20 Şubat 2015 Cuma

Türk-Amerikan ilişkilerinde ABD'nin Manivelaları; NATO, İncirlik, PKK ve Cemaat






  Türk-Amerikan ilişkilerinde ABD'nin Manivelaları; NATO, İncirlik, PKK ve 
Cemaat 


21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
Milli Güvenlik ve Dış Politika Araştırmaları Merkezi
29 Mart 2014 Cumartesi
Cahit Armağan DİLEK tarafından yazıldı.


Dokümanlarda Türk-Amerikan İlişkileri

Küresel ve bölgesel ilişkiler bağlamında ABD Türkiye için, Türkiye de ABD için kritik öneme sahip iki ülke konumundadır. Türk hükümeti bu ilişkiyi önceleri 
"stratejik ortaklık" tanımlarken daha sonraları 2009'da Amerikan Başkanı Obama'nın kullandığı "model ortaklık" kavramını benimsemiştir.  Nitekim bu durum T.C. Dışişleri Bakanlığının resmi internet sayfasında "model ortaklık kavramı, Türkiye-ABD ilişkilerinin ulaştığı ileri noktayı, ilişkilerin özgün karakterini ve kapsamlı niteliğini yansıtmaktadır"şeklinde ifade edilmektedir.[1] Aynı sayfada ilişki alanları ve bölgeler "Türkiye ve ABD, Orta Doğu, Kuzey Afrika, Balkanlar, Kafkaslar, Doğu Akdeniz, Orta ve Güneydoğu Asya gibi çok geniş bir coğrafyada ve terörle mücadelede, enerji arz güvenliği, nükleer yayılmanın önlenmesi ve küresel ekonomik gelişmeler gibi kritik önem taşıyan konularda kapsamlı işbirliği yapmaktadır." şeklinde açıklanmaktadır.  

ABD Dışişleri Bakanlığının resmi internet sayfasındakiTürkiye sayfasındaki bilgi kağıdında ise Türk-Amerikan ilişkileri için stratejik veya model ortaklık ifadeleri yer almamakta, Türkiye'nin coğrafi konumunun önemine işaret edilerek karşılıklı çıkar ve saygıya dayanan ilişkilerin 1947'deki Truman Doktrini uygulamasıy la derinleşmeye ve gelişmeye başladığı belirtilmekte, Türkiye ile terörle mücadele, Afganistan, Irak, Suriye konularında birlikte çalışıldığından ve Türkiye'nin ABD'ye sağladığı imkanlardan söz edilmektedir.[2]

Dışişleri Bakanlıklarının politik açıklamalarının yanında herhangi bir ülkenin Amerikan iç ve dış politikasındaki yerini anlayabilmek için bakılması gereken 
dokümanların en başında Amerikan Ulusal Güvenlik Stratejisi gelmektedir. Amerikan politikaları ve stratejilerine yön veren, hiyerarşik sıralamada en üst 
sırada bulunan bu doküman en son Mayıs 2010'da yayımlanmıştır. Obama'nın bu yıl ortalarında yeni dokümanı yayımlanması beklenmektedir. 2010 tarihli Amerikan Ulusal Güvenlik Strateji dokümanını incelediğimde tespit ettiklerim şunlardı:[3] "Dünyanın her yerindeki gelişmelerin içinde olmayı hedefleyen ABD dünya genelinde bölgesel teşkilatları, üçlü mekanizmaları, ikili ortaklıkları kullanmayı öngörüyor. Bu maksatla da dünyanın her bölgesinde bunları organize ettireceği güçlerin ortaya çıkmasını destekliyor. Ancak bunu yaparken bazı sınıflandırmalar yapıyor. Örneğin, en yakın müttefikler (Kanada, İngiltere, 
Fransa, Almanya gibi), çok özel ilişkileri olanlar (İsrail), yeni ortaya çıkan güçler (Rusya, Çin, Hindistan gibi) , küresel ve bölgesel rolleri artan güçler 
(Güney Kore, Güney Afrika, Endonezya, Japonya, Brezilya, Avustralya gibi), bulundukları konum itibariyle işbirliği yapılması önemli olan ülkeler (Türkiye, Körfez ülkeleri, Meksika, Mısır, Ürdün, Suudi Arabistan, Pakistan, Nijerya, Kenya, Filipinler, Tayland gibi)."

Söz konusu dokümanda Türkiye'nin konumuna ilişkin olarak ise şu tespitleri yapmak mümkündür: Türkiye, strateji metninde adı geçen sınırlı sayıda ülkelerden birisidir. Türkiye’nin adı sadece metnin 42. sayfasında Avrupalı müttefikler başlığı altındaki paragrafta geçmektedir. Ancak adı geçen diğer ülkeler “yakın müttefik, özel ilişkili, stratejik ortak, ortak” şeklinde tanımlanırken Türkiye için bu tip bir ilave tanımlama yapılmamış olması dikkat çekmektedir. ABD Başkanı Obama’nın 2009 yılında Türkiye’ye yaptığı ziyarette gündeme gelen “model ortaklık” veya özellikle Türkiye’de her seviyedeki yöneticiler tarafından 
sıklıkla telaffuz edilen “stratejik ortaklık” ifadesi Türkiye için metinde yer almamıştır. Metindeki Türkiye ifadesi, Balkanlar’da istikrar ve demokrasinin 
geliştirilmesi, Kafkaslar ve Kıbrıs’ta sorunların çözülmesine yönelik girişimlere ABD’nin bağlı kalacağını belirten cümleden sonraki “geniş bir yelpazedeki ortak çıkarlar bağlamında ve özellikle bölgesinde istikrarın sağlanması konusunda Türkiye ile angajmanlara girileceği” ifadesinin içinde yer almaktadır.

Metinde adı geçen ülkelerden övücü, bölgesel ve küresel konulara daha fazla söz sahibi olabilirler gibi yaklaşımlarla bahsedilirken Türk siyasetçilerin beklediği ifadelerin metinde yer almadığı görülmektedir. Bu haliyle ABD’nin Türkiye’nin rolünün ve birlikte çalışma alanının daha sınırlı olmasını beklediği 
değerlendirmesi yapmak yanlış olmayacaktır. Buna göre Türkiye ile Balkanlar, Kafkasya (muhtemelen Ermenistan ile ilişkiler) ve Kıbrıs’ta birlikte çalışılması 
öngörülüyor. Bu ifadelerle birlikte metnin Ortadoğu bölümüne ilişkin paragraflar da incelendiğinde Ortadoğu’da Türkiye’yi ön plana çıkaracak, ki Türkiye’nin 
haklı olarak çok iddialı ve önemli bir potansiyele sahip olduğu bölgedir,  bir rol öngörülmüyor.

Amerikan Raporlarına Göre ABD'nin Manivelaları

En üst seviyedeki Amerikan politika ve stratejilerindeki ifadelerin ne anlama geldiğini bunların sahadaki uygulamalarından görmek mümkündür. Bu bağlamda ABD'nin Türkiye'yi nasıl gördüğünü ve Türkiye'nin iç ve dış politikalarını nasıl etkilediğini gösteren önemli bir örneği burada açıklamak istiyorum. Görevli olduğum dönemde Amerikan Savunma Bakanlığının Türkiye'nin bulunduğu bölgeye ilişkin özel ve gizli bir değerlendirme raporunu okuma şansım oldu. Aslında Türkiye'deki son iç politik gelişmeler bağlamında bu makaleye ilham kaynağı olan da bu rapordur. 2004 yılında okuduğum bu raporda ABD'nin Türkiye ile ilişkilerinde kullanabileceği manivelalar şu şekilde ifade edilmekteydi:

- Türkiye bir NATO üyesidir.
- Türkiye ABD'ye üs kolaylığı (İncirlik) sağlamaktadır.
- ABD'nin Türkiye'deki sosyo-ekonomik ve politik ortamı etkileme gücü vardır. 

Bu çok sade, kısa ama Türk-Amerikan ilişkilerini ve ABD'nin Türkiye'yi nasıl gördüğünü net olarak özetleyen bir değerlendirmedir. Bu makalede ağırlıklı 
olarak üçüncü maddeyi ele alacağım. Çünkü bu madde Türkiye'nin bilgi harekatına (psikolojik harekat, algı yönetimi, siber-dijital savaş vs) açık olduğunu göstermektedir. Özellikle 2007'den sonra Türkiye açık ve ağır bir şekilde bunlara maruz kalmıştır. 

İlk ikisinin uygulamasına ilişkin çok sayıda örnek verilip makaleler yazılabilir. Örneğin Afganistan ve Irak'ın işgalinde İncirlik Üssünün kullanımı gibi. Üs imkanını Türkiye sağlamış olmasına rağmen üs bir Amerikan manivelasına dönüşmüştür. Nitekim ABD'nin Irak'tan çekilirken İncirlik Üssü'nü kullanılabileceği  ABD tarafına iletilmiş ancak ABD Körfez ülkelerini tercih etmiştir. Ayrıca üssü kapatıyorum demek ABD ile ilişkilerin sıfırlanması demek 
anlamına geliyor, üs kullanıldığında da Türkiye ister istemez ABD'nin saflarında yer almış algısı da yaratılmış oluyor.

NATO üyeliğiTürkiye'yi Batı dünyasına bağlayan en önemli mekanizmaların başında yer almıştır. Aslında halen de öyledir, çünkü kullanılıp kullanılamaması ayrı bir tartışma konusu olmakla birlikte NATO karar mekanizması içinde veto yetkisi bulunmaktadır. Ancak Türkiye NATO'nun karar mekanizmalarında etkili olamayınca NATO'nun genel politikalarına uymak zorunda kalınmakta ve NATO Türkiye'nin politikalarını şekillendirmekte, Türkiye'nin öngörmediği operasyonların ve projelerin içinde yer almasına yol açmaktadır. Örneğin Libya operasyonu, örneğin Füze Kalkanı Projesi. Bunda son örnek ise Ukrayna krizidir. Ukrayna krizi bir ABD-Rusya ya da AB-Rusya krizi olmaktan çok bir NATO-Rusya krizi olmaya doğru giderken bunun Türkiye'nin çıkarlarına uygun olup olmadığı Türkiye'de hiç incelenmemektedir. Ukrayna krizi ile ilgili yapılan NATO Savunma Bakanları toplantısına Türkiye'nin Savunma Bakanı katılmamıştır. NATO karar alıp savaş gemilerini Karadeniz'e gönderme kararı alırsa buna Türkiye'nin nasıl bir cevap verebileceği kamuoyunda tartışılmamaktadır. Gelişmelere hazırlıklı olmayınca da bu tür gelişmelere yönelik alternatifleri olmayan Türkiye'ye karşı NATO üyeliğinin bir manivela olarak kullanılmasına da ortam yaratılmaktadır.

ABD'nin manivelaları tabii ki bu kadar sınırlı değil. Askeri nitelik taşıyan NATO üyeliği ve üs imkanı gibi manivelaların yanında ekonomik ve askeri yardım 
konuları, Türkiye'nin AB üyeliği, güvenlik konularında (terörle mücadele gibi) işbirliği de birer manivela olarak ortaya çıkmaktadır. Belirtilen konuların 
Türkiye'nin iç ve dış politik kararlarında ne kadar etkili olduğunu geçmişteki olaylar göstermektedir. Örneğin sözde işbirliği yaptığımız terörle mücadele 
alanında Türkiye'nin talep ettiği helikopterler, silahlı/silahsız insansız uçaklar bırakın satılmasını kiralanmasına bile izin verilmezken, aynı ABD bu tür 
silah ve sistemleri kolayca Güney Kore, Japonya ve hatta Irak'a kısa bir süreçte satabilmektedir.

Ancak bunların yanında etnik ve dini/mezhepsel hassasiyetler bir toplumun şekillendirilmesinde, algılarının yönetilmesinde en önemli alanlardır. İşte 
ABD'nin Türkiye'de toplumu ve yöneticilerini şekillendirecek sonuçlar yaratmakta en çok kullandığı alanlar bunlar olmuştur, olmaya da devam etmektedir. Çünkü ABD Savunma Bakanlığı dünyada bu konuda en büyük harcamayı yapan, en çok personel kullanan kurumdur. İşte bu konu yukarıda bahsettiğim Amerikan raporundaki üçüncü maddeye girmektedir.

Türkiye'deki sosyo-ekonomik ve politik ortamı etkileyen Amerikan manivelaları; 

PKK ve Cemaat

PKK Terör Örgütü

Etnik bölücülük temeline dayalı bir hedefle ortaya çıkan PKK terör örgütü ABD tarafından 1997 yılında kendi terör örgütleri listesine dahil edilmiştir. Bu 
kararla ABD, PKK'ya karşı terörle mücadelede Türkiye'nin yanında olduğu mesajını da vermiştir. PKK'nın ortaya çıkışından itibaren ABD'nin PKK'yı izliyor olması normal bir gelişmedir. Ancak ABD açısından PKK'nın tam bir manivela haline gelmesi PKK'nın lideri Öcalan'ın 1999'da Türkiye'ye teslim edilmesiyle olmuştur. Çünkü PKK liderinin teslim edilme şartları (Türkiye'ye götürülürken yolda ölmemesi, doğru bir dava görmesi, Kürt sorununda önemli adımlar atılması, idam edilmemesi)[4] ABD'nin konuyu terörle mücadele kapsamında değil bir etnik grubun özgürlük mücadelesi olarak ele aldığını gösteriyordu. Artık ABD doğrudan işin içindeydi. Bu konuda daha önce yazdığım ve süreci anlatan makalemde detaylar yer almaktadır.[5]

Anılan makalede özetle şunları anlatmıştık: Teslim şartlarında belirtildiği şekilde Öcalan doğru bir dava görmüş ve idam edilmemiştir. Bundan sonra da  Türkiye 'nin Kürt sorunu adı verilen konuda köklü adımlar atması için PKK yeniden devreye sokulmuştur. 2003'te Irak'ın işgal edilmesiyle Türkiye ABD'yle komşu olmuş, Irak'ın kuzeyinde üslenen ve yeni saldırılara hazırlanan PKK'nın tasfiye edilmesi konusu Türkiye-ABD ikili görüşmelerinde Türk tarafının ana ve 
çoğunlukla da tek gündem maddesi olmuştur. 2004'den itibaren PKK'nın saldırıları artmaya başlayınca da ABD Türkiye'nin alması gereken tedbirler konusunda fikir beyan eden, görüşleri dinlenen birinci aktör konumuna gelmiştir. Bu durum Türkiye'nin sınır ötesi operasyon girişimlerinin sürekli ötelenmesine yol açmış, 2007 yılı sonundan itibaren ABD'nin izniyle Irak'ın kuzeyine başlatılan sınır ötesi operasyonların koordinasyonu kapsamında operasyonların sınırlı kalması ve Türkiye'nin Irak'ın kuzeyine (hem PKK hem de Irak'ın kuzeyindeki yerel Kürt yönetimine) yönelik kapsamlı operasyonlar yapılması engellenmiştir. ABD bu şekilde Türkiye'nin Kürt sorununda askeri seçenekleri kullanmasını kontrol etmiş ve sınırlandırmış, sorunun askeri tedbirlere değil siyaset içinde çözülmesini sürekli telkin etmiştir.

ABD'nin bu kapsamda Türkiye'ye önerdiği yöntemler terör örgütleriyle değil "isyan eden-ayaklanan-özgürlük arayan-ülkesinin işgaline direnen" gruplara 
(insurgency) karşı kendisinin uyguladığı yöntemlerdir.[6] Bu durum PKK konusunun yani terörün siyasallaşmasını hızlandırmıştır. Nitekim 2006'dan itibaren hükümetin PKK ile başlattığı gizli görüşmeler, Habur'dan giriş, sızan Oslo görüşmeleri ve İmralı zabıtları, 2013 yılı başından itibaren artık kamuoyuyla da 
paylaşılan hükümet-PKK terör örgütü görüşmeleri, teröristbaşının son iki Nevruz'daki mesajları, teröristbaşının son sızan ses kayıtları göstermektedir ki 
PKK ve onun hapisteki lideri anayasa yazılmasından Meclis'in çalışması ve çıkarılacak kanunlara, sözde çözüm sürecinin nasıl uygulanacağından TSK'nın 
uyacağı kurallara kadar hatta bir iddiaya göre Bakanların kimler olacağına kadar hükümetin dolayısıyla Türkiye'nin kararlarını yönlendirir, Türkiye'nin 
geleceğini belirler hale gelmiştir.
Bunun için Öcalan da muhtemelen öldürülmeyeceği ve Kürt sorunun siyasi alanda çözüleceği kulağına fısıldanmış olarak ABD tarafından adeta bir Truva atı gibi Türkiye'nin terörle mücadele mekanizmasının içine sokulmuştur. ABD Öcalan'ı teslim eden olarak ve Öcalan vasıtasıyla, ayrıca terörist saldırıları yapan PKK'nın üslendiği Irak'ın kuzeyi dahil Irak'ta kontrolü elinde bulunduran ülke olarak PKK vasıtasıyla bizzat işin içine girmiştir.  ABD'nin bir manivela olarak tasarladığı Öcalan bütün bu süreci yönetip kendi tasarladığı stratejiyi hayata geçirmiş, PKK'nın hem terör saldırılarını hem de eylemsizlik sürecine 
sokulmasını dönüşümlü bir manivela olarak kullanmıştır. 
Eylemsizlik süreçlerinden özellikle seçim dönemlerinde karlı çıkmaya alıştırılan hükümet son olarak sözde çözüm süreci adı altında terör örgütüyle müzakereye oturmak zorunda kalmıştır. Gelişmeleri objektif şekilde değerlendirenlerin söylediğini teyit edercesine Öcalan'ın kendisini ziyaret edenlere söylediklerinden ve son günlerde sızan konuşmalarından da anlaşılmaktadır ki müzakerenin yasal dayanağı yoktur, hükümeti iktidardan düşürerek yargıya götürecek  sonuçlar doğurmuş, hükümeti geri dönülemez bir noktaya getirmiş ve hükümeti bununla tehdit etmiştir. Öcalan bu süreçte kazanmış olduğu yetkilerle (Kürt halkının temsilcisi, müzakere yetkilisi, siyasi şahsiyet, barışsever ve barış yapar vs) bu hükümetin yerine gelecek yeni bir hükümetle bile kaldığı yerden devam etme pozisyonuna gelmiştir.

Bütün bu gelişmelerden ABD'nin habersiz olduğu, sözde çözüm sürecinin Türkiye'nin projesi olduğuna ilişkin kamuoyuna pompalanan haberler ise hayatın normal akışına terstir, zaten öncesini yukarıda açıkladık. Söz konusu çözüm süreciyle ilgili İmralı'dan Kandil'e, PKK'nın Avrupa temsilcilerine, Irak'ın 
kuzeyindeki Kürt gruplara giden bilgilerden ABD'nin haberdar olmaması mümkün değildir. Ayrıca artık herkes tarafından bilinen ABD'nin küresel bazdaki dinleme 
faaliyetleriyle bu ilişkileri ortaya çıkarması kaçınılmazdır. Burada muhtemelen ABD'nin dikkat ettiği husus "gelişmelerin ABD'nin öngördüğünden daha çabuk 
sonuçlanması veya geri dönülemez bir anlaşmazlıkla sonuçlanmasıdır." Bunun için de hem hükümet hem de PKK kanadını yoklayarak süreci kontrol altında tuttuğunu söyleyebiliriz. ABD açısından; 2002 sonunda iktidara geldiğinde teslim edilmiş ve İmralı'da mahkum olan Öcalan'ı elinde bulunan AKP hükümetinin PKK terör örgütüyle müzakere masasına oturtulmuş olmasının önemli bir başarı olduğunu söylemeliyiz. Çünkü ABD bu sorunun tarafların birbirini hırpaladığı ama kesin bir üstünlük sağlayamadıkları bir ortamda, zamana yayılmış olarak, zamanı geldiğinde sonuçlanmasını beklemektedir. Bundan sonraki basamakta yeni bir hükümetle ama aynı Öcalan'ın müzakereyi tamamlaması beklenmelidir. Mevcut hükümet veya yeni hükümetin müzakereye yanaşmaması halinde ne olacağının mesajını (ya müzakere ya savaş) son Nevruz'da hem Öcalan hem de Kandil ve destekçileri tarafından verilmiştir. Yani Öcalan süreçte sözde barışı arayan baş aktör olmaya devam ederken hükümeti ve toplumu müzakereye resmen ve kanunen başlatmak için PKK'nın terörist saldırılara başlaması da çok büyük ihtimaldir. Yeni dönemde Öcalan süreci çok daha sıkı kontrol altında tutabilecektir, ABD'nin 1999'dan itibaren fiilen içinde bulunduğu suni etnik bir sorun üzerinden Öcalan'ı (ve PKK'yı) kullanarak Türkiye'deki sosyo-ekonomik ve politik gelişmeleri etkilemeye devam etmesi de mümkün olacaktır.

ABD'nin PKK ve Öcalan konusunda işin içinde olduklarını gösteren diğer konu da yine Amerikan kurumlarının hazırladıkları bazı raporlar ve bunların birbiriyle 
çelişkileridir. Örneğin Amerikan düşünce kuruluşu RAND dünya genelindeki terör örgütleri ve direniş örgütleriyle ilgili olarak 2010 yılından sonra hazırladıkları raporlarda PKK'yı da incelemişlerdir. Bunlarda 1999 yılında PKK lideri Öcalan'ın yakalanmasıyla Türkiye'nin zafer kazandığı değerlendirmesinde bulunmuştur. Aynı dokümanlarda terör örgütlerinin keskin hiyerarşik yapıya sahip olmaları nedeniyle lideri etkisiz hale getirilen terör örgütlerinin dağıldığı tespiti de yapılmaktadır. Ancak yıl 2014 ve halen Öcalan lider hatta hapishaneden ülkeyi yönlendiren bir konuma gelmişse Öcalan'ın etkisiz hale getirilemediğini söyleyebiliriz. Bunun temelinde de Öcalan'ın 1999'daki teslim şartları yani ABD'nin Öcalan'ı manivela yapacak şartları vardır.  Öcalan'ın şuanda çok etkin konumda olduğunu teyit eden diğer bir dokümanda ABD Kongresi Araştırma Merkezinin periyodik olarak hazırlayıp Kongre üyelerine sunduğu Türkiye raporlarında (Türkiye'ye ilişkin karar alışlarda temel başvuru dokümanı olarak kullanılmaktadır) Türkiye'deki ana aktörler (key figures) listesinde Cumhurbaşkanı, Başbakan, Dışişleri Bakanının yanında sayılan dördüncü kişi Öcalan'dır. 

Cemaat

Cemaatten bahsederken hemen söyleyelim ki söz konusu Kongre raporlarında bahsedilen beşinci ve son kişi Fethullah Gülen'dir.

Ne kadar ilginçtir ki ABD'nin PKK'yı tam bir manivela olarak kullanmaya başlaması ile Cemaat denince herkesin aklına gelen dini örgütlenmenin bir 
manivela haline gelmesi hemen hemen aynı döneme denk gelmektedir. Birisini vermiş diğerini almıştır. Öcalan Şubat 1999'da Türkiye'ye teslim edilirken 
cemaat lideri F.Gülen ise Mart 1999'da ABD'ye gidiyordu diğer bir ifadeyle sığınıyordu. Öcalan görünüşte o güne yaptıklarının hesabının görüleceği bir 
davada yargılanacaktı ama öldürülmemesi / idam edilmemesi şartı vardı. Nitekim ömür boyu hapse mahkum oldu, ancak hapisteyken Kürtlerin sözde tek temsilcisi unvanına ulaştı ve onların adına müzakere masasına oturdu. F.Gülen devlete sızıp ele geçirme planları var diye hakkında dava açılma hazırlıkları yapılırken ABD'ye kaçtı, açılan davada ise beraat etti. Ama Türkiye'ye dönmedi ama bulunduğu yaşadığı ABD'den Türkiye'deki gelişmeleri etkileme, hükümeti 
yönlendirme, dini bir lider olmaktan çok devletin Cumhurbaşkanının ve hükmet üyelerinin muhatap olduğu siyasi bir figür haline geldi.

Bütün ülkelere ilişkin yıllık terör raporları, insan hakları raporları, dini özgürlükler raporu hazırlayan ABD'nin F.Gülen hareketinden habersiz olması, Amerikan topraklarında kendince sürgün hayatı yaşayan bir dini liderin ve onun cemaatinin faaliyetlerini takip etmemesi, onları yönlendirmemesi mümkün değildir. Nitekim Amerikan gizli servislerinin F.Gülen cemaatiyle ilişki içinde olduklarına ilişkin haberler basına da yansıdı. Bırakın gizli servislerin faaliyetlerini yukarıda bahsedilen Kongre raporlarında verilen detaylı bilgiler F.Gülen'in ABD'nin takibinde olduğunu göstermektedir. Türkiye'nin iç dinamikleriyle yakında etkileşim içinde bulunan bir aktörün ABD tarafından kullanılmadığını düşünmek uluslararası ilişkileri, gizli servislerin faaliyetlerini bilenler açısından mümkün değildir.

2013'ün son çeyreğinde ve 2014'ün ilk aylarında ortaya çıkan bilgi ve belgeler gösterdi ki hakkındaki davadan beraat eden F.Gülen'in liderliğindeki oluşum 2000 yılında hakkında açılan davanın iddianamesinde belirtildiği şekilde devletin bütün kurumlarına sızmış, elemanlarının kritik görevlere yerleşmesini sağlamıştı. Bununla yetinmeyip hükümetin desteği ve sağladığı olanakları kullanarak görünürdeki hükümetin arkasında aslında devleti yöneten gizli güç haline gelmişti.

Aslında burada Türkiye'nin seçilmiş hükümeti dar kadrosunun açığını cemaatin yetişmiş elemanlarıyla kapatıyordu.  Bu durum her iki tarafın işine de 
geliyordu. Bu birliktelik amaçların örtüştürülmesiyle daha da derinleşti. Türkiye'de gündem demokratikleşme, askeri vesayetin sona erdirilmesi ve Kürt 
sorunun (bazılarına özellikle askerlere göre terör sorunu) çözülmesiydi ya da kısaca askerin etkisizleştirilmesiydi. Bu hedef Kürtçü kesim ve PKK tarafının da 
işine geliyordu, çünkü onlar da asker aradan çıkarılırsa terörün siyasallaşmasının daha kolay olacağına inanıyordu.  Nitekim öyle oldu ve 2007'den sonra başlayan operasyonlar ve davalar süreci ile bazı yasal düzenlemeler yetişmiş askeri kadroları hapishanelere tıktı, geri kalanlarının özellikle Güneydoğu Anadolu'da kışlalarından bile çıkamaz hale getirdi.

Konuyu biraz yakından takip edenler bilecektir ki bahse konu süreçte psikolojik harekat  teknikleri uygulanmış, toplum yönlendirilmiştir. Şimdi hükümetin 
söylediği şekilde bunu cemaatin tek başına yapmış olması mümkün değildir. Hükümet ortam hazırlamıştır, destek sağlamıştır (zaten bunun yapıldığı inkar 
edilmiyor, sadece safmışsız denilerek işin içinde çıkılmak isteniyor). Cemaatin insan gücünün de psikolojik harekat tekniklerinin uygulanmasına ve binlerce 
belge, bilgi, kayıt elde edilip analiz edilerek tasnif edilmesine yönelik teknik imkanlara sahip olmadığını, bunun bir başka gücün desteğiyle yapılmış olası çok 
büyük ihtimaldir. Bu gücün de cemaatin liderini ağırlayan ülke olduğunu söylemeliyiz.

Ancak burada şu konuyu hiç akıldan çıkarmamak gerekir. Bütün bunlar yani cemaatin arkasında ABD'nin olması, cemaatin çift taraflı oynayarak hükümeti zor durumda bırakması, 17 Aralık rüşvet ve yolsuzluk soruşturmasının yok sayılması, kapatılması, bu konuda hükümetin mağdur gösterilmesi kabul edilemez, rüşvet ve yolsuzluğa bulaşanları haklı göstermez.

Neden Cemaat - Hükümet Kavgası

Peki herşey anlattıklarımız gibiyse son aylardaki hükümet-cemaat çatışması neden yaşanıyor? Bunun Kürt sorununun sözde çözümü ve hükümetin etkinlik sürecini ve görevini doldurmuş olmasıyla ilgisi olduğunu düşünüyorum. 11 yıldır iktidarda olan AKP artık yıpranmıştır, özellikle 2011 seçimlerinden sonraki süreçte hükümetin demokratik esaslardan ayrılmaya başladığının iyice belirginleşmesi yurt içinde hem halk hem de kanaat önderlerinden tepkiler almış, bu tepkiler artık sokaklara taşmıştır. Ayrıca dış politika bağlamında özellikle bölgesel konularda ABD politikasıyla uyuşmazlıklar yaşanmaktadır. Yani hükümet hem iç hem de dışarıda destek sıkıntısı yaşamaktadır. ABD açısından Hükümet öyle bir değişmelidir ki toplumun genelinden gizli yürütülen sözde çözüm süreci de hasar görmemeli, ülkede ve bölgede kaosa yol açmayacak şekilde muhtemelen genel seçimlere kadar halk desteğini yitirmiş seviyeye gelerek iktidarı kaybetmelidir.

Cemaat-hükümet kavgasının sonucundan en fazla faydalanan kesim sözde çözüm süreciyle ülkemizin güneydoğusunda özerk bir yönetim kurmaya çalışan Öcalan liderliğindeki Kürtçüler ve PKK tarafı olmuştur. Sözde sürecin başlaması ancak işlemediğini ortaya çıkmasıyla birlikte 2013 yaz aylarının sonundan itibaren cemaat hükümet kavgasının da başladığını görüyoruz. Bu kavga sertleştikçe ve 17 Aralık ile birlikte en üst seviye çıktıkça bölgeden hiçbir haberin kamuoyuna yansıtılamadığı çünkü gündeme alınamadığı, adeta bir karartma uygulandığını görüyoruz. Diğer taraftan hükümetin bu kavgayı bir seçim stratejisine dönüştürerek yeni karşı taraflar yarattığını da görüyoruz. Hal böyle olunca kavganın da bir senaryo olabileceğini düşünmeliyiz. 30 Mart'taki yerel 
seçimlerden sonra hükümetin kendince yeterli oy aldığını değerlendirmesiyle birlikte bu kavganın sönümlenmesi hiç de küçük bir olasılık değildir. 

 Sonuç

Küresel güç ABD'nin küresel bazda politika ve stratejiler oluştururken ülkelerin ve yerel unsurların varsa hassasiyetlerini kullanması Amerikan çıkarları 
açısından normal bir uygulamadır. Yukarıda bahsettiğim Amerikan raporunda ABD'nin Türkiye'ye yönelik belirttiği üç maniveladan üçüncüsünü (ABD'nin 
Türkiye'deki sosyo-ekonomik ve politik ortamı etkileme gücü vardır.) Türkiye'de 1999 ve özellikle 200'ten itibaren kullandığını görmekteyiz. Burada öne çıkan 
manivelalar ise PKK ve cemaattir. PKK'nın yaptıkları bellidir, geçmişi zaten onu aklamaya ve affetmeye izin vermeyecek kadar vahşidir.

Cemaattin ise biz bir hizmet hareketiyiz, iyilik yapıyoruz demesi yaptıkları yasa dışı işleri görmezden getiremez. Hükümetin sağladığı ortamla ve şuanda 
sığındıkları ülkenin teknik ve operasyonel desteğiyle ülkemize, kurumlarımıza ve insanlarımıza karşı yaptırdığı operasyonların, düzmece davaların hesabını 
vermeden, işin içinde yer alanları yargıya teslim etmeden, ne yapalım bizi de başkaları kullanmış diyerek işin içinden sıyrılması kabul edilemez. Aynı şekilde 
hükümetin de her ne kadar soruşturma işinin içinde cemaatin adamlarının olduğunu söylese de 17 Aralık rüşvet ve yolsuzluk iddialarından yargı önünde mutlaka hesap vermesi gereklidir. Kumpas ve yolsuzluklar birbirine uygun ortam hazırlamış olabilir ancak ayrı suç iddialarıdır.

Önümüzdeki en büyük tehlike ise hükümet-cemaat kavgasının da büyük kumpasın parçası bir senaryo olması ve güneydoğudaki bölünmeyi maskeliyor olmasıdır. 
Böylece yetişmiş insanlarımızın, kurumlarımızın, Atatürk'ün deyişiyle mazisi insanlık tarihiyle başlayan Türk Ordusunu tasfiye gayretlerinin ülkemizin ve 
milletimizin bölünmesine yol açacak kumpasın saklanmasıdır.


[1] "Türkiye - Amerika Birleşik Devletleri Siyasi İlişkileri", 

http://www.mfa.gov.tr/turkiye-amerika-birlesik-devletleri-siyasi-iliskileri.tr.mfa

Erişim tarihi 23 Mart 2014.


[2]U.S. Relations With Turkey, Fact Sheet, January 7, 2013, 

http://www.state.gov/r/pa/ei/bgn/3432.htm,

 Erişim tarihi 23 Mart 2014.


[3] ABD Ulusal Güvenlik Stratejisinin Şifreleri ve Türkiye, Cahit Armağan Dilek, 
Ocak 2013,  

http://www.asssastratejibulteni.com/ABD_Guvenlik_Stratejisinin_Sifreleri_ve_Turkiye.pdf


[4]“Öcalan'ı biz teslim etmedik, sadece Türkiye’nin işini kolaylaştırdık”,  
13.05.2011, Gazetevatan, 

http://www.gazetevatan.com/-ocalan-i-biz-teslim-etmedik--turkiye-nin-isini-kolaylastirdik--377067-gundem/

Erişim tarihi 23 Mart 2014.


[5] Çapulcudan özgürlük savaşçısına, terörden direnişe, direnişten bağımsızlığa; 
PKK terör örgütünün dönüştürülmesi, 27 Mayıs 2013, Cahit Armağan Dilek, 

http://www.21yyte.org/tr/arastirma/terorizm-ve-terorizmle-mucadele/2013/05/27/7012/capulcudan-ozgurluk-savascisina-terorden-direnise-direnisten-bagimsizliga-pkk-teror-orgutunun-donusturulmesi.s
Erişim tarihi 23 Mart 2014.


[6] Yazarın Notu: ABD açısından dünyada mücadele edilmesi gereken tek bir terör örgütü vardır o da El Kaidedir. ABD'nin teröre ve ayaklanmaya (direniş 
örgütleri) karşı ayrı ayrı stratejileri vardır. Türkiye'ye dikte edilen ayaklanmalara (direniş örgütlerine) karşı olan yöntemlerdir. Bu yöntemler söz 
konusu örgütlerle ilişki kurmayı, liderleriyle görüşmeyi ve müzakere etmeyi kapsamaktadır. Ancak terörle mücadelede bu konuda sıfır tolerans vardır ve 
teröristler nerede olurlarsa olsunlar aranıp bulunup imha edilmektedir.

..

Beşar Esat’ın ABD Devletinin Üst Aklı İle Nefes Kesen Satranç Oyunu ( Suriye RÖPORTAJI )




  Beşar Esat’ın ABD  Devletinin Üst Aklı İle Nefes Kesen Satranç Oyunu 


21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü        
Suriye
18 Şubat 2015 Çarşamba
Soner Polat tarafından yazıldı.



Önce kısa bir tarihi not verelim. ABD dış politikasının temel yapı taşı olan Dış İlişkiler Konseyi’nin (Council of Foreign Relations, CFR) kuruluş çalışmaları 
Birinci Dünya Savaşı öncesindeki sancılı yıllarda başlar. Fikir babası, Başkan Woodraw Wilson’ın (28’inci Başkan, 1913-1921) güvenlik danışmanı Albay 
House’dır. Başkan Wilson, “Milletler Cemiyeti” kurulmasını önerir ama Senato reddeder. Albay House karşı hamle olarak, ABD ve İngiltere’nin Versay(1. Dünya Savaşı’nı bitiren antlaşma, 28 Haziran 1919) delegeleri ile ABD ve İngiltere’de birer şubesi bulunan Uluslararası İşler Enstitüsü’nü kurar. Bu Enstitü’nün ABD şubesi 1921 yılında CFR adını alır. 3300 civarında üyesi bulunan CFR, ABD dış politikasını belirleyen temel örgütlenmedir. ABD başkanlık seçimlerinde, genellikle iki aday da CFR üyesidir.

RÖPORTAJ NİÇİN ÖNEMLİ?

Foreign Affairs (Dış Olaylar) dergisi ABD’deki tartışmasız en etkili dış politika yayın organıdır. Bunun en önemli nedeni bu derginin,CFR’ın görüş ve 
düşüncelerini yansıtmasıdır. Bu nedenle derginin 20 Ocak 2015 tarihinde Suriye Devlet Başkanı Beşar Esat ile Şam’da gerçekleştirdiği mülakat, hem durum tespiti yapmak isteyenler hem de politika belirleyenler için çok önemli ipuçları vermektedir.

Bu röportaj strateji çevrelerinde büyük yankı yapmıştır. Bunun nedeni, kanayan bir yara olan Suriye, IŞİD, Irak sorununda, merkezi konumda olan Suriye Devlet Başkanı Beşar Esat ile ABD yönetimlerini yönlendiren, diğer bir ifade ile üst akıl olan bir baskı grubunun yayın organının karşı karşıya gelmiş olmasıdır. Her soru ustalıkla belirlenmiş ve her iki taraf da yaptıkları çıkışlarla, karşı tarafın niyet ve maksadını anlamaya çalışmıştır. Röportajda göreceğiniz gibi, 
bir satranca dönen mülakatta Esat sinirlerini iyi kontrol etmiş, dergi sorumlusu zaman zamantehditvari sorular yöneltmiştir. Mülakatın tamamını okuyunca ortaya elle tutulur bir çerçevenin çıktığına siz de şahit olacaksınız!

RÖPORTAJIN AYRINTILARI:

Mülakat, aynı zamanda bölge konusundaki birçok gri alanı açıklığa kavuşturması yönüyle de önem arz etmektedir. Şimdi dilerseniz, bu uzun röportajınçok büyük 
bir bölümüne birlikte göz atalım:

Foreign Affairs: İç savaş neredeyse dört yıldır devam ediyor. Birleşmiş Milletler istatistiğine göre, 200 binden fazla insan öldü. Bir milyon kişi yaralandı. Üç 
milyondan fazla Suriyeli ülkeyi terk etmek zorunda kaldı! Sizin kuvvetleriniz de ağır zayiatlar verdi. Savaş sonsuza dek süremez! Sizce harp nasıl son bulur?

Beşar Esat: Savaş politikanın başka vasıtalarla devamıdır. Bu nedenle politik bir çözüm bulunduğunda sona erecektir.

Foreign Affairs:Ülkeniz üç küçük devlete bölündü! Birincisini hükümet güçleri, ikincisiniIŞİD ve El Nusra cephesi, üçüncüsünü ise laik Sünni ve Kürt muhalifler 
denetim altında tutuyor. Suriye’yi nasıl bir arada tutacaksınız?

Beşar Esat: Bu tanımlama doğru değildir. Çünkü insan faktörü hiçbir şekilde dikkate alınmamış! Orada zor kullanarak, insanların arzusu dışında kontrol 
sağlayanlar var. Kaldı ki bu sınırlar da durağan değil! Sürekli değişiyor. Suriyelilerin tamamı, hükümete muhalif olanlar bile ülkenin birlik ve bütünlüğün den yana! Bu nedenle birliği sağlamak hiç de zor değil! Asıl zor olan, insanların iradelerine rağmen ülkeyi bölmek!

Foreign Affairs:Gerçekten Sünnilerin ve Kürtlerin birleşik bir Suriye’den yana olduğuna inanıyor musunuz?

Beşar Esat: Şam’a bakarsanız, değişik etnik ve dini grupların barış içinde bir arada yaşadığını görürsünüz! Kürt bölgesindeki Arapların sayısının Kürtlerden 
fazla olduğunu unutmayınız! Etnik ve dini tabanda bir bölünme söz konusu değil! Belirli hizipler belirli alanları kontrol ediyorlar.

Foreign Affairs: Bir yıl önce dış ülkeler ve muhalefet, görüşmelerin başlaması için sizin istifa etmenizi bir ön koşul olarak kabul ediyordu. Artık bu söz 
konusu değil! Diplomatlar sizin de rol alacağınız geçici bir çözüm üzerinde kafa yoruyorlar. Daha bugün (20 0cak 2015) “The New York Times” bir makale yayımladı. ABD’nin, “Rusya ve BM’nin barış girişimlerini artan oranda desteklediği” belirtiliyor. Sizin istifanız koşulundan Batı’nın sessizce vazgeçtiği, özellikle vurgulanıyor. Bu durumda, “müzakereler yolu” ile “politik bir çözüme ulaşılması” konusuna daha mı açıksınız?

Beşar Esat: Başından beri bu konuya sıcak bakıyorum. Her kesimle diyalog kurduk. Anayasayı değiştirdik. Her şeye açığız! Ama biz Suriye’nin bütünlüğünden bahsediyoruz.Milli bir meselede bütün Suriyelilerin söz hakkı vardır. Bu konu, hükümet ile muhalefet arasında bir diyalog fikrinin çok ötesindedir. Hangi çözüme ulaşırsanız ulaşın, bunu mutlaka bir referandum ile Suriye halkının önüne koymak zorundasınız! Bu nedenle hükümet ve muhalefet arasındaki diyalog her ikisine de karar alma hakkını vermez!

Foreign Affairs:Yani diyorsunuz ki halk oylaması ile desteklenmeyen hiçbir politik çözümü kabul etmem!

Beşar Esat: Elbette! Kararı kişiler değil, millet vermeli!

Foreign Affairs: Bu müzakereler için bir zemin olmadığı anlamına mı geliyor?

Beşar Esat: Hayır gelmiyor! Rusya’ya gideceğiz. Ama bir sorun var. Biz ordusu, iradesi, her an her yerde olumlu ya da olumsuz etkisi olan bir hükümetiz. 
Kiminle müzakere yapacağız? Konuşacağımız gruplar kimi temsil ediyorlar? Bu temsilin derecesini, mevcudiyetini nasıl ölçeceğiz? Suriye’nin merkezi ya da 
yerel hangi kurumunu temsil ediyorlar? Ülkedeki olayları etkileme güçleri nedir? İsyancılar (IŞİD, El Nusra, El Kaide) çok defa muhalefetin kendilerini temsil 
etmediğini açıkladılar! Bunların ülkede hiçbir tabanı yok! Önemli bir nokta daha var. Muhalefet milli bir karakter taşımalı, Suriye halkının çıkarlarını savunmalıdır. Muhalefet Katar, Suudi Arabistan, herhangi bir Batı ülkesinin -ki buna ABD de dâhildir- kuklası olamaz! Dışarıdan beslenemez! Bizde de ulusal bir muhalefet var. Onları yok saymıyorum. Her muhalefet meşru, her diyalog faydalı değildir. Milli olanla kukla olan birbirinden farklıdır!

Foreign Affairs:Bu yabancı ülkelerin desteklediği muhalif güçlerle görüşmeyeceğiniz anlamına mı geliyor?

Beşar Esat: Hayır, biz herkesle koşulsuz olarak görüşeceğiz!

Foreign Affairs:Herkesle görüşebilirsiniz!

Beşar Esat: Tabii ki herkesle ama siz kimi temsil ediyorsunuz diye sormak koşuluyla!

Foreign Affairs:Yanılmıyorsam, BM temsilcisi Staffan de Mistura, Halep için geçici bir ateş-kes koşulu öneriyor! Kabul edecek misiniz?

Beşar Esat: Tabi edeceğiz. Biz zaten Mistura gelmeden, Humus’ta –başka bir büyük ve önemli şehir  adımlar atmıştık. Daha küçük ölçekte, belde, köy düzeyinde uyguladık ve sonuç aldık. Fikir harika ama ayrıntılar da önemli. Mistura başlıklarla geldi. Şimdi ise biz başlıkların içinin doldurulmasını bekliyoruz.

Foreign Affairs:Geçmişte ateş kes için bir ön koşulunuz vardı: İsyancıların silah bırakması! Hâlâ aynı noktada mısınız?

Beşar Esat: Bu biraz da koşullara bağlı. Geçmişte sivillerin zarar görmemesi için bazı alanlardan silahsız olarak çekilmelerine izin verdik! Bazı bölgelerde 
ise silahlarını bırakarak çekildiler.

Foreign Affairs:Tam anlayamadım! Silah bırakma konusunda ısrarcı mısınız?

Beşar Esat: Değilim, sadece geçmişte silah bıraktıklarını söylemek istedim!

Foreign Affairs:Moskova görüşmelerinden umutlu musunuz?

Beşar Esat: Orada çözüm için görüşmeler yapılmayacak; sadece Konferans’ın ön hazırlıklarıolacak.

Foreign Affairs:Yani, görüşme için görüşme!

Beşar Esat: Tamamıyla öyle! Samimi olayım, bazı gruplar diğer ülkelerin kuklası. Birçok ülke biliyorum, Fransa gibi. Onların konferansın başarılı olması yönünde bir kaygısı yok! Gelenlere başarısızlık için reçete verecekler! Bazı şahıslar var; Suriye’deki hiçbir grubu değil, sadece kendilerini temsil ediyorlar. 
Bazıları Suriye’de hiç yaşamadı! Tabii ki Suriye’nin çıkarlarını düşünenler de var. İyimserlik abartma olur; kötümser de değilim. “Ümidim var!” diyeyim.

Foreign Affairs: Son dönemlerde ABD, Moskova görüşmeleri için desteğini artırdı. Başlangıçta öyle değildi. Dışişleri Bakanı Kerry, “görüşmelerin başarısı için ümitli olduğunu” belirtti.

Beşar Esat: Hepkonuşurlar; yapılana bakalım! Bildiğiniz gibi, Suriye ile ABD arasında karşılıklı güvensizlik var! O nedenle konferansta yaşanacakları 
bekleyip görelim!

Foreign Affairs: Sizce farklı gruplar arasında ortak bir çözüme ulaşmanın en iyi yolu nedir?

Beşar Esat: Farklı isyancı gruplar var. Ama esas olarak IŞİD, El Nusra gibi El Kaide çizgisindeki örgütler içindeler. Geriye ne kaldı: “Obama’nın, ‘fantezi’ 
olarak nitelendirdiği ve  ‘ılımlı muhalif’ olarak isimlendirdiği grup. Bunların da bir kısmı El Kaide’ye, büyük bir kısmı Suriye ordusuna katıldı.

Foreign Affairs:Bu gelenler önceki isyan eden savaşçılar mı?

Beşar Esat: Evet, “Geldiler ve biz daha fazla savaşmak istemiyoruz!” dediler. Geriye ne kaldı: Çok çok küçük bir grup. Sonuçta siz El Kaide ile müzakere 
yapacaksınız. Onların kendi planları var; müzakereye hazır değiller. Bizim başlattığımız ve Sayın Mistura’nın devam ettireceği yumuşama girişimleri sahada pratik çözümler üretiyor. Sonra unutmayın, BM Güvenlik Konseyi’nin birkaç ay önce yayımlanan 2170 numaralı kararı var. Bu karar, IŞİD ve El Nusra’ya yapılacak her türlü askeri, mali ve lojistik yardımı yasaklıyor. Ama Türkiye, Katar ve Suudi Arabistan hâlâ devam ediyorlar. Eğer BM’nin bu kararı etkin olarak uygulanamazsa, para akışı devam ettiği sürece soruna gerçek bir çözüm bulamayız. Bu nedenle işe bu noktadan başlamalıyız. İlave olarak, Batı ülkeleri, şu” ılımlı muhalefet” sevdasından vaz geçmelidir! Ortada böyle bir gerçeklik yok; karşımızda IŞİD, El Nusra ve El Kaide var!

Foreign Affairs: Görüşmelerin başlangıcından evvel, bir iyi niyet gösterisi olarak bazı “Güven Artırıcı Önlemleri” hayata geçirmeyi düşünür müsünüz? Mesela, esir değişimi, siyasi mahkûmların serbest bırakılması, baraj bombalarına son verme gibi…

Beşar Esat: Bu kişisel bir sorun değil, bir mekanizma içinde düşünülmeli. Kimse kimseye güvenmek zorunda değil! Eğer açık bir esasa bağlanırsa, sonuç 
alabilirsiniz! Demek ki soru, “hangi mekanizmalar tatbik edilirse, problem çözülür?” şeklinde olmalı. Bu da bizi daha önce söylediğim sorulara getiriyor? 
Kim bunlar? Kimi temsil ediyorlar? Etkileri ne? Etkisi olmayan kişilerle güven oluşturmanın faydası ne?

Foreign Affairs: Savaşçılara af uyguladınız mı?

Beşar Esat: Evet, birçok kereler!

Foreign Affairs: Silahları bıraktıkları takdirde, güven içinde olacaklarını muhaliflere söylediniz mi?

Beşar Esat: Evet, birçok konuşmamda bunu söyledim!

Foreign Affairs: Hizbullah, İran’a ait Kudüs Kuvvetleri ve bu ülkenin eğittiği Şii savaşçılar isyancılara karşı mücadelenizde önemli bir rol oynuyorlar. 
Ülkenizin İran’ın nüfuzu altına girmesinden endişe etmiyor musunuz? Irak ve Lübnan örneklerinde gördük ki bir kez paramiliter bir güç bir ülkeye yerleşti 
mi, söküp atmak son kerte güç oluyor?

Beşar Esat: İran önemli bir bölge ülkesidir. Bölgede belirli bir rol oynaması normaldir.   Zaten kriz öncesinde de bölgede etkili bir politik güçtü. İran’ın 
Suriye üzerinde hiçbir hedefi yoktur. Biz de egemenliğimizden asla taviz vermeyiz! Onlarla koordinasyon içindeyiz. ABD ve Batı ise bizimle koordinasyon 
içinde olmadan ülkemizde etki yaratmaya çalışıyor.

Foreign Affairs: Geçen hafta Der Spiegel’de bir röportaj yayımlandı. İran Devrim Muhafızları Komutanı Hacızade, “İran Dini Liderinden Suriye içinde bir füze 
alanı kurmaları yönünde talimat aldığını!” söyledi. Bu tek başına hareket ettiklerini göstermez mi?

Beşar Esat: Göstermez! İran’ın tüm faaliyetleri Suriye ile eşgüdüm içinde 
yapılmaktadır.

Foreign Affairs: Hadi bir devlet olduğu için İran’ı bir kenara koyalım. Peki, Hizbullah’a ne diyeceksiniz? Devlet altı kuruluşlar olduğu için onları denetin 
altında tutmak çok daha zordur. Golan Tepelerinde İsrail Hizbullah’a saldırdı. İsrail, “Hizbullah’ın kendi topraklarına yönelik bir saldırı hazırlığında 
olduğunu” iddia etti. Hizbullah, size yardım örtüsü altında kendi gizli ajandasını yürütmüş olamaz mı?

Beşar Esat: Bir devlete ait unsuru denetim altında tutmak daha kolaydır. Devlet altı bir kuruluş faydalı çalışmalar yapıyor olabilir. Ama zararlı bir yan tesir 
de ortaya çıkabilir. Bu doğaldır. İşte hükümet olarak bu yan tesiri önlemelisiniz. Ama Kuneitra (Golan Tepeleri) olayı tamamen farklıdır. 1974’ten 
bu yana o bölgede İsrail aleyhine tek bir faaliyet bile olmamıştır. İsrail’in iddiası bütünüyle gerçek dışıdır. İsrail, belirlediği Hizbullah mensuplarını 
öldürmek için bu hücumu gerçekleştirmiştir.

Foreign Affairs: Ama İsrail iç savaş başladığından bu yana olaya karışmama yönünde çok hassas. Kendi güvenliklerine doğrudan tehdit olmadıkça 
saldırmıyorlar!

Beşar Esat: Bu doğru değil! İki yıldır hiçbir neden olmadan Suriye’ye saldırıyorlar.

Foreign Affairs: Ama İsrail İran’ın Suriye’de Hizbullah’a silah verdiğini söylüyor.

Beşar Esat: İsrail Suriye ordusuna saldırdı. Hizbullah ile ordu arasında ne gibi bir ilişki olabilir?

Foreign Affairs: Bu durumda sizce İsrail’in hedefi ne olabilir?

Beşar Esat: İsrail isyancıları destekliyor. Bu çok açık!Biz ne zaman bir cephede ilerlemeye başlasak, onlar saldırarak bizi durdurmak istiyorlar. Hatta bu durum 
bizde espri konusu oldu. El Kaide’nin hava gücü olmadığını kim söyleyebilir. 
İşte İsrail Hava Kuvvetleri!

Foreign Affairs: Ama bakın Irak devlet dışı isyancı güçlerle başa çıkamıyor! Hizbullah’tan nasıl bu kadar emin olabiliyorsunuz?

Beşar Esat: Irak’ta çok önemli bir neden var! Irak anayasası Irak’ın birliği için değil, oradaki dini ve etnik gruplar için yapıldı. Peki, Suriye’de fark ne? 
Onlarca ülke dört yıldır ülkemize saldırıyor; ambargo uyguluyor; isyancıları destekliyor. Ayaktayız, çünkü bizde gerçek bir anayasa var, laik anayasa. 
Hâlbuki Irak’ta bölücü bir anayasa var. Ona anayasa denemez!

Foreign Affairs: Sizin iki büyük destekçiniz, Rusya ve İran, düşen petrol fiyatları nedeniyle büyük kayıplara uğradılar. Size bundan böyle destek 
veremeyecekleri yönünde bir endişe taşıyor musunuz?

Beşar Esat: Bu konunun bize doğrudan bir etkisi olmaz! Çünkü biz ya ödeme yapıyoruz ya da borç alıyoruz.

Foreign Affairs: Ama zor durumdalar! Kendi askeri harcamaların zaten bir maliyeti var. Sorun yok mu?

Beşar Esat: Eğer silah için para ödüyorsanız, hiçbir sorun yoktur! Şimdiye dek uygulamada bir değişiklik olmadı! Onları nasıl etkilediği konusuna ben cevap 
veremem!

Foreign Affairs: Son mülakatınızda savaşın yönetiminde siz ve hükümetin de hata yaptığını söylediniz. Bu yanlışlar nerde yapıldı? Pişmanlık duyduğunuz bir 
şeyler var mı?

Beşar Esat: Her hükümet her şahıs hata yapabilir. Ama temel politikalarda yanlışımız olmadı. 

Üç temel karar aldık. 

Birincisi diyaloga açık olmak. 
İkincisi, Anayasa ve yasaları muhalefetin talepleri doğrultusunda değiştirmek.  
Üçüncüsü, teröristlere savaş açarak ülkemizi savunmak. Buralarda bir hata göremiyorum. Ama uygulamada kişilerden kaynaklanan hatalar yapılmış olabilir! 
Ben kişilerin uygulamadaki hatalarından çok, politikadan konuşmayı tercih ederim.

Foreign Affairs: Küçük seviyede yapılan, insan hakları ihlali, aşırı güç kullanımı, sivillerin de hedef alınması gibi hatalar için sorumlu tuttuğunuz kişiler oldu mu?

Beşar Esat: Evet, bazı kimseleri tutukladık ama böyle durumlarda istenmeyen olaylar olabiliyor! Başlangıçtaki protesto gösterilerinde bu tür şeyler oldu!

Foreign Affairs: ABD IŞİD’e karşı hava taarruzları düzenleyerek, bir anlamda ortağınız oldu diyebilir miyiz? ABD ile artan oranda bir işbirliği potansiyeli 
görüyor musunuz?

Beşar Esat: Evet bir potansiyel var. Biz zaten 30 yıldır terörizme karşı uluslararası işbirliğini savunuyoruz. Ama bu potansiyel için irade de lazım! 
Doğru soru şudur: “ABD karada IŞİD ile savaşmak konusunda ne kadar istekli?” Şimdiye dek IŞİD’e karşı kuzey Suriye’de ciddi bir şey görmedik. Sadece göz 
boyama şeklinde eylemler var. ABD saldırılarından sonra IŞİD, hem Suriye’de hem de Irak’ta kontrol ettiği alanları genişletti!

Foreign Affairs: Kobani’ye yönelik hava saldırıları hakkında ne düşünüyorsunuz? IŞID’i yavaşlatmak konusunda etkili olmadı mı?

Beşar Esat: Kobani 50 bin kişilik küçük bir şehir. Üç ay oldu ama hâlâ bir sonuç yok! Suriye ordusu orayı üç haftada temizledi. Demek ki terörizme karşı ciddi 
bir savaş yok!

Foreign Affairs: Yani, IŞİD’e karşı daha büyük bir ABD müdahalesi mi olmalı?

Beşar Esat: Sorun daha kapsamlı bir askeri müdahaleden ziyade politik bir karakter taşıyor. ABD Türklerin ne kadar etkili olmasını istiyor? Çünkü 
teröristler hava taarruzlarına rağmen ayakta kalabiliyorsa, bu Türklerin gönderdiği para ve silah sayesindedir. ABD, El Kaide’yi desteklememesi için 
Türkiye’ye baskı yaptı mı? Yapmadı, yapmıyor… Dolayısıyla sorun sadece askeri müdahale değil! Ayrıca, ABD’li yetkililer, “kara gücü olmadan belirleyici bir 
sonuç alınamayacağını” söylüyorlar. Karadaki hangi askerlere güveniyorsunuz?

Foreign Affairs: “ABD kara gücü de olmalı mı” diyorsunuz?

Beşar Esat: “ABD askeri” demiyorum. “Terörizm ile mücadele ediyorum” diyorsanız, karada askeriniz olmalı! Şu soruyu kendinize sorun: “Karadaki hangi unsura güveniyorsunuz?” Bu unsur, kesinlikle Suriye ordusu olmalı! Burası bizim ülkemiz, bizim toprağımız! Biz sorumluyuz. ABD askeri istemiyoruz!

Foreign Affairs: ABD’den sonuç olarak ne istiyorsunuz? Türkiye’ye daha fazla baskı mı?

Beşar Esat: ABD, Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar’a isyancıları desteklememeleri için baskı yapmalı! İkincisi, yapacağı askeri girişimler 
konusunda hükümetimizle yasal bir çerçevede temaslar kurmalı! Yapmadılar; demek ki yapılan yasa dışı! Başka bir ülke içinde, “ne yaparsanız yapın” izin 
almalısınız! İşe izin alarak başlanır. İşbirliği formatı sonra kararlaştırılır.

Foreign Affairs: ABD ile koordinasyonu kolaylaştırmak için adımlar atmaya istekli misiniz?

Beşar Esat: Biz, terör ile savaşta ciddiyet gösteren her ülke ile koordinasyona hazırız.

Foreign Affairs: ABD ile koordinasyona hazır olduğunuzu hangi adımları atarak göstereceksiniz?

Beşar Esat: Bence önce ABD niyetini belli etmeli! Biz zaten karada savaşıyoruz. Bir şey göstermek zorunda değiliz!

Foreign Affairs: ABD hâlihazırda Mayıs 2015’de Suriye girecek 5 bin Suriyeli savaşçıyı eğitiyor. General John Allen, “bunların Suriye’ye değil, IŞİD’e karşı 
kullanılacağını” söyledi. Bunların ülkenize girişine izin verecek misiniz? Onlara saldıracak mısınız?

Beşar Esat: Suriye ordusu ile koordinasyon içinde olmayan her türlü silahlı güç yasa dışıdır. Bunlarla savaşılması gerekir; konu bu kadar açıktır!

Foreign Affairs: Böyle bir durum sizi ABD ile çatışmaya sürüklese bile mi?

Beşar Esat: Suriye ordusu ile işbirliği yapmayan her oluşum yasa dışıdır ve başka bir ülkenin kuklasıdır. Dolayısıyla, diğer isyancılar gibi, onlarla da 
savaşılacaktır. Ama bu başka bir soruyu da akla getiriyor. Obama onlara “fantezi” demişti. Fantezi nasıl gerçek oldu.

Foreign Affairs: Muhalifler içinde hâlâ ılımlı unsurlar var. Her zaman zayıflar 
ama sanırım ABD, eğittiği kimseler içinde radikal kişilerin bulunmamasına özellikle dikkat etti.

Beşar Esat: Ama soru şu: “Niçin ılımlı muhalefet?” Siz onlara muhalefet diyorsunuz; biz ise isyancı diyoruz. Niçin giderek daha da zayıflıyorlar. 
Suriye’deki gelişmelerden dolayı! 5000 kişi gelecek ve geçen yıl olduğu gibi, IŞİD ve diğer diğerlerine katılacak. Bu fikir bütünüyle bir hayal mahsulü!

Foreign Affairs: ABD’nin sizinle resmi temas kurmamasının bir nedeni de ciddi insan hakları ihlalleri. Bu iddialar sadece ABD kaynaklı değil! BM Bağımsız Özel 
Araştırma Komisyonu da bu iddiaları destekliyor. Mülteci kamplarına giriş izni verilmiyor; sivil hedefler bombalanıyor; hatta görüntülerle desteklenen işkence 
olayları var. Sezar kod adlı birisi Suriye hapishanelerindeki işkenceler konusunda ABD Kongresine bir sunum verdi. ABD ile işbirliği için bu konularda adım atmayı planlıyor musunuz?

Beşar Esat: Bunların tamamı tek yönlü ve ciddiyet içermeyen iddialar. Her yerden işkence fotoğrafı bulabilirsiniz. Bunları kim çekti? Belli değil! İddiaları 
gerçekleyen tek bir kanıt yok! Tüm bunlar kanıtsız iddialar!

Foreign Affairs: Ama Sezar’ın fotoğraflarını bağımsız Avrupalı araştırmacılar kontrol etti!

Beşar Esat: Hayır, onları Katar finanse ediyor ve de “bilinmeyen bir kaynak (anonymous)” dediler. Peki, bu işkencenin isyancılar tarafından yapılmadığından 
nasıl emin olacağız? Örneğin, ilk yayımlanan fotoğrafların Irak ve Yemen’e ait olduğu anlaşıldı. İkincisi, özel olarak ABD, genel olarak Batı insan hakları 
konusunda nutuk atacak bir konumda değildir. Bölgedeki ölümlerden sorumlu onlardır. Irak’ta ABD, Libya’da İngiltere, Yemen, Mısır, Tunus’taki ölümler… Tüm 
sorunların kaynağı ABD’dir! Uluslararası hukuku ve BM Güvenlik Konseyi kararlarını ayaklarının altına alıp ezen onlardır; biz değiliz!

Foreign Affairs: Bunlar doğrudur ya da değildir ama ayrı konulardır. Biz sizin hükümetinizin sorumluluğundan bahsediyoruz!

Beşar Esat: ABD bizi suçluyor ve bizim de bir cevabımız var! “Bizim hiçbir sorumluluğumuz yoktur” demiyorum. Ama sizinkiler hâlâ sadece iddia (allegation)! 
Eğer benden cevap istiyorsanız, sağlam, ispat edilmiş ve gerçeklenmiş (concrete, proved, andverified) bir şeyi önüme koyun!

Foreign Affairs: ABD-İran nükleer görüşmelerinin Suriye’ye nasıl bir yansıması olur! İran görüşmelerin seyrine bağlı olarak ABD’ye bir jest yapmak için 
Suriye’ye olan desteğini azaltmaz mı?

Beşar Esat: Olmaz! Çünkü iki konunun birbiriyle hiçbir ilgisi yok ve İran da bunun farkında! İkinci söylediğiniz hakkında bir bilgim yok! Bilgimin olmadığı 
bir konuda yorum yapamam!

Foreign Affairs: Savaşın sizin açınızdan iyi gittiğini söyleyebilir misiniz? Bağımsız kaynaklar sizin hâlihazırda Suriye topraklarının yüzde 45-50’sini 
kontrol edebildiğini söylüyorlar!

Beşar Esat: Bir kere olaya öyle bakmayın. Biz ayrı bir devletle harp etmiyoruz. Biz yabancı teröristler tarafından desteklenen Suriyeli teröristlerle 
savaşıyoruz. Bir tür bize karşı Gerilla savaşı sürdürüyorlar. Olay toprak meselesi değil! Suriye ordusu hangi cepheye yüklendiyse, orada ilerledi! Ama her 
zaman her yeri hiçbir ordu denetleyemez! Savaşın iyiye mi gittiğini sorarsanız, şunu derim: “Her harp kötüdür. Her zaman kaybedersiniz, her zaman yıkım vardır!” 
Peki, biz bu savaştan ne kazandık. Suriye halkı teröristleri reddetti; hükümetini ve ordusunu eskisinden daha güçlü olarak destekledi. Toprak 
kazanmaktan önce Suriye halkının kalbini ve gönlünü kazanmayı konuşmalıyız. Geriye kalan ise lojistik ve teknik bir meseledir ve sadece zaman söz konusudur. 
Ama bu milli anlamda kaybettiklerinizin olmadığı anlamına da gelmiyor. Hayatları yitirdik, alt yapımız tahrip oldu; savaşın çok kötü sosyal yansımaları var!

Foreign Affairs: Sonuçta isyancıları askeri olarak yenecek misiniz?

Beşar Esat: Dışarıdan gelen terörist ve malzeme akışı kesilirse, kolayca sonuca ulaşırız. Bugün bile askeri olarak bir sorunumuz yok! Problem şu ki, başta 
Türkiye olmak üzere hâlâ sürekli bir destek var!

Foreign Affairs: Yani Türkiye en çok endişe ettiğiniz komşunuz!

Beşar Esat: Kesinlikle! Özellikle lojistik açıdan. Teröristleri Suudi Arabistan ve Katar finanse ediyor ama Türkiye kanalıyla.

Foreign Affairs: Suriye eski haline dönebilecek mi? Bir, bütün, sınırlarını kontrol edebiliyor, barış içinde yaşayan laik bir ülke!

Beşar Esat: Haritaya bakınca her köşede Suriye ordusunu görüyorsunuz. Her yerde değil, her köşede! Kuzeyde, güneyde, batıda, doğuda, ortada.Eğer, 
birleştireceğinize inanmazsanız, oralara göndermezsiniz! Ordu, Suriye’nin bütün farklı katmanlarını temsil ediyor. Başka çaremiz de yok! Başaramazsak yangın 
bütün komşu ülkelere yayılır. Atlantik’ten Pasifik’e etkileri olur!

Foreign Affairs: Başkan Obama’ya bir mesaj gönderme şansınız olsaydı, ne derdiniz?

Beşar Esat: Her Amerikalıya şunu sorardım:
 “Suriye’deki, bizim bölgemizdeki teröristleri desteklemenin size ne faydası var?” Birkaç yıl önce Mısır’da ve diğer ülkelerde 
“Müslüman Kardeşleri” destekleyerek ne elde ettiniz? 
ABD sorunlu ülkelerin gerçek temsilcileri ile değil, kuklalar ve karıştıran devletler ile konuşuyor. Bu kadar ileri bir ülke iken politik sahada nasıl bu kadar kötü olabilirsiniz? Bu  bir çelişki. Bunları ABD halkı analiz etmeli ve sorgulamalı! 
Niye her harpte başarısız oluyorsunuz? Harbi çıkarabilir, problemler yaratabilir ama onları çözemezsiniz. İşte İsrail-Filistin sorunu. Barış sürecinde 20 yıl 
geçti; ortada bir şey yok! Hâlbuki siz büyük bir ülkesiniz!

Foreign Affairs: Suriye özelinde daha iyi bir politika nasıl olabilir?

Beşar Esat: Ortadoğu’da istikrar önemli. Suriye Ortadoğu’nun kalbidir. Herkes bunu bilir. Ortadoğu hasta olursa tüm dünyada istikrar bozulur. 1991 yılında 
Barış Süreci başladığında çok ümitliydik. Bölgedeki politikalar barışa hizmet etmeli, terörizme karşı olmalı, laik tabanı güçlendirmeli, ekonomilere katkı 
yapmalı, insanları geliştirmeli, tıpkı sizin ülkenizde olduğu gibi… ABD’den bunları bekliyoruz; savaşlar çıkarmasını değil! Harp etmek sizi süper güç 
yapmaz!

DEĞERLENDİRME:

Şimdi de bu tarihi mülakatta geçen dikkat çekici konuları analiz etmeye çalışalım:

Beşar Esat’ın Clausewitz’in (1780-1831) “Harp Üzerine” adlı ünlü eserindeki savaş-barış ikilemini iyi kavradığını, bu konudaki tarihi süreçleri bildiğini 
anlıyoruz! Esat kendini her konuda çok iyi yetiştirmiş, uluslararası dengelerin ve kendi gücünün sınırlarının farkında!Devlet teorisini, diplomasiyi, uluslararası hukuku ve jeopolitik disiplini biliyor.Suriye devletinin ve milletinin birlik ve bütünlüğünü onurlu bir şekilde korumak üzere sağlam dayanak lar arıyor. Hem kendinin hem de Batı’nın zayıf yönlerini ve sınırlamalarını kavramış görünüyor! Zeki ve derinliği olan bir lider. Üstelik çok da cesur!

Batılı her zaman olduğu gibi, belki de farkında olmadan ve gerçekten inandığı için kendi doğrularını genel doğrular olarak sunuyor. Askeri ve siyasal 
olaylarda hiçbir kurala kendini bağlı hissetmiyor. BM’nin yerleşik kurallarına, uluslararası hukuka ve iki bağımsız ülke arasındaki ilişkilere zerre kadar değer 
vermiyor. Ülkelerin toprak bütünlüğüne karşı en ufak bir saygısı yok! Elindeki maymuncuk, insan hakları ihlalleri! Böyle bir ihlal yoksa kendisi yaratıyor! 
Onunla her kapıyı açabileceğini düşünüyor.

Bir konu bence çok önemli! Her taraftan sıkıştırılan Beşar Esat ne diyor: “Hükümet dâhil hiçbir kesimin tüm milleti ilgilendiren bir konuda karar hakkı 
olamaz!” O zaman soralım! Niçin ülkemizdeki açılım süreci bir halk oylaması ile Türk milletinin önüne getirilmiyor? Bu konunun ülkemiz açısından da ne denli 
önem arz ettiğine önümüzdeki dönemlerde tanık olacağız!

Esat’a göre, ortada IŞİD ve El Nusra’dan başka ciddiye alınacak bir grup yok. Bu konudaki fikirleri de yerleşik kalıplara meydan okuyor: Diğerlerine ABD Başkanı 
bile “fantezi” diyor! Sorun bunlara yönelik dış destek! Siz eğer samimi olsaydınız, BM Güvenlik Konseyi kararını uygulatıp sorunu çözerdiniz. Sizin 
amacınız başka! Bu kapsamda, “Eğit-Donat” programlarının yeniden değerlendirilmesi gerektiğine inanıyorum.

Irak anayasası ile ilgili sözler oldukça çarpıcı. Esat diyor ki o bölücü anayasa ortada dururken, Irak asla gün yüzü görmez! Türkiye’deki anayasa çalışmaları na da bu açıdan bakmalıyız!Türk milleti olarak anayasa konusunda özellikle uyanık olmalıyız!

ABD’nin IŞİD ile olan etkileşimini, her kesim kendi duruşuna göre, savaş /kontrollü savaş /ilkesel mücadele/insanlık için savaş /danışıklı 
dövüş/tiyatro/savaş oyunu/kirli savaş/tuzak kurma/Kürtler ve Sünnilerin önünü açma vb. şeklinde tanımlayabilir. Diğer taraftan Esat’ın bu konuda söylediği 
başka bir şey daha var: “Ne zaman teröristler karşısında ilerleme sağlarsak, İsrail’in saldırısına maruz kalıyoruz!” Bu beyan tabii ki teyide muhtaçtır.Ancak 
sonuçları itibarıyla ülkemizi doğrudan etkileyecek bu tür konular üzerinde Türk devlet yetkilileri uzun uzun düşünmelidir!

Esat, IŞİD ile yapılan savaşa bir devlet perspektifi ile yaklaşıyor. Diyor ki, burası Suriye devletinin egemenlik alanı! Eğer karada bir savaş verilecekse, benim Ordu’mu niçin düşünmüyorsunuz? Ayrıca, “ülkesinde ABD askeri görmek istemediğini” açıkça vurguluyor.Esat, burada da temel bir uluslararası hukuk 
kuralını hatırlatıyor. Suriye dağ başı değil. BM’nin tescil ettiği bağımsız bir ülke. Ülkemde izinsiz askeri girişimlerde bulunarak yasa dışına çıkıyorsunuz! 
Sizin niyetinizin ne olduğu belli değil!

Esat’ı hiç kimse sevmek zorunda değil! Ama burada, kaba tehdide rağmen ülkesinin onurunu koruyacak şekilde verdiği cevabın altını çizmeliyiz: “Ülkeme soktuğunuz eli silahlı kişiler (ABD’nin eğitip donatacağı 5 bin kişi) ile ne pahasına olursa olsun savaşırım!”

Amerika kıtasının keşfinden itibaren kendinden olmayan insanları böcek gibi ezen, bu kıtanın asıl sahiplerinin kökünü kurutan, afyon yasağı koyduğu için 
Çin’e savaş açan, askeri gereklilik olmamasına rağmen şehirlere atom bombası yağdıran saldırgan ve ırkçı bir kültürün, mazlum insanları insan hakları ihlali 
ile suçlaması insanlığın en büyük dramlarından birisidir. Bilinen, ama “uluslararası ilişkilerde duygusallık olmaz!” diyerek susan ve sineye çeken 
ilkesiz kesimlerin aksine, Esat bu gerçeği pişkin Batılının yüzüne çarpıyor!” Ayrıca, BM Güvenlik Konseyi kararları ve uluslararası hukuku çiğnediğinize göre, 
“siz de bu işin içindesiniz ve sorumlusunuz!” mesajını güçlü bir şekilde veriyor.

Beşar Esat’ın gündeme getirdiği dikkat çekici bir konu daha var! Diyor ki Suriye bir başka devletle harp etmiyor. O zaman, “toprakların yüzde 50’sini denetim 
altında tutuyor” diyorsanız, diğer yüzde 50 teröristlere mi ait oluyor?  Son kerte ince bir üslupla ABD’ye şu mesajı veriyor: “Farkındayım, ülkemi bölmek 
istiyorsunuz!”

Türkiye olarak bu röportajı enine boyuna incelemeli ve ülkemizi de yakından ilgilendiren güney bölgemizdeki sorunlar karşısında, devletimizin yüksek 
menfaatlerini gözeten politikaların saptanma sürecinde yukarıdaki hususları dikkate almalıyız.


Uzman Hakkında
Soner Polat
İstihbarat


Uzmanın Diğer Yazıları

  Beşar Esat’ın ABD Devletinin Üst Aklı İle Nefes Kesen Satranç Oyunu 
  ABD Küresel Düzeyde Savaşı Hangi Vasıtalarla Sürdürecek! 
  Ege Sorunlarının Çözümündeki Zorluklar, Yunanistan’ın Türkiye’ye Karşı 
  Batı’nın Duvarı Olmasından Kaynaklanmaktadır 
  Bir Yabancı Gözüyle Sözde Ermeni Soykırımının Sosyo Genetik Kodları 
  Büyük Kürdistan, Erişilebilir Bir Hedef Mi, Yoksa Bir Ütopya Mı? 
  Jeopolitik İntihar 
  ABD’nin Küresel Jeopolitik Mücadelede Yeni Yöntemi: Finansal Savaş