8 Temmuz 2010 Perşembe

Terör Üzerine Bir Yazı

.

Terör Üzerine Bir Yazı

Ne zamandır böyle bir yazı yazmayı düşünüyordum;defaatle sesli olarakta dile getirsem hep yazmak istemişimdir.Bir gazetenin vakti zamanında vermiş olduğu Türkiye haritasında artık çoğumuzun ezberlediği ilçeleri yazıcam birazdan.Bunları haritada tükenmez kalemle koyu bir şekilde daire içine aldım ve sabırla yazımı yazacağım günü bekledim ve o gün bu gündür:

Şimdi ben isimlerini yazıcam,düşüncelerimi sonra yazacağım:

Ovacık,Doğanyol,Cüngüş,Siverek,Karlıova,Dicle,Hani,Lice,Kulp,Silvan,Sason,

Kızıltepe,Savur,Gercüş,Dargeçit,Güçlükonak,Kızılsu,Cizre,Silopi,Mutki,Sarı

konak,Tatvan,Reşadiye,Eruh,Uludere,Beytüşşebap,Çukurca,Dağlıca,Yüksek

ova,Şemdinli,Başkale,Çatak,Bahçesaray,Saray,Muradiye,Beşiri,Bağlıca.

37 yer ismi tek kalemde ezbere işaretlediğim yerdir.Eksiği varsa eksiklerini gören bilicektir.Neden ezberledik biz bu isimleri;bir türlü bitirilemeyen terör saldırıları yüzünden.Çeyrek asır geçti terör hep bu yerlerde.Her defasında bu yerlerde can alıyor.Çeyrek asır.Tamam üzüntümüz var,canımız acıyor,morali miz bozuluyor,çatık kaşlı oluyoruz.İyi güzelde insan bir yerden sonra hep aynı yerlerde canımız gidince kanımız akınca sinirleniyor,öfkeleniyor ve neden hep aynı yerlerde olan bu saldırılara önlem alınıyor diyelim ama neden bitirilemiyor diyede sormadan edemiyor? Çeyrek asırdır sayısız operasyon yapıldı mı?Yapıldı yapılıyor.Mekan belli mi?Belli.Milyar dolarlar harcandı harcanıyor mu?Harcanıyor.Bu 37 mekandan niye bunlar atılamıyor?Arazi şartları bir gerçek.Onlar bizim Mehmetimzin geçiş yerlerini hatta tahminim odurki geçiş saatlerini bile ezberlediler,ezberledilerde askerlerimizin mi ezberi zayıf yoksa artık askerlik operasyon-kışla güzergahından çıkıpta kışlayı dağda,ovada bilmekte mi geçiyor?Bence bu ikincisi yani kışlayı dışarısı bilmek ve stratejiyi ona göre ayarlamak gerek.Her defasında aynı güzergahta,aynı ilçe isimlerinde,aynı ilde Mehmetimin ölmesinden artık üzüntüm öfkeye dönüştü.Hep aynı yer hep aynı yer.Ülke kalkınmasına harcanacak milyar dolarlar silaha aktı,akmayada devam ediyor.Ülke dışına dahi defalarca harekat yaptık.Hepimizin ezberlediği yerlerde hala askerimize saldırılar oluyor!Biteceğede açıkçası benzemiyor!Çeyrek asır dile kolay.Valla kimse kusura bakmasın terörle mücadele uzun soluklu bir vaziyet sözü seçimlerden önce popülist vaatlerde bulunan partilerle aynı benim gözümde.Çeyrek asır çok mu kısa da hala uzun soluktan bahsediliyor.Başarısızlığı bu slogana sığınarak öfkenin,üzüntünün şiddeti artık engellenmiyor.Hepimiz artık bitsin,gereken ne varsa yapılsını hergün söylüyoruz;bunları boşuna mı söylüyoruz?Demekki bişilerin yapılmadığını hepimiz görüyoruz.Uzun lafın kısası ölen Mehmetlerime Allah rahmet eylesin,hepimizin başı sağolsun.


..

15 Mayıs 2010 Cumartesi

“Milliyetçilik Tantana Yapmakla, Erzurum’da ip Atmakla Olmaz.'''


“Milliyetçilik Tantana Yapmakla, Erzurum’da ip Atmakla Olmaz.'''





Milliyetçilik Tantana Yapmak Değildir

Cuma, 07 Mayıs 2010 10:56


Hak ve Eşitlik Partisi (HEPAR) Genel Başkanı Emekli Tüm General Osman Pamukoğlu 3 gündür sürdürdüğü Trakya gezisinde, Çorlu İlçe Teşkilatı'nda basın mensuplarıyla bir araya geldi.



Pamukoğlu Ak Parti iltidarını ve MHP’ yi sert bir dille eleştirerek: “Milliyetçilik tantana yapmakla, Erzurum’da ip atmakla olmaz. Bu işler cesaret ve yürek ister”dedi.Trakya gezisinde halkın büyük ilgisini ve desteğini gören HEPAR Genel Başkanı Osman Pamukoğlu, Çorlu ilçe teşkilatında basın mensuplarına gündemdeki konular ve partisinin programı hakkında bilgiler verdi.


Pamukoğlu açıklamasında: “3 gündür Trakya bölgesindeyim.programım birkaç gün daha sürecek. Anadolu’da gördüğüm sıkıntı neyse, Trakya’da ki sıkıntıda aynı. Halk huzursuz, mutsuz, ekonomi bozuk, ülkede güvensizlik hakim. Toplumu hep rahatsız eden 3 ana unsur var. Bunlar; ekonomi, güvenlik ve adalet.Halktan ve toplumdan kopuk hükümetler halk hep soğutulmaktadır.Bizim tarzımız bizzat halka giderek anlatmak, sorunları halkın kendisinden dinlemektir. Anadolu da halk karar aşamasında. Trakya’da ise gördüğüm, Trakya’lı kararını vermiş ve bir an önce seçimi bekliyor. Çok önemli koşullar ve gelişmeler olmasa seneye bu aylarda genel seçimler yapılacaktır. Partimiz her geçen gün halkın desteği ile büyümektedir. 60 il, 400 ilçe ve yeteri sayıda belde de teşkilatlanmamızı tamamladık. Genel seçimlere girme hakkımızı elde ettik. Bundan sonra karar milletimizindir” dedi.

Genel Başkanlık sultasını da eleştiren Pamukoğlu bir basın mensubunun konuyla ilgili olarak düşüncelerini sorması üzerine Pamukoğlu: “Ben sıfat ve rütbeden hoşlanmam. Bizim partimizde genel başkanı Ankara’ya salona doldurulmuş delegeler değil, tüm partililerimizin takdiriyle seçilecektir. Delege süzülmüş adamlardır. Genel başkanın askerleridir. İktidara geldiğimizde siyasi partiler kanunu değiştireceğiz. Milletvekilleri Yedi sülalesini Meclisin sağlık fonundan yararlandırıyor. İşlerine gelen kanunları bir dakikada geçirebiliyor. HEPAR iktidarında bunlara son verilecektir. Anayasa değişikliği konusunda partimizin tavrı kesin ve nettir. Biz anayasa paketinin tümüne karşıyız. Bunların amacı halka keçiboynuzu yedirmektir. 367 lik bir çoğunlukla bu gün değiştirebilirsiniz. Yarın birileri gelir 400 kişilik çoğunlukla iptal eder. Allah bunlara akıl fikir versin” dedi.

Hak ve Eşitlik Partisi Genel Başkanı Osman Pamukoğlu açıklamalarının sonunda MHP’yi ve Genel Başkanı Devlet Bahçeli’yi de eleştirerek: Biz MHP den külliyen farklıyız. Halk bu güne kadar MHP’yi hiç iktidar yapmış mı? Hayır. Yapar mı? Gene hayır. Milliyetçilik tantana yapmak değildir. Önce doktora gitsinler. Bölücü başı Apo’nun idam karırında ne yaptın da,Erzurum’da ip atmaya kalkıyorsun. Bir toplum meselelerini başkasına bırakırsa o toplum millet olmaktan çıkar. Bu ülkede yaşanan kötü gidişattan her birey sorumludur. Özgürlük ve cesaret yoksa hiçbir şey yoktur. Ergenekon ve balyoz, bunun benzerleri hepsi siyasi mekanizmanın birer oyunudur” dedi.


Kaynak: Trakya Gündem
http://www.idealimforum.com/basindan-alintilar-ve-haberler/11033-8220milliyetcilik-tantana-yapmakla-erzurum8217da-ip-atmakla-olmaz.html

2 Nisan 2010 Cuma

Otomobilin Görsel Kimliğine Kavuşması: Bir Serüven - İdalimForum.Com




OTOMOBİLİN ENDÜSTRİYEL TASARIM HİKAYESİ
                                                                                                   
Otomobilin 1930'lara kadar olan evrimi (Çizim: Raymond Loewy).

Ford Model T, 1917 (Museo Nicolis; MartRovereto'nun izniyle).

Hiçbir konu endüstri tasarımıyla otomobil tasarımı kadar sağlam biçimde bağlantılı değil. Çünkü, çoğu endüstriyel nesnenin endüstri öncesi bir tarihi de varken, otomobil için bu sözkonusu değil. Öte yandan otomobil tasarımı karmaşık teknik içeriği nedeniyle de, endüstri tasarımcılığı pratiği içinde bir tür ustalık deneme başlığı tanımlıyor. Konunun kısa bir tarihsel özetini sunuyoruz.

Tatra 77, 1934 (Verkehrshaus der Schweiz, Lucerne, İsviçre; Fotoğraf: Nick Brändli; MartRovereto'nun izniyle).

Alfa Romeo 40-60 HP Siluro, Carrozzeria Castagna, 1914 (Automobilismo Storico Alfa Romeo, Museo Storico; MartRovereto'nun izniyle).

Bugatti T 46, 1933 (Musée National de l'Automobile Collection Schlumpf, Mulhouse, Fransa; MartRovereto'nun izniyle).

Elif Kocabıyık n İcadı her ne kadar 19. yüzyılın sonunda gerçekleştiyse de, otomobil maruz kaldığı ve maruz bıraktığı teknolojik, sosyal, kültürel, ekonomik, ergonomik, politik dönüşümleri ve dönüştürmeleriyle 20. yüzyıla ait en önemli tasarım ikonlarından birisidir.
20. yüzyıl, insanoğlunun varlığını teknolojik yeniliklerle şekillendirdiği bir karaktere sahipti ve dolayısıyla otomobil de bu fenomenin en önemli sembollerinden biri oldu. Fransız yapısalcı Roland Barthes'ın "çağın büyük yaratımı" olarak nitelendirdiği otomobile önem kazandıran kullanım değerlerinin soyut bir boyutu, 1906 yılının "Genel Otomobil Gazetesi"nde (Allgemeinen Automobil Zeitung) şu şekilde formüle edilmişti: "Otomobil, (...) ileri doğru devinimin hızlılığını sağlayacak. Demiryolları (...) ortadan kalkıyor ve insan oldukça özgür bir biçimde, uzam ve zaman üzerinde egemen oluyor" (Ruppert, 1996, s. 152). Bu formülde "devinim hızı" ve bireylerin uzamdaki "bağımsız sirkülasyonu" endüstriyel uygarlığın kılavuz modelleri, otomobil de bu modellerin nesnesi formunda işaret edilmiştir. Gerçekten de 20. yüzyıl başlarında modernleşme sürecinin yorumcuları, kendi kumanda ettikleri otomobilleriyle kentsel ve kırsal bir uzamda devinme olanağını keşfettiler; kitlesel hareketlerle gündelik yaşam kültürünü ve şehir-kırsal yaşam mekanlarını dönüştürdüler. Walter Gropius da "devinim güdüsü"nün "çağın belirleyici güdüsü" olduğunu öngörerek otomobilin dönüştürme gücünü vurgulamıştı (Ruppert, 1996, s. 156).

Otomobilin insanoğlundaki devinim güdüsünü açığa çıkardığı ve sonuçta bunu bir gereksinime dönüştürmeyi başardığı bir gerçek. Ancak otomobilin icadı sırasında mucitleri yönlendiren hissiyat; devinime duyulan bir gereksinim, ciddi bir at kıtlığı, vatandaşların ya da ulusal liderlerin talebi vs. değildi. Otomobil mucitlerini yönlendiren şey, otomobili ilk on yılda satın alabilecek parasal güçte olan kişilerle aynıydı: oyuncak ya da bir eğlence aracı yaratmak ve kullanmak (Basalla, 1996, s. 8).

1876 yılında Alman araştırmacı Nikolaus A. Otto'nun geliştirdiği içten yanmalı dört zamanlı motorun ardından -ki bu, günümüzde kullanılan motorların da temelini oluşturmaktadır- 1885 yılında iki Alman mucit Karl Benz ve Gottlieb Daimler benzinle çalışan ilk otomobili bu motoru kullanarak meydana getirdiler. Daimler ve Benz'in bu başarısı Avrupa'nın birçok ülkesinde ve ABD'de otomobil endüstrisinin gelişimini tetikledi.
19. yüzyılın sonları, o yıllarda aralarında ciddi bir fark gözetilemeyen -en azından buharlı ve benzinli otomobil arasında- benzinle, buharla ve elektrikle çalışan otomobillerin rekabetine sahne oldu. 1905 yılına gelindiğinde New York otomobil fuarında sergilenen otomobil miktarına bağlı olarak benzinli otomobillerin zaferi kesinlik kazandı (Basalla, 1996, s. 267).

Otomobil, ortaya çıkışının ilk on yılında, toprak beyleri ve kapitalistler tarafından ya da doktorlar gibi burjuva mesleklerinden insanlar tarafından kullanılan lüks bir nesneydi. Özellikle ilk grup için otomobil, kısmen bir spor ve eğlence makinesi kısmen de statü temsili gereksinimlerini doyurabilen bir nesneydi (Ruppert, 1996, s. 141-142).

Otomobillerin "zengin oyuncağı" olmaktan "gelecek göstergesi"ne dönüşümünde tasarımcılar, otomobil formunu değiştirerek yarattıkları sembolik dil ile önemli bir rol üstlendiler. Ancak otomobilin sembolik dilinin oluşumundan önce, kendine özgü görsel kimliğine kavuşması gerekiyordu.

Raymond Loewy'nin çizimlerinde de görülebileceği gibi, icadından 20. yüzyıl başına kadar geçen sürede otomobil, formunu fayton, at arabası ve benzeri araçlardan miras almıştı. Atın yerini alan motor, oturma biriminin altında yer almaktaydı. "Atsız araba", bu formu ile dengesiz, tasarımı eksik bir görüntüye sahipti. 1900'lerden itibaren otomobilin kendine özgü formu da gelişmeye başladı. Ancak bu durum, otomobile yeni bir görsel kimlik kazandırma hevesinden ziyade teknolojik gelişmelerde toplanan ilginin, formun gelişmesine önayak olması; bir teknolojik gelişimin diğerini takip ederken, formun da bu teknolojilerle gelen fonksiyonları takip etmesi şeklinde gerçekleşti. Bu oluşum çerçevesinde yer alan bir görüşe göre, otomobil elemanlarından dümenin yerine geçen direksiyon ile araba tavanı, estetik kaygı ile geliştirilen tek bileşenlerdi (Sparke, 2002, s. 8-9). Teknolojik gelişimlerin etkisiyle gezi otomobilinde motor artık önde yer almaya başladı ve karoser (otomobil gövdesi, kabuğu), sürücüler ve yolcular için bir uzam oluşturacak şekilde bir forma kavuşturuldu. Tekniğin belirlediği bu amaçsal form, kültürün belirlediği bir temsil biçimine de dönüştü. Otomobil bu süreklilik içinde, çok geçmeden, sahibinin toplum içindeki konumunu simgeleme işlevlerini de üstlendi (Ruppert, 1996,
s. 165).

Otomobilin üretim yöntemi de "atsız araba" formunu destekleyecek bir nitelikteydi: şasi yeni otomobil üreticileri tarafından, ahşap kasa ise geleneksel yöntemlerle çalışan at arabası üreticileri tarafından karşılanıyordu. Son olarak parçalar zanaatsal yöntemlerle bir araya getiriliyor ve müşterinin sosyal statüsüne göre yüzey dekorasyonu ile bitirme işlemleri tamamlanıyordu. Bütün bu at arabası üreticilerinin alışık oldukları düzende çalışma arzusunun, otomobil formunun kendine özgü bir kimliğe dönüşüm sürecini uzattığı düşünülebilse de devir, otomobil mühendisliğinin devri idi. Teknik gelişmeler sürecinde metal, seyrek olarak da alüminyum, ahşabın yerini aldı ve sadece metalden üretilmiş otomobil gövdesi 1914 yılında Amerikan Dodge firması tarafından üretildi. Bu gelişmeyi İtalyan Lancia firması 1918'de, Fransız Citroen firması 1928'de takip ettiler (Sparke, 2002, s. 9).

Otomobilin strüktürel elemanlarında ve gövdesinde çelik kullanılması; Amerikan otomotiv endüstrisinde, özellikle de Henry Ford'un katkılarıyla, prefabrikasyon, standardizasyon ve seri üretim olgularını geliştirdi. Henry Ford'un 1903 yılında kurduğu Ford Motor Şirketi, 1908 yılına kadar alfabenin ilk harfinden S harfine dek erişen 19 ayrı Ford otomobili üretti ve piyasaya sundu. 1908 yılında üretilen Model T, piyasadaki diğer otomobillerin hemen hepsinden daha pahalı, ancak hafif, güçlü, basit ve dayanıklıydı. Döneminin bugünle karşılaştırıldığında yol denemeyecek zeminlerinde, sürücüsünü gideceği yere ulaştırmakta ve oluşabilecek bir arıza durumunda genellikle uzmanlaşmış onarıcılar gerektirmemekteydi. Gördüğü yoğun ilgi ve sağladığı kazanç ile başarısı kanıtlanan Model T, Henry Ford'u ‘üretim maliyetini düşürerek otomobili kitlesel pazara çekme' yöntemlerini düşünmeye itti.

Üretim Hattı (ya da Montaj Hattı, Montaj Bandı) diye anılacak yöntem bu arayışlar sonucunda 1913 yılında başarıyla uygulamaya kondu. Bu yöntemin özünde, otomobil bir hat üzerinde kayarken, üzerinde gerçekleştirilecek işlemlerin, sadece tek bir görevi olan işçiler tarafından yapılması yatmaktaydı. Bu sayede yöntemin dört temel ilkesi işlerlik kazanıyordu: kesinlik (standardizasyon), süreklilik, sistem (üretim için gerekli sermayenin ve hammaddenin organizasyonu) ve hız (Şenyapılı, 2005,
s. 12-14). Gerçekten çok etkili olan bu yöntem ile ABD'de otomobil montajı süresi, 12 saat 28 dakikadan 1 saat 33 dakikaya indirildi (Bridges, 1968, s. 149). Sonuç olarak, 1909 yılında fiyatı 950 dolar olan Model T, 1917 yılında 350 dolar'a, 1923 yılında ise 290 dolar'a satılır hale getirildi ve bu rakamlarla, Ford Motor Şirketi dünya pazarında lider konumuna yükseldi (Ruppert, 1996,
s. 147).

Küresel Otomotiv Seçimleri Vakfı'nın (Global Automative Elections Foundation) 1997 yılında itibaren oylamaya açtığı ve 1999 yılında sonuçlarını ilan ettiği "20. Yüzyılın Otomobili" seçimini kazanan Ford Model T (Şenyapılı, 2005, s. 17), tasarımı açısından at arabası formunun genel özelliklerini taşımaktaydı. Bu seçimde, aynı zamanda "20. Yüzyılın Otomotiv Girişimcisi" seçilen Henry Ford için, seçildiği branş dolayısıyla, otomobil tasarımında estetiğe yenilik katmaktan ziyade otomotiv sektörünü geliştirmesi ile öne çıktığı söylenebilir. Standardize edilmiş otomobil parçaları değiştirilerek farklı versiyonları üretilebilen Model T'nin formu, bütüncül silueti ile değil, parçalardan üretildiğini dikte eden yapısı ile öne çıkıyordu. Model T'nin müşteri gözündeki en büyük başarısı estetiği değil, güvenilirliği idi. Ford'un ünlü, "rengi siyah olduğu sürece, her renkteki arabayı satın alabilirsiniz" sözü de, çeşitlilik konusundaki tutuculuğunu, ancak güvenilirlik konusundaki rakipsizliğini vurgulamaktaydı (Sparke, 2002, s. 21).

Standardizasyona uygun bir gövde (karoser) ile de üretilse, otomobilin görsel kimliği at arabası formunu korumaya bir süre daha devam etti. Otomobil tasarımının kendi görsel kimliğini oluşturmasında, ayrı ayrı üretilerek monte edilen şasi/karoser kombinasyonunun 1904 yılından itibaren bütüncül olarak ele alınma çabası, tasarım açısından önemli dönüm noktalarında biri oldu. Bu çaba ile teknik gelişmelerin forma etkisinin yanısıra ilk kez otomobilin kendi görselliğini vurgulaması gündeme geldi. Otomobil tasarımında, yuvarlak hatlı kenar dönüşleri, yumuşak yüzeyler, alçak yolcu oturma birimleri ile yatayda güçlü bir görsellik elde edilmeye çalışıldı (streamlining). Bu bütünsel form anlayışı aerodinamik bilimi ile de desteklendi. Su damlası formunda çalışmalar yapıldı. 1914 yılında Zeppelin Havayolu Şirketi'nde çalışan Paul Jaray aerodinamik form üzerine fikirlerini geliştirdi ve sonraki 20 yıl içerisinde aerodinamik bilimi, teknik (hız ve verimlilik) ve estetik (modern ve ileriye dönük) açıdan otomobil tasarımında etkisini göstermeye başladı. Jaray'ın aerodinamik çalışmaları ünlü Çek otomobili Tatra 77'de kendini net bir şekilde gösterdi. Bu gelişim içerisinde, Buckminister Fuller'ın Dymaxion otomobilleri aerodinamiğin ve yatay düzlemde yaratılan akış yönü görselliğinin (streamlining) kendine özgü yorumunu oluşturması açısından yegane örneklerden biri oldu. Bu modern ve teknik formu geliştirme çabasında olan diğer öncü isimler Bel Geddes, Breer, Stout ve Kamm idi. Formun ilk örneklerinden biri Kont Ricotti için Alfa Romeo tarafından dekoratif sanatlardaki Art Nouveau hareketinden esinlenilerek üretilmiş olan; dairesel yolcu pencereleri, yan yüzeyleri de kapsayan ön camı, su damlası formunda gövdesi ile ilgi çeken otomobildi (Sparke, 2002, s. 10, 26, 29).

1914'ten itibaren modern otomobilin görsel dili, at arabası görselliğinden tamamen uzaklaşmaya başladı. Özellikle Alman tasarımcı ve mimarlar (Peter Behrens, Alex Kellner, Ernst Neumann),
1. Dünya Savaşı'na gidilen yıllarda görsel sadelik konseptini benimsediler ve tasarımlarında işlevi olmayan parçaları çıkardılar. Mimarlık ve tasarım çevrelerinde tartışılan makine estetiği fikri, avangart Modernistler'in esin kaynaklarından biri olan ve tüketicinin hayatının tam ortasındaki makine olan otomobil dünyasını da sardı (Sparke, 2002, s. 10).

Otomobil formunu etkisi altına alan teknolojik gelişimler ve sadeleştirme anlayışının yanısıra, 20. yüzyılın ilk yarısında otomobilin sosyal statü göstergesi olarak kendine bir rol edinmiş olması da otomobil formu üzerinde etkili oldu. Yüksek sınıfa hitap eden otomobil üreticileri, karoseri uzatıp çamurluğun marşpiye ile bağlantılarında abartılı kavisler vererek çoklu renkler ve lüks iç mekan tasarımları ile otomobilin bir moda aksesuarı gibi algılanması fikrini güçlendirdiler. Özellikle, otomobil tasarımcıları ya da stilistlerine göre daha zanaatsal yöntemlerle çalışan karoser tasarımcıları, bu lüks sınıf otomobillerin formunun gelişiminde etkili oldu. Bu sınıfa ait örneklerden İtalyan Bugatti firması, otomobilin önünde yer alan radyatör ızgarası ile güçlü bir görsel kimliğe sahipti. Rolls Royce, güvenilirlik ve kalite geleneği ile üretim yapan bir firma iken, Amerikan lüks yaşantısına hitap eden formlara yönelme cesaretini gösterdi. Silver Cloud modeli bu dönüşümün ikinci ürünü oldu. İngiliz üreticiler Bentley, Jaguar, Aston Martin; Fransız ve İtalyan karoser tasarımcıları bu sınıfın önemli örneklerini ürettiler. Bu otomobillerin öne çıkan bir diğer tasarım elemanı da lüksü ve gücü simgeleyen amblemleri oldu.

Bilimsel rasyonalizm itkisi ile lüks arzusunun çekim gücü arasında kalan modern otomobil formu, bu kuvvetlerin etkisi altında evrilmeye devam etti. Otomobilin bazen Modernite'nin simgesi, bazen de lüksün simgesi olduğu bu muğlak duruş, onu modern tasarım anlayışının ötesinde marjinal bir konuma getirdi. Diğer taraftan, 1. Dünya Savaşı'nı takiben, seri üretim sayesinde otomobil çok sayıda insana ulaşmaya başladı. Geniş kitlelere mal olan bu ortamda da bilimsel rasyonalizm ile lüks arzusunun arasında rekabet devam etti. İlk kez kitlesel pazar ile tanışması sağlanan, ancak sadece siyah renkte üretilen Henry Ford'un Model T'sinin önemini tamamen yitirişi ile General Motors Şirketi, 1920'li yıllarda seri otomobilin de arzunun objesi olabileceğini, pazar lideri konumuna geçerek gösterdi. General Motors Şirketi, Alfred P. Sloan Jr. başkanlığında, stilin ve lüksün de kitlesel olarak pazarlanabileceği anlayışını geliştirdi. Firmanın bu başarısının ardındaki en büyük etkenlerden biri de, hiç kuşkusuz, bir tasarımcının bu firmanın en önemli bölümünün başına getirilmesiydi.

Özellikle profesyonel açıdan bakıldığında, 1920'lerin sonu, modern otomobil tasarımının dönüm noktalarından birini temsil eder. General Motors'un, otomobil tasarımcısı Harley Earl'ü firmanın prototip ve tasarım atölyesi olan, Sanat ve Renk Bölümü'nün başına getirmesi ile otomobil tasarımcılığı dünyaca benimsenen bir meslek konumuna geldi. Harley Earl'ün kendisi bu gelişimde önemli rol oynamakla birlikte, bu atama, mühim teknolojik gelişmelerin yaşandığı bir ana da denk düştü. Bunlardan bir tanesi otomobil gövdesine püskürtülebilen, Dupont firmasının selüloz boyası, Duco'nun geliştirilmesiydi. Bu sayede boyanın kuruma süresi, dolayısıyla üretim hattında otomobilin bitim işlemleri kısaltıldı (Sparke, 2002, s. 11).

Earl ve ona bağlı tasarım ekibinin bir diğer önemi, otomobil tasarım yöntemlerini geliştirmiş olmalarıydı. Geliştirilen bu tasarım yöntemleri diğer tasarım atölyelerinde çalışan tasarımcılar tarafından da benimsendi ve yüzyıl süresince genelde ilke olarak aynı kaldı. Bu yöntemde, skeç ile başlayan tasarım aşaması, geliştirilen ve seçilen tasarımın birebir ölçekli modeli üzerinden sürdürüldü. Üretim öncesi birebir ölçekli model ile çalışma aşaması sayesinde tasarımcılar, model çevresinde gezinebilmiş, hangi yüzeylerin daha çok ışık yansıttığını incelemiş, oranların üç boyutta nasıl göründüğünü gözlemleyebilmişti. Model kili ile çalışmanın, çoğu arabada görülen kıvrımlı yüzeylerin oluşmasına sebep olduğu söylentisi de mevcuttur. Doğru ya da değil, otomobil tasarımcılarının bu yöntemleri, otomobil formunu net bir şekilde etkilemiştir. Son zamanlarda bilgisayar ortamında yapılan tasarımın, Earl ve ekibinin kurduğu çalışma yöntemini dönüştürmeye başladığı gözlemlenmektedir. Harley Earl ve ekibinin tasarladığı otomobiller arasında Cadillac LaSalle, 1934; Buick Y Job concept car, 1938; LeSabre concept car, 1951; Cadillac Eldorado, 1953; Chevrolet Corvette, 1953; Chevrolet Impala, 1959 sayılabilir (Sparke, 2002, s. 12, 20).

1920'lerin sonu, 1930'ların başı, modern yaşantıya uygun stilde pek çok arabanın ortaya çıkışına sahne oldu. Avrupalı otomobil üreticileri de, ekonomik sebeplerin yanısıra politik sebeplerle seri üretimi uygulamaya geçirdiler. Böylece Avrupa'da "halk için otomobil" anlayışı, kitlesel Modernizm'in sembolü oldu. Bu yıllarda ABD'de lüks arzusunun kitlesellik ile kurduğu alakaya karşın, Avrupa'da tam tersi bir şekilde lüks ile kitlesel otomobilin tamamen ayrışması gözlemlendi. Avrupa'nın kitlesel otomobilleri ekonomik sebeplerle ve Avrupa yollarına uygun bir şekilde küçük bir gövdeye sahipti. 1945'ten itibaren Avrupalı işçiler artık bisikletlerinin yerine bu otomobillere binmeye başlamışlardı. Bu sınıfta yer alan otomobillere örnek olarak VW Beetle (Adolf Hitler'in desteklediği bu halk otomobili, 2. Dünya Savaşı öncesinde projelendirilmiş ve savaş sonrası hayatta kalmayı başarabilmiştir), Fiat 500 ("Topolino" takma adı ile İtalyanların Micky Mouse'u olarak bilinmektedir), Citroen 2CV (formu ile tasarımcı ve mühendisin bir arada çalışmasının yegane sonuçlarından biri olarak değerlendirilir), Morris Minor (kutu gibi olan bütünsel görüntüsü ile İngilizlerin halk otomobilidir), Renault 4CV modelleri sayılabilir (Sparke, 2002,
s. 84-113).

"Halk için otomobil"in ekonomikliği ve faydacılığı, lüks ve statü kavramlarının önüne geçmekle kalmadı; otomobil tasarımında mühendis ile tasarımcının birlikte çalıştığı bütünsellik yaklaşımı, karoser tasarımcılarının ürettiği otomobil gövdesinin şasi üzerine giydirilmesi yaklaşımını da sarstı. Tasarımda bütünsellik yaklaşımını öne çıkaran Avrupalı mühendis-tasarımcılar -Ferdinand Porche (VW Beetle'ın tasarımcısı ve Küresel Otomotiv Seçimleri Vakfı'nın seçimlerine göre "20. Yüzyılın Otomotiv Mühendisi"), Dante Giacosa (Fiat 500 "Topolino"nun tasarımcısı, Alec Issigonis (Morris Minor'ın tasarımcısı)- Amerikan otomobil ve karoser tasarımcıları ile Avrupa'daki karoser tasarımcılarının karşısında etkili oldular ve 20. yüzyılın ebedi otomobillerini tasarlayarak 2. Dünya Savaşı sonrasında İtalya'dakiler hariç tüm karoser tasarımcılarının yok olmasına sebebiyet verdiler.

2. Dünya Savaşı sonrası otomobil tasarımı tüm dünyada bir patlama ve yayılma sürecine geçse de, bu gidişatın en büyük örneğinin İtalya olduğunu söylemek yanlış olmaz. Karoser tasarımcılarının yok olduğu bir dönemde, İtalyan karoser tasarımcıları zanaatlarını dünyadaki yeni üretim teknikleriyle geliştirmeyi ve dönüştürmeyi başardılar. Bu durum bir tesadüf değil, İtalya'nın savaş sonrası elinde kalanlarla değişen dünyayı yakalama politikasıydı. Mutfak ürünleri ile ünlü Alessi firması da, metal işçiliğinden gelen bir ailenin bu tasarım politikası içerisinde desteklenmesiyle bugüne gelmiştir. Karoser tasarımcıları Pininfarina, Bertone ve Zagato, otomobilde alçak, uzun, yarışçı, heykelsi formu geliştirerek "İtalyan stili"ni dünyaya tanıttılar. İtalya'nın en eski Lancia ve Alfa Romeo üreticilerini, 1926'da Maserati, 1938'de Ferrari ve 1960'ta Lamborghini firmaları takip etti (Sparke, 2002, s. 158-181).

Pininfarina otomobil formuna bir heykeltıraş gibi yaklaşan ilk ve en önemli karoser tasarımcı oldu. 1947'de tasarladığı Cisitalia ise, New York Modern Sanat Müzesi'nin kalıcı sanat eserleri arasında sergilenen tek otomobildir. Giorgetto Giugiaro ise, Küresel Otomotiv Seçimleri Vakfı'nın düzenlediği seçimlerde "20. Yüzyılın Otomobil Tasarımcısı" ilan edildi (Şenyapılı, 2005, s. 17). Giugiaro, özellikle kitlesel otomobillerin önem kazandığı ve herşeye rağmen karoser tasarımcılığının sürdüğü İtalya'da, karoser tasarımcılarının işlerini anlayarak bunları bilimsel olarak çözümleyebilmiş, bilim ve sanatı otomobil formu üzerinde bütünsellikle eklemleyebilmiştir.

Otomobil, kendi görsel dilini oluşturma yolunu, yüzyıldan daha kısa bir süre içerisinde kurdu ve bugün de bu yolculuğuna devam etmekte. 20. yüzyılın bu ikon tasarımının, görsel kimliğine kavuşma serüveninde; dünyadaki teknolojik, sosyal, kültürel, ekonomik, ergonomik, politik gelişmelerin izini sürmek mümkün olduğu gibi, 21. yüzyılda artık bu gelişmelerin ayrılmaz bir parçası haline geldiğini de kabul etmek gerekir. Tasarımcıların (ve herkesin) gözünün önünde son teknolojinin denendiği, trend yaratan, tasarımın öncüsü ve hayatın ayrılmaz bir parçası haline gelmiş bir nesne artık otomobil. Özetle, plastik teknolojisine bakmak için otomobil camından içeri bakmak yeterli.
21. yüzyılda otomobilin yerine geçebilecek başka bir tasarımın ortaya konulabilme olasılığı, "fiziksel devingenlik" karşılığında, bu koşullarda hiç yüksek görünmüyor. n Öğr.Gör. Elif Kocabıyık, İzmir Ekonomi Üniversitesi Endüstriyel Tasarım Bölümü.

* Bu yazının görsel malzemesi 2 Aralık 2006 -
1 Mayıs 2007 tarihlerinde Museo di Arte Moderna e Contemporanea di Trento e Rovereto'da gösterimde olan "Mitomacchina: The History, Technology and Future of Car Design" adlı sergiden temin edilmiştir.

Rolls Royce Silver Cloud, 1959 (Davide Bassoli Koleksiyonu; Fotoğraf: Diego Cassetta; MartRovereto'nun izniyle).

Fiat Topolino A, 1936 (Archivio Storico Fiat; MartRovereto'nun izniyle).

Citröen 2CV, 1948 (Archivio Quattroruote; MartRovereto'nun izniyle).

VW Maggiolino, tasarım eskizi (Ralf J.F. Kieselbach Koleksiyonu; MartRovereto'nun izniyle).

VW Maggiolino (© Verlag Dr. Franz Burda, Offenburg, Baden, 1949; Fotoğraf: Alfred Tritschler; MartRovereto'nun izniyle).

Giorgetto Giugiaro - Italdesign Maserati Boomerang (Archivio Fotografico Italdesign Giugiaro, © Italdesi; MartRovereto'nun izniyle).

Giorgetto Giugiaro - Italdesign, Biga, 1992 (Archivio Fotografico Italdesign Giugiaro, © Italdesign Giu; MartRovereto'nun izniyle).

La Jamais Contente, 1899 (reprodüksiyon), (Musée de l'Air et de l'Espace Lions Club Le Bourget © MAE Alexan; MartRovereto'nun izniyle).

Phil Hill vicino alla MGEX181 (Bonneville Record Run © BMIHT - British Motor Industry Heritage Trust Fil; MartRovereto'nun izniyle).

Alfa Romeo 6C 2300 B Mille Miglia Touring, 1939 (Giovanni Sandri Koleksiyonu, Bassano del Grappa, Vicenza; MartRovereto'nun izniyle).

Chevrolet Corvette, 1960 (Fabrizio Sama Koleksiyonu; Fotoğraf: Diego Cassetta; MartRovereto'nun izniyle).

Lancia Megagamma, 1978, tasarım eskizi (Archivio Fotografic o Italdesign Giugiaro © Italdesign Giugiaro; MartRovereto'nun izniyle).

Hanomag 210 Komissbrot, 1928 (Fotoğraf: A. Laurenzo, Die Neue Sammlung. Staatliches Museum für angewandte Kun; MartRovereto'nun izniyle).

Panhard ve Levassor, araba, 1949 (Musée National de l'Automobile Collection Schlumpf, Mulhouse, Fransa; MartRovereto'nun izniyle).

Avion Voisin C6 Laboratoire, 1923 (Fotoğraf: Xavier de Nombel; MartRovereto'nun izniyle).

Ferrari F 40, 1987 (© La Presse Ferrari Spa; MartRovereto'nun izniyle).



Otomobilin Görsel Kimliğine Kavuşması: Bir Serüven - İdalimForum.Com

26 Mart 2010 Cuma

ROMAN - Tizm....


.

ROMAN'Tizm......






















ROMAN'tizm......

Başbakanımız, bi açılım daha patlattı, “kırmızıyı severler, birbirini överler” dedi.

“Birbirini överler” lafını duyan Kiboş, dayanamadı haliyle, “Çok yakışıklı adamsın, üstüne tanımam anacım” dedi.

Ahırkapı Orkestrası’nın solisti altta kalır mı...


“Üüle bi Başbakanımız var ki, hem dondurma hem kaymak” dedi.

*

Faytoncular derneği başkanının “veresin tokicikleri, alasın oyucukları” şeklindeki konuşmasının ardından... Nikâhsız yaşayan Roman vatandaşlarımıza “çalayım komparsitacıkları, atasın göbecikleri” eşliğinde evlilik cüzdanı dağıtıldı.

*

Kırkpınar başcazgırı Pele Mehmet’in okuduğu maniden sonra sahneye çıkan Balık Ayhan ise, “demokratik” bir şarkıyla noktayı koydu... Sen
adamın “kral”ısın, kasım kasım Kasım“paşa”lısın!

*

İzmir Tenekeli Mahalle’de “Allah belacıımı versin, Obama’ya elli basarsın, çuk severiz seni” diye omuzlara alınan Darbukatör Baryam, muhalif olduğu için davet edilmedi... Rafet El Roman’ı çağıracaklardı ama, asıl adının Rafet Yaşdut olduğu ortaya çıkınca, son anda vazgeçildi... Şakşuka Tarık ile gırnatacı Hüsnü’nün ilk bakanlar kurulu toplantısına katılacağı söyleniyor... Ciguli’nin de Milli Güvenlik Kurulu’nda generallere hitaben konuşma yapması bekleniyor, “Kudurdun mu, delirdin mi, şaşırdın mı, yapma bana numaraaaa...”

*


İşsizlik Patlamış...

“Abe dale dasdaleeee!”


*


Sözde soykırımı
tanıyan tanıyana...

“Epsi susak ağazlı...

Veresin notacıkları

çekesin elçicikleri.”

*


Komutanlar içeri tıkıldı...

“Epten geçeyim, alengirlidir beyavv.”

*

AB işi ne olacak?

“Abe atasın bi beşlik...

Bakayım falcaazına.”

*

Demem o ki:

Seçmen dediğin...

“İlle de Roman olsun

İster çamurdan olsun!”

*

Olsun da...

“Bu gidişin sonu nereye varacak?” derseniz... Onu da izah ediyor Kiboş:

*

“Kimbilirr buuu gidişinnn dönüşüü olacaaak mıııı... Kimbiliiiir, kimbiliiiir, kimbiliiir, kimbiiiliiirr...”

Yılmaz Özdil/ Hürriyet

20 Mart 2010 Cumartesi

Pamukoğlu Paşa maaşları uçuracak

.







HAK ve Eşitlik Partisi (HEPAR) Genel Başkanı Osman Pamukoğlu, dün öğle saatlerinde Alanya’ya gelerek Cuma Pazarı içerisindeki parti bürosunun açılışını gerçekleştirdi.

HAK ve Eşitlik Partisi (HEPAR) Genel Başkanı Osman Pamukoğlu, dün öğle saatlerinde Alanya’ya gelerek Cuma Pazarı içerisindeki parti bürosunun açılışını gerçekleştirdi. İlk olarak İskele bölgesine giden Pamukoğlu’na burada Hak ve Eşitlik Partisi İlçe Başkanı İbrahim Güvener ile bazı partililer eşlik etti. İskele’den yürüyerek Cuma pazarına gelen Pamukoğlu, vatandaşlarla sohbet etmeyi de ihmal etmedi. Parti bürosunun açılış kurdelesini kestikten sonra Hak ve Eşitlik Partisi İlçe Teşkilatı Başkanı İbrahim Güvener’e parti rozeti takan Pamukoğlu, ardından kısa bir basın toplantısı düzenledi. Pamukoğlu, iktidara gelmeleri durumunda asgari ücreti bin TL yapacaklarını iddia etti. Pamukoğlu, partililere hitaben yaptığı konuşmada, Türkiye'nin de içinde bulunduğu bölgede büyük bir oyun oynandığını ifade ederek, “İçeride ise Ergenekon, Balyoz, Kafes gibi ayrı bir çark dönüyor” dedi. İktidara gelmeleri durumunda tarım ve hayvancılıkta vergiyi kaldıracaklarını dile getiren Pamukoğlu, çiftçilere yüzde 40 ile yüzde 60 arasında destek vereceklerini söyledi. Pamukoğlu, “Asgari ücret kesinlikle bin lira olacak. Maaşı bin 500 liradan aşağı emekli kalmayacak. Bu nasıl olacak, şaşırıp kalacak herkes. Nasıl olacak? Lüks hayat bitecek, kokteyller bitecek, abartılı koruma tedbirleri olmayacak” diye konuştu. Türkiye’de milyonlarca metrekare hazine arazisi olduğunu ifade eden Pamukoğlu, bunların tamamının halka dağıtılacağını söyledi. Hak ve Eşitlik Partisi (HEPAR) Genel Başkanı Osman Pamukoğlu, “Boy ölçümüzün ne olacağını gördüklerinde hem içerdekiler hem de dışarıdakiler şaşıracak. Avrupa ne olacağını bildiği için, Avrupa Birliği raporunda HEPAR'dan bahsediliyor” dedi. Osman Pamukoğlu, HEPAR Alanya İlçe Başkanlığı organizasyonunda Alanyalı bir grup vatandaşla buluştu. İktidara gelmeleri durumunda yapacakları icraatları anlatan Pamukoğlu, tarımda verginin kaldırılacağını ve çiftçiye yüzde 60 destek verileceğini dile getirdi. Pamukoğlu, devletin elinde var olan arazilerin 20 yıl satmamak şartıyla vatandaşa dağıtılacağını açıkladı. Pamukoğlu, “Tarımda büyük yenilik yapacağız ama emeklilerimizi unutmayacağız. Bir kere emeklilerimiz bin 500 TL'den az maaş almayacak. Asgari ücret ise bin TL olacak. Bana diyorlar ki 'başkan bunları diyorsun da parayı nerden bulacağız'. Bu müsrif devlet var ya müsrif devlet, parayı onlardan alacağız. Yok, son model makam aracı, son model cip, yok öyle arabalar, avucunuzu yalarsınız. Devlete ait araziler halka dağıtılacak ve 20 yıl satmamak şartıyla halk o arazileri ekecek. Devleti soyanlar için ihtisas mahkemeleri kuracağız. Devletten ne almışlar ne soymuşlarsa geri alacağız. Bana diyorlar ki 'başkanım ya kaçarlarsa'. Benim bildiğim dünyada 5 kıta var, kaçarlarsa büyükelçileri çağırırız. 'Bu adamı 1 ay içinde istiyoruz' deriz. Bize vermezlerse o adamı, deriz ki 'kapılarımızı kapatıyoruz'. Halk istihdam edilecek. Halkın beslenmesi ve barınması için elimizden gelen tüm yollar açılacak. Önce halkın yüzünü güldüreceğiz” diye konuştu. Vatandaşların siyaset hakkında kendi aralarında konuşmaktan bile korktuklarını söyleyen HEPAR Genel Başkanı Osman Pamukoğlu, vatandaşın asıl gücü olan oy gücünü kullanması gerektiğini belirtti. Hayatın karar ve eylem olduğunu dile getiren Pamukoğlu, artık karar vermenin ve harekete geçmenin vaktinin geldiğini, vatandaşların oy verirken yaşadıklarını gözden geçirip oy vermelerini istedi. Seçimlerin sonbahar aylarında yapılabileceğini savunan Pamukoğlu, HEPAR'ın seçimlere hazır olduğunu vurguladı. Pamukoğlu, “İllerimizin 40'a yakını genel seçimlere hazır hale geldi. Eğer genel seçimler sonbaharda olursa 60-66 tane il teşkilatımız hazır olur. Meclis'te yer almaktayız. Boy ölçümüzün ne olacağını gördüklerinde hem içerdekiler hem de dışarıdakiler şaşıracak. Avrupa ne olacağını bildiği için, Avrupa Birliği raporunda HEPAR'dan bahsediliyor. HEPAR hakkında, 'Büyüyor, gelişiyor, bizi Türkiye toprakları üzerinde dolaştırmaz' diyorlar" ifadelerini kaydetti. Hak ve Eşitlik Partisi (HEPAR) Genel Başkanı emekli Tümgeneral Osman Pamukoğlu, Ankara'da önceki gün yakalanan 980 el bombası yüklü sivil kamyonla ilgili olarak, “Sivil otobüslerle mühimmat taşındı. Bu yeni bir şey değil ki. Yıllardan beri olan sıradan bir şey” dedi. Pamukoğlu, Ankara'da önceki gün yakalanan mühimmat yüklü sivil kamyonla ilgili şöyle konuştu: “Asker, sivil araçta her zaman cephane taşımıştır. Yeni bir şey değil ki bu. İhbar eden olursa polis müdahale ediyor. Mühimmat zannedildiği gibi haki renkli kamyonlarla yapılıyor. Sivil otobüslerle de yapıldı. Yeni bir şey değil ki. Yıllardan beri olan sıradan bir şey. Bu ülke öyle bir hale geldi ki insanlar öküzün altında buzağı arıyor. Böyle yapa yapa insanların ruh sağlığı bozulacak.” Balyoz operasyonu kapsamında emekli paşaların gözaltına alınmasıyla ilgili soruya sinirlenen Pamukoğlu, “Hem siyasetçilerin hem bürokrasinin dilinin altında yalan yuva yapmış. Kimin ne dediğini halk çözemiyor. Bunlar yalan. İşleri güçleri halka yalan beyanlarda bulunmak” diye konuştu. Balyoz operasyonuyla ilgili baştan herkesin 'yok öyle bir şey' dediğini ileri süren Pamukoğlu, "Genelkurmay savcısı ‘irticayla mücadele doğrudur’ diyor. Bir kurmay subay ‘balyoz doğrudur’ diyor. Milletle oyun oynuyorlar. Halka bahane anlatıyorlar. En iyi yaptıkları şey halkı uyutmak ve soymak” dedi. Seçimlerin erken ya da baskın olması diye bir şey kalmadığını ifade eden Pamukoğlu, “Seçimler erken de olsa baskın da olsa zamanında da olsa bizim için seçime bir yıl kaldı. Türkiye'de gidişatı ve gündemi takip ederseniz çok baskın olabilecek bir seçim görünmüyor. Biz bu tür şeylere bakmıyoruz” şeklinde konuştu. Ayrıca, partisinin siyasi görüşüyle ilgili konuşan Pamukoğlu, zoraki siyasetçi olduklarını söyledi. Ne insanların ne de ucube doktrinlerin peşinde olmadıklarını ifade eden Pamukoğlu, “O nedenle bu parti bir yılı aşkın sürede halk gücüyle buraya geldi. 67 il, 600 ilçede örgütlendik. Genel merkezden bir lira vermedim. 3 ay önce yapılan anketlerde HEPAR 3,7'ydi. Geçen hafta yapılan ankette 7.81'e yükseldik” diye konuştu.

Pamukoğlu Paşa maaşları uçuracak - Yeni Alanya Gazetesi