyla kendine güvenin ifadesi olsa gerek. Yıllardır insanları güldüren Levent Kırca bile artık güldürmekten çok idam sehpalarından bahsetmeye başlamıştı. 

OTPOR’UN KARA İSYANI 

Bölümün başında Otpar örgütünün yeni dünya düzenine ait bir örgüt olduğunu ve yöntem-
lerinin klasik yöntemlerin çok ötesinde olduğunu belirtmiştik. İşte bu örgüt Türkiye’de ilk 
ciddi sosyal patlama denemesini Gezi olaylarından altı ay önce ODTÜ eylemleri sırasında 
yaptı. Bu eylem onlar için aynı zamanda bir labarotuar olma özelliğini taşıyordu. Bu ciddi 
denemeden sonra Gezi Parkı’nda daha büyük çapta örgütlenme uygulamaya konuldu. Gezi 
parkı eylemine de “direniş” dediler… Çünkü Sırpça-Hırvatça’da “otpor”, “direniş” anlamına 
geliyor. Tunus’ta başlayıp Mısır’da zirveye oturan Arap Baharı’nda sokaklar sosyal medya 
(facebook ve twitter) üzerinden organize olan gençlerle dolmuştu. İnternette organize olan 
Arap gençleri Otpor’la işbirliği içinde insanları sokağa çekmiş ve devrimi gerçekleştir-
mişlerdi. Mısır’da 6 Nisan Gençlik Hareketi olarak ortaya çıkan Mısırlı gençlerin internette 
ne kadar aktif oldukları ve gösteri ve isyanı organize ettikleri de sık sık uluslararası medya 
kuruluşlarına yansımıştı. 

Dolayısıyla Türkiye’deki Taksim olaylarının ilk günlerinde sosyal medyada yaşanan hare-
ketliliğin akla bu organizasyonu getirmesi normaldi. Alman medyası da bu konuda hem 
fikirdi. Almanya’nın uluslararası yayın kuruluşu Deutsche Welle, hazırladığı bir programda 
Hüsnü Mübarek’in devrilmesinden sonra Şubat 2011'de söz konusu gelişmeleri mercek altına alıyordu. Programına Mısır devrimiyle başlayan Deutsche Welle, burada Otpor’un izini 
sürüyordu. Mısır’da Hüsnü Mübarek’i deviren göstericilerin taşıdığı bayraklarda siyah ze-
min üzerinde sıkılmış bir yumruk göze çarpıyordu. Söz konusu sembol Sırp internet akti-
vistleri Otpor üyelerinin sembolüydü ve bu sembolü kendi ülkelerinde taşıyanlar da onlarla 
işbirliği içindeydi. Slobodan Miloseviç rejimi sırasında bir grup öğrenci tarafından kurulan 
ve daha sonra para gücünü elinde tutanlar tarafından kendi çıkarlarına hizmet için ku-
llanılan bir örgüttü bu. Örgüt üyeleri, gösteriler sırasında gözaltına alınan üyelerini korumak 
ve gözaltına alma tehdidini etkisiz kılmak için “kalabalığın verdiği güven” düşüncesine da-
yalı olan ikincil gösterileri kullandı. Hükümetin baskısından korkan halkın kaygılarını azalt-
mak için mizah ve tiyatrodan da yararlandılar. Hareket, protestolar sırasındaki gözaltına 
alınmalara hemen tepki verebilmek için “b planı” olarak karakolların yanında ikincil gösteri-
ler hazırladı. Böylelikle polisin dışarıda gazeteciler ve büyük kalabalıklar beklerken akti-
vistleri dövme ya da içeride tutma olasılığı düşüyor aynı zamanda aldıkları desteğin 
farkında olan gözaltındaki aktivistlerin korkularının da azalmasına yardımcı oluyordu. 

Otpor’un çaışma yöntemi alışılmışın dışında olduğundan önlem alması da zordu. Örgüt ilk 
önce seçtiği gruplara ciddi bir eylem eğitimi veriyordu. İlk ve en önemli aşamalardan birisi 
ise sosyal medyada örgütlenme taktikleriydi. Seçilen gruplara Facebook, Twitter ve SMS ku-
llanarak halk yığınlarına ulaşmanın yolu öğretiliyordu. Bir sonraki aşamada ise artık ey-
lemcilerinin halk ile iletişime geçme zamanı gelmiş oluyordu. İlerleyen aşamalarda ise artık 
gerekli psikolojik sınırın aşıldığı düşünülüyor ve sokağa iniş işaretini veriliyordu. Yugos-
lavya’nın yok edilmesi söz konusu örgütün ilk önemli çalışmasıdır. Tunus, Mısır ve Libya 
çalışmaları ise tepe noktasını işaret etmesi bakımından önemlidir. Suriye’de de aynı oyunu 
sahnelemiş, aynı şekilde bütün dünya basını tarafından tek yanlı yalan haberler ile desteklenmiştir fakat nedense beklediği etkiye ulaşamamıştır. 

Alman Deutsche Welle (DW) televizyon kanalının Arap Baharı’nın sosyal medya ayağını 
araştırdığı programı bugünlerde yeniden gündemdeydi. Programda 6 Nisan Gençlik Hare-
keti’nin internet ağını ve üyelerinin nasıl haberleştiğini masaya yatırılıyordu. DW, bu hare-
kete akıl babalığı yapan Sırp Demokrasi Aktivistleri Otpor’un liderini Sırbistan’da bulmuştu. 
5 Ekim 2000'de Slobodan Miloseviç’i deviren Otpor’un en önemli silahı kara mizahtı. Progra-
mda ayrıca Miloseviç’in nasıl devrildiği ve hangi araçlar kullanılarak kendisiyle dalga geçil-
diği anlatılıyordu. Aynı model Arap baharında da kullanılmıştı. Alman televizyon kanalına 
konuşan Otpor’un kurucularından İvan Maroviç, Mısırlı gençlerle Facebook ve Twitter üze-
rinden nasıl iş birliği yaptıklarını ve onları nasıl organize ettiklerini anlatmıştı. DW’ye 
konuşan Otpor aktivisti Maroviç, bir rejimi yıkmak için ilk etapta kara mizah, ardından da 
sokaklarda gösteri yapmanın gerekli olduğunu belirtiyordu. “Rejimin komik yanlarını göste-
rirsiniz ve sonrasında onun meşruiyetini kaybettiğini söylersiniz. Sonrasında da neler yapıl-
ması gerektiği konusunda çalışmaya başlarsınız.” diyen Otpor aktivisti örgütün nasıl ulusla-
rarası bir dijital devrim ihraç malzemesine dönüştüğünü aktarıyordu. 

Maroviç, Otpor’un CANVAS’a (Uygulamalı Şiddet İçermeyen Eylem ve Stratejiler Merkezi) 
dönüştüğünü ve dünyanın diğer bölgelerindeki benzerleriyle internet üzerinden irtibat 
kurduklarını ve onlara akıl hocalığı yaptıklarını belirtiyordu. Ukrayna’da yapılan ‘turuncu 
devrim’ ve Gürcistan’daki ‘gül devrimi’nde Otpor’un nasıl etkili olduğu da programda 
anlatılıyordu. Otpor’un lideri Ivan Maroviç’in aktardıklarına göre, mali kaynak Amerikalı 
işadamı George Soros’un Açık Toplum Enstitüsü Yardım Vakfı’ndan (OSIAF) gelmişti. 
DW’nin aynı programına konuşan Sırp gazeteci Jaksa Scekic ise Otpor’un bu eylemlerini 
şirket haline getirdiğine ve bu işten para kazandığına dikkat çekiyordu. 

Alman kanalı Scekic’in 

“İlk başlarda sivil toplum hareketi olarak başladılar. Şimdilerde büyük paralar kazanıyorlar. 
Hizmet sunuyorlar.” şeklindeki ifadelerene yer veriyordu. Sırbistan’ta Otpor’un bir toplantısını ekrana getiren Alman televizyon kanalı, dünya genelinden gelen aktivistlerin fikir alışverişi yaptıklarını aktarıyordu. Gürcistan devriminin öncelerinden Aleksander Maric, Otpor’un dünyadaki diğer demokrasi hareketlerine örnek olacağını ve misyonunun devam edeceğini belirtiyordu. Deutsche Welle televizyonu programı, “Otpor, dünyadaki pek çok demokrasi hareketine örnek oluyor.” cümlesiyle bitiriyordu. 

OTPARCILAR KİMLER? 

Yukarıda yer alan kısımda OTPAR’ı yeterince tanıdık. Kısaca ifade edilecek olursa bu örgüt 
mensupları için profesyonel devrim ihraççıları denilebilirdi. Yine yukarıdaki bölümde Tür-
kiye’nin de bu örgütün ilgi alanına fazlasıyla girdiğinden bahsedildi. Peki Türkiye’de Ot-
par’la ilişkisi olanlar kimlerdi? Örneğin Taksim Gezi Parkı’nın önünde durma eylemi yapan 
Erdem Gündüz’ün Otpor üyesi olduğu iddia ediliyordu. Erdem Gündüz diğer adıyla “duran 
adam”ın başlattığı sabit durma eylemi herkesi etkisi altına almaya başlamıştı. Gezi Parkı’nın 
eski haline dönüştürülmesi ve şiddetli protestoların yatıştırılmasının ardından protestocular 
“sabit durma” eylemini başlatmışlardı. Taksim Meydanı’nda yaklaşık 8 saat boyunca hare-
ket etmeden ve konuşmadan bekleyen Erdem Gündüz, sosyal medyayı adeta sallamıştı. Herkes bu adamın kim olduğunu merak etmeye başladı. Tabi iddialar da ard arda geldi. İddialardan birisi ise Duran Adam Erdem Gündüz’ün Sırbistan merkezli CIA destekli Otpor örgütüne çalıştığı yönündeydi. Alman konsolosluğunda eylemden önce üç gün geçirmesi, bu 
yöndeki şüpheleri iyice arttırmıştı. Gündüz hakkındaki iddialar bununla da sınırlı değil. 

İddiaya göre Erdem Gündüz Otpor’un Türkiye de ki ‘sivil darbe’ için özel eğittiği eleman-
larından. Sırbistan da defalarla bulunmuş. 

Twitter da eylemin bir anda bu kadar hızlı yayılması da ayrıca dikkat çekici… Erdem 
Gündüz’ün Sırbistan da bulunduğu yerler ve katıldığı etkinlikler şöyle: 

“Vucut /body” 22. Festival Grad Theatre City Budva, Ukus Mora Budva, Karadağ 

“Scar/ yara” 12. International Festival of Choreographic Miniatures, Raša Plaovic, Belgrad 

Duran Adam”, ünlü olmasından sonra BBC’ye verdiği röportajda “Yarın yine duracak 
mısın?” sorusuna ise “Bir anlamı yok. Ben herhangi biriyim. Başka biri gelir, başka biri 
durur” karşılığını vermiş misyonunun bittiğine işaret etmişti. Sanatçı Gündüz yaptığı 
eylemden dolayı gözaltına alınmadı ama kendisine destek vermek için duran onlarca insan 
polisler tarafından alınarak yeşil otobüslere bindirildi. İşin bir başka boyutu bu eylemin 
Gündüz’ün sanatçı kişiliğinden ortaya çıkan özgün bir eylem gibi gözükmesinin yanıltıcı 
olmasıydı. Sanıldığının ya da medyaya yansıtıldığının aksine bu eylem Gündüz patentli bir 
eylem değildi. Bu yöntemin yani “durmanın”daha sonra CIA devrim koçlarının önerdiği 
şiddetsiz eylem yöntemlerinden biri olduğu anlaşıldı… 

Aralarında Gündüz’ün durma eyleminin de yer aldığı söz konusu eylem yöntemleri listesi 
epey zengin. Listenin 163. sırasındaki bu eylemin adı “Ayakta durma eylemi” olarak geçiyor. 

Öte yandan, eylemin Trendtopic’te bir numaraya oturduğu sıralarda, Ankara’da Gezi 
protestoları sırasında yaşamını yitiren Ethem Sarısülük’ün polis kurşunuyla vurulduğu 
noktada da bir kadın “duruyordu”. Mi Miror adlı tiyatro oyununda Gezi Parkı olaylarının 
provasını yaptığı iddia edilen Mehmet Ali Alabora’nın bundan iki yıl önce aynı parkta 
çektiği kısa filmde ayaklanma çağrısının occupyistanbul olarak seçilmesi, dikkat çekti. 
Neticede, Yugoslavya Turuncu devrim ve Arap baharı örneklerinden hareket edenler büyük 
benzerliklerden dolayı Gezi Parkı eylemlerinin arkasında Occupy, Otpor/Canvas gibi 
oluşumların olduğu iddia ediyordu. 

 Şimdi de ismi Türkiye’de yeni yeni duyulmaya başlanan Ocupy internet portalına bir göz 
atalım. “Occupy”, Gezi Parkı eylemlerinde başından beri süreci yönlendiren portallardan biri 
olmuştu. İlk başta “DirenAnadolu” olarak devreye sokulan uzantı eylemler başladığında da 
#DirenGeziParkı etiketiyle en etkili mecralardan biri haline geldi. Sayfanın devreye 
sokulduğu tarih de oldukça önemli. Aralık 2012'de kurulduğunda “ Diren Anadolu” bağlantı adını seçerken, “livestream” adlı video yayın sitesindeki hesaplarının adı da 
“revoltistanbul”du. “Revolt” İngilizce “ayaklan” veya “diren” demek. Bu, aynı zamanda 
Gezi parkındaki eylemlerde sağa sola yazılan yazılarda, pankart ve afişlerde sıkça kullanılan 
bir ifadeydi. Ocupy’nin bu faaliyetleri daha da gerilere gidiyor aslında. “Occupy Turkey” 
Facebook sayfası Aralık 2012'de kurulmadan önce, Wall Street eylemlerinin başladığı 
dönemde “Ayaklan İstanbul / Occupy İstanbul” adıyla bir sayfa oluşturulmuştu. Sayfa 
üyeleri çeşitli aralıklarla “Revolt (Ayaklan) İstanbul” eylemleri düzenleyip, Otpor/Canvas 
denetiminde bir halk hareketi için nabız yokluyordu. Geçmişte ODTÜ eylemlerinde de süreci 
yönlendirmeye çalıştılar. Sadece Duranadam eyleminin değil, bugüne kadar yapılan ve 
şiddet içermeyen protestoların tamamı Gene Sharp'ın ayaklanmanın nasıl hayatiyete 
geçirileceğine dair hazırladığı listesinde yer alıyordu. Çok ilginçtir Gezi eylemleri sırasında Y 
gençliği adı verilen gençliğin zekalarıyla bulduğu sanılan bir çok eylem aslında daha önce bu liste de bir bir sıralanmıştı. Örneğin İstiklal Caddesi'nde soyunup TOMA'nın üstüne çıkan 
kişinin bu eylemi Sharp'ın listesinde 22. sırada yer alırken, 'Orantısız zeka' eylemi, yerlere ve duvarlara esprili sloganlar yazılması, Taksim'de piyano çalınması ve daha bir çok eylem, 
Sharp'ın listesindeki eylem biçimleriyle birebir örtüşüyordu. Şimdi bu listenin en önemli 
maddelerine bir göz atalım. Bunları aynı Zamanda CIA’nın devrim koçlarının önerdiği 
şiddet içermeyen eylem yöntemleri olduğunu da hatırlatalım. 

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR

***

21 Ocak 2018 Pazar

PANZER VE KÜRT İSYANI, GEZİ’DE KILIÇ ÇEKİLDİ BÖLÜM 3

PANZER VE KÜRT İSYANI, GEZİ’DE KILIÇ ÇEKİLDİ BÖLÜM 3


YENİ BİR TÜRKİYE GERÇEĞİ: ALMAN VAKIFLARI 

Türkiye’de, Alman derin devleti Kılıç son gladyo olarak Gezi operasyonu ile gençler üzerinden darbe planladı. Son zamanlarda adını sıkça duyduğumuz Alman Vakıfları bu olayda yine devreye sokuldu. Türkiye’de faaliyette bulunan Alman Vakıfları burs verdiği öğrencileri Gezi eylemlerine katılması için çağrıda bulundu. Türkiye’deki birçok toplumsal eylemlerde aynı rolü üstlendiği ileri sürülen bu vakıfların sicilleri ise oldukça kabarık. Faili meçhuller cinayetler, şiddet örgütlerine kara para aktarmak, siyasal partileri şekillendirmek… Bergama ve Karadeniz’de yaptıkları sözde çevre eylemleriyle bölgeye yapılacak olan yatırımlara engel olan Alman Vakıfları’nın, Güneydoğu’da şiddeti artırmak için yapılan eylemlerde de aktif rol üstlendiği biliniyor. 

Hatırlanacaktır, Başbakan Erdoğan'ın 2011 yılında sarf ettiği "Bazı Alman vakıfları BDP'li belediyeler üzerinden PKK'ya Para aktarıyor" sözleri bir anda gözlerin Türkiye'deki Alman vakıflarına çevrilmesine yol açmıştı. Bu sözler üzerine Heinrich Böll Vakfı, Kondrad Adenaur Vakfı, Friedrich Ebert Vakfı, Friedrich Naumann Vakfı mercek altına alınmıştı. Özellikle Heinrich Böll Vakfı'nın Güneydoğu, Kondrad Adenaur Vakfı'nın Çukurova faaliyetleri ele alınmıştı. Aslına bakılacak olursa Erdoğan’ın 2011 yılında yaptığı açıklamanın 10 yıl öncesinde de “Alman vakıfları” gündemdeydi. “Alman vakıfları” konusu, o yıllarda ülkeyi kasıp kavuran ulusalcılık rüzgarında sıkça gündeme gelmiş, hatta dünyaca ünlü Alman vakıfları “casusluk” suçlamasıyla dönemin Devlet Güvenlik Mahkemeleri ’nde yargılanmış ve aklanmıştı. 

Gezi olayları sırasında Milli gazeteden Mehmet Seyfettin Erol Türkiye’nin Almanya için önemine dair bir yazı yazıyordu. Erol’a göre Almanya ve Türkiye arasında olup bitten aslında iki kadim imparatorluk arasında olup bitenlerden başka bir şey değildi. Erol’a göre her iki devlet geçmişin şaşaalı günlerini arıyordu: ‘ Burada, tarihsel kodlarına dönmenin sancısını yaşayan iki imparator luk ülkesi arasındaki bir mücadeleye şahitlik etmekteyiz. 
Birisi III. Reich’in peşinde, diğeri ise Osmanlı ve Büyük Selçuklu’nun mirasına sahip çıkmanın…’ Diğer yandan tekrar eski günlere dönmek kolay değildi, bunun bir bedeli olmalıydı: ‘Fakat her ikisi de bağımlı ve rüştlerini ispatlama alanları sınırlı. Dolayısıyla, öncelikle “zincirlerinden” kurtulmaları lazım. Zaten, sorun da buradan başlıyor…’ Seyfettin Erol yazının ilerleyen satırlarında Almanya’nın kaderinin Türkiye’nin nüfuz alanının kırılmasına bağlı olduğunu yazıyordu: ‘Dolayısıyla, Almanya’nın “Doğu’ya Doğru” (Drang nach Osten) politikasının geleceği büyük ölçüde Türkiye’ye bağlı. Eğer, Türkiye bölgede inisiyatifini kaybeder ya da AB üzerinden bu ülkenin etki alanına girerse, o zaman sadece 
bölgesel anlamda değil, küresel boyutta yeni bir denklem ortaya çıkar.’ Erol’a gore Türkiye’den gelecek en büyük tehlike hilafet makamını kullanabilme potansiyeline sahip olmasıydı: ‘Türkiye’de şu an bu Müslüman kitleyi ve İslam dünyasını harekete geçirecek bir Halife olmamasına rağmen, bunun geçmişi ve olma olasılığı bile, başta Almanya olmak üzere tüm Batı dünyasını endişelen diriyor. Dolayısıyla, Almanya da tıpkı ABD gibi İslam dünyasını harekete geçirebilecek yegane gücün Türkiye olduğunun farkında’ (15) 

 Dolayısıyla Almanya’nın Gezi parkı olaylarına ilgisine sadece özgürlükçü sokak 
hareketlerine verilen basit bir destek olarak algılamamak lazım. Alman Medyası bu olaylar sırasında tam anlamıyla olağanüstü bir tepki verdi. Gezi Parkı eylemleri Alman medyasında adeta Türkiye'yi kötüleme yarışına dönüştürüldü. Türkiye'yi Ortadoğu ülkeleriyle kıyaslayıp "Türk Baharı" yakıştırması yapılırken, Türkiye'de iç savaş havası varmış algısı oluşturuldu. Başka ülkelerde yaşanan şiddet olaylarıyla ilgili resimler de İstanbul'da yaşanmış gibi okuyuculara sunuldu. 

Türkiye'de Gezi Parkı protestoları, Almanya'daki yüzyılın sel felaketi, 8 Türk'ü katleden Nasyonal Sosyalist Yeraltı Terör Hücresi (NSU) hakkında devam eden dava, federal seçimler gibi birçok önemli konuyu geride bırakarak gündemin ilk sıralarında yer aldı. Ülkenin önde gelen birçok medya kuruluşu, bazı siyasilerin de desteği ile protestoları Türkiye'yi kötüleme yarışına çevirdi. Bazı medya kuruluşları olayları çarpıtmak ve abartmak için başka ülkelerde yaşanmış şiddet olaylarını fotoğraflarını kullanmaktan dahi çekinmedi. Bunun en bariz örneğini yaklaşık 100 bin tirajı bulunan Hamburger Morgenpost gazetesi gösterdi. 
Protestolara geniş yer ayıran gazete, Türkiye'deki olayları aktarmak için 2009 yılında ABD'de bir polisin eli bağlı bir kadına uyguladığı şiddet fotoğrafını yayınlamaktan çekinmedi. Gazete, olayın fark edilmesi üzerine sosyal medya üzerinden ve bir gün sonraki baskısında özür diledi. Fotoğrafı Facebook'tan aldığını ve fotoğraftaki olayların İstanbul ile ilgisi olmadığını belirten gazetenin doğrudan Türk polisinden özür dilediğine dair bir ifade ise yer almadı. 

Almanya'nın ikinci kanalı ZDF'in İstanbul muhabiri Oli Gack ise olayları anlatır ken insanların mutluluk içinde eğlenirken bir anda polisin gaz bombası ve tazyikli suyla vahşice saldırdığını ifade ederek bir başka manipülatif habere imza attı. 

Gack, " Bize söylenenlere göre birçok insan tutuklandı. Akıbetleri bilinmiyor. Özellikle polislere direnenler gözaltına alındı ve biz nerede olduklarını bilmiyoruz. " sözleriyle gelişmeleri emniyet birimlerine sorma yerine göstericilerin sözleriyle aktarması objektif yaklaşım sorunu akla getirdi. 

Alman basının asıl hedefi ise Başbakan Erdoğan oldu. İlk olarak Almanya'nın en fazla tiraja sahip Bild gazetesi Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ı 'beton kafalı' başlığı ile okurlarına tanıttı. Gazete bununla da yetinmeyip sonrasında ‘hükümeti göstericileri orduyla tehdit etti." ifadelerini kullandı. Türkiye'de polisin doktorları bile gözaltına aldığı şeklindeki haberleriyle yayınlarına devam eden gazete, daha önceki bir haberinde de "Bütün Türkiye yanacak mı?" diyerek olayları provoke etmişti. 

Focus Dergisi ise Erdoğan'ın akıl sağlığını sorgulayan haberlerinde polisi 'polis denen vurucu birlikler' olarak tanımladı. Taksim Meydanı boşaltılırken polisin arkasında beliren eli sopalı şahısları ise 'Erdoğan'ın milisleri' olarak lanse etti. Focus ayrıca Erdoğan'ı ölüm korkusunun tiranlaştırdığını ileri sürdü. Alman basınının ekonomi çevrelerini 'İşadamları Türkiye'ye gitmeyecek' şeklindeki haberleriyle korkutması da dikkat çekti. Almanya'nın yurt dışına yayın yapan kurumu Deutsche Welle (DW), Türkiye'de yaşayan Balkan ülkelerinden 
gelen azınlığın Başbakan Tayyip Erdoğan'dan şikâyet etmeye başladıklarını iddia etti. Balkan göçmenlerinin genel olarak Erdoğan taraftarı olduğunu ileri süren DW, Gezi Parkı eylemlerine müdahaleden sonra balkan göçmenlerinin Erdoğan'a mesafe koymaya başladığını yazdı. Son zamanlarda Türkiye'deki gelişmeleri ve sokak aralarında yaşanan birçok olayı tek taraflı olarak okuyucularına duyuran DW’nin, Erdoğan'ın son mitinglerinde Balkan ülkelerine selam göndermesi üzerine "Balkan Göçmenleri Erdoğan'dan uzaklaşıyor" başlığı ile haber yapması dikkat çekti. 

Alman basınının gazetecilik ilkelerini hiçe sayan tutumu Gezi parkı protesto larından  hükümeti maksimun düzeyde zor duruma düşürecek bir sonuç alma üzerine kuruluydu. Fakat Alman basınının hesaba katmadığı bir şey oldu. Gezi parkı protestoları hükümete karşı bir kalkışma halini alınca AKP’ye bağlı olanlarla birlikte genel olarak muhafazakar kesim bu hareketin karşısına demokratik bir şekilde çıkmaya başladı. AKP 4 ilde büyük mitingler düzenleyerek Gezi parkı protestolarının genel halk hareketi olmadığını halkın büyük bir kesimin bu hareketi desteklemediğini kanıtladı. AKP’nin bu atağı başarılı olmuştu. Gezi 
parkı olayları bir anda başarısızlığa doğru evrilmeye başladı. Bu durum Almanları ve Almanya Başbakanı Merkel’i epey rahatsız etmişti. Merkel ard arda Türkiye’ye yönelik açıklamalar yapmaya çalıştı. Açıklamalar genelde ekonomi odaklıydı. Türkiye’nin son yıllarda yakaladığı ekonomik istikrara yönelikti. 
Merkel ilk olarak olaylar nedeniyle ‘Türkiye’yi G8 gündemine alabiliriz’ diyerek Ankara’ya tehdit mesajı gönderdi. Alman medyası da başbakanlarının açıklamalarına paralel haberler yapmaya başlamıştı. İlk haber ‘Türkiye’deki ekonomik mucize tehlike altında’ yorumuyla geldi. Alman basını artık yoğun bir Türkiye karşıtı propaganda yapmaya başlamış bir yandan da Gezi parkı olaylarının ‘Türk baharı’ şeklinde vermeye devam etmişti. Alman Ticaret Odası’ndan yapılan bir açıklamanın basında veriliş şekli ise basının tavrını iyice 
ortaya çıkardı. Basında çıkan haberlere göre Alman Ticaret Odası DIHK dış ticaret sorumlusu Volker Treier, Türkiye’deki gerginliklere dikkat çekerek Türk hükümetini uyarıyor Türk ekonomisinin dış sermayeye bağımlılığını hatırlatıyor  du. 

Almanya Türkiye’ye kaşı ‘korku siyaseti’ ni uygulamaya hızla devam ediyordu. Bunun için Türkiye’nin yumuşak karnı olduğunu düşündükleri ekonomi üzerinden gidiyorlardı. Haberlerde Türkiye’de meydana gelen olaylardan dolayı Alman ekonomisinin alarma geçtiği iddia ediliyordu. Daha sonraki adımda Alman Ticaret Odası DIHK’nın dış ticaret sorumlusu Treier’in, Türkiye’deki gerginliğin Alman şirketler tarafından endişe ile takib edildiğini, politik sorunların şimdiye kadar sanıldığından çok daha derin olduğunun görüldüğünü söylediği aktarıldı. Treier, Türkiye’nin cari açığı nedeniyle Uluslararası yatırımcılara ihtiyaç duyduğunu kaydediyordu. Türkiye’nin öncelikle Almanya’dan sermaye akışına ihtiyacı 
bulunduğunu öne süren Treier, olayların devam etmesi halinde dış sermayenin ülkeyi terkedeceğini iddia ediyordu. Köln Uluslararası Ekonomi Düzeni IW yöneticisi Jürgen Matthes de Türkiye’nin ‘ekonomik bakımdan saldırılabilir’ bir pozisyonda bulunduğunu öne sürerek sistemli ‘korku siyaseti’ ne katkı sağlıyordu. 

Alman medyası bir yandan da Türkiye’nin AB’ye üyelik sürecinin aleyhine haberler yapıyordu. Frankfurter Allgemeine Zeitung gazetesi bu konuyla ilgili en vurucu haberlerden birisini yaptı. Gazete ‘Şimdi Ankara ile üyelik müzakere lerinin devam ettirilmesinin anlamı olup olmadığını sormak gerekir’ gibi sert ifadeler kullanmaktan kaçınmamıştı. Gezi protestolarına yönelik müdahaleler için ‘dehşete düştüm’ diyen Almanya Başbakanı Angela Merkel’in Suttgart kentinde yapılan 2010 yılındaki eylemler sırasında göstericilere en sert şekilde biber gazı ve tazyikli su kullandığı ortaya çıkması ise ilginçti. Bununla da yetinmeyen 
Merkel, polisin sert müdahalesine tepki gösteren muhalefet partileri hakkında soruşturma açılmasını istemişti. Alman polisinin sert müdahalesi ile sonuçlanacak olan Stuttgart protestolarının çıkış noktasının Gezi parkı olaylarından pek farkı yoktu aslında. Her şey ‘Stuttgart 21' ile ana tren istasyonunun yeraltına kaydırılması kararrıyla başlamıştı. Maliyeti 7 milyar Avro olan projeye karşı çıkan Stuttgart halkı ise inşaat nedeniyle kentin dokusunun 
bozulacağını ve 100 hektarlık yeşil alanın projeyle beton altında kalacağını savunuyordu. Yaklaşık üç ay süren eylemlerde Merkel hükümeti eylemcilere en sert şekilde müdahale etmişti. Burada Alman Der Spigel dergisine özel bir yer ayırmak gerekiyor çünkü bu dergi Türkiye ile ilgili olaylara özel ilgisini hemen her olayda gösteriyor. Şimdi bu dergiye biraz daha yakından göz atalım. 

 TÜRKLERE İLGİ GÖSTEREN DERGİ: DER SPİGEL 

Gezi Parkı eylemcilerine “devam” mesajı içeren özel bir ek hazırlayan Der Spiegel’in Gezi parkı ilgisi epey büyük. Alman dergisi Gezi olaylarına ilişkin değerlendirmelerini tarihinde ilk kez Türkçe bir kapak ile duyurdu. Türkleri yakından ilgilendiren Neonazi cinayetleri ve ırkçı yangınlara değinmeyi pek tercih etmeyen Alman haber dergisi Gezi Parkı olaylarına açıktan destek vererek bu tür konulara özel ilgisini belli etti. 10 sayfalık Türkçe ilavesinde Gezi olaylarını manipülatif bir dil ve kronoloji ile duyuran dergi yine alışılmışın dışına çıkarak Türkiye için özel baskı da yaptı. Der Spiegel uzun zamandır kullandığı İslamofobik yayın politikası ile aslında uzun zamandır Almanya’daki Türk ve Müslüman çevreler yanısıra medya çalışanlarının da tepkisini çekiyordu. Örneğin Batı Avrupa Devlet Televizyonu WDR’in Yayın Denetim Kurulu (Rundfunkrat) Üyesi olan, Kuzey Ren Vestfalya (KRV) Uyum Meclisi (LAGA) Başkanı Tayfun Keltek, Almanya’daki İslamofobi’nin sorumlusunun yüzde 80 oranında medya olduğunu söylemişti. Özellikle Der Spiegel dergisinin Almanya’da seviyeli geçinip önemli yanlışlar yaptığını belirten Keltek, “Yani sol gösterip sağ vuruyor. İslam ülkelerinden gelmiş olanlar, terörist olan olmayan ayrımı yapılmaksızın aynı kefeye konuluyor’ diyerek bu konuda çok net ifadeler kullanmaktan   kaçınmıyor du.  Almanya’nın Gezi parkı olaylarına olan ilgisi Türkiye’den bir çok yazarın da ilgisini çekiyordu. Bunların arasında haberciliğe dış haberler muhabirliği yaparak başlamış olan Reha Muhtar’ın analizleri özellikle ilgi çekiciydi. 

Reha muhtar köşesinde şunları yazdı: Dergi Almanya’daki 3 milyon Türk’ün az Almanca bildiğini düşünerek, kendi ana dili yerine, tarihinde ilk kez “Boyun Eğme” başlığıyla 10 sayfalık Türkçe bir ek veriyor... 

Niye acaba?.. 

Bir uluslararası Alman dergisinin kapağından Almanya’da ve Türkiye’deki insanlara “boyun eğme” başlığıyla yayın yapması nasıl bir gazeteciliktir?.. 

- “İnsanlar Gezi Parkı’nda toplandı dersin... Protesto etti... Biber gazı yedi... Türkiye’nin her tarafında gösteriler yapıldı, yapılıyor... Hükümet mahkeme kararının bekleneceğini söyledi... Karar aleyhte çıkarsa plebisit yapacağını açıkladı...” dersin haberi verir, analizini yayınlarsın... 

Uluslararası Gazetecilik Normları budur... 

Hele hele Der Spiegel gibi “ Tabloid yayın yapmadığını söyleyen; ciddi ve ağır başlı olduğu iddiasındaki” bir dergi için... 

Bunu; böyle yapılması gerektiğini Der Spiegel’in yöneticileri bilmez mi?.. 

Hele kendi ülkesinde olmayan bir protesto gösterisinde “Boyun Eğme diye pankart açmanın” değil gazetecilik, asgari ahlak kurallarıyla izah edilemeyeceğini bilmez mi?.. 

Topçu Kışlası’nın o Taksim’e yapılmasını ne kadar istemiyorsam, onu protesto eden gençleri ne kadar temiz, nahif ve demokrat buluyorsam, seni de bir o kadar hesaplı, derin bağlantılı, operasyonel güçlerin bir tür tetikçisi, belki de organizatörü olarak görüyorum Der Spiegel... 

Nereye boyun eğmeyeceğim şunu bana bir anlatsana Der Spiegel... 

NEREYE BOYUN EĞMEYECEĞİM DER SPİEGEL?.. 
SAKIN ‘GÜNEYDOĞU’DAKİ BARIŞA OLMASIN?..’ 

Hayatın görünen gibi değil, görünmeyenlerden oluştuğunu, lobilerin, çıkar gruplarının, devletlerin hayati çıkarlarının, ideolojiler ve ekolojik talepler şeklinde, kamuoyuna sunulduğunu yazıyorum günlerdir... 

Der Spiegel dergisi aniden, Türkçe olarak “Boyun Eğmeyeceksin” kapağıyla çıkmaya karar verdi bu hafta... 

Nereye boyun eğmeyeceğim Der Spiegel?.. 

Topçu Kışlası’naysa ona zaten senin deyiminle boyun eğmedik... 

Demokratik protesto hakkımızı kullandık, Topçu Kışlası’nın yapımını çıkmaz ayın son Çarşamba’sına ertelettik... 

Mahkeme, bir sonraki mahkeme, daha sonraki mahkeme derken uzun ve çetrefilli bir süreç sonucu karar çıkacak... 

Karar gençlerin istemediği şekilde çıkarsa, bu kez de plebisit yapılacak... 

Yani ölme eşşeğim ölme... 

Şimdi “Neye boyun eğmeyeceğim”i söyler misin bana Der Spiegel?.. 

Taksim’e AVM yapılmasına mı?.. 

Demokratik protestolar sonunda, Taksim’e AVM yapılması fikriyatından vazgeçildi... 

Taksim’e AVM falan yapılmıyor... 

Peki ben şimdi senin için neye boyun eğmeyeceğim Der Spiegel?.. 

Ağaçların kesilmesine mi, yeşilin yok edilmesine mi?.. 

Bu protestolardan sonra zaten ağaç da kesilmiyor, yeşil de gitmiyor... 

Hiçbir şey yapılmıyor... 

Mahkeme kararı bekleniyor... 

Benim şimdi neye boyun eğmememi istiyorsun Der Spiegel?.. 

Yoksa Lufthansa, Türk Hava Yolları’na geçilmesin, dünyanın birinci hava yolları THY olmasın diye, İstanbul’a yapılacak üçüncü hava alanına mı boyun eğmeme mizi istiyorsun Der Spiegel?.. 

Durup dururken öyle bir istek gelmişti çünkü, Taksim Komitesi’nden...Her nedense birileri havalanının yapılmasını istemiyordu... Kanal İstanbul projesinin rafa kalkmasını şart olarak öne sürüyordu...... 

Bunlara mı boyun eğmememi istiyorsun Der Spiegel?.. 

Senin Lufthansa’n en iyi havayolları olarak kalsın diye mi üçüncü hava alanına hayır diyeyim Der Spiegel?.. 

Kanal İstanbul’u mu rafa kaldırayım?.. Bunları mı istiyorsun?.. 

Başkaca bir isteğin var mı çekinme söyle!.. 

Güneydoğu’da sağlanmaya çalışılan “ b arışa da mı boyun eğmeye yim istiyorsun Der Spie-gel...” 

Şunu açık söylesene... Şu PKK meselesi bitmesin istiyor olmayasın sakın?.. 

Şu terör devam etsin, şu savaş bitmesin, şu PKK’nın yıllardır Almanya üzerinden yaptığı ticaret bitmesin diyor olmayasın Der Spiegel?.. 

Açık söylesene?.. Neye boyun eğmemi istemiyorsun Der Spiegel?.. (16) 

 Tüm bunlar olup biterken Melih Gökçek, Gezi olaylarının ardında Sırbistan merkezli CIA destekli Otpor örgütünün olduğu yönünde açıklamalarda bulunuyordu. Peki Alman Kılıç’ı Otpor’u 1998’de neden kurmuştu , Nasıl ve Hangi amaçlar için Gezi’de kullandı? 


***

PANZER VE KÜRT İSYANI, GEZİ’DE KILIÇ ÇEKİLDİ BÖLÜM 2

PANZER VE KÜRT İSYANI, GEZİ’DE KILIÇ ÇEKİLDİ BÖLÜM 2


2001’DE BATIRILAN BANKALAR SON SAHİPLERİNE DEVREDİLİRKEN KİM HANGİ GÖREVİ İCRA EDİYORDU? 

BANKA -    SAHİBİ -   YIL - BAŞBAKAN -   CUMHURBAŞKANI 

Kentbank   M.Süzer   1992    Süleyman Demirel      Turgut Özal 
Bank Kapital Ceylanlar   1995    T.Çiller    Süleyman Demirel 
EGS Yat.Bank. EGS Holding 1995  Tansu Çiller    Süleyman Demirel 
Sümerbank H.Garipoğlu   1995 Tansu Çiller  Süleyman Demirel 
İnterbank C.Çağlar   1996    Tansu Çiller   Süleyman Demirel 
Yurtbank A.Balkaner 1996   Necmettin Erbakan    Süleyman Demirel 
Ulusal Bank H.Cıngıllıoğlu  1997  Necmettin Erbakan  Süleyman Demirel 
EGS Bank EGS Holding  1997  Necmettin Erbakan  Süleyman Demirel 
Sitebank Y.Sürmeli 1997  Necmettin Erbakan  Süleyman Demirel 
BankEkspres K.Yiğit 1997  Necmettin Erbakan  Süleyman Demirel 
Bayındırbank K.Çörtük 1997  Mesut Yılmaz  Süleyman Demirel 
Atlas Yatırım M.Süzer 1998  Mesut Yılmaz  Süleyman Demirel 
OkanYatırım Okan Grubu 1998  Mesut Yılmaz  Süleyman Demirel 
Egebank M.Demirel 1998  Mesut Yılmaz  Süleyman Demirel 
Etibank Çağlar-Bilgin 1998  Mesut Yılmaz  Süleyman Demirel 
Türkbank K.Yiğit 1998  Mesut Yılmaz  Süleyman Demirel 

YEŞİL SERMAYE KARARTILIYOR 

Bu gün geriye dönüp bakıldığında 28 Şubat’ın görünürdeki madurlarının belli olduğu görülüyor. Ya bilinmeyen madurları? Artık bir çok ekonomist o dönemde ülke ekonomisine yeni yeni ağırlığını koymaya başlayan dindarların kurduğu büyük şirketlerin yani o dönemdeki ismiyle ‘yeşil sermaye’nin o dönemin en önemli madurları olarak gösteriyor. Sonuçta adına "yeşil'' denilerek hedef alınan Anadolu sermayesi oldu, sermayenin el değiştirmesi, ordu vesayetinde sağlan maya çalışıldı. Batan bankaların birçoğunun yönetim kurullarında görev yapan emekli paşalar gerekli mesajı verirken, bankacı komutanlar dokunulmazlık zırhı ile davalardan muaf tutulmuşlardı. Şimdi bilinen sebeplerle asker bankacı kullanan dönemin ünlü şahıslarına yakından bir göz atalım. 
İlk önce Hayyam Garipoğlu ve bankasını ele alalım. Sümerbank'ı 1995 yılında özelleştirme ihalesi ile satın alan Hayyam Garipoğlu, 1999'a kadar çeşitli işlere dalmış, ismi, Malki cinayeti ve Türkbank skandalına karışmıştı.1999 yılında, içi boşaltılan Sümerbank'a el konmak zorunda kalınırken, devletin sırtına 450 milyon dolar zarar bırakıldı. Garipoğlu'nun Bankasında, 1990-93 yılları 
arasında Kara Kuvvetleri Komutanlığı yapan Muhittin Fisunoğlu Yönetim Kurulu üyesi olarak görev yapıyordu. Dönemin bir diğer çok ünlü figürü olan Cavit Çağlar, 1992 yılında milletvekili ve bakan olmuş, İnterbank ve Etibank'ı satın almıştı. Meşhur MİT müsteşarı ve Jandarma komutanı Teoman Koman, İnterbank yönetim kurulu üyesiydi. Dinç Bilgin'in Etibank'ında ise, Deniz Kuvvetleri eski Komutanı emekli Orgeneral Vural Beyazıt yönetim 
kurulu üyesi olarak bulunmuştu. 

Şimdi de Demirel ailesinin küçük ferdi olan Murat Demirel’e ve ekonomiye bıraktığı izlere göz atalım. Murat Demirel'e ait olan Egebank'ın önü, 28 Şubat sürecinde iyice açıldı. Egebank'a, içi boşaltıldığı gerekçesiyle 22 Aralık 1999'da el konuldu. Bankaya el konmadan bir gece önce Egebank'ta bir toplantı yapıldığı, toplantının ardından bankadan koliler çıkarıldığı güvenlik kameralarına yansıdı. Peki, bankaya el konulacağını kim haber vermişti acaba? İşadamı Kamuran Çörtük, 1997 yılında sonunda Bayındırbank'ı satın aldı. Temmuz 2001'de banka TMSF' YE devredilirken, Çörtük'e, Bankayı 115 milyon dolar zarara uğratmaktan dava açıldı. İmar Bankası,1994 yılında Uzanlara geçti. Bankaya Temmuz 2003 tarihinde TMSF tarafından el kondu. 

Fakat artık çok geçti. 28 Şubat sürecinde(1997-2002 yılları arası) bankanın içinin boşaltıldığı anlaşıldı. Bankanın batışının ülke ekonomisine 9 Milyar dolar zarar oluşturduğu hesaplandı. Peki bankaların içi nasıl bu kadar kolay boşaltılabiliyor du ve buna neden engel olunamıyordu? Her şeyden once buna ilk sesini çıkaracak olan medyanın durumu ortadaydı. 

Etibank sahibi, eski medya patronu Dinç Bilgin, 28 Şubat sürecinde medyasının nasıl batırıldığını şöyle anlatıyor: "Mesut Yılmaz iki medya grubu arasında bir tercih yaparak Hürriyet'i seçmişti. Biz de mecburen Çiller'i desteklemek zorunda kaldık. Türkiye hızla bozulma sürecine girdi. Gazetecilerle devlet adamlarının ilişkileri olmaması gereken bir düzeye ulaştı. Ayıp şeyler oldu. İşadamları devletten ihaleler almaya başladılar. Öyle bir Türkiye ki mesela elektrik dağıtımı özelleştirilecek, bu medya grupları arasında paylaşıldı. GSM ihaleleri, santral ihaleleri hep bu şekilde paylaştırıldı. Medya medyalıktan çıktı''Dinç Bilgin, bu sözleri ile Doğan grubunu işaret ediyordu. 

Ülkeyi 28 şubat koşullarından devralan AKP kurmayları ise ekonomiye o dönemde yapılan olağanüstü müdahalelerin farkındaydı. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Müstakil Sanayici ve İşadamları Derneği'nin (MÜSİAD) 28 Nisan 2012’de yaptığı 21. Olağan Genel Kurul Toplantısı'nda bu hortumlama skandalı ile ilgili şöyle konuşmuştu: "28 Şubat aynı zamanda başarılı iş adamlarına karşı yapılmış bir müdahaledir. İş adamlarının kolunun kanadını kırmak için yapılmış bir müdahaledir. Müdahalelerin ekonomik gerekçeleri ve sonuçları en az siyasi, sosyal sonuçlar kadar önemlidir. Bugüne kadar, müdahalelerden, kimler, hangi 
rantı sağlamıştır? Müdahaleler, kimlerin ekmeğine yağ sürmüştür? Müdahaleler, kimlerin önünü kesmiş, kimlerin ocağını söndürmüş, kimlerin kepengini kapatmış, kimleri de palazlandırmıştır? Bütün bunların artık Türkiye'de sorgulanması gerekiyor'' dedi. 

Başbakan Erdoğan yeşik sermaye olarak adlandırılan muhafazakar işadamlarının oluşturduğu kesime yönelik operasyonların farkında olduğunu şu cümlelerle ifade ediyordu: "1997 yılında 2 bin 825, 2002'de bin 855'ti MÜSİAD'ın üye sayısı. Ben MÜSİAD üyesi olursam yandım. Mağdurları görmek isteyenler 28 Şubat sürecine baksınlar. Ne dediler 'yeşil sermaye' bu şekilde etiketlediler. Şirketleri kamu ihalelerine, özelleştirme ihalelerine almadılar. 

Kredi kullanmalarını engellediler. Teşvikler keyfi bir şekilde iptal edildi. Şirketler  firmalar ürünleri özellikle kara listeye aldılar. Belli yerlerde satılması yasaklandı ürünlerin. Anadolu'da bunlar yaşanırken İstanbul'da büyük firmaların yönetiminde ekonominin 'e'sini bilmeyen enteresan vatandaşlar görev başında’’ 

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, 28 Şubat'ın hemen ertesinde gelen ekonomik krizlerin bir gecede Türkiye'yi yoksullaştırdığını hatırlatarak, ''Gecelik faizin bin 500'e çıktığı dönemi, 8 bine çıktığı anı hatırlayın. Buralara çıktı. Acaba kimler burada vurgunu vurdu? İşte o vurgunu vuranların aslında hesaba çekilmesi lazım. Suç duyurusu yapıyorum burada'' dedi. 

Siyasette, hukukta, ekonomide, dış politikada, ''jakobenlerin, seçkinlerin, elitlerin'' egemenliğinin artık sona erdiğini söyleyen Erdoğan, bugün artık egemenliğin ''belli zümrelerin, baronların, Galata bankerlerinin, komitacıların, çetelerin, mafyanın, cuntanın'' değil, kayıtsız ve şartsız milletin olduğunu vurguladı. Erdoğan, Türkiye'de hangi müdahale dönemine bakılırsa bakılsın en büyük darbeyi ekonominin aldığının görüldüğüne dikkati çekti. 

ALMAN BANKALARI PARKTA OYUN OYNUYOR 

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın ekonomik vurgun üzerine üstüste yaptığı açıklamaların hep aynı isimleri ve güç odaklarını hedef alması başbakanın bu açıklamaları sağlam bilgi ve belgelere dayandırdığını gösteriyordu. Dahası başbakan Erdoğan’ın ekonomik vurgunlar hakkında suç duyurusu yapması Erdoğan’ın hedef gösterdiği kişileri paniğe sevk ediyordu. 

Diğer yandan ülkede meydana gelen siyasi istikrarsızlıkları fırsata çevirmek konusunda eski alışkanlıklar devam ediyordu. Örneğin 28 Şubat sürecinin tetiklediği 2001 krizinde başrol oynayan Alman Deutsche Bank, Gezi eylemlerini fırsata çevirerek bir kez daha ön plana çıktı. Banka, aracı kurumu Deutsche Yabancı aracılığıyla, 7 Haziran'da borsanın en çok işlem gören 8 şirketinin hisselerini Citi Bank'tan aldı. Şüpheli takasta kar 187 milyon TL'yi geçti. 

Gezi Parkı olaylarının en yoğun şekilde yaşandığı günlere denk gelen 7 Haziran 2013 günü Borsa İstanbul'un en çok işlem gören hisse senetlerinde, yabancı aracı kurumlar üzerinden gerçekleştirilen alım satımlar gerçekten de dikkat çekiciydi. Garanti bankası, İş Bankası, Turkcell ve Yapı Kredi’ye ait olup borsada en çok alınıp satılan hisse senetlerinden 5.8 milyar TL değerinde hisse senedinin 7 Haziran Cuma günü ABD'li aracı kurum Citibank Yabancı ile Alman aracı kurum Deutsche Bank Yabancı arasında bir günde el değiştirmesiyle 187 milyon 
TL kâr elde edildiği ortaya çıktı. Söz konusu alım satımların, Başbakan Erdoğan'ın 6 Haziran Perşembe günü Fas seyahati dönüşünde İstanbul Atatürk hava Limanında yaptığı konuşmanın ertesi gününe denk gelmesi ise dikkat çekiciydi. Zira, Erdoğan konuşmasında Gezi Parkı eylemlerine şiddetle karşı çıkarak borsada spekülasyon yapıldığına vurgu yapmıştı. 

Havaalanında onbinlerce vatandaş tarafından karşılanan Erdoğan konuşmasında faiz lobisine adeta savaş açarak, 'Şimdi altını çiziyorum, faiz lobisine rağmen buralara geldik. Ve bu faiz lobisi şu anda borsada spekülasyonlara girmek suretiyle bizi tehdit edeceğini zannediyor. Şunu bir kere çok iyi bilmeleri lazım. Bu milletin alın terini biz onlara yedirtmeyeceğiz. Bir bankanın genel müdürü çıkıp da bu vandalizmi organize edenlerin yanında olduğunu söylüyorsa bunlar karşısında bizi bulacaktır.' demişti. Erdoğan'ın konuşma yaptığı gün, yüzde 4,5 kayıpla 79 bin 636 seviyesinden 75 bin 895 seviyesine düşen Borsa İstanbul 100 endeksi, ertesi gün, yani büyük miktarda hisselerin iki yabancı aracı kurum arasında el değiştirdiği gün yüzde 3,2 yükselerek 78 bin 332 puandan kapandı. Aynı gün Garanti bankası hisse fiyatı 8,52 seviyesinden 8,80'e yükseldi. Toplamda 34 milyar TL piyasa değerine sahip olan Garanti bankasının halka açık kısımda işlem gören hisse senetlerinin yüzde 52,57'si Citibank Yabancı takasında, yüzde 21,16'sı ise Deutsche Bank Yabancı takasında bulunurken iken Cuma günü sonunda bu oranlarda çarpıcı bir değişim meydana geldi. Citibank Yabancı'nın payı yüzde 52,57'den yüzde 44,80'e gerilerken, Deutsche Bank Yabancı'nın payı yüzde 21,16'dan yüzde 29,01'e yükseldi. 

 Cuma işlem günü sonunda Garanti bankasının 195 milyon adet hissesinin Citibank Yabancı takasından çıkıp Deutsche Bank yabancı takasına girdiği görüldü. Bu rakamın ne anlama geldiğini anlatmak için aynı gün diğer aracı kurumların yaptığı Garanti bankası işlemlerine bakılmalı. Aynı gün 22 aracı kurum arasında el değiştiren Garanti bankası hisse senetlerinin toplam miktarı 5.2 milyon adet iken sadece bu iki yabancı aracı kurum arasında el değiştiren 
hisse senedi miktarının 22 aracı kurumun yaptığı işlemden tam 37 kat daha fazla (195 milyon adet) olması ilgi çekiciydi. Cuma sabahı 8,52 seviyesinde olan Garanti bankası hisse fiyatının gün sonunda 8,80 seviyesine çıkarken 195 milyon adet hissenin değeri de bir milyar 661 milyon TL'den bir milyar 716 milyon TL'ye yükseldi. Deutsche Bank takasına geçen hisselerin sahipleri bu işlem sonucunda günü 55 milyon TL kar ile kapattı. 8 hissedeki değişim sonucu 187 milyon lira kâr oluştu. 

Deutsche Bank'ın 2001 ve 2008 da da buna benzer borsa hareketleriyle çok büyük miktarlarda kar etmişti. Alman Deutsche Bank’ın bu şekilde elde ettiği astronomik ve Türkiye’deki siyasi ve toplumsal çalkantılara paralel gerçekleşen kazançları ilk olarak Yeni Şafak Gazetesi’nin 2008'de yaptığı haberle ortaya çıkmıştı. Deutsche Bank Ekim 2008'de 

Türkiye'nin 90 milyar dolara ihtiyaç duyabileceğini açıklamış, ancak Yeni Şafak'ın haberleri sayesinde ekonomi çevreleri bu açıklamayı dikkate bile almamıştı. Sonraki süreçte Türkiye'nin böyle bir kaynağa ihtiyacı olmadığı ortaya çıkmıştı. 2008'deki haberlerde Deutsche Bank'ın gerçek yüzü de ortaya çıkarılmıştı. Haberde, '1994 ve 2001 krizlerinde Türkiye'deki krizi tetiklemekle suçlanan Deutsche Bank, 2001 yılının Ağustos ayında 'Türkiye'de önümüzdeki 3 ay iç borçların ödenmesinde zorluklar yaşanacak ve hatta borçlar yeniden yapılandırılacak. Bu moratoryum veya konsolidasyon anlamına geliyor' tespitinde bulunmuş ve bunun ardından dövize hücum yaşanmıştı. 

Gezi parkı eylemleri sırasında benzer olayların olduğu artık gittikçe daha da netleşiyor. Citi Bank Yabancı'nın 5.8 milyar TL değerindeki satışlarının tamamına yakınının sadece Deutsche Bank Yabancı tarafından satın alındığı 7 Haziran günündeki alım-satımlar sadece Garanti Bankası hisseleri ile sınırlı kalmadı. Aynı gün, iki kurum arasında gerçekleşen büyük el değiştirme operasyonu, işlem derinlikleri itibariyle Borsa İstanbul'un öncü şirketleri arasında yeralan İş Bankası, Akbank, Sabancı Holding, Turkcell, Yapı Kredi Bankası, Halk Bank, Vakıf Bank ve Türk Hava Yolları'nın halka açık kısımındaki hisselerinde de yaşandı. Borsada alım satım yapan onlarca aracı kurumun kendi aralarında gerçekleştirdiği alım-satım operasyonlarının onlarca kat fazlasının sadece iki aracı kurum arasında yapılması, bu işlemlerin spekülasyon olup olmadığının sorgulanmasına yol açtı. İki yabancı aracı kurum takasında, bir gün içerisinde 8 hissede gerçekleşen 5.8 milyar lira değerindeki el değiştirme işlemlerinin spekülasyon ya da manipülasyon kapsamında olup olmadığına, yapılacak 
araştırmalar neticesinde Sermaye Piyasası Kurumu (SPK) karar verecek. 

Peki tüm bu olanlardan Başbakan Erdoğan habersiz mi? Yukarıda da değinildiği üzere Erdoğan her ne kadar spontane konuşmasıyla sivri dilli olmakla suçlansa da Gezi Parkı olaylarında tamamen doğrulanmış bilgilere dayanarak hareket ediyor. Aşağıda MİT tarafından hazırlanaran Erdoğan’a sunulan bir rapor yer alıyor. Raporun en ilginç tarafı Gezi parkı olaylarının göründüğünün aksine bir darbe teşebbüsü olarak kendini göstermesi ve bu bağlamda bazı isimlere dikkat çekmesi. Erdoğan’da zaten bütün açıklamalarını bu paradigma üzerinden yaparak olayları bu şekilde analiz ettiğini gösteriyordu. 

MİT’in hazırladığı raporda, Erdoğan’ın sürekli sözünü ettiği “uluslararası komplo”nun ipuçları olarak şu görüşler savunuluyordu: 

1. Erdoğan’a yönelik operasyon için aylar öncesinden istihbarat alınmıştı. 
2. “Komplo”nun uluslararası boyutunun anlaşılması bakımından CNN’in daha olaylar tırmanışa geçmeden çeşitli illerde canlı yayın araçları kiraladığı tespit edildi. 
3. Olaylar tırmanırken bir kısım yabancı sermayenin Türkiye’den çıkarak, bir ekonomik kaos yaratmak istediği belirlendi. 
4. “Turuncu Devrim” olarak tabir edilen ayaklanma biçiminin tüm unsurları kullanıldı. Bu nedenle eylemleri bir darbe olarak nitelendirmek gerekiyor. 
5. Türkiye’de benzer olaylarda her zaman başı çeken sermaye gruplarından bazıları, gerilimin tırmandırılmasında aktif rol oynadı. 
6. 28 Şubat’ta adı geçen sivil unsurların bu gerilimde de etkin bir rol oynadığı görüldü. 
7. Olayların ilk dört gününde bir algı yanılsaması yaşandı. Sonra niyet görüldü ve gereken önlemler alındı. 
8. Ankara’da ve İstanbul’da Başbakanlık binaları işgal edilmeye çalışıldı. Ankara’da Jandarma müdahale etmeseydi, isyancı unsurlar binayı ele geçirebilecekti. 
9. Olayların tırmandığı sırada koordineli olarak Türkiye’deki birçok hedefe siber saldırı düzenlendi. 

MİT’in sunduğu rapordan da anlaşıldığı üzere ortada planlı, çok kapsamlı ve her adımı detaylı olarak düşünülmüş bir ‘darbe’ projesi var. Peki böylesi bir projeyi hangi güç ya da hangi güçler yürütebilecek potansiyele sahip olabilirdi? Aşağıdaki bölümde bu soruya cevap aranacak. 

3 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR



***