29 Ocak 2015 Perşembe

BÖLÜCÜ VE YIKICILARA.,



BÖLÜCÜ  VE YIKICILARA.,



Yekta Güngör Özden


Ulusal dayanışmayla karşı koyacağız,

Ulusumuzu derinden düşündürüp kaygı duyuran yüksek öğrenim kurumlarındaki anlamsız ve sakıncalı kavgaları üzüntü ve endişeyle izliyoruz. Geleceğimizin güvencesi gençlerimizin, bilimsel donanımlar kazanarak insanlık ve yurttaşlık bilinçlerini güçlendirip yararlı hizmetlere hazırlanacak yerde uygar tartışmayı, özgür düşünceyi gözardı ederek birbirine kıyacak biçimde düşmanca ayrılmalarını, öğrenim-eğitimin barış, hoşgörü ve kardeşlik ortamını kana bulamalarını her yönden tehlikeli buluyoruz. Gençlerimizin siyasetle ilgilenmelerinin verdiği mutluluklar, katılık, bağımlılık ve saplantılarla gölgelenmemeli, kavgalarla kararmamalıdır.
Varlık nedenleri, yaşam felsefesi olan Atatürk ilkeleriyle Atatürkçülere saldırıyı beceri sayan, medyanın kimi köşelerine kurulmuş, kimlikleri, kişilikleri, düşkünlükleri bilinen yeşil sermaye destekçisi, laiklik karşıtı, patron buyruğundaki kimi yazarcıkların kışkırtmalarına kapılmak asla bağışlanamaz. Şeriatçılarla bölücülerin, günümüz iktidarının tutumuna, iktidara ayak uyduran yöneticilere ve emirlerindeki güçlere güvenerek kalkıştığı saldırılar, üstelik Atatürk Türkiyesinde Atatürk fotoğraflarına katlanamama hastalığı, köktendinci girişimleri, kadrolaşmaları, hukuk ve anayasa tanımazlığı, yağmacılığı gelişme sayan, silahlı kuvvetlere sataşan, yazdıkları anlaşılmayan, okuduğunu anlamayan, iktidar ve körükörüne AB, ABD, IMF şakşakçısı medya tetikçilerinin, dönek ve sapkınların ortak niteliğidir. Bölücü ve yıkıcılarla, yeni mandacılarla kolkola sürdürülen kötülüklere ulusal dayanışmayla karşı konulacaktır. Laik Cumhuriyetimizin Atatürkçü niteliğini kimse yıkamayacaktır.
Gençlerimizi, Atatürkçü doğrultuda birleşmeye, özveride bulunan ailelerini üzmemeye, aileleriyle yükseköğretim yöneticilerini etkin önlem almaya, kolluk güçlerini yansız davranmaya çağırıyor, sorumluların bir an önce etkin yaptırımlarla durdurulmasını öneriyoruz.

GERÇEK KURTULUŞ İÇİN..,




GERÇEK KURTULUŞ İÇİN..,



Yekta Güngör Özden










23 Nisan özgür, bağımsız ve gönençli bir ulus olarak yaşamanın altın anahtarı Ulusal Egemenlik ilkesini simgeleyen, temelde Türk Ulusunun yönetimini kendi eline aldığını dünyaya duyuran Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Mustafa Kemal’in önderliğinde açılışının 83. yıldönümüdür. Ulusumuza kutlu olsun.
Ulusun yazgısını kendi özgür istenciyle belirlemesi, her yaptığını sürekli olarak denetleyeceği, her işlem ve tutumundan sorumlu tutacağı hükûmet düzenini gerektirdiği için, bu yönetim altında ulusun bağımsızlık, özgürlük, birlik ve gönencinin gerçek güvence altında olacağı doğru bir düşüncedir.
Mustafa Kemal, “Ulusun yazgısını yine ulusun azim ve kararı belirleyecektir!” ilkesini bayrak yaptığı için, o zamana değin anlamsız savaşlarla tükenmenin eşiğine getirilmiş olan Türk Ulusu’na “Bu savaş benim savaşımdır.” diye benimseterek Bağımsızlık Savaşına yöneltebilmiştir. Nitekim Kurtuluş Savaşı’nın zaferle tamamlanışını Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne müjdelerken, “Ulusun geleceğini doğrudan doğruya üzerine alarak umutsuzluk yerine umut, dağınıklık yerine düzen, duraksama yerine kararlılık ve inanç koyup yokluktan koskoca bir varlık çıkardığını, bu Anadolu zaferinin, tarihte bir ulus tarafından tam olarak benimsenen ulusal egemenlik düşüncesinin ne denli büyük ve dinç bir güç olduğunun en güzel örneği olarak kalacağını” belirtmiştir.
Ulusal egemenlik ilkesine doğru anlamı vermek
Atatürk, yalnız askerî zaferin değil, gerçek kurtuluşun, yani bir daha “kurtulmak”     zorunluluğuna düşmemenin güvenceye alınabilmesi için ulusal egemenlik düzeninin doğru anlaşılıp dürüstlükle uygulanmasının yaşamsal önemini de vurgulamıştır. Özellikle ulusal egemenlik düzeninin devlet yönetimi yanında, eğitim, aile, ekonomi, felsefe, ahlâk, sanat, dil, yazı, giyim ve kuşam gibi tüm kamusal yaşam alanlarının da dinsel ve dinsel olmayan her türlü baskıcı bağdan özgürleşmesini zorunlu kıldığını görmüş ve bize bağımsız, özgür ve çağdaş bir ulus olarak yaşama olanağını sağlayan devrimleri gerçekleştirmiştir.
Atatürk, ulusal egemenlik ilkesine doğru anlam veren ve ona dürüstlükle bağlı kalan düşünce ve eylem yapısıyla, bu yaşam ilkesine yapılacak açık ya da dolaylı     her türlü saldırı girişimini Türk ulusunun yaşamına yönelik bir suikast, Türk Ulusu’nun yüreğine gönderilmiş zehirli hançer saymıştır. Başta lâiklik olmak üzere devlet ve öteki toplumsal kurumlar alanında gerçekleşen devrimler, ulusal egemenlik ilkesini saldırılardan korumaya yönelik anayasal kurumlar ve önlemlerdir. Ancak, ulus egemenliğine dayalı lâik devlet ve toplum düzenini suikastlar karşısında koruyup kollamakla görevli anayasal kurumların ödevlerini yerine getirememesi durumunda, yani halkımızın bilgece deyimiyle tuz koktuğunda, her yurttaşın baskı yönetimine karşı direnme hakkının doğacağını belirtmiştir. Yüce Atatürk bu konuda şunları söylüyor: “Kuşku yok ki ulus bir çok özveri, bir çok kan karşılığında elde ettiği yaşam ilkesi olan ulusal egemenlik ilkesine kimseyi saldırtmayacaktır. Bugünkü hükümetin, Meclisin, yasaların, Anayasanın niteliği ve varlık nedenleri hep bundan ibarettir.
Sizlere bunun da üstünde bir söz söyleyeyim; bir varsayım olarak, bunu sağlayacak Meclis olmasa, öyle olumsuz adım atanlar karşısında herkes çekilse ve ben kendi başıma yalnız kalsam, yine tepeler, yine öldürürüm!”
Ulusal egemenlik ilkesi kamu yönetimi tarafından çiğneniyor
Derin acılar içinde görüyoruz ki, Büyük Atatürk’ün her şeyin üzerinde tutulup, her türlü özveri gösterilerek korunması gerektiğini belirttiği ulusal egemenlik ilkesi, devlet ve toplum yaşamımızda uzun yıllardanberi adım adım, değişik oyunlar ve çirkin yöntemlerle işlemez kılınmaktadır.
Ulusal egemenlik ilkesinin baş uygulayıcısı olması gereken kamu yönetimi, partizanlık yoluyla hukukun üstünlüğünü ve yasalara saygıyı yok ederek, yurttaşlar arasında eşitliği bozarak, kamu kaynaklarının yolsuzluk ve hırsızlıkla soyulmasına ortam hazırlayarak, tarikat okulları ve benzeri yollarla eğitim birliği ilkesini yıkıp ulusal birliği dinamitleyerek ulusal egemenlik düzenini yıkmanın baş etkeni durumuna getirilmiş bulunmaktadır. Yine ulusal egemenlik ilkesi gereğince gönenç devleti ilkesinin hizmetinde ekonomik kalkınmanın etkin aracı olması gereken kamu yönetimi iç ve dış sömürücü çevrelerin dayatması ile, bu görevinden uzaklaştırılmış, bunun sonucu olarak işsizlik ve yoksulluk yaygınlaşmış, eğitim, sanat ve meslekten yoksun bırakılan nüfusun ulusumuz içindeki oranı artmış, ulusal dayanışma ortamı bozulmuş, ulusal egemenlik düzeni için en önemli destek olan demokrasi kültürüne sahip yurttaş desteği zayıflatılmıştır.
Bir yandan da devlet yönetiminden eğitime, ekonomiden kadın haklarına, sanat ve felsefeden giyim kuşama varıncaya değin her alanda lâiklik ilkesi baltalanmakta, ulusumuzu uyuşturup kötürüm kılmak üzere, demokrasi düşmanı, ortaçağ artığı karanlık mikrop yuvası tarikatlar, kamu kaynaklarıyla özellikle desteklenip semirtilmekte, yurt içinde ve dışındaki kamusal kurumların etkinliklerine çağrılmaları öngörülmektedir. Demokrasinin olmazsa olmaz gereği olan lâiklik ise “din karşıtlığı” imiş gibi sunularak gerçekler ters-yüz edilmekte, ulusal bilinç köreltilmek istenmektedir.
Bu ortamda uluslararası meşrû hak ve yararlarımız da sahipsiz ve savunmasız kalmış bulunmaktadır. Ulusal kalkınmamızı engelleyecek, kaynaklarımızı sömürecek, ulusal birlik ve yurt bütünlüğümüzü dinamitleyecek koşullar öne süren, hattâ tümüyle demokrasinin gerekleri ve Cumhuriyetimizin temeli olan Atatürk ilke ve kurumlarına saldırarak bunlardan uzaklaşmamızı dayatan AB’ne, küçük bir sömürgen azlığın çıkarı için, ülkemiz ve ulusumuz peşkeş çekilerek sığıntı gibi sokulmak istenmektedir.
Özetle, ulusumuz iç ve dış sömürgenlerin elbirliği ile bir yandan Arap ülkelerinin düşkün durumuna sürüklenmekte, öte yandan sömürgeci Batı’nın Anadolu’yu bin     yıl önceki gibi bir Roma-Yunan eyaletine dönüştürme hevesi uyandırılmaktadır.
Başkanlık sistemi kişisel diktaya yol açar
Sevgili ulusumuz, bu kötülüklerin tümünün de baş nedeni, ulusal egemenlik yani     ulusa karşı sorumlu yönetim ilkesinin siyasal partiler eliyle ortadan kaldırılarak bir görüntüye indirgenmiş olmasıdır. Siyasal partilerin iç yapısı demokratik olmaktan çıkarılarak, milletvekili adaylarının büyük bölümünün parti başkanları ve yandaşlarınca belirlenmekte olmasıdır. Şimdi de, partilerin bu yapısından yararlanılarak “başkanlık düzeni” getirilmek ve ulusal egemenlik ilkesini yıkma çabaları daha ileri boyutlara ulaştırılmak çoğunluk diktasından kişisel diktaya geçilecek bir yolun açılması istenmektedir.
Demokraside “Dördüncü Erk” olması gereken kitle iletişim araçlarının da çok büyük bir bölümü, partizan yönetimin ve uluslararası sömürü ortamının sağladığı     haksız kazançlarla beslendiğinden güdümlü yayın yapmakta, ulusumuzu gerçeklerden habersiz kılmakta, çoğu kez de yanlış yönlendirmektedir. Atatürk’ün Erzurum Kongresi’nde yakındığı gibi “Ülkemizin her yanında çok miktarda yabancı parası ve yabancı propagandası dolaşmakta”, ulusal birliğimiz içerden yıkılmaya çalışılmaktadır. Bunların sonucu olarak başarısızlık bir yana, cinayet ve hırsızlık gibi yasa-dışı eylemlerinin bile hesabını vermemenin yolunu bulmuş bir siyasetçi takımı ülkemizde at oynatmaktadır. Bunun, ulusal egemenlik düzeni olmadığı açıktır. Bu sakat durum yüzünden Türk Ulusu’nun sesi kısılmış, hakları dile getirilemez olmuştur.
Komşumuz Irak halkının başına gelen yıkımlar, “Ulusal egemenlik” ilkesini anlayamayan ve uygulayamayan bunca müslüman halkların, yurtlarını da onurlarını da yabancı saldırısından ve onlarla işbirliği yapan yerli baskıcılardan kurtaramadıklarını gözler önüne sermiştir. Böylece Atatürk’ün ulusal egemenlik düzenini doğru anlayıp dürüstlükle uygulamayı neden bağımsız ve onurlu yaşamanın zorunlu gereği saydığı daha iyi anlaşılmaktadır. Bu ilkeye her türlü saldırının baskıcı yönetim getireceği, baskıcı yönetime karşı her yurttaşın direnme hakkı bulunduğu uyarısını yapmış olmasının anlam ve önemi ortaya çıkmaktadır.
83. yıldönümünde Ulusal Egemenlik Bayramı’nın ulusumuza kutlu olmasını diliyor, bu ilkeyi ulusumuza kazandıran Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ü ve bu yolda O’nunla birlikte uğraş veren ulus büyüklerini saygı ve bağlılık duygularıyla anıyor, ulusal egemenlik ilkesinin aykırılıklardan ve saldırılardan korunması yolunda her tülü özveriyle mücadeleyi sürdüreceğimize bir kez daha söz veriyoruz.





DUMLUPINAR



DUMLUPINAR



Behçet Kemal Çağlar




Ey mazlum Asya’nın
Esir milletleri
Beklemeyin gelmeyecek peygamberi
Kurbanlık koyunlar
Gibi akın akın
Boynu bükük yürümeyi
bırakın
Avrupa merkezlerinin
Kanlı, Engin
Mezbahasına!...
Ey birer birer
Kurtuluş yolunu arayan
Esir milletler
Nerde ve nasıl olursanız olunuz
Kurtuluş yolunuz
Bir Dumlupınar’dan geçer
Ey kurdukları yapının
temelleri çatırdayan
Yolunu kaybedip arayan
Esir sahipleri!
Sonu geldi artık
alınteri ticaretinin
Şimdi artık kısılan sesinize karşı
Gürlüyor milyonların marşı:
Dumlupınar, Dumlupınar....
Artık ne tevekkül ne sükun
Hız, heyecan
İstiklale varacağız,
İstiklale varacağız!...



Behçet Kemal Çağlar 





KUTLAMA




KUTLAMA



YEKTA GÜNGÖR ÖZDEN,

Gazete, dergi, kitap çıkarmanın güzlüklerini bilenler yayın yaşamında bir yaşın mutluluğuna alkış tutarlar. Ortaokul, lise ve üniversite yıllarında duvar gazetesi, okul dergisi, yerel gazetelerin sanat sayfalarıyla uğraşan, sonraki yıllarda kimi gazete ve dergide yönetici ve yazar olarak çalışan, kitaplarıyla görüşlerini kamuoyuna sunan bir yurttaş olarak ülkemizde yayıncılığın insandan neler alıp götürdüğünü iyi bildiğimi sanıyorum. Küreselleşme-globalleşme adıyla dayatılan yeni sömürgecilik sürecinde yeryüzü medyasının ne hale geldiğini de üzüntüyle izliyoruz. Hele savaş çığırtkanlığının çıkar bağlantılarıyla sergilediği çirkin boyut, düşünenleri karamsarlığa, umutsuzluğa düşürüyor. Yalanı, yakıştırmayı, karalamayı, kötülemeyi, suçlamayı, gözdağını, tehdit ve iftirayı beceri sayarak saldırganlıklarını demokratlık savıyla sürdürenler, saygıdan ve terbiyeden uzak yazı ve sözlerini kişisel bozukluklarını yansıtan belirtilerle kirletenler, düşmanların yapamadıklarını çekinmeden ve utanmadan yapmaya kalkışanlar, çöreklenip yuvalandıkları medyanın tetikçiliğine soyunup terör aracı durumuna düşenler, Kıbrıs'ı satmak, Türkiye'yi kiralamak için onursuzluğu yeğleyenler, bilgi ve bilinç yoksunu uydu ve uşak ruhlular, Türkiye'yi Türkiye yapan Atatürk ilkeleri ve Türk Devrimi karşıtları etkin konuma gelince insanın kanı donuyor. Birbirine eklenerek büyüyen sorunların altında ezilen toplumun ilgisi ve tepkisi de yeterli olmayınca gerçeğin, aklın, onurun, erdemin, ahlâkın, adaletin, bilimin, soyluluğun, bağımsızlığın, özgürlüğün, egemenliğin sesini duymak özlemi giderek büyüyor. Bu sesleri duyurmak da kutsanacak bir görev niteliğini kazanıyor. Bir yıldır okuyucularına doğru bildiklerini anlatan gençlerin TÜRKSOLU adlı yayın organını düzenli biçimde çıkarmalarını bu nedenlerle övgüyle karşılıyorum. Umursamazlık, aldırışsızlık, adamsendecilik, ilgisizlik, tembellik ve "Bana dokunmayan yılan bin yaşasın" anlayışıyla uyuklayanlar, tiksindirici bir uyuşukluk içinde korkudan titreyenler, onun bunun kapısında el açıp bekleyenler, bir yer kapmak ya da ad yapmak için aşağılanmaya katlananlar bu gençlerin devingenlikleri, yılmak-yorulmak bilmeden çalışmaları karşısında kendilerini özeleştiriye bağlı tutmalıdır. Örnek alınacak çabalarıyla güçlükleri göğüsleyen gençler, öğrenimlerini de aksatmamaktadır. Türlü yavanlıkların, sahteciliklerin boy attığı günümüzde, yönetimin karakteri ve amacıyla dış ilişkilerdeki bozuklukların belirgin olduğu ortamda Mustafa Kemal Atatürk'ün tam bağımsızlık başta tüm ilkelerini içtenlikle savunanları kutlayarak yüreklendirmek en yapıcı katkıdır.
Değişik kat ve alanlarda, değişik yüz, giysi, biçim ve yöntemle rastlanılan laik Atatürk Cumhuriyeti, İnönü ve barış karşıtlarının güçbirliği ve dayanışmasına bakıp yüzlerinin kızarması gerekenler, gelişmelerin doğallığını, iyiye doğru gelişmeyi, deneyimi ve oluşumları göz ardı edip geçmiş kimi olaylara bakarak gençleri suçlamakta, haksız eleştirilerle güçlerini kırmaya ağırlık vermektedir. Yanlışta direnmek sakıncalıdır. Yanlışı düzeltmek, doğru yapmayı da aşan bir düzeylilik göstergesidir. Gençler ulusal yapımızı, ulusal çıkarlarımızı yürekli biçimde savunuyor, özveriyle çalışıyor. Herkesin yanlışı olabilir. Katılmadığımız anlatım biçimleri, kullanılmasını uygun bulmadığımız sözcükler, eleştirdiğimiz ve karşı çıktığımız davranışlar olabilir. "İyi ilaç acıdır" sözünün anımsattığı gibi uyararak, öğüt vererek değil, örnek olarak onların bizden iyi yetişmelerini sağlamalıyız. Önleyip engelleyerek, durdurup gerileterek değil. Özendirip destekleyerek.
Müdafaa-i Hukuk ruhu, Kuvayı Milliye ateşiyle başarılan Ulusal Kurtuluş Savaşı'nın amaçladığı çağdaş demokrasi yepyeni, laik Cumhuriyetimiz üzerinde taçlanacaktır. Gerzek ve gevezelerin, sarsak ve sapkınların, satılmış ve döneklerin, ikiyüzlü çıkarcıların, ulusal kimliğini yadsıyan bölücü ve yıkıcıların kararttığı çevremiz yine Kemalizm/Atatürkçülük aydınlığıyla gönenecektir. Sorunlarımız ancak Atatürkçü Düşünce dizgesiyle çözümlenecektir. Solcu, ilerici, demokrat, aydın, çağdaş geçinenler anlaşıp birliktelik oluşturamadıkça yapaylıklarını açıklamaktadır. Duygusallık, bilgisizlik, yüzeysellik, içtensizlik, ilkesizlik, tutarsızlık, bencillik, özseverlik, büyüklenme, kıskançlık, yalan-dolan ancak karşıdevrimcileri sevindirir, onların gücünü oluşturur, onlara destek sayılır. Bu da bir tür yozlaşma ve yıkıcılıktır. Bu olumsuz görünüm içinde TÜRKSOLU bir umut ışığı olarak görev yapmaktadır. "Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Türkiye halkına Türk Ulusu denir" sözündeki anlamı, güzelliği ve gerçeği yansıtarak yapraklarını doldurmakta, içeriğiniz çekici kılmaktadır. Daha ne yapsın? Hiçbir şey yapmayanlar, kötülüklere ve yitiklere neden ve araç olanlar güçlenirken Atatürkçü gençleri yalnız bırakmak varlığımızın değerini bilememekten ötede kendimize kıymaktır.
Ulusalcı kesimde paylaşılamayan nedir? İlkede ve ülküde birliktelik varsa ayrılıkların nedeni var mıdır? Kim kimi niçin istemez ve beğenmez? Yanlışlık ve yanılgı nerededir? Konuşmak, görüşmek, tartışmak, çözümlemeye çalışmak aklın, yurtseverliğin gereği değil midir? Yaşamı özelde ve genelde etkileyen tüm koşullar kötüye giderken, Ulusal Kurtuluş Savaşı'nın gerektiren durumlardan söz edilirken, yeni Sevr dayatılmaya çalışılır Lozan'ın intikamını almak için oyunlar birbirini izlerken Kemalist/Atatürkçü olduğunu söyleyenlerin bir kesiminin donukluğu, tutukluğu, ilgisizliği, kopukluğu, ayrımcılığı, bozgunculuğu, dağınıklığı, saplantıları şaşırtıcı ve üzücüdür. TÜRKSOLU bu yanlışlıkları, sorumlularını gündeme getirmeli, kimi oyunları bozmalıdır. Geleceğimizin güvencesi olan gençlerimiz yansız, gerçekçi ve yapıcı tutumlarıyla yararlarını daha da arttıracaklardır. TÜRKSOLU'nun Atatürk aydınlığında esenlik ve başarı dolu nice yıllar dileğiyle birinci yaşını içtenlikle kutluyorum.




Bağımsızlık Onurdur




Bağımsızlık Onurdur








Yekta Güngör Özden

ABD’nin kaba gücü ve sahte demokrasisi
Sizlere ulaşmak için ivedi yazılan bu yazımı okuduğunuz zaman belki de ABD’nin Irak saldırısı başlamış olacak. BM Güvenlik Konseyi’nin kararına gerek duymadan, NATO’daki ortaklarıyla AB’ni dışlayarak, dünya kamuoyuna aldırmayarak İngiltere’yle birlikte kalkıştığı savaşın insanlığın geleceğine olumsuz etkilerini de düşünmemektedir. Kaba güç niteliğindeki silah olanaklarına güvenerek istediğini yapacağı kanısını yaymaya çalışması, demokrasi sahteciliğiyle koşuttur. Irak liderinin diktatörlüğü, halkının yaşam biçimi ve koşulları, kitle imha silahları yapımı, geçmişte yapılanlar gözetilince insan hakları ve demokrasi yönünden duyarlıkları zorunlu kılsa da bağımsız bir ülkenin sınır ötesi hiçbir olayı saptanmadan toprak tümlüğüne yönelik eylemler uygun karşılanamaz.
Şu sırada Saddam başka bir ülkeye saldırıya geçmemiştir. Ekonomik ve askeri kısıtlamalar içindedir. 36. enlemin üstü, ülkesinden koparılmışçasına, yasaklıdır. ABD ve İngiltere uçakları denetimleri sırasında sık sık Irak’ın güneyini bombalamaktadır. Ulaşım yolu bakımından sakıncalı bulunan füzeler imha edilmektedir. Silah denetçilerinin raporuyla Uluslararası Atom Enerjisi Komisyonu’nun raporu suç kanıtı bulamamıştır. Saddam suçüstü yakalanmış değildir. Başka ülkelerde Irak’a ilişkin suçlamaların benzerlerinden de söz edilmektedir. İsrail’in tutumu da açıktır. BM’nin Irak’ta gözlemci, kimi ülkelerin izleme kurulları bulundurması da sağlanabilir. Tüm bu önlemler ve daha niceleri itilerek uluslararası hukuk kurallarını çiğneyip çirkin kabadayılığa soyunmanın anlaşılır yanı yoktur.
Yazılı ve görsel basında, görüşleri olumlu ya da olumsuz bularak, karşı görüşlerle eleştirmek yerine terbiye dışı anlatımlarla kişiliklere saldırılmakta, demokratlığın en doğal gereği yadsınmaktadır. Bağımlılıkları tartışılmayacak ölçüde somutlaşan kimileri yandaşlıklarını en tiksindirici biçimde sergilemektedir. Önceleri başkaları, kendileri gibi düşünmeyenleri şahinlikle suçlayanlar şimdi babaşahin kesilmişlerdir.
Bu arada ABD’nin Türkiye tutumu da gereken karşılığı bulamamaktadır. Kuzey Irak’taki Kürt Devleti yapılanmasına seyirci kalan yönetimlerin yanlışlığı, ABD’nin saldırısı sırasında oraya girip etkili önlemlerle sakıncanın hafifletileceği sanılarak, yinelenmektedir. Türkiye, yaşamsal bir savaşı ancak kendi kararıyla ve savunma ilkesiyle yeğleyebilir. Hiçbir devletin uydusu durumuna düşmeden. Ekonomik sıkıntılarını azaltıp giderecek yardım ya da bağış pazarlığına girmeden. TBMM’nin kararını yine TBMM’ne geri aldırma oyunlarına gelmeden. Hiçbir yurttaşı utandırmadan.
TBMM kararlarına aykırı davranmak Yüce Divanlıktır
Devlet radyo ve televizyonları İskenderun Limanı’na çıkarılan aygıtların, otobüslere doldurulan askerlerin, araç-gereç yüklenen tırların ve Güneydoğu Anadolu’ya konvoylar oluşturarak gittiği haberlerini verirken bunların TBMM’den geçen limanların modernizasyonuyla ilgili tezkere kapsamında olduğu savunmasına inanmak güçtür. Kapalı toplantılardan sonra saklı tutulan “mutabakat” metinlerinin uygunluğu savunması da inandırıcı olmaktan uzaktır. 2. Tezkere’nin reddini “trafik kazası”na benzetmek, özür dilemek, dayatmalara, baskılara, gözdağlarına, küçük düşürmelere katlanmak ve yaraşır olmak demektir. Ülkemizin Irak’la ilgili sorunları aşması, AB’nin yanlı, ABD’yle BM Genel Sekreteri’nin (İngiltere kökenli Kıbrıs’la ilgili danışıklı planlarıyla açığa çıkan, “Kürt kartı” ve “Ermeni soykırımı tasarısı”yla sırıtan) amaçlarını geçersiz kılması, Mustafa Kemal Atatürk’ün “Tam bağımsızlık” ilkesine sarılmakla olanaklıdır.
Atatürk’ün gerçekçiliğini yansıtan, yalnız bugünler için değil, yarınlar için de geçerli olan anlamlı sözlerinden bağımsızlık içerikli kimilerini aktararak ilgilileri uyarmak, Sevr’i, Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı, Lozan Barış Antlaşması’nı anımsatmak, ulusal varlığımız için yapılması gerekenler konusunda yardımcı olmak istiyoruz. Yoksa, kimi yurttaşların haklı olarak “Mardin’de liman mı var?” sorularının ortaya koyduğu çelişkinin ağırlığı hepimizi sorumlu kılar. TBMM kararlarına aykırı anlaşmalar, uygulamalar görevli Bakanlarla birlikte tüm ilgilileri Yüce Divan’a taşıtır.
ABD gereken yanıtı almalıdır
ABD’nin yakışıksız davranışları, yaraşır olduğu yanıtı almalıdır. Olasılıklar gözetilerek en etkin önlemler gündeme getirilmelidir. Barışı korumak için savaş son çözüm olmalıdır. ABD’nin petrol gereksinimi, dünyaya egemen olma güdüsü, güç gösterileri, savaşın getireceği yoksunluklar, yıkımlar ve yeni sorunlar insanlığı yeni karanlıklarda boğacaktır. İstediği devleti yıkma, istediğini kurma, sınırları değiştirme gibi çabalarına aracı, yardımcı, destekçi olmak, savaş kışkırtıcılığına, çığırtkanlığına soyunmak bağışlanamaz. Kendi güçlüklerimizi kendimiz yenme, kendi sorunlarımızı birlikte çözme alışkanlığını edinmezsek, ekonomik bağımlılıktan kurtulamazsak aşağılanır, dışlanır, kullanılır, sarsılır, yıkılırız. Bağımsızlıktan ödün vermezsek güçlenir, yükseliriz.
İşte Atatürk’ün gösterdiği yön, çizdiği yol, tuttuğu ışıklar:
“TBMM’nin tüm izlencelerinin temeli iki ilkedir: Tam bağımsızlık, koşulsuz-sınırsız ulusal egemenlik.”
“Türk ulusu yeni bir iman ve kesin bir ulusal kararla yeni bir devlet kurmuştur. Bu devletin dayandığı ilkeler tam bağımsızlık ve koşulsuz-sınırsız ulusal egemenliktir.”
Atatürk’ün tam bağımsızlık yolu
“TBMM’nin ve Hükümetinin ulustan aldığı buyruk, tam bağımsızlık ve koşulsuz-sınırsız ulusal egemenlik ilkelerine dayanarak ülkeyi bayındırlaştırmak, ulusu varlıklı ve mutlu kılmaktır.”
“Tam bağımsızlık, bugün bizim üzerimize aldığımız görevin asıl ruhudur. Biz onuruyla yaşamak isteyen bir ulusuz. Bu ulusun kişileri yalnız bir amaç çevresinde toplanmış ve kanını sonuna değin akıtmaya karar vermiştir. Bu amaç, tam bağımsızlığımızın sağlanması ve sürdürülmesidir. Tam bağımsızlık denildiği zaman, elbette siyasi, mali, ekonomik, adli, askeri, kültürel vs. her konuda tam bağımsızlık ve tam özgürlük demektir. Bu saydıklarımızın birinde bağımsızlıktan yoksunluk, ulusun ve ülkenin gerçek anlamıyla tüm bağımsızlığından yoksunluğu demektir.”
“Bir ulus, varlığı ve hakları için tüm gücüyle, tüm yapısı ve düşünce gücüyle davranmazsa, kendi gücüne dayanarak varlığını ve bağımsızlığını sağlamazsa şunun bunun oyuncağı olmaktan kurtulamaz.”
“Ulusal ve ekonomik gelişme olanağını elde etmek, daha çağdaş ve düzenli bir yönetimle işleri yürütmeyi başarabilmek için her devlet gibi bizim de gelişmemizin sağlanmasında tam bir özgürlük ve bağımsızlığa kavuşmamız varlığımızın ve yaşantımızın özüdür.”
“Türk Ulusu içte ve dışta tam anlamıyla bağımsız kalacaktır.”
“Yabancı devletlerin güdümü ve koruması kabul edilemez.”
Bağımsızlık tam bağımsızlıksa gerçektir
“Gelişigüzel, bitmeyen emellerin peşinde ulusu uğraştırmaktan, zarara uğratmaktan kaçınmayı” öğütleyen Atatürk, uygar dünyadan uygarca, insanca davranış ve dostluk beklediğimizi vurgulamıştır. Ekonomik güçlenmenin bağımsızlık için koşul olduğunu belirtmiştir. Ulusumuz güvenilir yönetimlerin çağrısına özverilerle koşacak düzeydedir. Kişisel çıkarları, patron bağlılıkları, siyasal bağımlılıkları nedeniyle TBMM’nin kararını saygısızlıkla eleştiren, barış yanlılarını suçlayan, ulusal ve uluslararası ilgili hukuk kurallarını bilmeden konuşup yazan, tartışmaları kavgaya dönüştürüp devletimizin küçük ve gülünç duruma düşürülmesine ilgisiz ve tepkisiz kalanların kimler olduğu, nereden geldikleri, ne istedikleri kestirilmektedir. Ulusal onuru üstün tutanlar ona yaraşır olanlardır. Bağımsızlığın değerini ve önemini bilmeyenler, ulusal onurun kıvancını duyamaz, gönencini yaşayamaz. Ulusal onurun ödünsüz ve özenle korunduğu ve benimsendiği güveni, ulusal mutluluğun dayanağıdır. Onursuz yaşanamaz. Bağımsızlık, tam bağımsızlıksa gerçektir. Tam bağımsızlık, ulusal onurun gerçek kaynağıdır.
Kullanılma, el koyma, boyun eğme ve işgal izlenimi veren durumlar acıdır. Hiçbir özür, zorbalığı, diktatörlüğü, terörü hoşgördüremez. Ölümlerin, yıkımların, bozulan dengelerin bedeli olamaz. İnsan olan, insanlık suçu işlemez. Saldırgana ortaklık ya da yataklık da saldırganlıktır. Barışçı olmak onuru, bağımsızlıkçı olmak onuru, kendini insan bilene yeter.




..