11 Aralık 2014 Perşembe

TEK KURUŞ ÖDEMEDEN DIŞ BANKIN SAHİBİ OLMAK..,




TEK KURUŞ ÖDEMEDEN DIŞ BANKIN SAHİBİ OLMAK..,


.



DOĞAN-ÇUKUROVA SAVAŞI TAM GAZ .,


Akşam Gazetesi'nin yazı dizisi: "Aydın Doğan nereye koşuyor?"
TEK KURUŞ ÖDEMEDEN BANKA ALAN ADAM 
AYDIN Doğan, Hürriyet, Milliyet, Vatan, Posta, Radikal, Kanal D, Star TV ve 
CNNTÜRK gibi Türkiye’de medyanın çoğunluğuna sahip bir patron. Neden Aydın 
Doğan’ın kariyeri rakip gazete durumundaki AKŞAM’a yazı dizisi oldu?

Cevabı basit. Aydın Doğan bugüne kadar kendi gazete ve TV’lerinde hep kendi 
istediği yönleriyle haber oldu. Mesela bir üniversiteden fahri doktora unvanı 
aldığında, gazetelerine en güzel fotoğraflarıyla sürmanşet oluyor. TV’leri bütün 
bültenlerde Doğan’ın başarılarını anlatıyor. İş o kadar çığırından çıktı ki, 
böbrek vakfından şilt alsa CNNTÜRK canlı yayın yapıp, gazeteleri yarım sayfa 
yayınlar hale geldi. Bu bir anlamda geri kalmış ülke diktatörlerinin medyayı 
kullanarak kendi reklamlarını yapması gibi oldu. Oysa madalyonun bir de öteki 
yüzü var. AKŞAM, medyanın da temizlenmesi, özeleştiri yapması için Doğan Grubu 
gazete ve TV’lerin yazamadıkları için bu yazı dizisini başlatıyor.

DÜNKÜ Hürriyet’te bir haber vardı. Aydın Doğan, saygın bir işadamı olduğunu 
anlatmak için Türkiye Gazete Sahipleri Birliği Başkanı ve Dünya Yayıncılar 
Birliği Başkan Yardımcısı olduğunu söylüyordu. Bu da mı reklam, bunlar da mı 
önemsiz?

Bu kuruluşlar için önemsiz demek doğru olmaz. Fakat, Türkiye’de Aydın Doğan’ın medya hakimiyeti ortada. 2008’in ilk 5 ay sonuçlarına göre Doğan Grubu medya ilan pazarında yüzde 44.7 paya sahip. Bu da yıllık 2 milyar dolar civarı bir reklam geliri demek. Basına bu kadar hakim olan bir patronun gazete sahiplerinin liderliğine soyunması da normal. İş adamları içinde Aydın Doğan’ı fazla ciddiye alan yok. Yani bir anlamda bu kadar gazete ve TV’si varken basındakiler içinde bile “Aman biz bulaşmayalım” diyenler çoğunlukta. O da kendi kendine bu işleri yürüterek, Hürriyet’in patronu olarak elde edemeyeceği uluslarararası itibarı kazanmak istiyor. Durum dünyada da üç aşağı beş yukarı böyle olduğu için, Türkiye’deki kartelin temsilcisi olarak yılda bir iki kez kongrelere katılıp, yayıncılık alanındaki görgüsünü, bilgisini artırmaya çalışıyor. 


YANİ başta Hürriyet, Doğan Grubu medyasındaki Aydın Doğan haberlerine daha 
dikkatli mi bakmak lazım. Bunların tamamının reklam amaçlı olduğunu söylemek biraz insafsızlık olmaz mı?..

Aydın Doğan’ın memleketi Bayburt’ta yaptığı bir açılış Hürriyet’e, Milliyet’e 
sayfa sayfa haber oluyorsa, TV’lerinde uzun uzun yayınlanıyorsa bunun başka bir izahı olamaz. Hatırlayın, eskiden Irak devlet televizyonunda sabah-akşam 
Saddam’ın icraatlarını ve cesaretini anlatan yapımlar vardı. Ne farkı var? 


PEKİ Aydın Doğan’ın çıkışı nasıl başladı. Biliyoruz ki otomobil başbayiliği 
yaparken hızlı bir yükseliş elde etti. Milliyet’i satın alarak medyaya girdi. Ya 
sonrası?

Evet Abdi İpekçi’nin öldürülmesi sonrası Milliyet’in sahibi Karacan Ailesi, 
medyadan soğudu. 1981 yılında Milliyet Yayın adı ile Doğan Grubu’nun basın 
macerası başladı. Sonrasını herkes biliyor. Hürriyet Grubu, dergiler, televizyon 
sektörü, Kanal D ve diğerleriyle gelen hızlı büyüme.


SADECE medyada mı büyüdü?... Aynı dönem başka sektörlere de girmedi mi?..

Girmez mi?.. 1990’lar hatta 2000’lerin başına kadar medya hiç de kârlı bir 
sektör değildi. İlan gelirleri çok düşük, Türkiye ekonomisi küçük olduğu için 
bir işadamının sadece medya ile ayakta durması imkansız gibiydi. Bu nedenle 
Doğan da başka sektörlere göz kırptı. İşte bu yazı dizisinde Aydın Doğan’ın 
hiçbir değer üretmeden, tek bir marka yaratmadan nasıl başkalarının şirketlerini 
ele geçirip hızla yükseldiğini anlatacağız...

Tek kuruş ödemeden Dışbank’ın sahibi oldu

Aydın Doğan’ın banka sahibi oluşunun öyle bir hikâyesi var ki dünyada örneği 
yoktur. İş Bankası’nın satışa çıkardığı Dışbank’ı, Frankfurt İş Bankası’ndan 
gelen ballı krediyle satın aldı, cebinden hiç para çıkmadan banka sahibi oldu

Kemal Derviş, kamu bankalarını (Ziraat ve Halk) rehabilite etsin diye bula bula 
Aydın Doğan’ın holdingdeki sağ kolu Vural Akışık’ı buldu. Akışık, devlette tatlı 
tatlı rehabilitasyon yaptıktan sonra, Aydın Doğan’ın bankası Dışbank’ın başına 
geçti

1990’lı yılların sonunda medyada iyice büyüyen Aydın Doğan, Ankara 
bürokrasisinin kurtlarını da yavaş yavaş saflarına çekmeye başlamıştı. Kimi 
devletteki işlerini bırakıp Doğan’ın kurmayı oluyor, kimileri devlet içinde 
kalıp Aydın Bey’e yol gösteriyordu. “Devletin deniz yemeyenin keriz olduğu” 
yıllarda öyle akılalmaz işlere girişti ki bugün bile “tokatçılık dersi” olarak 
okutulacak cinsten. Mesela Ankara bürokrasisini çok iyi bilen Vural Akışık, 
Doğan’ın operasyonlarındaki baş aktörlerdendi. 

Doğan Holding’de profesyonel yöneticilik yaptı. Yıllarca Aydın Bey’in maaşlı 
elemanı olarak görev aldı. Kemal Derviş’in Türkiye’ye gelişiyle düğmeye basıldı. 
Çünkü Mesut Yılmaz, Kemal Derviş ve bürokrasideki kilit adamları Aydın Doğan’ın medya desteğiyle operasyonlara başlayacaktı. Hürriyet ve Milliyet, Kemal Derviş’in poster gibi resimlerini basıp yıldızını parlatıyor, Derviş de ufak 
ufak Ankara’da iş bitiriyordu. 4 Nisan 2001’de Derviş ilginç bir atama yaptı. 
Ziraat ve Halk Bankası’nı birlikte yönetmek ve rehabilite etmek için kurulan 
Kamu Bankaları Ortak Yönetim Kurulu Başkanlığı görevine memlekette başka akıllı adam yokmuş gibi Vural Akışık’ı atadı. Kim bu Akışık, Doğan Holding’de Aydın Bey’in sağ kolu, yüksek maaşlı akil adamı. Kediye ciğer emanet etmekten daha feci bir durum. 
Devlet bankalarının en hortumlandığı dönemde, en büyük medya gurubunun yöneticisi kamu bankalarının başına çörekleniyor. Gerisini tahmin edin... 

Bu kadarla kalsa iyi. Aynı dönemde Fon’a devredilen bankaların ortak 
yönetim kurulu başkanlığını Tevfik Altınok yürütüyordu. O dönemde Demirbank’a da el konduğu için Demirbank’ın fiilen başında Altınok vardı. Bu ikilinin yolu 
Hollanda’da da kurulu Demir-Halkbank’ın Fon’a devri ile kesişmiş oldu. 
Demir-Halkbank’ın yüzde 70’i Fon’da geri kalanı Halkbank’taydı... Bu bankayı da 
sakın öyle tek şubeli bir tabela bankası filan zannetmeyin. 2 milyar doları aşan 
aktif büyüklüğü ile o zaman Türkiye’deki birçok bankadan değerli bir bankaydı. 
Vural Akışık ile Tevfik Altınok yönetimindeki ortaklık, sadece bir ay sonra 
şöyle bir açıklama yaptı: Demir-Halkbank NV.’nin yüzde 70 oranındaki hissesiyle, Demir Kazakistan, Demir Kırgız International, Demir Bulgaria’ya Halit 
Cıngıllıoğlu (Demirbank’ın sahibi) ve Aydın Doğan tarafından 95 milyon dolar 
teklif verildi. Hisse devir görüşmelerine başlanması için bu teklif yeterli 
görülmekle birlikte (Onayı veren Tevfik Altınok), diğer ortakların yani Halk 
Bankası’nın (Başında Aydın Doğan’ın maaşlı adamı Vural Akışık var) ön alım 
hakları bulunması nedeniyle hisse devir görüşmelerine söz konusu ortakların ön 
alım hakkını kullanmaması halinde (kullanıp kullanmama kararı da aslında Vural 
Bey’de) başlanacaktır. Peki bundan sonra ne oldu dersiniz... Akışık, Halkbank 
genel müdürlüğüne getirdiği Emel Çabukoğlu’na “Halk Bankası olarak ön alım 
hakkınızı kullanmayın” talimatını verdi. Karar Altınok’a bildirildi. Altınok da 
hemen satış için talimat verdi ve onay için BDDK’ya yollayarak görevini 
tamamladı. Böylece koca banka 95 milyon dolara Doğan-Cıngıllıoğlu’nun oldu.

6 YIL SONRA ÖDEMELİ KREDİ

Bitmedi, sistemi öyle güzel kurdular ki, operasyonun tamamlanmasının ardından Altınok, 31 Aralık 2001’de görevden ayrıldı. Ve sadece 9 gün sonra Doğan Holding’de hiper maaşla işe başladı. Akışık ise, biraz daha kamuda kalıp, 
hortumlanacak banka var mı diye bakındı. Nisan 2002’de istifa edip Doğan’ın 
yanına geri döndü. Eski dostlar Doğan Holding’in binasında bir araya 
geldiklerinde Demir- Halkbank’ı da devletten alıp Aydın Bey’e sunmuş oldular. 
Aynı Vural Akışık, daha sonra Dışbank’ın yönetim kurulu başkanlığına oturup, 
Hollanda Dışbank’ı Demir-Halkbank’a sattı. Sonra da Özelleştirme İdaresi’ne 
devredilen kalan yüzde 30’u alıp işlemi tamamladı. 

Yine bu dönemde Doğan Grubu’nun kurt yöneticisi Vural Akışık’ın öyle bir 
operasyonu var ki, Türk finans tarihine geçecek cinsten... Patronu Aydın Doğan, 
cebinden bir kuruş para koymadan Dışbank’ın sahibi oldu. Kendi şirketleri 
arasında yaptığı para transferleri ile tanınan Aydın Doğan’ın, İş Bankası ile de 
arası hep iyi oldu. Dışbank’ı alma sürecindeki manevrası şöyleydi: İş Bankası 
zor duruma düşen ve alacaklısı olduğu Lapis’ten Dışbank’ı geri aldı. O dönemde 
zarardaki bir bankayı elde tutmak pek akıl kârı değildi. Hemen Dışbank’ı satışa 
çıkardı. Bankaya Doğan talip oldu. Bunun üzerine o zamanki İş Bankası yönetimi Aydın Bey’e 20 Kasım 1994’te Frankfurt İş Bankası kanalı ile libor artı 2 faizle 6 yıl sonra ödemeli 7 milyon dolar kredi verir. ardından aynı banka tarafından Doğan’a 7 yıl vadeli, benzer faizli 11 milyon 468 bin Alman Markı daha kredi sağlanır. Böylece Aydın Bey, cebinden bir kuruş çıkarmadan 14 milyon dolar kredi ile ve ödemeye de 6 yıl sonra başlamak kaydı ile Dışbank’ın sahibi olur. Vay be, ne kumpas diyorsanız. Bu kadarla bitmiyor. Aydın Bey bu, bununla yetinir mi?.. 
İş Bankası’ndan Dışbank’a önce 40 milyon dolar sonra 50 milyon dolar daha 
mevduat yatırmasını ister. Bu isteği de tabii ki yerine getirilir...

Bu Vural Akışık’a hiç dokunulmadı!

BİR dönemin baş aktörleri hâlâ Aydın Doğan’ın en yakınındaki isimler... Doğan’ın yanından Kamu Bankaları Ortak Yönetim Kurulu Başkanlığı’na geçip, Dışbank’ı patronu için alan Vural Akışık, sonra hemen Doğan Holding’e geri döndü. Dışbank Yönetim Kurulu Başkanlığı yaptı. Sonra Petrol Ofisi’nı satın alma sürecini yönetti. Şu an Doğan Holding’de Aydın Doğan ve kızlarından sonra imza yetkisi olan en etkin isim. Petrol Ofisi’nin de yönetim kurulu başkanı. Ve ne hikmetse topu topu 6-7 yıl mazisi olan bu işlerden bir türlü yargılanamıyor...


Demir-Halk işinde suçu Ecevit’e atmışlardı

2001’de operasyonla Vural Akışık-Selçuk Demiralp ikilisini kamuda görevlendirip 
Hollanda’da bulunan Demir-Halkbank’ı bir ayda oldu bittiyle satın alan Doğan 
Grubu, “O iş Ecevit Hükümeti’nin onayı ile” oldu diye savunma yapmıştı. Bu da 
büyük bir yalan...

DIŞBANK’ı İş Bankası’ndan yine İş Bankası’nın kredisiyle alan Doğan Grubu, 
sadece 287 milyon dolar öz sermayesi olan bu bankadan kendi
şirketi POAŞ’a tek kalemde 200 milyon dolar kredi açtı. (Bu mevzuya yazı 
dizimizin POAŞ bölümünde ayrıca değineceğiz) Aydın Doğan bununla 
da kalmayıp, Demir-Halkbank’ın kamuya geçmesi gereken hisselerini de (Yüzde 30) 
Vural Akışık’ın manevrasıyla kendi kucağına aldı. Olay 2003’te
o dönem Turgay Ciner’in elinde bulunan Sabah gazetesine haber olunca Aydın 
Doğan, Vural Akışık’ı kurtarmak için bir açıklama yapmıştı. 
(Nasıl yapmasın, kamu bankalarının başında holdinginden ayrılıp devlet 
memurluğuna geçen Vural Bey vardı) Aydın Doğan, Hürriyet’e koydurduğu 
bir haberle Demir-Halkbank’taki, yüzde 30’luk Halkbank (Kamu) payının opsiyon 
kullanmama hakkının Vural Akışık değil, hükümet tarafından
yapıldığını yazdı. Yani bir anlamda kararı Ecevit vermiş demeye getirdi. Oysa o 
dönemde bu işlerin gizli gizli Mesut Yılmaz-Kemal Derviş 
ikilisi tarafından yürütüldüğünü herkes biliyordu. Hatta Ecevit’in o dönem sağ 
kolu durumundaki şimdinin DSP İzmir Milletvekili Recai Birgün, 
Ecevit’e oldu bittiyle imzalatılan belgeleri AKŞAM’a anlamıştı. Fakat 
Demir-Halkbank satışındaki engeli kaldıranın bizzat Vural Akışık olduğu
Yüksek Denetleme Kurulu raporuna bile girdi.

Pamukbank gerçekleri (Bir bankanın gasp öyküsü)

1 - Çukurova hortum için değil bankasını krizden kurtarmak için borçlanmıştı

Çukurova Holding şirketleri 2000’li yıllarda Türkiye’nin yaşamakta olduğu 
krizlerden Pamukbank’ı koruyabilmek için elini taşın altına koymuştu. Birçok 
şirketini satarken yeni kredi almadan kendi bankalarından aldıkları kredilerin 
faizlerini artırdı... Sermaye açığı iddiaları doğru değil

Pamukbank 1955 yılında Çukurova Bölgesi’nde pamuk üreticilerine hizmet etmek amacıyla kuruldu. 1973 yılından sonra da Çukurova Holding bünyesine katıldı. 
Daha sonraki süreçte de Türkiye’nin en büyük 5 bankasından birisi haline geldi. 
2002 yılının ilk yarısı itibarıyla Pamukbank’ın yüzde 8 pazar payı bulunuyordu. 
Eylül 2001 itibarıyla da bankanın 6.1 milyar dolarlık aktif toplamı vardı. 
Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) 18 Haziran 2002 tarihinde aldığı bir kararla Pamukbank’ın ortaklık hakları ile yönetim ve denetimini 4389 sayılı Bankalar Kanunu’nun 3 ve 4 numaralı fıkralarına dayanarak Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’na (TMSF) devretti. Bu arada Pamukbank’ın o tarihte yine Çukurova Holding bünyesinde bulunan Yapı ve Kredi Bankası’na devri ile ilgili birleşme başvurusu da “sunulan plan ve fizibilite raporlarının uygulanabilir olmadığı” gerekçesiyle, aynı karar ile reddedildi. 

İŞLEMLER HUKUKA AYKIRI 

Pamukbank’ın devrindeki yasal dayanaklara bakıldığında bankanın 
yükümlülüklerinin toplam değerinin varlıklarının toplam değerini aştığı ve 
faaliyetine devamının mevduat sahiplerinin hakları, mali sistemin güven ve 
istikrarı bakımından tehlike arz ettiği gerekçesi ile kaynaklarının bankanın 
emin bir şekilde çalışmasını tehlikeye düşürecek biçimde doğrudan veya dolaylı 
olarak ortaklarının lehine kullandırdığı gerekçeleri ön plana çıkmaktadır. 

Bankalar Kanunu’na dayanarak yapılan bu işlemler aslında hukuka uygundeğildir. Çünkü;

1-YAPI KREDİ FİİLEN DEVREDİLMİŞ OLDU

BDDK’nın açıklamasına göre Pamukbank, TMSF’ye devredildiği için yüzde 10’un 
üzerinde paya sahip ortakları, bankacılık yapmak için aranan nitelikleri 
kaybetmiştir. Dolayısıyla bu kişilerin Yapı Kredi Bankası’ndaki ortaklık 
haklarını da bizzat kullanmaları artık mümkün değildir.Aynı nedenle Mehmet Emin Karamehmet ve Osman Berkmen, Yapı Kredi Bankası’ndaki yönetim görevlerinden alınarak yerlerine TMSF tarafından atama yapılmıştır.

Yapı Kredi Bankası’nın sermayesinin yeterli olduğu ve hiçbir sorun taşımadığı 
bizzat BDDK tarafından ilan edilmesine karşılık Pamukbank ile ilgili karar 
sonucu Yapı Kredi Bankası’nın yönetim ve denetimi de fiilen TMSF’ye devredilmiş gibidir. 

2-DEDİKODUYA RAĞMEN DAYANDI

1993 yılını izleyen dönemde Pamukbank, hissedarlarına doğrudan veya dolaylı fon (kaynak) aktarımı niteliğinde veya boyutunda yeni bir kredi kullandırmamıştır. 1994 krizine çok likit bir biçimde giren banka bu dönemde özel amaçlı konkordato dedikodusu nedeniyle yoğun mevduat çekilişini de kendi kaynaklarından karşılayabildi. 

3-GRUP KREDİLERİ HİPER FAİZLERLE ARTTI

SIKÇA tekrarlanan krizler o tarihte tüm kuruluşlar gibi Pamukbank’ı da olumsuz 
etkiledi. Pamukbank da her türlü tedbire karşın bu gelişmeden nasibini aldı. 
Sonuçta bankanın maliyet yükünün mali yapısına olumsuz etkisini önlemek 
amacıyla, sermayedar Çukurova Grubu şirketleri kredilerine yürütülen yüksek 
oranlı faizlerle ellerini taşın altına koymuşlardır. Kriz öncesinde banka 
aktifinde yüzde 19 civarında bir paya sahip olan grup kredileri iyi niyetli ve 
sorumluluk bilincini yansıtan bu faiz politikası sonucunda yeni kredi 
kullanmadan yüzde 40’lar seviyesine yükseldi. 2001 yılı sonu itibarıyla 
sermayedar firmalar üzerinde toplanan krediler, yaklaşık olarak 500 milyon 
doları ana para ve 2 milyar doları faiz reeskontu niteliğinde olmak üzere toplam 
2,5 milyar dolar düzeyindeydi. Daha doğrusu bankanın kaynak sorununu çözebilmek için grup şirketlerinin bankaya borcunu kredi almadan artırdı. 

4-KAYNAK İÇİN ŞİRKETLER SATILDI

BankalarIn kaynak ihtiyaçlarını karşılayabilmek için Çukurova Holding o dönemde elindeki önemli iştirak ve varlıklarını da elden çıkarmıştı. Türk Henkel-Turyağ hisseleri, Robert Bosch hisseleri, Oyak Renault hisseleri, Çanakkale Çimento’nun tamamı, Yapı Kredi hisselerinin yüzde 10’u (halka arz yoluyla), İnterbank’ın tamamı satılarak o dönemde Pamukbank ve Yapı Kredi Bankası’na 1 milyar doları bulan ödeme yapıldı. Ayrıca 2000 yılında New York Borsası’na kote olan Turkcell hisseleri ile yarısı kredi ödemesi, yarısı da sermaye olarak Pamukbank’a 330 milyon dolar kaynak konuldu. 330 milyon dolar da Yapı Kredi Bankası’na ödendi.

5-YAPI KREDİ HİSSELERİ REHNEDİLDİ

KASIM 2000 tarihinde de Yapı Kredi Bankası hisselerinin yüzde 40.5’i Grup kredi 
borçlarının teminatı olarak Pamukbank’a rehnedildi. Ayrıca borçlarının tamamını 
karşılayacak şekilde Çukurova Holding kefaleti alındı. Tüm bu destek ve 
gelişmeler sonucunda Pamukbank’ın sermaye yeterlilik rasyosu yasal asgari 
düzeyin üzerine çıkarıldı ve bu durum 2000 yılında kamu otoritesi tarafından da 
teyit edildi. 

6-GARANTİ BANKASI GİBİ OLABİLİRDİ 

Pamukbank ile Yapı Kredi’nin birleştirilmesine BDDK izin vermedi ve iki ay sonra 
Pamukbank’a el koydu. Halbuki, aynı durumda olan Doğuş Grubu, Osmanlı Bankası ve Garanti Bankası'nı birleştirmiş ve pek çok vergi avantajı elde ederek krizi atlatmıştı. Bugün Garanti Bankası’nın ulaştığı muazzam değer ve başarı örneği o tarihte Mehmet Emin Karamehmet’ten esirgendi. O dönemde bu derece büyük aktif yapısı olan iki bankanın birleştirilmesinin sağlayacağı yıllık 300 milyon dolarlık kaynak önemliydi ve bu önem görmezlikten gelindi. Pamukbank'a, hortumlandığı için el konulması bir senaryodan başka bir şey değildi. Yargı engellemeseydi bu banka yok pahasına satılacaktı. 

7-DEVLET, FİSKOBİRLİK’İ BORCUNU ÖDEMİYORDU

EĞER Pamukbank Fon’a devredilmeseydi ve Yapı Kredi ile birleşseydi, aktif 
büyüklüğü yüzde 33’lük bir banka ortaya çıkacaktı. Başka bir anlatımla, Yapı 
Kredi bu ülkenin en büyük özel bankası olacaktı. Fiskobirlik’in Yapı Kredi ve 
Pamukbank’a 1989 yılından kalma 1.5 katrilyon Türk Lirası (yaklaşık 1 milyar 
dolar) borcu vardı. Ama işbirlikçi Faik Öztrak bu borcu ödemek yerine 
Pamukbank’a el koydu. 2000-2002 döneminde Çukurova Grubu’na ait varlıkların toplam değeri 18 milyar dolardı. Bu da grup borçlarının yaklaşık 3-4 katıydı. 

8-YANLIŞ HESAP YAPILDI

Tüm bu bilgi ve gerçekler, Pamukbank’ın kesinlikle problemli bir banka 
olmadığını ortaya koyuyor. Devir kararında Pamukbank’ın taahhütlerini vadesinde karşılayamaması gibi bir gerekçe bulunmuyor. Bunun dışında devir kararında sıralanan tedbirlerin alınmaması, yükümlülüklerinin değerinin varlıklarının değerini aşması (sermaye açığı) ve faaliyetine devamının mevduat sahiplerinin hakları ve mali sistemin güven ve istikrarı için tehlike arzettiği gerekçeleri gerçeği yansıtmıyor. Pamukbank’ta sermaye ya da özkaynak açığı kesinlikle bulunmamaktadır. Bu, sadece BDDK’nın hatalı hesaplaması ve dolayısıyla dayanaksız iddiasıdır. 

9- İŞBİRLİKÇİ BDDK PAMUKBANK’I CEZALANDIRDI

Bankaya el konulduğunda Çukurova şirketlerine verilen kredilerin batık 
kredilerinin toplama oranı yüzde 69 tespitini BDDK yapmıştı. O dönemi 
Türkiye’sini hatırlayın. Mesut Yılmaz, Derviş ve Akçakoca ile bir olup banka 
operasyonları yapıyordu. Grubun şirketlerine ait borçlarını batık olarak kabul 
ederseniz, batık kredilere de karşılık ayırırsanız, bu tespiti yapabilirsiniz. 
Nitekim Pamukbank’ta böyle yapıldı.“İyi de bu kadar çok krediyi kendi 
şirketlerine kullandırması yasalara uygun mu?” diye sorulabilir. Geçmişte grup 
şirketlerine kullandırılan kredilerin toplam kredilere, varlıklara oranı 
konusunda boşluklar olduğunu biliyoruz. Ancak Çukurova Grubu, 1993’ten sonra 9 yıl Pamukbank’tan grup şirketlerine kredi çekmedi. 

10-LİKİDİTE SIKINTISI İLE İLGİLİ ORTADA TEK BİR RAPOR YOK

BDDK’nIn özellikle hortumculuk maddesi kapsamında bu bankayı değerlendirmiş olmasının nasıl yanlış olduğu zaman içinde ortaya çıktı. Varlıkların kriz nedeniyle değerinin ne kadar düşmüş olduğu ve yakın bir gelecekte bu varlıkların nasıl değerlendiği görüldü. Yapı Kredi, Turkcell basit örnekler. Ve Çukurova’nın verdiği teminatların yükümlülükleri karşıladığı birkaç yıl içinde ortaya çıktı ama banka ve bağlantılı pek çok şirket başkalarına satıldı. Pamukbank’ın likidite sıkıntısı olduğuna dair tek bir resmi rapor yok. Buna rağmen bu tespit yapılarak el konma gerekçesi yapıldı.

11-YAPI KREDİ’NİN EL DEĞİŞTİRMESİ İSTENİYORDU

PEKİ bunlara rağmen Mehmet Emin Karamehmet hakkında niçin hortumculuk maddesinin işletildiği sorulabilir. Bu sorunun da cevabı çok basit. Yapı Kredi’nin de el değiştirmesi isteniyordu. En azından onda kalmamalıydı. Nitekim hortumculuk (tek kuruş cebine koyduğuna yönelik tespit olmamasına, bankasından 1994 yılından beri şirketlerine tek kuruş kredi almamasına rağmen, tam aksine bankanın mali yapısı düzenlemesi için elindeki varlıkları satması veya teminat vermesine rağmen bankasını boşaltan kişi muamelesi görmesi gerekiyordu. Bu sayede yapı Kredi’yi (kanuna göre) yönetemez sıfatı kazanacaktı. Böylece grubun diğer şirketlerine de el konulabilecekti. 


POAŞ’ın % 51’ini borçlanıp borcu yine POAŞ’a ödettiler 

Dışbank’ı cebinden tek kuruş ödemeden satın alan Aydın Doğan, o dönemin 
siyasileriyle işbirliği yapıp aynı yöntemle Petrol Ofisi’nin de (POAŞ) sahibi 
oldu

Borçlarını satın aldıkları şirkete ödeten Doğan Grubu, bununla da yetinmedi. 
Halka arzı gereken yüzde 25.8’lik POAŞ hissesini de blok halde İş-Doğan’a sattı

Aydın Doğan, Petrol Ofisi’ni satın alırken, o dönem yine kendisine ait olan 
Dışbank’ın kaynaklarını sürekli olarak yasal limitlerin üzerinde kullanmıştı. 
Olay, 2002’de Petrol Ofisi ile İş-Doğan’ın birleştirilme girişimi sırasında 
kamuoyuna yansıdı. Üzerinden 6 yıla yakın zaman geçmesine karşın hiçbir savcı 
harekete geçmedi. Buna karşın Hürriyet başta, Doğan Grubu gazetelerin ‘hortumcu’ dediği banka patronları bu kadar hoyratça kaynak kullanımı yapmamıştı. O dönemdeki birleşme operasyonuyla açıklanan bilanço bilgilerine göre Aydın Doğan, Dışbank’ın özkaynaklarını kendi şirketlerine aktardı... İş-Doğan Ortaklığı, Petrol Ofisi’ni satın alırken kamuyu defalarca zarara uğratmış, son olarak da borçlarını ödeyemediğini söyleyerek, 271 trilyon liralık kamu alacağının ertelenmesini istemişti. Doğan Grubu’nun borcu, yine kamuyu zarara uğratan bir yolla 2007 yılına kadar ertelenmişti. O dönemde POAŞ, Hürriyet ve Milliyet’te Doğan Grubu’nun ‘borç ötelemesinde 90 milyon dolar ek teminat verdik’ açıklamasıyla kamuoyunu kandırmaya çalışmıştı. Çünkü İş-Doğan Ortaklığı, Özelleştirme İdaresi’ne hisse senetlerini usulsüz teminat olarak göstermişti. 90 milyon dolarlık teminat ise 2007 yılına yayılan borcun faizinin teminatıydı.

Özelleştirmeyi baştan sona mercek altına alan TBMM Yolsuzlukları Araştırma 
Komisyonu, POAŞ raporunda, davaya konu olan usulsüzlüğü anlatmıştı. Raporda Sermaye Piyasası Kurulu’nun (SPK), birleşme şartına dikkat çekiliyor. SPK, İş-Doğan A.Ş’den, teminatsız kalabilecek alacaklar için her tür ve miktarda 
teminatın derhal yerine getirileceği sözünü istiyor. Yeterli teminat 
sağlayacakları garantisiyle POAŞ ile birleşip, borçlarını POAŞ’ın kârına 
yükleyen İş-Doğan A.Ş, daha sonra verdiği sözü tutmuyor. Özelleştirme İdaresi, 
bunun üzerine İş- Doğan’a dava açmıştı. Ama dava sürerken, nasıl olduysa 
borçların vadeye yayılmasına karar verilmişti. İş-Doğan ortaklığı, Özelleştirme 
İdaresi’nin itirazına rağmen Doğan Cansızlar’ın yönetimindeki SPK’nın ‘olur’u 
ile Petrol Ofisi ile birleşmiş, devletin alacağı tehlikeye düştüğü için de 
İdare, birleşmeye karşı dava açmıştı. Petrol Ofisi ihalesine İş Bankası ile 
ortak giren Doğan Grubu’nun, o dönem doların yükseldiği bir konjonktürde 1.2 
milyar doları nasıl ödeyeceği merak konusu olmuştu. Çünkü bu parayı karşılayacak güçleri yoktu. Ancak plan kısa sürede anlaşıldı. İş-Doğan, POAŞ’ın yüzde 51’ini borçlanarak alıp, bu borcu yine POAŞ’ın üzerine yıktı. Yani ceplerinden tek kuruş çıkmadan, satın aldıkları şirkete borçlarını ödetmeye başladılar. Daha sonra halka arz edilmesi gereken yüzde 25.8’lik POAŞ hissesi de blok halde İş-Doğan’a satıldı. Üstelik teminat mektubu almadan ve 3 yıl vade ile. Ancak Doğan Grubu’nu rahatlatan tüm bu usulsüz yöntemlere rağmen, Aydın Doğan borcunu zamanında ödeyemedi. Özelleştirme Yüksek Kurulu ise şok bir kararla 271.3 trilyon liralık borcu 2007 yılına yaydı.

Şirketlerine yasal limitin 4 katı kredi aktarmıştı

2002’de düzenlenen Bankalar Kanunu’na göre bankalar kendi grup şirketlerine 
özkaynaklarının yüzde 25’inin üzerinde kredi veremiyordu. TMSF, geçmişte 
bankaların pek çoğuna Bankalar Kanunu’nun 14. maddesinin 4’üncü bendini gerekçe göstererek el koymuştu. Bu madde, bankalara mevduatı tehlikeye düşürecek nitelikle kendi şirketlerine kaynak aktarmayı yasaklıyor. Kaynak aktaran bankalara ise el konulmasına yol açıyor. SPK’nın isteği üzerine 26 Aralık 2002 tarihinde Milliyet Gazetesi’nde yayınlanan birleşme bilgileri dikkate 
alındığında, Doğan Grubu, Dışbank ve Dışbank’a ait yurtdışı bankalardan 
kullandığı kredi limiti yüzde 25 yasal sınırın çok üzerinde gerçekleşti. Ve bu 
oranın artmaya devam ettiği anlaşıldı. Dışbank’ın son açıklanan bilançosuna göre (Eylül 2002/9 aylık) 444 trilyon lira (265 milyon dolar) özkaynağı olan Dışbank, doğrudan ve dolaylı yollardan İş-Doğan şirketine 164 trilyon lira (98 milyon dolar) kredi verdi.

KREDİ ORANI YÜZDE 81 

Buna göre Dışbank, yasal limitin çok üzerinde özkaynağı, yüzde 36 oranında bir 
krediyi grup şirketine kullandırmış oldu. Ancak kredi 2000 yılında kullanıldığı 
ve o dönem bankanın özkaynağının da 72.8 trilyon lira (121 milyon dolar) olduğu dikkate alındığında tablo daha da vahim. O dönem Aydın Doğan’a verilen kredi, toplam özkaynaklarının yüzde 81’ine ulaşıyor. Böylece bankanın özkaynaklarına yönelik aşındırma ciddi noktalara getirildi. 2003 başında yaklaşık 265 milyon dolar özkaynağı olan Dışbank, bu miktarın 198 milyon dolarını kendi patronuna kredi olarak veriyordu... 

Derviş durup dururken yasayı yumuşattı

GEÇMİŞTE limit aşımı yaşayan ve banka kaynaklarını kendi grup şirketlerine 
kullandırdığı için Fon’a geçen bankalar olmasına rağmen, bu uygulamadan Aydın Doğan’ın bankası için vazgeçildi. Çünkü başta Mesut Yılmaz, Ankara bürokrasisi Aydın Bey’i çok seviyordu. O dönem yasal limitlerin üzerine çıkan bankalara el konulmadı. 2002 yılında BDDK’nın bankalara bakış açısındaki değişime dikkat çekerek şu yorumu yapmak mümkün: Geçmişte bazı limitler vardı ama yüzde 25 limiti dönemin Ekonomi Bakanı Kemal Derviş getirdi. Eğer bu limit getirilmemiş ve yeni bir yumuşama havası yaratılmamış olsaydı pek çok bankanın daha Fon’a alınması gerekiyordu. Ancak BDDK limiti aşan bankalara ‘7 yıl içinde yasal limit altına ineceksiniz’ uyarısı yaptı. Bunun üzerine bankalar gereğini yapmaya başladı. 11 Ocak 2002 tarihinde, Derviş şu açıklamayı yaptı: Geçmişte yüzde 25 sınırı yoktu. Bankalara diyoruz ki bu kredileri 7 yılda temizleyin... Ortağına kredi vermek suç değil ama batık bir ortağa kredi verip bunu canlıymış gibi göstermek suç. Bu bankacılık kriterleri içinde olduysa, suç değil.

Petrol Ofisi spor kulübünü de yıktı

DOĞAN yönetimi Petrol Ofisi’nin başına geçer geçmez, şirketin spor kulübünde 
operasyon yaptı. 1954’ten beri Ankara’da Türk futboluna sayısız oyuncu 
yetiştiren Petrol Ofisi kulübüne “kapatıyoruz” tebligatı gitti. Ama mahkemede 
kaybetti. Bunun üzerine Aydın Doğan, “Kulüp benim” diye dava açtı. Önce kapatmak istediği kulübü sonra gasp etmek istedi. Fakat mahkeme buna da izin vermedi

Hürriyet’ten gaspa cevap yok unutturmak için saldırı var

BAŞTA AKŞAM olmak üzere Yeni Şafak ve Sabah gazetelerinin yazdığı Pamukbank iddiaları, Doğan Grubu gazetelerde bir haftadır satır yer bulmuyor. Çünkü iddianameye giren telefon kayıtlarında Doğan Grubu’nun üst düzey isimlerinden birinin, dönemin BDDK Başkan Yardımcısı’yla konuşma kayıtları da olduğu iddia ediliyor. Kendi gazetelerinde kendi patronları hakkında yazacak değiller. 2001-2002’de Mesut Yılmaz, Kemal Derviş, Hüsamettin Özkan üçlüsünün dönemin bürokratlarına talimatlar vererek Doğan medyasının da desteğiyle bankacılık operasyonları yaptığı ortaya çıktıkça Hürriyet’in neşesi kaçıyor. Bu gerçekleri saklamaya çalışan Hürriyet ve grubun diğer gazeteleri, doğal olarak iddiaları görmezden geliyor. Buna karşın 6 yıldır gizlenen büyük yolsuzlukları ortaya çıkardığı için sürekli AKŞAM’ın sahibine saldırıyor. Çukurova Grubu’nun başka şirketleri hakkında asılsız haberler yazıyor. Maksat, Hürriyet’in yanı sıra  Vatan, Milliyet gibi diğer gazetelerle saldırıp  AKŞAM’ı susturmak. Bugün Milliyet yazarı Güneri Cıvaoğlu, köşesinde medya etiğinden bahsediyor. İsim vermeden AKŞAM dışındaki gazetelerin bu iddialara pek inanmadığını yazıyor. Pes artık. Bu kadar mı patron şakşakçısı olunur. 

AKŞAM yazdı, Yeni Şafak yazdı, Sabah yazdı. Geri kalanlar da zaten sizin gazeteleriniz... 

Dışbank patronu için kredi verdi BDDK onayladı

İŞ-Doğan ile POAŞ birleşmesi sırasında, küçük yatırımcılara yasa gereği hisse 
senetlerini satın alma çağrısı yapıldı. Bu çağrı üzerine yaklaşık 7 bin 460 
yatırımcı 48.8 trilyon nominal değerindeki hisselerini POAŞ’ın hakim 
hissedarları İş Bankası ve Doğan Grubu’na sattı. Bu satın alma işlemi için 
(hisse başına 6.800 liradan) İş Bankası 100 milyon dolar, Doğan Grubu da 100 
milyon dolar olmak üzere 200 milyon dolar ödedi. Doğan Grubu 100 milyon doları Dışbank’tan kredi olarak aldı. Böylece bankanın kendi grubuna verdiği kredilerde limit aşımı 100 milyon dolar daha arttı. Bu durumda Dışbank 265 milyon dolar özkaynağın yüzde 75’i olan 198 milyon doları kendi patronuna vermiş oldu. Limit aşım miktarı da yüzde 220 oranında gerçekleşti. Bankaların attığı her adımı takip eden BDDK’nın ise bu girişime nasıl olup da izin verdiği bugün bile bilinmiyor.

Anahtar Kelime
Turgay Ciner

http://www.haberturk.com/haber/haber/92612-dogan-cukurova-savasi-tam-gaz

..

1 Aralık 2014 Pazartesi

ANADOLU PARTİSİ KONGRESİ TOPLANDI




ANADOLU PARTİSİ KONGRESİ TOPLANDI


Anadolu Partisi kongresiyle filli demokratik halk mücadelesi başladı.



Anadolu Partisi kongre yapıyor


Emine Ülker Tarhan liderliğindeki Anadolu Partisi, kurucular kurulu kongresini bugün gerçekleştirdi. Emine Ülker Tarhan Genel Başkanlığa seçilirken, birçok ilin  başkanları ve yönetim kurulları da belirlendi.İşte Emine Ülker Tarhan’ın konuşması;
“Değerli arkadaşlarım, Anadolulular, Trakyalılar… Kurucular kurulu toplantımıza, Anadolu Kongresi’ne hoşgeldiniz.
Zorlu geçen bir tarihsel süreçte, dünyanın bu en cennet ve bazen de cehennem olan bölgesinde, Anadolu’da yaşamanın, ona ait olmanın, mutluluğunu ve bazen de hüznünü yaşıyoruz.
Verilen kutlu mücadelelerin ardından tutunduğumuz son vatanımız Anadolu’nun şefkatli toprakları, yaşadığımız zaman diliminde, vicdansızlıklara, sömürüye, kutuplaşmaya zemin oldu.
Bir zamanlar, darbeciler bütün dayanışma deneyimlerini işkenceyle, cezaeviyle, sürgünle, ölümle cezalandırıp, faili meçhulleri uygulamış, bu yolla bir sağır ve dilsizler toplumu yaratmışlardı.
Bugün bizi yönetenler de benzer hukuksuz susturma teknikleri uyguladılar. Cezaevleri muhaliflerle doldu. Basılmamış kitaplar imha edildi. Zalimleri kutsayan kitle iletişim araçları, demokrasiye karşı kurulmuş sözde demokratik kurumlarıyla bir sessizler toplumu yarattılar. Buna karşı duran gençler sokakta öldürüldü.
Bununla yetinmediler, kendi mülkiyet haklarına diğer bütün hakları feda ettiler. Ağaç kesip beton diktiler. Yeşile savaş ilan ettiler. Çalmayanı cezalandırıp, çok çalanı ödüllendirdiler. Yalnızca biat edene ifade özgürlüğü ‘bahşettiler.’
Bu toprakların eşsiz devrimlerini, aydınlanmasını düşman gösteren bir sistem yarattılar. Türkiye Cumhuriyeti’ni yönetir görünüp, sultanlığa göz kırptılar. Onlar, gösterişli saraylarını donatırken, masumlar yerin yedi kat altında can verdi.
Bizim, bu sistemi bir kadermiş gibi kabul edeceğimizi sanıyorlarsa yanılıyorlar. Biz böyle bir sistemin dekoratif malzemesi olmayacağız. ‘İleri demokrasi’ dedikleri ve halkın yaratıcı enerjisini zincirledikleri bu şeyin adı demokrasi değil.
Biz, sesi olmayanların sesinin ortaya çıkmasına yardımcı olmak isteyenler, Anadolu Partisi’ni kurduk. Gökkubbe altında yaşadığımız sürece, ismindeki Anadolu, resmindeki Trakya’nın değer ve kazanımlarından beslenecek, gösterişe karşı sadeliğini, kutuplaşmaya karşı engin hoşgörüsünü koyup, gücünden ilham alacağız.
‘Yeşil bir ağaç gibi gülen, merasimsiz ağlayanların’ yurdu Anadolu’nun ve Trakya’nın birliği ve aydınlık yolu yolumuzdur. Evet partimiz Anadolu Partisi bu düşünceyle kuruldu.
Ülkemiz kritik bir eşikteyken kurduk Anadolu Partisi’ni. Halkın umutsuzluğu had safhadayken. Çünkü seçim yapılsa da sonuç hiç değişmeyecek gibi hissediyorlar artık.
Son seçime baktığımızda tıpış tıpış söylemine nasıl karşılık verdiğini gördük. Bu sonuç sadece AKP ile açıklanamaz. Toplumsal muhalefet var ancak siyasal muhalefetten fayda yok.
Gezi’yi hatırlayın. Partisi yoktu. Hatırlayın, AKP’nin baskılarına karşı vicdanı olan her kesimden insan sokaklardaydı. O gün korku duvarlarını yıktılar. Sonuç aldılar mı, aldılar. Oraya Topçu Kışlası yapılamadı.
Ama siyasal muhalefet bunu başaramadı. Haftalık grup toplantılarına sıkışıp, iktidarı besledi. Kim istemez böyle muhalefeti.
İnsanlar bir çıkış arıyor. İşte bir çıkış yolu bulma arayışından doğdu Anadolu Partisi. Türkiye’nin sürüklendiği uçurumun farkındalar. Bunu gidermek, geleceği yeniden inşa etmek için onların talebiyle doğdu Anadolu Partisi. İktidar ve muhalefetin birlikte büyüttüğü kabusu defetmek için.
Yüzyıllardır bu ülkenin hırpalandığını gördükleri her anda bu erkekler ve kadınlar, gençler onu canlı tutma cesareti bulmuşlardı. Yine buldular. İşte bu yüzden burdayız. Birilerinin birşey yapması gerekiyordu. Bu da sadece siyasi bir örgütlenme ile mümkündü.
Tek tek yakılan ateşler, çiseleyen bir yağmura bile dayanamaz. Oysa yangına dönüşen bir halk ateşini söndürmeye okyanuslar yetmez. Bakın Anadolu’nun gençlerine, o ateşi göreceksiniz.
Önümüze çıkacak engellerin farkındaydık. Medyanın kapılarını kapatacağını biliyorduk ama farketmezdi. Bakmayın kenardan eleştirenlere, onlar için doğru yapılan her hareket yanlıştır.
Hele halkın çocukları bir şey yapmaya görsün, hemen parmak sallamaya kalkışırlar. Anadolu’nun gücüne, halkın enerjisine güvenmeyenler, dün de böyle demişlerdi, bugün de.
1919 yılında umutsuz bir imparatorlukta, işgale boyun eğmeyen Mustafa Kemal’e Refik Halit şöyle yazmış: ‘Anadolu’da bir patırtı, bir gürültü, kongreler, beyannameler filan….
Sanki birşey yapabilecekler… Blöf yapmanın sırası mı şimdi?
Hangi teşkilatın, ne gücün var? Bu ne hayal! Kuzum Mustafa sen deli misin?”
Sonuç; o deli dediği adam Kurtuluş Savaşı’nı kazanıp Cumhuriyeti kurmuştur.
Zübeyde Ana’nın oğlu ufkun ötesini görmüş, kimin ufkunun dolduğunu da göstermiştir. Anlattığım hikaye bir karşılaştırma değil asla, ama açık bir öykünme.
Yaptığımız şeye, buna ne derseniz deyin, politik değişim arzusu, meydan okumak, ne derseniz deyin.
Bakın arkadaşlar, sevgili kardeşlerim, dünyadaki başka hiçbirşey, hiçbir ordu, hiçbir güç, zamanı gelen bir düşünceden daha güçlü olamaz… Zamanı gelen o düşüncedir Anadolu Partisi. Gücünü zamanın ruhundan alır.
Diyelim ki, hayal görüyoruz, diyelim ki hayal ediyoruz. Söyler misiniz bunu yapmamıza hangi güç engel olabilir? Heyecanımızı kim zaptedebilir?
Burayı asla zaptedemezler. Çünkü burada Anadolu var, burada Cumhuriyet var. Ve buradan ilan ediyorum ki, burada hiçbir şey sıradan olmayacaktır.
Bize soruyorlar; ‘neye güveniyorsunuz, ne yapabilirsiniz?’ diye… Hâlâ göremiyorlar, hâlâ duyamıyorlar, hâlâ anlayamıyorlar… Anadolu’nun, cumhuriyetin kızlarına-oğullarına, bize ‘tıpış tıpış’ değil, sevgiyle, coşkuyla koşan milyonlara güveniyoruz.
Eşitlik, adalet, kardeşlik ve özgürlük yeniden hatırlansın istiyoruz. Sömürüsüz bir toplum istiyoruz.
Anadolu Partisi’nin çizgisi birleştirmektir. Ayrışarak küçülen bir Türkiye’de değil, birleşerek büyüyen bir Türkiye’de iktidar olmak temel hedefimiz. Bizim kuruluşumuz yeni bir halk hareketi, Anadolu Kongresi’yle işte tam buradan başlıyor.
Arkadaşlar, her tür saldırıya hazır olun. Çünkü korkuyorlar. Ama sermayeniz yüreğinizse eğer mesele yok demektir. Ve unutmayın, elleri çok, ama çok kirli olanların bizi elimizi yıkamaya davet etmelerine asla izin veremeyiz.
Kabul edin artık, yıllar yılları kovaladı, olmadı. Mevcut muhalefet iktidar olamıyor. Hele cumhurbaşkanlığı seçimine bakın durum içler acısı.
Bunun nedenini artık biliyorum. Belki hepsi birden dilimi kesmek isteyecekler ama ben doğruyu söylemeye devam edeceğim.
Bu gün siyasette sanki gizli bir koalisyon var. İktidar ve ana muhalefet partisi kontenjanı ve diğerleri. Mutlak hükümdarın altında majestelerinin hükümeti ve majestelerinin muhalefeti.
Muhalefet, iktidar ne söylerse peşinden gidiyor. Siyaset çözüm alanı değil, sorun haline gelmiş, tıkanmış. Halka dayanırlığını yitirmiş. Bize dayatılan birer yönerge, tebliğ ve usul olmuş sanki.
Üstelik, bakın, keşke bize karşı hergün atıp tutanlar, küçük bir matematik hesabı yapsalar. Mevcut seçim sistemine göre; meclis’e 3 parti girmesi halinde 1. Parti tek başına iktidar oluyor. Bir parti daha olursa tek başına iktidar olamıyor.
Cumhurbaşkanı adayı ile tarihe geçip, bir cumhuriyet karşıtına cumhurbaşkanlığını hediye edenler yine hesap hatası yapıyorlar.
Birileri tüm sorumluluğu paralele yüklüyorsa, birileri de şezlonglara, istihbarat servislerine yüklüyor. Kirli komplo teorilerine sarılıyor. Korkakça karınlarından konuşup, MİT’ti şuydu buydu deyip akılları sıra ortalık bulandırıyor.
Cesareti olan kapı arkasından konuşmaz, çıkar ne biliyorsa anlatır. Kirli siyaset yapmaz. Çamur atmaya kalkışacaksınız ha… Yok öyle yağma… Adam gibi çıkar ne biliyorsanız söylemezseniz korkak ilan edilirsiniz.
Unutmayın, kimsenin, hiç kimsenin icazetine ihtiyacımız yok. Küçümsediğiniz bu halkın oğulları, kızları kendi başına birşey yapamaz mı sandınız? Soruyorum, madem birşey yapamayız, niye hergün bizden bahsediyorsunuz. Bu kadar mı korkuyorsunuz? Anlayın artık, size benzemiyorum ben, biz.
Ben bunları söylediğimde, benim yıllanmış bir siyasetçi olmadığımı filan söylüyorlar. Evet ‘yıllanmış siyasetçi’ demek deneyim demekse, öyle değilim. Ama bunu söyleyenlere göre bakıyorum, ceket iliklemekten parmakların yorulmalı ki yıllanmış siyasetçi sayılasın. Oysa ben böyle yıllanmak istemiyorum ki.
Siyasetin gençleşmesi, ben görevimi yaptıktan sonra, yerimi bir an önce genç bir adama, ya da kadına bırakmak çok daha umut verici.
Siyaset nedir onlara göre bilinmez. Ama benim siyasetle tanışmam epey de eski sayılır.
Siyasi yaşamım; dünkü çocukken, babam Ali Usta’nın çalışmaktan şişmiş, yara olmuş ellerini iyileştirmeye çalışırken başladı.
Ülkemin yollarında, keşifler yaptığım dağlarında, köylerinde gelişti. O toprakların ve insanların birikimleri üzerine inşa edildi.
Tozlu yollarında, köy minibüslerinde, 2 göz oda evlerimizde, kapı komşularımda tanıdım her birini. Güzelliklerini yüreğimde biriktirdim. Kendimi onlara karşı borçlu hissettim. Hala o borcu ödemenin telaşı içindeyim.
Kocaman bir hazine sandığı olan Anadolu’nun mücevherleriydi her biri. Nar taneleriydi. Beni ben yapan değerlerin parçasıydı her biri. Her birine teşekkür ederim.
Ben olağanüstü bir hatip değilim. Ben kurnaz bir politikacı hiç değilim. Sadece haksızlıklara karşı dik durmayı, bu topraklara layık olmayı istedim. Kötü olana sıradan olana alışmak istemedim. Adaletsizlikle mücadele ettim. Çünkü adaletsizlik cinayetten farksızdır. Adalet cellatların eline düşünce iş başa düşmüş, ben de yollara düşmüştüm, hatırlayın.
Şimdi de biz siyasette oyun kuralları değişsin, bir maskeli balo olmaktan çıksın istiyoruz. Artık dini de, bu topraklardaki herkesin kahramanı olan Atatürk’ü de, Cumhuriyeti de kendine aitmiş gibi istismar edenlerin maskeleri düşsün istiyoruz.
Mustafa Kemal’in ülküsü sadece sözden, heykelden, biçimden ibaret olmasın istiyoruz. Ülkesinde öteki gibi yaşamak istemeyen çok insan var, bunu biliyoruz. Onlar sahipsiz kalmasın istiyoruz.
Siyasetin ilkeli ve ahlaklı yapılmasını istiyoruz. Sloganlarla, hamasetle, komplo teorileriyle değil. Masaya yumruk vuranlardan, ‘yalancıdan başbakan olmaz’ deyip sonra susmak zorunda kalanlardan, cumhuriyeti kurultaydan kurultaya hatırlayanlardan olmayacağız.
Bu maskeli baloyu değiştireceğiz, bu rant düzenini demokratik yollardan, sandıkta yıkacağız. Söylemiştim, çünkü biz sandıkları kadar az değiliz… Toprakta karınca, suda balık, havada kuş kadar çokuz.
Değerli dostlarım, arkadaşlarım!
Biraz geriye dönüp baktığımızda, ülkemizin, son yüzyılda büyük bedeller ödediğini görüyoruz. Kuma kanla yazılan haritalarla sınırlar değişti. Bugün, tarihi tekerrür ettirmek isteyenler kimin silah verdiği belirsiz IŞİD ile bizim savaşmamızı istediler.
Hükümet, çıkarttığı tezkereyi ateşten top misali ne yapacağını bilemedi. İmdadına muhalefet yetişti. Bir de baktık ki, mehmetçiğin çevresinde türlü düşmanların konuşlandığı bir yere girip, IŞİD’i hızlıca yok edip yine hızlıca dönmesi için dahiyane bir mini tezkere önerisinde bulunuldu bir basın toplantısıyla. Şaka gibiydi… Neyse…
Evet o kuma çizilen haritalardan kurtarabildiğimiz vatan toprağının adı Türkiye Cumhuriyeti oldu. Varolma sürecinde hatalar da yapıldı. Ancak Türkiye Cumhuriyeti, herşeye rağmen, çağdaşlaşma projesini yürüttü. Kalkınmasını üretime dayandırdı. Kadını toplumsal yaşamın dokularında var kıldı.
Eksikleri var mıdır, vardır. Bana göre devrim tamamlanamamıştır. Ancak kurucu iradenin ne denli haklı olduğu, sınırlarımızın ötesine bir göz atınca anlaşılıyor.
Elleri birbirlerine zincirlenerek cariye pazarında satılan kız çocuklarını izledik. Bunlar sınırlarımızın hemen ötesinde gerçekleşti. Ezidiler, Kürtler, Aleviler, Sünniler topraklarından sürüldü. Birlikte yaşama iradesi yok edildi.
Bize döndüğümüzde ise bugün hâlâ elimizde olan kör topal bir seçimli demokrasi, hoyratça tartaklansa da bir yargı sistemi, kağıt üstünde de olsa kadın erkek eşitliği var hâlâ.
Şimdi bunları önce korumak, sonra geliştirmek zorundayız. Ülkemizi bulduğumuzdan daha iyi bir yer haline getirmek zorundayız. Bizi yaratan ruha sadakat ortak amacımız kimseyi terketmeyeceğiz, kimseyi unutmayacağız. Kimin ne giydiğiyle değil yoksulluktan ne giyemediği ile ilgileneceğiz.
Güçlenmek, güvenle, işbirliği ve dayanışmayla güçlenmek. Sadece parayla değil. Güçlü kadın, güçlü gençlik, inançlı ve mücadeleci. Üretenlerin lehine işleyen ekonomik sistemi yaratmalıyız.
Ekonomide, artık satılacak şey kalmadı. Satarken kirli rantlara, kişisel menfaatlere bulaştıkları anlaşıldı. Yakalanmamak için ne kanun kaldı değiştirmedikleri, ne tek bir polis müdürü. Arkalarına aldıkları güdümlü adalet sistemiyle, kendilerine mutlak dokunulmazlık sağladılar.
Oysa, adaletin sembolü terazidir, bukalemun değil. Bize yetki verildiğinde, kirli ilişkileri tek tek ayıklanacak; karanlıkların prenslerine karşı topyekun bir mücadele verilecektir.
Arkadaşlar…
Anlatıyorum, biraz da muhalefet yüzünden Türkiye bu duruma geldi. Ama muhalefet bizim ne hedefimiz ne de umurumuz. Asıl amaç iktidar. Bu yolda biz günebakan gibi güneşe dönecek ve yürüyeceğiz.
Bunun için burada toplandık ve buradan Anadolu’ya, Trakya’ya dağılacağız. Nafile toplantılarla zaman kaybetmeyeceğiz. Bu partiye giren herkes bir liderdir. Herkes kendisinin lideri, halkının iradesi, partisinin de neferidir.
Siyaset yorgunları ile yola çıkmadık. Herkes oturduğu koltukta sağına ve soluna baksın: yeni yüzlerle karşılaşacaktır. Var olduğumuzu Türkiye ile göstereceğiz, adının arkasına gizlenenlerle değil… Böyle bir ekiple yola çıktığım için onur duyuyorum. Başaracağız. Kırmadan, dökmeden ve en önemlisi hiç yılmadan.
Bize ‘siz nesiniz?’ diyorlar. Biz bu ülkenin yıpratılan değerlerini onarmak için yola çıktık.
Özgürlüğünü yitirmiş, ulusal hassasiyetleri çiğnenmiş, ekmeği elinden alınmış, madenlerde ölüme mahkum edilmiş, caanım zeytin ağaçları kesilmiş, 12 yılın sonunda bir karanlığa mahkum edilmiş milyonlara yakın hissediyoruz kendimizi. İktidar tarafından yaşamları, muhalefet tarafından umutları elinden alınmış herkestir; Anadolu…
Herkes kendini bir kalıba sokuyor. Birileri kendine ‘muhafazakar demokrat’ diyordu hatırlayın. Neyi muhafaza ettiğiniz önemli tabi. Yağma düzenini muhafaza etmek onlarınkisi. Cumhuriyet değerlerini, ulus devleti, kadın erkek eşitliğini, emeğin kutsallığını, doğal kaynaklarımızı muhafaza etmek bizimkisi. Yolsuzluklarla mücadele, yenilenebilir enerji sistemlerine bakış…
Eğitimse mesele, biz devrimciyiz.
Betona karşı yeşili, termiğe karşı zeytin ağacını, HES’e karşı dereleri savunmaksa, çevreciyiz.
Kültürlere saygı, çoğulculuksa eğer, demokratız. Ama elbette ve sonuna kadar cumhuriyetçiyiz.
Ülkemizin geleceği için mücadele etmek istiyoruz. Biz bunu söyledikten sonra dileyen yurtsever desin, dileyen özgürlükçü, dileyen ulusalcı desin, dileyen vatansever.. Yeter ki vatan haini ya da hırsız demesin.
Bize, ‘ülkeyi değiştirdik’ diyorlar. Değişimin gizli gündemle yapılması o toplumu bir kötüye mahkum eder. İşte etti. Bu kurgu, toplumu kutuplara ayırır. İşte ayırdı. Hatırlıyor musunuz ‘%50’yi evinde zor tutuyorum’ sözleri ne kadar da tehlikeliydi… 12 yılın sonunda kendini kırgın, öfkeli, mutsuz hisseden milyonlar yaratıldı.
Evet değişiyor. Tek millet değil iki millet var artık. Pastanın yarısını yiyen yüzde onluk zengin millet ile kalan yarısını yiyen yüzde doksan yoksul millet. Birileri hep zengin, birileri daimi fakir. Bir tarafı hep kazanmış, diğer tarafı hep yenilmiş bir millet.
Evet değişiyor, Türkiye bölünüyor değerli kardeşlerim, Türkiye bölünüyor…
Sadece duygularımızdaki bölünmeden, şiddet ve terörün bizi bölmesinden sözetmiyorum.
İşli işsiz, zengin, yoksul, imam hatıpli ya da değil, Türk, Kürt, Boşnak, Arap, Gürcü, diye bölünüyor… Ha bir de kadın erkek diye bölünüyorlar, buna engel olmalıyız. Yoksa bu çatışmalar ülkenin enerjisini bir ruh emici gibi tüketecek.
Evet değiştik. Her 5 gencinden 1’inin işsizlikle boğuştuğu, açlık sınırının altında bir asgari ücret anlayışı varken, yüzlerce işçimiz yeraltında can verirken, yerüstündeki şaaşalı kaçak bir sarayı donatabiliyorlardı. Bütün saraylar aynı hızla kirleniyor belki ama birinciliği kesinlikle bu Aksaray’a vermişlerdir eminim.
Eğitimde OECD ülkeleri arasında sonuncuyuz. Gençler, maaşlarının dörtte birini vergi olarak verecekleri bir işe girmek için kariyerlerini çoktan seçmeli sorulara bağlıyorlar. Sonra da kazandıklarının 4 katı borç altına girerek yaşamaya çalışıyorlar.
Evet değişti bazı şeyler. Sendikal ve siyasal etkinlikler bugün suç. Toplanma özgürlüğü kaldırıldı. Düşünmek yasak.
Evet değişti. Güneydoğu ayrı bir devlet gibi. Türk bayrakları indiriliyor, vergi topluyor, güvenlik kuvveti kuruyorlar.
Sorun kültürel haklar mı, toprak mı bunun tahlilini daha yapamamış, silahlarını bırakmamış bir terör örgütüyle sanki tüm Kürtlerin tek temsilcisiymiş gibi masaya oturmuş eveleyip geveleyen bir hükümet. Bu Kürtlere çok büyük haksızlıktır.
Değişti evet, yakın bir savaş tehlikesi yaşıyoruz. Teröre destek söylentileri ayyuka çıkmış. Ayağını ancak sığ sularda ıslatabilenler ‘derinlik stratejisi’nde vurgun yemişler.
Sınırlarımızı milyonlarca mülteciye açmak zorunda kalmışız. Savaş tehlikesi yaratan, teröre destek olmakla yaftalanan dış politikanın mimarı sanırım sadece bizde iş bulabilirdi. Üstelik başbakan olarak.
Bize ‘zenginleştik’ diyorlar, evet, zenginleştiler, onlar. İktidar ve onun gölgesinde yatanlar.
‘Başardık’ diyorlar, ağaç kesip beton atmaksa başarı, evet başardılar.
Bilimde, sanatta, eğitimde, sporda neredeler söyler misiniz? Zenginlik, üretimi arttırarak, hakça bir paylaşımla mümkündür. Emekli yaşlılarını, küçücük çocuklarını çalışmak zorunda bırakanlar zengin değildir.
Bize soruyorlar ‘Türkiye’nin en büyük sorunu sizce ne?’ diye. Saymaya başlayabiliriz, öyle çok ki. Ama bunu en çok sokaktaki insan biliyor.
Evine ekmek götürmek için elma toplamaya giderken yollarda can veren emekçilerin çocuklarına sorun bakalım en büyük sorun neymiş. Madende 350 metre suyun altında tüm umutları yok olan maden şehidi Tezca’nın on yaşındaki oğlunun o babasını özleyen gözlerine soralım bakalım neymiş?
Ve bize ‘hem iktidar hem muhalefetin saldırılarından korkmuyor musunuz?’ diyorlar? ‘Düşmanın yok mu, nasıl olmaz? Yoksa hiç adalet istemedin mi?’ der bir düşünür. Düşman öğretmendir. Ondan da öğreneceklerimiz var.
1500 korumayla dolaşıp, kefen giydik ağlaklıkları yapanlardan değiliz. Kefen deyince, aklıma geldi. Onların kefeni muhtemel ki, zırhlıdır kurşun geçirmez. Bizimkisi Anadolu’da bildik türden birkaç metre bez. Ama evet, biz hiç mi hiç korkmuyoruz.
‘Ne yapacaksınız ki’ diyorlar. Bakın, biz sadece ‘karşıyız’ demeyeceğiz. Yaşam pratiğine geçireceğiz herşeyi.
Taşerona karşıysanız kendiniz uygulayamazsınız. Kadınları yok sayarak, çıkarınıza uygun kota aldatmacaları yapamazsınız.
İnsanları dinlemek gerekir. İnsanlardan öğrenmek gerekir. Yalan söylememek, yalanları ortaya çıkartmak gerekir. Küçük zaferlerle övünmemek, onu büyük zaferler için rehber yapmak gerekir. Biz bunları yapacağız.
Kadınlar, ah kadınlar… Kanayan yaramız. Dünyada Ruanda’dan bile geride olmaya layık mı Türk kadınları? Günde ortalama iki kadın öldürülür mü sokaklarda?
Kadınların güçlenmeleri gerek. Evde oturmayı tercih edenler olabilir elbette. Ama isteyen kadınlarımızı üretime katmalıyız.
Kadının bir sorunu da çocuk ve yaşlı bakımı, bu konuda da zor durumdayız. Düşünün herkes bir gün yaşlanacak ve herkesin bir yaşlı annesi babası var. Onlarla ilgili yaşamı kolaylaştırıcı yöntemler önereceğiz.
Örneğin, kadınların okur yazarlık oranının yüzde yüze çıkarılmasını, yüksek eğitim almasını, talebi olan her kadının devlet desteğiyle sürücü belgesi almasını istiyoruz. Türkiye’nin yolculuğunda kadınlar direksiyona geçsin istiyoruz.
Birilerinin bizi benzetmeye çalıştığı, araba kullanması da sokağa çıkması da yasaklanmış Ortadoğu’daki kadınlara da umut olsunlar istiyoruz. Onların da umuda ihtiyacı var bu karanlık günlerinde.
Hepimiz cumhuriyetin okullarına, öğretmenlerine borçluyuz. Devlet okullarını güçlendireceğiz. Gençlerle ilgili istihdam, eğitim, kültür projelerimiz var.
Çocukken babamın, ‘dalını kırarsanız küser ağlar’ dediği, dokunmaya kıyamadığımız o güzelim zeytin ağaçlarının binlercesi sökülüyor. Be adam, keserken, sökerken kokusuna da mı acımadın…
İnsanlık bunlara ne yapmış da bu kadar insanlıktan uzaklaşmışlar bilinmez. İktidarı, muhalefeti neymiş bu ağaç düşmanlığı, nasıl bir kâr hırsı bu?
Neymiş efendim enerji… Derelerimizi, göllerimizi, tarım alanlarımızı rant kapısına dönüştürdükleri yetmiyor, şimdi de zeytinliklere göz diktiler. Sonuçları ağır olacak, ama farkında değiller.
Çevreye saygılı ‘alternatif enerji’ bizim önceliğimiz olacaktır. Rüzgar, güneş ve atıklardan enerji üretimi konusunda çalışacağız. Günde 4 saat güneş alan Almanya, güneşi elektriğe dönüştürüyor, günde 8 saat güneş alan ülkemizde ise insanlarımız enerji elde etmek için yeraltında ölüme mahkum ediliyorlar.
Eğer istiyorsa, herkes doğduğu, yaşadığı, yaşlanmak, ölmek istediği memleketinde ekmeğini kazanma şansına sahip olsun istiyoruz. Buna ilişkin tarım ve hayvancılık projelerimiz olacak.
Yolsuzlukla savaşta, vergi toplamada devrime ihtiyaç var. Düşünün şu anda devlet her işyerine %37 ortak. Oysa, az kazanan az, çok kazanan çok vergi ödemeli. Bu çalışmalar, ayaklarımın yere basması kadar somut ve gerçektir.
Değerli kardeşlerim…
Şimdi bakalım… Yeni bir hareket AKP’nin gücünü dizginlemezse, ne mi olur… Bugüne kadar ne olduysa o olur.
Açıkça ‘kuvvetler ayrılığı da neymiş, bize birkaç beden büyük geliyor. O halde tüm kuvvetleri birleştirelim de mal birliği rejimi yapalım’ dedi hatırlayın.
‘Yurtta barış, dünyada barışa ne hacet, yurtta beton dünyada beton bize yeter’ diyor.
‘Başkanlık yetmez kestirmeden sultanlık yapalım olsun bitsin’ diyor. Çünkü hesap vermekten o kadar korkuyor ki, mutlak iktidar istiyor.
O kadar korkuyor ki, kasalar, kutular üzerine üzerine geliyor.
O kadar korkuyor ki, farklılıktan, özgürlükten, gençlerden. Korkularına teslim olmuş biri yönetiyor ülkemizi.
Tek derdi var artık. Kaydı hayat şartıyla başkanlık. Onun için herşeyi göze almış, ülkeyi bölmeyi bile…
Ne mi olur? Anayasayı değiştirir. Yeni rejim eski rejimin simgeleri için bir sürek avı başlatır. Yasaklatır. Olacak budur…
Özgürlükler askıya alınır mı, alınır? İnterneti bir kez yasakladı mı yine yasaklar. Halka karşı işlediği suçlar ortada. Yine işleyebilir. Masumların nasıl hedef gösterildiğini, palalıların sokaklara salındığını, sokakta öldürülen gençleri hatırlayın.
Bazen öyle öfke patlamaları yaşandı ki, güvenlik yazılımı filan olmayan bir tüp gibiydi bu insan, direkt patlayacaktı sanki. Müsekkini saraymış meğer. Ancak muhalefetin de büyük desteği ile cumhurbaşkanı olup sarayına kavuşunca biraz teskin olabildi.
Bakın, halkı bunlara karşı topyekun sigortalatamayız. O halde hesap sormak için demokratik yollarla iktidar olmak gerekiyor. Ve biz göreceksiniz, eninde sonunda iktidar olacağız. Ve hesap soracağız.
Bu sessizliği sese çevirmeye, ah o güzelim ‘uyuyan güzeli’ uyandırmaya ihtiyacımız var.
Her hafta MYK toplamaktan başka bir şeyden sözediyorum. Gerekirse, işimizi, koltuğumuzu tehlikeye atan feda geleneğine inanmış kora kor bir mücadeleden sözediyorum.
Bizim bir davamız, Türkiye’ye karşı yeminimiz var. Siyasete başka bir pencere açmak istiyoruz. İçimizdeki büyük manifesto çoktan hazırlandı arkadaşlar. Okunmayı bekliyor. Hamur mayalandı dostlar, somun kabarıyor artık.
Özgürlük yok mu bu ülkede, bulmalıyız. Kayıp mı, aramalıyız. Uzakta mı, fethetmeliyiz.
Demokrasi fazla ileri gitti, gözden mi yitti, bulup geri getirmeliyiz.
Yoksulluk başa bela mı, yok etmeli, zenginleşmeliyiz.
Kuruluş dilekçemizi verdiğimiz günden, bugüne kadar o heyecanınıza, olağanüstü çabalarınıza tanık oldum. O heyecan karşılığını buldu. Her ilden, her ilçeden partimize katılım mesajları yağıyor. Bu heyecanı hiç yitirmeyeceğiz. Anadolu kadınları, Anadolu gençleri yollara düşecek…
Biz saraylarda yaşamak için yola çıkmadık. Elimizin tersiyle iter, iki göz odada mutlu oluruz.
Biz Ali ustanın, balıkçı İdris’in, madenci Memed’in, çiftçi Ökkeş’in, ev kadını Zeynep’in, avukat Ayşe’nin, memur Rıza’nın çocuklarıyız. Onlar ilham verecek bize.
Seyit Onbaşı gibi gücümüzün sınırlarını zorlayacağız. Adile Naşit gibi sevecek, Neşet Ertaş gibi sesleneceğiz. Pir Sultan gibi direnecek, Mevlânâ gibi kapılarımızı açacağız.
Ve öksüz bırakılan bir davaya, cumhuriyete, anadoluya sahip çıkacağız. Çünkü biz sadece külleri süpürmeyiz, ateşi de yakarız. Çünkü biz ölülerimizi sadece gömmeyiz, yaşatırız.
Hoyratça talan edilen bu toprakları birgün birilerinin sulayıp yeşertmesi gerekecek. Kim onlar dersiniz?
Evet, yolumuz zorlu, hayalimiz büyük. Ama peşinden gidecek cesaretin varsa bütün hayaller gerçek olurmuş. Ben peşinden gitmeye hazırım, birlikte gitmeye var mısınız? Anadolu’yu ayağa kaldırmaya hazır mısınız?
Peki öyleyse, yürüyelim arkadaşlar… Anadolu Kongresi uğurlu olsun…”
Emine Ülker Tarhan
Anadolu Partisi Genel Başkanı
30.11.2014