21 Temmuz 2016 Perşembe

Millî Kıbrıs Davamız Nereye?! BÖLÜM 3







Millî Kıbrıs Davamız Nereye?!   BÖLÜM 3



Millî Kıbrıs Davamız Nereye?!


E. Büyükelçi Tugay ULUÇEVİK
Emekli Büyükelçi














Ortak Bildiri Türk - Amerikan Ortak Üretimi

Müzakere süreci için - hiç de ihtiyaç yokken - çerçeve belgesi niteliği kazandırılmış olan 11 Şubat 2014 tarihli Liderlerin Ortak BildirisiTürkiye ve ABD'nin ve  belirli ölçüde de AB'nin yürüttükleri ortak bir diplomasinin mahsulüdür
Bu Belge adeta çullanma şeklindeki bir diplomasiyle KKTC Cumhurbaşkanı Sayın Derviş Eroğlu'na kabul ettirilmiştir.
Bu Ortak Bildiri, Türkiye'nin çözüm şekli için belirlemiş ve kamuoyu ile de 2008 yılında paylaşmış olduğu parametrelerle uyum halinde değildir.
Ortak Bildiri hakkındaki değerlendirmemi "Eroğlu - Anastasiadis Ortak Bildirisi Hakkında Değerlendirme" başlıklı bir yazıyla kamuoyumuz ile zamanında paylaşmıştım. İnternetten ulaşmak mümkündür.[xxxiii]

Türkiye'nin Parametreleri

Türkiye, Kıbrıs müzakere sürecinde gözetilmesini öngördüğü parametreleri, 2008 Mart ayında alt yapısı oluşturulanTalât- Hristofyas görüşmeleri münasebetiyle MGK'nın 24 Nisan 2008 tarihli toplantısında belirlemiş ve kamuoyuna açıklamıştır.
MGK’nın Kıbrıs sorununun çözümü konusunda benimsediği görüş MGK’nın anılan Basın Açıklamasında (2/C paragrafı) şu şekilde ifade edilmiştir:
Kıbrıs'ta 21 Mart 2008 tarihinde başlayan yeni süreç ayrıntılı olarak ele alınmıştır. Bu çerçevede, Türkiye'nin Kıbrıs'ta adil ve kalıcı bir çözüme ulaşılması çabalarını içtenlikle desteklediği, çözümün Ada'daki gerçekler temelinde iki ayrı halkın ve iki demokrasinin varlığına dayanacağı, iki kesimliliğin, iki tarafın siyasi eşitliğinin, iki kurucu devletin eşit statüsünün ve yeni ortaklık devleti parametrelerinin korunmasının esas olduğu, garanti ve ittifak antlaşmalarının yürürlükte kalacağı vurgulanmıştır.” [xxxiv]
MGK, daha önce de, 5 Nisan 2004 toplantısına ilişkin Basın Açıklamasında [xxxv]çözümün Avrupa Birliği'nin birincil hukuku durumuna getirilmesinin önemini” vurgulamış ve “müzakere süreci içinde bu yönde Türkiye ve KKTC'ne verilen güvencelerin fiilen uygulamaya geçirilmesinin yakından ve ısrarlı bir biçimde izlenmeye devam edilmesi” gerektiğini belirtmiştir.
Ayrıca "....sürecin başlaması durumunda, Ada'daki Türk varlığının, Türkiye'nin garantörlüğünün ve iki kesimlilik ilkesinin zayıflatılmaması amacıyla uygulamada gerekli dikkat ve özenin gösterilmesi " vurgulanmıştır.
Belirlenen bu parametreler daha sonra MGK'nın 30 Haziran 2009,  28 Aralık 2009 ve 19 Şubat 2010 tarihinde yayınlanan Basın Bildirileriyle de teyit edilmişlerdir.

Ada'daki Gerçekler

Kıbrıs sorununun müzakereye dayanan âdil ve kalıcı bir çözüm şekline kavuşabilmesi için temel alınması gereken unsurları/parametreleri MGK'nın değerlendirmesini esas alarak şu şekilde sıralayabilirim:
1. Ada’daki gerçekler temelinde çözüm;
2. İki ayrı halk;
3. İki ayrı demokrasi;
4. İki kesimlilik;
5. İki Tarafın siyasî eşitliği;
6. Yeni bir ortaklık Devleti’nin kurulması;
7. Eşit statüde iki kurucu Devlet;
8. 1960 Garanti ve İttifak Antlaşmalarının yürürlükte kalmaları;
9. Çözüm şeklinde  “parametrelerin korunması”. Özellikle Ada'daki Türk varlığının, Türkiye'nin garantörlüğünün ve iki kesimlilik ilkesinin zayıflatılmaması. Bunun için de çözümün Avrupa Birliği'nin birincil hukuku durumuna getirilmesi.
Bu parametreler/unsurlar, Türkiye’de ve KKTC’de en yüksek düzeylerde Devlet ve Hükûmet ricalinin çeşitli vesilelerle verdikleri demeçlerle de vurgulanmıştır.
Örneğin, o zamanki Cumhurbaşkanı Sayın Abdullah Gül  o zamanki KKTC Cumhurbaşkanı Sayın M. Ali Talât ile 3 Ocak 2008 tarihinde Ankara’da yaptığı görüşmeden sonra “Kıbrıs'ta yaşanabilir çözümün, Ada'nın gerçeklerine ve  iki ayrı halk, iki demokrasi ve iki devletin varlığına dayalı” olarak elde edilebileceğini beyan etmiştir. [xxxvi]
Cumhurbaşkanı Sayın Gül, 24. Dönem 4. Yasama Yılı'nın açılışı nedeniyle TBMM Genel Kurulu'nda 1 Ekim 2013 günü yaptığı konuşmada da “çözümün parametreleri esasen bellidir” demiştir. [xxxvii]
KKTC’nin Cumhurbaşkanları DenktaşTalât ve Eroğlu’nun da anılan parametreleri zikreden çok sayıda demeçleri vardır.
O dönemde Türkiye Cumhuriyeti'nin Başbakanı olan Sayın Recep Tayyip Erdoğan da 2008 yılında Kıbrıs Barış Harekâtımızın 34. Yıldönümü münasebetiyle Lefkoşa’da düzenlenen törenlerdeki nutkunda Kıbrıs sorununa bulunacak çözüm şeklinin temeli hakkında şunları ifade etmiştir."... Şurası çok açıktır ki kapsamlı çözüm ancak adadaki gerçekler temelinde Kıbrıs Türk halkı ve KKTC’nin kurucu ve eşit olarak yer alacağı yeni bir ortaklıkla mümkün olacaktır. Bu yeni ortaklık iki kesimlilik, siyasi eşitlik ve Türkiye’nin etkin garantörlüğü gibi vazgeçilmeyecek ilkeler üzerine inşa edilecektir.... Hiç kimse Kıbrıs Türk halkını kendi yönetiminden, eşit statü ve ortaklıktan vazgeçmesini, azınlık olarak yaşamayı kabul etmesini beklemesin.  Hiç kimse boş hayaller kurup bu parametreleri değiştirme gayreti sergilemesin. Kapsamlı çözüm yeni bir ortaklıkla mümkün olacaktır" demiştir.[xxxviii]
Sayın Erdoğan KKTC'ne vaki aynı ziyareti sırasında, ayrıca, Yakındoğu Üniversitesi Tıp Fakültesi’nin açılış töreninde yaptığı konuşmada da son yıllarda 20’den fazla ülkede KKTC temsilciliği açıldığını hatırlatmış ve “mücadelemiz KKTC’yi dünyaya devlet olarak tanıtmak mücadelesidir” sözlerini dile getirmiştir. [xxxix]
Görüleceği üzere, Başbakan Erdoğan bu konuşmasında "Kıbrıs Türk halkı" kavramını kullanmıştır.  Ayrıca, çözüm şeklinin aslî unsurlarından biri olarak sadece Kıbrıs Türk "kurucu devlet" kavramını ve parametresini zikretmekle kalmamış,  “KKTC’nin kurucu ve eşit olarak yer alacağı yeni bir ortaklık” Devleti’nden söz etmiştir. Yani KKTC'nin varlığını ve yaşamasını esas alan bir çözüm öngörmüştür.
Şimdi, Başbakan Sayın Davutoğlu'nun "çok yakın" olduğunu açıkladığı "çözümün" MGK'nın çözüm için belirlediği ve Türkiye'de ve KKTC'de liderler tarafından da çeşitli vesilelerle tekrarlanmış olan parametrelere uygun olarak şekillenip şekillenmediğine bir göz atalım:

1. Ada'daki gerçekler temelinde çözüm:

Akıncı - Anastasiadis müzakerelerinden kamuoyuna yansıyan bilgiler, müzakerelerde ortaya çıktığı söylenen mutabakat noktalarının, biraz önce zikrettiğim parametrelerin temelini teşkil eden "Ada'daki gerçekler" üzerine bina edilmemiş olduklarını göstermektedir.
"Ada'daki gerçekler" nelerdir?
Ada’da gerçeklerin neler olduğunu görmek için Ada’daki bugünkü duruma, yani, 1974'den bu yana ateşkes kararına dayalı olarak 42 yıldır devam  eden “statükoya” (status quo) bakmak lâzımdır. Görülen gerçekler şunlardır:
●Birincisi, kuzeyde sırf Türklerin; güneyde sırf Rumların yaşadığı şekildeki “iki kesimli” hudutları belli bir siyasî coğrafya;
●İkincisi, bu coğrafyanın üzerinde yaşayan “iki ayrı halk”;
●Üçüncüsü, birbirinden bağımsız fakat eş değerde “iki ayrı halk iradesi”;
●Dördüncüsü,  biri KKTC, diğeri “Kıbrıs Cumhuriyeti” olduğunu iddia eden yönetim olmak üzere bağımsız ve egemen   “iki ayrı devlet”,
●Beşincisi, iki ayrı demokrasi”;
●Altıncısı, bunlara bağlı iki ayrı mülkiyet durumu;
●Yedincisi, temelini 1960 “Garanti ve İttifak” Antlaşmalarının teşkil ettiği ve Türkiye'nin 1974 Barış Harekâtıyla Ada'da fiilen oluşturduğu kuvvet dengesi ve istikrarlı sükûnet ve güvenlik ortamı.
Statüko” Rumların 1974’den sonraki bütün çözüm teşebbüslerini reddetmiş olmaları sebebiyle 42 yıldır istikrar kazanarak devam etmiştir ve etmektedir.
Türkiye'nin ve KKTC'nin  "Ada'daki gerçeklere dayanan çözüm" sözüyle kastettikleri çözüm şekli, Kıbrıs'taki mevcut durumun, diğer bir deyişle, statükonun içinde barındırdığı saydığım bu olguların, gerçeklerin üzerine bina edilecek bir çözüm şeklidir.
Hal böyleyken, devem etmekte olan Akıncı ve  Anastasiadis arasındaki çözüm müzakereleri için çerçeve vazifesi gören 11 Şubat 2014 tarihli Ortak Bildiri’nin 1. Maddesinde Ada’daki “statükonun kabul edilmez” (status quo is unacceptable) olduğu beyan edilmiştir. 
Böylece, Türk tarafı için çözüme temel teşkil etmesi gereken Ada'daki “gerçekler” daha baştan reddedilmiş bulunmaktadır.
Statüko kabul edilmez” söyleminin Rumlara ait olduğunu ve Türkiye’nin kabul etmediği BM Güvenlik Konseyi kararlarında yer aldığını da ara söz olarak kaydetmek isterim.

2. Ada'da iki ayrı halkın mevcudiyeti:

Türk tarafı için çözümün temel parametrelerinden biri de bu olgudur.
Bu olgu,  24 Nisan 2004'de Ada'nın her iki kesiminde ayrı ayrı ve eş zamanlı olarak BM gözetiminde gerçekleştirilmiş olan referandumlarla da kanıtlanmış bulunmaktadır. Bununla beraber, "halk" (people) kavramı halen Akıncı veAnastasiadis'in çözüm şeklinin çerçevesi olarak kullandıkları 11 Şubat 2014 tarihli Ortak Bildiri'de mevcut değildir.
Esasen, BM'nin Kıbrıs terminolojileri arasında "halk" kavramı, "people/peuple" kavramı yoktur. "Halk" kavramı bir yana, yürütülmekte olan müzakerelerde, Ada'da birbirlerinden ırk, din, dil, kültür ve tarihî geçmiş bakımından farklı iki toplumun varlığı olgusu dahi göz ardı edilmektedir. Böylece 1960 Anayasası'nın da gerisine düşen bir sonuca doğru gidilmesi tehlikesi ile karşı karşıya bulunmaktayız. 
Gerçekten de, 2004'den sonraki dönemde Rumların ortaya attığı ve BM'nin de benimsediği "Kıbrıslılar", "Kıbrıslı çözüm" kavramları ön plâna çıkarılmıştır. Bununla Rumların Kıbrıs Türk varlığının aleyhine güttüğü amaç bellidir. Bu amaç, 1960 Antlaşmalarında ve Anayasası'nda kabul gören ırk, din, dil ve kültür bakımından iki ayrı toplum varlığı olgusunun ve bu olgudan doğan toplumsal hak ve statülerin, kurulması tasarlanan federal yapıya rağmen, zaman  içinde aşınmasına ve kaybolmasına yol açmaktır.
Bu olgu ile ilgili olarak kaygı içinde ifade etmek isterim ki, Rum tarafı ve Yunanistan kendilerinin geleceğe dönük emelleri ve hedefleri doğrultusunda Ada'da "Kıbrıslılık" ruhunun ve bilincinin oluşmasına önem vermektedirler. Bu yönde gayret sarf etmektedirler.  Bu gayretleri uluslararası toplumun belli başlı üyeleri tarafından da destek görmektedir.
Sayın Mustafa Akıncı KKTC Cumhurbaşkanı seçildikten hemen sonra Rum ve Yunan resmî çevreleri ve medyası Akıncı'nın "Kıbrıslı" hüviyetinin ağır bastığını vurgulayarak, seçilmesini Kıbrıs sorununun geleceği açısından olumlu olarak değerlendirmişlerdir.
GKRY Lideri Anastasiadis,  Akıncı'nın seçilmesini memnunlukla karşıladığını ifade etmiş ve "sonunda ülkemizin yeniden birleşeceğine dair ümitlerimiz artmıştır" demiştir.
Yunanistan Dışişleri Bakanı Kotziaz, Mustafa Akıncı'nın seçilmesinden duyduğu memnuniyeti çeşitli vesilelerle dile getirirken, Akıncı'nın "Yunanca konuştuğuna" işaret etmiş; "Kıbrıslı Türk" veya (Anadolu) "Türk kimliği" değil "Kıbrıslı kimliğine" ve "şuuruna" sahip olduğunu iddia etmiştir.
"Kıbrıslılık" kavramının ön plâna çıkartılmak istendiği bir zamanda 1960 "Kıbrıs Cumhuriyeti" (KC) Anayasası'nın bazı hükümlerini hatırlatmakta fayda görüyorum. Anayasa'nın 2. Maddesi'nde şöyle denilmektedir:
Rum (Greek) Toplumu, Cumhuriyet’in, kökeni Yunan (Greek) ve anadili Yunanca olan veya Yunan kültürel geleneklerini paylaşan veya Rum Ortodoks Kilisesi’ne mensup bulunan vatandaşlarından oluşmaktadır.
Türk Toplumu, Cumhuriyet’in, kökeni Türk (Turkish) ve anadili Türkçe  olan veya Türk kültürel geleneklerini paylaşan veya Müslüman   olan vatandaşlarından oluşmaktadır.
Yine, 1960 Anayasasına göre (madde 2/3), yukarıda yer alan tarifler dışında kalan ve Kıbrıs'ta yaşayan kişiler için 3 ay içinde hangi topluma dâhil olacaklarını beyan etmeleri mecburiyeti getirilmiştir.  Bu da gösteriyor ki, "KC", etnik kökenleri, dinleri, kültürel gelenekleri ne olursa olsun bütün vatandaşların doğrudan "KC" vatandaşı olduğu “üniter” (unitary) bir yapıda ortaya çıkmamıştır. KC’ne mensubiyet aynı zamanda iki toplumdan birine mensubiyeti gerekli kılmıştır. Eşit kişisel statü ve haklar ve toplumsal statü birlikte var olmuşlardır.
3. İki Ayrı Demokrasi parametresine gelince:
Statüko çerçevesinde Ada'da mükemmel işleyen iki ayrı demokrasi vardır. Biri parlâmenter sitemi uygulamaktadır. Diğerinde başkanlık sistemi caridir.
İki ayrı demokrasinin varlığını ve işlerliğini koruması, çözüm çerçevesinde federe birimlere tanınacak yetkilerin kapsamına;  federal hükûmetin federe birimlerin yetkilerine uygulamada yapabileceği müdahaleleri engelleyecek etkili anayasal mekanizmaların oluşturulmasına; denetim ve denge (checks and balances) mekanizmalarının kurulmasına ve Rum tarafının iyi niyetle hareket etmesine bağlı olduğu kuşkusuzdur. Ada’daki tarafların, iyi niyetle hareket edildiği takdirde, demokrasi geleneklerini ve alışkanlıklarını, çözüm çerçevesinde de sürdürmeleri beklenir.

4. İki kesimlilik (bizonality):

Kıbrıs Barış harekâtımızın ortaya çıkardığı temel parametredir. Korunması Türk tarafı için hayatî önemi haizdir.
Bununla beraber, "İki kesimlilik" parametresinin de, müzakere başlıklarının çeşitli veçhelerinde ve bilhassa mülkiyetbahsinde,  öngörülen veya öngörülebileceği izlenimi alınan bazı düzenlemeler sonucunda aşınmaya maruz bırakılmakta olduğu anlaşılmaktadır.
Esasen, AB standartlarına, normlarına uygun çözüm anlayışıyla elde edilecek çözüm şekli, gereken derogasyonlar ve yasal ve anayasal önlemler kabul edilmediği takdirde, iki kesimliğin zaman içinde aşınmasına ve yok olmasınasebep olacaktır.
İki kesimlilik parametresi, özellikle müzakerelerin "mülkiyet" gündem maddesinde varılmış ve varılacak olan mutabakatların doğrudan etkisine maruz durumdadır.
Liderlerin üzerinde "ciddi ilerleme" sağlandığını açıkladıkları 4 başlıktan biri "mülkiyet" başlığıdır. Bu konuda ortaya çıkan mutabakatlar arasında "öncelikli tercih" hakkının malını kaybetmiş şahıslara verildiğine dair bilgiler alınmaktadır.  Bu bilgiler doğruysa, mülkün şimdiki sahibinin mülkü eski Rum sahibine iade etmek mecburiyetinde kalması durumu ortaya çıkacaktır. Böyle bir uygulama onbinlerce Rumun sırf "mülkiyet" başlığı çerçevesinde Kıbrıs Türk kesimine yerleşmesi ve böylece iki kesimliliğin bozulması sonucunu doğuracaktır.
Ayrıca, "toprak" başlığı altında yapılabilecek hudut ayarlamalarının da yine önbinlerle ifade edilecek sayıda Rum ahalinin Türk kesiminde yerleşmesi neticesine yol açması beklenir.
Bu meyanda toprak ayarlamaları hakkında internette dolaşan,  ne ölçüde ciddi olduğunu bilmediğim özel statülü kantonlar ihdas eden haritanın ve benzerlerini iki kesimlilikle bağdaşmadığı kuşkusuzdur. İnternette dolaşan harita, iki kesimli değil, çok bölgeli toprak ayarlaması ortaya koymaktadır. Karpaz'ın önemli bir bölümünü de Rum kontrolüne bırakmaktadır.
Kaldı ki, Rumlar, BMGS'nin "iki kesimlilik" parametresi hakkında yaptığı tarifi de kabul etmiş değillerdir.
BMGS 1990 yılında "iki kesimliliği" (bi-zonality) şöyle tanımlamıştır:
"İki kesimlilikbir toplum tarafından yönetilecek her bir federe devletin kendi bölgesinde nüfus ve mülkiyet bakımından bâriz bir çoğunluğa sahip bulunmasıdır.[xl]
Çözüm arayışında yetkiyle görevlendirilmiş olan kişilerin hafızalarının gündemdeki konuların geçmişi ile de dolu olmasına ihtiyaç vardır. Çünkü, Kıbrıs konusunun çeşitli veçhelerine ait gerçekler geçmişte yatmaktadır.
"İki kesimliğin" (bi-zonality) çözüm şeklinin temel parametrelerinden biri olarak BM literatürüne ve BM'nin  Kıbrıs sorununa ilişkin, tabir caizse, kavram envanterine girişi 9 Ağustos 1980 tarihinde olmuştur. Barış Harekâtımızdan hemen sonra Türkiye çözüm şekli olarak "çok kantonlu" federasyondan söz etmiştir. Daha sonra "iki bölgeli" (bi-regional) federasyon telâffuz edilmiştir. KTFD'nin kurulmasından ve 2 Ağustos 1975'deki Denktaş - Klerides Viyana mutabakatına dayanılarak Ada'da nüfus mübadelesinin gerçekleştirilmesinden sonra Ada'da iki kesimli ve iki devletli bir siyasî coğrafya, toprak, nüfus ve siyasî otorite (devlet) boyutlarıyla ortaya çıkmıştır. Türk tarafı "iki kesimli" çözümden söz etmeğe başlamıştır.
Denktaş ile Makarios arasında 12 Şubat 1977 tarihinde yapılan "4 Temel Kural" (4-guidelines) Anlaşması'nı ortaya çıkaran temel düşünce ve güdülen hedef "iki kesimli" bir federal çözüm şekli olmuştur. Bununla beraber, Makarios'un ısrarı karşısında, "iki kesimli" deyimi metinde kullanılmamıştır. "İki kesimlilik" ilkesinin metinde zımnen ifadesiyle yetinilmiştir.
Kıbrıs sorununa çözüm bulmak maksadıyla BMGS'nin iyi niyet görevi çerçevesindeki müzakere süreci yeniden başlatılırken BMGS'nin Kıbrıs Özel Temsilcisi Hugo Gobbi tarafından 9 Ağustos 1980 günü Denktaş ve Kyprianou'nun huzurlarında BMGS adına bir "Açış Beyanı" (opening statement) metni okunmuştur. Açış Beyanı'nın amacı iki taraf arasındaki ortak müzakere zeminini belirlemek olmuştur. Açış beyanında Kıbrıs sorununun " anayasa veçhesinin federal, toprak veçhesinin iki kesimli (bi-zonal) " esasa göre halledileceği ifade edilmiştir. "İki kesimlilik" parametresi böylece BM'nin Kıbrıs sorununa ilişkin terminolojisine ilk defa olarak resmen girmiştir.
"Açış beyanı" üzerinde mutabakat BMGS'nin teklifi üzerine "sükût ile kabul" (acceptance by silence) yöntemi ile sağlanmıştır. Bununla beraber, Kyprianou aynı gece Rum TV'sinde bir konuşma yaparak "iki kesimliliği" kabul etmediğini ve etmesinin de "mümkün olmadığını" açıklamıştır.
Rum liderlerin ve toplumunun "iki kesimliliği" içlerine sindiremedikleri bellidir.
Hristofyas 2008 yılında Talât ile müzakerelere başlarken “federasyon formülü Makarios’un verdiği acı bir tavizdir” şeklinde konuşarak “iki kesimli"  çözüme bakış açısını ortaya koymuştur.
Anastasiadis 2013 yılında göreve başlaması münasebetiyle düzenlenen törende yaptığı konuşmada "iki kesimli, iki toplumlu" federal çözüm şeklini "ıstırap veren uzlaşı" olarak nitelemiştir.
Rum tarafının çözümle güttüğü hedeflerden birinin de Ada'da "iki kesimli" siyasî coğrafyadan kurtulmak olduğu âşikârdır.

5. Siyasî Eşitlik:

Kıbrıs sorununun "federal" çözümünde "olmazsa olmaz" vasfında bir parametredir.  Nüfus çoğunluğuna sahip olan tarafın tahakkümünü önleyecek temel ilkedir.
BM parametresi olarak "siyasî eşitlik" kavramı, çözümden önce Ada'da fiilen var olan iki bağımsız ve egemen Devlet arasındaki siyasî eşitlik anlamına gelmemektedir. İki toplumlu federal çözüm ortaya çıkınca iki toplum ve onların federe devletleri arasında kurulacak siyasî eşitliktir.
BMGS yine 1990 yılındaki aynı raporunda siyasî eşitliği şu ifadelerle tarif etmiştir:
Siyasî eşitlik federal hükûmetin organlarına ve idaresine sayısal eşitlikle katılım anlamına gelmemekle birlikte, siyasî eşitlik çeşitli şekillerde yansıtılmalıdır: Kıbrıs Devleti’nin ( State of Cyprus ) federal anayasasının iki toplum tarafından onaylanması ve tadil edilmesi gereği; her iki toplumun federal hükûmetin bütün organlarına ve kararlarına etkili katılımı; federal hükûmetin bir toplumun çıkarları aleyhine karar alabilecek yetkiye sahip olmamasını sağlayacak güvencelerin bulunması ve iki federe devletin eşit ve aynı yetkilere ve işlevlere sahip olmaları.
Bu anlayışın ne şekilde ve ölçüde müstakbel Anayasa'nın hükümlerine hâkim olacağı ve uygulamaya yansıtılacağı bu aşamada belli değildir.
Kıbrıs'ta kurulması öngörülen federal devlet yapısında taraflar arasında siyasî eşitliği sağlayan organların başında, federal devletin cumhurbaşkanı ve cumhurbaşkanı yardımcısı gelir. Cumhurbaşkanı ve yardımcısına ayrı ayrı veya birlikte tanınacak veto yetkisiyle siyasî eşitlik uygulamaya yansıtılabilir.
1984-1985, 1986 ve 1992 (Fikirler Dizisi) çözüm belgelerinde federal devletin cumhurbaşkanının ve yardımcısının beraberce devletin birliğini ve Kıbrıs'taki iki toplumun siyasî eşitliğini temsil etmeleri öngörülmüştü.
Dönüşümlü Başkanlık:
Öte yandan, Siyasî eşitlik parametresinin federal yapıda tecelli edebilmesi için, evvelemirde "dönüşümlü başkanlık" sisteminin kabul görmesi gerekir. Rumların halen bu sistemi kabul etmekten uzak oldukları anlaşılmaktadır.
Egemenliğin Kaynağı:
Ayrıca, Devlet'in "tek egemenliğinin" kaynağının da, anlaşmada, siyasî eşitlik ilkesini yansıtacak biçimde belirtilmesi gerekir.
Aslında, Akıncı'nın ve Anastasiadis'in müzakerelerin çerçevesi olarak kullandıkları Ortak Bildiri'de egemenliğin kaynağı zikredilmiştir. Egemenliğin "eşit olarak Kıbrıslı Rumlardan ve Kıbrıslı Türklerden kaynaklandığı” ifade edilmiştir. Ancak bu ifade tarzı Rum tarafının güttüğü maksatlara hizmet eder mahiyettedir.
Kıbrıs konusuna ilişkin BM terminolojisinde gerçekler göz ardı edilerek "halk" kavramına yer verilmiyor olması sebebiyle, egemenliğin kaynağını göstermek için olarak "toplum" kavramının kullanılması icap ederdi. Bu, 1960 Anayasası'nın lâfzına ve ruhuna da uygun olurdu.  Çünkü, 1960 Anayasa düzeninde iki toplum   “eşit kurucu ortak"(co-founder) statüsündeydiler. Devlet Kıbrıs Türk ve Kıbrıs Rum toplumlarından oluşmaktaydı. Nitekim, 2004'deki ANNAN Plânı'nın çerçevesinde ortaya çıkan "Kuruluş Anlaşması'nın" (Foundation Agreement) ilk cümlesinde  "...1960'da kurulan Cumhuriyet'in ortak kurucuları olduğumuzu hatırlayarak" ifadesine yer verilmiştir.
"Toplum" kavramı federal çözümün esaslarını belirlemek maksadıyla 1984 -1985 ve 1986 yıllarında BMGS tarafından taraflara sunulmuş olan Belgelerde de yer almıştır. Federal devletin halkının, Kıbrıs Türk ve Kıbrıs Rum toplumlarından oluşacağı ifade edilmiştir.
Toplum kavramı, çözüm arayışlarının 1988 - 1992'deki aşamasında BMGS'nin iki tarafla ayrı ayrı yürüttüğü temas ve görüşmelerden sonra hazırladığı "Fikirler Dizisi" (Set of Ideas) isimli müzakere belgesine yansıtılmıştı. Egemenliğin "Kıbrıs Rum ve Kıbrıs Türk Toplumlarından eşit olarak kaynakladığı" hükmüne yer verilmişti. [xli]
Bu hayatî önemdeki konu üzerinde Türk tarafının ısrar ettiğine dair bir işaret göremiyorum.
Bu bahisle ilgili olarak hafızalarımızı tazelemekte fayda vardır.
Kıbrıslı Türkler, Rumlarla birlikte, 1960 Antlaşmaları çerçevesinde “Kıbrıs Cumhuriyeti’nin” eşit statüdeki vatandaşları olarak bireysel hak ve hürriyetler elde etmişlerdir. Ancak bunun yanında toplumsal haklar ve yetkiler de kazanmışlardır. Cemaat Meclisi şeklinde kendi öz yönetim organlarına ve belirli alanlarla sınırlı da olsa, yasama yetkisine sahip olmuşlardır.   Aynı zamanda, Toplum halinde Devlet’in iki kurucu unsurundan biri olarak “kurucu ortaklık” (co-founder) statüsünü elde etmişlerdir. Devlet'in egemenliğine ortak olmuşlardır.
Dr. Fazıl Küçük ve Makarios Londra’da varılan mutabakatları “Kıbrıs Türk Toplumu” ve “Kıbrıs Rum Toplumu”  adına ayrı ayrı imzalamışlardır. İmzalar “Kıbrıslı Türkler” ve “Kıbrıslı Rumlar” adına atılmış değildir.
Halbuki, Ortak Açıklama’da egemenliğin “kaynağı” olarak zikredilen “Kıbrıslı Türkler ve Kıbrıslı Rumlar” kavramı toplumsal bir statü ifade etmemektedir. Üniter bir devlette de tek halk olarak Kıbrıslı Rumlardan ve Kıbrıslı Türklerden söz edilebilir. Esasen, Rum tarafının iddiasına göre  “üniter” Kıbrıs Cumhuriyeti’nin halkı, eşit vatandaşlar olarak, Kıbrıslı Rumlar ve Kıbrıslı Türkler ile birlikte her biri birkaç yüz kişiden oluşan Marunî, Lâtin ve Ermeni dinî unsurlardan, gruplardan meydana gelmektedir.  Hepsi bir arada bir bütün oluşturmaktadır. Bunun içindir ki, Rum tarafı ve onlara arka çıkan güçler son yıllarda sürekli olarak “Kıbrıslılar” (Cypriots) kavramını ön plâna çıkarıp kullanır olmuşlardır. Talât – Hristofyas döneminde “Kıbrıslılar” kavramı iki liderin kullandıkları ortak kavramlardan biri haline gelmiştir.
"Kıbrıslılık" kavramı ile Rumların ve onları destekleyen uluslararası çevrelerin güttüğü uzun vadeli amaç bellidir. Bu amaç Rumların büyük nüfus çoğunluğu içinde Kıbrıs Türk nüfusunu eritmektir. Böylece, Kıbrıs'ın bir Yunan adası olduğu iddialarını fiilen gerçekleştirmektir. Bu çarpık amaçlarını tahakkuk ettirebilmek için de çözüm halinde Ada'daki Türk ve Rum nüfusları için belirli sabit bir oran uygulanmasını öngörmektedirler. Çözüm halinde ortak devletin nüfusunun sabit tutulabilmesi için bir kontrol mekanizmasının oluşturulmasını; Kıbrıs Cumhuriyeti'nin kuruluş yılı olan 1960'daki demografik nispetlerin esas alınarak, Türk nüfusun oranının Rum nüfusun 4'de 1'i olmasını teklif etmektedirler.
Rumlar arasında ve Yunanistan'da Kıbrıs sorununun "osmosis" yoluyla gerçekleşebileceğini açıkça savunan Rum ve Yunan siyasetçiler vardır. Bunlardan biri de Yunanistan'ın şimdiki Dışişleri Bakanı Nikos Kotziaz'dır. [xlii] Bu düşüncenin altında yatan amaç da aynıdır.
"Egemenliğin kaynağı" konusunda yıllardır ifade edegeldiğim görüşlerimin doğruluğu,  Anastasiadis'in 11 Şubat 2014 Ortak Bildirisi'nin açıklanmasından iki gün sonra düzenlediği basın toplantısında övünerek ve hattâ böbürlenerek yaptığı değerlendirme ile kanıtlanmıştır.
Anastasiadis bakınız neler söylemiştir bu konuda:
"Belirtmek isterim ki, egemenliğin, geçmişte kabul etmiş olduğumuz iki toplumdan kaynaklaması yerine bu defa Kıbrıslı Rumlardan ve Kıbrıslı Türklerden kaynaklanacağının kabul edilmiş olması bizim için bir başarıdır (kazançtır); çünkü 1960 Anayasasının tanımladığı şekilde toplumlara değil; Kıbrıs halkının oluşturucu unsurlarına (Kıbrıslı Rumlar ve Kıbrıslı Türkler) atıf yapılmıştır. Böylece, ülkenin halkını oluşturan vatandaşlara ayrı ayrı egemenlik hakkı verilmiş değildir.”
[…I would like to mention that the fact that sovereignty stems equally from the Greek Cypriots and the Turkish Cypriots and not by the two communities like we have accepted in the past, in my view, must be considered an achievement since it refers to the constituent elements that make up the Cypriot people and not to the communities the way they are recognized by the Constitution of 1960. Therefore, no sovereignty is given separately to citizens that make up the people of a country…]
Anastasiadis'in bu yorum hakkında KKTC'den ve Türkiye'den bir itiraz sesi yükselmiş veya karşı bir yorum gelmiş değildir.
Diğer taraftan, 11 Şubat 2014 tarihli Ortak Bildiri’nin 3. maddesinde yer alan  “egemenlik” hakkındaki hüküm Rum tarafının görüşünü yansıtır mahiyettedir.
Çünkü "egemenliğin, "BM üyesi her Devletin BM Yasası çerçevesinde sahip olduğu egemenlik şeklinde olacağı"belirtilmiştir.
BM Yasa’nın 2. maddesinde üye Devletlerin “egemen eşitliği” ilkesi zikredilmektedir. Böyle bir hükmü Ortak Bildiri'ye dahil ettirmekle Rum tarafının güttüğü amacın,  1960 Garanti ve İttifak Antlaşmalarının “egemen eşitlik” ilkesine aykırı olduğunu öne sürerek Antlaşmaların geçerliğini ileride uygun bir fırsatta sorgulayabilmek için peşinen hukukî zemin hazırlamak olduğunda şüphe yoktur.

4.  CÜ  BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.




****

Millî Kıbrıs Davamız Nereye?! BÖLÜM 2




Millî Kıbrıs Davamız Nereye?!   BÖLÜM 2


Millî Kıbrıs Davamız Nereye?!


E. Büyükelçi Tugay ULUÇEVİK
Emekli Büyükelçi














■ KKTC CUMHURBAŞKANI RAUF R. DENKTAŞ (21 Ocak 1997)  
[ TBMM Genel Kurulu'na Hitabı ]:


".....Bu anlaşmaların oluşturduğu esaslar arasında, elden bırakamayacağımız, bırakamayacağınız ilkeler vardır.Bunlardan en önemlisi, Kıbrıs dahilindeki iki halk arasında siyasî eşitliğe denk olarak, Türkiye ile Yunanistan arasında, Kıbrıs'a dönük eşitliktir, dengedir; Lozan'da kurulmuş olan dengenin, Kıbrıs'ta, rahmetle andığımız, o zamanın liderleri tarafından korunarak bir anlaşma yapılmış olmasıdır. Bu dengeye göre, Kıbrıs üzerinde, Yunanistan'ın Türkiye'den daha fazla söz hakkı yoktur. Bu dengeye göre, Kıbrıs, Enosis'e gidemez, taksim edilemez, içte iki eşit halk Kıbrıs'ı idare eder, biri diğerine tahakküm edemez ve dolaylı Enosis olmaması için de, Türkiye ve Yunanistan'ın üye olmadığı herhangi bir birliğe üye olamaz. Bu kadar ince, bu kadar hassas, ama bu kadar sağlam bir dengeyi kurmak suretiyle Kıbrıs'ı bağımsızlığa kavuşturmuş olanları yine rahmetle anıyorum.....Gün geldi, dünyayı niçin karşınıza aldınız; Kıbrıs'ta hak ve hukuk tecelli etsin, haksız saldırılar dursun; Kıbrıs, Rum olmasın, Yunan olmasın diye. Gün geldi, evlatlarınızı, kefensiz, bizim şehitlerimizin yanına yatırdınız. Niçin; Türkiye'nin Kıbrıs'a verdiği önem, Türkiye'nin Kıbrıs için, Kıbrıs'ın Türkiye için hayatî önemi haiz bir Ada olduğu, hiçbir şekilde düşmana bırakılmayacağı ve kan kardeşiniz Kıbrıs Türklerinin, asla bu Ada'da yok edilmeyeceğini, ezilmeyeceğini, sömürüye terk edilmeyeceğini göstermek için...."[xxi]
■ Devlet Bakanı Kayseri Milletvekili Abdullah GÜL (21 Ocak 1997) [Hükûmet adına TBMM Genel Kurulu'nda konuşması]:

"......bugün Meclisimiz, tarihî oturumlarından birisini daha yaşadı. Sayın Cumhurbaşkanımız Süleyman Demirel'in resmî davetlisi olarak ülkemizi ziyaret eden Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin Sayın Cumhurbaşkanı, bugün Mecliste, tarihî konuşmalarını yaptılar ve yayımlanan deklarasyonla da, hep beraber, bütün Meclis olarak bir kez daha Kıbrıs davasının arkasında olduğumuzu gösterdik.....Kıbrıs, Türkiye'nin millî meselesidirpartiler üstü bir meseledirkim iktidarda olursa olsun, 30 senedir, Kıbrıs'a karşı yapması gerekeni yapmıştır ve bundan sonra da yapacaktır.Kıbrıs'ta bugünkü problemin sorumlusu kesinlikle Türkiye değildir..... çeşitli oyunlarla, Türkiye'nin ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin kazanımlarını geri almak için yapılan bütün çalışmalar boşa gidecektir. Bunu derken şunu söylemek istiyoruz; 1960 Antlaşmalarından doğan bütün garantörlük haklarımız aynen devam etmektedir, bunların sulandırılmasına dönük herhangi bir şeye kesinlikle müsaade edilmeyecektirTürkiye, bu konuda çok kesin kararlıdır. Kıbrıs'ın güvenliği Türkiye için vazgeçilmez bir koşuldur, Mersin'in, Sinop'un, Edirne'nin, Kars'ın güvenliği neyse, Kıbrıs'ın güvenliği de Türkiye için aynı şekildedir. (RP, DYP ve ANAP sıralarından alkışlar) Türkiye bunu, gerektiğinde, fiilen de göstermekten hiçbir zaman geri kalmamıştır, bunu, bütün dünya da bilmektedir...." [xxii]

■ RP GRUBU ADINA Manisa Milletvekili BÜLENT ARINÇ (21 Ocak 1997)  [ TBMM Genel Kurulu'ndaki Konuşması ]:
"....Kıbrıs, Türkiye’mizin millî meselesidir, onurudur ve hepimizin haysiyetidir. Türkiye'nin, Kıbrıs'ta, hem tarihî hem millî hem dinî hem ahlakî hem coğrafî ilgisi vardır. Bu ilgimiz sebebiyle, bu ahlakî bağlarımız sebebiyle Kıbrıs davası, bizim için, vazgeçilmez ve üzerinde tartışılmaz bir konudur......bu millî konuda Parlamentomuz, bugüne kadar yekvücut hareket etmiştir. Gelmiş geçmiş bütün hükümetler, iktidar ve muhalefetiyle, bütün milletvekilleriyle Kıbrıs davasında aynı görüşü paylaşmışlardır. Bu, bizim için en büyük güç ve en büyük iftihar meselesidir. İnanıyorum ki, bugün de, Kıbrıs konusunda hepimiz aynı düşüncelere sahibiz; yapılması gereken, alınması gereken bütün kararlara, aynı yüreklilikle, aynı samimiyetle hep beraber sahip çıkacağız......bugün, Parlamentomuzu teşrifleriyle hepimizi memnun eden Sayın Cumhurbaşkanına (KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş) bir kez daha hürmetlerimi, selamlarımı takdim ediyor; kendilerini ayakta alkışlamak suretiyle, bütün düşüncelerine ortak olduklarını ifade eden Sayın Başkanımızı ve değerli milletvekillerimizi, tekrar, hürmetle selamlıyorum."[xxiii]
■ DSP Genel Başkanı İstanbul Milletvekili Bülent ECEVİT (21 Ocak 1997) [TBMM Genel Kurulu'ndaki Konuşması ]:
".... Sözlerimi bitirirken şunu hatırlatmak isterim: Sayın Denktaş, Türkiye'ye Kıbrıs Türklerinin şükran duygularını her zaman cömertçe ifade eder; fakat, aslında, sadece Türkiye Kıbrıs Türkleri için bir güvence değildir; aynı zamanda, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti de Türkiye için büyük bir güvencedir. (DSP sıralarından alkışlar) Kuzey Kıbrıs'ın Türkiye için ne kadar büyük bir güvence olduğunu algılayabilmek, idrak edebilmek için strateji uzmanı olmaya gerek yoktur. Bir ortaokul haritasını açıp bakan herkes Kıbrıs'ın Türkiye için stratejik açıdan ne kadar önemli bir yer tuttuğunu gözleriyle görebilir. Güney kıyılarımızın güvenliği; İskenderun, Mersin Limanlarının güvenliği; petrol boru hatlarının ve ileride yapılacak petrol ve doğalgaz boru hatlarının güvenliği bakımından, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinde Türk askerî varlığının sürmesi, evvela o cumhuriyetin sürmesi ve -o cumhuriyet ebediyen yaşayacaktır inşallah- o cumhuriyette de Türk askerî varlığının ebediyen kalması -her şeyden önce Türkiye'nin kendi güvenliği için- koşuldur." [xxiv]
■ TBMM Genel Kurulu'nun Kararı (21 Ocak 1997):
"1........
2. 1960 Garanti ve İttifak Antlaşmalarıyla oluşturulan garanti sistemi, şimdiye kadar olduğu gibi bundan böyle de geçerli olmaya devam edecek, söz konusu antlaşmaların doğrudan veya dolaylı şekilde değiştirilmesine ve Kıbrıs'ta ve bölgede Türkiye ve Yunanistan arasında mevcut dengenin bozulmasına müsaade edilmeyecektir.
3. Türkiye Cumhuriyeti, Kıbrıs'ta etkin ve fiilî garantisini eksiksiz sürdürecek, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetine vaki olacak saldırıyı aynen Türkiye Cumhuriyetine yapılmış bir saldırı olarak telâkki edecektir.
4. Güney Kıbrıs Rum Yönetiminin Avrupa Birliğine tam üyelik için yapmış olduğu tek yanlı müracaat 1960 Antlaşmalarına aykırıdır. Bunun gerçekleşmesi, Kıbrıs'ın bölünmesine yol açacak ve sorumluluğu Avrupa Birliğine ait olacaktır.
5. Kıbrıs Türk Cumhuriyetine karşı uygulanan ambargo ve çifte standart hiçbir şekilde kabul edilemez.
Dışarıdan müdahalelerin, çözümü daha da zorlaştırdığı tecrübeyle bilinmektedir. Bu millî davada, Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Türk Milletinin tam birlik içinde bulunduğu gerçeği, bütün dünyaca bilinmelidir.”[xxv]
■ 55. Mesut YILMAZ  Hükûmet (ANAP-DSP-DTP-Bağımsızlar) Programında ( 30.06.1997-11.01.1999 ):
"...Ulusal davamız olan Kıbrıs konusunda antlaşmalardan kaynaklanan hak ve sorumluluklarımıza sahip çıkarak, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni her alanda desteklemeye devam edeceğiz. Hükümetimiz, Kıbrıs’ın yalnız Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti için değil, doğrudan doğruya Türkiye’nin güvenliği açısından da yaşamsal önem taşıdığının ve bu önemin arttığının bilincindedir. Ayrıca, Hükümetimiz, Ege’de yaşamsal çıkarlarımızı ilgilendiren konuların karşılıklı anlayış ve yapıcı ve barışçı bir diyalog ile çözülmesi gerektiğine inanmaktadır...." [xxvi]
■ Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi ÖZKÖK (13 Nisan 2004)           [Genelkurmay Başkanlığı Karargahı Orbay Salonu'nda yaptığı basın toplantısında]:
"..... belirttiğim gibi Kıbrıs sadece Kıbrıslı soydaşlarımızın bir meselesi değildir. Türkiye'nin güvenliği de söz konusudur. Kıbrıs'ın Türkiye'nin güvenliği ile ilişkisi, Türkiye'ye olan mesafesi ile açıklanacak kadar yüzeysel değil, daha çok Doğu Akdeniz'deki hak ve menfaatlerimizin korunması ile ilişkilidir. Türk Silâhlı Kuvvetleri'nin bakış açısından Kıbrıs'ın önemi iki temel esasa dayanmaktadır:
Bunlardan birincisi; Türkiye Cumhuriyeti'ne ve Türk Silâhlı Kuvvetleri'ne Garanti Antlaşması ile yüklenen Kıbrıslı soydaşlarımıza sağlamak zorunda olduğumuz güvenlik sorumluluğudur.
İkincisi ise, İttifak Antlaşmasında açıkça ifade edildiği üzere, Kıbrıs'ın, Türkiye'nin güvenliği açısından taşıdığı stratejik rolün önemidir. Bu iki temel esas süreklilik arz etmektedir. Çünkü Kıbrıs'ta ve Doğu Akdeniz'deki istikrar ve denge ancak bu sayede sağlanmaktadır. Garanti Antlaşmasının birinci maddesinde Kıbrıs'ın, tamamen veya kısmen, Türkiye ve Yunanistan'ın birlikte üyesi olmadığı hiçbir siyasi ve ekonomik birliğe katılımına bu gerekçeyle müsaade edilmemiştir.'' [xxvii]
■ 61 Recep Tayyip ERDOĞAN Hükûmet Programında (8.07.2011):
"....İktidarımız döneminde, Kıbrıs’ta, KKTC halkının ve Türkiye’nin stratejik çıkarlarını gözetecek, bu bağlamda BM parametreleri çerçevesinde iki toplumlu ve iki kesimli, tarafların siyasi eşitliğine dayanan kapsamlı çözüme ulaşılması yönündeki çabaları sürdüreceğiz ve BM’nin iyi niyet misyonunu desteklemeye devam edeceğiz. Ayrıca, KKTC’nin uluslararası alanda tanınması ve daha saygın bir konuma getirilmesi için gösterdiğimiz yoğun çabayı aynı kararlılıkla sürdürecek ve aynı zamanda KKTC’nin ekonomik altyapısının güçlendirilmesi için bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da destek vermeye devam edeceğiz...."[xxviii]
■ MHP Ankara Milletvekili Yıldırım Tuğrul TÜRKEŞ  (18 Haziran 2014)   [ MHP Grup Başkan Vekili ve İzmir Milletvekili Oktay Vural ile MHP Grup Başkan Vekili ve Kayseri Milletvekili Yusuf Halaçoğlu'nun "1953 yılından bu yana siyasi literatürümüzde 'millî dava' olarak nitelenen ve kabul edilen Kıbrıs" konusu hakkında Genel Görüşme açılması için verdikleri önergenin TBMM Genel Kurulu'nda görüşülmesi ]:
".... Hepinizin malumu olduğu üzere, Kıbrıs millî davamızdır. Bu millî davanın bugün karşı karşıya olduğu meselelerin bu Meclis çatısı altında detaylı bir şekilde görüşülmesi gerekir.....Kıbrıs denilince ister istemez şöyle bir geçmişe bakıyoruz neler oldu, neler yaşandı diye, bakınca da hatırlıyoruz. Meselâ, Başbakan Erdoğan'ın her fırsatta istismar etmeye çalıştığı merhum Menderes'in Kıbrıs yaklaşımından zerre kadar dahi olsa nasiplenmesini öylesine arzu ederdik ki.
Kıbrıs, Türkiye Cumhuriyeti devleti için 1953 tarihinden bu yana millî davadır. 1955 ve 1957'de merhum Adnan Menderes tarafından kurulan 22'nci ve 23'üncü Hükûmetlerin programlarında, Kıbrıs konusundan, konunun milletimize mal olduğunu gösteren ifadelerle bahsedilmiştir.
Her vesileyle rahmetle andığımız merhum Menderes, 1955 yılının Ağustos ayında 'Kıbrıs Anadolu'nun bir devamından ibarettir ve onun emniyetinin esas noktalarından biridir' şeklinde beyanat vermiştir. Gerçekten de merhum Menderes1955 yılında Kıbrıs'la alakalı olarak iç bünyede öylesine güçlü bir millî hava estirmiştir ki merhum İnönü, 25 Ağustos 1955 tarihinde bir demeç vererek, 'Dış politikamızın Kıbrıs'la meşgul olacağı bugünlerde, iç politikamızın havasının da Kıbrıs'la dolu olduğunu dünyaya göstermek vazifemizdir' demiştir.
Keza merhum Bölükbaşı, aynı tarihlerde 'Kıbrıs meselesi ve oradaki kardeşlerimizi tehdit eden yakın tehlike hakkında, Hükûmetimizin bütün gazetelerde okuduğumuz ve çoktan beri beklediğimiz enerjik beyanatını büyük bir memnuniyetle karşıladık' ifadelerini kullanmıştır.
Millî iradenin tecelligâhı olan Türkiye Büyük Millet Meclisinin bu şerefli kürsüsünden vakti zamanında milletin davasına sahip çıkan merhum Menderes'i, Merhum İnönü'yü, merhum Bölükbaşı'nı bu vesileyle bir kez daha rahmetle ve minnetle anıyorum.
Türkiye'nin tarihinde Kıbrıs bağlamında Milleti ve Millet'in temsilcilerini bu derece bölen bir siyasi zihniyet daha yoktur. Kıbrıs davamız ile ilgili bu kürsüden 'Kesin müzakereleri, durdurun. Amerika'nın hoşuna gitmezmiş, bana ne Amerika'dan!' diyen ve burada coşkulu ve hararetli nutuklar atan, Kıbrıs konuşmalarından sonra kan ter içinde kalan merhum Necmettin Erbakan'ı hatırlıyor ve rahmetle ve hayırla yâd ediyorum. Elbette merhum Bülent Ecevit'i anıyor ve düşünüyorum. 'Kıbrıs'a savaş için değil, barış için gidiyoruz'  diyerek Türk Milleti'nin ve askerinin bir harekât esnasında dahi insanlığını unutmadığını ve unutmayacağını ortaya koyan merhum Ecevit'in millî duruşunu hatırlıyorum. Allah hepsinden razı olsun ve hepsine gani gani rahmet eylesin.
Bunları niçin anlatıyorum? Demokratik hayatımızda, Menderes'ten Ecevit'e uzanan büyük devlet geleneğimizde, her yönetici mevzu bahis Kıbrıs olduğunda içteki ihtilafları rafa kaldırmayı bilmiş ve olabildiğince geniş bir millî mutabakat arayışına girişmiştir. Bunda da büyük ölçüde hepsi başarı sağlamıştır. Menderes ile İnönü'yü, Ecevit ile Erbakan'ı, Demirel ile Türkeş'i, bu büyük insanları bir araya getiren neydi biliyor musunuz?  Millî dava Kıbrıs'ın, Kıbrıs Türkü'nün ve dahi Anadolu'nun kayıtsız şartsız müdafaasıydı.
.....Görünen odur ki aynı AKP iktidarı son dönemlerde Arap dünyasında olan bitenle, ihvancı kardeşlerinin akıbetini düşünmekle o kadar meşgul olmuştur ki Türk dünyasını ve Kıbrıs davasını irdelemeye vakit bulamamıştır........Buradan AKP Hükûmeti'ne çağrımızdır: Cesaretinizi toplayın ve Kıbrıs'ta süren ve Kıbrıs Türkü'nün ve Türkiye'nin hiçbir şekilde yararına olmayan bu müzakereleri derhâl durdurun, askıya alın. Bu yüce çatı altında yer alan tüm partiler bir araya gelelim ve bir ortak bildiriye imza atalım. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin siyasi ve Helenist kararını kınayalım ve uluslararası hukukun Türkiye aleyhtarlığı ile şekillendirilmesinin yanlış olduğuna işaret edelim.....(MHP sıralarından alkışlar)." [xxix]

Osmanlı Devleti Kıbrıs'ı Ülkesinin Emniyeti İçin Fethetti

Osmanlı Devleti'nin de, Kıbrıs Adası'nın Osmanlı ülkesinin emniyeti bakımından taşıdığı büyük önemin şuuru içinde Kıbrıs adasını fethettiği bir gerçektir.
Osmanlı Devleti'nin Sadrazamı Sokullu Mehmet Paşa'nın hepimizin daha ilkokul, ortaokul çağlarımızda öğrendiğimiz Kıbrıs hakkındaki meşhur sözü vardır. Ada'nın Türkler tarafından fethinden birkaç ay sonra 1571 Ekim ayındaki İnebahtı deniz muharebesinden sonra söylenmiştir.
Türklerden Kıbrıs'ın kaybının acısını çıkarmak için oluşturulan haçlılar donanmasının İnebahtı'da (Laponte) baskın yapıp Osmanlı donanmasına çok ağır kayıplar verdirmesinden sonra kendisini ziyaret eden Venedik elçisini kabulünde şöyle konuşuyor Sokullu Mehmet Paşa: "Biz Kıbrıs’ı almakla sizin kolunuzu kestik;  siz ise İnebahtı’nda bizim sakalımızı tıraş ettiniz. Kesilen kol yerine gelmez, ama kesilen sakal daha gür olarak yeniden çıkar."
Bu sözün Kıbrıs'ın stratejik önemini ve değerini ortaya veciz biçimde koyduğu kuşkusuzdur.
Gerçekten de, Osmanlı Devleti, Kıbrıs’ı fethetme kararı aldığı zaman orada Türkler ve Müslümanlar yaşamıyordu. Osmanlı Devleti, sadece bir büyük güç olabilmenin ve Doğu Akdeniz’i ve deniz ticaret yollarını büyük bir güce yaraşır biçimde kontrol edebilmenin ve başta Anadolu olmak üzere bütün Osmanlı topraklarının emniyetini sağlayabilmenin gereği olarak Kıbrıs’a hâkim olmuştur. Bunu da muazzam ve muhteşem bir imparatorluk haline gelerek gücünün zirvesine eriştiği; Doğu Akdeniz’i âdeta bir Türk gölüne dönüştürdüğü ve Dünyaya gücünü kabul ettirdiği  “Yükselme Devrinde” gerçekleştirebilmiştir.  307 yıl hukuken ve fiilen,  45 yıl da hukuken olmak üzere 352 yıl egemenliği altında tutmuştur. Gücünü yitirdiği  “Yıkılma Devrinde” 1878 yılında Rusya'dan Anadolu topraklarına yönelen çok ciddi tehdit ve tehlike üzerine, İngiltere'nin vereceği askerî destek karşılığında Kıbrıs'ın İngiltere tarafından işgal ve idare edilmesine, akdedilen bir Sözleşme çerçevesinde bazı şartlarla razı olmak mecburiyetinde kalmıştır. İngiltere’nin Ada’yı ilhak ettiğini 5 Kasım 1914 tarihinde açıkladığı zaman da bunu tanımadığını fiilen gösterecek gücü kendisinde görememiştir.
Bu tarihî hakikat karşısında Kıbrıs adasının, Osmanlı Devleti’nin gücünün, bölgesindeki ve dünyadaki ağırlığının, itibarının bir ölçüsü veya mihenk taşı olarak alınabileceğini söylemenin pek de yanlış olmayacağını düşünüyorum.

Kıbrıs Adası Türkiye'nin Millî Güvenliği İçin Önemlidir

Aynı ölçü, Türkiye Cumhuriyeti için de geçerlidir. Çünkü Türkiye, 1923'den bu yana Kıbrıs adasının millî güvenliğine bir tehdit üssü olarak kullanılmasına, hayatî çıkarlarına zarar vermesine müsaade etmemiştir.

Yunanistan ve Kıbrıslı Rumlar, Lozan Barış Konferansı'nda Kıbrıs'ın Yunanistan'ın egemenliğine bırakılacağı ümidi ve beklentisi içinde olmuşlardır. Konferans'ın açılışından önce ve açıldıktan sonra Kıbrıs'ın Yunanistan'a verilmesi için gayret sarfedenler ve bu amaçla Türk heyetine baskı yapanlar olmuştur.

"Lozan Dengesi"

Filhakika, Konferans'da Andlaşma'nın ilk taslağı olarak hazırlanan belgede, Osmanlı Devleti’nin üzerinden egemenliğini terk ettiği topraklarda ve Kıbrıs dâhil adalarda, gelecekte ilhak, bağımsızlık ilânı veya herhangi bir başka rejim kurulması yolunda alınacak kararları Türkiye'nin önceden uygun bulmasını, kabullenmesini ve tanımasını öngören bir hükme yer verilmiştir. [xxx]

Büyük Önder Mustafa Kemal Paşa’dan da güç ve destek alan Lozan Kahramanı İsmet Paşa,  Antlaşma'da Kıbrıs'ın Yunanistan'a verilmesini hükme bağlayan veya sonradan Yunanistan’a devredilebilmesine kapıyı açan  böyle bir maddenin yer almasını, kararlı bir tutum göstererek önlemiştir.

Antlaşma'da Kıbrıs'ın İngiltere'nin egemenliği altında bırakılarak, Kıbrıs bakımından Türkiye ile Yunanistan arasında siyasî ve stratejik denge oluşturulmasını sağlamıştır. Türkiye’nin o zamandan itibaren dış politikasında korunmasına titizlik gösterdiği “Lozan Dengesi” kavramı böylece ortaya çıkmıştır.

Lozan Konferansına katılmış ve Barış Antlaşması’nı imzalamış olan Yunanistan Antlaşma’nın Kıbrıs’ın İngiltere’nin egemenliği altına konulmasına ilişkin maddesi hakkında herhangi bir çekince beyan etmemiş olduğunu da hatırda tutmak lâzımdır.

1960 Antlaşmaları "Lozan Dengesini" Pekiştirdi

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Osmanlı Devleti'nin Yıkılıma Devrinde İngiltere'ye terk etmek ve üzerindeki askerini geri çekmek mecburiyetinde kaldığı Kıbrıs'taki Türk varlığının koruyucusu ve güvencesi olmuştur.  1960 Antlaşmalarıyla Lozan Dengesini pekiştirmiştir. Kıbrıs'ta hukukî, etkin ve  fiilî hak ve yetkiler elde etmiştir. Askerini Kıbrıs'tan çektikten 82 yıl sonra yeniden Ada'da konuşlandırmıştır. Yunanistan'ın silâh yoluyla "enosis" i gerçekleştirme teşebbüslerini, 1974'de olduğu gibi, kendisinin sebep olmadığı bir harbin bütün olumsuz sonuçlarını da göze alarak boşa çıkarmıştır. 1974 Barış Harekâtımız Kıbrıs sorununun gerçekçi ve yaşayabilir bir çözüm şekline kavuşturulması için gerekli parametrelerin ada sathında fiilen oluşmasını sağlamıştır. Kıbrıs Türk halkı kendi bağımsız ve egemen Devletine, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ne sahip olmuştur.

Millî Dava İçin Millî Duruş

Özetle, yeniden bir vurgulama yapmak istiyorum.  Özellikle 1950'li yılların ortalarından başlayarak 2003 başına kadar, zaman zaman içinden geçilen çok ağır iç ve dış şartlara rağmen, Kıbrıs konusunda, Türkiye’de, Devlet’in bütün kurumlarını, TBMM’ni, bütün siyasî partileri, genç ihtiyar bütün halkımızı kaplayan ve basınımız tarafından gönül birliği içinde yansıtılan bir “millî heyecan” vardı.  Bu heyecana yol açan faktör “millî dava” anlayışıydı. Bu anlayış Kıbrıs adasının Türkiye için taşıdığı önemin ve değerin bilincine varmanın sonucunda ortaya çıkmıştı.  “Millî dava’ya” sahip çıkma kararlılığı içinde dimdik bir millî duruş gösteriliyordu. Dış politikada bir başka hedefe ulaşmak için Kıbrıs konusunda geri adım atmak, taviz vermek gibi bir anlayış, ne hükûmetlerimizde vardı, ne de kamuoyunu besleyen gazetelerimizde.
Türkiye, İsmet İnönü'nün Başbakan olduğu dönemde, bir taraftan 12 Eylül 1963 günü Ankara'da Avrupa Ekonomik Topluluğu ile Ortaklık Anlaşması imzalayarak Avrupa ile siyasî ve ekonomik bütünleşme yolunda tarihî adımı atmıştı.  Diğer taraftan da, Türkiye, yaklaşık 100 gün sonra 21 Aralık 1963 günü Kıbrıslı Rumlar Kıbrıs Türk halkına silâhlı saldırılara başlayınca, 25 Aralık günü savaş uçaklarını Kıbrıs semalarında uçurarak; donanmasını Kıbrıs karasularına sokarak soydaşlarının yanında olduğunu dünya göstermişti.

Rauf Denktaş: Ben Türkiyesiz Cennete Bile Girmem

Kıbrıs’taki soydaşlarımız da, önce Dr. Fazıl KÜÇÜK ve sonra Rauf DENKTAŞ gibi anavatan Türkiye'ye inançla bağlı kahramanların önderliğinde ve liderliğinde mücahitlik ruhu içinde canları pahasına “enosis” e karşı direnmişlerdir.
Daha sonraki yıllarda, Kıbrıs Türk halkı, AB'ne katılım konusunda, Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne tam üye olmasından önce, kendilerinin bir çözüm çerçevesinde AB'ne katılmalarının,  Rumları ve Yunanistan'ı tarihi "enosis" emellerine kavuşturacağının farkında olmuştur. Rauf Denktaş demeçlerinde "ben Türkiyesiz Cennet'e bile girmem" şeklinde konuşmuştur.
Prof. Dr. A. Davutoğlu'nun Kaleminden  Kıbrıs'ın Önemi:
Kıbrıs müzakere sürecinin Şubat 2014'de başlatılmasında ABD Cumhurbaşkanı Yardımcısı Biden ve ABD Dışişleri Bakanı Kerry ile birlikte  baş başrolü oynayan aktörlerden biri olan Başbakan Davutoğlu'nun Kıbrıs Adasının genel olarak ve özellikle Türkiye için olan önemine dair görüşlerini ve değerlendirmelerini de burada özetle kaydetmek istiyorum.

Benim de paylaştığım bu isabetli görüşler ve değerlendirmeler, Sayın Davutoğlu'nun Akademisyen sıfatıyla kaleme alıp yayınladığı "Stratejik Derinlik" isimli kitabında [xxxi] yer almaktadır.

Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu kitabında,

▬ Kıbrıs konusunun Türkiye'nin tarihî sorumluluklarının bir sonucu olarak ve Ada'nın coğrafî konumunun jeostratejik açıdan taşıdığı önem sebebiyle ülkemizi doğrudan ilgilendirdiğini;
▬ Ada'da tek bir Müslüman Türk yaşıyor olmasa bile Türkiye'nin bir Kıbrıs meselesinin olması gerektiğini;
▬ Çünkü, Ege'den soyutlanmış  ve Kıbrıs Rum Kesimi ile güneyden çevrilmiş bir Türkiye'nin dünyaya açılma kapılarının  önemli ölçüde sınırlanmış olacağını;
▬ Ayrıca, Kıbrıs'ınTürkiye'nin Hazar-Karadeniz-Boğazlar-Ege Denizi-Doğu Akdeniz-Süveyş-Basra Körfezi hattından oluşan yakın deniz kuşağı ile ilgili genel bir deniz stratejisinin kilit unsuru olarak özel bir önemtaşıdığını;
▬ Kıbrıs adasının sabit bir üs ve uçak gemisi konumunda olduğunu;
▬ Türkiye'ye hasım bir gücün Kıbrıs'a yerleştirilebileceği bir füzenin Anadolu topraklarını tehdit edebileceğini;
▬ Bu tehdidin Rusya, Ermenistan ve Suriye'den de ülkemize yönelebilecek tehditlerle birleşmesi halindeTürkiye'de hiçbir güvenlikli alanının kalmayabileceğini;
▬ Hiçbir ülkenin kendi hayat alanının kalbinde yer alan böyle bir adaya kayıtsız davranamayacağını;
▬ Öte yandan, Kıbrıs'ı ihmal eden bir ülkenin küresel ve bölgesel politikalarda etkinlik kazanamayacağını;
▬ Nitekim, Almanya'nın da Kıbrıs politikasının amacının,  güney hattı üzerinde önemli bir stratejik ayak elde etmeye,  İskenderun Körfezindeki ve Doğu Akdeniz çıkışı üzerindeki kontrolünü arttırmaya ve Avrupa'yı Ortadoğu bölgesine de müdahil bir konuma getirmeye  matuf bulunduğunu;  
▬ Ortadoğu, Doğu Akdeniz, Ege, Süveyş Boğazı, Kızıl Deniz ve Körfez üzerinde stratejik hesaplar yapan hiçbir küresel ve bölgesel gücün Kıbrıs adasını ihmal edemeyeceğini,
kolayca anlaşılır açık bir dille ifade etmiştir.

Davutoğlu: "Kıbrıs'ta Çözüme Çok Yakınız"

Başbakan Ahmet Davutoğlu,  8 Mart Salı günü Türkiye - Yunanistan İşbirliği Konseyi toplantısı vesilesiyle İzmir'de buluştuğu Yunanistan Başbakanı Alexis Tsipras ile yaptığı ortak basın toplantısında, memnun bir tarzda, "Kıbrıs'ta çözüme çok yakınız"  demiştir. [xxxii]
Tsipras ise aynı değerlendirmeyi yapmamıştır.
Davutoğlu'nun kitabındaki değerlendirmelerinin de ışığında "yakın olduğumuz" çözüm şeklinin, Türkiye'nin millî çıkarları ve millî güvenliği açısından Kıbrıs sorununun çözümü için Devletimiz tarafından belirlenmiş olan parametrelere tamamen uygun olduğunu düşünmemiz ve beklememiz doğaldır.
Kıbrıs müzakere sürecinin seyri medya karartması uygulanmaktadır. Bu karartmaya sadece Türk tarafı büyük ölçüde uymaktadır.  Oysa, Rum tarafında müzakerelerdeki gelişmeler hakkında günü gününe tartışma cereyan etmektedir. Resmî demeçler verilmektedir. Bunlardan, Rum tarafının müzakere başlıkları altındaki konuların birçoğunda Türk tarafının savunduğu tezleri kabul etmekten uzak durdukları anlaşılmaktadır. Akıncı ile Anastasiadis arasındaki görüşmelerin birinci yılında, Türk tarafı için hayatî önemi haiz parametrelerde herhangi bir mutabakat ortaya çıktığını söylemek mümkün değildir.
Belirtiler, Kıbrıs sorununu, Atatürk'den başlayarak, çeşitli Devlet adamlarımızın, siyasetçilerimizin ve son 14 yıldır da Başbakan Başdanışmanı, Dışişleri Bakanı ve Başbakan olarak Kıbrıs politikalarımızın oluşturulmasında ve uygulanmasında etki ve söz sahibi olmuş bulunan Profesör. Dr. Ahmet Davutoğlu'nun, Kıbrıs adasının özellikle Türkiye için önemine dair yapmış olduğu değerlendirmelere uygun düşen bir çözüme kavuşturmanın mümkün olamayacağını ortaya koymaktadır.
Kaldı ki, Anastasiadis'i müzakere masasına çekebilmek ve müzakereleri başlatabilmek için, Rum tarafına peşin tavizler verilmiş bulunmaktadır.


3 CÜ  BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.




****

Millî Kıbrıs Davamız Nereye?! BÖLÜM 1



Millî Kıbrıs Davamız Nereye?! 

BÖLÜM 1



















E. Büyükelçi Tugay ULUÇEVİK
Emekli Büyükelçi












21 Haziran 2016 - Millî Kıbrıs Davamız Nereye?! 
E. Büyükelçi Tugay ULUÇEVİK  TÜRKSAM

UZMANIMIZIN BİYOGRAFİSİ;

E. Büyükelçi Tugay ULUÇEVİK

Emekli Büyükelçi
Türkiye Dışişleri Bakanlığında çeşitli görevlerde bulunduktan sonra 1986 - 1989 arasında Birleşik Arap Emirlikleri, 1989-1991 yıllarında Romanya büyükelçiliği, 1992-1995 arasında Kıbrıs işlerinden sorumlu Müsteşar yardımcılığı, 1995-1998 arasında Birleşmiş Milletler Cenevre Ofisi nezdinde Türkiye Daimi Temsilciliği, 1998-2000 yılları arasında Almanya büyükelçisi ardından Dışişleri Bakanlığı Dış Politika Danışma Kurulu üyesi ve emekli olduktan sonra da Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütü Genel Sekreter vekilliği görevini yürütmüştür. 
İngilizce bilmektedir.
***


Milli Dava'nın Doğuşu - Türk gençliği ile Türk basını el ele


Kıbrıs konusu için Türkiye'de ilk defa "Millî Dava" deyimini kullanmış olan bir kuşağa mensubum.
Millî Dava'nın günümüze kadar olan gelişmelerini sade vatandaş olarak ve özellikle 1967 - 2004 arasındaki gelişmelerini de Dışişleri Bakanlığındaki hemen hemen tamamı doğrudan Kıbrıs dosyası üzerinde geçmiş olan hizmetlerim vasıtasıyla ilgi, dikkat ve heyecanla yaşadım. Yaşamaya da devam ediyorum.
Türk gençliği Kıbrıs konusundaki duyarlılığını 1952 yılından itibaren somut biçimde ortaya koymaya başlamıştır. Meselâ, Türkiye Millî Gençlik Komitesi 16 Temmuz 1952 tarihinde bir bildiri yayınlamış ve diğer hususlar meyanında şunları da ifade etmiştir:
"Kıbrıs coğrafya itibariyle küçük Asya'ya bağlıdır. Kıbrıs fetih hakkı itibariyle Türk'tür. 1571 de Türk kanıyla sulanarak 307 sene Türk hükümranlığı altında kalmıştır. Kıbrıs adası iktisaden Anadolu'ya bağlıdır. Kıbrıs, askerî ve stratejik bakımdan Türkiye için büyük bir önemi haizdir."[i]
Kıbrıs konusunun 1954 yılında uluslararası bir sorun olarak BM Genel Kurulu'nun gündemine dahil edilmesine yol açan adımlar, 1950'li yılların başından itibaren Yunanistan tarafından atılmıştır. Bu adımları, Yunanistan, BM Yasası'ndaki "halkların kendi kaderlerini kendilerinin tayin etmesi" ilkesinin Kıbrıs için de uygulanmasını sağlayarak Ada'yı kendi topraklarına katmak maksadıyla atmıştır.
Yunanistan'ın bu girişimlerine Türk gençliği millî bir heyecan içinde tepki göstermiştir.
Türkiye Millî Talebe Federasyonu'nun bünyesinde kurulmuş olan Kıbrıs Komitesi'nin 2 Haziran 1953 günü yayınladığı Bildiri'de "Kıbrıs konusunda hakiki söz sahibinin Türkiye olduğu" vurgulanmış ve "Türk gençliği, .........Kıbrıs davasını benimsemiş ve millî bir dava olarak ele almış bulunmaktadır. Ele aldığı davaları, güç de olsa, halletmesini bilmiş bir Millet'in gençliği olmamız en büyük kudretimizi teşkil etmektedir" ifadesine yer verilmiştir.[ii]
Böylece, Türkiye'de Kıbrıs konusu veya Kıbrıs meselesi için ilk defa olarak "Millî Dava" kavramını kullanan Türk gençliği, "Millî Kıbrıs" davamızda tarihe geçmiştir.
Türk gençliğinin Yunanistan'ın "enosis" emeline karşı gösterdiği bu tepki, ortaya koyduğu heyecan ve dile getirdiği "millî dava" anlayışı Türk basını tarafından kamuoyumuza yansıtılmıştır. O zamanki Hürriyet gazetesinin sahibi ve başyazarı Sedat SİMAVİ başta olmak üzere, basınımızın önde gelen isimleri, Kıbrıs konusunun Türkiye'de "millî dava" olarak benimsenmesinde başrolü oynamışlardır.
Ben de mensup olduğum kuşakla beraber 14 yaşımdan itibaren, yani "Millî davanın"  doğduğu 1953 yılından itibaren, zamanın akışı içinde geçirdiği bütün safhalarına tanıklık ettim. O yıllarda Yurdumuzun her ilinde Kıbrıs için düzenlenmiş olan heyecanlı mitinglere ben de 15 yaşımdan itibaren Ankara'da katılmış bulunuyorum. Bugün de Kıbrıs konusunda o günlerdeki duygu ve heyecanımı muhafaza ediyorum.
Bu sayede de "Millî Davamızın" ilk 50 yıllık devresi ile Kıbrıs "Millî Davamız" bakımından kaygılarla geçen son 13 yıllık dönem arasında kıyaslama yapma imkânına sahip bulunuyorum.

1950'li yıllarda Türkiye'yi çevreleyen dış şartlar

1950'li yıllarda Türk gençliğinin Türk basınıyla dayanışma içinde Türkiye'de "millî dava" ruhunun doğmasında ve yaygınlaşmasında oynadığı tarihî rolün öneminin ve değerinin daha iyi farkedilip değerlendirebilmesi için Türkiye'yi o günlerde çevreleyen dış şartları kısaca hatırlamak lâzımdır:
Türkiye, 2. Dünya Harbi'nin hemen ertesinde Sovyetler Birliği'nin toprak bütünlüğümüze yönelik somut tehditleri ve teşebbüsleri karşısında kalmıştı. Bu vahim durumda, Türkiye dış politikasında önceliği, Batı Dünyasıyla müşterek güvenlik sistemi içinde işbirliği imkânları sağlamaya vermişti. Dikkatini bu yöne teksif etmişti.  Bu sebeple, bu dış tehlike karşısında Kıbrıs konusundaki gelişmeleri takiple yetiniyor, fakat aynı tehdit ve tehlikelere maruz Yunanistan ile o sıralarda görünüşte iyi olan ilişkilerini ve işbirliğini zedelemekten kaçınıyordu.

Dr. Fazıl Küçük'ün ve Rauf Denktaş: "Kıbrıs Girit Olmasın"

İşte,  Türkiye'nin içinde bulunduğu bu şartlarda, Kıbrıslı Türklerin Dr. Fazıl Küçük'ün liderliğindeki ve içinde 24 yaşında bir avukat olarak Rauf Denktaş'ın da yer aldığı önderler kadrosu, çıkardıkları gazete ile,  Ada'da düzenledikleri mitinglerle, Türk Hükûmeti'ne gönderdikleri "Kıbrıs Girit olmasın" mesajlarıyla, Ankara'ya yaptıkları ziyaretlerle,  sadece Türk resmî makamlarını değil, bütün Türk Milleti'ni Rumların ve Yunanların Kıbrıs adasına yönelik gerçek emel ve niyetleri hakkında bilgilendirmekteydi; uyarmaktaydı.
Kıbrıs'tan yükselen, Toros dağlarını aşarak Ankara'ya ulaşan bu uyarıcı sesleri Türk gençliği yankılandırmış; Türk basını da bu sesleri Anadolu'ya yaymıştır. Neticede, Anadolu halkı Kıbrıs Türk halkıyla Millî dava etrafında kenetlenmiş ve bütünleşmiştir.
Anavatan - Yavru Vatan sıcak kucaklaşması ve bütünleşmesi bu şekilde Türk Gençliğinin ve Türk Basınının oynadıkları örnek alınması gereken bu tarihî rolle meydana gelmiştir.
Kıbrıs Türk halkı, Türkiye Ada'ya fiilen gelinceye kadar, Dr. Fazıl Küçük'ün Halkın Sesi gazetesinde çıkan bir yazısındaki  [iii] ifadeyle “biz refahımızı ve yaşama haklarımızı ancak Türk bayrağının gölgesinde bulabileceğimize iman etmiş, inanmış bulunuyoruz; çünkü Türküz ve hiçbir zaman Türklüğün ayaklar altında çiğnenmesine tahammül edemeyiz" diyerek "enosis" yaygaraları ve silâhlı saldırıları karşısında canları pahasına direniyordu. Böylece hem Ada'da kendi varlıklarını, yani Türk varlığını,  hem de anavatanları Türkiye'nin Kıbrıs ile ilgili hayatî çıkarlarını koruyorlardı.  
Bu kahramanlar, 1571 yılından itibaren Anadolu'nun bağrından alınıp Ada'ya getirilmiş olan Kıbrıslı soydaşlarımızdı.

Türk Hükûmeti Kıbrıs Konusunu "Millî Dava" olarak kabul ediyor

Kıbrıs Türk halkı ile beraber Türk kamuoyunun, gençliğiyle ve basınıyla, Kıbrıs konusuna "millî dava" anlayışıyla sahip çıkması, Türk Hükûmeti'nin tutumunu da etkilemiş ve şekillendirmiştir.
1954 ve 1957'de Başbakan Adnan MENDERES tarafından kurulan 22. ve 23. Hükûmetlerin programlarında Kıbrıs konusu "millî dava" olarak zikredilmiştir.  
"Millî Dava" kavramı daha sonra, 28. İsmet İNÖNÜ, 29. Suat Hayri ÜRGÜPLÜ,  30., 31., 32. ve 39. SüleymanDEMİREL, 34. Nihat ERİM,  35. Ferit MELEN, 36. Naim TALU ve 55. Mesut YILMAZ Hükûmetlerinin programlarında da kullanılmıştır.
Türk Milleti'nin Kıbrıs sorununu  "millî dava" olarak benimsemesi ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin de konuyu "millî dava" olarak ele alıp yürütmesi,   Liderlerimizin Kıbrıs adasının Türkiye için taşıdığı önemin ve değerin bilinci içinde hareket etmiş olduklarını ortaya koymaktadır.

Kıbrıs Adasının Türkiye İçin Önemine Dair Değerlendirmeler

Kaldı ki, Devlet ricalimizin, siyasetçilerimizin ve hattâ yabancı diplomatların çoğu bugün artık arşivlerde bulunabilen demeçlerini okuduğumuz zaman, birçoğunda, Kıbrıs Adası'nın Türkiye'nin ulusal emniyeti ve ulusal çıkarları ve Kıbrıs'taki Türk varlığının mukadderatı açısından olan öneminin ve konunun "millî davavasfının vurgulanmış olduğunu görmekteyiz. Aynı değerlendirmeye Hükûmet programlarında da rastlamaktayız. Bunlardan bazılarını aşağıya alıntılıyorum:
■ Milletimizin Kurtarıcısı ve Devletimizin Kurcusu Büyük Önderimiz Mustafa Kemal ATATÜRK’ün 1930’lu yıllarda Türkiye’nin güney bölgelerinde düzenlenen bir askerî tatbikatta yapılan bir durum değerlendirmesinde, Kıbrıs Adası’nın Türkiye için olan değerini ve önemini “Kıbrıs düşman elinde bulunduğu sürece, Türkiye’nin ikmâl yolları tıkanmıştır. Kıbrıs’a dikkat ediniz. Bu Ada bizim için çok önemlidir” sözleriyle dile getirdiği kaynaklarda kayıtlıdır.[iv]
■ CHP Lideri İsmet İNÖNÜ (28 Ağustos 1954) [ İnönü'nün Türkiye Millî Talebe Federasyonu'nun Kıbrıs toplantısında okunan mesajı ]:
" Kıbrıs meselesinde Türkiye'nin millî menfaati .....Kıbrıs'taki soydaşlarının insan haklarına mazhar olarak emniyet içinde yaşamaları ve milliyetlerini muhafaza etmeleridir..... Türkiye'nin toprak emniyeti meselesi bugün de birinci derecede meselemizdir.....Yunanlılar ile dostluk ve ittifak münasebetleri içinde bulunmamız, bizi Kıbrıs meselesinde ihtiyatsız olmağa sevkedemez. Kıbrıs’taki Türklerin mukadderatını ve Ada’nın vatan bütünlüğü için büyük stratejik ehemmiyetini ihmal etmemizi hiçbir insaflı dost bizden isteyemez. Kıbrıs bizim için de hayatî ehemmiyeti haizdir.[v]
■ İngiltere'nin BM nezdindeki Daimî Temsilcisi Büyükelçi  - sonradan İngiltere'nin 1955 ile 1960 arasındaki Dışişleri Bakanı - Selwyn Llyod (24 Eylül 1954) [Yunanistan'ın müracaatı üzerine Kıbrıs konusunun BM'nin dokuzuncu Genel Kurul toplantısında görüşülmesi sırasında]:
  “Kıbrıs coğrafî bakımdan Anadolu’nun bir parçasıdır ve orada 100.000 kişilik Müslüman – Türk kitlesi de oturmaktadır. Kıbrıs tarihte hiçbir zaman Yunanistan’a ait olmamıştır. Ada’da yaşayan mütecanis Türk kitlesi kendi müftüsü ve vakıflarıyla Türkiye’ye ırkî ve kültürel bağlarla bağlıdırlar. Ada’nın ekonomisinde önemli rol oynamaktadırlar..." [vi]
■ C.M.P. Genel Başkanı Bölükbaşı (24 Ağustos 1955) [Edirne'de CMP İl Kongresi'nde]:
“…Kıbrıs iki bakımdan bizi alâkadar etmektedir. Birincisi orada yaşayan yüz bin Türk’ün hayatı bakımından. İkincisi de Kıbrıs’ın Vatan’ın bir parçası oluşu bakımından. ….” [vii]
■ Başbakan Adnan MENFERES (24 Ağustos 1955): [Kıbrıs İngiltere’nin egemenliği altında bulunduğu dönemde Yunanistan’ın 1954 yılında Ada’yı kendisine bağlamak maksadıyla BM’de teşebbüslere başlaması üzerine verdiği uzun demeçten alıntılar ]
 “….Girit’i almak metotlarının Kıbrıs’ta tekrar edilmekte olması, ister istemez  bizi, Yunan irredantizm hareketlerinin başlangıcından bugüne kadar olan seyrini hatırlamaya sevk ediyor. Kıbrıs’taki bir avuç ekseriyetlerine istinat  ederek, dünyanın başına yeni gaileler  açmak isteyenlere, ister istemez , «Ankara önünde ne işiniz vardı?» sualini sormak zaruretini hissettiriyor….Şurasının herkesçe açık biçimde bilinmesi lâzım gelir ki, Türkiye sahillerinin büyük bir kısmı, başka devlete ait olan tarassut (gözetleme) ve tehdit palangalarıyla muhat (kuşatılmış) bulunuyor. Bir Kıbrıs sahası bugün salim (sağlam) görünüyor. Bu bakımdan Kıbrıs Anadolu’nun bir devamından ibarettir ve onun emniyetinin esas noktalarından biridir….” [viii]
■ CMP Genel Başkanı Osman Bölükbaşı (25 Ağustos 1955) [ Başbakan Menderes'in demecine cevaben ]:
"....Kıbrıs meselesi ve oradaki kardeşlerimizi tehdit eden yakın tehlike hakkında Hükûmetimizin bugün gazetelerde okuduğumuz ve çoktanberi beklediğimiz enerjik beyanatını, büyük memnuniyetle karşıladık. Esasen Cumhuriyetçi Millet Partisi'nin dün Edirne'de yapılan Kongresi'nde de Hükûmet'in çok enerjik hareket etmesi lâzım geldiğini; haklarımızı ve Kıbrıs'taki kardeşlerimizi korumak mevzuunda bütün Millet'in kendisiyle beraber olduğunu açıklamıştık. Böylece millî ve vatanî mevzularda, iktidar ve muhalefetin, bir fikir etrafında birleşebileceklerinin sevindirici bir örneğini vermiştik. Bir kere daha belirtmek isteriz ki, vatanî ve millî mevzulardaki hassasiyetimizi iç politika ihtilâflarımız asla gölgeleyemez. Bu itibarla, bugün bütün dikkatimizi Kıbrıs Konferansı ve kardeşlerimizin emniyet meselesi üzerinde toplamış bulunmaktayız...." [ix]
■ CHP Lideri İsmet İNÖNÜ (25 Ağustos 1955) [ Başbakan Menderes'in demecine cevaben ]:
"Kıbrıs davası üzerine hükûmetin beyanatı bize ciddi bir vaziyet göstermektedir. Kıbrıs'taki kardeşlerimizin yakın günlerde umumî bir tecavüz karşısında bulunduğundan resmen bahsedilmiştir. Bütün vatandaşların alâkasının bu vahim haber üzerinde toplanması lâzımdır.
Dış meseleler ve tehlikeler üzerinde iktidarın muhalefetle işbirliği yapması usulü bizde henüz teessüs etmemiştir. Onun için tehlike zamanlarında yapabileceğimizi âcilen bildirmek isteriz. Kıbrıs'taki kardeşlerimizin can ve mallarını tehlikeden korumak için Hükûmet'in alacağı bütün tedbirlerle beraberiz. Kıbrıs Konferansında haklarımızı korumak ve kurtarmak için Hükûmeti bütün gayretlerinde destekleriz. Kıbrıs Konferansı'nın şekli ve neticesi belli oluncaya kadar muhalif parti olarak dikkatimizi bu mevzuda toplayacağız. Dış politikamızın Kıbrıs ile meşgul olacağı bugünlerde iç politikamızın havasının da Kıbrıs ile dolu olduğunu göstermek vazifemizdir." [x]
Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü ZORLU ( 1 Eylül 1955): [ Kıbrıs sorununa bir çözüm bulmak için İngiltere’nin daveti üzerine 29 Ağustos – 7 Eylül 1955 tarihlerinde Londra’da toplanan Kıbrıs Konferansında ]:
  Türkiye’nin bir harp vukuunda müdafaa kuvvet ve kudretinin idamesini Kıbrıs’ı hesaba katmaksızın düşünmek bile imkânsızdır.....Kıbrıs adası askerî bakımdan (binnefis) Türkiye’nin kendisinin  ve Türkiye’ye (hemcivar) komşu olan  (şark) doğu memleketlerinin akıbetiyle Türkiye kadar yakından ilgili bir devletin elinde bulunmak zorundadır….Bir harp halinde Türkiye’nin savunma gücünün hariçten beslenmesi ancak Akdeniz’deki batı ve güney limanları vasıtasıyla olabilir…. Türkiye’nin batı limanları….muhtemel düşmanın kuvvetli tesir sahasına dahil bulunmaktadır ve Türkiye bir harp halinde ancak güney limanları vasıtasıyla beslenebilir. İkinci cihan harbinde bu vaziyet bütün açıklığıyla meydana çıkmıştır….. Eğer Ada’nın hakimi aynı zamanda batıdaki adaların da hakimi olursa Türkiye’yi fiilen (muhasara etmiş) kuşatmış olacaktır….. Hiçbir memleket bütün emniyetini, ne kadar dost ve müttefik olursa olsun, tek bir devlete bağlayamaz.....” [xi]
■ 23. Adnan MENDERES Hükûmetinin Programında (25.11.1957-27.05.1960):
".....Dış siyasetimizin hayati bir mevzuu olan Kıbrıs meselesine gelince; bu milli davamıza karar ve düşüncelerimiz katiyet ve sarahatle ortaya konulmuş bulunmaktadır.....Türkiye’nin emniyetinin ve adadaki Türk cemaatinin (istikbâl) geleceği ve (inkişafının) gelişiminin korunması için aldığımız bu kararlı durumun muhafaza olunacağını bir kere daha teyid ederiz...." [xii]
■ Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü ZORLU (28 Şubat 1959) [ TBMM Genel Kurulu'nda Dışişleri Bakanlığı'nın 1959 mâlî yılı bütçesinin görüşülmesi vesilesiyle ]:

"...... Kıbrıs meselesi Türkiye bakımından hayati bir ehemmiyet arz etmekte idi. Kıbrıs meselesinde menfaatlerimizin lâyıkı ile korunması için şu şartların tahakkuku lâzım gelmekte idi: 1. Kıbrıs'ın hiçbir zaman diğer yabancı bir devlete ilhak edilmemesi; 2. Kıbrıs'taki Türk cemaatinin inkişafının önlenmemesi ve onun Adada bir ekalliyet (azınlık) muamelesine tâbi tutulmaması; 3. Adanın Türkiye'nin emniyeti için arz ettiği büyük ehemmiyet nazarı itibara alınarak Adanın müdafaasının temini ve müdafaaya Türkiye'nin iştiraki....." [xiii]

■ Başbakan Süleyman DEMİREL (12 Eylül 1967 ) [ Yunanistan Başbakanı Kolias ile Keşan ve Dedeağaç'ta görüştükten ve Yunan Askerî  Hükûmeti'nin Kıbrıs için ENOSİS Teklifini reddettikten sonra Basın Toplantısında ]:

".....Türkiye'nin Ada üzerindeki tarihî hakları ve Adanın Türkiye'nin güvenliği bakımından önemi de, meseleye çözüm yolu ararken daima göz önünde bulundurduğumuz bir husustur...... Kıbrıs işinin bugüne kadar barışçı bir çözüm yoluna kavuşamamasında Yunanistan'ın Ada'yı  kendisine ilhaktan gayri bir hal şeklini mümkün  görmemesi başlıca amil olmuştur. Türk tezi ise, yürürlükteki Antlaşmaların tarafların rızası olmadan değiştirilememesi; cemaatlerden birinin diğerine  tahakküm edememesi; Lozan'da bu bölgede kurulmuş  olan dengenin bozulmaması ve Ada'nın bir başka devlete tek taraflı ilhakının önlenmesi esasları dahilinde ihtilâfa bir çözüm yolu aranmasıdır......Bizim Kıbrıs siyasetimizin temelini, Kıbrıs'ın statüsünü tayin eden Antlaşmalar teşkil eder.....Biz müzakere etmiş olmak için müzakere kabul etmeyi ne kadar fuzuli görüyorsak,  müzakerelerden kaçmayı da o kadar icapsız sayarız. Aksi halde geriye müzakere  kapısını kapayarak gerginlik ve çatışma yolunu açmak kalır..... Kıbrıs meselemizde, şeref ve haysiyetsimizden bir fedakârlık yapılamaz.  Türk Milleti şeref ve haysiyeti için her türlü fedakârlığı yapabileceğini tarih boyunca ispat etmiştir...... " [xiv]

■ AP Genel Başkanı ve Muhalefet Lideri Süleyman DEMİREL (20 Temmuz 1974) [ Kıbrıs Barış Harekâtı TBMM'nin Olağanüstü Birleşik Toplantısında yaptığı konuşma ]:

".....TBMM'nin millî meseleler karşısında bütün iç çekişmelerini bir kenara atıp, cihan âleme karşı tek vücut halinde hareket etmesi,  aynı zamanda, Milletimizin de millî meseleler karşısında yekvücut olduğunun kanıtını oluşturacaktır.....'Kıbrıs davası,  aslında Türkiye için ne bir toprak davasıdır  ne de sadece Kıbrıs'ta yaşayan 150 bin soydaşımızın güvenliği davasıdır. Bunları çok aşan bir davadır.....Kıbrıs davası 1829'da Mora yarımadasından başlayarak hep Osmanlı İmparatorluğu aleyhine büyüyerek gelen Elen idealizmine, megali  idea'ya 'dur' deme davasıdır.....Kıbrıs davası karşısında Türk Milletinin gösterdiği hassasiyet bir tarihî şuurun neticesidir......Bugün bir Kıbrıs davası hâlâ elimizde var ise, olabilmiş ise, bir Kıbrıs davasında tutacak bir yerimiz, önemli tutacak bir yerimiz var ise, Kıbrıs'a Osmanlı İmparatorluğu'nun aslında Anadolu'nun tabiî bir uzantısı olan bu adaya 1570'de götürüp bıraktığı, 300 sene sonra 1878'de terk edip geldiği Türk Milletinin asil evladı, orada bayrak için ve Büyük Türk Topluluğu için şecaat ve kahramanlık göstermiş; 450.000 Rum'un içerisinde 73 ayrı yerde dağınık bir şekilde olmalarına rağmen, ölmüşler, işkence görmüşler, açlığa tabi tutulmuşlar ve bunların çok büyük bir kısmı da Kıbrıs Anayasası'nın mer'i olduğu zamanda olmuş, bunların büyük kısmını da yaptıran Arşövek Makarios'tur; öyle olmuş, ama Türk varlığını muhafaza etmekte hayatiyet gösterebilmişlerdir....Ada'da  bir yeni nizam kurulacaktır, bir yeni nizam kaçınılmazdır.....Konu üzerinde söylenecek sözler geride kalmıştır. Bugün sabahtan itibaren konu üzerinde yeni bir dönem açılmıştır. Konu üzerinde şu veya bu denebilir. Bugün denecek tek bir şey vardır : ......Bu ülkenin çocukları, Türkiye Cumhuriyetinin vatandaşları, bugün tek kalp halinde. Yüce Milletimizin değerli varlığı, Türk tarihinin şanlı sayfalarını yazan, Türk Milletinin özü, hamaset ve vatanperverlik dolu, kahramanlık dolu Türk Silahlı Kuvvetlerinin gün batmadan başarıya ulaşmasını temenni etmek, hepimizin en büyük emelidir. (AP, CHP ve CGP sıralarından "Bravo" sesleri, şiddetli alkışlar) Cenabı Allah'ın milletimizi, devletimizi, onun mümessillerini, Türk Silâhlı Kuvvetlerini başarıya ulaştırmasını ve Milletimizi daima başı dik millet olarak tutmasını niyaz ediyor,hepinize saygılarımı sunuyorum. (AP, CHP, CGP, MSP sıralanandan alkışlar.[xv]

■ 6. Cumhurbaşkanı Fahri KORUTÜRK [ Rauf DENKTAŞ'ın naklettiği değerlendirmesi ]:

''Kıbrıs adası, Türkiye'nin denizlere açık bir ülke olmasını engelleyecek bir konumdadır.'' [xvi]

■ DSP Genel Başkanı Zonguldak Milletvekili Bülent ECEVİT (25 Ağustos 1992) [TBBM Genel Kurul'u Olağanüstü Kıbrıs Toplantısı]:

"....Bundan 390 yıl önce, Ünlü İngiliz oyun yazarı Shakespeare, Othello adlı piyesinde, bir politikacının ağzından, Kıbrıs'ın, Türkiye için stratejik önemini vurguluyordu ve 'Türk, kendini öncelikle ilgilendiren bir konuyu gerilere itecek kadar idraksiz değildir' diyordu. Shakespeare'den 390 yıl sonra, Türkiye'yi yönetenlerin, Kıbrıs'ı, Türkiye için bir yük ve engel gibi görmek idraksizliğini sürdürmeyeceklerini umarım...." [xvii]

■ RP Genel Başkan Konya Milletvekili NECMETTİN ERBAKAN (25 Ağustos 1992) [ TBMM Kıbrıs Olağanüstü Toplantı ] :

"....Kıbrıs, bizim için en hayatî ehemmiyeti haiz bir yer; güvenliğimiz buna bağlı....." [xviii]

■ MÇP Genel Başkanı Yozgat Milletvekili ALPASLAN TÜRKEŞ (25 Ağustos 1992) [ TBMM Genel Kurulu Kıbrıs Olağanüstü Toplantı ]:

"....Kıbrıs Adası, ..... Türkiye'nin güvenliğiyle çok yakından ilgilidirKıbrıs üzerinde Türkiye'mizin bir başarısızlığı, bütün Türk cumhuriyetlerinde, Türk âleminde Türkiye'ye karşı beslenen itimadı sarsar. O bakımdan, Kıbrıs meselesinin çözümü Türkiye için bir sınav mahiyetindedir. Bu sebepten, bu meselenin üzerine, milletimiz, önemle eğilmiş bulunmaktadır, hükümetlerimiz de, milletimizin bu arzusunu dikkate alarak, bu meselede Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetini bağımsız bir cumhuriyet olarak yaşatmayı hedef almalıdır. Bu, milletimize yeni imkânlar açacaktır...."[xix]

■ RP Genel Başkanı Konya Milletvekili NECMETTİN ERBAKAN (10 Haziran 1993) [ TBMM'de Kıbrıs konusunda Genel Görüşme açılması önergesi üzerinde ön görüşmede ] :

"....... Türkiye Büyük Millet Meclisinde tarihî bir oturumu yapıyoruz; baş millî meselemiz olan Kıbrıs konusunu görüşüyoruz; Kıbrıs konusu hakkında bir genel görüşmenin gündeme alınıp alınmaması konusunu müzakere ediyoruz....... Refah Partisi olarak biz, Türkiye'de vatanımızı nasıl bölünmez bir bütün olarak kabul ediyorsak, Kıbrıs da, bizim ikinci vatanımızdır, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetini de, aynen, bölünmez bir bütün olarak kabul ediyoruz; Türkiye bölünmez de Kıbrıs bölünür mü?..... (RP sıralarından alkışlar)" [xx]




*****