2 Nisan 2015 Perşembe

KONTRGERİLLANIZI ALIN, DERİN DEVLETİMİ VERİN.,



KONTRGERİLLANIZI  ALIN,  DERİN DEVLETİMİ VERİN.,




GÖKÇE FIRAT,
06.02.2006



"Kontrgerillanızı" alın,
"derin devletimi" verin!

Kontrgerilla tartışmasına devam...
Geçtiğimiz sayıda bu sütunda kontrgerillaya karşı olanların cephelerini Washington’a ve Brüksel’e dönmeleri gerektiğini söylemiştik. Ne demek istediğimizi biraz daha ayrıntılı olarak burada ele alalım ki, Kurt izi bırakan  itleri tanıyalım.





"Yankee go home" diyen kızlar    











Amerikalı subaylardan komünizm eğitimi



Önce basit bir tanımlama. Kontrgerilla, tüm dünyada NATO konsepti çerçevesinde, sözde “komünizm tehdidi ve işgali”ne karşı, NATO’ya üye ülkelerin orduları içinde kurulan bir birimdir. Amacı komünizmle mücadeledir. Adı gladiodur. Ya da bizde bilindiği şekliyle kontrgerilladır.

Dev-Genç CIA'nın avucunun içindeydi








ABD tarafından tasarlandığı ve kurulduğu şekliyle kontrgerilla budur. Ancak ABD talimnamelerinde “komünizmle mücadele ve komünist işgale karşı vatan savunması” olarak konulan kavramın biraz sorgulanmaya ihtiyacı var ki, işin düğüm noktası da bu. ABD komünizmle mücadele ederken sadece komünist rejimleri değil, aynı zamanda ABD’ye karşı tarafsız, bağımsız, ulusal bir yol izleyecek ülkeleri de “komünizmin dış çemberi” olarak değerlendirir.

Tuncay Çelen: Kontrgerilla cezaevinde işbirliği önermişti







Yeni Çağ’da Arslan Bulut’un Dev-Genç’i suçlayan yazıları. Kargaları bile güldürecek “ABD komünizm eğitimi veriyor” iddiasını özellikle tavsiye ediyoruz.

Alttaki küpür ise Zaman gazetesinden. Onların iddiası da ABD konsolosu Kommer’in arabasını yakan gençleri kontrgerilla ile irtibatlandırmak.

Dolayısıyla böyle bakıldığında “komünizm tehdidi” denilen şey ABD’nin güdümünde olmayan her şeydir! O nedenle de kontrgerilla örgütlenmesinin hedefi “komünizm tehdidi” ile savaşmakla sınırlı değildir. Aynı zamanda, komünizmin zemini olarak değerlendirilen her türlü, ulusal, bağımsızlıkçı düşüncenin de engellenmesidir.

Türkiye’deki uygulamasına baktığımızda 1952-1980 arası dönemde komünizme değil, Türkiye içindeki ulusal güçlere karşı bir kontrgerilla faaliyeti ile karşılaşırız.

Nedir bu faaliyet:
1- İktidara ABD yanlısı hükümetlerin gelmesini sağlamak.
2-“Toplumsal uyanış ekonomik gelişmeyi aşarsa” ABD yanlısı darbe ile ülke yönetimine el koymak.
3- Bağımsızlıkçı, Atatürkçü ve solcu ulusal aydınlara suikastler düzenlemek.
4- Toplumda yükselen ABD karşıtı gençlik muhalefetine karşı, ülkücü-şeriatçı suikast çeteleri örgütlemek.
Türkiye’nin 60-80 arası dönemi işte böylesi bir uygulama ile geçmiştir.
O dönem Türkiye’de kontrgerillaya karşı mücadele edenlerse sadece sol güçlerdir. Nedeni basittir: Kontrgerilla sola karşı sağcı ve Amerikancı bir örgütlenmedir.
Ancak kontrgerilla ile mücadele eden bir kısım Atatürkçü ve devrimci subaydan da özellikle bahsetmek gerekir. Çünkü ABD güdümündeki ordunun tertiplerini bu subaylar çok iyi biliyorlardı.

“Komünizm tehdidi”nden
“ulus devlet tehdidi”ne
Peki komünizm tehdidi ortadan kalkınca kontrgerilla ortadan kalktı mı?

Arslan Bulut









Sarp Kuray

Ülkücü-PKK işbirliği:
Arslan Bulut-Sarp Kuray


Arslan Bulut son dönemde solcuların kullanıldığını anlatan yazılar yazarken Sarp Kuray aynı tarzda röportajlar veriyor. Arslan Bulut’la Sarp Kuray arasındaki bir temas noktasını burada hatırlatalım. PKK’nın bölündüğü, Apo’nun ABD’ye karşı çıktığı türünden haberleri Arslan Bulut köşesinde yazmıştı. Haber kaynağı ise Sarp Kuray’dı. Apo, Sarp’ı güvendiği Türk milliyetçisi Arslan’a yollamış ve ben ABD’ye karşıyım diyordu. Sarp’ın adının aynı zamanda Apo’nun partisi için Apo’nun başkan adayları arasında geçtiğini de not edelim.


Elbette hayır. Çünkü “komünizmin dış çemberi” olarak görülen ulusal güçler ve düşünce artık komünizm tendidinin yerini almıştır. Yeni tehdit ulus devlet tehdididir!
O halde bu yeni NATO konsepti içinde kontrgerillanın izini sürelim.
Kontregerilla yeni dönemde kiminle mücadele edecektir?
1- Türkiye’nin ulus devlet yapısını koruyan, “komünizm tehdidi” palavrasının nasıl bir kandırmaca olduğunu Sovyetler’in yıkılması ile anlayan, esas tehdidin ABD’den geldiğini gören ulusal ordu güçleri.
2- Türk ulus devletini korumak için mücadele eden Atatürkçü, solcu, milliyetçi aydınlar ve toplumsal güçler.
Bu iki kuvvete karşı izlenen kontrgerilla operasyonu ise hem “gayrinizami harp” hem de “psikolojik harp” şeklinde sürdürülmüştür.
İşte 1980-2006 arası kontrgerilla faaliyetleri:
1- ABD tarafından örgütlenen PKK’nın etnik terörünün başlatılması.
2- PKK etnik terörüne destek çıkacak bir iktidarın yaratılması ve başa geçirilmesi.
3- ABD’ye karşı mücadeleye girişecek Ordu üst kademesinin tasfiye edilmesi ve yerine Amerikancı bir komuta kademesinin getirilmesi için Ordu içinde Amerikancı darbe.
4- Uğur Mumcu’dan başlayarak bir dizi suikastle Atatürkçü, solcu aydınların katledilmesi
5- Ordu ve halk içindeki ulusal direniş güçlerinin pasifize edilmesi için psikolojik harp.
Türk kontrgerillası: PKK, AKP, İHD...
1980 öncesinde Ordu içinde bir kısım kontrgerillacı üst düzey subay, onların kumanda ettiği MHP ve yandaşlarından devşirilme ülkücü çeteler ve iktidardaki sağcı güçlerle, onlara destekçi sağcı basın Türkiye’nin kontrgerilla güçleriydi.
1980 sonrasında ise durum değişmiştir. Türk Ordusu içindeki üst kademe subayların yerini doğrudan PKK almıştır. Bugün Türkiye’deki kontrgerilla üssü İmralı’dadır! PKK’nın şehir şebekeleri MHP’nin yerini almıştır. İktidardaki AKP, etnik terörü kollama görevi ile Ordu içindeki tepkiyi tasfiye ile görevlendirilmiştir.
Eskiden sağcı lider ülkücü katiller sokakta adam öldürürken “Bana sağcılar cinayet işliyor dedirtemezsiniz.” diyordu şimdiki sağcı lider ise PKK ayrı bir devlet için savaşırken “Bana Türküm dedirtemezsiniz.” diyor. Bu iki üslup farkı bile kontrgerillanın hedefinin “sol”dan, “ulusal güçlere” nasıl geçtiğini göstermektedir!
Kontrgerillanın en büyük destekçileri ise çeşitli sivil toplum kuruluşlarıdır. Örneğin İHD bir kontrgerilla örgütü konumundadır. Devletle mücadele etme ve PKK’yı aklama misyonu ile mükemmel bir kontgerilla faaliyeti yürütmektedir.
Peki sadece İHD mi?
“301 kalksın” diyen aydınlar da, objektif bir şekilde kontrgerillanın savunucusudurlar. Ancak bunların büyük çoğunluğunun maaşlarının da Pentagon bütçesinden ödendiğini biliyoruz. Objektiflik burada parasal ranta dönüşmektedir.
Ve çok daha açık bir şekilde söyleyelim: Türkiye’de kontrgerilla ile mücadeleye çağıranlar, kesinlikle kontrgerilladır!
Kimler mi?
Mesela eski generaller. Şimdi anılarını yazan generallere bakın. Dün ABD emrinde cinayet işliyorlardı, şimdi işledikleri cinayetleri anılaştırarak suçu Türk Devletine yıkmakta, ABD’yi aklamaktadırlar. Demek ki hâlâ ABD için görevdedirler.
Yine biri sağcı biri solcu, iki eski Başbakan, Ecevit ve Demirel! Boşuna mı bugün ikisi de “derin devlet”e savaş açtılar sanıyorsunuz? Dün bu ikisi değil miydi ülkeyi kardeş kavgasına sürükleyen?
Psikolojik harbin hedefi Türk Ordusu
Kontrgerilla faaliyetini daha iyi anlamak için özellikle “psikolojik harp”i takip edebiliriz.
“Psikolojik harp”in temel hedefi Türk Ordusudur. Çünkü ABD’nin yeni dünya düzeni kavrayışında ulusal ordular hizadan çıkmakta ve ABD’ye tehdit oluşturmaktadır. Hele hele Türkiye’nin 90’lı yıllarla başlayan “sınırötesi” operasyonları ile birlikte Türk Ordusu ABD için bölgesel bir tehdit haline gelmiştir. İşte Türk Ordusu’nun zaptedilmesi ve yeniden hizaya sokulması ABD’nin temel hedefidir.
Bunun için ikili bir operasyon başlatılmıştır. Operasyonun askeri kısmı, ABD’nin silahlı provokasyonlarıdır. Türk Ordusu’na, silahlı bir savaş halinde ABD’nin Türk Ordusu’nu yeneceği gösterilecektir.
Bunun için ilk operasyon Süleymaniye’deki “çuval geçirmeydi”. Hemen ardından Şemdinli geldi. Tabi bu arada özellikle Gazi Mahallesi’ndeki ayaklanmayı da unutmayalım. Bu tür askeri operasyonlarla ABD, Türk Ordusu’na iki seçenek sunmaktadır: Benimle savaşacaksan, bunları göze almalısın, yok benimle savaşmayı göze almayacaksan, benim istediklerimi yap!
Bu konuda ABD’nin tehditleri algılanmıştır. Ancak algılamanın sonucu, “Türkiye için en kötü seçenek ABD ile savaşmaktır.” sonucuna varılması olmuş ve Türk Ordusu’nun en üst komutası ABD’ye boyun eğmiştir. Bu, kontrgerilla operasyonunun askeri alanında ABD’nin başarısıdır. Bu başarıya, ABD ile mücadele kararlılığı sergileyen komutanların emekli edilerek tasfiyesini de ekleyin. Geriye kalan kontrgerilladır.
Türk Ordusu elbette eski 1980 Ordusu değildir. Artık her Türk subayı Amerikan düşmanlığı ile yetişmektedir. Dolayısıyla üstlerde birileri istediği kadar ABD ile dostluk köprüleri kursun, alttan ABD ile savaşacaklar gelmektedir.
Bugün Türk Ordusu’nu hedef gösterenler, kontrgerilla Türk Ordusu’dur diyenler, farkındaysanız bula bula bir astsubayla bir uzman çavuş buluyor! Sizce bunda bir gariplik yok mu?
Eğer Türk Ordusu içinde kontrgerilla arıyorsanız, bu çok kolaydır: ABD’de Pentagon’da, Brüksel’de en fazla çalışan ve en üst düzeydeki komutanı bulun ve sorun: “Kontrgerilla mısın, değil misin?”
Bakalım ne cevap verecek!..
Kontrgerillanın basın örgütlenmesi
Psikolojik harp kısmı ise son derece organize ve büyük çaplı bir operasyondur. Neredeyse tümüyle tüm medya da kontrgerillanın basın şemasının içindedir!
1- Özgür Gündem:
Bu gazete doğrudan PKK adlı kontrgerilla şebekesinin yayın organı olarak çıkmaktadır. Gazete, halkı Türk Devleti ve Ordusuna karşı ayaklanmaya sevketmekte ve bunun haberleşme aracı olarak kullanılmaktadır.
2-Büyük medya:
Hürriyet, Milliyet, Sabah, Radikal, Vatan gibi büyük gazeteler, büyük bir titizlikle Ordu’yu ve ulusal güçleri yıpratan yayın yapmaktadır. Ancak bu yıpratma yayını sanki aslında Ordu’yu korumak ve içindeki pisliklerden kurtarmak için yapılıyormuş izlenimi yaratmaktadırlar.
Mesela Hürriyet bu konuda psikolojik harbin iyi örneklerini sergilemektedir. “Türk askerine çuval geçirilmesinin intikamını aldık” haberi ile ABD’ye karşı tepki dizginlenmekte, mevcut Ordu kademesi korunmaktadır. Yine aynı şekilde PKK ile mücadele özellikle övülmekte, Osman Pamukoğlu’nun kitabı göklere çıkarılmaktadır.
Ama tüm bu ABD ve PKK karşıtı yayınların hemen peşi sıra kontrgerilla yayını, ve o yayın da sola vuracak, CHP’ye vuracak şekilde yapılmaktadır.
OYAK’tan, Şemdinli’ye her türlü konuda büyük medya alttan alta Ordu düşmanlığını bilinçaltına yerleştirmektedir.
3-Vakit, Zaman, Yeni Şafak türü Şeriatçı basın:
Şeriatçı basın tümüyle ABD güdümündedir. Açık Ordu düşmanlığı yapmakta, Ordu’yu küçük düşürecek en ufak fırsatı bile kaçırmamaktadır.
Şeriatçı basının psikolojik harpte özel bir misyonu da Türk kimliğine karşı açılan savaşın azılı bir destekçisi olmasıdır. PKK terörünün meşrulaştırılması da bu basına düşmektedir.
4- Akşam, Yeni Çağ türü sözde “ulusal” basın:
Akşam grubu Türk milliyetçiliğinin yükselişini dizginlemek ve bunu AKP iktidarına mahkum etmek için çıkarılmıştır. Çıkaran sermaye grubunun AKP ile arası iyidir. Ve açıktan Amerikancılık yapmaktadır. Akşam grubunun özel misyonu Türk milliyetçilerine makul olmayı önermesi, uslu olmaya çağırmasıdır.
Yeni Çağ ise 80 öncesinden bildiğimiz ülkücülerin gazetesidir. Türk milliyetçiliği görünümünde ülkücülük, sol düşmanlığı yapmaktadırlar. Hedefleri yükselen Amerikan karşıtlığını Rusya’ya kanalize ederek tam bağımsızlığı engellemektir.
İki örnek: Arslan Bulut-Sarp Kuray
Psikolojik harbi iyi kavramak için iki örnek üzerinde analiz incelemesi yapalım.
Birinci aktör: Arslan Bulut
Yeni Çağ yazarı. Ülkücü, ama ülkücüler içinde “sol”la diyaloğu başlatan isim. Kızıl Elmacı.
Arslan Bulut, Türk milletinin yükselen milliyetçiliğinin Atatürkçü, solcu bir ideolojik zemine kaymaması için özel görevlendirilmiştir. Bu nedenle Rusya’ya, Çin’e ve dış güçlere karşı olan solculara düşmandır, ama Maocu, Rusçu solcularla dosttur!
Son bir aydır köşesinden Dev-Genç’e, Deniz Gezmiş’e küfürler etmekte, onların kullanıldığını iddia etmektedir.
Peki neden bunları şimdi yazmaktadır?
Çünkü Türkiye’de herkes sağcıların, ülkücülerin ABD tarafından kullanıldığını, bunların kiralık katiller olduğunu, piyon olduğunu görmüştür. İnsanlar ve özellikle ülkücü kökenden gelenler bizi ABD kullandı, şimdi de bir kenara attı demektedir. Bilinçlerde solcuların haklı olduğu canlanmaktadır.
Böylesi bir ortamda, ABD askeri açıran Deniz Gezmiş, Vietnam Kasabı Kommer’in arabasını yakan ODTÜ’lü Devrimci Gençler, İsrail elçisini öldüren Mahir Çayan, Arslan Bulut’un hedefi olmaktadır.
Neden ABD askerlerini, ABD elçilerini, İsrail konsoloslarının canını savunmak Arslan Bulut’a düşmektedir?
Nedeni basittir, Türk solcuları, devrimci gençleri Amerikan askerlerini vururken, bu ülkücü katiller solcuları, Atatürkçüleri öldürüyorlardı!
Arslan Bulut ne yapmak istemektedir? Bu ülkede kimse Deniz Gezmiş’i CIA’nın kullandığına inanmaz, o ipe giderken bile sizin gibi değildi, güle oynaya gitti. Sizin ülkücü katillerinizin hepsi ise bir ülkeye sığınmış durumda. Oral Çelikleriniz, Mehmet Ali Ağcalarınız nerelerde, kimlerin kucağındalar!
Bir tespit daha, dün ülkücülerle solcuları kavgaya tutuşturan, yani ülkücüleri solcuların üzerine salan ABD’ydi! Ve bugün ülkücülerle kimi solcuları kol kola kızıl elmaya sokan da ABD’dir. Arslan Bulut’un Maocu solcu dostunun hangi istihbarat servisinin elemanı olduğunu bu ülkede kim bilmez ki?
İkinci Aktör: Sarp Kuray.
Solcu lider. Yeni Yol lideri. Kullanılan adam.
Sarp Kuray da Arslan Bulut gibi dar çevreye seslenen bir isim. 80 öncesi Partizan Yolu Hareketi’nin lideri. Askeri cuntalarla işbirliği yapmış. Daha sonra yolunu örgütten ayırmış. Borsaya girmiş. Yurtdışında adı uyuşturucu kaçakçılığı ile anılmış.
Şimdi bu adam, sol adına konuşarak, Şeriatçı gazetelerde boy boy röportaj veriyor. Diyor ki bizi Ordu kullandı!
İyi de kardeşim kullanılmasaydın! Senin kafan çalışmıyor mu? Birisi eline bomba tutuşturunca gidip onu atacak kadar aciz misin?
Aslında Sarp Kuray’dan o demeçleri alanlar, şunu demek istiyorlar, Ordu ile solcular arasında ilişki var. Bugün de solcular Ordu tarafından kullanılıyor.
İşte kontrgerillanın uygulama alanındayız: Ulusal güçleri hedef yapma ve ortadan kaldırma!
O zaman soralım Sarp Kuray’a, peki madem ki sen böylesine kolayca kullanılan adamsın, sakın bugün önüne ses kayıt cihazını açan gazeteler de seni kullanıyor olmasın!
Sapla samanı, itle kurdu ayırmaya var mısınız?
Şimdi başladığımız noktaya dönebiliriz.
Kontrgerilla hâlâ faaliyettedir. Bu ülkede hâlâ solcular, Atatürkçüler öldürülmekte, hâlâ onlara karşı savaş çağrıları yapılmaktadır.
Peki soralım, 40 yıldır bu ülkede solcular ne diyor?

Türkiye NATO’dan çıksın!
NATO ne demek?
Kontrgerilla!

O halde kontrgerillaya karşı savaş açanlara soralım, madem kontrgerilla istemiyorsunuz, buyrun NATO’dan çıkaralım Türkiye’yi! Çıkaralım ki görelim kim itmiş, kim kurt! Var mısınız?
İşte işin düğüm noktası budur. Bu ülkede sağcılar, ülkücüler, faşistler, şeriatçılar hep NATO’cu olmuştur. O nedenle Türkiye’de sadece sağcılar kullanılmıştır. Kullanılanlar şimdi zeytinyağı gibi üste çıkma telaşındadır. O da suçluların telaşıdır. Biliyorlar, ABD pek çok kullandığını sattı, açığa bıraktı, sıra kendilerine geliyor.
Türk’e, solcuya, Atatürkçüye aslan kesilenlerin nasıl da ABD beslemesi kedicikler olduğu ortaya çıkacak, görüyorlar.
Hodri meydan! Buyurun Türkiye’yi kontrgerilladan temizleyelim. İşte üç maddede bunun yolu.

1- Türkiye NATO’dan çıksın 
2- Türkiye ABD ile askeri işbirliğini kessin. 
3- Türkiye ABD ile istihbarat işbirliğini kessin.

Var mısınız?



Hürriyet’in kontrgerilla yayınları psikolojik harbin ustalıklı örnekleri. Kontrgerilla haberi ABD’yi ve kontrgerillayı değil CHP’yi hedef alıyor. Aynı zamanda Kürtçülük yapılıyor!


Zaman gazetesi her zamanki gibi Türk Ordusu’nu ülke içi karışıklıklardan dolayı suçluyor.


http://www.turksolu.com.tr/100/basyazi100.htm


..

1 Nisan 2015 Çarşamba

TÜRKLER, "ERDEMLİ DÖNGÜ" İÇİN SEFERE ÇIKIYOR, YA SİZ.?





TÜRKLER, "ERDEMLİ DÖNGÜ" İÇİN SEFERE ÇIKIYOR, YA SİZ.?


Osmanlı'yı kurtarmak için görevlendirilmiş, sonrasında zaman nehri onu başka bir sahile taşımıştır.
Mustafa Kemal, Ata'larımız ile omuz omuza bu vatan için en başından bu yana mücadele etmiştir.
"Resmi tarih palavraları" diye anlatılan şey de İngilizler'in tarihimizin içine sıkıştırdığı o hayal mahsulü, hakikatlerden uzak karelerdir.
İngiliz'lerin bu kadar çok "Atatürk" kitabı yazmasının, belgesel çekmelerinin ardındaki gizemi hiç mi merak etmediniz?!
Bu bakımdan Osmanlı hanedanına muhabbet beslemek başka bir şeydir, Osmanlı/Türk mirasına sahip çıkmak başka bir şey!
Hülasa; Osmanlı İmparatorluğu Türk'tü!
Dili Türkçe'ydi!
Şu anda Latin Alfabesi'ni kullanıyor olmamız, bizi nasıl gavur yapmadıysa, Arap Alfabesi kullanmak da Osmanlı'yı Arap yapmadı?!
Dini İslam'dı!
Bayrağı da, bugün göndere çektiğimiz Türk Bayrağı idi.
Her ırka, her dine, her dile saygılıydı.
Mustafa Kemal de Samsun'a yeni bir devlet kurmak için değil, Osmanlı topraklarını işgalden kurtarmak, "Milli Direniş"i tek çatı altında örgütlemek için çıkmıştır.
İngiliz Ordusu, Kraliyet Ailesi'nin topraklarını, Arjantinli balıkçıların işgalinden korumak için nasıl 1980'lerde Falkland adalarına çıkartma yaptıysa; 19 Mayıs 1919'da da, Türk Devleti'nin "çekirdek"ini o dönem için temsil eden "Teşkilat-ı Mahsusa", Padişah'ın topraklarını kurtarmak için "Çanakkale Fatihi" Mustafa Kemal'i benzer bir operasyon için görevlendirmiştir.
Gazi bu görevinde başarılı olmasına rağmen, Osmanlı'nın 22 parçaya bölünmesine engel olamamıştır.
Hülasa, Almanya üzerinden Enver Paşa ile büyümeyi tercih eden Türk Devleti'nin çekirdeği bu planı tutmayınca, Mustafa Kemal üzerinden küçülmeyi, Anadolu topraklarına çekilmeyi, gücünü toplayana dek dinlenmeyi tercih etmiştir.
Padişah da İngiliz zırhlısı ile İstanbul'u terk etmiş, hiçbir zaman Mustafa Kemal hakkında kırıcı bir söz söylememiştir.
Türkiye topraklarında hak iddia etmediği gibi çağın demokrasi kokan ruhu karşısında halkın arzusuna boyun eğmiştir.
Bu bakımdan Türk'lerin tarihi Gazi Mustafa Kemal ile başlamaz!
Osmanlı'dan da eskidir, Türk'ün her uğradığı yerde iz bırakan tarihi!
Bunun böyle bilinmesinde, binlerce yıllık tarihimizle koparılmak istenen bağın, tamir edilmesinde büyük fayda var.
Ve...
Son olarak...
Onurlu bir millet küllerinden yeniden doğuyor.
Silkiniyor!..
Üstüne atılan tüm ağları tek tek parçalıyor.
Tarihin içinden süzülüp gelen Ata'larının sesini takip ediyor.
Adalet için, Ata'larımızın adına layık olabilmek için, Türk'e, Türklüğe, İslam alemine zulmedenlerden hesap sormak için, küllerinden yeniden doğuyor.
Diriliyor!
Dünya kamuoyuna saygı ile duyurulur!
Türkler, iade-i itibar için, erdemli bir döngü için, Allah'ın izni ile yeniden sefere çıkıyor!

Hayrullah Mahmud

Not: "Maddi olarak zor durumdalar, şimdi vatan mücadelelerine nasıl devam edecekler" diye "timsah gözyaşı" dökenlere işte cevabım: "Şu Çılgın Türkler"den biri olan Gazi Mustafa Kemal'in, İstanbul'da üç yıl boyunca beş parasız bir şekilde, Şişli ile Bab-ı Ali arasında turladığını hatırlatmak isterim. Neticede gün gelmiş, hak yerini bulmuş, Gazi, İstanbul'dan Ankara'ya adım atmıştır. Sonrasında yaşananları biliyorsunuz, önünde diz çöküp, el etek öpmesini bekleyenleri ise analarından çıktıkları yere postalamıştır. Usta şair Mehmed Akif, boşuna "tarih"i tekerrür diye tarif etmiyor! Görünen o ki, vatanın birliği ve dirliği adına tarih gene tekerrür edecek.


ÖZEL NOT; '' BUGÜN ÜLKEMDE..,TEKERRÜR  EDEN  TARİH DEĞİL.., TEKERÜR EDEN OLAYLARDAN DERS  ALAMADIĞIMIZ..  ( HATALARIMIZDIR )


http://newsgroups.derkeiler.com/Archive/Soc/soc.culture.turkish/2006-02/msg01026.html



.

BATMAN ve SONRASI,




BATMAN ve SONRASI,



Ümit OZDAĞ
1 EYLÜL 2005

Batman''da gerceklesen olaylar uzucu. 30 Agustos vesilesi ile bir araya
gelen devlet ve ordu yonetimi de olaylarla ilgili endiselerini basinla
paylastilar. Kara Kuvvetleri Komutaninin terorle mucadelede gelinen noktayi
anlatirken kullandigi ifade endise verici. Kara Kuvvetleri Komutani, ulkenin
"Filistinlestirilmeye" calisildigini soyleyerek, "artik terore karsi
mucadele eden silahli kuvvetlerin" mucadelesinin onune gecilmeye
calisildigini belirtiyor. Cunku, Batman''in kirsalinda Besirli ilcesi
yakinlarinda catisma devam ederken bir grup DEHAP''li catisma bolgesine
girerek askere engel olma girisiminde bulunuyor.
Batman''da ise orgut bir sureden buyana kentte buyuk bir baski kurmus
durumda. Oyle ki, Batman''da Arapca konusan insanlara kasi buyuk bir teror
mekanizmasi isletiliyor. Herhangi bir kahvede veya pazarda birisi Arapca
konusur ise "ikinci dalgadan yayin yapma" denilerek dovuluyor, baski altina
aliniyor. Batman''in Arapca konusan insanlari Batman''i terke etme hazirligi
icindeler. Ancak sorun su ki, kimse mallarinin karsiliginda satmak gereken
fiyati bulamiyor. Sanki insanlarin mallarini mulklerini terk ederek
batman''dan ayrilmasi bekleniyor.
Iste bu Batman''da kirsalda guvenlik gucleri tarafindan oldurulen alti
teroristin cenazelerini almak icin orgut olay cikarinca ulkenin gundemine
oturdu. Batman polisi, teroristlerin cesetlerini ailelerine teslim etme
karari aliyor. Iki aileye iki ceset teslim ediliyor. Orgut olay cikarmak
amaci ile 500 kisi ile polise saldiriyor. Hastaneyi basmak istiyor. Batman
polisi gereken cevabi veriyor, batman''da hala devletin var oldugunu
gosteriyor. Bu sirada bir gosterici oluyor. Gostericinin kim tarafindan
tarafindan olduruldugu belli degil.
Ertesi gun Diyarbakir ve cevre illerden gelen PKK yanlilarinin katilimi ile
Batman''da orgut yanlisi bir cenaze toreni yapiliyor. Gerek polise yapilan
saldirilar sirasinda gerek ise cenaze toreni sirasinda Batman''da gosteri
yapan PKK''lilar ilk kez Turk halkini acik bir sekilde hedef alan sloganlar
atarak, tahrikte bulunuyorlar. PKK fasizmi, halk dusmanligi kendisini bir
kez daha ortaya koyuyor.
Durum bu peki yapilmasi gereken ne? Bu ozel olaylarin gerisinde cenaze
meselesi oldugunu goruyoruz. Cenazeler, PKK''nin catisma alanlari. Toplumsal
guvenligi ve barisi ihlal ediyor. Cocugunun dirisine sahip cikamayan bir
ailenin cocugunun olusu uzerinde bir hakki olamaz. Hangi insan haklari
dernegi ne derse desin terorist cenazeleri PKK''nin istismarina verilmemeli.
Cesetler devlet tarafindan imha edilmelidir.
Ancak mesele sadece cenazeler degildir. Devletin iradesiz oldugunu goren
PKK, Guneydogu Anadolu''da devlet iradesinin yerini doldurmaya
calismaktadir. Genel iradesizlik o boyutlara ulasmistir ki, cete
mensuplarina yonelik operasyon yapan birlige mudahale gibi bir terbiyesizlik
ve kustahlik dahi yapilabilmektedir.
Ankara''daki iradesizlik dalga dalga kacinilmaz olarak butun burokratik
yapiya yansimaktadir. Ankara''daki iradesizlige ragmen devletin ne oldugunun
bilincinde olup oyle davranan burokratlar ise politik baskilara maruz
birakilmaktadir. Simdiye degin gelismeleri PKK korkusu ile tarafsiz olarak
seyreden Guneydogu ahalisinin artik sapkasini onune koyup dusunmesinin vakti
yaklasmaktadir. Cunku Turkiye donulmez bir noktaya dogru ilerlemektedir. Bu
noktaya gelindigi zaman kurunun yaninda yasinda yanmasi kacinilmaz olur.
Batman, bir donum noktasidir. PKK, Turk milletine kufretmistir. PKK,
Turkiye''ye kufretmistir. Bu daglarda tuzak kurup baskin yapmaktan veya
kentlerde bombali saldirilar yapmaktan daha vahim sonuclar doguracak bir
sureci baslatacaktir. Kara Kuvvetleri Komutani, PKK tahrikcilere Turk
milletinin cevap vermesi durumunda ortaya catisma cikacagini soyluyor. Turk
milletinin PKK''lilara cevap vermemesi icin yapilacak tek sey var. Devletin
isini yapmasi. Ancak, burokrasinin, ekonominin ve mafyanin AKP eliyle
Kurtlestirildigi, PKK''ya teslim edildigi bir donemde halk devlete nasil
guvenecek?
ÖZEL NOTUMDUR;  BATMANI SİYASİ YATIRIM GÖRÜP.. VİLAYET YAPANLAR BUGÜNLERİ DÜŞÜNDÜNÜZMÜ.? 
HİÇ SANMAM..,

...

SURİYE UYRUKLU BİR TERÖRİST, ( KOBANİ' NİN ARKA YÜZÜ.)



SURİYE UYRUKLU BİR TERÖRİST,


MUSTAFA BALBAY

Ataturk 'un stratejik sozlerinden biridir: 

''Ufku gormek yetmez, ufkun otesini gormek gerekir...'' 

Dilegimiz o ki hukumet ufku gorsun yeter. 

Biz de ufkun otesini gorme iddiasinda bulunmayalim, ama dikkatimizi ceken 
bir durumun perde arkasini irdelemeye calisalim. 

Agustos ayi boyunca yakalanan ya da oldurulen teroristlerin kimlikleri 
kamuoyuna duyurulurken su tumceyle SIK karsilastik: 

''Teroristlerden birinin Suriye uyruklu oldugu saptandi.'' 

Haberlerden bir kesit aktaralim: 

- Trabzon'un Macka ilcesinde olu ele gecirilen ''Ferhat'' kod adli 
teroristin Suriye uyruklu oldugu ortaya cikti. 

- Israil gemilerine saldiri duzenlenecegi ihbari sonrasi yapilan 
operasyonlarda Suriyeli Luai Sakra Diyarbakir'da, yine Suriyeli Hamid Ubeysi  Antalya'da yakalandi. 

- Batman'in Besiri ilcesi kirsalindaki operasyonda oldurulen 7 teroristten 
biri Suriyeli Kawa Kobani , biri Ermeni Yusuf Avdoyan , biri Iranli Abbas 
Emani ... 


**** 

Agustos boyunca ayirip sakladigimiz haberlerden ucunu paylastik. Teror 
orgutunun cok etkin oldugu 90'li yillarda terorist kaynaklarindan biri 
Suriye idi. O donemde orgutteki Suriye kokenli terorist sayisi yuzde 20'leri 
geciyordu. Bugun Ankara kaynaklarina gore bu rakam yuzde 1-2 dolayinda. 

Turkiye, teror orgutu basi Ocalan 'in yakalanmasindan sonra Suriye ile Adana 
mutabakati imzaladi. Sonrasindaki gelismeler isbirligi yonunde oldu. 
Suriye'den teror orgutu elemanlarinin tutuklandigi haberleri de geliyor. 

Suriye'ye karsi ''Affet, ama unutma'' politikasi izlemek akilci... Ancak 
Suriye'yi bir numarali terorist devlet ilan edip Irak'tan sonra bu ulkeyi de 
isgal etmek isteyenler farkli senaryolar hazirlamis gorunuyor! 

Yakalanan teroristler gercekten Suriye kokenli olabilir, ama unutulmamasi 
gereken bir gercek var: 

PKK, Turkiye'ye ABD isgalindeki Irak uzerinden siziyor! 

Bize oyle geliyor ki ufkun otesinde Turkiye'yi etrafindaki tum devletlerle 
dusman etmek, yalnizlastirmak, Suriye ve Iran'a duzenlenecek bir isgal 
operasyonunda Turkiye'yi kullanmak var! 

**** 

Ufuktaki duruma gelince... 


1- Teror, boyut degistirdi. 90'li yillardan farkli bir gidis var. 90'li 
yillara donulmez, donulmemesini yurekten diliyoruz, ama 90'li yillardan cok 
farkli geri donulmez yollarin olabilecegini de unutmamak gerekiyor. Terorist 
cenazelerinin torenle topraga verilmesi, toren sonrasi yasananlar, bunun 
Bati'ya yansimasi iyi seylerin habercisi degil. 

2- Asker, terorle mucadelenin ne oldugunu bildigi icin tedirgin. Terorun 
toplumsal dokuyu bozmasindan endiseli. 

3- Hukumetin gundeminde teror, terorle mucadele yok. Basbakan'a gore bu tur 
seyleri abartmamak lazim. Basbakan onceki aksam yayimlanan ''Ulusa 
Seslenis'' konusmasinda, en azindan toplumu sagduyuya cagiran seyler 
soyleyebilirdi. Onu bile yapmadi. Hep sessiz devrimden soz etti. 

Sessizligi anladik da, devrimi anlayamadik! 




ÖZEL NOT; ( KOBANİ' NİN ARKA YÜZÜ. 2015 )  BUGÜN  GÜN YÜZÜNE  CIKIYOR.. SURİYE SINIRINDAKİ TÜRKİYE VE SURİYELİ  KÜRT  AKRABA  GRUPLARININ.. KOBANİ BAHANESİYLE  KENDİLERİNİ GÜVENCEYE ALMA VE  KÜRDİSTANI KURMA EYLEMİNDEN BAŞKA BİR ŞEY DEĞİLDİR..( DUATEPE POLATLI )..
SAYGIYLA..

http://newsgroups.derkeiler.com/Archive/Soc/soc.culture.turkish/2005-09/msg00043.html


..

1914 DÜNYA VE OSMANLI NELER YAŞIYORDU ?..


1914 DÜNYA VE OSMANLI NELER YAŞIYORDU ?..







TÜRKİYE’DE ŞERİATIN KISA TARİHİ

Halil Nebiler


1914 Ağustos'unda, Birinci Dünya Savaşı patlak verir. 2 Ekim'de Rusya, 5 Ekim'de İngiltere ve Fransa, Osmanlı'ya savaş ilan ederler. Bir yandan savaş sürerken, Einstein, ünlü 'Rölativite' kuramını yayınlar (1916). 6-7 Ekim 1917'de, Bolşevikler Rus Çarı'nı devirerek dünya üzerindeki ilk sosyalist yönetimi kurarlar. 3 Temmuz 1918'de, Vahdettin padişah olur. Bir yandan iki pilot Atlas Okyanusu'nu ilk kez uçakla aşarken, diğer yandan Avrupa haritası Versay Anlaşması'yla yeniden çizilir. 15 Mayıs 1919'da, Yunan birlikleri İzmir'e; 19 Mayıs 1919'da ise Mustafa Kemal Samsun'a çıkar.
-14 Kasım 1914: Fetva Emini Ali Haydar Efendi, Fatih Camii'nde "Cihat Fetvası" halka ilan etti. Fetvanın önemi, Osmanlı devleti için Panislamizm politikasının resmen ilanı anlamına gelmesinden kaynaklanıyor. Ancak daha da önemlisi, Panislamizm'in Alman emperyalizmi tarafından Osmanlı yönetimine emperyalist paylaşım planının bir parçası olarak nasıl kabul ettirilmesidir. Biraz geriye dönersek, "Cihat Fetvası" ve Panislamizm'i daha iyi anlayabiliriz: _

"1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı, Osmanlı Devleti için felaketle sonuçlanınca, ordunun durumu yeniden güncel hale geldi. Reformist arayışlar içinde bulunan devlet, Almanya'dan askeri uzman talebinde bulundu. Alman askeri heyetleri, bu talep üzerine İstanbul'a doluştular. Alman askeri heyetleri ile birlikte Krupp ve Deutsche Bank da bu bakir pazara girdi. Alman danışmanlardan Von Der Goltz'un önerileri doğrultusunda, 1885'de Krupp fabrikalarından 500 kadar ağır top alındı. Ertesi yıl, 426 sahra topu ve 60 havan topu; 1887'de ise 500.000 karabina ve tüfek bu listeye eklendi. O tarihlerde, ABD Maslahatgüzarı'nın Washington'a yazdığına göre, Krupp ve Mauser'in bu pazara egemenlikleri, Osmanlı ordusunu pahalı ve kalitesiz silahlarla donatma sonucunu vermişti. Ayrıca, Goltz'un, Harbiye Mektebi'nde ders kitabı olarak okutmak üzere 4 bin sayfadan fazla Türkçe broşür ve ders kitabı yayınlaması, subay adayları arasında Alman hayranlığını arttırdı. Bu arada, İstanbul'da görev yapan Alman subayları, aldıkları talimat uyarınca Alman Büyükelçiliği'ne bağlı olarak görev yaptılar. Alman subaylarının gördükleri büyük ilgi, Türkiye'deki siyasi geleneklerin temelinde bulunan yabancı etkinliği konusunda ilginç bir göstergedir. Örneğin, Alman askeri heyeti ile gelen askeri danışman Yüzbaşı Kamphövener, 1897 yılında Müşir (Mareşal) yapılmış, kendisine II. Abdülhamit tarafından Yaver-i Ekrem'lik unvanı verilmişti. Türk müşirlere bile kolay verilmeyen bu unvanı taşıyan Kamphövener, aynı rütbeyi taşıyan Serasker Gazi Osman Paşa (Plevne Kahramanı) ile aynı hizada yürüyor, törenlerde at üstünde ve ön safta yer alıyordu. Alman İmparatorluğu ile ne kadar sıkı bir dostluk içinde olduğunu dünyaya göstermek için, II.Abdülhamit'in bir Alman yüzbaşısını mareşal yapması, Türkiye'nin Batı'ya nasıl baktığının dikkate değer bir göstergesidir. Osmanlı ordusu; eğitimi, donatımı ve stratejisi açısından Alman Genelkurmayı ile bütünleşmiş, 1889 yılında Alman askeri heyeti başkanı Von Der Goltz Paşa, Almanya'ya gönderilecek subayların Almanya'ya bağlılıklarının esas alınacağını ve sadece Alman hayranı Osmanlı subaylarının bu imkanlardan yararlanacağını raporunda yazmıştır. 1908 Meşrutiyet Devrimi de durumda değişiklik yapmamış, İttihatçılar dış politik zorlamaların da etkisiyle (Rusya-İngiltere ittifakı) neredeyse tümüyle, Almanya'ya teslim olmuşlardır. 1913'de Liman Von Sanders başkanlığında gelen yeni Alman heyeti, orduyu tamamıyla kontrol altına almış ve Alman askeri uzmanları ordunun fiili komutanları haline gelmişlerdir. Birinci Dünya Savaşı'nda, Alman Genelkurmayı'nın komutasında olan Osmanlı ordusu, Almanya'nın çıkarları için Galiçya'dan Bağdat'a, Kafkaslardan Süveyş'e tükeninceye kadar savaştırılmıştır..." (PARLAR, Suat: Devlet ve Ordu. Sf. 49-50. Henüz yayımlanmadı)

Ortada, Almanya ile böylesine bir ittifak var. Osmanlı başkentinde ittifakın işlevleri buyken, Berlin'de Alman Kayser'i günden güne İslam yanlısı görünme politikasını yürürlüğe soktu. Ortadoğu'daki Alman çıkarları, Alman emperyalizminin Osmanlı ordularını kendi adına savaştırmasını gerektiriyordu ve politika üreten Almanlar, devlet içindeki şeriatçı kesimleri öne çıkarıp Panislamist politikaları benimseterek bunu başarmanın yolunu buldular. Osmanlı devletinin gizli haberalma ve harekat örgütü Teşkilat-ı Mahsusa'nın kurucusu Kuşçubaşı Eşref, Panislamizm ile emperyalizm arasındaki bağları anılarında açıklıyor:

"Eşref Kuşçubaşı'ya göre, cihat ilan etme ve Panislamizm'i İtilâf devletlerine karşı kullanma fikri bir Alman planıydı ve General von der Goltz tarafından 1914 yılının ilk yarısında Enver Paşa'ya çok ikna edici bir şekilde önerilmişti (Kuşçubaşı'nın 24 Aralık 1961 tarihli mektubu). Ali İhsan Sabis de bu fikrin Almanlardan çıktığını belirtir; özellikle Alman Askeri Heyeti'nin üyeleri ve Bronsort Paşa'nın bu konuda etkili olduğunu söyler." (STODDARD, Dr. Philip H.: Teşkilat-ı Mahsusa. Sf. 150, 1993, İstanbul)

Alman emperyalizminin Ortadoğu ve Kafkas politikası gereği, İstanbul'da yürürlüğe sokulan Panislamizm'in en önemli iki (sonucu) ürünü, 31 Mart Vak'ası ve Birinci Dünya Savaşı'nda ölen yüz binlerce Türk askeri olmuştur. Emperyalistlerin önermesi, isteği ve baskısıyla Türkiye'yi Birinci Dünya Savaşı'na sokan Cihat Fetvası'nın arka planı böyleyken, fetvanın ilanı öyküsü de şöyle gerçekleşti:

"13 Kasını 1914 günü, Padişah, Şeyhülislam ve diğer kabine üyeleriyle birlikte, Topkapı Sarayı'nda Hz.Muhammed'in hırkasının ve diğer kutsal emanetlerin saklandığı odada yapılan resmi bir törenle Meclis-i Mebusan'dan bir heyeti kabul etti. Padişah, nihai zaferi kazanacaklarına duyduğu güveni dile getiren kısa bir konuşma yaptıktan sonra, orada bulunanlar Allah'ın inayetinin Osmanlı ordusunun üzerinden eksik olmaması için dua ettiler. Cihat ilanına izin veren fetva okunduktan sonra geleneğe uygun olarak burada bırakıldı; yirmidört saat sonra, 14 Kasım 1914'te de Fetva Emini Ali Haydar Efendi, Fatih Camii'nde fetvayı halka duyurdu...
...Kasım 1914 tarihli fetva ve cihat ilanına dair beyanname, dünyadaki bütün Müslümanlara şu mesajı veriyordu: Müslümanlar nihayet, kendilerini bunca zamandır ezen kafirlere karşı güçlü bir silah ele geçirmişlerdi. İslam devletinin ilk devrinde cihat etkili bir silah olduğu için, İttihatçı lider kadro içindeki Panislamist grup şöyle düşünmüştü: Osmanlı Devleti'nin girdiği eşitsiz mücadelede cihat, eğer iyi bir şekilde duyurulursa, eski etkileyiciliğine kavuşarak bir güç kaynağı haline gelebilirdi.
"Cihat Fetvası" beş sorudan oluşuyordu. Aslında, beş ayrı fetvanın biraraya getirilmesiyle üretilmiş bir metindi. Her soruya karşılık, Şeyhülislam Ürgüplü Hayri Efendi'nin imzasının üzerinde geleneksel 'olur' cevabı bulunuyordu. Söz konusu beş soru şöyle özetlenebilir:

1) Padişah-ı İslam'ın, Kur'an'ın 14. suresinin 41. ayetine uygun olarak, İslamiyet aleyhine birleşenlere karşı ilan ettikleri cihata katılmak bütün Müslümanlar için farz mıdır?
2) Rusya, Fransa, İngiltere ve müttefikleri devletlerin idaresi altında yaşayan Müslümanların bu devletlere karşı cihata katılmaları farz olur mu?
3) Cihata katılmayanlar Allah'ın gazabına müstehak olurlar mı?
4) Hükümet-i İslamiye'ye karşı savaşan İtilaf Devletleri'nin Müslüman ahalisi, bu devletlerin yanında savaşa katılmaları halinde ne türlü tehditlerle karşılaşırlarsa karşılaşsınlar, cehennem ateşine müstahak olurlar mı?
5) Bu suretle harb-i hazırda İngiltere ve Fransa ve Rusya ve Sırbiya ve Karadağ hükümetleriyle zahirlerinin (yardımcılarının) idarelerinde olan Müslümanların hükümet-i seniyye-i İslamiyeye muin (yardımcı) bulunan Almanya ve Avusturya aleyhine harbetmeleri Hilafet-i İslamiye'nin mazarratını mucip olacağından (zararı dokunacağından) esm-ü azim (büyük günah) olmakla azab-ı azime (büyük azaba) müstehak olur mu?" (STODDARD, Dr. Philip H.: Teşkilat-ı Mahsusa. S.26-27, 1993, İstanbul)

Cihat fetvası kendisine karşı verilen ülkelerden İngiltere, çok değil, altı yıl sonra Padişah ve Şeyhülislam'la birlikte Mustafa Kemal ve arkadaşlarına karşı savaşacaktır ve bu kez İngiltere dost, Mustafa Kemal düşman olacak, bu yolda fetvalar ilan edilecektir. Neden mi? Çünkü Almanya Birinci Dünya Savaşı'nda yenilerek prestij ve güç kaybedecek, Padişah ve şeriatçılar bu kez, dış destek arayışı için gözlerini İngiliz ve Amerikan emperyalizmine dikeceklerdir. Birçok şeriatçının Amerikan ve İngiliz mandaterliğini istemesi, bu yolda çalışması, dernekleşmesi, İngiliz ve Amerikan yanlısı fetvaları gündeme getirecektir.


TÜRKİYE’DE ŞERİATIN KISA TARİHİ
KİTABINDAN ALINTIDIR...