31 Ocak 2018 Çarşamba

ALMANYA’NIN KÜRT POLİTİKALARI VE TERÖRDEN SİYASİLEŞMEYE PKK İSYANI BÖLÜM 5

ALMANYA’NIN KÜRT POLİTİKALARI VE TERÖRDEN SİYASİLEŞMEYE PKK İSYANI BÖLÜM 5

PKK Üst Düzey Yöneticilerinin Duesseldorf yargılanmaları 

Bir önceki bölümde de ifade edildiği gibi 1983 yılında başlayan PKK infazları 1986 yılına kadar hızla devam ettiğinden dolayı dönemin Başsavcısı Kurt Rebmann Ekim ayında Türkiye’den üst düzey yetkililer ile bir araya gelerek, “Uluslararası Terörizme karşı işbirliğini” yapmak istediğini belirmiştir. 

Aynı yıl Celle kentindeki bir evde arama yapmak isteyen Alman polisine PKK örgüt mensubu Derviş Savgat tarafından ateş açılmış ve çıkan çatışmada Şavgat ölü olarak ele geçirilmiştir. Örgütün gerek Türkiye’den göç eden halka gerekse de Alman kamu düzenine yönelik eylemlerinin tırmandığı bu zamanda Duran Kalkan Avrupa’ya gönderilerek şiddeti daha da tırmandır ması istenmiştir. Şiddetin artarak herkesi kapsamaya başlamasıyla birlikte meydana gelen ve liderliğini Hüseyin Yıldırım yaptığı muhalefet sonrasında infazlar daha da artmıştır. 

Gerek halktan gelen baskılar gerekse de Türk Devletinin terör örgütünün faaliyetlerinin yasaklanması konusundaki girişimleri etkili olmuş, Federal Savcılıkça 22 Ocak 1988’de PKK yöneticisi oldukları iddia edilen ve 
aralarında Abbas Kod Duran Kalkan, Selim Hoca Kod Selahattin Çelik, Fuat Kod Ali Haydar Kaytan, Gözlüklü Cafer Kod Ali Çetiner, Zehra Kod Meral Kıdır, adı Palme Cinayetine karışan Oktay Kod Hasan Hayri Güler ve Hüseyin Çelebinin de aralarında bulunduğu 20 örgüt mensubu na tutuklama kararı çıkartılmıştır. 

Bu kişiler ilgili dava 24 Ekim’de Duesseldorf Davası başlamıştır. Konu ile ilgili açıklama yapan Federal Başsavcı Kay Nehm PKK’yi “İç güvenliği ihlal etmekle” suçlayarak, yargılamanın Terörle Mücadele kanunun 129/a maddesi kapsamında yapılmasını talep etmiştir. 

Mahkeme, yürütülen dava kapsamında Öcalan’ın iadesini istemiyle üç defa Şam makamlarına başvuruda bulunmuştur. Mahkemenin isteği karşısında Alman Dışişleri Bakanı Hans-Dietrich Genscher, Hafız Esat yönetimi ile bu konuda görüşmeler yapsa da görüşmelerin prosedürden ileri gitmediği, Alman Hükümetinin mahkemenin aksine PKK’ya karşı mücadelede ciddi olamadığı ortaya çıkmıştır. 

Daha sonra ki gelişmeler de Duesseldorf davasının Alman hükümetinin kamuoyunu oyalamaya yönelik bir girişimi olduğunu göstermiştir. 1983 yılından sonra Almanya merkezli gelişen silahlı PKK faaliyetleri, Olaf 
Palme’nin öldürülmesi, infazlar v.b. olaylar Avrupa kamuoyunda ciddi itirazların oryaya çıkmasına neden olmuştur. Alman Hükümeti bu operasyonla hem destek verdiği ve yaşam olanakları sunduğu PKK örgütüne uyarıda bulunmuş olacak hem de Avrupalı diğer devletlerin itirazlarına karşı bir şeyler yaptığını gösterecektir. Dönemin hükümeti bu olayda mahkemeyi de kendi siyasal planlarına alet ederek, PKK’ya ayar vermiş, Avrupa halkının tepkilerini de dindirmiştir. 

Düsseldorf davasının en önemi tutuklusu Duran Kalkan’dır. Kalkan, Öcalan tarafından Avrupa’ya gönderildikten sonra Fransa’ya geçmiş ve Aralık 1987’de Fransa’dan “siyasi mülteci” statüsü almıştır. 7 Nisan 1988 tarihinde ise “terör örgütü üyesi” olduğu gerekçesiyle Fransa’nın Almanya sınırında Alman polisi tarafından rutin bir kontrol sırasında yakalanmıştır. Tutuklandıktan sonra, Alman Federal Mahkemesi (Bundesgerichtshof), 8 Nisan 1988 tarihinde Kalkan’ın “geçici tutukluluğunda” karar kılmış, bu karar üzerine Kalkan 7 Mart 1994 tarihine kadar Almanya’da tutuklu kalmıştır. Kalkan Almanya’da tutuklandığında Selahattin Erdem kimliğini kullanmış ve tutuklu kaldığı 5 yıl 11 ay bu adla işlem görmüştür. 

Duran kalkan yakalandığı 1988 yıllarda örgütün en önemli isimlerinden olup, Almanya’daki tüm kitle ve istihbarat kurumunca da tanınmaktadır. Kalkanın, Alman mahkemelerinde gerçek adı yerine sahte kimliği ile 
yargılanmış olması da Alman Polisinin işlemlerinde gayr-ı ciddi olduğunu göstermiştir. 

Duran kalkan ve Ali Haydar Kaytanın tutuklu bulundukları dönemde örgütün diğer bir önemli ismi Ali Çetiner itiraflarda bulunarak, gerek örgüt gerekse de gözaltında bulunanlar hakkında detaylı bilgi vererek, 
örgütün tüm infazlarını sıralamıştır. 

Mahkeme sürecinde örgüte önemli bir destek Suriye Devlet Başkanı Hafız Esat’ın Kardeşi Cemil Esattan gelmiştir. Esat, Ekim 1989’da Duesseldorf’taki mahkemeyi izledikten sonra yaptığı açıklamada; “Suriye, özgürlük 
için mücadele eden Ortadoğu’daki tüm milletlerin destekleyicisidir. Hafız Esat ve bende bu konuda her türlü desteği sunacağız…” ifadelerini kullanmıştır. 

Cemil Esat’ın bu açıklamaları yaptığı dönemde ve halen günümüzde Suriye’deki Kürtler vatandaş olarak kabul edilmediklerinden nüfus cüzdanları alamamaktadırlar. Mal edinme ve bürokraside ilerlemeleri 
imkansızdır. 
Kürtler için savaştığını söyleyen terör örgütü ise kurulduğundan beri Suriye’ye tek kurşun atmamış ve orada eylem yapmamıştır. Halen Suriyeli birçok örgüt mensubu Ülkemize karşı savaşırken, Kürtleri insan olarak kabul etmeyen Nusayri kökenli Şam yönetimine karşı ise savaşmayı akıllarına getirmemişlerdir. 

Konuya dönecek olursak Duesseldorf Yüksek Mahkemesi, 7 Mart 1994 tarihinde yayınladığı 900 sayfalık bir kararda, Alman Ceza Yasasının 129’uncu maddesi gereği Kalkan’ı 6 yıl hapis cezasına çarptırıldığını 
açıklamıştır. Alman hapishanelerinde toplam 5 yıl 11 ay “geçici tutukluluk” süresi bulunan Kalkan, Duesseldorf Mahkemesi kararının ardından, tutukluluk süresinin dolması sebep gösterilerek serbest bırakılmıştır. 

 Duran Kalkan, Almanya’da “uzun sure tutuklu tutulduğu” ve “avukatıyla yazışmaları sistematik olarak okunduğu” gerekçesiyle 29 Temmuz 1997 tarihinde, Bremen Barosundaki avukatı Hans-Eberhard Schultz aracılığıyla AİHM’de Almanya’dan şikayetçi olarak, tazminat talebinde bulunmuştur. 

 Alman hükümeti, AİHM’ye sunduğu savunmada, Kalkan’ın uzun sure tutuklu tutulması ve yazışmalarının okunmasına gerekçe olarak, “ulusal güvenlik, kamu düzeni ve emniyetini” göstermiş ve savunmasını bunun 
üzerine bina etmiştir. Fakat aynı Alman Yetkililer Ergenekon davası kapsamında tutuklu bulunan kişiler için ceza evinde kalma süresini çok bulduklarını ifade ederek, baskıda bulunmaya çalışmışlar dır92. 

Alman devletinin PKK’ya operasyon yaptığı bu dönemde örgüt içerisinde muhalefet tamamen gün yüzüne çıkmış ve Avrupa’da ayrışma iyice belirginleşmiştir. Alman hükümeti PKK’ya yönelik baskı yaptığını ifade etse de yaşananlar durumun farklı olduğunu göstermiştir. 

Tutuklanan kadroların yerine hemen yeni kadrolar gönderilmiş, infazlar kaldığı yerden devam etmiştir. Almanya merkezli hareket eden PKK Müdahale Grubu, Almanya başta olmak üzere tüm Avrupa’da terör 
estirmeye devam etmiştir. Bu saldırılar sonucunda gerek muhalif grup gerekse de diğer örgütler sinmek zorunda kalarak, sadece can güvenliklerini sağlama gayretine girmişlerdir. 

1988 Sonrası Avrupa Faaliyetleri ve Yunanistan 

Örgütün infazlara girişip terör örgütleri içerisinde tek başına liderliği alması ve eylemleri tırmandırması, Yunanlıları daha da heyecanlandırmış ve PKK ile daha çok işbirliği kararı almışlardır. 

Yunanlılar, PKK ile irtibatı sağlayacak ve hükümetin sorumluluğunu azaltacak bir yöntem olarak 1988 tarihinde “Halkların Hakları ve Kurtuluşu İçin Yunan Birliği Derneği” adı altında bir dernek oluşturmuş, dernek ERNK 
ile ortak basın açıklaması yaparak işbirliği kararını kamuoyuna duyurmuş tur. Toplantıya PASOK-MK üyesi Karamanlis de katılarak örgüte her türlü desteği sunacağını, bu mücadelenin başarılı olması için elinden geleni ortaya koyacağını ifade etmiştir93. 

Halkların Hakları ve Kurtuluşu İçin Yunan Birliği Derneği yöneticileri 17-19 Ekim 1988 tarihinde Lübnan’ın Beka vadisindeki Örgüte ait kampa giderek, Öcalan ile görüşmüşlerdir. Bu görüşmeye dernek yöneticilerinden Ağapios Ganrilidis ve Teodoros Sosanoguv’un yanı sıra Pasok-MKÜyesi Kostas Aslanis, Pasok-MK Üyesi İlias Evangelidis, Haralampos Stamayopulos ile Etnos Gazetesinden Kosta Delezos, Anti Dergisinden Andreas Bistislanti, Emekli General Dimitris Matafias ve Emekli Amiral Antonis Naksakis katılarak örgüte her türlü yardım sözünde bulunmuşlardır94. 

1989 yılına gelindiğinde ise her şeye rağmen örgütün Avrupa’da çalışan veya iltica statüsünde olan 10 bin kadar sempatizan yakaladığı, bunun yanı sıra yapılan eylemlere isteyerek veya zorla katılan çok sayıda kişiye 
ulaştığı gözlenmiştir. Avrupa alanı bu zamanda neredeyse tek başına örgütün elaman ihtiyacının yarısını karşılayacak duruma gelmiştir. Türkiye’nin ise Avrupa’daki PKK’nın faaliyetlerinin yasaklanması yönünde bir çabası olmadığı, çözüm üretici bir politika yürütemediği ve Avrupa’daki yurttaşlarımızı organize ederek lobi faaliyetlerinde kullanamadığını görüyoruz. 

Örgüt, elaman temini ve maddi gelir elde etmenin dışında en önemli atağını bu zamanda diplomasi alanında gerçekleştirmiştir. Özellikle yazarlar, kitle kuruluşlarının temsilcileri ve öğretim görevlileriyle iyi ilişkiler geliştirilmiş ve bunları Türkiye’ye karşı baskı aracı olarak kullanmayı başarmıştır. 

Yunanistan’ın da yönlendirmesiyle şekillenen ve örgütle diyalog halinde olan bazı Avrupalı kişiler bu zamandan sonra zaman zaman ülkemize gelmeye 
başlamış, PKK politikaları çerçevesinde devlet yetkililerine baskı yapmaya başlamışlardır. 

Örgütün Eski Merkez Komite Üyelerinden Baki Karer Yunanistan için; “…İran ve Saddam intihar eylemlerinin daha çok askeri hedeflere yönlendirilmesini isterken, Yunanistan sanayi tesislerin, turistik bölgelerin ve ormanların hedef alınmasını istemişti. Avrupa’nın birkaç ülkesi de lojistik desteklerini, tamamen büyük kentlerde intihar saldırılarının yapılması şartına bağlıyordu. Militanların ve hazırlanmış bombaların Almanya ve Hollanda üzerinden İstanbul’a sevk edilmesinin birçoklarında yarattığı şaşkınlık hâlâ hafızalarda dır. Suriye ise sürekli kargaşadan yanaydı. Silahlı eylemlerin  aralıksız, hedef gözetilmeksizin rastgele yapılmasını dayatıyordu. Öcalan bu kadar karmaşık ilişkiler içinde kaybolmuş, inisiyatif ve taktik geliştiremez hale gelmişti…95” ifadelerini kullanırken, bu ülkenin bölücü terör faaliyetlerine verdiği desteği ortaya koymuştur. 

Avrupalı Devletlerin PKK ile ilişkileri ve Paris Kürt konferansı 

Avrupalı devletlerin Kürtçülük çalışmalarına verdiği destek sadece PKK ile sınırlı kalmamış aynı zamanda KDP, KYB, PSK, KÖİP gibi örgütlerinde Avrupa’da üstlenmelerine ve faaliyet yürütmelerine izin 
vermişlerdir. Bu destekçilerin başını ise Fransa çekmiştir. 

Fransız ihtilalinin 200. kuruluş yıldönümü münasebeti ile 1989 yılında, o dönem Fransa Cumhurbaşkanı olan François Miterand’ın karısı ve aynı zamanda Hak ve Özgürlükler Vakfı Başkanı olan Danielle Miterand tarafından bir toplantı düzenlenmiş, toplantıda Paris Kürt Enstitüsü etkin rol almıştır. Dönemin SHP milletvekili Ahmet Türk, Mahmut Alınak, İsmail Hakkı Önal, Adnan Ekmen, Mehmet Ali Eren, Kenan Sönmez ve 
Salih Sümer’de etkinliklere katılan isimler olmuştur96. 

Konferans sırasında PKK’ya bir destekte İran’da Kürtçülük faaliyeti gösterirken yakalanan ve idam edilen Kasımlu’nun karısı Elana Kasımlu’dan gelmiştir. Kasımlu PKK’ın Türkiye’ye karşı yürüttüğü faaliyetleri 
desteklediğini ifade etmiştir. 

Paris konferansına İngiltere’den Parlamento İnsan Hakları Başkanı Lord Avebury katılmıştır. Avebury yaptığı konuşmasında, Kürtlere kültürel hakların değil, self determinasyon hakkının verilmesinden yana olduğunu 
belirterek, Baltık ülkeleri, Tibet ve Filistin örneklerinin Kürtler içinde uygulanmasını istemiştir. İngiliz heyeti ayrıca, ABD’lilere ve Fransızlara da çağrıda bulunarak, Serv anlaşmasının yeniden hayata geçirilmesi için çaba 
göstermelerini istemiştir.97 

Öte yandan, Türkiye’nin AB’ye tam üyelik için başvurmasının da kendilerine sunulan bir koz olduğunu savunan Avebury, Kürt sorununun, BM’ye götürülmesini önermiştir. 

Fransa Devleti, sözde Kürt sorununda inisiyatif elde etmek amacıyla tertiplediği bu toplantıda, tarafları yanına çekmeye çalışmıştır. PKK bu toplantının diğer Kürtçü örgütleri de güçlendirme amacını taşıdığını 
ileri sürerek, kendisine alternatif bir gücün meydana gelmemesi için toplantıyı kısmen sabote etmiştir. 

Konferansta, “Kürtlere Kültürel Özerklik”in sağlanması yönünde ortaya çıkan irade, PKK tarafından yetersiz bulunarak, bunun İngiltere, ABD ve Fransa’nın bölgedeki emperyalist isteklerinin ortaya çıkarılması amacıyla yeni bir Kürt siyasal süreci oluşturması olarak değerlendirilmiş ve tam bağımsızlık dışındaki fikirlerin yalancı dayatmalar olduğu ifade etmiştir98. 

Fakat Öcalan yakalandıktan sonra, o dönem ortaya koyduğu bu fikirlerinin tam aksi olarak devlet fikrine karşı olduğunu ve Demokratik Cumhuriyet anlayışı içinde kültürel bir özerkliğin, Kürt sorunu için en iyi çözüm olduğunu belirtmiştir. 

Fransa’nın Kürt kartına oynama isteği o güne mahsus bir hadise değildir. Tarihi seyir içerisinde daha önceleri de bazı çabaları olmuş 1970’li yıllardan sonra faaliyetlerini daha da hızlandırmıştır. Bu doğrultu da Kürt Enstitüsü ilk defa 1975 yılında Kürdistan Fransa Derneği adı altında faaliyetlerine başlamış, 1981 yılında Miterand’ın Cumhurbaşkanı seçilmesiyle ülkede Kürtçülük faaliyetleri artmış ve 1983 yılında da ilk Kürt Enstitüsü kurulmuş tur. Derneğin Başkanlığını Kendal Nezan yapmakta olup, Öcalan’la aralarında fikir ayrılıkları olduğu bilinen bir kişidir. Enstitü, yeni dönem Kürtçülük faaliyetlerinin Avrupa’da ki çıkış noktasını oluşturmuş tur 99. 

Kendal, Paris Kürt konferansında yaptığı konuşmada Kürtlerin Medlerden geldiği tezi üzerinde uzun uzun durmuş, konferansın amacını Kürt sorunun enternasyonalize edilmesi olarak ifade etmiş ve maddi ve manevi 
katkılarından dolayı AET ülkelerine şükranlarını ifade etmiştir100. 

Kendal devamında PKK’yı kısmen destekler açıklamalardan sonra, PKK’nın Türkiye’yi askeri olarak yenmesinin imkansız olduğunu ama bu mücadele ile federasyon biçimindeki bir yönetimin ve kültürel hakların elde edilmesinin büyük bir başarı olacağını belirtmiştir 101. 

 Fransa’da dernekler ve vakıflar ancak polisinin izniyle açılabildiğinden, kurum ilk dönemden itibaren Fransa istihbaratının kontrolünde oluşturulmuş bir yapı olarak karşımıza çıkmıştır. Yine Kürt Enstitüsünün kurulmasında eski sanatçılardan Yılmaz Güney ve Siyasal Kürtçü şahsiyetlerden Cigerxvin olarak bilinen Şehmus Hasan adlı sanatçının da katkısı unutulmamalı dır 102. 

Fransa’nın bölücü faaliyetlere desteğinde, dönemin Devlet bakanı Bernard Koucher ile yukarıda ifade ettiğimiz şekliyle Danielle Mitterrand’ın etki vardır. 1989 yılında yapılan Paris Kürt konferansının sonuç metninde, 
Kürt meselesinin BM’ye taşınma kararında Fransızların isteği etkili olmuştur. 

Paris Kürt konferansında Türkiye aleyhine ilginç kararlar çıkarılmış ve Kürt siyasetinin Avrupa ülkelerinin politikaları doğrultusunda oluşması çalışmaları yapılmıştır. Buna göre; BM ve diğer uluslararası kuruluşlarda gözlemci statüsü verilecek bir Kürt örgütünün kurulması, BM genel kurulunun Kürt özel gündemiyle toplanması, BM Mülteciler Yüksek Komiserliğinin Kuzey Iraktan kaçan mültecilerle ilgilenmesi, Temmuz 1990 tarihinde Stockholm’de bir Kürt konferansının yapılması kararları alınmıştır103. Kürt oturumu adı altında bir oturumun BM e taşınmasında özellikle Fransızların önemli etkileri olmuş ve kararın yer aldığı sonuç metnini Fransızlar dikte etmiştir. 

 Konferansta öne çıkan diğer bir husus ise Serv anlaşması olmuştur. Hyman’a göre, Serv anlaşması, Bağımsız Kürdistan Devleti iddiasının temelini oluşturmaktadır. Buna göre, Kürt milliyetçiliği Serv anlaşmasını temel almalıdır. 

 Bu dönemde Fransa’nın Kürt politikasında, Fransız Özgürlükler Vakfı doğrudan rol almaktadır. Vakfın başkanını da yürüten Danielle Mitternd, 23 Ekim 1989 tarihinde ABD Kongresinde yaptığı bir konuşmasında104, 1988 
Halepçe katliamından kaçanların, Türkiye’deki kamplarda çok kötü durumda olduklarını, bunda Türkiye’nin de sorumluluğu olduğu ve bunlara yardım edilmesi gerektiğini ifade etmiştir. Fakat Bayan Mitterrand Irak devletinin 
İngilizlerce kurulması ve bu şekliyle dizayn edilmesinde Fransız desteğini ve Halepçe katliamı öncesi ve sonrasında eşi Mitterand’ın Irak hükümetine silah sattığını unutmuştur. 

ABD’deki bu konferansta konuşan zehirli maddeler uzmanı Aubin Heyndricks’in, Angola’daki terör olaylarında kimyasal gazlardan zehirlenen Angolaların ABD ve Avrupa’ya girişlerinin yasak olduğunu ve birçok kişinin tedavi edilmediğinden hayatını kaybettiğini ifade etmesi ise kulak ardı edilmiştir105. Dolayısıyla Angola’daki sivillere sessiz kalan Batı ülkelerinin Türkiye’nin Iraklı Kürtlere sunduğu her türlü desteğine rağmen eleştirilmesi ni anlamak zor görünüyor. 

Halepçe katliamının olduğu dönem içerisinde, bu olaydan etkilendikleri iddia edilen 300 kadar Kuzey Iraklı Kürt Fransa’ya götürülmüşse de, bunlardan 100 kadarı dana sonra ülkeye intibak edemedikleri bahanesiyle Eylül 1990 tarihinde Fransız devleti tarafından yeniden ülkelerine gönderilmişler dir. Bu kişiler daha sonra Saddam hükümetinin baskılarına maruz kalmış ve bir kısmı çeşitli cezalar almış tır 106. 

Paris Kürt konferansı döneminde bozulan Fransa ve PKK ilişkilerin, daha sonra normale döndüğünü görüyoruz. Fransa’nın bu çalışmaları siyasal Kürtçülüğün taban bulmasında ateşleyici bir unsur olmuş ve bu konuda 
çalışmalar yapmak için diğer Avrupa devletlerini de teşvik etmiştir. 

Bu hadiselerin yaşandığı zamanda İsveç Dışişleri Bakanı “Kürtler kültürünüze sarılın, çalışmalarınızı her yerde sürdürün” şeklinde bir açıklamada bulunarak ilgili kesimleri cesaretlendirmiştir. Bundan sonra birçok Avrupa ülkesinde Kürt dili ve kültürü ile ilgili dernek ve kurumların arka arkaya açıldığı görülmüştür. 

Öcalan’ın Batılı ülkelerle daha yakın ilişki kurmasında Sosyalistlerin inanç merkezi olan S.S.C.B’nin 1989 yılında yıkılışı etkili olmuştur. Bu durum PKK ve onun lideri üzerinde şok etkisi yapmıştır. PKK terör örgütünün çıkış noktası olan, Marksist-Leninist-Sosyalist eğilimlerin tarihe karıştığının görülmesi önemli bir moral bozukluğuna neden olmuştur. Öcalan bu yıkılışı kendisine yedirememiş ve Sosyalizmi yeniden canlandıracağını iddia ederek 
Bilimsel Sosyalizm adı altında Devrimci Enteryonalizm gibi bir inancı oluşturma konusunda nafile gayret etmiştir. 

Rusya ülke olarak PKK’ya önemli destek sunmakla birlikte PKK-Ermeni ilişkilerinin de daima canlı kalmasında etken olmuştur. 
Paris Kürt konferansına S.S.C.B.’ni temsilen katılan Sovyetler Birliği Akademisi Doğu   Bilimleri Enstitüsü Kürtçe Bölümü Bakanı Prof. Lazarev, ülkesinin tutumunu açıkça ortaya koyarak; “…Paris’ten bakıldığında Serv umut, Lozan yenilgi, Paris ise yeni bir umuttur” demiştir 107. Sovyetler/Ruslar Saint Petersburg Akademisi üzerinden Kürtçülüğün dünyadaki esas temellerini atmış ve yıllarca da destekçisi olmuşlardır. 

1990 yılının Temmuz ayında Moskova’da düzenlenen bir toplantıda Rusya’nın PKK verdiği desteğin devam edileceği belirilmiştir108. Yine Irak’ın Kuvvey’ti işgalinin sonlarına doğru, Eylül 1990 tarihinde Moskova’da, “Sovyet Kürtleri ve Bugünleri” konulu bir konferans düzenlenmiş, konferansa PKK temsilcileri ve diğer Kürt gruplar iştigal etmişlerdir. Konferans sonunda ise Kürtlerin durumların düzeltilmesi ve desteklenmesi 
kararı alınmıştır109. 

Bu zamanda örgütün sıkı bir işbirliği içerisinde olduğu diğer bir ülke ise Ermenistan’dır. Ekim 1990 tarihinde Almanya’da yapılan PKK’nın kuruluş kutlamalarına Ermenistan Komünist Partisi Merkez Komite üyeleri de katılmıştır. 

 Kürtçülük faaliyetleri denince Almanya’yı her dönem anmak gerekmektedir. Mülheim Protestan Akademisi tarafından 15-17 ocak 1988’de düzenlenen, “Federal Almanya’da Kürtler” konulu üç günlük sempozyumda, Türkiye’nin Güneydoğusunda ayrı bir Kürt devletinin kurulması görüşülmüştür. Bu konferansa katılan Federal Almanya Çalışma Bakanlığı Temsilcisi A. Öffner, Almanya’ya gelen birinci neslin kendini Türk olarak ifade ettiğini, ancak sonradan gelen siyasi mültecilerin sayesinde Kürtlük bilincinin yaygınlaştırıldığını belirtmiştir. 

Kürtlerin terörize edilerek Türkiye’nin zayıflatılması konusunu kendine politika edinen Almanlar bu amaç için üniversiteleri de kullanarak, PKK ve diğer etnik Kürtçü gruplara üye kişilerin akademik kariyer yapması 
konusunda destek sunmuştur. Bu amaçla 1991 Bochum Universitesinde yapılan Yesiller Miletvekili Angelika Beer ve PKK’nın Avrupa sorumlularından Hüseyin Çelebinin katıldığı toplantı tam anlamıyla Türkiye karşıtı bir 
çalışmaya dönmüştür. 

Hüseyin çelebi adlı militan Köln’de bulunan Kürdistan Zentrum adındaki kurumda aktif olarak çalıştığı 25 Şubat 1988 yılında Almanya tarafından PKK yöneticisi olmak suçlamasıyla yakalanmış, iki yıl boyunca Wuppertal ’da kaldığı yerde örgütün gençlik faaliyetlerinin organizecisi olmuştur. Tutuklu olduğu bir zamanda tüm eylemleri organize etmesi ise Almanların tutuklamalardaki samimiyetsizliğini ortaya koymuştur. 

Öcalan, Ağustos 1991 tarihinde yaptığı bir konuşmada Almanya’nın kendine göre bir Kürt milliyetçiliği oluşturmaya başladığını, PKK’yı da bu açıdan eline geçirmeyi hedeflediğini belirtmiştir. 1990’lı yıllar Almanların PKK faaliyetleri ne fazlasıyla tolerans gösterilen bir dönem olmuştur. Bu dönemle ilgili Yılmaz Kod Yusuf K.; “Ben Almanya'ya geçip yerleştikten sonra Alman makamlarına müracaat ederek siyasi iltica talebinde bulundum. İltica talebimde gerekçe olarak Türkiye'de Kürt soylu olan insanlara baskı ve işkence yapıldığını Kürtlerin özgür yaşam süremediği gibi hususları gerekçe gösterdim ve Alman makamları bana (6) ay ikamet izni verdiler bu her altı ayda bir oturma iznim yenileniyordu. Bu süre içerisinde çeşitli yerlerde işçi olarak çalışmaktaydım. 

1991 yılı başlarında PKK örgütüne sempati duymaya başladım. Berlin'de bulunan çeşitli Kürt Derneklerine gidip gelmeye başladım. Bu derneklerde PKK örgütüne sempati duyan Kürtler ile tanıştım. Ve bu süreç sonunda da örgüt mensupları ile ilişkilerim yoğunlaştı. 

PKK örgütü içerisindeki ilk eylemim 1991 yılında Türkiye'de bulunan Cezaevlerindeki PKK'lıların yapmış oldukları açlık grevlerine destek vermek amacıyla Berlin'de bulunan Kürt Derneğinde (18) gün açlık grevine gittim. Açlık grevine kalabalık bir grup olarak gittik. Bu dönemde Almanya'da PKK örgütünün faaliyetleri yasal olduğu için Alman makamlarından herhangi bir müdahale olmadı… 

Benim daha önceki yurtsever konumumu bildikleri için herhangi bir aksama olmadan örgütsel anlamda beni örgüte içerisine aldılar ve Almanya'nın Dortmund kentinde (10) gün süreli olarak örgüte ait bir evde (40) kişilik bir grupla siyasi eğitim aldım. Eğitim sonrası buradan ayrılarak Hollanda'da bulunan Rotterdam olduğunu tahmin ettiğim kentte PKK örgütüne ait bir evde yine üç ay süreli kapsamlı olarak siyasi eğitim aldım. 
… 

Hollanda’daki siyasi eğitimi bizlere bu şahıslar verdi. Eğitim sonrası Almanya'ya geri dönerek Berlin'de ERNK örgütlenmesinin alt Komitelerinde sorumlu düzeyde faaliyet göstermeye başladım. Görev alanım Spandau bölgesi idi. Bu semtte bulunan Kürt soylu insanlara PKK örgütünün propagandasını, örgüte ait yayınların dağıtımını, halktan örgüt için 
aidatların toplanması gibi faaliyetlerde bulunmaktaydım. Bana bağlı alt birimlerin topladığı aidatları yani paraları benim bağlı olduğum bir üst birim olan ERNK Berlin Maliye sorumlusu olan Hayrı Kod adlı örgüt mensubuna teslim ediyordum. Her sene kadro yapımız değiştirildiği için 1998 yılında Hamburg iline bağlı Kîelh bölgesinde aynı faaliyetlerimi devam ettirdim…” şeklindeki beyanları, bu ülkeye giden her Kürt kökenli vatandaşımızın bir şekilde örgüte yönlendirildiğini göstermektedir. 

Bu yıllar uluslararası camiada Kürt kartının daima ele alındığı ve şekillenderilmeye çalışıldığı bir zaman dilimi olmuştur. Paris Kürt Konferansında konuşma yapan ABD Dış İlişkiler Komusyonu Başkanı Senatör Clairborna Pell, ABD’nin Irak yönetimine karşı yaptırımları ön gören bir kanun çıkardığını ve Kürt sorununun BM insan hakları komisyonu gündemine gelmesi gerektiğini önermiştir. 

Konferansa bir mesajla katılıp desteklerini ifade eden Senetor Edward M. Kennedy, 23 Ekim 1989 tarihinde ABD Kongresinde yaptığı konuşmasında ise, Kürt meselesiyle ilgili BM Genel Kurulunda bir görüşme düzenlenmesi gerektiği önerisinde bulunmuştur. Konferansın ardından Kasım 1989 tarihinde ise Newyork Times’da William Safire, Filistinliler gibi Kürtlerinde kendi kaderlerini tayin hakkına sahip olduğunu belirterek, Başkan Bush’u, Kürt soruna daha yakın ilgi göstermeye davet etmiştir110. 

 Ekim 1990 tarihinde CİA tarafından Bush yönetimine iletilen bir raporda, Şii ve Kürtlerin Irak yönetimine karşı ayaklanacağı ve daha sonrasında büyük bir mülteci krizinin ortaya çıkacağı belirtilerek bu plan doğrultusunda çalışma yapılmasının uygun olacağı ifade edilmiştir. 

 Genel olarak gerek ABD ve gerekse de Avrupalı ülkelerin bu politikalarında kendi siyasi çıkarları çerçeveside hareket ettiği, bu nedenle Kürt konusunu gündemleştirdiği ve samimiyetten uzak olduğu bilinmektedir. Bu durum Olivier Roy tarafından itiraf edilmiştir. Roy 1991 Nisanında Liberation’da yayınlanan makalesinde, Batının Saddam Hüseyini devirme adı altında bölgedeki diğer unsurlara gerçekçi olmayan umutlar aşıladığını, bunun altında ise aslında insancıl unsurlar yerine, politik çıkar yaklaşımlarının yattığını, bu amaçlada medyanın kullanılarak siyasi sonuçlar elde edildiğini, bu günde aynı senaryonun Kürtlere uygulandığını, yapılan yardımların adının dahi insani yardım değilde Kürtlere yardım olarak ifade edilmesininde gerçekte bölme ve yönetmeye dayalı koloniyalist politikaların göstergesi olduğunu belirtmiştir. 

Bu hususun ne denli doğru olduğu Paris Konferansında ele alınan konuların incelenmesinde daha net ortaya çıkmaktadır. Konferansta demokrasi eksenli çalışmalar yürütüldüğü ifade edilse de bunun doğru olmadığı, sadece Kürt meselesi ve Kürt kartını ele geçirme konusnun ele alındığı, Irakta yaşayan diger haklara yönelik bir açılımın olmadığı, Irak’taki Şiilerin, Türkmenlerin ve diğer halkların durumlarının ise demokrasi başlığı altına dahi sokulmadığı görülmektedir. 

21 Kasım 1990 tarihinde kabul edilen Paris Deklerasyonunda “güvenliğin bölünmezliğinin ve ülkelerinin her birinin güvenliğinin, AGİK’e katılan tüm devletlerin güvenliğine bağlı olduğu” ifadesine yer verilmiş ve terörist tüm 
eylem ve metodlar kınanmış olsa da, imzacı ülkelerin buna çokta sadık kalmadıkları PKK örneğinde görülmüştür. 

Terörün ortak sorun olarak konuşulduğu bu zamanda örgüte haraç vermeyen gurbetçiler ve PKK’dan kaçan muhaliflir Avrupa şehirlerinin orta yerinde silahlı saldırıya uğraya bilmekte ve cezalandırılmaktadır. Bu 
zamanda PKK tarafından köyler basılarak 13-14 yaşlarında çocuklar kaçırılmakta, yapılan bombalı eylemler neticeisnde yüzlerce masum sivil hayatını kaybetmektedir. 

PKK Eski Avrupa Sorumlularından Salih Aras tamda bu dönem ile ilgili bir yazısında; “13 Haziran Den Hang’ta Yılmaz ve arkadaşlarına saldırı oluyor restorantta otururken, 27 adet boş kovan bulunuyor, mermilerden biri 
Yılmaz’ın çenesine isabet ediyor. Bir kurşunda yanındakinin bacağına isabet ediyor. Eylemden sonra PKK’lılar olayı Abdullah Öcalan’a bildirmiş ve öldüğünü ifade dince, Bekaa’da bu konuda silah atışlarıyla kutlama yapılmıştır. Hollanda polisi olayı 2 gün gizliyor. Öcalan infazlara sevinirken daha sonra gelen yaralanma haberiyle oldukça üzülüyor… Sakine Kadah ve İdris (Asım Güzel) sorunu üzerinedir. Muhalefetimizle birlikte Avrupa'daki iyi tanıdıkları arkadaşları, Önderlerinin emriyle onları canice yöntemlerle Paris'te katlettiler.” İfadelerini kullanarak, Avrupalı devletlerin Avrupa’nın orta yerindeki PKK eylemlerine nasıl duyarsız kaldığını ortaya koymaktadır 111. 

1989-1990 Arasında Kırsal Faaliyetleri ve Avrupa Faaliyetlerine Etkisi 

 1989 yılına gelindiğinde kongre kararları neticesinde bir takım gelişmeler olmuş, 3 yıl içerisinde 20’si yönetici olmak üzere 200’e yakın kadro ajan suçlamasıyla infaz edilmiştir. Öcalan, kişiliği nedeniyle sürekli bir kuşku dünyasında yaşadığından, kendisine yönelebilecek muhalefeti öğrenebilmek amacıyla TEV-SAL adında istihbarat yapısı kurarak, bilgi alma faaliyetleri yapacak bir grup meydana getirmiş, genelde de bu yapıyı örgüt içi infazlarda kullanmıştır. 

PKK’nın Ortadoğu’daki gelişiminde İran etkisi de önemli bir faktördür. Türkiye’nin 1983 yılında Irak’a yönelik sınır ötesi hareketi sonrası Irak’ın kuzeyinde etkin olması İran devletini endişelendirmiş ve neticesinde 
PKK ile diyalog kurarak, örgütü Türkiye’ye karşı kullanmaya başlamıştır. Yapılan işbirliğine göre İran kendi topraklarında PKK’ya kamplar açacak ve Urmiye şehrinde üstlenmesine izin verecektir. PKK ise başta ağrı, Kars 
ve Van gibi sınır illerinde kırsalda ve şehirlerde eylem yapacak, bu eylemlerde İran ve onun din anlayışının propagandası yapılacaktır. Bu çerçevede Libya sorumlusu Osman Öcalan İran sorumlusu olarak atanmış ve İran’ın silah ve lojistik desteğiyle Doğu Anadolu illerinde eylemler başlatılmıştır. Aynı İran diğer yandan da IKDP’ye destek vererek Kuzey Irakta anti-Türkiye propagandasına başlamıştır112. 

Öcalan’ın İran ve Şiilik konusunda kaleme aldığı yazılarda da İran faktörünü ön plan çıkardığı görülmektedir. Öcalan; “İran'ın bölünmekten çok federalizme yatkınlığı daha güçlüdür. 2500 yıllık devlet geleneğinde de federalizme benzer öğeler hakimdir. Halkın yoğunlaşan özlemleri ile çağdaş bir federalizm bütünleşirse, Iran bölgenin en güçlü demokratik federasyonu olabilir. Bir nevi ikinci Rusya gibi olur. İran kültürü demokratikleşmeye daha yatkındır. Tarihsel direniş gelenekleri, Zerdüşt'ten Mazdek'e, Babek'ten Hasan Sabah'a kadar birçok tarihi şahsiyet daha çok demokrasi kültürüne altyapı oluşturur. 

İslamiyet ortamında Zerdüştlük bir nevi kültür direnişçiliğidir. Kürt kültürünün yabancılaşmaya karşı soylu bir direnişidir. Zayıf ve Hz. Ali yanlısı bir İslami örtüye bürünmüş Kürt Aleviliği de Zerdüştlükten sonra en güçlü Kürt kültür direnişçiliğidir; Kürtlerdeki Şialıktır. Buna karşılık, özellikle ovaya yakın Güney Kürtlerinde gelişen Sünni İslam'ı en gerici ve işbirlikçi karakterde gelişmiştir. Kültürel soyunu inkâr eden feodal-tüccar zihniyetin bu güçlü temsilcileri, özellikle Urfa, Mardin, Siirt kent ve yakın yörelerinde süper bir ihanet içerisindedirler. Müthiş işbirlikçi ve çıkarcıdırlar. İran etkisi altındaki Kürtlerde bozulma daha az olmuştur. Ulusal kültürel özlerini daha otantik yapılarıyla korumaktadırlar… 

6 CI BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR



***

ALMANYA’NIN KÜRT POLİTİKALARI VE TERÖRDEN SİYASİLEŞMEYE PKK İSYANI, BÖLÜM 4

ALMANYA’NIN KÜRT POLİTİKALARI VE TERÖRDEN SİYASİLEŞMEYE PKK İSYANI, BÖLÜM 4

Öcalan tarafından Avrupa’ya gönderilen müdahale grubunun faaliyetlere başlamasıyla çok sayıda infaz ve cezalandırma eylemi yapıldığından, yeni bir değerlendirme yapma durumu ortaya çıkmıştır. Bu toplantı için 
Fransa’da örgüte ait büyük bir çiftlikte toplanma kararı alınır. Bu yer Marsilya yakınlarındaki Longo Mai adı verilen gruba ait bir çiftlik yeridir. Toplantı yapılan yerde kurulan çadırlarda aynı zamanda 50 kişilik gençlik 
çalışanına eğitimde verilmektedir. 

Bu çiftliğin sahibi Fransız Komünist Partisine üye Roland Perrot isimli biri olup, örgütün Fransa’daki destekçilerindendir. Perrot, örgüte destek vermiş olsa da Öcalan’a diktatörlüğünden dolayı her dönem mesafeli durmuştur. 

Toplantıya; Abbas Kod Duran Kalkan, Mahir Velat Kod Numan Uçar, Kara Ömer Kod Haydar Altun, Avukat Hüseyin Yıldırım, Maşallah Öztürk, Edip Kod Muharrem ve Salih Aras’ında aralarında bulunduğu 120 kişi katılmıştır. Bu toplantıda ana günden 1983 yılından bu zamana Avrupa alanında devam eden silahlı eylemlerin bir bilançosunun değerlendirilmesinin yapılması olmuştur. 

Planlı olarak ilk cezalandırma hadiseleri ilk defa 1983 yılında aslen Azeri kökenli olan Muharrem adlı Edip Kod tarafından uygulanmıştır. Edip Kod’un daha sonra ihanetçi konumuna sokularak İstanbul’da PKK tarafından infaz edilmesinden sonra, cezalandırma olaylarına Duran Kalkan devam ettirmiş tir. Adı geçen her iki Avrupa sorumlusunun da Türk kökenli olması da dikkat çekici ayrı bir noktadır. 

Toplantıda 1983 ve 1987 arasındaki Avrupa çalışmaları ele alınarak sorumluların hesap vermesi planlandığından, ilk önce Edip Kod’un çalışmaları ele alınır ve kendisi başarısız ilan edilir. Toplantı sorasında ise 
Cafer Kod Ali Çetiner, Edip (Karslı Muharem) ve Suruçlu Cemil haklarında ölüm kararı alınarak infaza geçilmesi istenir. Kararın akabinde adı geçenler Fransa’da bulunan bu çiftlikte bir çadıra kapatılır ve çadırın kapısına 
nöbetçi dikilir, akabinde de Ormanlık bir yamaçta her üçü için mezar kazılır. İnfaz girişimi Fransızlarca öğrenildiğinden cezalandırma ertelenir. 

İnfazın ertelenmesini fırsat bilen Edip Kod bir fırsatını bularak, kaçıp çiftlik sahipleri Longo Mainin merkez binasında bulunan Albert adlı bir İsviçreli Pilotun odasına sığınır. 

PKK grubu Longo Mai’li yetkililerden Edip kodu isteseler de olumlu cevap alamazlar. Bunun üzerine çiftlikten ayrılan PKK örgüt mensupları akabinde, yıllarca kendilerini koruyan Longo Mai’yi ajan örgüt olarak ilan eder. Daha sonra da Edip Kod ikna edilerek örgüte dönmesi sağlanır akabinde de görevli olarak İstanbul’a gönderilir ve burada boğularak infaz edilir. 

Yaşanan bu olaylardan doğal olarak Fransa ve Alman devletinin de haberi olur. Haydar Altun’un Hollanda’ya gönderilmesinden sonra Alman Polisi Nisan 1988’de Almanya’nın Köln şehrinde bulunan bir örgüt evine baskın yaparak, burada bulunan H. Hayri Güler’le birlikte bir kişiyi daha gözaltına alır ve Güler akabinde tutuklanarak cezaevine gönderilir. 

Alman Polisinin bazı PKK hücrelerine yaptığı baskının hemen akabinde Öcalan’a gelen bir kurye Sovyet İstihbarat görevlilerinin PKK Avrupa Merkez Yönetimi ile görüşme yapmak istediği bilgisini iletir. Fuat Kod Ali Haydar Kaytan bu görev için Salih Aras’ı görevlendirerek, onu Berlin sorumlusu ile birlikte Doğu Berlin’e gönderir. 

Doğu Berlin’de yapılan görüşmeye katılan Sovyet ajanın kusursuz Türkçesi ilk dikkat çeken konu olmuştur. Ajan görüşmeyi Sovyetler ve Doğu Avrupa ülkeleri adına yaptığını söyler. Sovyet temsilcisi dört saat süren görüşmede örgüt hakkında kendilerinden bilgi almak isterken, Türk istihbaratı içerisinde adamları olduğunu ve kendilerine yardım yapabileceklerini, her yıl 50 kadar PKK sempatizanı öğrenciyi Doğu Avrupa ülkelerinde okutabileceklerini ve ilişkilerin daha yoğun şekilde devam ettirileceğini ifade ederler 87

Görüşmeden sonra Köln’e dönen Salih Aras burada Öcalan ile telefon görüşmesi yapar. Öcalan Sovyetlerle yapılan görüşmeyi çok önemsemez ve 1987'de Viyana'ya getirilen kız kardeşi, eniştesi ve çocuklarının Hollanda'ya yerleştirilmesini, onlara bir ev ve son model BMW araba alınmasını, 88 başlarında Almanya'ya gönderdiği ablasının oğlu İsmet için Fuat Kod Ali Haydar Kaytan’ın özel olarak ilgilenmesini, seminerlere gittiği zaman beraber götürmesini ve Avrupa'daki Kürdistan Gençler Birliği'ne Başkan olarak hazırlanmasını, yine Cemil Esat'ın 17 yaşındaki oğluna da bir BMW araç alınıp, bunun Suriye’ye gönderilmesini ister. 

Esat’ın oğlu için alınan BMW aracının parası 1987'de Münih, Stuttgart ve Frankfurt çevresinde yaşayan Kürtlerden zorla toplanıp, kırsala gönderileceği söylenen paralarla alınmıştır. O dönem araçlar için verilen para 180 bin DM’dır. Bahse konu para ile aslında Mardin bölgesinde faaliyet gösterecekler için dürbün ve kışın nehirlerden geçmek için su botunun alınması planlanmışsa da Öcalan’ın isteği ile paralar kendi akrabasına ve 
Esat’ın oğlunun BMW’sine harcanmıştır. 

Cemil Esat’ın oğluna alınan BMW arabası Stuttgart’a faaliyet gösteren bir militan ve örgütün Avusturya sorumlusu tarafından Yunanistan'a kadar kara yoluyla oradan da deniz yoluyla Lazkiye'ye götürülür. Bu aracı Lazkiye’den bizzat Esat’ın oğlu gelip alır, fakat aracın ömrü uzun olmaz. Oğul Esat iki hafta sonra hız denemesi yaptığı sırada kaza yapınca araçta hurdaya ayrılır. Devam eden günlerde PKK Avrupa Komitesince Bekaa’da ki kamplarda kullanılmak üzere 67 bin DM’a alınan arabaya Lazkiye’ye ulaştırılınca, Cemil Esat bu aracı da Öcalan’dan ister ve alır. 

Salih Aras’la Öcalan arasında yapılan bu görüşmeden sonra, Öcalan Avrupa’da faaliyet gösteren Mustafa adlı bir PKK militanın da hatalar yaptığını ve bunun infaz edilmesini ister. Bu kişi örgütün Avrupa faaliyetlerin de yıllarca çalıştıktan sonra III. Kongre sonrası köy baskınlarının ve yapılan katliamların kendisini olumsuz etkilediğini, örgütsel yapıya ve yapılan müdahalelere inancı kalmadığını belirtip, örgütü bırakır. Mustafa’nın ayrılmasından sonra Avrupa çalışanlarından Şehmuz ve Zeynep adlı iki örgüt militanı da örgütü bırakır. Bu kişiler bilahare öldürülerek susturulur. 

Bu ve benzeri infazların yanında 1984’den 1987 yılına kadar; 

-Mehmet Bingöl: 1984 yılında infaz edilmiştir. 

-Zülfi Gök:1984 tarihinde Almanya’nın Russelheim şehrinde Ali Aktaş adında bir militan tarafından öldürülmüştür. Ali Aktaş daha sonra Almanya’da yakalanmış ve hapis cezası ile cezalandırılmıştır. 

-Enver Ata:1984 yılında İsveç-Uppsala’da infaz edilmiştir. Bu kişilerin öldürülmesi konusunda Kesire Öcalan ve Av. Hüseyin Yıldırım’ın bilgileri vardır. 

-Mustafa Tangüner: KÖİP isimli örgütün üyesi olduğu için PKK militanlarınca 1985 tarihinde Norveç- Kopenhag’da infaz edilmiştir. 

-Mustafa Şahbaz: Dev-Yol üyesi olduğu için PKK militanlarınca 1985 tarihinde Fransa-Paris’te öldürülmüştür. 

-Mustafa Aktaş: 1985 tarihinde İsviçre-Lozan’da infaz edilmiştir 

-Bülent Yaman: Kurtuluş Örgütü üyesi olduğu için PKK militanlarınca 1985 tarihinde İsviçre-Lozan’da infaz edilmiştir. 

-Kürşat Timuroğlu: Dev-Yol üyesi olduğu için PKK militanlarınca 1986 yılında Almanya-Hamburg’da infaz edilmiştir. 

-Mehmet Elbistan: PSK üyesi olduğu için PKK militanlarınca 1987 yılında Almanya-Stuttgart’ta öldürülmüştür. 

-Ramazan Adıgüzel: PSK üyesi olduğu için 1987 yılında Almanya-Hannover’de öldürülmüştür. 

-Hüseyin Ali Akgündüz: PSK üyesi olduğu için 1987 yılında Fransa’da öldürülmüştür. 

-Doğan Karakoç: PKK’dan ayrıldığı için 1987 yılında Almanya-Köln’de öldürülür. 

Bu arada Almanya sokaklarında belinde kelepçe ile gezen ve muhalifleri cezalandıran çok sayıda infaz timi türemiştir. Avrupa Alanında ki infazların tüm hızıyla devam ettiği bu dönemde Kürdistan Komitede çalışan H. D. Adlı örgüt militanı örgütten kaçıp polise sığınır. Bu kişi Alman Polisine örgüt tarafından dövüldüğünü ve birçok insanın da kendisi gibi cezalandırıldığını ifade eder. Bunun üzerine Köln’deki Kürdistan Komiteye, Serxwebun ve Berxwedan dergilerinin deposu olarak kullanılan yerlere baskınlar düzenlenir ve bu baskınlarda altı kişi gözaltına alınır. 

Baskınların duyulmasının akabinde halktan PKK ile ilgili polise yoğun ihbarlar gelmeye başlar. Durumun vahametinin daha belirgin hale gelmesinin akabinde Alman polisi operasyonu daha da yoğunlaştırır. 

Bu operasyonlardan haberi olan yönetim legal kuruma gidişleri yasaklar. Kadro düzeyinde bir çok kişi takip altına alınmıştır. Bu dönem Avrupa yönetiminde olan Ali Haydar Kaytan’da takip edilenlerden biridir. Fuat 
Kod Ali Haydar Kaytan bir telefon kulübesinden Kürdistan Komiteyi aradığı sırada yakalanır. Yakalanmalardan haberdar olan Öcalan, Kaytan’ın kendisinin teslim olduğunu iddia eder ve ağza ılınmayacak küfürler eder. 

Tutuklamaların olduğu günlerde Abdullah Öcalan Avrupa yönetiminden Salih Aras’la görüşmek istediğini söyler ve bir sempatizanın evinde telefonla görüşme yapılır. Öcalan genel talimatlarını verdikten sonra, ayrıca Türk Solunun derin lideri Mihri Belli’ye 6 bin Alman Markı vermesini ve Belli’nin adamlarına sahte pasaport yapılmasının öğretilmesini ister. 

Aras, Mihri Belli için; “Doğu Perinçek ve Mahir Kaynak hakkında düşünceler im netti.  Onların istihbarat güçleriyle görüştüğünü biliyordum. Mihri Belli içinse bu düşüncelerde değildim. Sonraki yıllarda O'nun da aynı derin 
ekipten olduğunu anlamıştım” ifadelerine yer vererek, Öcalan’ın hangi güçlerin yönlendirmesiyle hareket ettiğini göstermiştir. 

Ali Haydar Kaytan’ın tutuklanmasının akabinde Abbas Kod Duran Kalkan’da İsviçre’nin Basel kentinde yakalanır ve Almanya’ya iade edilir. Duran Kalkan’ın da yakalanmasıyla birlikte birçok kadronun cezaevine girmesi neticesinde yeni Koordinasyon atamaları yapılarak görev değişimine gidilir. 

Bu çerçevede Sinan Kadah adlı bayan militan, Maşallah Öztürk ve eski Bonn Bölge sorumlusu örgütün Avrupa Merkez Koordinesine atanır. Bunula birlikte örgütün kurucularından M. Hayri Durmuş’un kız kardeşi Jiyan Hannover Bölge sorumluluğuna, Remzi Kartal Kürdistan Komitenin sorumluluğuna, Öcalan’ın yeğeni olan İsmet ise Bonn sorumluluğuna atanır. Bu tutuklamalar sırasında Abdullah Öcalan tutuklulara avukat ayarlanmasına izin vermeyerek, kendince onları cezalandırmak istemiştir. Öcalan’ın çalışanlara ve kitleye kızgın oluşu Avrupa alanına da sirayet etmiş, burada ki kadrolarca birçok cezalandırma hadisesi yaşanmıştır. Hannover sorumlusu Jiyan Kod Yıldız Durmuş ve Öcalan’ın yeğeni İsmet’in talimatlarıyla Hannover ve Köln’deki birçok aile cezalandırılmıştır. Bu sürecin karışıklıklara neden olması nedeniyle Bonn’da yapılan Hünerkom konferansında kavgalar çıkmış ve meydana gelen kavgada bazı militanlar yaralanmıştır. 

Yaşanan bu olumsuzluklar Türkiye kırsalında faaliyet gösteren alanlara da yansımıştır. Avrupa’dan gönderilen Müdahale Grubu Dersim Eyalet Koordinatörü Yücel Kod’u tutuklamış, Bölge Komiseri Hasan Hayri Gedik (Doktor Aydin), Mehmet Salih Kilic ve 17 militan öldürülmüştür. Öldürülmeyen diğerlerinin ise üzerlerine yanan naylon damlatılarak vücutları delinmiş ve birçoğu sakat bırakılmıştır. Bu grubu cezalandırmaya gidenlerin sorumlusu olan Cihan kod İlyas Yüksel’de bildiklerini deşifre etmemesi için daha sonraki yıllarda Öcalan tarafından infaz edilmiştir. 

Tunceli kırsalında meydana gelen bu olaylar aslında 3. Kongre dönemine kadar uzanan bir konu olup, bölgeye giden müdahale grubu ile eski yönetim arasındaki kavganın Avrupa üzerinden çözülmeye çalışılması ve işlerin daha da çıkmaza girmesinden ibarettir. 

Avrupa Komitesinden birçok yakalanmanın olduğu 1988 yılında Mehmet Ali Birant Almanya’nın Köln kentindeki Kürdistan Komiteye giderek örgütün Avrupa Sözcüsü Avukat Hüseyin Yıldırım ile görüşmüş ve Öcalan ile yapacağı söyleşi için hazırlıklar yapılmıştır. 

Avukat Hüseyin Yıldırım ve Yeni Muhalefet Süreci 

Abdullah Öcalan ile Mehmet Ali Birant arasında gerçekleşen mülakat süreci PKK militanları ve bir kısım kitle tarafından yakından takip edilmiş Onun devlete meydana okuyacağı şeklinde bir beklenti ortaya çıkmıştır. 

Fakat söyleşi yayınlandıktan sonra tüm kitle hayal kırıklığına uğramıştır. Öcalan söyleşide sadece kendisinden bahsetmiş, devlet fikrinden vaz geçebileceğini, sözde Kürt sorunun kendisi ile var olduğunu ve  kendisinin içinde yer almadığı bir çözümün mümkün olmadığını, bu nedenle devlet tarafından muhatap alınmak istediğini sıralamıştır. 

Bu görüşmeye tanık olan PKK Avrupa sözcüsü Avukat Hüseyin Yıldırım görüşme için; “O'nu (A. Öcalan için) o zamanda ikinci kez gördüm. Birincisi, Diyarbakır'dan ayrılıp Suriye'ye geçerken gördüm, o zaman hiç bir şey 


anlayamadım. Zaten o dönem seroklukta (başkan) yoktu. Ancak ikinci görüşmemde; (M. A. Birant'la olan görüşme dönemi) ne mal olduğunu çok iyi anladım. Onun nasıl hain biri olduğunu bütün PKK'lilere ve Kürtlere anlatmak zorunda olduğumu anladım…” ifadeleriyle içine düştüğü hayal kırıklığını ortaya koymuştur. 

Bekaa’daki görüşmeden sonra yeniden Almanya’ya dönen Hüseyin Yıldırım, Öcalan gerçeğini çevresindekilere anlatmaya başlar. Bu anlatımlar hemen karşılık bulmuş, gerek sempatizan kitlede gerekse de militan kadro olarak faaliyet gösterenlerde Öcalan karşıtı bir tepki başlamıştır. 

Bu tepki doğal olarak ilk zamanlarda aralarında Hüseyin Yıldırım ve Avrupa sorumlusu Salih Aras’ın da dahil olduğu altı kişilik bir grupla şekillenir. Bu grubun içerisinde; Avrupa Merkez üyesi ve Hollanda sorumlusu Nadire Kod adlı militan, Kürdistan Komite sorumlularından Yılmaz Kod adlı militan, Nadire Kod’un yardımcılarından Hollanda faaliyetlerinde bulunan Osman Kod adlı militan, Köln sorumlusu Sakine Kadah ve Avrupa komitesinden bir kişi daha gruba dahil olmuştur. 

Yeni şekillenen bu grup Köln yakınlarındaki Aachen’de bir evde toplanır. 
Bu toplantıda; 

-Örgütlü bir mücadeleye girilmesi, 

-Bu amaçla mevcut olanakların kullanılması, çalışmaların gizli yürütülmesi, 

-Güvenilir kişilere ulaşılarak grubun sayısının arttırılması, 

-Paris’te faaliyet gösteren Kara Ömer kod Haydar Altun ve İsviçre sorumlusu Mahir Velat kod Numan Uçar’ın ikna edilmesi, 

-Almanya ve Hollanda'daki tüm araç ve gereçlerin bölgelerden toplanarak emin yerlerde muhafaza edilmesi, 

-Bütün bölgelerdeki paralarda toplanarak aynı şekilde muhafaza edilmesi, 

-Ana arşivin yerinin değiştirilerek güvenilir bir yere taşınması, 

-Bölgelerden tepki gelmesi halinde, yapılanların Başkan’ın (Öcalan) emridir denilmesi, 

-Fransa’da PKK adına çalıştırılan 20 milyon Frank değerindeki ticari kurumların satılarak paraya çevrilmesi, 

-Yeni kurulacak örgüte Demokratik Birlik adının verilmesi kararlaştırılmıştır 88. 

Kararın akabinde Almanya ve Hollanda’daki para, silah ve arşiv toplanarak, yeni ayarlanan yerlere yerleştirilmiştir. Meydana gelen bu grup ilk etapta kendi durumlarını net olarak ortaya koymadan bir PKK militanı gibi çalışmalara devam edip, örgütlenmeyi alttan sürdürmüştür. 

Grup bu çerçevede 1988 yılının 15 Ağustosu’nda Hannover, Diusburg ve Stuttgart olmak üzere üç yerde kampanya düzenleyerek, PKK’ya para toplama faaliyetleri yapıp, toplanan geliri kasalarına aktarmışlardır. 

Muhaliflerin bu faaliyetleri bir süre gizli kalsa da akabinde ayrılmalar duyulmuş ve durumdan Öcalan’ın haberi olmuştur. Öcalan, alana gönderdiği notta muhaliflerin ve muhaliflerle yakın duran Numan Uçar ile 
Haydar Altun’un öldürülmesi emrini vermiştir. Öcalan Almanya’da tutuklu bulunan Abbas Kod Duran Kalkan’a gönderdiği notta, Avukat Hasan Hüseyin Yıldırım hakkında olumsuz bir yazı yazmasını ve bunların ortadan  kaldırılması yönünde psikolojik alt zeminin oluşturulmasını istemiştir. 

Öcalan’ın, Hüseyin Yıldırım’a karşı olumsuz yaklaşımları 1985 yılına kadar uzanmaktadır. Fakat Yıldırım’ın örgütün ilk avukatı olması ve kitle içerisinde fazlaca sevilmesi onun ortadan kaldırılmasının önünde hep engel olmuştur. 1985 yılında Avrupa Merkez yapısında yer alan ve aralarında Sadun Kod İsmet Doğru, Antepli Edip Kod (Kars'lı Muharrem), Kasım kod Salman Ömürcan, Batmanlı Mahmut kod Hüsnü Altun, Oktay kod Hasan Hayri Güler olduğu kişilerin katıldığı toplantıya Öcalan telefonla katılmış ve Hüseyin Yıldırım’ın çok ön plana çıktığını, bu nedenle itibarını sarsacak bazı girişimlerin yapılması gerektiği yönünde talimatlarını bildirmiştir. 

Netice itibariyle meydana gelen grup Bonn’da toplanarak, Metz kentinde yapılacak ana toplantının hazırlıklarını yapmaya başlamıştır. Planlamaya göre toplantıya yaklaşık 20 kişi katılacaktır. Öcalan olanlardan daha önce haber aldığından her zamanki gibi grup içerisine bir ajan yerleştirmiş ve yaşanan gelişmelerden haberdar olmuştur. Birkaç gün sonra Öcalan’ın muhbirinin Numan Uçar olduğu ortaya çıkmıştır. Numan Uçar muhalefetin yaptığı toplantılar ardından ele geçirdiği bilgileri Fransa’da yaşayan Dilan Kod Şemsi Kılıç aracılığı ile Öcalan’a iletmiştir. 

Öcalan, her dönem yaptığı numarayı burada da tekrarlamış ve grup içine derhal bir ajan yerleştirmiştir. Öcalan, Numan Uçar’ın ölüm emrini verdiği süsüyle muhaliflerle hareket etmesini sağlamış, akabinde de tüm 
yapıyı öğrenmeyi başarmıştır. 

Numan Uçar’ın grubu ihbar etmesinin akabinde Kara Ömer Kod Haydar Altun’un da muhalif gruba sızanlardan biri olduğu ortaya çıkmıştır. Haydar Altun, örgütün önemli isimlerinden Rıza Altun’un kardeşidir. 
Rıza Altun’da o dönem Alman ceza evlerindedir. Altun, her şeyin ortaya çıktığı günün öncesinde Avukat Hüseyin Yıldırım’ı toplantı yapalım diye bir yere çağırmış ve akabinde öldürmek istese de Yıldırım durumu fark ederek, 
öldürülmekten son anda kurtulmuştur. 

Av. Hüseyin Yıldırım daha önce PKK ile İsveç arasında çatışmaların yaşanmasına neden olan biri olmasına rağmen, örgütü bırakmasının akabinde İsveç’e sığınma talebinde bulunmuştur. Bilindiği karıyla 
Yıldırım, eski Avrupa Sorumlusu olarak Palme cinayetinin tüm detaylarını İsveç polisine anlatmış ve karşılığında da İsveç’te sığınma ve oturum izni almıştır. 

Bu gelişmelerin akabinde Hüseyin Yıldırım Milliyet Gazetesinin Bürüksel muhabirine, “Kürt Halkının ve PKK’nin bir diktatöre ihtiyacı yoktur. PKK’nin programı, amacı ve hedefi Diyarbakır’da resmi belgelere geçmiştir. PKK’yi 
tasfiye amacı taşıyan, bu yönlü T.C’ ye açık mesajlar içeren Öcalan’ın Mehmet Ali Birand ile olan röportajını şiddetle ret ediyorum…” şeklinde kısa bir not gönderir. Bu açıklaması ertesi gün Milliyet Gazetesinin birinci sayfasında yayınlanır. Haberin ardından Mahir Velat, Hüseyin Yıldırım’ı arayarak, kendisi ile görüşmeye Paris’e gelmesini ister. Yıldırım ise teklifi kabul etmeyerek İsviçre’den Fransa’ya muhalefetin eline geçen PKK’nın çiftliğine gider. 

Öcalan sistemi her yerde bir korku imparatorluğu kurduğundan muhalifler içinde yer alan iki kişi de bilahare Numan Uçar ve Haydar Altun ile görüşerek teslim olmuştur. Bu teslim olmayla birlikte Hollanda'da ki 
40 bin Gulden, Almanya'da bulunan ana arşiv ve araç-gereçlerin bir bölümü de Apocuların eline geçer. 

Almanya'da bulunan 50 bin DM, son örgüt dokümanları ve bazı araçlar ise Muhaliflerde kalmıştır. Bir kaç hafta sonra ise muhalif gruptan ayrılan bu iki kişi Almanya ve Hollanda başta olmak üzere ülke ülke gezdirerek, kitle 
toplantıları yapmaya zorlanır. İhanet edenlerin tavırlarıyla Muhaliflerin saflarında moralsizlik egemen olurken, Öcalan yanlıları ise kendilerini kazanan taraf olarak ilan etmiştir. 

Ayrılmaların artık aleni olarak ortaya çıkmasından sonra muhalif grup bir bildiri yayınlamıştır. Bildiride; PKK'nin amacından uzaklaştırıldığı, örgüt içinde önemli oranda rahatsızlık duyan kişilerin olduğu ve PKK tarafından 1987'de çok sayıda köy katliamı yapıldığı belirtilerek, örgütün amacından şaştığı ifade edilmiştir. Bu bildiri, başta PKK’nın kurumları olmak üzere, binden fazla kişi ve kuruluşa ulaştırılmış, akabinde Mehmet Ali Birant’a açıklamalar yapılmıştır. Bu açıklamanın akabinde Sovyet İstihbaratı muhaliflerle görüşmek istemişse de bu kabul görmemiştir. 

Grup bir süre sonra ilk faaliyetini gerçekleştirerek 1987’de Yunanistan’daki PKK kamplarına gönderilen ve orada esir tutulan Kesire Yıldırım’ı (Öcalan) oradan kaçırarak Doğu Berlin’e kaçırmayı başarmıştır. Öcalan 1987 yılında, İhsan kod adlı (Aslen Kağızman'lı Nizamettin) bir militanı Kesire’yle birlikte Yunanistan’a göndermiş ve Onu uygun zamanda Kesire’yi öldürmesi için görevlendirmiştir. 

Kesire Yıldırım örgütün ilk zamanlarında Arabanlı İsmet denen bir örgüt mensubu ile nişanlı iken daha sonra Abdullah Öcalan tarafından zorla elde edilmiştir. Öcalan zamanla diğer bayan militanlarla çarpık ilişkilere 
girince Kesire ile aralarında sorunlar yaşanmaya başlamıştır. Özellikle Öcalan ve Meral Kıdır arasında yaşandığı iddia edilen ilişki bardağı taşıran son damla olmuştur. 

Abdullah Öcalan sahip olduğu bir çok şeyin kaynağı aslında Kesire olmakla birlikte, Öcalan alacağını aldıktan sonra onu saf dışı etmek istemiştir. Onun Cemil Esat’la kurduğu iyi ilişkide de Kesire Öcalan ve Ali Haydar Kaytan’ın alevi kimliği önemli etken olmuştur. Öcalan, Nusayri 89 kökenli Suriyeli Baas rejimine yaranmak için Kod adını Ali, Kesire’nin kodunu Fatma, kardeşi Osman'ın kodunu da Hasan Hüseyin olarak belirlemiştir. 

Salih Aras bu konu ile ilgili; “ Politikadan anlamayan A. Haydar ve Kesire, C. Esat'la ilişkilerde ideolojik katılıktan (Marksist, Leninist) vazgeçmezler. Bu C. Esat'ın fazla hoşuna gitmez. Sünni olan Abdullah, 'politik' davranarak, 
Aleviliğin, Marksizm ve Leninizm’den daha ileri olduğunu söyleyerek ve her türlü tavizi vermeye hazır olduğunu belirterek, 

C. Esat'ın gözdesi olur. Bu anlamda kurulan ilişkinin tek sahibi ve muhatabı olur. İlişkiyi kuran Kesire ve A. Haydar başlangıçta saf dışı olurlar…” tespitinde bulunur. 

Kaçırılarak Berlin’e getirilen Kesire, Abdullah Öcalan’ın derin güçlerin adamı olduğunu ve kendisini de kullandığını anlatır. Kesire, 1985 yılında Ebubekir kod Halil Ataçla birlikte Öcalan’ı öldürmek için plan yaptıklarını ama bu işin Öcalan’ın şoförü Ferhan tarafından deşifre edildiğini belirtir. 

Bu planını yapan Kesire Öcalan, Ebubekir Kod Halil Ataç konuşarak, Onun karanlık güçlerle bağlantı içinde olduğunu belirtir ve ikna eder. Öcalan’ın şoförü Ferhan'da plana dahil edilir. Öcalan’ın şoförlüğünü yapan 
Ferhan, hazırladığı bombayı arabaya yerleştirecek uygun bir yer ve zamanda bir bahaneyle araçtan ayrılıp, bombayı patlatacaktır. Her şey hazırlanmış ve bomba arabanın içine konmuştur. A. Öcalan'da bir yerlere gitmek için birazdan arabaya binecekken, dışardan bekleyen Ferhan hızla geri A. Öcalan'ın yanına döner ve ağlayarak her şeyi açıklar. Öcalan, Ferhan’ı oracıkta tokatlar ve onu daha sonra Hakkâri kırsalına gönderir. Akabinde de her zamanki gibi bir çatışmada öldüğü söylenir. 

Konuya dönecek olursak, Kesire Öcalan ve Hüseyin Yıldırım İsveç’e gittiklerinde haklarında verilen infaz emri nedeniyle kendilerini koruması için diğer bir etnik Kürtçü örgütlenme olan Rızgari örgütünün lideri Mümtaz 
Kotan’a sığınmıştır. Hüseyin Yıldırım İsveç’e yerleşir yerleşmez, 1988 yılında Kürt İşçileri Devrimci Partisini kurarak faaliyetlerine bu parti altında devam etme kararı alır. 1990 yılında kurulan PKK-Dersimliler grubu da (DB) Yıldırımı desteklediğini belirterek, örgüte katılır 90

Netice itibariyle D. Berlin’e gelen Kesire tarafından 1989 başında; “Dilaver Ylıdırım Olayı” adlı broşür, “Öcalan’a açık mektup” adıyla ayrı bir bildiri ve iki ayrı yazı (dergi biçiminde) hazırlanır ve yeterli derecede ilgili yerlere ulaştırılır.

Kesire yazısında Öcalan için; “Senin amacının ne olduğunu çok iyi biliyoruz. Sen halkımızın evlatlarını birbirine vuruşturacak, güvensiz bir ortam yaratacaksın. Halkımızın mevcut mücadele gücünü lejyoner deposu haline getireceksin. Sonra, iki elini havaya kaldıracak, halkımıza, bütün çabalarıma rağmen ayağa kalkma gücü göstermediniz, çağımızda yaşamayı hak etmediniz diyecek, tozlu eteklerini silkeleyerek gerçek yuvana döneceksin. Halkımızın evlatları da kendisinden başka kimsede kusur aramayacak.” Şeklinde belirlemelerde bulunarak, Öcalan’ın gerçek kimliğini ve ajan 
faaliyetlerini deşifre eder. 

Sonrasında da gruba kendinize dikkat edin şeklindeki tavsiyesine, grup üyelerinin “bize bir şey yapamaz” şeklinde karşılık vermesine karşın Kesire Öcalan, Abdullah Öcalan’ı kastederek, “bağlı olduğu güçleri harekete 
geçirir” ifadelerine yer vererek, Öcalan gerçeğini tamamen gün yüzüne çıkarır. Grup akabinde “Şoreşe Kürdistan” adıyla bir dergi çalışmalarına başlar. 

Yazılar oldukça etkili olur. Başta Almanya, Fransa, Hollanda ve İsviçre olmak üzere tüm Avrupa'da ilişkide olunan PKK çevrelerine, Türkiye'deki birçok basın kuruluşuna ve İran'daki kadrolara posta yoluyla ulaştırılır. 

Kesire’nin Berlin’de olduğunu öğrenen Doğu Berlin Hükümeti PKK’nın terörist bir örgüt olduğunu ve Kesire Öcalan’ın da örgütün bir mensubu olduğunu belirterek, 10 gün içerisinde ülkeyi terk etmesini ister. Bu 
durum üzerine Nadire adlı militan hemen Sovyet yetkililerle görüşerek Kesire hakkında verilen kararı geri aldırır. 

Bu arada o dönem KDP’nin Avrupa sorumlularından Hoşyar Zebari’nin görüşme teklifi, KYB’li sorumluların görüşme istekleri ve muhalif gruba katılmak isteyen birçok kişinin talebi Kesire’nin olumsuz karşı koyması nedeniyle gerçekleşmez. Bu durum daha sonra Kesire’nin de bir plan dahilinde grubun içine gönderildiği kaygısını uyandırır. 

Bugün bakıldığında bir çok muhalifin öldürüldüğü bir ortamda Kesire’nin hiç sorunla karşılaşmamış olması bu ihtimali bu iddiayı güçlendirse de kanaatimce bu doğru değildir. Kanaatimce Kesire ve Abdullah Öcalan arasında, Kesire’nin PKK karşıtı faaliyetlerine son vermesi karşılığında affedilmesi şartıyla anlaşma yapılmış ve susması sağlanmıştır. 

Grubun bir araya geldiği son ikinci toplantıda, Kesire Öcalan ve Nadire adlı kişinin, THKPC-Acilcilerden Ali Kasım Kod Mihraç Ural’la görüşmesi ve Suriye rejimine Öcalan’ın Türk derin güçleri ile ilişkili olduğunun 
söylenmesi gerektiğini ve yine THKPC-Acilcilerin Avrupa’daki en önemli adamı Salih ile görüşülmesi konusunda baskı yapılır. Salih Aras Fransa-Paris’te Acilcilerle görüşme gerçekleştirse de bu görüşmenin 
PKK’lılara bildirilmesi nedeniyle Aras öldürülmekten son anda kurtulur. 

Kesire’nin, Cuma Kod Cemil Bayık’ın da Öcalan’a karşı olduğunu, onunda gruba dahil etme yönündeki isteği ve Mihri Belli ile görüşme talebi, Muhaliflerle Kesire arasındaki ilişkilerin son bulmasına neden olur. 

Bu gelişmelerin hemen sonrasında 1989’in başlarında örgüt tarafından, PKK Köln sorumlusu olup, muhaliflere sempati duyan Saliha Kadah ve İdris kod Asım Güzel Paris'te boğularak infaz edilir ve cesedi ormana 
atılır. İnfaz edilen Kadah’ın derisi, tanınmaması için vahşice yüzülür. 

Sakine Kadah aslen Mardin'li bir Yezidi olup, örgütün eski kadın militanlarından birisidir. Örgütün bazı kararlarını sorguladığı için Öcalan tarafından ölüm kararı verilir. Öldürülürken vahşi yöntemler kullanılır. Örgüt Sakine’nin ölümünün kadroyu olumsuz etkileyeceğini bildiğinden infazı gizli tutmaya çalışır fakat başarılı olmaz. Sakine’nin vahşice öldürülme şeklinin deşifre olmasından sonra örgüte müzahir kitle içerisinde itiraz 
sesleri çıkmış ve bazı kopmalar meydana gelmiştir. 

Örgüte sempati duyan ve Sakine'yi yakından tanıyıp, O'nunla evini paylaşan bir bayan, olayı öğrenince çıldırma durumuna gelir ve aylarca psikolojik tedavi görür. 

Sakine Kadah örgüt tarafından infaz edildiği sırada eşi Sinan, Almanya’da cezaevindedir. Eşinin öldürülüşünü ve öldürülme şeklini bilahare öğrenir. Bu kişi eşinin öldürülmesine tepki vermek yerine, olayı kabullenerek, tahliye olduktan sonra PKK içerisinde çalışmaya devam eder. Davranışı konusunda kendisini kınayanlara ise; “gidecek yerim yok, bu saatten sonra çalışacak bir iş bile bulamam. Olan olmuş, muhalif olup ölmektense böylesi daha iyi” şeklinde hayret uyandıran bir savunma yapar. 

İdris kod Asım Güzel ise aslen Kars Digorludur. Kod adını daha önce öldürülen İdris Ökmen adlı teröristten esinlenerek İdris olarak kullanmıştır. 1980 başlarında Libya'ya işçi olarak gider. Orada PKK'nın örgütsel faaliyetleri içerisinde yer alır. II. ve III. Kongrelerin olduğu 1982-86 dönemini burada Numan Uçar (Mahir) ve Osman Öcalan'la birlikte geçirir. Orada bu kişiler arasında sorunlar çıkar ve III. Kongre sürecinde 
Bekaa’ya döner. Bekaa’da askeri konularda eğitim verir. 1987 yazında A. Öcalan tarafından çantasına infaz kasetleri doldurularak Almanya'ya oradan da sürekli merkezi eğitim çalışmalarının yapıldığı Fransa'da görevlendirilir. 

1989 sürecinde örgüt içi işleyiş konusunda bazı eleştirilerini yüksek sesle ifade edince ölüm kararı verilir. Güzel’in Avrupa’da bulunduğu dönemde Kara Ömer Kod Haydar Altun ve Mahir Velat Kod Numan Uçar ile 
arasında çekişme olduğundan, infazında da bu kişilerin yer aldığı söylenmektedir. 

Sakine Kadah ve Asım Güzel’i infaz eden Harun Altun ise daha sonra Kuzey Irak’taki kamplara çağrılır. Altun örgüte yaranmak için her türlü yüz kızartıcı işi yapmış olsa da bunda başarılı olmaz. 4. Kongreden sonra yetkileri elinden alınarak, sıradan bir militan gibi Çin malı bir kaleşnikof marka silah ile Türkiye’deki kırsal faaliyetine gönderilir. 

Hakkâri kırsalında kaldığı bir dönemde meydana gelen çatışmada yaralanır. Bu grubun sorumlusu olan Cemil Bayık, Altun’un arkadaşlarınca kurtarılmasına izin vermez. Zamanla kan kaybeden Altun yaralı olarak 
Askeri Birliklerin eline geçer. Yaralı olarak kaldırıldığı hastanede kan kaybından ölür. Mahir Velat ise Öcalan’ın Avrupa’ya çıktığı süreçte belirleyici kişilerden olsa da daha sonra Öcalan tarafından hain ilan edilerek, hakkında cezalandırma kararı verilir. 

Liderliğini Avukat Hüseyin Yıldırımın yaptığı grup Saliha Kadah ve Asım Güzel’in öldürülmesinden sonra kendilerine daha güvenli bir yer arayışına girerek, 1989 yılının Nisan ayında Hollanda’nın güneyinde, Belçika sınırında bir kasabaya yerleşirler. 

Salih Aras ve Yılmaz Kod adlı militan İsviçre’de barınma kararı alırken, Hüseyin Yıldırım İsveç’e bir doktor arkadaşının yanında kalmaya başlar. Yıldırım bu evde kalırken, daha önce Yıldırım’ın daha önceki yıllarda tutuklandığında tercümanlığını yapan Eva Torin adlı bayan ve İsveç İstihbarat Örgütü SAPO’dan üç kişi gelerek kendisiyle görüşür. 

SAPO görevlileri Yıldırım’a “Yarın Cumartesi ve Pazar dışarı çıkma. Üç komando seni öldürmeye gelmiş” bilgisini iletir ve bu üç kişinin adını, soyadını, anne ve baba adını, doğum yerlerini bir kâğıda yazılı olarak 
kendisine verirler. Bu bilgi esasen Alman polisinin elde edip, İsveç’e bildirdiği ve İsveç istihbaratının da teyit ettiği bir bilgidir. Bu bilgi halen Yıldırımın arşivinde bulunmaktadır. 

Grup üyeleri buraya yerleştikten sonra Hollanda vatandaşı Yılmaz Kod işsizlik maaşı için resmi başvuruda bulunur. Başvuruda referans olarak belirtilen adreste Hollanda makamlarının çalışma yaptığı dönemde, bu adreste çalışan bir sempatizan durumu örgüte bildirir ve adres örgütün eline geçer. 

Grubun yerinin öğrenilmesinden sonra örgüt tarafından Hüseyin Yıldırım ve Yılmaz Kod adlı kişinin istihbaratı yapılır ve 13 Haziran 1989 tarihinde restoranda yemek yedikleri bir sırada kendilerine üç örgüt mensubu tarafından silahlı saldırı yapılır. 

Saldırıda yılmaz Kod çenesinden Hüseyin Yıldırım ise bacağından vurulur. Polis tarafından yapılan çalışmada olay yerinde 27 adet boş kovan bulunur. Hüseyin Yıldırım saldırı esnasında kendine ateş edenlerden birinin Sakallı Zınnar Kod adlı militan olduğunu tespit eder. Yıldırım saldırganları tanımış olmasına rağmen bu isimleri polise söylemez 91. 

Sıkılan kurşunlar Yılmaz Kod’un çenesinin bir tarafından girerek diğer tarafında kalır ve çenesi parçalara bölünür. Bu nedenle Belçika’da bir ortopedi hastanesine yatırılır ve birkaç ameliyat geçirir. Hüseyin Yıldırım ise 
Hollanda’da ki bir hastaneye götürülür. 

Saldırıdan sonra terör örgütün Avrupa Merkez Komite Üyeleri Fransa’nın Metz kentinde bir toplantı yaparak, eylem değerlendirmesinde bulunup, eylemin başarılı olduğu değerlendirilmesi yapılır. Eylemin ardından Şam’daki Öcalan aranıp, şahısların öldürdüğünü bildirdilerse de sonrasında bu kişilerin yaralı kurtuldukları haberi gelir. 

Saldırı Türk ve Dünya basınında duyulduğunda etkisi yüksek olur. Fransa Eski Cumhurbaşkanının Eşi Daniel Mitterant yaralılarla yakından ilgilenilmesi için defalarca Hollanda Diş İşleri Bakanlığına telefon ederek, destek sunmalarını ister. Hollanda’nın İsveç Büyükelçisi ise hastaneyi ziyaret ederek, hastane masraflarının karşılanması için talimat verir. Eylemin başarısız olmasından sonra açıklama yapan PKK Avrupa bürosu “olayın 
Türk MİT’i tarafından gerçekleştirdiğini ve PKK’ya yıkılmak istendiği” şeklinde açıklama yapar. 

Olaydan bir süre sonra Alman İstihbarat Görevlileri de hastaneyi ziyaret ederek, kendilerine koruma vereceklerini söyler. İddiasına göre Yıldırım bu teklifi de kabul etmez ve koruma taleplerinin olmadığını bildirir. Akabinde de arkadaşları tarafından alınarak İsviçre’deki bir hastaneye götürülür. İsviçre’deki tedavisi tamamlandıktan sonra da Güney Fransa’da Fransız Solcularından Longo Mai grubuna ait bir çiftliğe giderek orada dinlenir. 

Hüseyin Yıldırım örgütün ilk kurulma aşamasında yer almış, 1980 sonrası meşhur Diyarbakır mahkemelerinde örgütün avukatlığını yapmış ve sonrasında da Avrupa sözcülüğüne getirilmiştir. Dolayısıyla Öcalan ve PKK’nın derin faaliyet ve irtibatlarını yakından görmüş, bir bölümünde de yer almıştır. Bu nedenle ilk iş olarak PKK ve Öcalan’ın; Mihri Belli, Yalçın Küçük ve Doğu Perinçek üçlüsü ile olan bağlantılarını ortaya koyan 
doksan sayfalık bir kitap hazırlar. Bu kitap 29 Kasım 1989 tarihinde tamamlanarak yayına hazır hale getirilir. 

Yazının hazırlığına geçileceği dönemde Alman İstihbaratının talebi doğrultusunda Fransız Polisi Yıldırım’ın çiftliğine baskın yaparak onu gözaltına alıp, Marsilya savcılığının isteği ile gözaltına alır. Bu baskında 
Fransız polisi içerisinde Ermeni asıllı Türkçe bilen polislerin olması da baskının ne amaçla yapıldığı konusunda kuşkular oluşturur. Fransızlar, Yıldırım’ı bir süre gözaltında tuttuktan sonra kendisine Fransa pasaportu 
verileceğini ve Fransa’da kalmasını isterler. 

Alman ve Fransız istihbaratının PKK muhaliflerinin sözcüsü olan Hüseyin Yıldırım’ı yıpratma politikasına girmesi kuşkulara neden olmuştur. Alman ve Fransızların baskılarının artığı bu günlerde muhalif grubun üyelerinden Kesire Öcalan gruptan ayrıldığını kesin olarak belirtip, Öcalan’ın yakın dostu Mihri Belli’nin yanına Stockholm’e gider. Kesire’nin bu tercihi grup içerisinde şok etkisi meydana getirir. Mihri Belli ile Öcalan arasında bilinenin de ötesinde bir bağlantı bulunmaktadır. Belli, Öcalan’ı yetiştiren ve PKK’nın programını hazırlayan kişi olup, örgütün derin güçlerle olan bağlantısında kilit bir konumdadır. 

Yıldırımın göz altısıyla başlayan, Alman ve Fransız Devletinin baskısıyla devam eden sürece PKK terör örgütü de destek sunmuş, Ali Haydar Kaytan ve Mustafa Karasu tarafından kaleme alınan iki ayrı yazıyla muhalif grup tekrar ölümle tehdit edilmeye başlanmıştır. 

 BU BÖLÜM DİPNOTLARI;

1 Burkay K., Kürtler ve Kürdistan, 1992, İstanbul, s.454. 
2 Çay, A., Her Yönüyle Kürt Dosyası, Ankara, 1996, s,13 
3 Ömer Özüyılmaz’ın Gurmanc ve Kürtlerin kökeni adlı eserine göre, Kürtler ve Gurmanclar iki ayrı halk olup, Bu iki topluluk yeni bir millet oluşturma amacıyla Batılılarca birleştirilmeye çalışılmış ve önemli oranda da  başarılmıştır. 
4 Çay, a.g.k. ,s,17 
5 Çay, a.g.k., s.119,120 
6 http://zozanozgokce.blogcu.com/1833224/ 
7 Ulubelen, E., İngiliz Gizli Belgelerinde Türkiye , İstanbul, 2006, s.177-247 
8 Ulubelen, a.g.k., s.113 
9 Ulubelen, a.g.k., s.188 
10 Turan yavuz, ABD’nin Kürt Kartı, İstanbul, 1993, s.54-70. 
11 Marcus A., Kan ve İnaç, İletişim Yayınları, 2009 
12 Sakık Ş., Apo, Ankara, Ankara, 2005, s.51 
13 Necdet Pekmezci, PKK’nın MİT’tolojik Tarihi, Silüet Yayınları. 
14 Bu kişinin içinde bulunduğu yapılanma Türk Milli Ülküsü dışında etnik-kafatasçı bir yapıdır. 
15 Öcalan A,. Devrimin Dili ve Eylemi, s. 110, 117, 122, 155. 
16 Öcalan A., Bir Halkı Savunmak, İstanbul, 2004, s.255 
17 Yalçın Küçük bu dönemde Cumhuriyet Gazetesinde Yöneticilik yapmaktadır. 
18 Sakık, a.g.k., s.52 
19 Öcalan, Bir Halkı Savunmak,… s.255 
20 Akçora E., ” Tarihi Gelişimi İçerisinde Terör Örgütlerinin Türkiye Üzerindeki Emelleri Ve İşbirlikleri” Doğu 
Anadolu Güvenlik Ve Huzur Sempozyumu, Elazığ, 2000 , s.266. 
21 Stratejik savunma (1984-1989), Stratejik Denge (1989-1991) ve Stratejik saldırı (1991-1996) 
22 Bahse konu görmek amacıyla 2008 yılı şubat ayında Lice’nin Fis köyüne giderek incelemeler yaptım, halkla 
yaptığım görüşmede, köy halkının Ermeni asıllı olduğu ve sonradan İslam dinin seçtiklerini müşahede ettim. 
23 Alperener M., PKK terörünün Belçika boyutu, s.18. 
24 Demirkıran S., PKK, İstanbul ,2001, s.103. 
25 Bazı kaynaklara göre ise 7 Temmuz 1979’dır. 
26 Demirkıran, a.g.k., s.103. 
27 Naif Havatme, 17 Kasım 1935 yılında Ürdün’ün Salt şehrinde doğmuş Filistinli politikacıdır. Havatme Grek Ortodoks bir bedevi kabilesinden gelmektedir. 1954 yılında yüksek eğitimine Kahire’de devam ederken, Arap 
Ulusal Hareketi örgütüne katılarak partinin sol kanadında yer almıştır. 1967’de tekrar bu ülkeye dönüp, Filistin Halk Kurtuluş Cephesine katılmıştır. Kurucularından biri olduğu FHKC’den koparak 1969 yılında Filistin'in 
Kurtuluşu İçin Demokratik Cephe’yi (FKDC) oluşturarak, bu Marksist hareketin genel sekreteri olmuştur. 
28 Kotan M., Yenilginin İzdüşümleri, Atina, 2003, s.78.. 
29 http://www.internethaber.com/kemalistlerden-esada-buyuk-destek-381188h.htm 
30 Akçora, a.g.m., s.268. 
31 Alperener, a.g.k, s.26. 
32 Akçora, a.g.m., s.268 
33 Altuğ Y., Terörün Anatomisi, İstanbul, s.100-101. 
34 Kotan, a.g.k., s.81 
35 Berkan İ, “PKK Tarihinden”, Hürriyet, 4-5 Mart 1999 
36 Öcalan A., Şubat-Mart konuşmaları, Suriye, 1988. 
37 Buzoğlu M. H., Türkiye’nin Ulusal Güvenliği ve PKK, 1997, Ankara, Yüksek lisans Tezi. 
38 Cem Ersever, Kürtler, PKK ve Abdullah Öcalan, s.85. 
39 Kotan, a.g.k., s.54 
40 02 Ocak 2007 tarihli Abdullah Öcalan’ın avukatları ile görüşme notu 
41 Akçora, a.g.m., s.270 
42 Cem Ersever, PKK, Kürtler ve Öcalan, s.111. 
43 Kürdistan Aktüel, Kayıplar adlı makale 
44 Daha geniş bilgi için: Yıldız H., ”Muhatapsız Savaş Muhattabsız Barış” s.146-150 
45 Ersever, a.g.k., s.71. 
46 http://www.sosyalistkurd.net/index.php?Itemid=117&id=263&option=com_content&task=view,PKK ‘de iç tasfiyecilik, iç 
şiddet, infazlar, bunun bir çizgi, bir kurum olarak kurumlaştırılması, 
47 Abdulkadir aygan, PKK; Yapısı, ideolojisi ve işleyişi adlı makale 
48 Karer B., Bir serüvenin düşündürdükleri, s.53. 
49 Öcalan A., Devrimin Dili ve Eylemi, s. 176 
50 Karer, Bir Serüvenin Düşündürdükleri, 54. 
51 Serxwebun Dergisi, sayı 42. s,6 
52 Öcalan A., 12 Eylül Faşizmi ve PKK Direnişi, s. 487 
53 Akçora, a.g.m., s. 270 
54 Demirkıran, a.g.k., s. 105. 
55 Öcalan A, Aydınlarla Söyleşi, 10 Nisan 1992, s.35-36. 
56 Berxwedan Dergisi, Mart-95, sayı 8, s.6,7 
57 Yavuz T., ABD'nin Kürt Kartı, İstanbul, 1993, s. 100-102 
58 Öcalan A., Kürdistan Yurtseverliği ve Ulusal Kurtuluş Cephesi, İstanbul 1993, s.41-73 
59 Öcalan A., Seçme Yazılar, İstanbul, 1992, s.157. 
60 Aras S., PKK Düseldorf Davası Adlı Makale, Ocak 2009. 
61 Kotan, a.g.k., s.115
62 Aras, PKK Düsseldorf Davası Adlı Makale, 7 Ocak 2009.

63 Milliyet, “Olaf Palme Cinayetinde PKK Şüphesi”, 18 Ağustos 1985
64 Berxwedan Dergisi, PKK Merkez Komite, Mart-95, sayı 8, s.5 
65 Gün E., Ape Musa-Faili Bilindik Meçhul, 2010, İstanbul, s.73. 
66 Harun’ kod isimli Süreya Özbey, MHP Ülkü Ocakları’nda yetiştiği ve daha sonra da PKK’ya geçtiği iddia edilmiştir. Bu iddiayı ortaya atan Selim Çürükkaya’nın Sırlar Çözülürken adlı kitabında Süreya Özbey’in, Papa 
ve İpekçi suikastlarının kilit ismi olan Yalçın Özbey’in kuzeni olduğunu ileri sürülmüştür. 
67 Doktor Cihan kod adlı Lamia Bakşi, daha sonra ajan olduğu gerekçesiyle Kuzey Irak'ta öldürülmüştür. 
68 Sabah Gazetesi, Saygı Öztürk, “Palme Tetikçisi Cezaevinde” adlı yazı, 30 Nisan 1998. 
69 Hürriyet Gazetesi, Enis Berberoğlu, “Palme cinayetinde PKK taşeron mu?” adlı yazı, 3 Haziran 1999. 
70 14 Mart 2001 tarihli Abdullah Öcalan’ın avukatları ile görüşme notu 
71 Öcalan A., Sümer Rahip Devletinden Demokratik Halk Cumhuriyetine Doğru, ,2000, İstanbul, c-II, s.163 
72 http://www.radikal.com.tr/1999/06/02/turkiye/02ist.html 
73 Bunun için devam eden iddia olunan Ergenekon Terör örgütü iddianame lerine bakılmalıdır. Bu iddianamelerde ETÖ-PKK ilişkileri detaylı olarak işlenmiştir. 
74 http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/printnews.aspx?DocID=-236018 
75 Yeni Gündem Gazetesi, Mayıs 1987, s.12 
76 Akçora, a.g.m., s.271. 
77 Dağlı F., Birakuji-Kürtlerin İç Savaşı, Belge Yayınları, 51-53 
78 Serxwebun Dergisi, Temmuz, 1987, s.15. 
79 Öcalan A., Aydınlarla Söyleşi,… s.100. 
80 Berxwedan Dergisi, Ocak 1988, sayı 46, s.9. 
81 Ghaliand G., Kurdistan und die Kurden, Band 1, Reihe Pogrom, Gesellschaft für Bedrohte Völker Göttingen und Wien, August 1988. s. 175-176 
82 Güngör Ç., Avrupa Komitesine Açık Mektup, 15 Nisan 1983. 
83 Güngör Ç., Devrimci-Demokratik Kamuoyuna, 18 Mart 1984. 
84 Öcalan A., PKK'ye Dayatılan Tasfiyecilik ve Tasfiyeciliğin Tasfiyesi, Köln, 1993, s. 47. 
85 Aras S., Düsseldorf PKK Davası, 11 Aralık 2008. 
86 1988 de örgüt içinde A.Öcalan'a karşı çıkan muhalefetin yandaşı olması gerekçesiyle Sakine Kadah'la birlikte Paris'te infaz edilir. 
87 Aras S., PKK Düsseldorf davası 8, 08 Şubat 2009. 
88 Demirkıran, a.g.k., s.108. 
89 Nusayrilerin iddialarına göre Hz. Ali’nin vücudunda Allah’ın ruhaniyeti vardır. Bu sebeple Nusayrilerin görüşlerinin temelini Hz. Ali’nin ilahlaştırılma sı teşkil eder. Nusayrilerin bütün kollarına göre, Hz. Ali, mabuttur, Tanrıdır. Hz. Ali, ne doğurdu ne de doğruldu. Ölümsüzdür. Her zaman vardır. Zatı yıldızlara hâkim olan nurdur. Nurun nurudur. İlâhî zatı itibariyle gizlidir. Hz. Ali, yerler ve göklerin yaratılmasından önce de var olmuştur, sonra da. O, manadır. Görünüşte imam ise de, bâtınî olarak o Tanrı’dır. Bu, Nusayriliğin temel inancı olduğu için, onlara göre şehâdet kelimesi, “Ben, Hz. Ali’den başka ilâh bulunmadığına şehâdet ederim.” şeklindedir. Hz. Ali Allah’tır ve nurundan Hz. Muhammed’i (s.a.v) yaratmıştır. Hz. Ali manadır, Hz. Muhammed (s.a.v.) ise isimdir. Hz. Muhammed de (s.a.v.) kendi nurundan Selman-ı Farisi’yi yaratmıştır. Bu sır, Nusayriler tarafından, Hıristiyanlıktaki “Baba-Oğul-Kutsal Ruh” sistemiyle açıklanır. 
90 Kotan, a.g.k., s.172. 
91 Hüseyin Yıldırım konu ile ilgili olarak isimleri Polise verdiğini söylese de bunun teyidi mümkün değildir. Yıldırım’ın bazı konularda kendini güçlü ideolojik yanları olan biri gibi gösterme gayreti izlenmiştir. Bu nedenle 
bazı beyanlarının abartılı olabileceği değerlendirilmektedir. 

5 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR


***