25 Aralık 2015 Cuma

RUS ÇARI BÜYÜK (DELİ) PETRO’NUN VASİYETİ




RUS ÇARI BÜYÜK (DELİ) PETRO’NUN VASİYETİ



41jhzpzdOWL._SX331_BO1,204,203,200_














Tarih yazmak, tarih yapmak kadar mühimdir. Yazan yapana sadık kalmazsa değişmeyen hakikat insanlığı şaşırtacak bir hal alır. 
Gazi Mustafa Kemal Atatürk 
(1931)
Giderek artan Türk-Rus anlaşmazlığının devam ettiği günümüzde en çok konuşulan konulardan biri de Rusya’nın Suriye de ne yaptığı ve neden orada olduğudur. Bunun sebebi dünya hakimiyetinde söz sahibi olmak isteyen Rusya’nın Çar Büyük Petro’nun “ Sıcak denizlere inme” hedefinin hayata geçirilmesidir..
Nitekim Devlet Başkanı Putin, son yaptığı halka sesleniş konuşmasında “Suriye’de Rus halkının milli çıkarları için bulunduklarını, Suriye’de terörist gruplara yönelik hava operasyonlarında yer alan Rus askerlerinin aslında Rusya için savaştıklarını” açıklamıştır.
Çar Büyük (Deli) Petro, 7 Mayıs 1682’den 8 Şubat 1725’e kadar Rusya’yı yöneten imparatordur. Bazı tarihçiler Çar Petro’yu, Rusya’yı dünya’nın küresel güçleri içine soktuğu için “büyük” lakabı ile tanımlar, bazılarıda ulaşılamaz olarak görülen sivri fikirlerinden dolayı ”Deli Petro” olarak nitelendirirler.
Çar Petro’ya kadar Rus düşünce sistemi kara hakimiyeti üzerinden devam etmiştir. Petro’nun, gemiciliğe ve denizciliğe olan ilgisi Rusya’yı, Avrasya bölgesel kara gücünden Avrupa deniz gücüne dönüştürmüştür.
“Büyük Petro’nun Vasiyetnamesi” kadar etrafında o kadar çok tartışma ve çatışmalara meydan vermiş ve o derece umut ve korku uyandırmış tarihi belgeler pek nadirdir. Sadece vesikanın adı bile büyük bir milletin tutsaklığı tehlikesiyle karşılaşan milletlerde yaşama kaygısından doğan tasalar uyandırmış bir “Cihan Egemenliği” sevdasına biçim veren bir formül haline gelmiştir.
Aşağıda tam metnini verdiğim “BÜYÜK PETRO’NUN VASİYETNAMESİ” olarak isimlendirilerek günümüze kadar gelen bu yazı; Rus Çarı Büyük Petro tarafından, kendisinden sonra Rusya’nın başına geçecek olanlara bırakılan San Petersburg’da (Leningrad) Petrof Sarayı evrak mahzeninde bulunmuş olan Avrupa egemenliğine ait yazılı bir tasarının kopyasıdır.
Vasiyetnameyi Türkiye açısından özetlemek istersek; “Rusya’nın hayat sahasının ancak sıcak denizlere hakim olmaktan geçtiği” belirtilerek, bu denizlere ulaşan yolları kontrol eden Türkiye’nin alt edilmesi veya zayıf halde tutulmasının ana hedef olduğu görülmektedir.
Dün Çarlık Rusya’sının ve Sovyetler Birliği yöneticilerinin rehberi olan bu vasiyetnamenin, şimdi Rusya Federasyonu yöneticilerinin temel kaynak dokümanı olarak daima el altında ve göz önünde bulundurulduğu açıktır..
Sıcak denizlerde hakimiyet kurmak ve Rus bayrağını dalgalandırmak için 60 yılı aşkın bir süredir donanması için Suriye’yi ana üs olarak seçen Rusya, kendisinin sıcak denizlere inmesini engelleyen Türkiye’yi Kuzeyden ve güneyden kuşatarak Petro’nun vasiyetnamesine sadık kaldıklarını vurgulamaktadır.
Rusya’nın bölgedeki ve dünyadaki milli menfaatleri ile geleceğe yönelik beklentileri; daima Türkiyeyi kendine rakip veya rakip olması muhtemel bir devlet olarak değerlendirmeye zorlamaktadır. Nitekim Putin, son uygulamaları ile bunu teyid etmiştir. Oysa Türkiye’nin bir bölge ülkesi olarak Rusya ile çıkarları örtüşmektedir. Birlikte ve dayanışma içinde bulunmalarında sayısız faydalar vardır.
Yöneticilerimiz Rusya’nın daima var olduğunu ve hemen yanı başımızda bulunduğunu hatırlamak ve dış politikada Rusya’ya ağırlıklı olarak yer vermek zorundadır..
GİRİŞ BÖLÜMÜ :
“Üçlünün (Baba, oğul ve kutsal canın) sahibi, tek Allah’ın mutlak ve kutsal adı ile biz bütün Rusya ve saire ikliminin hükümdarı olan Petro; Rus milleti üzerinde saltanata geçecek olan bütün torunlarımıza ve bizden sonra Rusya’nın başına geleceklere can ve tacımızı bize ihsan eden ve tanrısal yardımı ile bizi doğru yola sevk eden ve koruyan Cenab-ı hak adına derki:
Sadece Tanrının bir bağışı olarak imparatorluğu kabul ettiği görüşü ile kendisinin ve Rus milletinin gelecekte Avrupa üzerinde genel bir egemenlik kurmaya memur edildiği fikrindedir. Bu fikre delil olmak üzere şu düşünceyi ileri sürer; Avrupa milletleri, çok ilerlemiş ve halen sonu ölümle bitecek olan bir ihtiyarlık devrine geniş adımlarla yaklaşmış bulunmaktadır. Bundan şu sonucu çıkarmak gerekir ki gençlik ve yükselme devrinde bulunan bir millet tam kuvvet ve erginlik noktasına ulaşır ulaşmaz bu Avrupa milletlerini kolayca egemenlik ve itaati altına alabilir.
Rus hükümdarı bu, kuzeyden batı ve doğuya doğru vaki olacak istila hareketinin Romalıları Barbarların istilasıyla taze bir hayata eriştiren Tanrının takdiri gibi geçici bir hareket olduğunu bildirir.
Bu kuzey akıntı; bıraktığı ince kum ve meyille; Mısır’ın kurak tarlalarını bir zaman bereketlendiren Nil’in taşmasına benzetir ve ek olarak şöyle der: Kendisinden önce bir çay gibi bulduğu ve kendisinden sonra bir ırmak gibi bıraktığı Rusya, gelecek kuşakların zamanında hayatiyetini yitirmiş Avrupa’yı erdemlendirmeye aday engin bir deniz olacaktır. Öyle bir deniz ki kendisine karşı zayıf ellerle kurulacak bütün barajları (Eğer bu yeni kuşaklar suyun yatağını iyi tayin ve idare edebilirlerse) aşıp her tarafı dalgaları altına alacak bir nehir haline gelecektir…”
Bu girişi yazdıktan sonra Petro; metni aşağıda verilmiş olan vasiyet maddelerini tespit ediyor. Bunların, Hazreti Musa’nın on emrini Yahudi milletine emrettiği gibi sonsuz dikkate alınmasını ve mutlaka gerçekleştirilmesini tembih ve tavsiye ediyor.
VASİYETNAME MADDELERİ:
Madde 1 : Askerin daimi savaşçı ve eğitimli kalması için Rus milletini daima harp halinde bulundurmak ve ona; yalnız devletin maliyesini geliştirmek, orduyu düzenlemek ve taarruz için en elverişli bir fırsatı gözetmek maksadıyla ara sıra dinlenme imkanı vermek. Başka bir deyimle, sırf Rusya’nın kuvvet ve gücünün büyüyüp artırması için sulhu harbe, harbi sulha vasıta kılmak.
Madde 2 : Avrupa’nın en ileri milletlerinden harp esnasında askeri uzmanlar, barış zamanında da bilim adamları getirtmek ve bu suretle Rus milletini kendi üstünlüğünü kaybetmeksizin başkalarından yararlandırmak.
Madde 3 : Her fırsatta Avrupa’da meydana gelen her çeşit müzakerata katılmak ve özellikle yurda en yakın olmak bakımından Almanya işlerine en çok ilgi göstermek.
Madde 4 : Polonya’da her zaman fitne ve nifak saçmak, ülkenin büyüklerini para ile elde etmek, kralların seçimine etki göstermek için parlamenterleri birbirine düşürmek; bu münasebetle Rusya’dan yana olanları korumak; memleket içine asker yollamak ve sürekli bir surette yerleşmek fırsatı çıkıncaya kadar bunları orada iskan etmek; komşu devletler itiraz edecek olursa onların gönüllerini yapmak için ileride yeniden geri gönderilmek üzere memleketten bazı kimseleri ayırmak.
Madde 5 : İsveç’ten mümkün olduğu kadar çok parça koparmak ve ustalıkla kendisini tecavüze sevk ederek, Rus egemenliği altına alınması için sebep hazırlamak, aynı zamanda kendisini Danimarka’dan, Danimarkayı İsveç’ten ayrı bırakarak aralarındaki rekabeti devamlı bir dikkatle sürdürmek.
Madde 6 : Rus prenslerinin eşlerini daima Alman prensleri arasından seçerek onlarla olan ailevi yakınlık ilişkilerini artırmak, bu suretle çıkarlarımızı kendilerinin çıkarlarıyla karıştırıp Almanyayı Rus davasına bağlı bırakarak tesir ve nüfuzumuzu orada ziyadeleştirmek.
Madde 7 : Ticaret hususunda her şeyden önce gerek ticaret filomuz ve gerek donanmamız için bize pek yararlı olabilecek bir devlet olan İngiltere ile birlik kurmaya çalışmak; kereste ürünlerimizi altınlarıyla değiştirmek, deniz ticareti ve donanma hususunda kendi ticaret gemilerimizin ve donanmamızın personeliyle onlarınkiler arasında sıkı ilişkiler kurmak.
Madde 8 : İmparatorluğun sınırlarını kuzeyden Baltık Denizi, güneyden Kara Deniz boyunca sürekli olarak genişletmek.
Madde 9 : İstanbul ve Hindistan’a mümkün olduğu kadar yaklaşmak. Zira burada hakim olan herhangi bir güç cihanın gerçek bir hükümdarı olur. Bunun için bir taraftan Türkiye’ye, öte yönden İran’a karşı devam üzere harpler açmak. Gerek Karadeniz ve gerek Baltık Denizinde deniz tezgahları inşa ederek buralarını ele geçirmek için bu hususu temel saymak. İran’ın çöküş ve düşüşünü çabuklaştırıp Basra Körfezi’ne kadar sızmak ve mümkünse doğuda eski Sibirya ticaret yolunu dünya deniz ticaret filolarının uğrağı bulunan Hindistan’a kadar uzatmak ki bir kez oraya ulaşınca, İngiltere’nin altınlarından vazgeçebilmek mümkün olacaktır.
Madde 10 : Devam üzere, Avusturya ile bir birlik kurmak ve bunun sürekliliğine çalışmak. Görünürde kendisinin Almanya üzerinde gelecekte kurmayı düşündüğü imparatorluk egemenliğine ilişkin tasarılarına engel olmamak ve fakat aynı zamanda prenslerin yükselme hırsı ve emellerini imparatorluğa karşı kışkırtmak. Bu işler o suretle düzenlenip yönetilmelidir ki her iki taraf Rusya’nın yardımına müracaat etsin. Böylece ülke üzerinde gerçek üstün egemenliğimizi hazırlayacak bir çeşit koruma icra edilir.
Madde 11 : Avusturya hanedanını Türklerin Avrupa’dan kovulmasına ve çıkarılmasına yöneltmek. Ancak, İstanbul’un alınmasından önce ya kendisini Avrupa’nın daha eski devletleriyle harbe sokturmak ya da sonradan yine geri alınmak üzere ele geçirilen memleketlerden bir kısmını kendisine vererek bize karşı olan rekabet duygularını değiştirmek ve battal etmek.
Madde 12 : Türkiye’de, Macaristan ve Polonya’nın güneyinde bulunan bütün Rum ve Katolikleri kendisine bağlayarak bunları etrafında toplamak; onlara bir merkez ve dayanak noktası kurarak veya maddi ve manevi reis sıfatıyla genel bir hükümdarlık hazırlamak ve bunlarla düşmanlarımızdan yalnız biri yanında onun kadar çok taraftar edinmek.
Madde 13 : İsveç işlemez, İran ve Polonya yenilmiş, Türkiye dağıtılmış; ordumuz toplanmış olduğu halde, Baltık Denizi ve Karadeniz gemilerimiz tarafından korunur bir hale getirilir getirilmez, gizliden gizliye ve kendi hesabımıza, önce Versaille sonra Viyana sarayları nezdinde cihan egemenliğini bizim ile bölüşme teklifine girişilecek olursa ki bu husus herhalde gerçekleşecektir. Bu tarafın sonu gelmeyen yükselme arzusu ve çıkarları kışkırtılırken ötekini yok etmek için berikini kullanmak, ondan sonra kalana karşı sonu şüpheli olmayacak bir savaşa girerek yücelme mümkün olacaktır. Çünkü Rusya o zaman bütün doğuya ve Avrupa’nın büyük bir kısmına malik bulunacaktır.
Madde 14 : Eğer iki taraf Rusya’nın teklifini reddedecek olursa(ki bu gerçekte pek az umulur) bunların arasında ustalıkla fitne çıkarmak ve karşılıklı muharebeler yaratılmak suretiyle her iki tarafı zayıflatmak. Ondan sonra, önce Rusya kendi yığınak yapmış ordularını Almanya üzerine dökecek; aynı zamanda biri Azak Deniz’inden Karadeniz donanmasının, diğeri Arkhangelsk limanından Baltık Donanmasının himayesi altında Asyalı birlikler ile tertip edilmiş iki büyük nakliye filosu hareket edecektir. Akdeniz ve Buz Denizinden ilerleyen bu kuvvetler bir taraftan Fransayı işgal öte yönden Almanyayı istila altına alacaklardır. Bu iki ülke alındığı anda Avrupa’nın geri kalan kısmı kolayca ve kılıç kınından çıkmaksızın kontrol altına girecektir.

https://kumkale.wordpress.com/2015/12/03/rus-cari-buyuk-deli-petronun-vasiyeti/

PSİKOLOJİK SAVAŞ VAR MI?




PSİKOLOJİK SAVAŞ VAR MI?


select









Felaket başa gelmeden evvel , onu önleyecek ve ona karşı savunulacak gerekleri düşünmek lazımdır. Geldikten sonra dövünmenin faydası yoktur. 
Gazi Mustafa Kemal Atatürk
 (Nutuk – 1927)
Ne yazık ki son 14 yılda hayalimizden geçiremeyeceğiz olayları bire bir yaşamak zorunda bırakıldık. Ben tarihçi olmanın verdiği avantajla eskiye dönüyor ve daha kötü şartlardan çıkmasını bildiğimiz durumları inceliyor, bir bakıma daha o kadar olmadık diyerek kendimi kandırıyorum. Ama halkımızın buna hiç şansı olmuyor.
Müthiş bir psikolojik harekat bombardımanı altında kalan milletimiz algısını kaybetti. Mankurtlaştırıldı. Düşünemiyor. Uyuşturulmuş halde sürükleniyor.

Gerçek şu ki halk olmadan, halka dayanmadan, ona gerçekleri gösterip sorunları sahiplenmesi sağlanmadan ülkeyi yönetmek ve başarı mümkün değildir.
Hukuk, eğitim, tarım, finans, güvenlik v.s. her şeyi kısa sürede yeniden inşa edebilirsiniz. Ama binlerce yıllık kültürel değerleri kaybettirilerek beyni boşaltılmış insanları yeniden Türk milleti haline döndürmek kolay olmaz . İnsan mühendisliği gerektirir zamana ve profesyonel çalışmaya ihtiyaç gösterir.
Kanaatimce AK Partiye ilk yaptırılan büyük yanlış 23 yıllık bilgi birikimi ve tecrübeye sahip MGK. Genel Sekreterliği bünyesinde görev yapan ve benimde kurucusu olduğum Toplumla İlişkiler Başkanlığını (Psikolojik Harekat Teşkilatı) 2004 başında tamamen kaldırmak olmuştur.

Bu şekilde Türk toplumu 24 ayrı ülkeden yönlendirilen Psikolojik Savaş saldırısı karşısında savunmasız bırakılmıştır. Saldırılar karşısında “Karşı Psikolojik Harekat Planı” yapabilme imkanı kalmamıştır. Ve sonunda ülke insanı bölünüp parçalanarak birbirine düşman hale getirilmiştir.
Konu hakkında defalarca yazılar yazdım. Kitaplar kaleme aldım. Televizyon proğramlarına katıldım. Konferanslar verdim. Üniversitelerin hazırladığı bilimsel toplantılara iştirak ettim. Fakat bazı bilinçli üniversiteli gençler dışında yetkililere ulaşmak fırsatım olmadı.

Devleti yönetmede “Psikolojik Savaş” konusuna öncelik vermenin zorunluluk olduğunu biliyor ve ilgili makamları uyarıyorum.
Bu konuda devletin hafızasında yeterli bilgiler mevcuttur. Bu konuyu iyi bilen personel de mevcuttur. Kısa sürede hayata geçirmek mümkündür.
Ülkenin geleceğinde çok önemli görevler üstleneceğine inanan kişilerin beyninin bir kenarında psikolojik savaş olgusunun bulunması gerekmektedir.
Bu sistem kurulmadığı takdirde toplumun ve dolayısıyla ülkenin bölünüp parçalanmasına sadece seyirci kalınacaktır.


PUTİN’İN ORDUSUNUN SAVAŞ GÜCÜ VAR MI?



PUTİN’İN ORDUSUNUN SAVAŞ GÜCÜ VAR MI?


41jhzpzdOWL._SX331_BO1,204,203,200_














Bir ordunun değeri, subay ve komuta heyetinin değeriyle ölçülür. ( Gazi Mustafa Kemal Atatürk)
Türk Fantomlarının Rus uçağını düşürmesi ile başlayan gerginlik giderek artıyor. Kamuoyunda muhtemel bir Türk-Rus Savaşı dillendirilmeye başlandı. Savaş söylemlerinde hep askeri bir sıcak çatışma konu edilmektedir. Oysa savaş; sadece orduların muharebe alanlarında birbiri ile çatışmalarını değil, hasım ülkelerin veya ülke gruplarının milli çıkarlarını elde etmek veya çıkarlarını korumak amacıyla tüm milli güç unsurlarıyla her alanda topyekün yaptıkları mücadeleyi ifade etmektedir.
Fiilen ilan edilmemesine rağmen Türkiye ile Rusya’nın çıkarları Suriye’de çatışmıştır ve fiili savaş hali başlamıştır. Türkiye; her ne kadar anlaşmazlığı büyütmeden zamana yayıp en az zararla işin içinden sıyrılmayı düşünmekte ise de ortam bizim kontrol edemeyeceğimiz kadar kaygan ve kaypaktır. Her an her şey olma ihtimali vardır ve buna göre Türk milletinin ve ülkemizin tüm milli güç unsurlarının süratle savaş için hazırlanması gerekir.
Peki hasım Rusya’nın durumu nasıldır?
1991 Devrimi ile SSCB’ 5 milyon Km.kare toprak kaybetmiştir. 294 milyon nüfusun 150 milyonunu 15 yeni bağımsız ülkeye terk etmiştir. Bununla da kalmamıştır. Lideri olduğu Varşova Paktının dağılması ile Bulgaristan, Romanya, Polonya, Macaristan, Çekoslavakya, Doğu Almanya, Arnavutluk, Yugoslavya’nın silahlı kuvvetlerinin dahil olduğu 6.5 milyon kişilik ordunun silah, teçhizat ile bakım ve eğitim desteğini de kaybetmiştir. Komünist ekonomi yapısı her alanda çöküp darmadağın olurken Sovyet savunma sanayi ile birlikte muhteşem kızılordu da dağılma durumuna gelmiştir. Kara, Deniz ve Hava Kuvvetlerine ait pek çok birliği ve askeri üretimin yapıldığı devasa ağır sanayi fabrikaları yeni kurulan cumhuriyetlerde kalmıştır. Ayrıca Varşova Paktı ülkeleri dışında NATO’ya karşı kendisine yakın gördüğü komünist rejim uygulayan üçüncü dünya ülkelerine verdiği ticari askeri desteği de kaybetmiştir. O büyük ve muhteşem kızılordunun içi oldukça boşalmıştır..
Soğuk savaş döneminde dünyanın en disiplinli ordularından biri olan eski SSCB Kızılordusu bugün yoktur. Afganistan’da, Çeçenistan’da, Gürcistan’da ve Ukrayna’daki operasyonlarda Rus askerleri başarılı bir görünüm sergileyememiştir. Hele asimetrik savaşı sürdürüldüğü kitlesel terör olaylarında çok başarısızdır. Buna rağmen bugün 1 milyon kadar askeri ile Kızılordu yine dünyanın en büyük askeri güçlerinden biridir. Ve bu ordunun asıl gücü sahip olduğu Nükleer silahlarından gelmektedir. ABD’leri başkanından sona NBC silahlarını kullanma yetkisi olan ikinci dünya lideri Putin’dir. Sadece bu imkan ve kabiliyeti Rus ordusunu güçlü kılmakta ve küresel savaşta ön saflarda rol almasını kolaylaştırmaktadır.
Türk milleti Rusları ve Rus askerlerini Rus Çarı III. Ivan’ın 1492’de Osmanlı Padişahına gönderdiği tarihi mektup ile kurduğu ilk irtibattan beri iyi tanımaktadır. 500 yıl boyunca ortalama her 30 yılda bir Türk-Rus Savaşı yapılmıştır. Yenmişiz, yenilmişiz. Ama birbirimizi her alanda çok iyi tanımışız. Nitekim Soğuk savaşın son 40 senesi boyunca SSCB ile doğrudan sınır teması olan tek NATO ülkesi Türkiye olmuştur.
Yani Rusya yabancımız değildir. Eğer işler arzu edilmeyen şekilde tırmanıp ve bir sıcak savaş vuku bulduğu takdirde bizim için Nükleer gücü dışında korkulacak bir rakip değildir. Rusyayı güneyden Türk Cumhuriyetleri kuşatmakta olup bu ülke içinde yaşayan Türk kökenlilerin sayısı da 30 milyon kadardır. Türkiye’nin milli güç unsurları bazı gafillerin dillendirdiği gibi zafiyet içinde değildir. Asla küçümsenecek ve kolayca yutulacak bir lokma olmadığımızı dünya milletleri çok iyi bilmektedir. Bizim gücümüzü bugünkü fiili yönetim zafiyetlerine bakarak küçümseyenler çok yanılırlar.
Bugünkü Rus Silahlı Kuvvetlerinin en güçlü yanı Putin gibi güçlü ve tecrübeli bir lidere sahip olmasıdır. Putin bugün tartışmasız dünyanın en güçlü lideridir. 15 yıldır ülkesini Cumhurbaşkanı ve başbakan olarak yönetmektedir. 2024 yılına kadar rakipsiz tek adam olarak ülkesinin başında kalacağı düşünülmektedir. Muhalefeti sindirmiş, Rus parlamentosu ve Rus bürokrasisini tamamen kendi güvendiği yakın adamlarından oluşturmuştur. Ve bugünün Rusya’sının Savunma Bakanlığını yakın arkadaşı Sergey Şoygu’ya teslim etmiştir. Yani muhtemel bir Türk-Rus savaşı olursa Rus ordusunun başında da bir Tuvalı bir Türk bulunacaktır.
Son sözümü önceden söyleyeyim.
Savaş uçağının düşürülmesini takiben Rusya’nın uzlaşmaz tutumunda israrını müteakip Kıbrıs Adasının doğusu ve Suriye kıyıları arası adeta bir savaş gemisi tarlasına dönmüştür. Ve bugün güney sahillerimizde bir araya gelen silah gücü dengesi muhtemel bir sıcak çatışma riskini asgariye indirmiştir.
Dünyayı yöneten küresel patronların bu büyük gücü birbiriyle çatıştıracak kadar maceraperest olmadıkları bilinmektedir. Bu hasım güçler yığınağı karşılıklı caydırmayı sağlar ve yararlıdır. Buna rağmen en kötü senaryoyu düşünerek çok itidalli ve azami temkinli davranmakta yarar vardır.

Cumhuriyet Tarihi'nde Yüce Divan'da Yargılanan 10 Bakan



Cumhuriyet Tarihi'nde Yüce Divan'da Yargılanan 10 Bakan.,





Anayasamızın 148'inci maddesine göre Anayasa Mahkemesi Yüce Divan sıfatıyla görevleriyle ilgili suçlardan dolayı Cumhurbaşkanı'nı, TBMM Başkanı'nı,  Bakanlar Kurulu üyelerini, Anayasa Mahkemesi, YargıtayDanıştay, Askerî Yargıtay, Askerî Yüksek İdare Mahkemesi Başkan ve üyelerini, Başsavcılarını, Cumhuriyet Başsavcıvekilini, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu ve Sayıştay Başkan ve üyelerini yargılama yetkisine sahiptir. Bir anlamda devletin en üst düzey yöneticileri herhangi bir mahkemenin görev alanından çıkartılmış, bu görevde bulunanların işleyebileceği suçların ciddiyeti sebebiyle özel bir yargı yolu kurulmuştur. Bu yargı yoluyla yüksek kamu yetkisi kullanan kamu görevlilerinin en adil şekilde yargılanarak, en doğru kararın ortaya çıkması ve toplumda varolması gereken adalet ilkesinin tatmin edilmesi amaçlanmıştır. Yüce Divan'da bugüne kadar 1 Başbakan, 19 Bakan ve 1 Milletvekili yargılandı. Yargılamalardan 9'u beraatle sonuçlandı. İşte tarihten örnek bir kaç yargılama.

1. İsmet İnönü'nün Yüce Divan'a gönderdiği Bakan İhsan Eryavuz

İsmet İnönü'nün Yüce Divan'a gönderdiği Bakan İhsan Eryavuz
Cebelibereket (Osmaniye) Milletvekili ve Bahriye eski Bakanı İhsan Bey hakkında Yavuz Zırhlısı'nın onarımında yolsuzluk yaptığı iddiasıyla, Meclis Soruşturma  Komisyonu 24 Aralık 1927 tarihinde kuruldu.  
Soruşturma önergesini veren bizzat Başbakan İsmet İnönü'nün ta kendisiydi. İsmet İnönü bu yolsuzluğu koruma veya saklama yoluna gitmemiş, aksine soruşturularak cezalandırılması için elinden geleni yapmıştı.
"Yavuz-Havuz Olayı" olarak bilinen olay nedeniyle Bahriye eski Bakanı İhsan Bey, 26 Ocak 1928'de dokunulnazlığı kaldırılarak Divanı Ali'ye (Yüce Divan) sevkedildi. Ertuğrul (Bilecik) Milletvekili Dr. Fikret (Onuralp) de aynı olay nedeniyle Divanı Ali'ye gönderildi. Divanı Ali'deki ilk duruşma 5 Şubat 1928 tarihinde yapıldı. Divanı Ali, 16 Nisan 1928'de davayı sonuçlandırdı ve Bahriye eski Bakanı İhsan Bey'i (Eryavuz) "görevi kötüye kullanmak ve rüşvet alma girişiminden" 2 yıl ağır hapis ve 2 yıl memuriyetten men cezasına, Dr. Fikret'i (Onuralp) "dolandırıcılıktan" 4 ay hapis ve 100 lira ağır para cezasına çarptırdı. Bu karar, Yüce Divan'ın Cumhuriyet Döneminde verdiği ilk mahkumiyet kararı oldu.

2. Yolsuzlukları nedeniyle Yüce Divan'a gönderilen Ticaret Eski Bakanı Ali Cenani

Yolsuzlukları nedeniyle Yüce Divan'a gönderilen Ticaret Eski Bakanı Ali Cenani
Ali Cenani, Osmanlı Meclisi Mebusanı'nda 4 dönem, TBMM'de 3 dönem milletvekilliği, ayrıca iki hükümette Ticaret Bakanlığı yapmış, Kurtuluş Savaşı'nda Güney Cephesinin örgütlenmesinde rol almış bir siyasetçiydi.
Un ve zahire fiyatlarının yükselmesini önlemek için Ticaret Bakanlığı emrine verilen 500 bin liranın harcanmasında usulsüzlük yaptığı iddia ediliyordu. Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk ve Başbakan İsmet İnönü bu iddiaların soruşturulması gerektiği görüşündeydi. TBMM de benzer yönde bir karar alarak, 10 Mart 1928'de Ali Cenani bey hakkında Soruşturma Komisyonu oluşturulması kararını aldı. Ali Cenani, 14 Nisan 1928'de dokunulmazlığı kaldırılarak Yüce Divan'a sevkedildi. Yüce Divan 14 Mayıs 1928 tarihinde kendisine  1 ay hapis ve 170 bin lirayı tazmin etme cezası verdi. Evli ve 5 çocuk babasıydı. Siyasi hayattan tamamen çekildi. 5 Aralık 1934'de vefat etti.

3. Kahramanlıkları yargılanmasına engel olmayan Mahmut Muhtar Paşa (Katırcıoğlu)

Kahramanlıkları yargılanmasına engel olmayan Mahmut Muhtar Paşa (Katırcıoğlu)


1867 İstanbul'da doğmuştur, 93 Harbi Kafkas Cephesi komutanı ve sadrazam Gazi Ahmet Muhtar Paşa'nın oğludur. 1885'te Harbiye'ye girmiş daha sonra Almanya'ya gönderilerek 1888'de Metz Harbiyesi'ni bitirmiştir. Teğmen olarak Prusya Ordusu'nda görev almış, İstanbul'a döndüğünde Harbiye'de Erkanı Harbiye'nin Görevleri dersini okutmuştur. 1897 Osmanlı-Yunan Savaşınde Albay rütbesiyle Veletsin, Çatalca ve Dömeke Savaşlarında bulunmuş, 1900 yıllarında Fransız Büyük Manevralarında Osmanlı Devleti'ni ve orduyu temsil etmiştir. Aynı yıl Piyade dairesi İkinci Başkanlığı'na getirilmiştir. 1908'de II. Meşrutiyet'in ilanında sonra birinci ferik rütbesi ile Hassa Ordusu Birinci Fıkra Komutanlığına tayin edilmiş, 31 Mart Ayaklanması'nın bastırılmasında başarılar göstermiştir. 17 Eylül 1909 tarihinde İzmir Valiliği'ne atanmış, 2 Ekim 1910 tarihinde Bahriye Nazırlığına getirilerek valilik görevinden ayrılmış, İbrahim Hakkı Paşa kabinesiyle birlikte nazırlık görevinden de ayrılmıştır. 1912 ortalarında babası Gazi Ahmet Muhtar Paşa kabinesinde tekrar Bahriye Nazırlığı'na getirilmiş, Balkan Harbinde Trakya Şark Ordusu'nun sağ taraf 3.Ordu Komutanlığında bulunmuş, yaralandığı için istifa etmek zorunda kalmıştır. 1913'te Berlin Büyükelçiliği'ne tayin edilmiştir. Enver Paşa ile yaşadığı bir anlaşmazlık nedeniyle yurdu terk etmiştir.
Ancak bütün bu başarıları ve kahramanlıkları onun yargılanmasına engel olmadı.
Anadolu Demiryolu Kumpanyası ile ilgili olarak İngiltere’de Times Iron Works fabrikalarına 20 bin İngiliz lirasını kefaletsiz ödeyerek "hazineyi zarara uğratmak" suçlamasıyla 30 Mayıs 1929'da Yüce Divan'a sevkedildi. Katırcıoğlu'nun yargılanması 3 Kasım 1929 tarihinde sona erdi. Yüce Divan, şirkete ödenen 22 bin Türk altınının yüzde 5 iskonto edilmek suretiyle Mahmut Muhtar Paşa'dan tahsiline karar verdi.

4. Aklanmak için kendi isteğiyle Yüce Divan'a giden Suat Hayri Ürgüplü

Aklanmak için kendi isteğiyle Yüce Divan'a giden Suat Hayri Ürgüplü

Suat Hayri Ürgüplü  13 Ağustos 1903 tarihinde Şam'da doğdu. I. Dünya Savaşı'na katılma fetvasını veren Şeyhülislam Ürgüplü Hayri Efendi'nin oğludur. Lâle Devri'nin sadrazamı Nevşehirli Damat İbrahim Paşa'nın soyundandır. Galatasaray Lisesi'nden sonra İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni 1926 yılında bitirdi. Çeşitli devlet hizmetlerinde bulundu. Türkiye-Yunanistan 1924 Nüfus Mübadelesi mahkemelerinde çalıştı. Galatasaray Spor Kulübü'nde atletizm yaptı.
1939 ve 1943'te Kayseri Milletvekili seçildi. 2. Şükrü Saraçoğlu kabinesinde Gümrük ve Tekel Bakanı oldu.
Bakanlığında  kahve ithalatında yolsuzluk yaptığı   yolunda dedikodular çıkınca örnek bir davranışta bulundu:

“Adımın da karıştığı kahve yolsuzluğuyla ilgili, bakanlığımda bir komisyon kurulmuştur. Bu teftiş heyetinin selametle çalışabilmesi için, benim, bu bakanlık koltuğundan ayrılmam gerekir; aksi halde, komisyonu etkilerim, sağlıklı bir karar oluşmaz. O nedenle, siyasi ahlak gereği, bakanlıktan istifa ediyorum."

Daha sonra Yüce Divan'da yargılandı, aklandı ve siyasi hayatına 1965'te kurulan hükumetin başbakanı olarak devam etti. Bu olay hala onurlu bir insanın hukuka gösterdiği yüksek saygının bir örneği olarak bazı hukuk fakültelerinde idare hukuku derslerinde öğrencilere okutulmaktadır.

5. Arpa Davası'ndan Aklanan Ticaret Eski Bakanı Mehmet Baydur

Arpa Davası'ndan Aklanan Ticaret Eski Bakanı Mehmet Baydur
1961 Anayasasından sonra Yüce Divan'da yargılanan ilk kişi, 1964 yılında eski Ticaret Bakanı Mehmet Baydur oldu. ''Arpa davası'' olarak bilinen davada, Baydur, 52 bin 500 ton beyaz arpanın bir İngiliz firmasına satışına ilişkin iddialarla nedeniyle yargılandı. Mahkemede Baydur hakkında beraat kararı verildi.

6. MGK'nın Yüce Divan'a gönderdiği Bakan Hilmi İşgüzar

MGK'nın Yüce Divan'a gönderdiği Bakan Hilmi İşgüzar
Sosyal Güvenlik eski Bakanı Hilmi İşgüzar; bakanlığı döneminde ""kayırma, yolsuzluk, nüfuz ticareti, vazifeyi suistimal ve menfaat temini suretiyle Bağ-Kur ve SSK'yı zarara uğrattığı" iddialarıyla Milli Güvenlik Konseyi (MGK) tarafından 2 Şubat 1981 tarihinde Yüce Divan'a sevkedildi. İşgüzar ve 15 arkadaşının 26 Mart 1981 tarihinde başlayan yargılanmaları 12 Nisan 1982'de sonuçlandı. İşgüzar, 9 yıl 8 ay ağır hapis ve 5 milyon 251 bin lira para cezasına çarptırıldı. Sayıları yargılama aşamasında 18'e yükselen diğer sanıklara da 3 ay ile 4 yıl arasında değişen hapis cezaları verildi.

7. Yüce Divan'da rüşvet suçlamasından aklanan Şerafettin Elçi

Yüce Divan'da rüşvet suçlamasından aklanan Şerafettin Elçi

Bayındırlık Eski Bakanı Şerafettin Elçi; Milli Güvenlik Konseyi (MGK) tarafından "rüşvetalmak" ve "görevini kötüye kullanmak" iddialarıyla 17 Mart 1982 tarihinde Yüce Divan'a sevkedildi. Elçi ve 7 arkadaşının yargılanmalarına 26 Mayıs 1982'de başlandı. Karar 12 Nisan 1983'de açıklandı ve Elçi, rüşvet suçlamasından beraat ederken, görevini kötüye kullanmaktan 2 yıl 4 ay hapis cezasına çarptırıldı. Diğer 7 sanıktan 4'ü 3 yıla kadar hapis cezası aldı, 3 sanık beraat etti.

8. Turgut Özal'ın Yüce Divan'a gönderdiği Bakan İsmail Özdağlar

Turgut Özal'ın Yüce Divan'a gönderdiği Bakan İsmail Özdağlar

Dönemin Başbakanı Turgut Özal olayı şöyle anlatıyor:
"Ben politikayı yaparken hukuka çok dikkat etmek mecburiyetindeyim. Yani herkesin hakkına çok dikkat etmek mecburiyetindeydim. Bir misali yaşadım kendim. İsmail Özdağlar hadisesi. Yandaki odada olmuştur. Teyp bandı bana gelmiştir. Dinledim, üzerinde bir hafta düşündüm. Sonra çağırdım kendisini. Şu bizim jimnastik odasında. Sıkıya aldım. Bant da yanımdaydı. 'Dinletirim bandı' dedim. İtiraf etti. Dört kişi biliyordu hadiseyi. Uğur Mengencioğlu, yani parayı veren, İsmail Özdağlar, Adnan Kahveci ve ben. Ben bu hadiseyi bir gece düşündüm, ortaya çıkarayım mı, çıkarmayayım mı diye. Sonunda hukuk ve namus mantığı daha fazla galip geldi. 'Bana ve partime ne gelecekse gelsin. Ben bunu ortaya çıkaracağım' dedim."
İsmail Özdağlar "rüşvet almak" ve "görevini kötüye kullanmak" iddiasıyla TBMMtarafından 15 Mayıs 1985 tarihinde Yüce Divan'a sevkedildi. 1 Temmuz 1985'de başlayan yargılama, 14 Şubat 1986'da sona erdi. Davada, dönemin Başbakanı TurgutÖzal da tanık olarak dinlendi. Tanık ifadeleri ve dava kanıtlarını "rüşvet" suçlaması için yeterli görmeyen Yüce Divan, Özdağlar'ı "görevini kötüye kullanmak"tan 2 yıl hapis ve 30 bin lira ağır para cezasına çarptırdı.

9. Otoyol Davası'ndan yargılanan Safa Giray ve Cengiz Altınkaya

Otoyol Davası'ndan yargılanan Safa Giray ve Cengiz Altınkaya

Bayındırlık eski bakanları Safa Giray ile Cengiz Altınkaya, Otoyol ihaleleri sözleşmelerinde fiyat farkı ödenmeyeceğine ilişkin hüküm bulunmasına karşın, fiyat farkı ödedikleri iddiasıyla 20 Ocak 1993 tarihinde Yüce Divan'a sevkedildiler. Bu davaya 14 Eylül 1993 tarihinde Danıştayn kararı üzerine Karayolları eski Genel Müdürü Atalay Coşkunoğlu da dahil edildi. Yüce Divan'daki yargılama 13 Nisan 1995'de sonuçlandı; Giray, Altınkaya ve Coşkunoğlu suçsuz bulundu.

10. Yüce Divan'da bir Başbakan Yardımcısı Hüsamettin Özkan

Yüce Divan'da bir Başbakan Yardımcısı Hüsamettin Özkan




Türkiye Halk Bankası A.Ş. yöneticilerini korumak ve sorumluların yargılanmalarını önlemek kastıyla, yasalara aykırı uygulamalarda bulunarak bankanın zarara uğramasına sebep oldukları" iddiasıyla 15 Haziran 2004 tarihinde Yüce Divan'a sevk kararı TBMMtarafından alındı. Yüce Divan sıfatıyla görev yapan Anayasa Mahkemesi, her iki kişinin suçlama kararlarının ayrı ayrı alınması gereği nedeniyle kararı iade etti. Karar 26 Ekim 2004'de tekrarlandı ve onaylandı. Yüce Divan, 31 Mart 2007 tarihinde 5'e karşı 6 oyla "suç oluşmadığından" beraat ettirdi.



..

TARİHTEN GÜNÜMÜZE TÜRK-RUS İLİŞKİLERİ




TARİHTEN GÜNÜMÜZE TÜRK-RUS İLİŞKİLERİ 

ve

 PUTİN’İN RUSYASI  /  PUTİNLAND KİTAPLARI

CIMG2954
Sovyet Rusya ile daima iyi komşu olmaya gayret etmeliyiz. Fakat ne haklarımızdan en küçük bir şey feda etmeliyiz. Ve ne de oyunlarına kapılmalıyız. (Gazi Mustafa Kemal Atatürk-1922)
41jhzpzdOWL._SX331_BO1,204,203,200_















Rusya Federasyonu; mevcut potansiyeli, altyapısı ve milli güç unsurları ile Türkiye için bugün ve yakın gelecekte de önemsenmesi gereken bir dünya gücüdür. Putin ile birlikte dünya siyasetinde tekrar belirleyici aktör olmaya başlayan Rusya ile ilişkilerimiz önem kazanmış ve karşılıklı çıkarlarımız üzerinde önemle durulmasını gerektiren yeni boyutlara erişmiştir..
Bugün Rusya Federasyonu’nun önderliğinde oluşan Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT) ile Türkiye’nin ilişkileri her alanda artış göstermektedir ve bu husus bölge jeopolitiğinin kaçınılmaz sonucudur. İlişkilerin konu ve kapsamını belirleyecek ana esasların bilinmesi ülkeler arasındaki faaliyetlerin yönlendirilmesine ışık tutacaktır.
Türk çocukları atalarının acımasız, zalim ve ezeli düşman olarak görüp MOSKOF olarak adlandırdıkları Ruslar ile Rusya’yı mutlaka tanımalıdır. Bugün beş milyon Rus ailesi her yıl ülkemizi ziyaret edip iki ülke halkının kültür benzerliği ile dostluğuna şahit olmaktadır. Milletlerimiz arasındaki kaynaşma ve yakınlaşma artarak devam etmektedir.
Eğer Türkiye güçlü bir bölge ülkesi olarak söz sahibi olmak istiyor ise Rusya ile ilişkilerini en üst düzeyde tutmak ve gerekirse stratejik ortaklık seviyesinde bu ilişkiyi güçlendirmek durumundadır.
Bu birlikteliğe Türkiye kadar Rusya’nın da ihtiyacı vardır. Çünkü bölgemizde paylaşacağımız pek çok ortak yönümüz mevcuttur. Rusya’nın bölgedeki ve dünyadaki milli çıkarları Türkiye’yi kendine rakip bir devlet olarak değerlendirmeye zorlamaktadır.
Türkiye’nin bölgedeki çıkarları da Rusya ile örtüşmektedir. Yöneticilerimiz Rusya ile dayanışma içinde bulunulmasında pek çok fayda olduğunu bilmeli ve dış ilişkilerimizde Rusya’ya ağırlıklı olarak yer vermelidir.
SSCB’nin işlevini devralan Rusya Federasyonu’ nun Türkiye’yi geçen 520 yıllık tarihi, siyasi, kültürel, sosyal, ekonomik ve askeri ilişkilerimizin engin tecrübesi ile kendi milli çıkar ve amaçları doğrultusunda değerlendirmek zorundadır. Fakat Rus eğitim ve kültür kurumlarına yerleşmiş “Panislavizm” den yani “Panrusizm” den vazgeçmeleri de asla mümkün değildir.
Türkiye; bu hususu bilmeli ve buna uygun uzun vadeli, gerçekçi, akılcı ve uygulanabilir milli politikalar geliştirmeli; bu politikaları milletine mal etmeli; iç ve dış kamuoyunu bu doğrultuda bilinçlendirmeli; refah dolu geleceğin bu şekilde gerçekleşeceğine inanmalıdır.
2000’den başlayarak Rusya’yı 2008’e kadar cumhurbaşkanı, 2012’e kadar başbakan olarak yöneten Putin, 2024 yılına kadar cumhurbaşkanı olarak Rusyayı yönetecektir. SSCB’nin küllerinden yeniden bir dünya devi haline dönüşen Rusya’yı yaratan Putin, asrımıza damgasını vuran bir liderdir. Bugün vazgeçilmez sanılan diktatörler tarihe gömülürken Rusya’da Putin ile demokrasi içinde yeni bir diktatör tipi oluşmuştur. Putin’in popülaritesi Rusya’nın önündedir ve bu ülkeye PUTİNLAND denilmesi boşuna değildir.
Özetleyecek olursak, 520 yılı aşan Türk-Rus ilişkileri sonunda varılan sonuç şudur; Türkiye’nin ve Rusya’nın bölgedeki milli çıkarları içinde birbiri ile örtüşen pek çok nokta vardır.
Tarih ilmi bize Rusya ile düşman değil, dost olmamızı dikte ettirmektedir. Fakat bu dostluğun karşılıklı çıkar ilişkisi içinde koordineli ve kontrollü olarak sürdürülme zorunluluğu vardır.
Rusya ile Türkiye arasındaki muhtemel bir çatışma ortamının ABD ve Batılı emperyalist ülkelerin yararına olduğu hususu asla unutulmamalıdır.
TARİHTEN GÜNÜMÜZE TÜRK-RUS İLİŞKİLERİ 
kitabım ile PUTİN’İN RUSYA’SI/PUTİNLAND

kitabım dünyada ağırlığı her geçen gün artan Rusya’yı daha iyi tanımak, tarihi gelişimi içinde Türk- Rus ilişkileri hakkında bilgi elde etmek, son günlerdeki Türk-Rus ilişkilerindeki tehlikeli gelişmeleri doğru anlayıp algılayabilmek için bir bilgilendirme dokümanı ve başucu kitabı olarak kabul edilmelidir.
Günümüz Türk ve Rus liderlerine tarihi ilişkilerdeki rollerini hatırlatıyorum. Fevri davranışlardan kaçınmalarını ve teenni ile hareket etmelerini tavsiye ediyorum.

..