29 Aralık 2016 Perşembe

Militanların, Şehitlerin ve Casusların Anlatılmamış Öyküsü: Hamas Zaki Chehab



Militanların, Şehitlerin ve  Casusların Anlatılmamış Öyküsü: Hamas Zaki Chehab 


KİTAP İNCELEMESİ 
Berna SÜER* 
* Araştırma Görevlisi, Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü. 
Zaki Chehab, İstanbul: İkarus Yayınları, 2009, 
Çeviren: Bilal Çölgeçen, 300 sf.

Ortadoğu, Arap-İsrail meselesi ve Hamas ile ilgili bir çok kitapta Hamas’ın pek değinilmeyen yönlerine ışık tutan, insan faktörü üzerinden yazılan bu kitap 
Al-Hayat gazetesinin politika editörü olan Zaki Chehab tarafından kaleme alınmıştır. Zaki Chehab’ın hem bir gazeteci hem de Güney Lübnan’daki Filistin 
mülteci kampı Burj el-Shamali’de büyüyen bir Filistinli oluşu ona, Hamas ve el-Fetih’in kilit isimleri ile kolayca görüşme olanağı sağlamıştır. Böylece ilk 
elden kaynaklarla yapılan görüşmeleri, mesela Hamas’ın ruhani lideri Şeyh Ahmet Yasin ile mülakatları içeren kitap bize Hamas’ın içeriden bir hikayesini 
sunmaktadır. İngilizceden çevirisi zaman zaman sorunlu olsa da kitap, Hamas’ın bir parçası liderler, şehitler, muhbir ve ajanlar, bir diğer parçası Müslüman 
Kardeşler Örgütü ve Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) ile olan ilişkiler ve bir diğeri Ürdün, Mısır, İran ve Suriye ile olan ilişkilerle ilme ilme örülen hikayesini 
anlatması nedeni ile sadece Hamas’ı ve Filistin meselesini değil bölge politikalarını da anlamlandırmada oldukça yardımcıdır. 

Yazar, Hamas’ın zaferle çıktığı 2006 Filistin seçimleri ile kitaba başlayıp Hamas’ın doğuşunu, Askeri kanadını, muhbirleri, Şeyh’in politikalarını ve diğer 
ülkeler ile ilişkilerini ve el-Kaide ile bağlantılarını sorgulayıp örgütün geleceğine yönelik öngörüleri ile kitabı bitirmektedir. 

Bu yazıda kitap üç bölümde incelenecektir. İlk bölümde Hamas’ın doğuşu, yapısı, emelleri ve karşılaştığı kısıtlamaları, ikinci bölümde Hamas’ın seçim 
zaferi, bu zaferin nedenleri ve etkileri ve üçüncü bölümde Hamas’ın FKÖ, İsrail, İran, Suriye ve Batı ile ilişkileri, Chehab’ın kitapta nasıl irdelediğine bakılacaktır. 

Hamas’ın doğuşu ve gelişimi ile ilgili olarak kitapta örgütün Müslüman Kardeşler Örgütü’nün bir uzantısı olarak doğduğu ama bu örgütten ayrı olarak 
Hamas’ın oluşumunda Şeyh Ahmet Yasin’in kritik rolü, intifada’nın örgütün kurululuşuna etkileri tartışılmaktadır. Chehab 1967 Savaşından sonra İsrail 
işgali altındaki Gazze’de etkisini arttıran Müslüman Kardeşler Örgütü’nden 

Hamas’ın etkilendiğini belirtmektedir. (s. 32) İslami Direniş Hareketi’nin (Harakat al-Mokavama el-İslamiye) kısaltması olan Hamas isminin aynı zamanda Müslüman Kardeşlerin “Haklar! Kuvvet! Özgürlük!” sloganında ifadesini bulan, bir insanın yurdunu, ulusunu ve ailesini koruma çabası anlamına gelen 
Arapça “hamiyet” kelimesinden geldiği Chehab tarafından vurgulanmaktadır. 

(s. 38) Hamas’ın “fikir babası”, kurucusu ve lideri olarak tanımlanan Şeyh Ahmet İsmail Hasan Yasin’in Müslüman Kardeşler Örgütü’nün fikirlerini takip ederek 1976’da İslam Derneği’ni ve 1978’de İslam Külliyesi’ni kurması örgütün temelleri olarak nitelenmektedir. Chehab, Şeyh Yasin ile yaptığı bir röportajına dayanarak Hamas’ın kuruluşunu dört evrede açıklamaktadır: hayır kurumları ve sosyal komitelerin oluşturulması, siyasi güvenirliliğin sağlanması, askeri kanadın geliştirilmesi ve son olarak Arap ve İslam komşuları ile diyaloğun sağlanması. (s. 36) 

Filistin’deki Müslüman Kardeşler Örgütü’nün meşru kurumlarına dayanan Hamas’ın oluşumunda intifada’nın rolü de özellikle belirtilmiştir. İntifada askeri 
açıdan gelişme dürtüsü sağladığı için önemlidir. (s. 37) Ayrıca intifada’ya yol açan 6 Aralık’daki Jabaliya ve 8 Aralık’daki Maktura Olaylarından sonra yapılan 
toplantı sonucunda yayınlanan bildiri İslami Grup, İslam Yolu ya da İslami Savunma gibi daha önce kullanılan isimlerden ziyade Hamas ismi ile imzalan-
mıştır. (s. 40-41) Chehab’a göre Şeyh Yasin’in iddia ettiği gibi intifada’yı Ha-mas yönetmediyse de bölgede İsrail ile mücadele eden ciddi bir güçtür. (s. 45) 

Hamas’ın örgüt yapısı değişik konularla ilgili kanatlardan oluşmaktadır. İlk zamanlarda örgütün gençlik, haberleşme, askeri ve tutsaklarla ilgili kanatları her biri kendi başına çalışıyorken yukarıda bahsi geçen toplantı sonrası hepsinin tek bir örgütsel yapı altında toplandığı belirtilmektedir. (s. 46) Bu kanatlar içinde en dikkat çekici olan ve kitapta da bir bölümün ayrıldığı kanat, Hamas’ın askeri kanadı olan İzzettin el-Kasım Tugayları’dır. İlk öncüleri Şeyh Yasin ve 
Salah Şehada tarafından 1983 yılında kurulan askeri kanat 2-3 kişilik gruplardan oluşuyor ve Filistin Mücahitleri (El-Mücahidun el-Filistin) adı ile anılıyordu. 
İlk dönemlerde askeri kanadın gelişmemiş olmasının örgütün sadece kültürel faaliyetlerle uğraşan bir grup olduğu izlenimi verdiği ve böylece İsrail’i yanılttığı 
belirtilmektedir. (s. 48) 

Kitapta örgütün karşılaştığı kısıtlamalar da yaşanılan olaylarla detaylı bir şekilde anlatılmaktadır. İsrail’in tutuklamaları, yıkımları ve sahte el-Kaide örgütü 
kurarak örgütü yıpratma çabaları ilk elden kaynaklara dayanılarak açıklanmış, özellikle de İsrail’in muhbirlerle örgütü yıpratma çabası bir bölümde detaylı 
olarak verilmiştir. Yazar Hamas’ın gelişmesinin ve askeri kanadın operasyon  larının kısıtlı oluşunu gerek grup içindeki köstebekler gerekse Filistin toplumundaki muhbirlerin varlığı ile ters orantılı olduğunu vurgulamaktadır. İsrail’in muhbir olarak kullandığı Filistin işbirlikçilerin sayısının 20.000’i aştığı tahmin edilmektedir. (s. 89) 

Tüm bu kısıtlamalara rağmen Hamas ayakta kalmayı başarmıştır. Chehab Hamas’ın politik başarısını Şeyh Yasin’e atfetmektedir. (s. 125) Bu sebeple yazar kitabın bir bölümünde Şeyh Yasin’in politikalarını irdelemektedir. Bu bölüm “Şeyh’in politikaları” hakkında bize bir fikir vermekte ve Chehab Şeyh Yasin’in 
nasıl pragmatik bir lider olduğunu açıklamaktadır. (s. 132) Şeyh Yasin’in politikalarını iki amaç doğrultusunda şekillendirdiği belirtilmektedir. Birinci ve uzun vadeli amaç Şeyh’e göre İslami bir vakıf olan Filistin topraklarında, (s. 128) 1948 öncesi sınırlarda, Kudüs’ün başkent olduğu bir devlet kurmaktır. İkinci 
ve kısa vadeli amaç ise 1967 savaşı öncesi sınırlara çekilmesi karşılığında İsrail ile ateşkes anlaşması yapmaktır. (s. 53 ve 127) İkinci amaç geçici bir 
önlem olarak düşünülüyordu; çünkü Şeyh Yasin zaten İsrail’in 30 yıl içerisinde yok olacağına inanıyordu. (s. 126) Safhalara ayrılmış çözümlere inanan Şeyh 
Yasin’e göre önceki kuşak ne savaşmaya ne de zorluklarla mücadele etmeye hazırdı. Şimdiki kuşak ise işgale karşı mücadele ediyordu. Bu 1948 yılından 
1987 yılına kadar olan sürede, 40 yılda başarılmıştı. (s. 127) Şeyh Yasin İsrailile imzalanan anlaşmalara karşı çıkmıştı; çünkü bu anlaşmalar sorunun temel 
konularına (Kudüs, yerleşimlerin boşaltılması, mültecilerin geri dönüşü) değinmemişti. (s. 127) Diğer yandan beklenilenin aksine Şeyh Yasin Taliban’ı 
eleştiriyordu. Chehab, Şeyh’in Taliban’ın din anlayışını yanlış ve aldatıcı bulduğunu, özellikle de kadınlarla ilgili tutumlarını, onların çalışma ve eğitimlerini engellemelerini, eleştirdiğini aktarmaktadır. (s. 131) Chehab en merak edilen konulardan biri olan, Şeyh’in FKÖ ile ilgili görüşlerine de açıklık getirmektedir. 

Şeyh, Hamas’ın Filistin halkının temsilcisi olan FKÖ’nün konumunu zayıflatacak şekilde bir politik tanınma peşinde olmadığını belirtmiştir. (s. 131) Chehab 
Hamas’ın 1992 yılında FKÖ’nün üstün pozisyonunu tanıdığını iddia etmektedir. Chehab bu iddiasını 17 Aralık 1992’de İsrail’in Hamas ve İslami Cihat’a 
mensup 415 kişiyi Lübnan’a sürgün ettiğinde Hamas’ın Arafat’tan yardım istemiş olmasına dayandırmaktadır. Chehab’a göre bu başvuru, en azından o 
evrede, gerçek gücün kimde olduğunun Hamas tarafından kabulü anlamına geliyordu. (s. 139-140) Buna karşılık Arafat’ın da Şeyh Yasin’e her zaman saygı 
duyduğu belirtilmektedir. (s. 138) 

22 Mart 2004 tarihinde katledilen Şeyh Yasin, Hamas’ın seçim zaferini göremedi. 

25 Ocak 2006 Yasama Meclisi seçimlerinde Hamas 132 sandalyelik meclisin 74 sandalyesini kazanmıştı. Chehab, Şeyh’in ölümünün örgütün liderliğine 
ciddi bir zarar vermediğini belirtmektedir. (s. 146) Seçim zaferi de bir anlamda bunun bir kanıtıdır. Seçimleri yerinde izleyen Chehab bize seçim atmosferini 
hem el-Fetih hem de Hamas’ın gözünden anlatmaktadır. Bu zaferin nedenlerini daha kitabın ilk bölümünde ele almaktadır. Chehab, Hamas’ın başarısını 
“koreografisi ustaca çizilmiş” bir aldatma stratejisine bağlamaktadır. 

(s. 14) Chehab, Hamas’ın başarısının öngörülememesini İsrail için analizlerin internetten derlenen bilgilerle yapılması, Filistin için ise Hamas yanlılarının anketlere aldatıcı yanıtlar vermelerinin öğütlenmesi ile açıklamaktadır. (s. 14-15) Seçimlere “Değişim ve Reform İçin!” sloganı ile giren Hamas’ın başarısı Chehab 
tarafından hem Hamas’ın çalışmaları, hem el-Fetih ve İsrail’in tutumları, hem de Filistin toplumundaki kültürel bölünmenin etkileri ile açıklanmaktadır. 
Sosyal proje ve hayır işleri ile kendini topluma kabul ettiren Hamas’ın seçimekatılma kararı Oslo Anlaşmaları’nın fiili bir kabulü ve böylece İsrail’in varlığını reddeten tutumlarından bir geri adım olarak yorumlanmıştı; özellikle de el-Fetih tarafından. (s. 17) Yine seçim öncesi “Yahudi devleti ile görüşmeleri 
dışlamayacağız” şeklindeki ifadeler de yukarıda da belirtildiği üzere Hamas’ın yeri geldiğinde pragmatik yönünü ortaya koymaktadır. Chehab zafere giden 
yolda, Hamas’ın politikası yanında el-Fetih ve İsrail’in tutumlarını da göz ardı etmemektedir. Chehab’a göre Hamas’ın zaferi Hamas’la yapılan bir kitle dayanışmasından çok el-Fetih’e karşı verilen tepki oyları ile kazanılmıştır. (s. 20) Filistin Özerk Yönetimi, İsrail’i tanıyarak uluslararası camiadaki imajını iyileştirse 
de, Chehab, Filistinlilerin yaşam kalitesinin 1993’ten önceki hallerinden çok daha kötü olmasını Hamas’ın zaferine bir katkı olarak görmektedir. (s. 20) 
Ayrıca Chehab 1993 Oslo Anlaşmaları’ndan sonra Filistin’e dönenlerin (el-Aedoun) yaşam tarzlarından dolayı yaşanan kültürel bölünmeyi Hamas’ın başarısı için bir neden olarak gözlemlediğini belirtmektedir. Kitapta bu ortamın FKÖ’nün yolsuzluklarından kaynaklandığının Hamas tarafından öne çıkarılması 
ile seçmenin el-Fetih’i cezalandırmak istediği belirtilmektedir. (s. 23-24) Chehab, Benyamin Netanyahu’nun, İsrail’in Gazze’den 2005 yılında tek taraflı 
çekilmesinin Hamas’ın zaferine katkıda bulunduğuna dair tespitlerine de yer vermektedir. (s. 22) Seçimin hemen ardından İsrail, silahlı terörist bir örgütün 
katılımı ile oluşacak bir Filistin yönetimi ile görüşmeyeceklerini açıklayarak tavırlarını ortaya koymuştu. (s. 21) Halbuki ilk zamanlarda İsrail örgüte gelen 
yardım paralarının transferini engellemeyerek el-Fetih’e karşı Hamas’ı bir anlamda desteklemişti. (s. 179) 

Chehab kitabının bir çok bölümünde Hamas’ın diğer devletlerle ilişkilerine değinmekle beraber bu konuyu ayrı bir bölümde “Uluslararası İlişkiler” başlığı 
altında da incelemektedir. Chehab I. İntifada yıllarında dış destek kazanan Hamas’ın bu yıllardan itibaren politik yapısına dış ilişkiler bölümünü eklediğini 
belirtmektedir. (s. 154) Kitabın bu bölümünde Hamas’ın Ürdün, İran, Suriye ve Batı ülkeleri, ABD ve İngiltere ile ilişkileri irdelenmektedir. Kitabın genelinde 
bahsedilse de Mısır ve İsrail ile ilişkiler bu bölümde ayrı bir başlık altında ele alınmamıştır. Chehab Hamas’ın Ürdün ile olan ilişkilerini gergin olarak 
nitelemektedir. İlk dönemlerde, özellikle Kuveyt’in işgalinden sonra buradaki liderlerin Amman’a taşınması ile iyi olan ilişkiler, Ürdün’ün Hamas’ı iç güvenliğini tehdit edebilecek bir güç olarak görmesi ile yerini kuşkuya bırakmıştır. Burada endişe yaratan konu hükümetle Müslüman Kardeşler Örgütü arasındaki hassas dengenin tehdit edilmesi idi. (s. 156) 1994’te İsrail ile yapılan barış anlaşması hükümleri gereğince Hamas liderleri sınır dışı edilmiş ve Kral 
Hüseyin’in zaman zaman liderleri kollayan tavrına rağmen ilişkideki gerginlik devam etmiştir. (s. 156) 

Chehab Şii İran ile Sünni Hamas’ın ilişkilerini ilginç bulmakta ve İran’ın FKÖ ile ilişkilerinden yola çıkarak FKÖ’nün İran ile bozulan ilişkilerinin nasıl 
Hamas’ın kazancı olduğunu anlatmaktadır. (s.165) Bundan öte Chehab, Hamas’ın İran’da kendi politik çevresini nasıl oluşturduğunu açıklamakta ve 
İran’ın Hamas’a para yardımı yaptığını reddetmesini kuşkuyla karşılamaktadır. (s. 167) Ve bu bölümün “Tahran Malı” kısmında Santorini Olayı ile İran’ın 
Hamas’a nasıl yardım ettiğinin anlaşıldığını yazmaktadır. (s. 199-204) 

Halen Hamas’ın siyasi büro şefi ve hareketin başı Halid Meşal’e ev sahipliği yapan Suriye ile ilişkiler de uluslararası ilişkiler bölümünün konusudur. Bu 
kısımda 1990’lı yıllarda başlayan ilişkinin nasıl geliştiği, özellikle de diğer Filistinli gruplardan farklı olarak Hamas’ın Suriye’de nasıl daha fazla destek 
aldığı açıklanmaktadır. (s. 172) 

Hamas’ın mali kaynakları da en çok merak edilen konuların başında gelmektedir. Chehab bu konuyu uluslararası ilişkiler bölümünde ele almayı yeğlemiştir. 
Çünkü Hamas’ın finansmanı daha çok dış kaynaklıdır. Chehab İran’ın tutsaklar ve sosyal projelere nasıl mali destek sağladığını, Körfez Savaşı’ndan 
sonra Suudi Arabistan ve Kuvety’in desteklerini el-Fetih’ten Hamas’a nasıl kaydırdığını, Saddam Hüseyin’in intihar bombacılarının ailelerine nasıl yardım 
ettiğini açıklamaktadır. Bu desteklerle beraber Chehab Batı’nın, özellikle İngiltere ve ABD’nin, Hamas’a yapılan mali destekleri nasıl engellemeye çalıştıklarını, özellikle buralardaki Yahudi lobilerinin bu konudaki çabalarını ayrıntılı olarak vermektedir. (s. 182-183) 

Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği, ABD ve Rusya’dan oluşan Ortadoğu Dörtlüsü’nün Hamas ile olan ilişkilerini şartlara bağlayarak Hamas’tan İsrail’in 
var olma hakkını tanımasını, terörden vazgeçmesini ve yapılan geçmiş anlaşmaları kabul etmesini beklediği belirtilmektedir. Bu grup içerisinde en sert tutumu takınan ABD, Hamas ile diplomatik ve mali bağlarını kesmiştir; ve 2003 yılında 6 Hamas liderini “özel olarak görevlendirilmiş küresel terörist” olarak 
nitelendirmiştir. Halbuki Chehab ABD için Hamas’ın, 1996 yılında bir dizi intihar bomba saldırısı gerçekleştirinceye kadar, nasıl bir endişe kaynağı olmadığını 
açıklamaktadır. (s. 191) Diğer yandan Chehab, ABD hükümetinin Hamas ile bağlarını kesse de eski hükümet çalışanları, mesela eski bir CIA görevlisi 
Martin Burton, CIA’de Ulusal İstihbarat Konseyi’nin eski başkan yardımcısı olan Graham E. Fuller ve Mitchell Komisyonu’nun eski personel müdürü olan 
Fred Hof aracılığıyla temasın devam ettiği bilgisini vermektedir. (s. 192) 

Yine Hamas’ı terörist örgütler listesine ekleyen Avrupa Birliği de AB Yüksek Temsilcisi Javier Solana’nın Ortadoğu eski danışmanı Alastair Crooke aracılığında Hamas ile temaslara devam etmiştir. Chehab tarafından “gözüpek ajan” olarak nitelenen Crooke’un arabulucuk çabaları da ayrıntılı olarak incelenmektedir. (s. 196) 

Hamas’ın olası el-Kaide bağlantısı da Chehab tarafından sorgulanmaktadır. Yazar “kurgunun gerçeğin önüne geçtiğini” söyleyerek İsrail’in iddiasının aksine, 
İsrail’in Filistin topraklarında sahte el-Kaide hücreleri organize etmeye çalıştığına dair kanıtların olduğunu belirtmektedir. (s. 220) Bu kanıtlar Filistin 
Önleyici Güvenlik Servisi tarafından ortaya çıkarılmıştır. Buna göre İsrail, 11 Eylül saldırılarını kullanarak kendi operasyonlarını aklamaya çalışmaktadır. (s. 

221) Ayrıca kitapta Hamas’ın el-Kaide’den farklı olarak mücadelesinin ülke sınırlarının ötesine geçmeyeceğini ilan ettiği belirtilmekte ve Halid Meşal’in 
Hamas’ın her zaman Filistin halkının çıkarları doğrultusunda hareket etmek Ortadoğu Etütleri, Ocak 2010 Zaki Chehab gibi bir görüşü olduğu şeklindeki 
açıklamasına da yer verilmektedir. (s. 226


227) Bu nedenlerin yanında Chehab el-Kaide’nin Filistin’de diğer Arap ülkelerinde olduğu gibi emir atamadığını belirtmekte bunu da el-Kaide’nin Filistin’de geniş halk desteğine sahip olmamasına bağlamaktadır. (s. 232) Ve gelecekte olabilecek bir bağlantının da Filistin davasına yarardan çok zarar getireceğini düşünmektedir. (s. 233) 

Chehab “Hamas’ın geleceğine” bakarken öncelikli olarak örgütün hükümet olarak günümüz politikalarını tartmaktadır. Bu noktada 26 Mayıs 2006 tarihinde 
Hamas, el-Fetih, İslami Cihat, Filistin Halk Kurtuluş Cephesi ve Filistin Demokratik Kurtuluş Cephesi tarafından imzalanan ve askeri grupların bir 
şemsiye altında koordine edilmesini, Filistin devletinin kurulmasını, mültecilerin dönüş hakkını ve İsrail’in var olma hakkını ihtiyatla öngören “Tutsaklar Belgesinin” Hamas ve el-Fetih’in ilişkilerini güçlendirdiği, bu belge ile Hamas’ın Filistin Özerk Yönetimini Filistin’in tek temsilcisi olarak kabul ettiği ve yine bu 
belge ile Arap zirve kararlarını kabul eden Hamas’ın böylece Birleşmiş Milletler kararlarını da kabul etmiş olduğu vurgulanmaktadır. (s. 239) Günümüzde 
Hamas’ın daha önce el-Fetih’in yaptığı hataları tekrarlayarak sahip olduğu desteğin % 35 oranında düştüğü, ancak İsrail askerinin kaçırılması ve Gazze 
savaşının ardından desteğin tekrar arttığı belirtilmektedir. Genel olarak Hamas’ın günümüz politikalarını eleştiren Chehab “umutsuzluk ve yoksulluk” 
üzerine gelişen Hamas gerçeğinin öyle ya da böyle kabul edilmek zorunda olduğunu söyleyerek kitabını bitirmektedir. (s. 264-269) 

Sonuç olarak akademik endişelerden ziyade gazeteci gözüyle yazılan “Militanların, Şehitlerin ve Casusların Anlatılmamış Öyküsü: Hamas” kitabı bize bir parçası bazen liderlerin, bazen muhbirlerin, bazen şehitlerin, bazen de şehit annelerinin hikayesi olan Hamas’ın hikayesini onların kendi ağızlarından anlatmaktadır. 

Böylece ilk elden kaynaklarla Hamas’ı ve Filistin meselesini içeriden anlatan bu kitap akademik çalışmalara kaynaklık edecektir. 

Ortadoğu Etütleri, Ocak 2010 
Berna Süer 

***

KİMLİK VE DIŞ POLİTİKA EKSENİNDE MISIR DIŞ POLİTİKASI



KİMLİK VE DIŞ POLİTİKA EKSENİNDE MISIR DIŞ POLİTİKASI 





Diğer geri kalmış ülkelerde olduğu gibi ‘üst/birleştirici’ bir ulus kimliğinin oluşturulamadığı Mısır’da da iktidara gelen her otoritenin, rejiminin çıkarlarıyla bağlantılı olarak alt kimlikleri ön plana çıkararak kendi kimlik politikasını uygulamaya koyduğu ve Mısır’ın siyasal vizyonunu daraltan bir strateji izlediği görülmüştür. 

Özge Gökçen TERZİ 


Bir şeyi o şey yapan unsurların toplamı’ olarak kabul edilen ve varlık olmanın kaçınılmaz bir boyutu olarak görülen kimlik, daha önceki dönemlerde 
dış politika analizlerinde kullanılmış olsa da uluslararası ilişkiler disiplininde popüler bir hal alması konstrüktivizmle birlikte olmuştur. Zira neorealizmin 
ve neoliberalizmin dışsal ve verili olarak kabul ettiği aktör kimlikleri, konstrüktivizm tarafından yeniden yorumlanmış ve ona yön veren çıkarların 
değişmesiyle birlikte farklılaşabilecekleri ortaya konmuştur. 

Aktörler kim olduklarını ve ne istediklerini bilmeden çıkarlarını belirleyemezler. Dolayısıyla kimlikler çıkarların, çıkarlar da izlenilen politikaların kaynağı olarak 
görülmektedir. Zira kimlikler çıkarlar olmadan motivasyonel güce, çıkarlar da kimlikler olmadan belirli bir yöne sahip olamazlar. Bu perspektiften bakınca uluslararası ilişkilerin halen en önemli aktörü olarak kabul edilen devletlerin politikalarını açıklamak için çıkarlarını, çıkarlarını doğru okuyabilmek adına da yine öncelikle sahip olduğu kimliği anlamak gerekmektedir. 

Nasır Dönemi Mısır Dış Politikası 

Cumhuriyet sonrası Mısır’ın siyasal tarihine bakıldığında da iktidarların kimlik tercihlerinin onların gerek iç gerekse dış politikalarına yön verdiği görülmektedir. Devrim sonrası süreçte bir kimliğe bağlılığın kitleleri arkasından sürükleyeceğini düşünen Nasır 1962 yılında ‘Milli Eylem Belgesi’ni kongreye sunmuştur. Böylece rejimin eylemlerini ideolojik bir temele oturtma, kitlelerde kaybedilen heyecanı yeniden uyandırma ve Mısırlı gençleri devrimci hedeflerle başarısına inandırmak adına ‘Arap Sosyalizmi’ ile yönetilen Arap kimliğine sahip Mısır’ın yeni prensiplerini açıklamıştır. Kısaca Nasır’ın politikalarını bu kimlik tercihleri belirlemiş ve çıkarları kimliğini, kimlikleri de çıkarlarını şekillendirirken o güne kadar Batı ile omuz omuza vermiş bir ülkenin Batı karşıtı bir pozisyon almasına neden olmuştur. 

Sedat Dönemi Mısır Dış Politikası 

Bir aktör olarak devletler ya da bireyler, kimliğini oluşturan tüm verileri, içinde bulundukları zamanın ve konjonktürün gereklerine göre yorumlamaktadır. Bu yüzden bir ülkenin içeride ya da dışarıda değişen tüm şartlara rağmen ulusal kimliğinin sürekli aynı yüzünü ön plana çıkaracağını düşünmek doğru olmayacaktır. Sosyal olarak inşa edildiği düşünülen düşman, tehdit, anarşi ve egemenlik gibi kavramların zamanla değişebilir olduğunu iddia eden konstrük tivizmin kimlik ve dış politika ilişkisindeki temel iddiası da söz konusu bu ‘değişim’ üzerine kuruludur. 

Bu bağlamda Enver Sedat, iktidarının meşruluğunu sağlamak adına önce İslami kimliğini ön plana çıkarmış, daha sonra bu kimliği ‘öteki’ olarak ilan ederek politika üretmeye çalışmıştır. Gerek ülke içindeki sosyo-ekonomik gerekse uluslararası arenada yaşadığı sorunlarını Batı karşıtı bir kimlikle değil de ABD’nin desteğini alarak çözebileceğini düşünen Sedat, İsrail ile anlaşma masasına oturmuştur. İzlediği politikalar, bir dönem Arap milliyetçiliğinin merkezi olan Mısır’ın Arap Birliği’nden çıkarılmasına sebep olduğu gibi Filistin ve Kudüs’ün kurtarılması ideali çerçevesinde şekillenen Müslüman-Arap kimliği açısından da yıkıcı sonuçlara yol açmıştır. 

Mübarek Dönemi Mısır Dış Politikası 

Arap Ligi ve İslam Konferansı gibi örgütlerden çıkarılan Mısır’ı devralan Mübarek ise başlangıçta bu dışlanmışlığın farkındalığı ile hareket etmeye çalışmıştır. 
Mübarek, Sedat döneminde ihmal edilen Sovyet Bloğu ve Bağlantısızlar grubu ile bir denge arayışı içerisine girerek ilişkileri düzeltemeye yönelik bir politika izlemiş, fakat bu çabası uzun soluklu olmamıştır. 

Batı ile izlenmeye çalışılan bağlantısızlık politikası ve Arap ülkeleri ile yakınlaşma çabaları Soğuk Savaş’ın sona ermesi ve Irak’ın Kuveyt’i işgal etmesi üzerine sekteye uğramış ve Mübarek döneminde de ülkenin Batı yanlısı kimliği ‘rejimin güvenliği ve çıkarları gereği’ korunarak Mısır’ın ABD ile ilişkileri yeniden ivme kazanmıştır. 

Mursi Dönemi Mısır Dış Politikası 



25 Ocak Devrimi’nin ardından Mısır’da ilk kez demokratik bir seçim sonucunda devlet başkanlığı koltuğuna oturan Mursi’ye bakıldığında ise temsil ettiği İslami 
kimlikten duyulan kuşkunun aksine ‘dengeli bir dış politika (a balanced foreign policy)’ izlemeye çalışmıştır. İsrail ile olanlar da dâhil olmak üzere, tüm uluslararası anlaşmalara sadık kalacağını söyleyen Mursi, hem uluslararası sistemdeki dengeleri hem de içerideki kırılgan desteği iyi okumuş ve çok yönlü bir siyaset arayışına girmiştir. Mısır’ın çıkarlarını önceleyen bir dış politika izleyeceğinin sinyallerini veren Mursi, bir yandan Çin ve İran’a yönelik yeni bir yaklaşım geliştirmeye çalışmış, diğer yandan ABD ve Rusya ile de bağlarını koparmamaya özen göstermiştir. Aynı zamanda üç yıldır aralıksız olarak devam eden Suriye iç savaşına çözüm bulmak adına Türkiye, Suudi Arabistan ve İran’la bir araya gelen Mursi, bir barış inisiyatifi başlatmak istemiştir. Ancak Mursi döneminde, İsrail’in Gazze’ye saldırmasının ardından eski rejimin 
Batı eksenli politikaları bağlamında bu ülkeye verilen zımni destek, yerini Filistin’e verilen açık desteğe bırakmıştır. Saldırıların ardından hemen İsrail’i kınayan Mısır, büyükelçisini de ülkesine geri çağırmıştır. 

Tüm bu çabalarına rağmen İslami kimlik, gerek ülke içinde gerekse uluslararası camiada yaşadığı meşruiyet sorununu aşamamış ve Mursi iktidarına 3 Temmuz darbesi ile son verilmiştir. 

El-Sisi Dönemi Mısır Dış Politikası 

Abdülfettah El-Sisi döneminde Mısır dış politikasına üç önemli faktörün yön verdiği görülmektedir. Bunlardan ilki askeri bir darbeyle yönetimi ele geçiren rejimin uluslararası arenadaki meşruiyet arayışları, ikincisi ülkenin uzun zamandır içinde olduğu ekonomik bunalımdan kurtulma çabaları, sonuncusu ise Sisi’nin ilk açıklamalarında da dile getirdiği gibi Mısır’ın tarihi misyonunu yeniden kazanma girişimleri ile Arap ve Afrika bölgesinde ülkenin stratejik vizyonunun restorasyonu olmuştur. 

Mısır’da yaşananları ‘darbe’ olarak nitelemekten kaçınan ülkeler nezdinde zaten bir meşruluk sorunu yaşamayan Sisi, ekonomik krizden çıkış yolları ararken de 
gerek darbe öncesi gerekse darbe sonrasında desteklerini esirgemeyen Körfez ülkelerinden finansal açıdan büyük miktarda yardım almıştır. Sisi’nin iktidara geçmesini ‘tarihi bir gün’ olarak gören Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Kuveyt ve Bahreyn, siyasal İslam tehdidi karşısında yeni rejimin arkasında durmuştur. 

<  Abdülfettah El-Sisi döneminde Mısır dış politikasına üç önemli faktörün yön verdiği görülmektedir. Bunlardan ilki askeri bir darbeyle yönetimi ele geçiren rejimin uluslararası arenadaki meşruiyet arayışları, ikincisi ülkenin uzun zamandır içinde olduğu ekonomik bunalımdan kurtulma çabaları, sonuncusu ise Sisi’nin ilk açıklamalarında da dile getirdiği gibi Mısır’ın tarihi misyonunu yeniden kazanma girişimleri ile Arap ve Afrika bölgesinde ülkenin stratejik vizyonunun restorasyonu olmuştur. >

Darbe sonrası dönemde dış politikada bahsi en çok geçen ülkelerin başında Libya gelmiştir. Zira İslamcıların ülkede kontrolü ele alması halinde, Libya’nın ulusal 
güvenliği için bir tehdit olabileceğini düşünen Mısır, Halife Hafter’in teröre karşı mücadele adı altında başlattığı Kerame (Onur) Operasyonu’na destek vermekle 
suçlanmış fakat bu iddiaları reddetmiştir. 


ABD, Sisi’nin iktidara gelmesinin ardından “ Stratejik ortaklığımızı derinleştirmek ve iki ülkenin paylaştığı ortak çıkarları geliştirmek için Sisi ile çalışmayı 
dört gözle bekliyoruz ” şeklinde yaptığı açıklama ile ilişkilerin seyrini de belirlemiştir. Ancak Sisi yönetimi tek bir güce bağımlı kalmak yerine dış politika seçeneklerini artırmak adına Rusya ile üç milyar dolarlık - Suudi Arabistan ve BAE tarafından ödenecek- bir silah anlaşması yapmıştır. 

Sonuç olarak, diğer geri kalmış ülkelerde olduğu gibi ‘üst/birleştirici’ bir ulus kimliğinin oluşturulamadığı Mısır’da da iktidara gelen her otoritenin, rejiminin çıkarlarıyla bağlantılı olarak alt kimlikleri ön plana çıkararak kendi kimlik politikasını uygulamaya koyduğu ve Mısır’ın siyasal vizyonunu daraltan bir strateji izlediği görülmüştür. Monarşi sonrası iktidara gelen her üç rejimde de halk iradesinin devlet bürokrasisine nüfuz etmesine izin verilmemiş, iktidarların belirlediği kimlik politikalarının topluma ve ülkenin dış politikasına yön verdiği görülmüştür. Mursi döneminde ise izlenen çok boyutlu dış politikanın sonuç vermesine izin verilmemiştir. 

Bu bağlamda bundan sonraki süreçte Mısır’ın içinde bulunduğu çıkmazdan kurtulabilmesi için sahip olduğu farklı kimliklerin Mısır dış politikasıyla bütünleştirilmesi ve Müslüman Kardeşler gibi önemli bir siyasal aktörün diğer rejimlerde olduğu gibi meşru siyaset sahnesinden dışlanmaması gerekmektedir. 
Zira söz konusu durum yalnızca Mısır’da değil, tüm bölgede demokratik sistem içerisinde yer alması gerekirken siyasal zeminden dışlanan aktörlerin radikalize bir kimliğe bürünmesine sebebiyet verecektir. 


Araştırma Görevlisi, Uludağ Üniversitesi 

***

İran’da Asker–Siyaset İlişkileri ve Devrim Muhafızları’nın Yükselişi BÖLÜM 2


 İran’da Asker–Siyaset İlişkileri ve Devrim Muhafızları’nın Yükselişi BÖLÜM 2



2004 Meclis Seçimleri 

2004 Meclis seçimlerinin Devrim Muhafızları’nın yükseliş sürecinde önemli bir yeri vardır, zira bu seçimlerde birçok eski Devrim Muhafızı milletvekili olmuştur. 

7. Meclis’teki 290 sandalyenin yaklaşık 90’ının Devrim Muhafızları’nın eski üyelerine ait olduğu ileri sürülmektedir. Askeri üniformayı çıkardıktan sonra 
Muhafızların seçimlere girmesinde bir engel olmamasına rağmen bu seçimlerde en az 40 komutanın sırf seçimlere katılmak için istifa ettiği ileri sürülmüştür. 
Bu seçimlerin asker – siyaset ilişkileri açısından önemli olmasının asıl sebebi bu kişilerin Meclis’e girmelerinin planlı bir şekilde yürütüldüğü iddiasıdır.25 
Devrim Muhafızları Halkla İlişkiler Sorumlusu Mesud Cezayiri, “ Devrim Muhafızlarının sosyal hayatın her alanında etkili ve bilinçli bir şekilde bulunmak 
istediğini ve seçimlerin de bunun istisnası olmadığını söylemiştir.26 Cezayiri, komutanların istifa ederek seçimlerde aday olmasıyla ilgili bir soru üzerine 
Devrim Muhafızları’nın bu konuda özel bir tavsiyesi olmadığını söylemiş, ancak komutanların aday olmasının tek şartının seçim aday kayıtlarından iki ay 
önce istifa etmiş olmak olduğunu hatırlatmıştır. Muhafızların önde gelen komutanlarından Fethullah Jafari de bu konuda, Devrim Muhafızları’nın askeri 
bir yapı olmaktan ziyade sivil bir yapı olduğunu ileri sürerek Muhafızların seçimlere katılmasının ve Meclis’te bulunmasının normal olduğunu söylemiştir. 
Buna karşılık 6. Meclis döneminde Besic ve Devrim Muhafızları’ndan reformculara yönelik ağır eleştirilerin gelmiş olması, reformcuların Meclisteki etkiliğini azaltmak için bu hareketin planlı olabileceği iddialarını güçlendirmiştir.27 Dolayısıyla, eski Devrim Muhafızları’nın ve seçimlerde aday olmak üzere Devrim Muhafızları’ndan ayrılan komutanların milletvekilliği adaylıkları Devrim Muhafızları’nın siyasi iktidarı hedefleyen bir eğilim ve ilgi içinde olduğuna dair kanaatlere yol açmıştır.28 

2004 seçimlerini konumuz açısından önemli kılan bir diğer nokta ise Devrim Muhafızları ve Besic’in bazı adayların lehine seçimlere müdahale etmesidir. 
Devrim Muhafızları komutanlarının seçim sürecine müdahale etmeyeceklerine dair açıklamalarına karşın bazı üst düzey komutanlar Besic ve Muhafızların 
seçimlere katılmasının bir zorunluluk olduğunu söylemiştir.29 Muhafızların seçime müdahalelerine ilişkin olarak Devrim Muhafızları yetkilileri doğrudan 
müdahale iddialarını sürekli yalanlamıştır, sadece halkın seçimlere katılmasını teşvik ettiklerini ileri sürmüştür. 

Ancak Devrim Muhafızları Kara Kuvvetleri Komutanı M. Ali Caferi, komutanlar dâhil yetkililerin ve bilgili insanların halkı bilgilendirmesi ve doğru adayı 
seçmelerine yardımcı olmaları gerektiğini söylemiştir.30 

17 Şubat’ta İçişleri Bakanlığı’nın web sayfasında yayınlanan bir habere göre Devrim Muhafızları komutanları Azadi Caddesi’nde bir üste bir araya gelmiş ve bu toplantıda Muhafızlara Rehberliğin Abadgeran (kurucularının ve üyelerinin çoğunluğunu Irak savaşı gazilerinin oluşturduğu siyasi hareket) listesini desteklediği duyurulmuştur. Devrim Muhafızları Sözcüsü Cezayiri bu iddiayı reddetmiştir. 31 Sonuç olarak 7. Meclis’te bir öncekinden çok farklı bir yapı ortaya çıkmış ve Devrim Muhafızları ile ideolojik olarak daha uyumlu bir grup Meclis’te çoğunluğu ele geçirmiştir. Yeni Meclisin seçilmesinden hemen sonra Muhafızların İmam Humeyni Havaalanı’nı işgal etmesi, Devrim Muhafızları – siyaset ilişkisi açısından yeni bir aşamaya geçildiğinin göstergesi olmuştur. 

Havaalanının İşgali 

Tahran’da yeni inşa edilen İmam Humeyni Uluslararası Havaalanı’nı işletme hakkı İran Ulaştırma ve Yol Bakanlığı tarafından 2003 yılında açılan ihaleyi 
kazanan Türk şirketi TAV’a (Tepe-Akfen-Vie konsorsiyumu) verildi. Havaalanının hizmete açılması 11 Şubat’ta planlandığı halde çeşitli nedenlerle ertelendi 
ve nihayet 8 Mayıs’ta hizmete açıldı. İlk yolcu uçağı havaalanına indikten sonra bazı sorunlar çıkmaya başladı. İnişe hazırlanan ikinci uçak ise Devrim 
Muhafızları’nın askeri araçları uçuş pistlerine sürmesi üzerine havaalanına inemedi. Kontrol kulesini ele geçiren Muhafızlar uçağı İsfahan Havaalanı’na 
yönlendirdi ve bu esnada Hava Kuvvetleri’ne ait iki jet uçağa eşlik etti. Birkaç saat sonra Silahlı Kuvvetler Müşterek Komutanlığı sahneye çıkarak bir bildiri 
yayınladı. Bildiride havaalanı hizmetlerinin yabancı bir şirkete verilmesinin ulusal güvenliğe aykırı olduğu ve Yüksek Milli Güvenlik Konseyi’nin onayıyla 
ikinci bir duyuruya kadar yeni havaalanının kapalı kalacağı ilan edildi.32 

Burada çözümsüz kalan en önemli nokta bu operasyonun Yüksek Milli Güvenlik Konseyi kararına dayandırılmasıdır. Oysa Cumhurbaşkanı Hatemi hem 
bu Konseyin hem de TAV’a ihaleyi veren hükümetin başkanıydı ve bu konuyla ilgili ayrıntılar yeterince açıklığa kavuşturulmamıştır.33 İran Meclisi’nde konuyla 
ilgili bir araştırma yapılmış, Devrim Muhafızları, Yüksek Güvenlik Konseyi ve Hükümet arasında koordinasyonsuzluğun bu gelişmeye neden olduğu sonucuna 
varılmıştır.34 Ulaştırma Bakanı Ahmad Khorram diğer uluslararası hava alanlarında birçok yabancı personel çalışırken güvenlik gerekçesinin geçerli bir neden olmadığını söyleyerek Hava alanının kapatılmasının yabancı yatırımları şüpheli hale getirmek için büyük bir girişimin parçası olarak nitelendirmiştir.35 

Bu gelişme üzerine İran hükümeti TAV ile yaptığı sözleşmeyi feshetmek zorunda kaldı. İran Ulaştırma Bakanı Ahmad Khorram hakkında (diğer iddiaların 
yanı sıra) bu olayla ilgili olarak İran rejiminin itibarına zarar verdiği ve güvenliği tehlikeye attığı suçlamasıyla 7.Meclis’te gensoru verilmiş ve Khorram Meclis 
kararıyla 3 Ekim 2004’te bakanlıktan azledilmiştir. Böylece, Devrim Muhafızları ilk defa fiili müdahalede bulunarak ülkenin yönetiminde aktif rol oynamaya 
başlamıştır. 

2005 Cumhurbaşkanlığı Seçimleri ve Ahmedinecad Hükümetleri 

Devrim Muhafızları’nın yükseliş sürecinde ve siyasetle ilişkilerinde önemli dönüm noktalarından birisi Mahmud Ahmedinecad’ın Haziran 2005’te Cumhurbaşkanı 
seçilmesidir. 1986 yılında bir süre Devrim Muhafızları’na katılarak güvenlik ve mühendislik alanlarında çalışan Ahmedinecad’ın dışında cumhurbaşkanlığı 
seçimlerine katılan üç adayın daha (Ali Laricani, M. Baqer Qalibaf ve Muhsin Rezai) Devrim Muhafızları’ndan geliyor olması Muhafızların siyasete 
artan ilgisinin göstergesi olmuştur. Seçim kampanyası sürecinde özellikle Devrim Muhafızları Hava Kuvvetleri Komutanlığı yapmış ve seçimde aday olmak 
üzere Disiplin Güçleri Komutanlığından istifa etmiş olan Qalibaf’ın adaylığı siyasetin askerileşmesi tartışmalarına neden olmuştur. 

17 Haziran’da yapılan seçimlerde adaylardan hiçbirisinin oyların yüzde 50’sini alamaması üzerine en çok oy alan iki aday, Haşimi Rafsanjani ve Mahmud Ahmedinecad arasında ikinci tura gidilmiştir. 24 Haziran’da yapılan ikinci turda Ahmedinecad oyların yüzde 61’ini alarak cumhurbaşkanı seçilmiştir. 

Bu seçimlerde Devrim Muhafızları ve Besic’in ağırlığını Ahmedinecad tarafına koyduğu genel kabul gören bir kanıdır.36 Seçimlerin ilk turunda yarışan 
adaylardan Mehdi Kerrubi ve Mostafa Moin Devrim Muhafızları ile Besic’in Ahmedinecad lehine kampanya yaptıklarını ve güvenliği sağlamak üzere seçim 
merkezlerinde bulunan Muhafız ve Besiclerin halka baskı yaptığını iddia etmiştir. Kerrubi, Rehber’in Besic ile Muhafızları Ahmedinecad lehine seferber 
ederek ve seçimlerde hile yapıldığı iddialarını reddederek tarafsız tutumunu yitirdiğini söylemiştir. Moin’in en önde gelen destekçisi M. Reza Hatemi ise 
“garnizon partisi”ne yenildiklerini söylemiştir.37 Seçim yetkilileri ve Muhafızların bu iddiaları yalanlamasına rağmen Devrim Muhafızları Komutan Yardımcısı 

M. Baqer Zolqadr’ın daha sonra yaptığı açıklamalar da bu iddiayı destekler niteliktedir: “Hem dış baskıların hem de içerideki güçlerin ilkeci38 bir hükümet 
kurmamızı engellemeye çalıştığı karmaşık siyasi atmosferde sofistike bir şe-kilde çalışmalıydık. Allah’a şükür ilkeci güçler, akıllı ve çok boyutlu planları ve 
Besic’in yoğun katılımı sayesinde seçimleri kazanmayı başarmıştır.” 39 Reformcu Meclis ve Cumhurbaşkanı ile çekişme halinde olan Devrim Muhafızları 
Ahmedinecad hükümeti ile yakın bir işbirliğine girmiş ve siyasi gücünü artırmıştır. Muhafızlar, Ahmedinecad hükümetini “ilkeci” bir yönetim olarak nitelendirip selamlamıştır. Devrim Muhafızları Komutanı Safavi, Ahmedinecad’ın seçilmesini İran halkının iyi bir seçimi olarak değerlendirmiş ve Devrim Muhafızları ve Besic’in yeni cumhurbaşkanı ile işbirliği yapmaya hazır olduğunu belirtmiştir.40 İran halkının seçimlerde ilkeciliğe yöneldiğini ve devrimci değerleri desteklediğini gösterdiğini belirten Safavi, bir başka açıklamasında da seçim sonuçlarına karşı çıkanların devrimci hükümeti zayıflatmaya çalıştıklarını 
ileri sürmüştür.41 Rehber’in Devrim Muhafızları’ndaki temsilcisi Huccetulislam 

Ali Saidi’nin 2006’da yaptığı bir konuşmadaki şu sözleri Devrim Muhafızları’nın Hatemi ve Ahmedinecad yönetimlerine bakışı arasındaki farkı net bir şekilde 
ortaya koymaktadır: “Sistemin reform döneminde karşılaştığı ekstremizm ve kriz dönemlerini geride bıraktık ve artık bu konuda hiçbir kaygı kalmadı. 
Bu açıdan, normları ihlal etmeye, kırmızı çizgileri ve İmam Humeyni’nin düşüncesinin temellerini aşmaya, değerleri zedelemeye çalışan grupların bulunduğu geçmişle kıyasladığımızda bugün daha iyi bir durumdayız. Bizi endişelendiren şey o olayların tekrarlanma ihtimali ve reform dönemine geri dönme ihtimalidir.” 42 

Buna karşılık Ahmedinecad, bakanlarının ve bürokratlarının önemli bir kısmını ve bazı büyükelçileri aktif görevde bulunan ya da emektar Devrim Muhafızları 
mensupları arasından tayin etmiştir. Dört üst düzey Devrim Muhafızları komutanının yer aldığı kabinede bakanların en az 10’u Devrim Muhafızları ya da ilişkili kurumlarda çalışmıştır. Seçimlerde Ahmedinecad’ın rakibi olan eski Devrim Muhafızları Komutanlarından Ali Laricani Yüksek Milli Güvenlik Konseyi 
sekreteri olarak atanmıştır. Ahmedinecad’ın atamaları arasında en çarpıcısı ise Devrim Muhafızları Komutan Yardımcısı Zolqadr’ın siyasi işlerden sorumlu 
İçişleri Bakan Yardımcısı olarak atanmasıdır. 

Ayrıca, Devrim Muhafızları’nın ekonomi alanında faaliyet gösteren kurumları bu dönemde önemli ihaleler almıştır. Güney Pars Doğalgaz sahasında 14. 
ve 15. etapların işletim hakkı, Asaluye’den Pakistan sınırına kadar doğalgaz boru hattının döşenmesi, Tahran metrosunun inşaatı Ahmedinecad hüküme-
ti döneminde Devrim Muhafızları’na verilen işlerin en önemlileridir. Son olarak, Devrim Muhafızları’na bağlı bir şirketin dahil olduğu konsorsiyum İran 
Telekom’un yüzde 51’ini almıştır. Devrim Muhafızları bu dönemde halkla ilişkilere özel önem vermiş, 2007 yılında kendi haber sitelerini kurup Peyam-e İnqilab 
dergisini yeniden yayınlamaya başlamıştır. Son zamanlarda Muhafızların Atlas isminde bir haber ajansı kurması gündemdedir. 

Devrim Muhafızlarının seçimlere müdahale ettiğine dair tartışmalar, Ahmedinecad’ın seçilmesini izleyen Meclis seçimlerinde ve yerel seçimlerde 
yine gündemde olmuştur. 43 Son olarak 2009 yılında yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Ahmedinecad’ın yeniden seçilmesinde Devrim Muhafızları ve 
Besic’in gerek kampanya sırasındaki çalışmaları ve gerekse seçimlerin yürütülmesi ile ilgili faaliyetleri yoluyla önemli bir rol oynadığı iddia edilmektedir.44 

Nitekim seçim sonrasında ortaya çıkan protestoları Devrim Muhafızları şiddet kullanarak bastırmış ve hükümetin karşısındaki en önemli tehdidi bertaraf 
etmiştir. Devrim Muhafızları komutanları daha sonra yaptıkları açıklamalarda seçim sonuçlarını protesto eden eylemleri rejimi devirmeye yönelik kadife 
devrim girişimi olarak adlandırmış ve eylemlerin sorumlusu olan reformcu siyasetçilerin yargılanmasını istemiştir. 

İran’da Tehdit Algılamasının Değişmesi ve Yeni Tehdidin Yükselişi 

Yukarıda anlatılanlardan anlaşıldığı üzere Devrim Muhafızları’nın ideolojik yapısı ve siyasal bakışı hükümet ile ilişkilerini belirleyen en önemli faktör olarak 
ortaya çıkmaktadır. Devrimi korumakla yükümlü olan Muhafızlar Devrime ve rejime yönelik tehditleri bu ideolojik bakış etrafında değerlendirmektedir. 
1990’lı yılların başından itibaren siyasi elitler arasında bölünme ve rejimin temelleri üzerine yapılan tartışmalar Muhafızlar tarafından Devrime karşı bir 
tehdit olarak değerlendirilmiştir. Bu nedenle, Devrime yönelik tehditlerle mücadele adı altında Devrim Muhafızları giderek siyasal alana girmiştir. 

İran – Irak savaşının sona ermesi ve Ayetullah Humeyni’nin ölümü üzerine 1989 yılından itibaren İran’da yeni bir dönem başlamıştır. Bu yeni dönemde 
Ordu, İran’ın sınırlarını korumakla görevlendirilirken Devrim Muhafızları’nın görev alanı iç güvenliğin sağlanması ve Devrimin korunması olarak belirlenmiştir. 
Humeyni’nin yerine Rehber olan Hamanei, Devrim Muhafızları’nın görevlerini devrimin silahlı savunmasını yapmak, Besic ordusunun kuruluşunu ve örgütlenmesini sağlamak ve devrimin ideallerini korumak olarak tanımlamıştır.45 

1990’ların başında Hamanei’nin İslam Cumhuriyeti’ne yönelik en büyük tehdidi “kültürel saldırı” diye nitelemesine paralel olarak Devrim Muhafızları da 
açıklamalarında kültürel saldırıya karşı mücadele söylemine ağırlık vermeye başlamıştır. Devrim Muhafızları Komutanı Rezai (ve onu izleyen komutanlar) 
ABD ve müttefiklerinin İslami değerlere ve fikirlere karşı kültürel saldırıda bulunduğunu söylemiştir. 

İlk olarak Eylül 1992’de Devrim Muhafızları Ulusal Kongresi’nin ardından yapılan açıklamada Devrim Muhafızları’nın “ Batı’nın kültürel saldırısına karşı mücadele etmek için hazır olduğu” belirtilmiştir.46 

Özellikle muhafazakârlar tarafından dile getirilen kültürel saldırı söylemi, Batı’nın İran halkını, özellikle İran gençliğini materyalist, ahlaksız Batı kültürü 
ve Batılı ideolojilerle kirletmek suretiyle İslam Cumhuriyeti’ne karşı bir saldırı başlattığını iddia etmektedir.47 Saldırının hedefinde İslam, İslam Devriminin 
değerleri ve İslami rejimin temel unsurları vardır. Bu söyleme göre kültürel saldırının amacı, Batılı emperyalistlerin İran’da Devrim’den önceki egemen 
pozisyonlarını yeniden sağlamaktır. Emperyalist güçler İran’a önce askeri olarak saldırmış, fakat İslam Cumhuriyeti’ni askeri yollardan yıkmayı başaramayınca 
kültürel saldırı başlatmışlardır. Kültürel saldırının ilk adımlarından birisi Salman Rüşdi’nin “Şeytan Ayetleri” isimli kitabının yayınlanmasıdır. Bundan 
sonra Batının kültürel saldırısı medya, uydu TV’leri ve internet vb. üzerinden devam etmiştir. 

Kültürel saldırı söylemi İranlı muhafazakarlar ve radikaller tarafından yer yer “psikolojik savaş” kavramıyla aynı anlamda ve birbirlerinin yerine kullanılmaktadır. Devrim Muhafızları ise, İslam Devrimi’ne karşı yürütüldüğü iddia edilen psikolojik operasyonlar ve kültürel saldırı ile mücadele etmeyi kendi görevinin bir parçası olarak görmüştür. İranlı liberaller Batı’nın kültürel saldırısının İran’daki uygulayıcıları olarak görülmüş ve İranlı radikaller ile Muhafızların hedefi olmuştur. İşte bu bağlamda Devrim Muhafızları Komutanı Rezai 1996 yılında yaptığı bir konuşmada liberalizmi, İran’da giderek büyüyen fakat yetkililerin yeterince mücadele etmediği “kanserli tümöre” benzetmiş ve İslam Devriminin kaderinin İran’daki liberaller ile Hizbullah arasındaki mücadeleye bağlı olduğunu söylemiştir. Kendisini Hizbullah kampının bir parçası olarak gören Rezai, velayet-i fakih’in ve ulemanın, Amerika’nın İslam Devrimi ile mücadelesindeki öncelikli hedefleri olduğunu hatırlatmıştır.48 

Devrim Muhafızları Halkla İlişkiler Bürosu tarafından 1996 yılında yayınlanan bir bildiride “Devrim Muhafızları’nın devrimin, rejimin, velayet-i fakih yönetimi 
ile İslam Cumhuriyeti’nin temellerinin, değerlerinin ve kazanımlarının tehlikeye girdiğini hissettiği anda harekete geçeceği” belirtilmiştir. 

Devrim Muhafızları Genel Karargâhı Komutanı M. B. Zolqadr, “Devrim Muhafızları’nın barakasında oturup düşmanın askeri saldırısını bekleyen salt bir askeri güç olmadığını” 
söylemiş ve Devrim Muhafızları’nın anayasal olarak Devrimin değerlerini korumak ve kollamakla yükümlü olduğunu hatırlatmıştır. Zolqadr, Devrim Muhafızları “İşte bu yüzden emperyalistlerin kültürel saldırısına ve Batı’nın kuklaları ile bu kutsal sistemin içindeki liberallerin kötü etkileri karşısında kayıtsız kalamaz” demiştir.49 

1990’lı yıllarda İran’da yaygınlaşan basın faaliyetleri ile birlikte hükümete, rejime ve din adamlarına yönelik eleştirilerin artması üzerine “liberal basın” Devrim Muhafızları’nın hedefi haline gelmiştir. Reform hareketi içerisinde bazı siyasetçilerin de rejime yönelik kimi açıklamaları, özellikle velayet-i fakih’in meşruiyet kaynağı ve yetkilerinin tartışılmaya açılması Devrim Muhafızları’nın tepkisini çekmiş ve Devrim Muhafızları bu süreç içerisinde siyasete müdahil olmaya başlamıştır. Abdullah Nuri, Ataollah Mohacerani gibi reformcuların 1997 yılında Hatemi hükümetinde önemli görevler almaları Devrim Muhafızları’nın tehdit algılamasını ve dolayısıyla siyasete müdahalesini artırmıştır. Rezai, görevden ayrıldıktan sonra yaptığı bir açıklamada Devrim Muhafızları ve Besic’in, siyasi gruplar ile Devrim arasında bir çekişme olması durumunda sahneye çıkması gerektiğini söylemiştir.50 Rezai’den sonra Devrim Muhafızları Komutanı olarak atanan Yahya Rahim Safavi Mayıs 1998’de yaptığı bir konuşmada Devrim Muhafızları’nın apolitik bir kurum olmadığını, aksine siyasal bir çizgisinin olduğunu söylemiş ve bu çizginin İmam Humeyni’nin çizgisi olduğunu ileri sürmüştür.51 

Safavi’nin Mayıs 1998’de “liberal” gazetecileri hedef alan konuşması İran’da asker – siyaset ilişkisi açısından büyük ilgi çekmiştir. Safavi, Cumhurbaşkanının 
etrafındaki bazı liberal kimselerin özellikle Nuri ve Mohacerani’yi kastederek velayet-i fakih ilkesinin altını oyduğunu, böylece rejimin en önemli temelini 
tehdit ettiğini ileri sürmüş ve şöyle demiştir: “Biz siyasete müdahale etmiyoruz ancak, hükümet sistemimizin temellerinin ve devrimimizin tehdit edildiğini görürsek … müdahil oluruz.”52 Nitekim Kültür Bakanı Mohacerani’nin izin verdiği birçok gazete ve dergi Muhafızların hedefi olmaya başlamıştır. 

Safavi, liberal gazetelerde yazan rejim düşmanlarının “dillerinin ve boyunlarının” kesilmesi gerektiğini” söylemiştir.53 Muhafızlara göre iki büyük siyasi akımın [reformculuk ve muhafazakârlık] dışında rejimi tehdit eden ve yabancıların sponsorluğunu yaptığı “üçüncü bir akım” vardır. Bu düşmanlar “sivil toplum” kavramını suiistimal ederek basın yoluyla rejimin temellerine saldırmaktadır. Halkla İlişkiler Bürosu’nun Mayıs 1998’de yayınladığı bir bildiri Muhafızların pozisyonunu net bir şekilde göstermektedir: “Ülkedeki serbest ortamdan ve devrimci güçlerin sabır ve sadakatinden yararlanan bir grup basın ile zehirli ve şüpheli kalemler, kamuoyunun dikkatini İslami İran’ın yeminli düşmanlarının düşmanlıkları ve komplolarından uzaklaştırmak maksadıyla hastalıklı fikirleri ve temelsiz düşünceleri yaymaya çalışmaktadır.”54 Safavi, saldırıların son zamanlarda arttığına işaret ederek böyle bir atmosferin oluşmasından ötürü çok üzgün olduklarını belirtmiş ve her şeye rağmen sabırlı olmaya devam edeceklerini ve uygun zamanın gelmesini bekleyeceklerini söylemiştir.55 

İşin ilginç yanı Devrim Muhafızları’nın hedef aldığı gazeteciler ve siyasetçilerin Devrime açıkça karşı çıkmaksızın, düşüncelerini yine Devrime dayandırmış 
olmalarıdır. Muhafızların hedefindeki gazeteci ve siyasetçilerin bir kısmı Devrimden sonraki yıllarda rejimin yerleşmesi için önemli görevlerde bulunmuş, 
hatta bazıları Devrim Muhafızları saflarında yer almış ve Irak savaşında gönüllü olarak cephede savaşmıştır. Ancak, 1990’lı yıllara gelindiğinde birçok 
konuda Rehber Hamanei ile aynı fikirde olmayan, yine Devrim adına rejimin daha “demokratik” hale getirilmesi için mücadele etmeye başlayan bu insanlar 
devrimci yoldan sapmakla suçlanmışlardır. O dönemde Devrim Muhafızları Kara Kuvvetleri Komutanı olan Muhammed Ali Caferi, 1998 yılında yaptığı 
bir açıklamada bu durumu net bir şekilde ortaya koymuştur. Caferi, “bugün Devrimin sona erdiğini ilan eden fakat kendilerini şehit ailelerinin bir parçası 
olarak gören bu kimseler bilmelidir ki onlar kendilerini o ailelerden uzaklaştırmış ve halkın ve Devrimin izlediği yoldan sapmışlardır,” demiştir. “Cahil” olarak 
nitelendirdiği bu insanların Batı ile ilişkili olduğunu, Büyük Şeytan’ın elemanları olduğunu ve kazanılmış özgürlükleri suiistimal ettiğini ve Devrimin en 
temel unsurlarına saldırarak Devrimi durdurmaya çalıştığını ileri süren Caferi, Devrim Muhafızları’nın her konuda Rehber Hamanei’nin arkasında olduğunu belirtmiştir.56 

Eylül 2000’de, Devrim Muhafızları Komutanları ve Yetkilileri 13. Ulusal Kongresi’nin ardından yayınlanan bildiride “düşmanın İslam Cumhuriyeti’nin 
temellerine yaptığı saldırılara işaret edilerek, bilerek veya bilmeyerek bu büyük milletin hayatının her alanında Batı’nın hakimiyetini yeniden kurmayı kendisine 
misyon edinen gericiler ve yabancıların ajanları ‘ikaz’ edilmiştir.” Bildiride, reformlar “gerçek reformlar” ve “Amerikan reformları” olmak üzere ikiye ayrılmış, Muhafızların gerçek reformları desteklediği, ancak Amerikan reformlarına karşı çıktığı belirtilmiştir.57 

Devrim Muhafızları 20 Temmuz 2002’de yayınladığı bildiride İran’ı bekleyen yakın tehlike ve tehditlere dikkat çekmiştir.58 Bu bildiride devrimin ideallerini 
ve hedeflerini saptırmaya ve değiştirmeye ve İslam Cumhuriyeti rejimini dönüştürmeye çalışan ve umutla düşmanın İran’a gelmesini bekleyen bir 
akım olduğu belirtilmiştir. Bildiride, “Devrim Muhafızları devrimi önemseyen bütün güçleri, rejimin çarpıtılmış imajını sergilemek ve içeride müttefikleri olduğuna dair Amerikalılara güven ve umut verecek zemini oluşturmak amacıyla sistemin hedeflerini ve temellerini, İslam Devrimi’nin sloganlarını, İslam 
Cumhuriyeti’nin kurumlarını manipule etmeye çalışan bu ikiyüzlü akıma karşı uyanık olmaya davet etmektedir.” denilmiştir. Destekçilerinin geçmişte belki 
İslam Devrimi saflarında olduğu ancak artık Devrimle alakalarının kalmadığının belirtildiği bildiride bu akımın “rejime sızmayı başardığı” ifade edilmiştir. Bu 
düşmanların rejimin içine sızarak ve ülkenin ekonomik sıkıntılarını avantaja çevirerek izleyen üç yılda yapılacak seçimleri (2003 Yerel Seçimleri, 2004 Meclis 

Seçimleri ve 2005 Cumhurbaşkanlığı seçimi) büyük farkla kazanmayı ve İslam Cumhuriyeti’nin düşmanlarına uygun seküler bir rejim kurmayı hedefledikleri 
ileri sürülmüştür. “Sokakta tahripkârlığı açıkça destekleyerek, fahişeliği tartışarak ve ‘erkekler ve kızlar için özgürlük,’ ‘uydu TV seyretme özgürlüğü’ gibi sloganlarla sosyal rahatsızlıklardan yararlanarak gelecek seçimleri kazanmakiçin tezgâh kurduğu” ileri sürülen bu insanların, “bütün sınırları aştığı” 
ifade edilmiştir. Bildiride Amerika’nın ciddi şekilde İran’a saldırmayı düşündüğü bir ortamda “devrimci ve İslami değerlere meydan okumak için geniş 
özgürlüklerden yararlanan ve İranlıların arasında fitne tohumları eken bu akım, Amerika’nın beşinci sütunu” olarak adlandırılmıştır.59 

Irak’ın işgalinin ardından İran’daki siyasi ayrışma daha da şiddetlenmiş, Devrim Muhafızları ile muhafazakârlar savaştan ve İran’ın sınırları etrafındaki Amerikan 
askeri varlığından kaynaklanan güvenlik tehditlerini ön plana çıkarırken, reformcular bu tehditlerin etkisizleştirilmesi için bazı konularda reformlara gidilmesini ve ABD ile ilişkilerin normalleştirilmesini savunmaya başlamıştır.60 Reformcuların bu talebine karşılık Hamanei’nin Devrim Muhafızları’ndaki temsilcisi Ayetullah Movahedi-Kermani, Saddam rejiminin Amerikan saldırısı ile devrilmesinin ardından ABD ile ilişkilerin normalleştirilmesini savunanları düşmanın beşinci kolu olmakla itham etmiştir. Movahedi-Kermani daha da ileri giderek Devrim Muhafızları’nın Meclis’in hareketlerini izlemesi ve her milletvekilinin ne düşündüğünü bilmesi - Rehberle beraber mi karşı mı - gerektiğini söylemiştir. 61 

Muhafızların bu değerlendirmeleri dikkate alındığında Devrim Muhafızları – siyaset ilişkilerindeki dönüşüm daha iyi anlaşılmaktadır. Devrim Muhafızları işte 
bu nedenlerle 7. Meclis seçimlerinde öne çıkmış, havaalanını işgal ederek siyasete aktif müdahaleye başlamış ve nihayet “ilkeci” Ahmedinecad’ın iktidarına yardımcı olmuştur. 

Reformcuların çoğunlukta olduğu 6. Meclis ve Hatemi yönetimi ile ideolojik olarak çatışma, dolayısıyla siyasi çekişme içerisinde olan Muhafızların Ahmedinecad yönetimi ile ideolojik olarak uyum içinde olduğu görülmektedir.  

Devrim Muhafızları Komutanı Muhammed Ali Jafari Kasım 2007’de bir konuşmasında şöyle demiştir: “Dokuzuncu Hükümet döneminin 
başlaması ile birlikte biz çevreden geldik ve şimdiki hükümet de mesele İslam devriminin değerleri ve hedefleri olduğunda Devrim Muhafızları ve Besic 
ile uyumlu ve birliktedir.”62 Bununla beraber Ahmedinecad hükümetinin işbaşında olması İran rejiminin önündeki tehditlerin tamamen kalktığı anlamına 
gelmemiştir. Devrim Muhafızları komutanlarının ve Besic’in açıklamalarında İran’a yönelik dış tehditlerin yanı sıra içerideki tehdidin değişik şekillerde devam 
ettiğine dikkat çekilmiştir. Bu bağlamda Eylül 2007’de Devrim Muhafızları Komutanlığını üstlenen M. Ali Caferi, Devrim Muhafızları’nın Devrimi ve kazanımlarını korumakla yükümlü “askeri, siyasi ve kültürel bir kurum” olduğunu hatırlatarak Devrim Muhafızları’nın, devrime tehdit hangi alanda gelirse orada 
olacağını söylemiş ve mevcut durumda Muhafızların önceliğinin iç tehditlere karşı mücadele etmek olduğunu belirtmiştir.63 Bu tehdit algılamasına paralel 
olarak 2007 yılında Devrim Muhafızları’nın örgütsel yapısında yeniden düzenlemelere gidilmiş, Besic ve Devrim Muhafızları arasında komuta birliği 
sağlanmış ve Devrim Muhafızları basın-yayın ve özellikle internet üzerinden “yumuşak tehditlerle mücadele” kapsamında daha aktif roller üstlenmeye 
başlamıştır. Ayrıca Devrim Muhafızları’nın gerek dış saldırı durumunda gerekse yerel düzeyde mücadele kabiliyetini artırmak maksadıyla iller bazında yeniden 
örgütlenmesi sağlanmış ve yerel komutanların yetkileri artırılmıştır. 2009 yazında cumhurbaşkanlığı seçimi sonuçlarına karşı ortaya çıkan protestolar 
da Devrim Muhafızları liderleri tarafından bu bağlamda değerlendirilmiş ve “kadife devrim” girişimi olarak adlandırılmıştır. 

Sonuç 

Bu makalede Devrim Muhafızları’nın İran siyasetinde etkisini artırması süreci ve nedenleri incelenmiş ve şu sonuçlara varılmıştır. Devrim Muhafızları – siyaset 
ilişkisini anlamak için öncelikle Devrim Muhafızları Ordusu’nun ideolojik niteliği dikkate alınmalıdır. 

Devrimden hemen sonra Devrimi ve kazanımlarını korumak üzere kurulan bu ordu ideolojik adanmışlığı en yüksek kişiler arasından seçilmiştir. 

Devrim Muhafızları’nın ideolojik adanmışlığını yüksek düzeyde tutmak amacıyla Rehber tarafından din adamları görevlendirilmektedir. Bu din adamları hem Muhafızların siyasi ve ideolojik denetimini yapmak hem de ideolojik/İslami eğitim vermekle yükümlüdür. Devrim Muhafızları’nın askeri alandaki uzmanlaşmasına rağmen din adamları Devrim Muhafızları bünyesindeki varlıklarını korumaktadır. Bu sayede Muhafızların ideolojik adanmışlık seviyesi 
hala yüksek düzeyde seyretmektedir. Devrim Muhafızları’nın açıklamalarında ve faaliyetlerinde bu durum rahatlıkla gözlemlenebilmektedir. 

Devrim Muhafızları’nın ideolojik adanmışlık düzeyinin yüksekliğine karşılık siyasi elitler arasında 1990’lı yıllarda ideolojinin öneminin giderek azaldığı görülmüştür. Diğer taraftan elitler arasındaki siyasi bölünmeler bu dönemde daha belirginleşmiş ve rakip siyasi gruplar arasında şiddetli bir rekabet başlamıştır. Bu rekabet ortamı içerisinde devrimin bazı değerlerinin de tartışmaya açılması, Devrimi ve değerlerini korumakla yükümlü Muhafızların ön plana çıkmasına neden olmuştur. Reformcular, Devrim Muhafızları’nın asker olarak tarafsız kalmasını istemiş ve Muhafızların siyasi alana girmesini eleştirmiştir. Buna karşılık Devrim Muhafızları kendilerini salt askeri bir güç değil, siyasi ve kültürel bir güç olarak görmektedir ve devrime yönelik tehditlerin hangi alandan gelirse oraya yöneleceklerini belirtmektedir. Nitekim Devrim Muhafızları, reform hareketinin iktidarı döneminde reformcuların arasındaki “aşırı unsurların” İslam Cumhuriyeti ve Devrime tehdit olduğunu iddia ederek yaptığı açıklamalar ile siyasal alana kaymış ve reformcu siyasetin alanını daraltmıştır. Devrim Muhafızları, İran’ın kültürel saldırı ve içeriden kaynaklanan tehditlerin yanı sıra 2000’li yıllarda askeri tehditlere maruz kalması üzerine siyasete müdahalesini artırmış ve kendileri ile ideolojik olarak daha uyumlu bir yönetimin işbaşına gelmesine yardımcı olmuştur. 

DİPNOTLAR;

1 Bkz. Ashgar Schirazi,The Constitution of Iran: Politics and the State in the Islamic Republic, London: I.B. Tauris, 1997. 

2 Bkz. Kenneth Katzman, The Warriors of Islam; Iran’s Revolutionary Guard, Boulder, Oxford: Westview Press, 1993. 

3 F.Wehrey, J.D. Green et.al., The Rise of the Pasdaran: Assessing the Domestic Roles of Iran’s Islamic 
Revolutionary Guards Corps, SantaMonica, CA: RAND, 2009. 

4 Ali Alfoneh, “TheRevolutionaryGuard’sRole inIranianPolitics,” Middle East Quarterly, Cilt 15,No:4, Güz 2008, ss. 3-14; M.Rubin, “Iran’s Revolutionary Guards 
–ARogueOutfit?”Middle East Quarterly, Cilt15,No.4,Güz 2008, ss. 37-48. 

5 AliGheissari&ValiNasr, “The Conservative ConsolidationinIran,” Survival, Cilt47,No.2,Yaz 2005, ss. 175-190; A.Ehteshami & M. Zweiri, Iran and the Rise of 
its Neoconservatives, London: I.B.Tauris, 2007. 

7 SusanE.Merdinger,“ARaceforMartyrdom:TheIslamicRevolutionaryGuardsCorps(IRGC),”Master’s Thesis, Naval Postgraduate School,Monterey,California, 
Aralık 1982, s.33-34. 

8 “RevolutionaryGuardsSpokesmanInterviewed,” Tehran Domestic Service, 11Haziran 1979, FBIS (Foreign Broadcast Information Service),14Haziran 1979, R14-R15. 

9 DavidMenashri, “Iran,”Middle East Contemporary Survey, Cilt: 5, 1980–81. 

10 Gholamali Rashed, “Sharayat va dzarorathaye tovled, roshd, taspet ve ghostarashe Sepah dar Jang,” Majalla-ye Seyasate Defa’, Cilt5,No.3,Yaz 1376. 

11 “Report on the Merger of the Security Forces,” Bayan, no.2, 22 Haziran/22 Temmuz 1990, FBISNES-90-169, 30 Ağustos 1990, s.60. 

12 “Commander ofRevolutionGuards gives details of his forces’ activities,” Vision of the IRI Network 1, 11 Kasım1999,SWB (BBCSummaryofWorldBroadcasts), 
     ME3691,13 Kasım1999,s.1. 

13 Ehteshami&Zweiri,“Iran and the Rise of its Neoconservatives”,s.20. 

14 “IslamicGuardsreactto KhatamiCNN interview, defendUS embassy takeover,” Jomhuri-ye Eslami, 12 Ocak 1998, SWB,ME 3126,16Ocak 1998, s.19. 

15 “Militarycommanders give an ultimatum toPresident Khatami,” Jomhuri-ye Eslami, 19Temmuz 1999, SWB,ME 3592,21Temmuz 1999, s.1-2. 

16 “President’s office plays down IRGC commanders’ ‘top secret’ letter to Khatami,” IRNA (English), 20 Temmuz 1999, SWB,ME 3593,22Temmuz 1999, s.12. 

17 Ehteshami&Zweiri,“Iran and the Rise of its Neoconservatives”,s.26. 

18 “Pro-Khatami paper criticizes IRGC commanders’ letter to president,” Iran [web site],21Temmuz 1999, SWB,ME 3594,23Temmuz 1999, s.3. 

19 “CommanderSafavi saysGuards Corps has always supported Khatami,” Voice of the Islamic Republic of Iran,23Temmuz 1999, SWB,ME 3596,26Temmuz 1999, s.12. 

20 NavidKermani, “TheFearoftheGuardians:24Army OfficersWritea LettertoPresident Khatami,”R. Bruinner&W.Ende (der.),The Twelver Shia in Modern Times,Leiden, 
Boston,Koln:Brill, 2001, ss. 35465. 

21 “Guards commander’s office says letter to Khatami was not secret,”Neshat[web site], 27Temmuz 1999, SWB,ME 3599,29Temmuz 1999, s.2. 

22 SafaHaeri,“Berlin ConferenceofIran AfterElections endedin Chaos,”Iran Press Service,8Nisan 2000; 
“IranReport,” RFE/RL,24Nisan 2000. 

23 SafaHaeri,“PasdaranMenacePresidentAndReformistsWithACoup,”Iran Press Service,16Nisan 2000; GeneiveAbdo, “Hardliners in elite force ‘plotting coup against 
Iranian President,” Guardian, 27 Nisan 2000. Guardian’da yayımlanan haberde Nisan ortalarında bir grup Devrim Muhafızı komutanının bir toplantısının bantkaydından 
bazı notlar yayımlanmıştır. Buna görer eformcuları kenara itmek amacıyla üç aşamalı bir strateji belirlenmiştir. İlk olarak reformcu gazeteler kapatılacak, daha sonra 
Tahran pazarında ve dini eğitim merkezlerinde karışıklıklar çıkarılacak ve son aşamada reformcular saf dışı bırakılacaktır. 
Ayrıca bkz. “Islamic Revolution Guards Corps supports Khamane’i, threatens opponents,” Vision of the IRI Network 1,16Nisan 2000,in SWB, ME 3818,
18 Nisan 2000, s.1. 

24 “PoliticalParty warnsGuards Corps against staging coupd’etat,” Iran, 19Nisan 2000, SWB, ME 3821, 21Nisan 2000, s.5-6. 


25 JavadDeliri,“ Militaryfigures standingas(Majles) candidates:Adevelopmentfullof speculation,” Iran, 15Ekim 2003, FBIS-NES-2003-1016. 

26 “Praetorians prepare to play overtpolitical role,” RFE/RL Iran Report,20Ekim 2003. 

27 JavadDeliri,“ Militaryfigures standing as(Majles) candidates:Adevelopment fullof speculation,” Iran, 15Ekim 2003, FBIS-NES-2003-1016. 

28 Qasem Khorrami, ““ The Military, Policy and Elections: Reviewing the Phenomenon of Militarizing the Foundation of Political Power,” Hambastegi, 
Ekim 19 2003, FBIS-NES-2003-1029. 

29 JavadDeliri,“Militaryfigures standingas(Majles) candidates:Adevelopmentfullof speculation,”Iran, 15 Ekim 2003, FBIS-NES-2003-1016. 

30 JavadDeliri,“Militaryfigures standingas(Majles) candidates:Adevelopmentfullof speculation,”Iran, 15Ekim 2003, FBIS-NES-2003-1016. 

31 “RevolutionaryGuards accused of political interference,” RFE/RL Iran Report,1Mart 2004; “Ministry Accuses Revolution Guards of Engaging in Election 
Campaigning,” ISNA, 18 Şubat 2004, FBISNES-2004-0218. 

32 “E’temad’s Analysison ClosureofImam KhomeyniAirport:ReviewingtheFileofaDispute,” E’temad,10 Mayıs 2004, FBIS-NES-2004-0511. 

33 SafaHaeri,“Iran:Invisible hands guide militaryambitions,”Asia Times, 28Mayıs 2004. 

34 “Iran’sMajlesSpeakerSays Lackof CoordinationBehind Closureof Airport,” IRNA, 23 Mayıs 2004, FBIS-NES-2004-0523. 

35 “IranianTransportationMinistryDeniesBlamingIRGCFor ClosureofNew Airport,” IRNA, 31 Ağustos 2004, FBIS-NES-2004-0831. 
Ayrıca, Muhafızların ortak olduğu bir konsorsiyumun ihaleyi kaybettiğine dikkat çekilmiş ve TAV’ ın  yeni havaalanını işletmesi durumunda Devrim Muhafızları’nın 
havayoluyla yaptıkları kaçakçılığın engelleneceği,bu yüzden Devrim Muhafızları’nın harekete geçtiği ileri sürülmüştür. 
Bkz.A. Alfoneh,“HowIntertwinedaretheRevolutionaryGuardsinIran’sEconomy,” AEI Middle Eastern Outlook, no.3,Ekim 2007. 

36 GaryThomas,“IranElectionFilled withSurprises,”Payvand News,21Haziran 2005. 

37 Ehteshami&Zweiri,“Iran and the Rise of its Neoconservatives”,s.85. 

38 İlkecilik (Osulgaraye, Principlism) İranlıların İmam Humeyni çizgisine bağlılıklarını vurgulamak için kullandıklarıyeni bir kavramdır.Kendilerini 1980’lerde Mektebi, 
1990’larda Hizbullahi diye tanımlayan gruplar 2000’li yıllarda kendilerini tanımlamak için Osulgaraye (Usulgerayi) kavramını kullanmaya başlamıştır. 

39 Ehteshami&Zweiri,“Iran and the Rise of its Neoconservatives”, s.84. 

40 “IranianGuardsVoiceSupportForPresident-Elect Ahmadinezhad,” Fars News Agency,4Temmuz 2005, FBISTranslatedText, WNC(WorldNews Connection). 

41 “General Rahim-Safavi:SomePoliticalGroups AreTryingToWeakenGovernment,” Siyasat-e Ruz, 27 August 2005, FBISTranslatedText, WNC. 

42 “TheRepresentativeof the Leaderin theIslamicRevolution’sGuards Corps:DistributingService and ApplyingSocialJusticeisaGoalof theNinthAdministration,
” Hemayat,24Eylül 2006, OSC(Open Source Center)TranslatedText, WNC. 

43 Ali Alfoneh, “Iran’sParliamentaryElections and theRevolutionaryGuards’Creeping Coupd’Etat,” AEI Middle Eastern Outlook, No.2,Şubat 2008, s.3. 

44 Babak Rahimi, “The Role of the Revolutionary Guards and Basij Militia in Iran’s ‘Electoral Coup’,” Terrorism Monitor (Jamestown), Cilt7,No.21,17 
Temmuz 2009, ss. 6-8. 

45 “IRGC Official Interviewed on Restructuring,” Tehran Domestic Service, 16 Ocak 1990, FBIS NES-90-015,23Ocak 1990, s. 52. 

46 “Assembly issues resolution,” Tehran IRIB Television First Program Network, 17 Eylül 1992, FBIS-NES-92-182,18Eylül 1992, s.41. 

47 Bkz.SussanSiavoshi, “CulturalPolicies and theIslamicRepublic,” International Journal of Middle East Studies, Cilt29,No.4, Kasım 1997, ss. 509-30. 

48 “Guards CommanderReza’i says ‘liberalism’isa cancerous tumour’,” IRNA (inEnglish),11Nisan 1996, SWB,ME 2585.13Nisan 1996, s.25. 

49 “OfficialsaysGuardsCorpswillacttoprotectrevolutionary values,” Kayhan,21Mayıs 1996, SWB,ME 2625,30Mayıs 1996, s.13. 

50 “Official comments on politicalroleofIslamicRevolutionGuards Corps,” IRNA, 31 Aralık 1997, in SWB,ME 3114,1Ocak 1998, s.8. 

51 Ehteshami&Zweiri,“Iran and the Rise of its Neoconservatives”, s.24. 

52 M.Moslem, Factional Politics in Iran,(Syracuse:SyracuseUniversityPress, 2002), s.38.MichaelEisenstadt, “ Iran’sRevolutionaryGuardCommander sendsa warning,
” WINEP Policywatch, no.314,7 Mayıs 1998. 

53 “ Guards corps official levels charges against ‘Jameah’ newspaper,” Iran Daily, 26Mayıs 1998, SWB, ME 3244,4Haziran 1998, s.2-3. 

54 “RevolutionGuardsStatement says commander’sremarkswere distorted,” IRNA,3Mayıs 1998, SWB, ME 3218,5Mayıs 1998, s.10. 

55 “Guards commander warnsof ‘thirdcurrent’ intenton destroyingreligion,” IRNA,2Haziran 1998, SWB, ME 3244,4Haziran 1998, s.2. 

56 “IRGCground forces commander speaks about manufactureofTowsan tanks, missiles,” Iran, 24Mayıs 1998, SWB,ME 3244,4Haziran 1998, s.3. 

57 “Devrim Muhafızları, devrim ve rejimin değerleri ve temelleri çerçevesinde yoksulluk, ayrımcılık ve idarenin zayıflığı gibi sorunların çözümü için her çeşit 
ilerleme ve reformu bütün gücüyle destekleyecektir ve İslami sistemi parçalamaya yada İran milleti için gerginlik, krizve istikrarsızlık yaratmaya dönük her 
çeşit Amerikan reformuna karşı çıkacaktır.” “ Guards Corps statement reiterates allegiance to Islamic revolution,” 
Vision of the IRI Network 1,18Eylül 2000, SWB,ME 3951,21Eylül 2000, ss. 7-8. 

58 JimMuir,“Iran –the rift deepens,”Middle East International,sayı680,26Temmuz 2002,s.6;SafaHaeri, “Reformers attack rev. guards interfering in political matters,” 
Iran Press Service,21Temmuz 2002. 

59 SafaHaeri,“Reformers attackrev. guards interferingin political matters,”Iran Press Service, 21Temmuz 2002. 

60 Reformcular Amerikan tehditlerinin ancak halkın “kararlı desteği ve aktif katılımı” ile etkisizleştirilebileceğini, bununda ancak ülkede demokrasinin sağlanmasıile 
olacağını ileri sürmüştür. Bu sav,bir grup reformcu entelektüelin yayınladığı iki bildiriden et bir şekilde ifade edilmiştir. 200 entelektüelin 
imzaladığı ilk bildiride “ Seçilmemiş insanlar tarafından yürütülen şimdiki politikaların sürdürülmesinin bizi geri dönülmesi imkânsız bir noktaya getirmesinden endişeliyiz. 
Taliban’ın ve Saddam Hüseyin’in kaderlerinden ders almalıyız ve anlamalıyız ki despotizm ve bencillik ülkeyiyenilgiye sürükleyecektir.” 
Rehbere hitaben 127 reformcu milletvekilinin imzaladığı diğer bildiride ise Rehber’denreform sürecinin önündeki engelleri kaldırmak için müdahale etmesive 
ABD ile ilişkilerin normalleştirilmesinin yeniden düşünülerek bu konuda referanduma gidilmesini önermiştir. RFE/RL Iran Report,31Mart 2003; Middle 
East International,13Haziran 2003, s.24. 

61 “Revolutionary Guards issue warn against ‘pro-Americanism’,” Iran Press Service, 30 Nisan 2003. “ By passing the Constitution: Do Not Drag the Military Into the 
Arena of Politics,” Towse’eh,3May 2003, FBIS-NES-2003-0512. 


62 “IRGC commander:Ninth government is in step with IRGC andBasij in promoting theRevolution’s 
ideals,” Iran, 2Kasım 2007, OSCTranslatedText, WNC. 

63 “Iranian CommanderSays IRGC’sPriorityTo Counter ‘Internal Threats’,” Mehr News Agency, 29Eylül 2007, OSC Summary, WNC; Najmeh Bozorgmehr, 
“Iran military force fears threat from within,” Financial Times, 28 Aralık 2007. 


Kaynakça 


-Alfoneh, Ali, “How Intertwined are the Revolutionary Guards in Iran’s Economy,” AEI Middle Eastern Outlook, No.3, Ekim 2007. 
-Alfoneh, Ali, “Iran’s Parliamentary Elections and the Revolutionary Guards’ Creeping Coup d’Etat,” AEI Middle Eastern Outlook, No.2, Şubat 2008. 
-Alfoneh, Ali, “The Revolutionary Guard’s Role in Iranian Politics,” Middle East Quarterly, Cilt 15, No. 4, Güz 2008. 
-Ehteshami, A. & Zweiri, M., Iran and the Rise of its Neoconservatives, London: I.B. Tauris, 2007. 
-Eisenstadt, Michael, “Iran’s Revolutionary Guard Commander sends a warning,” WINEP Policywatch, No.314, 7 Mayıs 1998. 
-Gheissari, Ali ve Vali Nasr, “The Conservative Consolidation in Iran,” Survival, Cilt 47, No. 2, Yaz 2005. 
-Hourcade, Bernard, “The Rise to Power of Iran’s ‘Guardians of the Revolution,” Middle East Policy, Cilt 16, No. 3, Güz 2009. 
-Katzman, Kenneth, The Warriors of Islam; Iran’s Revolutionary Guard, Boulder, Oxford: Westview Press, 1993. 
-Kermani, Navid, “The Fear of the Guardians: 24 Army Officers Write a Letter to President Khatami,” R. Bruinner & W. Ende (der.), The Twelver Shia in Modern Times, Leiden, Boston, Koln: Brill, 2001. 
-Menashri, David, “Iran,” Middle East Contemporary Survey, Cilt 5, 1980–81. 
-Merdinger, Susan E., “A Race for Martyrdom: The Islamic Revolutionary Guards Corps (IRGC),” Master’s Thesis, Naval Postgraduate School, Monterey, California, Aralık 1982. 
-Moslem, M., Factional Politics in Iran, Syracuse: Syracuse University Press, 2002. 
-Rahimi, Babak, “The Role of the Revolutionary Guards and Basij Militia inIran’s ‘Electoral Coup’,” Terrorism Monitor (Jamestown), Cilt 7, No. 21, 17 Temmuz 2009. 
-Rashed, Gholamali, “Sharayat va dzarorathaye tovled, roshd, taspet ve ghostarashe Sepah dar Jang,” Majalla-ye Seyasate Defa’, Cilt 5, No. 3, Yaz 1976. 
-Rubin, M., “Iran’s Revolutionary Guards – A Rogue Outfit?” Middle East Quarterly, Cilt 15, No. 4, Güz 2008. 
-Schirazi, Ashgar, The Constitution of Iran: Politics and the State in the Islamic Republic, London: I.B. Tauris, 1997. 
-Siavoshi, Sussan, “Cultural Policies and the Islamic Republic,” International Journal of Middle East Studies, Cilt 29, No. 4, Kasım 1997. 
-Wehrey, F., Gren J.D. et.al, The Rise of the Pasdaran: Assessing the Domestic Roles of Iran’s Islamic Revolutionary Guards Corps, Santa Monica, CA: RAND, 2009. 


***