2 Aralık 2017 Cumartesi

KÜRT AÇILIMI VE TÜRK KİMLİĞİ

KÜRT AÇILIMI VE TÜRK KİMLİĞİ 



KÜRT AÇILIMI VE TÜRK KİMLİĞİ
İkbal Vurucu* tarafından yazıldı.
21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü   
Politik-Sosyal-Kültürel Araştırmalar Merkezi,
04 Şubat 2010 Perşembe
[*]21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü DYÇ Araştırmaları Bilimsel Danışmanı.


Kürt Açılımının en sorunlu alanı, Türk kimliğinin bu açılımın neresinde olduğu sualinin cevabında yatar.


Kürt sorunu "bilimcileri"nin bu suale verdikleri cevap açık ve net bir şekilde, Türk kimliğinin ve Türkiye devletinin kurucu vasfının yok edilmesi ve bu kimlik 
işlevinin sınırlarının daraltılması anlamına gelir.Peki, bu ne demektir? Kürt açılımının görünen veya gösterilen boyutu hep terör bağlantılıdır. Çünkü, 
açılımın meşrulaştırılması ve halk tarafından kabulü bu zeminde mümkün görülmektedir. Fakat, ortaya çıkan tartışmalardan da gözlemlediğimiz gibi, Kürt 
açılımı esas olarak görülen, duyulan, orada var olan boyutunun dışındaki yani sahnenin arkasındaki işlevi ve amacı ile gerçek anlamını kazanmaktadır. Göz 
önünden sürekli kaçırılan bu boyutların ifşa edilmesi Kürt açılımının taşıdığı önemin, niteliğinin, amacının ve hedefinin bütün yönleriyle ortaya çıkmasına 
katkı sağlayacaktır. Aslında halk sağduyusunun da hissettiği bir tehlikenin varlığı yoğun olarak Kürt açılımında tecessüm etmektedir. Hükümetin Alevi açılımını çok daha önce başlatmış olmasına rağmen hiçbir muhalefetle karşılaşılmaması, aksine devletin ilgili kurumları ve sivil toplumun elbirliği ile desteklediği "açılım" acaba niye "Kürt Açılımı"nda büyük bir dirençle karşılaşmış ve bugünkü kargaşanın da başlamasına sebep olmuştur? Bunun cevabı Kürt Açılımının ne olduğunun da cevabıdır. Ben,bu durumun psikolojik olarak arka planında Türk milletinin kendi evi olan kimliğinin ve devletinin "tehlike" altında olduğunu hissetmesine ve görmesine bağlıyorum. 

Bu seri halindeki yazılarımda, Kürt açılımda Türk kimliğinin konumu ve geleceği konusundaki bir kısım çözümlemelerimi sizinle paylaşacağım.

Birey ve mensubu olduğu toplumsal grup bir anlamlar evreni içinde yaşar. Bu evren bireyin bütün bilişsel ve davranışsal eylemler alanının güdüleyici 
kaynağını oluşturur. Bireyin her hareketi bu zeminde bir anlam bütünlüğünü sağlayan dil, tarih, toplumsal ve kültürel değer ve normlar ve sosyalleşme 
ajanlarından müteşekkildir. Bireyin eylemler örüntüsünün anlaşılması yanında bireylerin oluşturduğu grup, kurum ve örgütlerin yapısı da işlerliği sağlayan 
bireylerin bu bilişsel ve davranışsal eylem kaynaklarından bağımsız değildir. Konumuz açısından siyasal partiler ve özellikle hükümetler, icraatlarının 
seçimini, yöntemini, edimcilerini seçerken bu iklimin havasını teneffüs eder ve siyasal eylemlerini uygulamaya sokarlar. Siyasal aktörlerin bu politik icraatlarını anlamak için uygulayıcıların yer aldığı anlamlar evrenini göz önünde bulundurmak gereklidir.

Hükümet, Kürt Açılımını Kürt sorunu olarak tanımladıkları sorun üzerinden çözme yoluna girerken bir noktaya dikkat etmek gerekmektedir. Bu da Türk halkının sert tepki gösterdiği uygulamalara yönelik bazı haberlere karşı, Kürt Açılımının içeriğinin "sadece Başbakan ve Açılımdan sorumlu koordinatör Bakan'ın sözlerine göre" değerlendirilmesi yönünde bildirilen görüştür. Bu durum, açılımın bilgi kaynağının kontrol altında tutulması ve istenildiği gibi yönlendirilmesini de beraberinde getirir. Bununla birlikte Kürt Açılımının ne olduğunun veya olmadığının yorumlanması çok dar bir alanla sınırlandırılmış olmaktadır. Oysa bu konunun bir geçmişi olduğu, aniden ortaya çıkmadığı, uygulamaya sokulacak politikaların bir ön zihinsel ve maddi hazırlığının olduğu gerçektir. Bu sebeple bu açılımı gerçekleştiren kişi ve grupların yani açılımın aktörlerinin ideolojik, zihinsel, mesleki ve kültürel iklimlerinin betimlenmesi önem arz eder. 

Kürt Açılımının önemini, Türk kimliğinin konumu açısından ortaya koymak için başta hükümet olmak üzere hükümetin toplumsal ve kültürel hegemonya sahasını oluşturan mekanizmanın kollarını teşkil eden STÖ, KİA, düşünce kuruluşları, sendikalar, aydınlar vb. toplumsal ve siyasal aktörlerin konuya yaklaşımını bilmek ve çözümlemelerin merkezi unsurları olarak değerlendirmek gerekmekte dir. Kürt Açılımının amacı, yöntemi, teknikleri, taktikleri bir bakıma bu kompleks  yapının ortak aklıyla oluşmaktadır ve bu aklı anlamak Kürt açılımını anlamak demektir. Bu noktada Polis Akademisindeki Kürt Açılımı Çalıştayı başta olmak üzere ilgili Bakan'ın görüştüğü kişi ve grupların ideolojik konumlarına bakmak bu açıdan önemli ip uçları taşımaktadır. Yani, Kürt Açılımının ideolojik rengini ve karakterini bize bildirmektedir.

Kürt Açılımının merkezine, sorunun Kürt sorunu olduğu aksiyomundan hareket edildiğinde, bu kavramın içeriği, kapsamı, unsurları, yöntemi, çözüm yolları 
belirlenebilir. Böylece Kürt sorununun ne olduğunun cevabının verilmesi Kürt Açılımının da ne olduğunun cevabının verilmesi demektir. Öncelikle şu 
tespitimizi yapalım: Kürt sorunu Türk sorunlu aydınların bir sorunudur. Güneydoğu sorunu gibi bir tanımlama özellikle ekonomik ve sosyal bir geri 
kalmışlık olarak toplumsal nitelik gösterirken Kürt sorunu tanımlaması siyasal bir etnik tanınma sorunu olarak ortaya konulmaktadır. Anayasal tanınma, Kürtçe 
eğitim, yayın, güvenlikte ve kültürde özerk bir yapı talebi bu eksende değerlendirilebilir. Kürt sorununun kabulü, etnik bir sorunun varlığını tasdik 
anlamı taşır. Milli devletin etnik sorun kabulü, çözümünde etnik mahiyet taşıması anlamına gelir.

Bunun anlamı ise, Kürt sorunun çözüm sürecinin Türk kimliğinin geri çekilmesi, izole edilmesi, varlık alanının ve işlevinin daralması demektir. Türk kimliği 
ile Kürt sorunun çözümü arasında ters korelasyon vardır. Yani, Kürt sorununda ilerleme Türk sorunun paralel olarak doğuşuna kaynaklık eder. Biri etkinlik 
alanını genişletirken biri daraltır. Biri çıkar biri düşer. Oysa modern milli devlet tek millet üzerine var olmuştur. Sosyolojik farklılıklar yurttaşlık kurumu gibi mekanizmalar aracılığıyla siyasal ve hukuki alanda tek millet haline gelir. Bu sebeple birden fazla milletin varlığı devletin de birden fazla olması anlamına gelir.

Sonuç olarak etnik temelli sorunlar Türk kimliğinin devlet kimliği olmasından çıkması anlamına gelir. Yani evrensel formda milli devlet biter ve sadece bizim 
seçkinlerin entelektüel fantezilerini süsleyen bir dünya vatandaşlığı ve doğal olarak bir Dünya Devleti bekleriz. O zamana kadar ne mi yaparız? 36 etnik grubun oluşturduğu Anadolu Birleşik Devletlerinde yaşarız!

Kürt Açılımında Türk kimliğinin konumu ve algılanış biçiminin ortaya konulması, işletilen sürecin görünen ve görünmeyen boyutlarının anlaşılmasında büyük önem arz eder.

Zihniyet çözümlemesi için Kürt Açılımı edimcilerinin kendilerini ifade ettikleri kavram ve sözlerin içeriklerinin ifşa edilmesi, eylemlerin ortaya çıkışının 
kaynağı olan anlam dünyasının anlaşılmasında anahtar rolü vardır. Bir bütün olarak bu düşünme ve konuşma edimlerinin anlamlarının ortaya konulması algılama, eylem, bilişsel evrenin birbirine bağımlı bütüncül yapısı sebebiyle, konuyu mümkün olan en iyi anlama yöntemlerinin başında gelir. Böylece bireyin 
gözlemlenebilir davranış örüntüsünün kaynağı ve amacı da belirlenebilir. Bu açıklama ekseninde "millet" ve "Türk" kavramlarının algılanış biçiminin bilinmesi konumuzun anlaşılması ve Türk kimliğinin Kürt Açılımı sürecindeki gerçek konumunu belirlememize yardımcı olacaktır.

Son dönemlerde vurucu ve akıcı üslubuyla kimlik konularında önemli metinler üreten Prof. Dr. İskender Öksüz, milli görüş geleneğinin "Millet" kavrayışını 
şöyle ifade eder: "… Biraz Vahabi, biraz İhvan-ı Müslim ilhamlı bizim 'Millî Görüş', başlangıçtan beri 'milliyet' kavramından sıkıntılıdır. Bir kere İhvanı 
Müslim, tıpkı Komünizm gibi enternasyonalistlik iddiasındadır. ... Peki, millet bunların neresinde? Bu onlar için zor bir sorudur. En değişmeyen, fakat o derece de takiye içeren tutum, Sayın Necmettin Erbakan Hocamızınki: Hoca o latif sesiyle, her 'milletimiz' dediğinde, Osmanlı'nın millet sistemindeki milleti 
kasteder. O anlamı bilmeyenler bunu fark etmeyeceklerinden ve Hoca da bunun pek alâ farkında bulunduğundan, ifade ustalıklı bir takiyedir. Eski Osmanlı'da 
'millet', ümmet, hatta mezhep ifade eden bir kelimedir. 'Ortodoks Milleti', 'Yahudi Milleti' gibi. Bu milletin, bildiğimiz milletle bir ilgisi yoktur tabiî..." devamında şöyle der: "Muhterem hocamızın, 'milliyetçilik' dendiği anda 'biz ırkçılığa karşıyız' tepkisini vermesi bundandır. 'Millî görüş' katiyen 'milliyetçi görüş' değildir." Öksüz'ün, Milli Görüş ve büyük ölçüde kozmopolit İslamcıların kavramlar setindeki bu ince ayrıntıya dikkat çekmesi kayda geçmelidir. 

Her terim kavram değildir. Kavramlaştırma terimin anlamlaştırılması sürecini tanımlar. Millet teriminin kullanımı toplumun genel algılayışında Türk, Arap, 
İngiliz vb. bir toplumu anlatmak içindir. Bu anlamın dışındaki kullanım yani terimin araçsallaştırılmasında genel kitlenin verdiği "anlamın" biçimsel 
ifadesine bir atıf söz konusudur. "Hangi millettensin?" sorusu, genel olarak "Türk" diye verilen bir cevap içerir. Fakat milli görüşün zihniyet dünyasını 
içselleştiren bireyler "millet"i farklı bir anlamda kullanmaktadır. Sorun da bu zümrenin kullanışı ile genel kabulü arasındaki bağın bilinçli bir şekilde ters 
yüz edilmesindedir. Özellikle politik uygulamalardaki çelişkilerin ve çatışmaların ana kaynağı budur.

Türk olarak kavramlaştırılan milletin devlet felsefesi ve siyasal yapısından dışlanma sürecinde, asla kullanımı ihmal edilmeyen "millet" teriminin genelin 
tepkisini engelleme gibi bir işlevi de vardır. Bunun yanında asıl kullanım biçiminin asla ve kat'a "Türk-dışı" bir kullanıma sahip olmayacağı inancını da 
besler. Bir noktayı da vurgulamalıyız ki, Kürt Açılımını başlatan kozmopolit İslamcı aktörler ile Açılımı geliştiren ve içeriklendiren 2. Cumhuriyetçi 
liberal seçkinlerin sosyolojik ve siyasi-hukuki olarak millet kavramını kullanışları da birbirleriyle uyuşmaz. Kozmopolit İslamcılar belirttiğimiz anlamda "millet"i kodlarken, liberal aydınlar "millet" gibi kolektif bir varlığın gerçekliğini reddederler. Aynı kavram karşısındaki bu farklı duruşlar Türk kimliği karşıtlığında birleşmektedir. Terimin bu farklı anlamlarda kullanımı, Kürt Açılımının toplumsal meşruiyetinin sağlanması sürecini işleten mekanizmalar tarafından titiz bir biçimde kullanıma sokulmaktadır. Bu farklı ideolojik kümeye mensup aydınları "millet" kavramının kullanımında birleştiren husus Türk kimliğini dışlayan söz konusu bu müphemleştirilen yapısıdır.

Millet teriminin modern kullanımı ve toplum tarafında algılanan vasfı ise açık ve net biçimde "Türk"tür. Türk kavramının kullanımda ise iki veçhe vardır. 

1- Siyasi-hukuki kullanımı, 
2- Sosyolojik ve tarihsel kullanımı. 

Bu kullanım formu evrensel karakterlidir. 

BM üyesi bütün devletlerde geçerlidir. 

Milletin siyasi-hukuki vasfı genellikle olması gereken ve aynı devlet bünyesindeki vatandaşların "eşit" hak ve hukuk ve sorumluluklara sahip olmasını zorunlu 
kılar. Milli devlet bu zorunluluğun normatif kaynağıdır. Hukuk devleti gibi ana vasfı ise bu eşitliğin teminatıdır. Tarihsel-sosyolojik vasfı ise Türk kavramı nın ilk kullanışından buyana gelişen süreçte teşekkül eden bir olgu olarak müşterek dil, tarih kavrayışı, kültürel kodlar, din, gelenek gibi vasıflarıyla tecessüm eden toplumdur. "Türk" hem tarihsel temelli etno-kültürel bir olguyu ifade ederken hem de vatandaşlık zemininde siyasi-hukuki bir olguyu karşılar. Bu durum bir paradoks değildir. Zorunlu bir diyalektik yapı içerir. Çünkü her devletin bir kurucu "asabiyesi" vardır.

İkinci anlamda "Türk" tek bir sosyolojik bütünlüğü kapsarken birinci anlamda pek çok sosyolojik gerçeklikleri kapsayarak devlet olma düzeyinde bir bütün olmayı gösterir. Başka bir ifade ile millet farklı kültürel ve etnik yapılanmaların üstünde bir kültürel oluşumun göstergesidir. Etnisite ise milletin oluşturucu 
kanallarından biri hüviyetindedir. Ve dar bir cemaat dayanışması, grup yapısı mevcuttur. Sık kullanılan bir tanımlamayla etnisite bir "dil cemaatidir". Her 
millet bir etnik töze sahipken her etnisite millet değildir. Bu iki kavram arasındaki ayırt edici bir başka düzey siyasallık durumudur. Millet mevcut 
konumunu kültürel olgunlaşmışlık seviyesine bağlı olarak devleti gerçekleştirirken etnisitede bu seviye söz konusu değildir.

Kürt açılımı tartışmalarında da sorunun vurucu noktası burada yatmaktadır. 

Bilinçli olarak devletin eşit, özgür, hak ve sorumluluklara sahip birey yurttaşlardan müteşekkil olduğu gerçeği göz ardı edilerek sosyolojik Türk 
varlığının hukuki devlet karakteri üzerinden tasfiye edilmek istenmesidir. Yani, devlete adını ve rengini veren sosyolojik Türk kaynağının bu işlevine son 
verilme çabası gözlenmektedir. Türk kavramının bireysel algılanışı, devlet kurucu vasfı, eğitim gibi devletin temel kurumlarındaki müfredatı belirleyen ana 
konumu yani devletin varlık koşulu olan sosyolojik-kültürel zemininin en başat tartışma konusu olması Kürt açılımında Türk kimliğinin konumunun ne olacağını da belirleyecektir. Açılımın somut uygulamaları bize Türk kültürü, tarihi, dili ekseninde devlet renginin etkinlik sahasının daraltıldığı, işlevsizleştirildiğini göstermektedir.

Kürt açılımını, bundan daha önce başlayan Alevi Açılımı gibi çalışmalardan ayıran en temel özelliği, her iki açılıma karşı farklı toplumsal gruplar 
tarafından geliştirilen değişik tepki ve sert muhalefet biçiminde yatar.

Her iki açılıma karşı, toplumun önemli aktörlerince birbirine karşıt iki davranış biçimi geliştirilmiştir. Peki bu tepkilere neden olan uyum, destek, 
çatışma ve uzlaşmazlık kaynakları nelerdir? Kürt Açılımı adıyla ortaya çıkan çalışma başta Türk milliyetçileri olmak üzere toplumdan beklenmeyen bir tepkinin doğmasına sebep olmuş ve bir anda Kürt açılımını sekteye uğratmıştır. Sorduğumuz sualin cevabı çok basittir. Türkiye Devletinin egemenlik paylaşımı ve bunun tezahürü olan görüntüler, eylemler ve uygulamalardır. Başka bir deyişle Türk devletinin kurucu irade veya kimliğinin varlığına son verme girişimidir. Etnik mahiyette Kürt sorunu ve bunun ötesinde 36 etnik grubun her birinin etnik sorunları çerçevesinde Açılımın amaçları içerisinde değerlendirilmiş tir. Sorunlara etnik temelde bir teşhisin konulması, geliştirilen direnç noktaları nın da sert olmasını beraberinde getirmiştir.

Fakat, devletin Türk karakteri veya başka bir deyişle Türk kimliğinin tasfiye edilmesi durumu açık ve aşikar olarak dillendirilmemiş ve gelen tepkiler üzerine 
"terörün yok edilmesi" ve "daha çok demokrasi" olarak Kürt açılımının gerekçesi formüle edilmiştir. Bu iki gerekçe üzerinde halk nezdinde bir meşrulaştırma 
girişiminde bulunulmuştur. Bu meşrulaştırmanın toplumsal ayağını mümkün kılmak için KİA, STÖ, düşünce kuruluşları (SETA, USAK vb.), sendikalar, üniversiteler gibi toplumsal aktörler bilfiil devreye sokulmuştur.

Alevi Açılımına harcanmayan propaganda, mesai, güç ve enerjinin Kürt açılımı için seferber edilmesi düşündürücüdür. Bununla birlikte gayet meşru olan söz 
konusu iki gerekçenin niye bu kadar sert bir muhalefet ve tepkiyle karşılanmış olduğu ve son kertede sokak çatışmalarına kadar varan olaylara kaynaklık etmesi, amacın ifade edilenden ve görünür kılınandan çok farklı bir boyutu olduğu şeklinde okunabilir. İktidar Kürt açılımında, açıkça ifade edilen ve dolaylı 
yollardan ifade edilebilen olmak üzere iki yol izlemiştir. İktidar hegemonyasının sağlanması işlevini üstlenen yukarda ki toplumsal aktörler, hükümetin doğrudan ve dolaylı olarak Kürt açılımını içeriklendirme gibi bir misyonu da üstlenmişlerdir. Bizim açımızdan önemli olan da bu stratejik ortak aklı hükümet için üreten erklerin "Kürt Sorunu" üzerinde sağladıkları oydaşmadır. "Kürt sorunu" tanımlamasının neye karşılık geldiği ise açık ve net olarak bu aktörlerce yazılmaktadır. Kürt sorununun ne olduğunun bilinmesi Kürt açılımının da ne olduğunun bilinmesini sağlayacaktır.

Kürt açılımının aktörlerinin sadece başbakan ve koordinatör bakanın sözleri ile asla sınırlandırılamayacağını daha önce belirtmiştik. Çünkü bu açılım çok geniş 
bir konsepte işlev gören aktörlere sahiptir. Bu noktadan hareketle açılımın her bir boyutu kendi sahasında aktörlerin etkin mesaisini gerektirmektedir. Kürt 
açılımının toplumsal meşrulaştırımı nın sağlanması ve toplum tarafından hazmedilmesi sürecinde ki hegemonya kurma mekanizmasının önemli bir ayağını oluşturan KİA, STÖ, düşünce kuruluşlarından içerik konusunda siyasi kanadın aksine net bilgiler alabilmekte yiz.

Bu noktada özellikle Kürt açılımının önde gelen destekçilerinden ve bünyesinde bulundurduğu STÖ, KİA vb. yapılarla önemli bir güç olan kozmopolit dini bir 
cemaatin yayın organı Zaman gazetesinde, Kürtçü liberal teorisyenlerden Prof. Dr. Levent Köker önemli tespitlerde bulunmakta ve açılımın içeriklendirilme sinde ciddi katkıları olanların başında gelmektedir. "Demokratik Açılım'ı Doğru Anlamak ve Anlatmak", isimli makalesinde, "Kürt sorunu, Kürt kimliğinin  tanınması sorunudur ve bu bağlamda bir çağdaş insan hakları ve demokrasi sorunu olarak karşımızda durmaktadır" tespitinde bulunur ve sorunun bu niteliğinin ise, "dünya üzerindeki pek çok benzer örnekte olduğu gibi, 'milliyetçi' bir ideolojinin ve buna bağlı olarak 'bağımsızlıkçı' bir siyasetin şiddete müracaat 
ederek kendisini ifade edişine de yol açmıştır" demektedir. Özetle, diyor Köker, "akl-ı selim sahiplerince tekrar tekrar vurgulandığı gibi, bir Kürt milliyetçiliğinin ve buna bağlanabilecek olan PKK gerçeğinin varlığına rağmen, Kürt sorunu, bu boyutları da içine alan daha geniş ve kapsamlı bir sorun olarak Kürt kimliğinin tanınması sorunudur."[1]

Kimliğin tanınması sosyolojik ve siyasî bazı sorun alanları doğurur. Resmi ağızlardan 36 etnik grubun varlığının telaffuz edildiği ve her birinin etnik 
sorunları olduğu ön kabulüne dayanıldığında kimliğin tanınmasının sadece Kürtlerle sınırlandırılması durumunda diğer etnik grupların durumunun ne olacağı sorununda olduğu gibi. Konu doğrudan üniter ve milli devletin meşruiyet temellerinin sorgulanmasıdır. Sorun, milletin iktidara nasıl daha fazla 
katılımının sağlanması gibi bir sorgulama değil aksine bizzat varoluşunun müzakere edilmesidir. Her yurttaşın eşit hak ve sorumluluklara sahip olduğu, bu 
yurttaşlar bütünün "Türk milletini" teşkil ettiğini anayasa da açıkça belirtilmesine rağmen birey-yurttaşlığın yerine etnik, dini, mezhepsel temelde 
bir yurttaşlık kurumunun ikame edilmek istenmesi doğrudan devletin bu üniter-milli karakterinin tasfiyesi anlamını taşır.

Egemenliğin paylaşılmasının siyasal dilde anlamı devletin egemenlik alanlarının etnik temelde yeniden tanzim edilmesidir. Başbakanın ABD gezisinde açıkça ifade ettiği açılımın "hazmettire hazmettire yürütüleceği" yönündeki yöntem tanımlaması konunun önemi ve hangi zorluklara müteallik olduğunun bir göstergesi durumundadır. Kürt açılımının sadece bu yönteminin bile ne anlama geldiğinin ortaya konulması sorunun sanıldığından da ciddi boyutlarda bir "varoluş" boyutunu gösterir. Çünkü "daha çok demokrasi" ve "terörün bitirilmesi" gerekçelerinin "hazmettire hazmettire" kabul ettirilecek bir boyutu söz konusu değildir.

Kürt Açılımı sürecinde Türk kimliği, Kürt kimliğine kıyasla çok fazla belirsizliğe sahiptir veya bilinçli bir şekilde tartışma dışı bırakılmaktadır.

Oysa, Türkiye'nin geleceğinde ve "daha çok demokratikleşme" sürecinde Kürt kimliğinin alacağı siyasal konum "Kürt Sorunu" çerçevesinde yoğun bir şekilde 
müzakere edilirken[2] "Kürt Sorunu" ile diyalektik bir yapı arz eden Türk kimliğinin siyasal boyutu göz ardı edilmektedir. Bu tartışmalarda dikkat çeken 
Kürt Açılımının "Kürt Sorunu" aksiyomundan hareketle içeriği doldurulmaya, bilimsel temelleri inşa edilmeye çalışılmaktadır. Bütün bu sorun alanları ise 
Türk kimliğinin devlet ve kültür yaşamından ne ölçüde geri çekileceği ve yerinin yeni kimliklerle dolduracağı sorunu ile birlikte at başı gitmektedir. Belli bir 
amacı ve gelecek tasavvuru içeren bu açılımın vatandaşlık ve anayasal düzlemde Türk, Türklük, Türk millet ile ilgili tartışmaları Kürt kimliği lehine Türk 
kimliği aleyhine bir gelişme gösterdiği görülmektedir. Bu hassasiyet sahiplerine sert eleştiriler yöneltilse de bu yönde bir durum kabul edilmeme gibi bir eğilim 
göze çarpmaktadır. Bir kuruntu, saplantı, Sevr paranoyası, ırkçılık gibi ithamlar muhatabına yöneltilmektedir. En üst düzeyde, 36 etnik gruptan bahsedilirken Türklüğü de bu grupların içinden bir grup olarak anılması ve etnik grup düzeyinde değerlendirilmesi Açılımın yaratıcısı kadro ile Türk kimliği arasında ciddi bir sorun olduğunu aşikâr kılmaktadır. Bu eksende Türkiyelilik veya anayasal vatandaşlığın Türklük yerine ikame edilecek kimlik olarak tasavvuru bir sorun alanı olarak Türk kimliğini Sosyo-politik bir gerçeklik zeminine oturtmakta dır.

Türk kimliğinin alacağı konum hakkındaki algının ve bunun yarattığı rahatsızlığın dışavurumu olan tartışmaların, bizzat Kürt Açılımının uygulayıcısı 
olan hükümet partisine mensup vekiller içerisinde de görülmesi özel bir anlam içerir. Bu durum Türklük konusunda bir sorun olduğu gerçeğinin artık 
yadsınamayacağı anlamına gelir. Açıkça ifade edilmekten kaçınılsa da Türk kimliğinin mevcut konumu ve geleceği açısından durum olumlu bir yöne doğru 
gitmemektedir. Türkiye devletinin Türk karakterinin silinmesi ölçüsünde demokratikleşmenin gerçekleştirilebileceği düşünülmektedir. Türklüğün başta 
anayasa olmak üzere devletin kurucu kimlik olma özelliğinden çıkarılmasının demokratikleşmenin ön koşulu olarak belirlenmesi bu gerekçenin meşrulaştırım 
referanslarının müphemliği ile sekteye uğramaktadır. Birleşmiş Milletlere üye hiçbir devlet kendini milli kimliklerden soyutlamış değildir. Zaten bu durum 
"Devlet" olgusu ile de örtüşmemektedir. Bu noktada "Bize özgü bir çözüm" söylemi, Türklüğün işlevsizleştirilmesiyle demokratikleşmenin ancak mümkün 
olduğu yönündeki yaklaşımın doğrulanması olarak okunabilir. Böylece bu uygulama AB gibi referans olan ülkelerin tecrübe ve mevcut yapılarının göz ardı 
edilmesini mümkün kılmaktadır.

Hükümetin önde gelen milletvekillerinin de Türk kimliğinin Kürt Açılımının neresinde olduğu yönündeki kaygılarını dile getirmeleri sorunu salt muhalefetin, 
ırkçıların, şovenistlerin bir sorunu olmaktan çıkarmaktadır. Reha Çamuroğlu'nun görüşleri bu konu da kayda geçmelidir. Ona göre, Başeskioğlu'nun İçişleri Bakanı Beşir Atalay'a yönelik eleştirileri çok önemlidir. Sayın Başeskioğlu, 'Neden Türk sözcüğünü ağzınıza almıyorsunuz?' diye sormaktadır. Çamuroğlu, "Bu memlekette Çerkes, Abhaza, Boşnak, Laz; birçok etnik unsur var. Ancak tek bir millet var: Türk milleti. Sayın İçişleri Bakanı bunu hiç telaffuz etmeyecek, 
öyle mi? Bu, bizimle dalga geçmektir. Türklük bir etnik unsur değil bir ulusun adıdır. Bunu idrak etmeden ilerleme katedilemez. Bunun bedeli ağır olur. Millet 
devletin meşruiyetini sorgulamaya başlar. Bunu yapmaya kimsenin hakkı yok,"[3] demektedir. Görüldüğü gibi Türk kimliğinin gelecekte tasavvur edilen konumuyla ilgili kaygılar ortaktır.

Bununla birlikte, AKP milletvekili Ayşenur Bahçekapılı ise Neşe Düzel ile yaptığı söyleşide, Anayasanın ne zaman değişeceği konusunda ki soruya "Bir tarih 
veremem ama demokratik açılım konusunda atılan her adım bizi anayasa değişikliğine daha çok yaklaştırıyor. Demokratik açılım başarılı olursa anayasa 
değişir. Çünkü demokratik açılım anayasa değişikliğini kapsıyor. Demokratik açılımı kısa, orta ve uzun vadeli olarak düşünürsek, demokratik açılımın uzun 
vadede anayasa değişikliğiyle sonuçlanması gerekiyor. Zaten anayasa değişikliği olmadan demokratik açılım yapılamaz ki…" demektedir. Düzel'in "Neler değişecek Anayasa'da?", sorusuna "… kurumların temizlenmesi, haklar ve özgürlüklerle ilgili sınırlamaların azaltılması, hayatın sivilleştirilmesi gerekiyor. Ayrıca vatandaşlık tanımı da değiştirilecek. Herkes kendi etnik kökenini ifade edebilecek ve üst kimlik olarak "Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım" diyecek. İşte bu, sorunu çözer. Zaten Kürt vatandaşların da üniter yapıyla, tek bayrakla ve resmî dilin Türkçe olmasıyla ilgili bir itirazı yok," diye cevap vermektedir. 
Arkasında Düzel, başka bir önemli soru sorar: "Vatandaşlıktaki 'Türklük' tanımı kalkacak öyle mi?", cevap gayet açık ve nettir: "Tabii. Yoksa demokratikleşmeyi 
yapamazsınız," bu cevabı tamamlayan soru ve cevap ise şu: "Anayasa değişikliği için hazırlıklar var mı?", "Şu anda her alanda çalışmalar var. Mesela yargı 
reformu hazırlanıyor. Kültürel hakların tanınması konusunda çalışmalar yapılıyor. Bunlarla, toplumun kendisini özgürce ifade etmesi amaçlanıyor. Bütün 
bunlar, anayasa değişikliği için birer hazırlıktır."[4]

Kürt Açılımıyla Türkiye devletinin Türk karakterine resmi düzeyde dil ile ikrar edilmemiş bir mücadele sürdürüldüğü görülmektedir. Bazı önemli sorunların 
tespiti ve anlaşılmasında önemsiz gibi görülen ve arka planda kalan olay ve olgular önemli rol oynar. Başka bir deyişle, kimi zaman önemsiz gibi addedilen 
şeyler büyük olayların anlaşılmasına en büyük katkıyı sağlar. Kürt açılımını da bu zeminde değerlendirmek gerekir. Başbakan dahil bakanların ve açılımı "halka 
anlatmakla" görevli vekillerin açılımı hep muhalefeti eleştirmekle sınırlamaları; bazı bakanların Kürt Açılımını anlatacağı topluluk önünde ilgili 
notları bulamayınca kürsüden inmesi gibi eylem biçimleri zihinsel arka planın çözümlenmesinde işlevseldir. Konunun başka bir veçhesi de şudur: Açılımda 
Kürtlüğü anlatanlar hep açık açık dillendiriliyor fakat sıra Türklüğe gelince muhalefeti eleştirmekle sınırlamak aslında "Türk Milleti"nden gizlenen gerçeği ifade eder.


[1] Levent KÖKER, "'Demokratik Açılım'ı Doğru Anlamak ve Anlatmak", Zaman Gazetesi, 21 Kasım 2009.
[2] Zaman Gazetesinin "Yorum" sayfası, Star Gazetesinin "Açık Görüş" eki, Radikal Gazetesinin "Radikal 2" ve "Tartışı-Yorum" ek ve bölümleri ile Yeni 
Şafak Gazetesinin "Yorum" sayfası Kürt Sorunu konulu araştırma ve yorumların en istikrarlı ve yoğun olarak sürdürüldüğü yerlerdir. Kayda geçmesi gereken önemli bir nokta da Radikal Gazetesi dışındaki gazetelerin "İslamcı-Muhafazakar" yayın organları olarak bilinmesidir. Ve bu yayın organlarında "Kürt Sorunu" tanım ve aksiyomundan hareketle Kürtçü bir perspektifte yazılar yoğun olarak yer almaktadır. Bu durumda bize göstermektedir ki, İslamcı-Muhafazakar kesimin düşünsel kısırlık içindeki aydınları rollerini yani kendi entelektüeller fikri üretimlerini Marksist ve Liberal seçkinlere devretmişlerdir. 
[3] "AKP'de açılım çatlağı, 
       http://www.aksam.com.tr/2009/11/25/haber/3993/siyaset/haber.html.".
[4] Ayşenur Bahçekapılı: 'Başbakan hayatını riske atıyor', Neşe Düzel'in söyleşisi, Taraf Gazetesi, 30.11.2009.


İkbal Vurucu
Uzman Hakkında
Politik-Sosyal-Kültürel Araştırmalar Merkezi
ikbalvurucu@hotmail.com
İkbal Vurucu
Uzman Hakkında
Politik-Sosyal-Kültürel Araştırmalar Merkezi
ikbalvurucu@hotmail.com

Uzmanın Diğer Yazıları

  Kürt Açılımından Vazgeçilebilir mi?
  “Turancılık değil Türk Dili Konuşan Ülkeler Birliği” !?
  MHP’nin Türk Siyasi Hayatından Tasfiyesi Mümkün Mü?
  Anayasal Vatandaşlık ve Çok Kültürlülük
  Türkiye’de Liberallerin Zihniyet Koordinatlarının Şifresini Çözmek
  Yurttaşlık ve Kürtlerin Temsilcisi Nosyonu
  Türk Silahlı Kuvvetlerinde Kadın Olmak
  Tarihsiz Türkler, Hocalı Katliamı ve TRT
  Terörizm Karşısındaki Zafiyete Bir Örnek: Şivan Perver ve Arınç Olayı
  Kürt Açılımıyla Gelinen Son Nokta: Dalga Dalga Yayılan Türk Sorunu
  Kürt Açılımı Türk’e, TSK’ya, Türkiye Devleti’ne Hakaret Etmeyi Meşrulaştırıyor mu?
  Erdoğan'ın "Milliyetçi" Söyleminin Şifresi
  Federasyonu Tartışmak Demokrasinin Gereği Midir?
  Terörizmi Meşrulaştıran Seçkinler ve Teröriste Terörist Demek
  Türk’e Kin Duyma ve Nefret Suçları-3
  PKK bile olumlanırken Türk milliyetçiliği olumsuzlanmaktadır!
  Türk Kimliği Karşıtlarını Anlamada Bir Araç Olarak “Nefret Suçları”-2
  Türk Kimliği Karşıtlarını Anlamada Bir Araç Olarak “Nefret Suçları”
  Bölünme Korkusu Bir Paranoya mıdır?
  Tek Tipleştirme Söylemi ve Sorunlu Zihniyetler
  Mustafa Akyol ve Ege Cansen Arasında Kalan Türk Kimliği
  Akdamar’dan Sümela’ya Tarih-Mekân İlişkisi ve Türk Kimliği
  Referandumun Ortaya Çıkardığı Tek Sonuç: “Demokrasinin Sefaleti”
  “Düşünce”nin Bitişi: Aydınlar ve Terör

  NORMALLEŞEMEYEN ZİHNİYET
  KÜRT AÇILIMIYLA TECESSÜM EDEN TÜRK SORUNU-5
  KÜRT AÇILIMIYLA TECESSÜM EDEN TÜRK SORUNU-4
  KÜRT AÇILIMINDA ZAFİYET NOKTALARI
  KÜRT AÇILIMI VE TÜRK KİMLİĞİ
  KÜRT AÇILIMIYLA TECESSÜM EDEN TÜRK SORUNU-3
  KÜRT AÇILIMIYLA TECESSÜM EDEN TÜRK SORUNU-2
  KÜRT AÇILIMIYLA TECESSÜM EDEN TÜRK SORUNU-1
  KÜRT AÇILIMI VE TÜRK KİMLİĞİ-4
  KÜRT AÇILIMI VE TÜRK KİMLİĞİ-3
  KÜRT AÇILIMI VE TÜRK KİMLİĞİ-2
  KÜRT AÇILIMI VE TÜRK KİMLİĞİ-1
  KÜRT AÇILIMDA ZAFİYETLER-7
  KÜRT AÇILIMINDA ZAFİYETLER-6
  KÜRT AÇILIMINDA ZAFİYETLER-5
  KÜRT AÇILIMINDA ZAFİYETLER-4

http://www.21yyte.org/tr/arastirma/politik-sosyal-kulturel-arastirmalar-merkezi/2010/02/04/3309/kurt-acilimi-ve-turk-kimligi

  



Sömürgecilikten, Küreselleşmeye ve “ Haydut Devletler ” tezine…


Sömürgecilikten, Küreselleşmeye ve “ Haydut Devletler ” tezine…


Irak-Şam İslam Devleti’nin geleceği, 
Petrol Güvenliği ve Kürt açılımı,


Prof. Dr. Şener Üşümezsoy
19 Ekim 2014


Küreselleşmeci teorisyenler kolonyal dönemden sonra emperyalist döneminin daha sonra ise küreselleşme döneminin geldiğini söylerler. Ve bu dönemin askerî, politik ve stratejik durumlarına bakarak emperyalizmi askercil bir olguya indirgerler. Kapitalist sömürünün hem yerel hem de küresel eşitsiz sömürüsünün üzerini örterler.

Paul Sweezy ve Paul Baran emperyalizmin gelişme döneminde emperyalist merkezin sömürüsüne girmiş bir alanın yeniden kendi çizgisinde büyüyebilmesinin mümkün olmadığını söylerler. Bu tezden hareketle Marks’ın İngiltere’nin Hindistan’ı sömürgeleştirdiği dönemdeki tezi geçersiz kılınmaktadır.

“Hindistan’ın gelecekteki gelişme düzeyi İngiltere’nin bugünkü durumudur” diyen Marks’ın ilerlemeci bakış açısıyla ürettiği tez 19. yüzyılın bir ürünüdür. Burada kapitalizmin geliştirici özelliği esas alınmış, emperyalist-sömürgeci özelliği ikinci plana atılmıştı. İngiltere’nin Hindistan’a girmesinden sonra artık doğal gelişimin olamayacağı görülmemiştir.

Paul Baran, Lenin’in eşitsiz gelişme yasasına bir katkı yaparak sisteme entegre olmuş bir alanın sistemin sömürüsü altına gireceğini savunmuştur. Bu tezi Andre Gunder Frank, Latin Amerika’daki geri üretim tarzı olan latifundialar gibi köle emeğine dayanan sistemlere uygulayarak bunların kapitalist gelişimin müdahalesi sonucu ortaya çıktığını söylemiştir. Böylece Marks’ın ilk tezinin ilericiliğinin kalmadığını ortaya koymuşlardır.

Bu durumun net görülebilmesi için Sweezy ve Baran’ın içinde yetiştiği Vietnam Savaşı’nın yaşanması gerekmiştir. Savaştaki ABD bombardımanı ABD savaş sanayini tetiklerken Vietnam Halk Savaşı da bağımlı halkların savaşarak bağımsızlığa ve sosyalizme geçişine neden olmuştur. Sweezy ve Baran bu yıllarda durumu açıkça görebildiler.

Takip eden dönemde SSCB’nin bürokratikleşmesi, krize girmesi ve çökmesi, buna karşılık dünya sisteminin büyüme dönemine girmiş olması artık emperyalizmin bittiği küreselleşme döneminin başladığı tezinin oluşmasına neden olmuştur. “Küreselleşme” ve “bilgi çağı” cilasıyla sunulan bu tezle antiemperyalizm ve mücadele döneminin devrinin de kapandığı iddia edilmişti.

ABD’li stratejist Thomas Barnett’in analizleri bu noktada siyasî açıklamalara yön verici olabilir. Barnett, Pentagon’a yol haritası çizmek için yaptığı yorumda, küreselleşmeci ABD ile ona entegre olan Almanya ve Japonya’nın oluşturduğu yapı “head to head” üçlü bir mücadelenin sürecini ele alır. Bu 80’li ve 90’lı yılların esasını oluşturmuştur. Bu süreçte diğerlerini geride bırakan ABD olmuştur. Bu da esas olarak Körfez Savaşı’yla olmuştur. ABD bombaları Irak’a düşerken, ileri sürülen tez “küreselleşmeye katılmayan devletlerin haydutlaşması ve bunların sistem tarafından cezalandırılması” oldu. Barnett’in ilk küreselleşmecilerine ek olarak ikinci küreselleşmeciler Rusya, Brezilya ve Çin oldu. Meksika ve Hindistan’da yerlerini alıp dünya sistemiyle bütünleştiler. Ama dışarıda kalan devletlerin sistem tarafından cezalandırılması gerektiği ileri sürüldü.

Kaddafi Libya’sı, İran, Venezüella ve Saddam’ın Irak’ı esas “haydut devletler” olarak görüldü. Bunlardan Saddam Irak’ı B-2 bombardımanlarıyla yok edildi. Kaddafi de benzer şekilde ortadan kaldırıldı.

Solda süreci algılama zaafı

Bugün kendine sol diyen ve antiemperyalist politikayı ortodoksça savunan anlayışlar dahi ABD’nin saldırısı için yağmur duasına çıkar gibi bombardıman duasına çıktılar. Oysa Leninist formüle göre esas mesele ilerleme değil sistemi yöneten emperyalizmin yıkılmasıydı. Sol teorisyenler bunu inkâr etse de Thomas Barnett’in, Brzezinski’nin tezleri karşımıza çıkar: İmparatorluk çağında da emperyalist gerçek değişmemiştir. Emperyalizm; Ömer Güven’in 1970’li yıllarda söylediği gibi Amerikan doları ve postalıyla temsil edilirken, günümüzde teknoloji geliştiği için Amerikan bombaları ve füzeleriyle temsil edilmektedir.

Leninist devrimci-ulusçu model emperyalizme karşı duruşu esas almaktadır. 1920’lerde Afganistan’da gerici gözükse de Emanullah Han’ın İngiliz sömürgeciliğine karşı mücadelesi bu nedenle desteklenmişti. Lenin, sosyalist İşçi Partisi’nin iktidarda olduğu İngiltere’nin Hindistan’ı ve Afganistan’ı sömürgeleştirmesine karşı feodal Emanullah Han’ın yanında yer almıştı. Aynı şekilde İngiltere’nin Mısır’da Sudan’a doğru yaptığı sömürgeci yayılmaya karşı feoadalitenin de gerisinde bir toplumsal formasyona sahip olan Mehdi hareketi de desteklenmiştir. Mısır’daki ticaret burjuvazisinin sözcüsü konumundaki İslamcı Mehdi hareketi, İşçi Partisi’nin iktidarda olduğu emperyalist İngiltere’ye karşı savunuldu.

Günümüzde Saddam’ın bombalanmasına solun birçok kesimi tarafından karşı çıkılmadı. Kaddafi’ye saldırılması da benzer şekilde değerlendirildi. Afganistan’a yapılan saldırıda ise El Kaide’nin ABD tarafından yaratıldığı söylenerek sol tarafından desteklendi.

Çakal Carlos, Fransa’da yazdığı Devrimci İslam adlı kitabında devrimci ve sistem karşıtı tavrı İslamcı hareketlerde gördüğünü söylüyordu. İlerlemeci tez yerine Batı karşıtı, bazen Hıristiyan karşıtı ama esas olarak sistem karşıtı mücadele veren bu grupları destekledi. Bu ilerlemeci açıdan bakıldığında belki kabul edilemeyebilir. Fakat sistem karşıtlığı açısından başka bir gerçekliğin olmadığı da görülür. Bu El Kaide ya da Taliban’ın zamanında ABD tarafından örgütlenmesiyle örtülemez.

SSCB’nin yıkılması ve seküler sol örgütlerin zayıflaması sonucu bu alana cihatçı örgütler hâkim oldu. Bu hareketlere karşı sistemin ideolojik mücadelesi Ilımlı İslam kavramıyla oldu. Cihatçılığın Doğu toplumlarındaki köklerine ulaşmasının engellenmesi için reformist, Batıcı bir anlayış desteklendi. Fakat özellikle Arap Baharı ile cihatçılığın Batı karşıtı bir tepkiye dönüşmesi engellenemedi.

Cihatçılık Batı karşıtlığına evrildi

Cihatçı hareket, İslam toplumunun en primitif dönemine dayandı ve Peygamber devri öncesi Arap toplumunun tepkisel tavırlarını Selefîlikle bünyesine aldı. Cahiliye döneminin ve sonraki Haricîlerin, İbni Haldun anlattığı Arap kabilelerinin tavırlarını günümüze taşıdılar. Bunlar Batı tarafından reddedilse de Doğu için cazip olabildi. Klasik Arap milliyetçiliği, Baas temelli politikaların yerine bu cihatçılık geçmeye başladı.

El Kaide’nin de Batı tarafında reklamı yapılmış liderliğinin de etkisi oldu. ABD neo-con ekibinin istemediği sonuç ortaya çıktı. Batı toplumundaki İslamcı gençler, Troçkist ve devrimci temelleri İslamcı temellerle birleştirdiler. Radikal Selefî ideoloji böylece Doğuya doğru akmaya başladı. CIA, başlangıçta bunu Baas tipi, Nâsır, Kaddafi, Esad’a karşı kullandı. Bunları, Müslüman olmamakla suçlayan İhvancılık ile yıkmaya çalıştılar. Fakat bu tersine dönerek Batı karşısına geçti. Seyyid Kutub, Hasan el Benna tarzı giderek sol tarafından tanımlandığı anlamında sistem karşıtı, antiemperyalist bir kanala girdiler.

Bu çok fazla telaffuz edilmese de Sultangaliyev’in tasvir ettiği bir kanaldır. Emperyalizme hatta Batı proletaryasına karşı Doğu’nun İbni Halduncu anlayışta tarif edilen komünal yapılarına dayanan bir devrimcilik söz konusuydu. Sınıf mücadelesi gerçekleşemeyince sistem karşıtı bir tepki ileri sürülmüştür. Bu da proleter uluslar kavramıyla milliyetçi temelde gelişen ve dinsel formasyonlara da sahip bir antiemperyalizm gelişti.

Sovyet Devriminde Çarlığa karşı mücadele eden Sultangaliyev’in Kızıl Tatar ordusunun yanında Nakşî Vahidov’ların varlığı söz konusuydu. Lenin de sistem karşıtlığında Marks’ın kapitalizmin geliştirilmesini savunan ilerlemeci tezini eleştirmişti. Bu tezi Menşeviklere bıraktı.

Meselenin Tarihsel boyutları

1970’lerde Deniz’lerin, Mahir’lerin kurduğu yapıların devamı olduğunu söyleyen yapılar bugün Amerikan bombardımanı talep ediyorlar. Burada bir çelişki ortaya çıkar. IŞİD’in Selefî ve Haricî yöntemlerle kafa kesme pratiklerinin yarattığı tepki bir yandadır. Ama bu tepki aslında Osmanlı toplumunda palalarla kelle uçurmanın İslamî bir infaz olduğu gerçeğiyle de yan yana durmaktadır. Bu yöntem aşırı bir şekilde kullanıldığı için toplumda objektif bir tespit yapma olanağı da kalmadı. IŞİD’in Şii Hilali karşısında bir Sünni Hilali anlamında gelişen bir hareket olduğu, tarihsel alan olarak da Emevi ve Mervani hanedanlarının egemen olduğu Bağdat’ın kuzeyi Musul, Halep ve Şam’a yerleşen bir yol izlediği anlaşılmadı. Bu Arap iktidarının pekiştirilmesi anlamına gelir.

Emevi bölgesi ve Mezopotamya’da yer alan bu bölge Arapların Sünni kanadının mekânıdır. Abbasilerin ve Şiilerin alanı ise Bağdat ve güneyindedir. Bu çatışma Abbasîlerin Sünni olmasına karşılık, Sünnilerle Şiilerin tarihsel hesaplaşması anlamına geliyor. Abbasiler, Emevileri devirirken Şiiler adına harekete geçmişti. Şiilerle beraber iktidar olmuşlardı. Şam’ın iktidarını yıkmışlardı. Bu alan daha sonra Zengi Devletine kaldı.

Petrol yatakları üzerindeki egemenlik için geçmişteki Baasçı-Arap milliyetçisi iktidar yerine aynı sosyolojik tabanla Selefî bir yaklaşımla mücadele başladı.

Şii Hilalinde ise geçmişte Marksist-Leninist örgütlenmelerin temelini oluşturan Şii unsurlar dinsel bir militanlık içindeler. Mehdi Ordusu gibi militan Şii gruplar köklerini Hz. Ali’nin mücadelesine dayandırıyorlar. İki grup da gerçekte petrol yataklarının paylaşım mücadelesini veriyorlar.

IŞİD, Arap ve Kürt alanları

Saddam’ın bombalanması ve uçuşa yasak bölge ile engellenmesiyle bir Kürt özerk bölgesi ABD tarafından oluşturulmuştu. ABD’nin eğittiği peşmergeler bu alanı kontrol ediyorlar. Sünni Araplarla Kürtler arasındaki çatışmanın yeni versiyonu da bu son olaylarla ortaya çıktı.

Esad ise Türkiye’ye karşı bir tampon bölge olarak Suriye’nin kuzeyini Kürtlere bıraktı. PKK da burada Batı Kürdistan adıyla kantonlar oluşturdu. Şii Araplarla Sünni Arapların çatışmasından faydalanılarak Suriye ve Irak’ın kuzey kesimlerinde Kürt bölgeleri ortaya çıktı. Bu tarihsel ve diyalektik bir sürecin sonucu değildi. Küresel, konjonktürel olgular bunu yarattı.

Sünni Arap temelli aşiretlerin Selefîleşmesi ve militanlaşması ile IŞİD ortaya çıktı. Şiilere karşı Bağdat’a ilerlerken kuzeye ve doğuya Kürtlere karşı harekete geçti. Mezopotamya’nın ele geçirilmesi Kürtleri Zağros Dağları’na itecek bir hareket anlamına gelebilir. Türkiye’de ise Mardin – Urfa alanı da Halep’in devamı olarak Sünni Arap alanlarıyla beraber yeniden yapılandırılabilirdi. Türkiye’nin güçlü yapısı IŞİD’i bu bölgeleri talep etmekten uzak tuttu.

Bu Arap alanlarında Kürtleşmenin gelişmesi ile Suriye’de ve Irak’taki Kürtleşmeyle beraber IŞİD’e tepki yoğun oldu. Temmuz ayındaki “IŞİD Gerçeği” başlıklı yazımda bugün olacakları tahmin etmiştim. Atık bu bölgede IŞİD kendi alanını ele geçirerek petrole dayanacak bir görünüm sergilemektedir.

Amerika’ya “bomba yağdırma” duası

IŞİD’i tüm politik çevreler kendi çizgisine göre tanımlıyor. İP çevresi ABD’nin ve İsrail’in kurduğu yolunda değerlendirmeler yapıyor. AKP ise Esad’ın ve Batı’nın ürünü olduğunu söylüyor. PKK ise Tayyip Erdoğan’ın oluşturduğunu savunuyor. Bu üç körün bir fili farklı tarif etmelerine benzer.

70’li yıllarda Mihri Belli’nin yoldaşı Şevki Akşit bir konferansta “Ortam çok karışıksa ve ‘biz doğru yolda mıyız’ sorusunu cevaplayamıyorsak ‘düşmanlarımız bize ne diyor’ ona bakmalıyız. Eğer sırtımızı sıvazlıyorlarsa yanlış, bize saldırıp küfür ediyorlarsa bilin ki doğru yoldayız” demişti. Bu ölçüyle IŞİD’e ABD, Almanya ve tüm batı saldırırken sol görünümü altındaki hareketler ABD bombardımanı altındaki IŞİD’e karşı ABD’nin safına katıldılar. Pentagon’un açtığı silah kampanyasına imza attılar.

Burada ikili bir konum ortaya çıkıyor. Hem sol olmak hem de emperyalist sistemin politikalarına dâhil olmak, izinde yürümek…

Bu aslında ilerlemeci tezin gerici olarak tanımladığı dinsel yapılanmalara karşı Amerikan sisteminin yanında yer alma teorik saplanmasından kaynaklanıyor. Bu da devrimci bir yaklaşım değildir. IŞİD’in Erbil, Musul ve Mahmur’a saldırılarının önünü yoğun bombardımanla ABD kesebildi. ABD ile onun inisiyatifinde ortaya çıkmış olan Irak Kürt özerk bölgesi yine doğal olarak ABD tarafından korundu. Eğer IŞİD Amerikancı olsaydı, ABD’nin onu bu kadar yoğun bombardımana tabi tutması düşünülemezdi. IŞİD’in Amerikancılıkla eleştirilmesi bir çelişkidir. IŞİD, “Rojava”ya Temmuzdan önce de saldırmıştı. Kandil ve Türkiye’deki PKK güçlerine, Apo; “100 bin kişi Suriye’ye geçsin” demişti. Cizre ve “Rojava”ya bunun üzerine önemli bir yığılma oldu. Burayı Esad’ın boşaltmasıyla PKK geçici bir güçlülük hissetmiş olmalılar ki Irak Kürt bölgesi ile aralarında büyük hendekler açmışlardı. Bu hendeklerin amacı peşmergenin girişini engellemekti. Buradaki Barzani yanlısı unsurlar da tasfiye edilmişti. Temmuzda Kandil’in “Rojava”ya tüm gücünü yığmasına rağmen IŞİD’in saldırısı yine ancak ABD bombardımanı ile engellenebiliyor.

ABD bombardımanını talep etmek ise Türkiye’deki “sol” gruplara düşüyor! Bu da tarihsel bir “yaman çelişki”dir.

Bölgedeki Türkmen Faktörü

IŞİD ise Afrin, Cizre ve Kamışlı’ya doğru yayılmaya çalışıyor. Afrin, Antep’in hemen güneyindedir ve burada güçlü bir otantik Kürt yerleşimi yoktur. Kamışlı ise esasa olarak meşhur Arap aşiretleri bölgesidir. Türkiye’de de Urfa ve Mardin’de Arap aşiretleri yine yoğundur. IŞİD’in bu Arap aşiretlerine karşı bütünleşmesi hem Şii Hilaline karşı hem de Kürtlere karşı bir tepki olarak ortaya çıktı. Türkiye’nin tarihsel doğal uzantıları ise Halep ve Musul bölgeleridir. Bu alan Türk alanıdır. Ama Türkmenlerin Kürtleşmesi olgusu da önemlidir.

Aksungur Porsukî, oğlu İmadeddin Zengi ve torunu Nureddin Zengi Şam ve Halep atabeyleri olarak bu bölgeyi yönetmişlerdi. Artuklular Mardin ve Amed’de, Urfa’da Bozanoğulları Selçuklu’yla beraber buraya gelmiş Türkmenlerin iktidarını oluşturmuşlardı. Türbe dolayısıyla çok gündeme gelen Süleyman Şah ise sanıldığı gibi Osmanlı’nın atası değil Selçuklulardandır. Suriye Selçuklularından Tutuş’la yaptığı savaşta yenilince orada gömülmüştür. Tutuş onun cesedini Selçuklu ailesinde yaygın olan ayak yapısından tanımıştı. Ve cesedin başında ağlamıştı! Tutuş ise daha sonra yine Selçuklu olan Berkyaruk ile çatışmasında öldürüldü. Porsukî, Zengiler, Artuklular, Sökmenler, Bozanlar Türkmendir. Giderek Araplaşmışlardır. Bir kısmı ise Şafiilikle Kürtleşmişti.

Sonraki dönemde İlhanlılar ile gelen Oyrat, Sulduz ve Celayirler de egemen olmuştu. Bunlardan da sonra Akkoyunlu ve Karakoyunlular buraya yerleşti. Bunların Şah İsmail Safevi devrinde Şiileşmesi ise bugünkü Şii Türkmen olgusunun kökenini oluşturdu. Bunların dışında Akkoyunlulardan kalan Hanefi Türkmenler de vardır. Bunlar 16. yüzyılda gelmişlerdi.

Bu bölge ya Rum Selçukluları ve Osmanlıların ya da İran Selçukluları ve Safeviler tarafından yönetildi. Bu güçlerin mücadele sahası oldu. İlhanlılar tüm bölgeye egemenken halefleri burada iktidarlarını sürdürmüşlerdi.

Devlet olmak, halkı koruyabilmekten geçer

Çaldıran’dan sonra egemenlik tamamen Osmanlılara geçti. Bundan sonra da bir Pax Otomana – Osmanlı Barışı dönemi yaşanmıştı.

Devlet olmak o bölgenin halkının güvenliğini sağlamaktan da geçer. İran’a ve Araplara karşı Osmanlı ve ondan önce de Selçuklu bu güvenliği sağlayabilmişti. İlhanlı döneminde de bu başarılabilinmişti. Tarihte Mısır, Osmanlı ve İran’ın yanında bir de Bağdat’ta devlet vardı. Doğu ve Güneydoğu Anadolu bu güçlerin dengelerine göre farklı egemenler tarafından yönetildi. Akkoyunlu ve Karakoyunlular geçici döneminin dışında burada bir devlet merkezi olmamıştı.

Öcalan’ın ulusal devlete karşı çıkan ve Kandil’le tartışmaya giren Habermas tarzı yaklaşımı dikkatle incelenmeli. Etnisite ve ulusal dilin devlet kavramında yer almayacağını söyleyerek, çözüm sürecinde önünü açmak istemişti. Bu komünler ya da kantonlar yapılanmasına dayanan bir tezdi. Bu ise ne Suriye’nin, ne Irak’ın ne de Türkiye’nin toprak bütünlüğüne dokunulmayacağını iddia ediyordu. Ulusal devlet oluşturulamayacak Halep, Kamışlı, Cezire gibi alanlarda var olan tüm etnik yapıların içinde yer alacağı demokratik yapı tezi ileri sürüldü. Paris Komünü gibi ilerici bir görüntüye bürünmeye çalışıldı. AB’de ulus devletlerin kalmadığından hareket eden Apo, bu komünlerin Akdeniz’den Basra Körfezi’ne kadar genişleyebileceğini savundu. Bu sorunu çözer gibi gözüken kolaycı bir yaklaşımdır. Hatta böylece Türkiye’nin içinde daha küçük Kürt kantonlarının da kurulabileceğini iddia etmiştir. Bunu çok önce belirtmiştik.

Sol açısındansa şöyle bir yaklaşım gelişti: “Doğuda bir Kürt partisi olabilir ama Batıda bir Türk partisi olamaz! Parti çok etnilidir.” Bu noktada da adından “Türkiye” ibaresini bile çıkaran örgütler oldu. Demokratik ulus kavramı kantonsal bir yapılanma için savunuldu.

ABD desteğiyle Barzani’nin oluşturmaya çalıştığı devletçik veya Esad’ın çekilmesiyle oluşturulan kantonlar bir dış saldırı karşısında kendini koruyamadılar. Bu devletçikler ve kantonlar birbirini suçlarken IŞİD’in Sünni Arap tabanlı saldırısı göğüslenemedi. Buradaki halkın Türkiye’nin desteği olmadan Yezidilerin konumuna düşeceği de açıktır.

Devlet olabilmenin kendini savunabilme zorunluluğu ortaya çıktı. ABD bombalaması olmasaydı Musul’un bir günde terk edilmesi gibi “Rojava” da birkaç günde terk edilecekti. Tüm PKK güçlerinin burada konumlanmasına karşın durum budur. Halk da buradan Türkiye’ye göçmek zorunda kalmıştır. Yoksa bombardıman da yapılamayacaktı.

Kamışlı da düşerse demokratik ulus ve kantonsal yapılanmanın Ortadoğu için geçerli olmayan Avrupa için geçerli bir düşünce olduğu iyice ortaya çıkacak. Türkiye’deki açılım süreci de Kamışlı kantonunun Mardin kantonu ile birleşmesi, Kobani’nin Suruç ve Urfa’yla birleşmesi, Afrin’in Antep’le birleşmesi gibi bir taleple yapıldı. Fakat IŞİD saldırıları bunun yapılamayacağını ortaya çıkardığı gibi Kürt halkına da böyle bir yönetimin olamayacağını gösterdi.

Kürtler petrol güvenliğini de sağlayamadı, IŞİD sağlarsa ABD’yle uzlaşabilir

Barzani ile İran’ı çatışmalarına karşı Barzani bölgesini İran milisleri korudu. Mahmur’u ise PKK değil Amerika IŞİD’den kurtardı. ABD stratejistleri açısından da buradaki Kürtlerin askeri bir varlık gösteremeyeceği de yine bu saldırılar dolayısıyla ortaya çıktı. ABD’nin 25 yıldan beri üzerinde çalıştığı proje çöktü. Petrol bölgeleri üzerinde güvenlik sağlayabilecek iktidar Kürtler tarafından sağlanamıyor. Bu ortaya çıkınca ABD burada Kürtlere dayanan projesi rafa kalkacaktır.

IŞİD burada bir düzen kurup, şekilsel sivriliklerini tasfiye ettikten sonra bir İslam devleti olarak petrol bölgesinde güvenliği sağlaması koşuluyla ABD ile uzlaşabilir. Bu ihtimal de söz konusudur. ABD için esas olan petrol şirketlerinin petrol çıkarması ve sisteme aktarmasıdır. ABD bu nedenle Venezüella’ya dokunamadı. Kürtler ise bu güveni veremedi. Orta gelecekte diğer ihtimaller belirebilir.

Kaddafi’nin düşürülmesi sonrası da Libya petrollerinin güvenliği sağlanamadı. Yerel iktidarlar kabileler arasında çatışarak bu otoritenin kurulmasını sağlayamadı. Bu tip bir savaş içindeki Ortadoğu petrol şirketleri için ideal değildir. Amerikan silah şirketleri bunu istese bile petrol akışının durması ABD açısından istenir bir olgu olamaz.

ABD bombardımanın hedefindeki IŞİD alanı gerçekte petrol alanıdır. ABD de “bizim için önemli olan bu alanın güvenliğidir” demektedir. IŞİD’den başka burada bir statüko ve denge sağlayabilecek güç de görünmüyor. Bu nedenle IŞİD’in bombardıman edilmesi, onun ABD ile uzlaşmaya yönlendirilmesi anlamına da geliyor. “Büyük Kürdistan” kurulması ve alternatif bir gücün oluşması ihtimali de ortadan kalkmış görünüyor. Türkiye ise PKK’nın Kürt halkında yarattığı ABD yardımına rağmen ayakta kalamama ezikliğini değerlendirebilir. Ayaklanma denemeleri de bu başarısızlığı gizleyemiyor. Bu da “açılım PKK’yla değil Kürt halkının kendisiyle yapılmalı” tezini AKP’de güçlendirebilir. Tayyip Erdoğan’ın son konuşmaları da bu izlenimi yaratıyor.

IŞİD’in bu bölgedeki egemenliği tarihsel olarak Arapların Kürtlere tepkisinin dışavurumu olarak değerlendirilmeli. Ama stratejik anlamda da temel mesele petrol bölgesinde egemenlik kurulmasıdır. Türkiye açısındansa konu “Kuzey Kürdistan” için model olarak sunulan “Batı Kürdistan” modelinin çökmesidir. Artık PKK bile açılımda ne talep edeceğini bilemiyor. Kürt halkının PKK’ya güveninin sarsılması açılımın bir süre dondurularak daha sağlam bir muhatapla sürdürülmesine neden olabilir. PKK tüm güçlerini yığdığı bölgede yenilerek bir savaşın tarafı olamayacağını gösterdi. PKK’nın Türkiye ile bir savaşı da yeniden göze alma ihtimali kalmadı. Kürt halkının da desteğini kaybettiği bir noktada devletin kendisine karşı başlatacağı bir topyekûn savaş PKK’nın zayıf karnıdır.

Buna rağmen Türkiye açılımda Kürt halkının temsilcileriyle görüşme noktasındadır. PKK’nın Hüda Par’la keskinleşmiş mücadelesinin altında da geleceğe dönük bu projeksiyon var. IŞİD’in devletleşmesinin de sistem tarafından kabul edilebileceği de gözüküyor…


EKLER;
abd,ışid,petrol yatakları,pkk,şener üşümezsoy,sol,strateji,pyd,türkmen,

http://www.turksolu.com.tr/irak-sam-islam-devletinin-gelecegi-petrol-guvenligi-ve-kurt-acilimi/



KÜRT AÇILIMI GELECEĞİ

KÜRT AÇILIMI GELECEĞİ


Kürt Açılımının Gelecegi 
Prof. Dr. Ümit Özdağ*



ABD'nin 2003'de Irak'ı işgal ederken plânı Irak'ın kuzeyinde Türkiye'nin kabullenmek zorunda kalacagı bagımsız bir Kürt devleti kurmaktı Washington, aynı süreçte AB dinamiklerinin de zorlaması ile Türkiye'nin federal bir yapıya dönüştürülmesini arzu etmekteydi. Ancak, işgal sürecinde ABD'nin öngöremediği gelişmeler olmuştur. İran, 2002-2009 sürecini en akıllıca kullanan ülke olmuş., hırslı nükleer güç politikasını önemli bir aşamaya taşımıştır, Irak'ta en güçlü ülke haline gelmiştir. 

Rusya, politik, ekonomik ve askeri anlamda yeniden yapılanmı. ve dünya politikasına çok kutupluluğun işaretini verecek şekilde dönmüştür. Çin de kalkınmasını büyük bir hızla sürdürerek ve ABD'nin borçlarını finanse eden ülke olmuştur. Latin Amerika, ABD'nin arka bahçesi olmaktan çıkmış, birçok ülkede ABD karşıtı solcu iktidarlar göreve gelmiştir. Bu gelişmeler çok kutupluluğun önünü açmıştır. Bunlara küresel ekonomik krizin eklenmesi ve Amerikan ekonomisinin aldıgı aşırı darbe, Irak'ta parçalanma sürecinin ertelemesine yol açmıştır. 

Obama'nın Rusya, Kafkasya, Orta Asya, Pakistan-Afganistan eksenlerindeki politikaları için nispeten istikrarlı bir Türkiye'ye ihtiyacı vardır. 
ABD aynı zamanda Ankara'nın Irak'ta Araplarla Kürtler arasında, ABD'nin çekilmesinden  sonra çıkacak bir iç savaşta Türkiye'nin Araplarla ittifak yapmasını engellemeye ve Kürtlere destek vermesini sağlamaya çalışmaktadır. 

Bu amaçla, Washington iki adımlı bir strateji izlemiştir. 

Birinci adım, 

Türkiye ile K. Irak arasında ilişkilerin düzenlenmesi ve 

İkinci adım ise 

PKK'nyn Türkiye'ye dönüşünün sağlanmasıdır. Birinci adım ise Türkiye ile K. Irak Yönetimi arasynda Ekim-Kasım-Aralık 2008'de gerçekleşen yoğun temaslar sırasında atılmyştır. 

İkinci adımı AKP hükümeti “ Kürt Sorununun ” çözümünü hedefleyen bir çözüm paketi üzerinde çalışmaya başlayarak atmıştır. 

Ocak 2009'da Kırmançça TRT 6 yayınının başlaması ile Kürt Açılımının ilk önemli adımı atılmıştır.
 A.Gül, 2009 başında devlet kurumlarında ilk kez çözüm   konusunda uyum olduğunu ifade etmiştir. AKP hükümeti, çözüm paketi için İçişleri Bakanlığını görevlendirmiştir. İçişleri Bakanlığı değişik kurum, kurulş ve kişilerle görüşerek, bir çözüm paketi üzerinde çalışmıştır. 

İç İşleri Bakanı Beşir Atalay, 29 Temmuz 2009'da üzerinde çalışılan paketin içeriği konusunda herhangi bir bilgi vermeden, çalışma sürecinin yöntemi üzerinde durmuş ve paket üzerinde TBMM'nin Eylül 2009'da çalışmalara başlamasından sonra da çalışılmaya devam edileceğini açıklamıştır.

Ancak devam eden “ Kürt ” açılımını 2008 yılında gerçekleşen “ K. Irak ” açılımı ve her iki “açılım” politikaları arkasındaki dinamikleri anlamadan doğru tahlil 
etmemiz mümkün değildir. Bundan dolayı, bu çalışma, K. Irak açılımının tahlili ile başlayacaktır. AKP'nin K. Irak Açılımı ya da ABD ile “ Büyük Pazarlık ” “Kürt Açılımı” politikasının arkasında ABD'nin K. Irak'tan çekilmek üzere olmasının yarattığı dinamikler bulunmaktadır. Türkiye'nin kabul etmeye zorlandığı proje 2005'ten bu yana üzerinde “ Büyük Pazarlık ” adı verilen bir projedir. ABD'nin Irak'tan çekilmesi sonrasynda Araplarla Kürtler arasında iç savaş başlayacağı ya da yüksek bir gerilim yaşanacağı Washington tarafından ön görülmüştür. Washington, Amerikan desteği ile kurulan Kürt Yönetiminin Ankara ile Bağdat arasynda kurulacak ittifak arasında kalarak ezilmemesi ve varlığını sürdürmesini Türkiye'nin Kürt Yönetimine destek vermesine bağlı olduğunu görmüştür. 

ABD, Türkiye'nin K. Irak Yönetiminin varlıgını kollayıcı, Kerkük-Ceyhan petrol boru hattını açık tutan bir politika izlemesinin ön şartlarını hazırlamak için 2005'den bu yana değişik girişimlerde bulunmuştur. Bu çerçevede Türkiye'nin K. Irak Yönetimine desteklemesi karşılığında PKK'nın etkisizleştirilmesi için Türkiye ile ABD ve K. Irak Kürt Yönetimi arasında yoğun işbirliği önerilmiştir. 

Türkiye'nin K. Irak'ın varlığını tanıması, ABD'nin çekilmesinden sonra başlaması olası Arap-Kürt savaşında Kürtlerin yanında yer alması ve Güneydoğu Anadolu ile K. Irak arasında ekonomik ve sosyal bir bütünleşmeyi ön gören bu yaklaşıma “ Büyük Pazarlık ” senaryosu denilmektedir. 



Senaryo şu şekilde özetlenmektedir: 

1) Türkiye ve Irak Kürtleri, Kürt bölgesinin Türkiye ile mevcut önemli ilişkilerini kabul eden samimî ve karşılıklı bağımlılığı içeren ilişki üzerinde anlaşacaklardır. 

2) Türkiye, Irak Kürtlerinin ticaret, enerji ve ulaşım konusunda dünyaya açılmalarını sağlayacak, Kürt bölgesi de Türkiye'yi güneydeki Sünnî ülkesi ve Şii ülkesinin yaydığı istikrarsızlıktan koruyacak stratejik bir duvar oluşturacaktır. 

3) Kürt bölgesi PKK'ya tavır alacak ve onun oluşturduğu tehdidi bölgeden uzaklaştıracaktır. PKK, Türkiye ile Irak Kürtleri arasında bir sorun olmaktan çıkacaktır. 

4) Kerkük Kürt bölgesine (mümkünse federal bir Irak'ın parçası olan Kürt bölgesine) başlanacak ancak Kürt bölgesinin başkenti olmayacaktır. 
Türkmenlere özel azınlık hakları verilecektir. Şehrin yönetiminde belirli oranda yönetim hakları olacaktır. 

5) Kerkük bölgesinin doğalgaz ve petrol gelirleri bütün Iraklılar arasında eşit dağıtılacak ve Türkmenlere de gelirlerden belirli bir oran aktarılacaktır. 

6) Irak Kürtleri Türkiye Kürtlerine yönelik yapıcı bir rol üstlenecekler ve Türkiye'nin kendi Kürt yurttaşları ile barış yapmasını sağlayacaklardır. 

7) Zenginleşen K. Irak petrol, doğalgaz, ticaret ve taşımacılık bağları 1 geliştikçe Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nin gelişmesine yardımcı olacaktır. 

“Büyük Pazarlık” projesinin ilk amacı, bir Türk-Arap ittifakı ile K. Irak'ın varlığının tehdit edilmesinin engellenmesi, uzun vadeli amacı ise Türkiye'nin Güneydoğu Anadolusu ile K. Irak'ı ekonomik, kültürel, sosyal süreçlerde bütünleştirerek, “Büyük Kürdistan” ın sosyolojik temelinin atılmasıdır. Mayıs 2007'de açıklanan ABD Senatosu İstihbarat Komisyonu raporunda yer alan “Irak ve Türkiye'deki Kürtlerin önemli ölçüde otonomi kazanması, İran'daki 5 milyon Kürt'ün ayrılıkçı hareketlere girişmesini tetiklemesi ya da İranlı Kürtleri ayaklanmaya teşvik etmesi ihtimali İranlı yetkili 2 leri endişelendirebilir” cümlesi ile âdeta Türkiye'de Kürtlerin özerkliğe kavuştuğunu ön kabul olarak görmesi dikkat çekmektedir. Şimdi, “ Büyük Pazarlık ” zemininde başlayan Ankara'nın K. Irak Açılımına dönebiliriz. Türkiye'nin 2008'de “K. Irak Açılımı” Washington'un Ankara ile Erbil arasında, PKK terörünün tırmanmasına göz yumulması da dahil uyguladığı çok boyutlu baskılar nihayet sonuç vermiştir. 2008'e kadar K. Irak Yönetimi ile doğrudan etkili ilişki kurmak düşüncesine muhalefet eden Ankara geri adım atmıştır. K. Irak ile ikili ilişkiler 2008'de büyük bir yoğunluk kazanmıştır. 

Irak Cumhurbaşkan Talabani'nin Mart 2008'de Türkiye ziyaretinde, Türkiye - K. Irak ilişkileri ve PKK meselesi ele alınmıştır. Irak İşlerinden Sorumlu Büyükelçi 
Murat Özçelik, 2008 senesi içinde Irak'ı 6 kez ziyaret etmiş, 14 Ekim 2008'de M. Barzani ile görüşmüştür. 

Ankara, Erbil'den bu geziler sürecinde aşağıdaki beş talepte bulunmuştur: 

a) PKK'nyn Terör örgütü olarak ilân edilmesi, 

b) PKK Kamplarının ve siyasî bürolarının kapatılması, 

c) PKK'nın lojistik desteğinin kesilmesi, 

d) Üst düzey PKK yöneticilerinin Türkiye'ye teslim edilmesi 3 

e) Türkiye ile istihbarat paylaşımı yapılması. 

Türkiye -K. Irak görüşmelerinin başlamasından hemen sonra tesadüf sayılamayacak Şekilde, 17 Kasym 2008'de ABD güçlerinin 2011'e değin Irak'tan 
çekilmesini öngören ABD-Irak Anlaşması imzalanmıştır. 19 Kasım 2008'de Beşir Atalay'ın Bağdat ziyareti sırasında ABD-Türkiye-Irak arasında üçlü komisyon kurulması ve Kuzey Yönetiminin bu heyete katılması kararlaştırılmıştır. Ankara böylece Erbil temsilcilerini Bağdat ile beraber masada4 Muhatap almıştır. 

Türkiye'nin Talepleri, Barzani ve Talabani tarafından beş aşamalı bir plân Şekline sokulmuştur. Plânın aşamaları Şöyledir: 

1) Kandil Dagı'nın etrafında PKK'ya yönelik tecrit güçlendirilecektir. 

2) PKK, Irak'ta Yasadışı Örgüt ( Terör Örgütü diye ) İlân edilecektir. 

3) PKK dışındaki Kürt örgütlerinin katıldığı bir konferans düzenlenecek ve bu konferanstan PKK'ya silah bırakması çağrısı çıkarılacaktır. 

4) Türkiye'de PKK için kısmi af ilan edecektir. 

5) PKK'nın kampları ve büroları kapatılmayacak ancak Kandil'e tecrit uygulanacaktır. Üst düzey yöneticilerin teslimi yerine Kürt Konferansı PKK'ya çağrı da bulunacaktır. 

1996' dan buyana bu alanda tek politika belirleyici olan TSK'nın K. Irak politikalarında etkisi 2008 başında ortadan kalkarken Dışİşleri Bakanlığı ve 
MİT'in etkisi artmıştır. 

4-5 Aralık 2008'de Amerikan Yüksek Düzeyli Savunma Grubu üyeleriyle yapılan toplantılar sonrasında, gerek Amerikalı, gerekse Türk askeri yetkililer, iki ülke arasında PKK'ya karşı işbirliğinin6 Mükemmel seviyede olduğunu belirtmişlerdir. Bu görüşmeleri, Diğerleri 24 Kasım 2008'de Adalet Bakanı Mehmet  Ali Şahin, “ Öcalan bombaları bırakın der ise diğer mahkûmlarla görüşebilir ” açıklamasını yapmıştır. Ayrıca İmralı'ya yeni binaların yapılmaya başlandığıve A. Öcalan'a komşuların yollanacagı açıklanmıştır. 28 Kasym 2008'de Kuzey Yönetimi Petrol Bakanı Erbil'de çıkan petrolün 2009'dan itibaren Bağdat ile koordineli Şekilde Ceyhan'dan ihraç edilmeye başlanacagını bildirilmiştir. Ankara'nın bu ihracı kabul etmesinin karşılyıgında Kuzey Yönetiminden PKK'ya karşı işbirliği sözü aldığı ileri sürülmüştür. 

Bakanlığı Müsteşarı E. Apakan başkanlığındaki bir Türk heyetinin 8 Aralık sonrasında gerçekleşen Washington ziyareti izlemiştir. M. Özçelik'in Irak ve 
Ertuğrul Apakan'ın ABD ziyaretlerinden sonra PKK'ya karşı alınacak önlemler konusunda aşagıdaki hususlarda uzlaşma sağlandığı ileri sürülmüştür; 

a) PKK, Erbil parlamentosunun alacağı karar uyarınca K. Irak'ta siyasî parti, dernek, radyo kuramayacaktır. 

b) K. Irak'ta, Türk-Amerikan ve Kürt istihbarat örgütleri arasındaki işbirliği artırılacaktır. Ortak sorgu ve ortak plânlamalar yapılacaktır. 

c) PKK'ya karşı psikolojik operasyon yürütülecek, PKK'nın K. Irak halkına verdiği zarar anlatılacaktır. 

d) K. Iraklı partilerin PKK'ya destek vermediği halka anlatılacaktır. 

e) Silah byrakan PKK'lılara Türkiye'ye dönme imkanı verilecektir. 

f) PKK'nın çözülmesi durumunda Türkiye BM Mülteciler Yüksek Komiserliği aracılığııla PKK'lıların geri dönüş görüşmelerini başlatacaktır.7 

Talabani, 22 Aralık 2008'de CNN-Türk'te kapsamlı açıklamalar yapmış ve Türkiye ile PKK'ya karşı aşağıda sayılan önlemlerin alınacağını açıklamıştır: 

a) Kürt Yönetimi PKK ile silahlı bir çatışmaya girmeyecektir. 
b) Kürt Yönetiminin PKK'nın Türkiye'ye karşı Irak topraklarının kullanılmaması konusunda anayasal sorumluluğu vardır. 
c) DTP, K. Irak Yönetimi ile PKK'nın Şiddeti sona erdirmesi konusunda mutabıktır. 
d) Kürt grupları PKK'ya bu konuda çağrı yapacaklardır. 
e) PKK iki talebi karşılanırsa terör eylemlerine son verecek, silahları terk edecektir. Bunlar, Türkiye'deki Kürtlerin içinde yaşadığı koşulların iyileştirilmesi 
ve Kürt diline saygı gösterilmesidir. Talabani, ayrıca Türkiye'den PKK'lıları DTP üzerinden muhatap kabul etmesini istemiştir.8 
Erdogan,Talabani'nin bu talebini Ağustos 2009'da yerine getirecektir. 



Talabani, ayrıca “ Kerkük Kürdistan'ın parçasıdır ” görüşünden hiçbir taviz vermediğini ortaya koymuştur.  Ankara'nın K. Irak'tan gelen Kerkük 
açıklamalarına tepki göstermemesi üzerine AKP Hükümetinin Kerkük ve Türkmenler konusunda taviz verdiği konusunda Şüpheler artmıştır. 

Hatta 2007'lerden itibaren Türk bürokrasisinde başlayan “Kerkük'te Kürt denetimi karşılığında Kerkük petrollerinden Türkiye'nin pay alması” tartışmaları da bu tür Şüphelerin güçlenmesine neden olmuştur. 

Talabani'nin açıklamalarına 25 Aralık'ta cevap veren Erdoğan, af konusunda  “Bizim bir eve dönüş yasamız var. 

Önerileri değerlendireceğiz” demiştir. Kısa süre içinde af konusunda 221. md. dışında bir yeni çözüm arayışı üzerinde çalışılmaya başlanmıştır. 

“ Kürt Açılımının ” ilk büyük adımı, Ocak 2009'da TRT 6 adı ile Kırmanıça televizyon yayınının başlamasıyla10 atılmıştır. 
Bugün tartışılan “ Kürt Açılımı” esasen açılımın ikinci adımydır. Çözüm Paketinin Arkasındaki Temel Dinamikler Veya Çözümün Dört Sacayağı 

Bu aşamada PKK üzerinde ABD'nin tetiğini çektiği çok boyutlu baskı artmıştır. Baskı Türkiye üzerinde de uygulanmaktadır. Ankara'ya, “PKK'nın teröre son vermesi ve kendisini lâğvetmesini sağlayacak bir şeyler öner ” denilmektedir. Obama'nın Türkiye ziyaretinde ortaya koyduğu temel talepler Ermenistan ile sorunların halledilmesi, Heybeliada Ruhban Okulu'nun açılması ve Kürt meselesinin çözümüydü. AKP Hükümetinin bu ziyaret sonrasında Obama'nın isteklerini adım adım yerine getirdiği görülmektedir. Ermenistan ile ilişkiler yoğunlaştırıldyıtan ve Heybeliada Ruhban Okulu'nun açılması için alt yapı oluşturulduktan sonra, aynı dış dinamik sürecinin parçası olarak “Kürt Paketi” üzerinde çalyışılmaya başlanmıştır. AKP'nin çözüm paketinin dört sacayağı olduıu görülmektedir. Bunlar, 

a) ABD, Irak ve K. Irak ile sürdürülen dörtlü görüşme süreci, 
b) PKK'ya karşı yeni güvenlik önlemlerinin zeminini oluşturan Güvenlik Müsteşarlıgı 
c) Öcalan/PKK/DTP ile dolaylı temas zemini ve 
d) Demokratik açylım paketidir. 

A. Aşağıda bu Dört Sacayağı incelenecektir. 

a) Dörtlü Görüşme Süreci 

Birinci sac ayağını ABD-Irak- K. Irak ve Türkiye arasında sürdürülen üçlü adı verilmekle beraber esasen dörtlü olan görüşmeler oluşturmaktadır. 

Bu süreç 2008 senesinde büyük bir yoğunluk kazanmıştır. Amerikan güçlerinin Irak'tan çekilmesinden sonra ortaya çıkacak Arap-Kürt geriliminde K. Irak'a karşı Türk-Arap koalisyonunun oluşmasını teşvik edecek Şekilde bir PKK varlıgının K. Irak'ta bulunması oldukça zordur.İkinci neden ise ABD'- nin Türkiye ile K. Irak arasında ekonomik birlikteliğin doğduğunu, K. Irak'ın ekonomik olarak Türkiye'nin bir parçası haline gelirken, Türkiye'nin de Kerkük petrollerinin temsil ettiği zenginlikle eninde sonunda baştan çıkacağını ve Türkiye-K. Irak “birleşmesinin” doğal bir sürece dönüşeceğini düşünürken, K. Irak petrolünün Türkiye üzerinden Akdeniz'e sorunsuz akmasını sağlayacak ortamın gerçekleşmesini arzu etmesidir. 

Irak'ın bu süreçte yer almasının nedeni, Amerikan dayatmasıdır. Irak, Amerikan çekilmesinden sonra K. Irak Yönetimi ile arasında Kerkük, Musul'un bazı bölgeleri ve petrolün paylaşımyı konularından dolayı sert bir gerilim ve muhtemelen çatışmanın yaşanacağının farkındadır. Bu gerilim/çatışma sürecinde Türkiye'nin Bağdat yönetimine verecegi destek yaşamsal bir öneme sahiptir. Bağdat için K. Irak ile Türkiye arasındaki ilişkiler ne kadar yüksek gerilimli olursa K. Irak'a karşı Ankara-Bağdat ilişkileri o kadar iyi olacaktır. Bağdat bu sürecin içinde Şeklen yer almakla beraber, asla sürecin başarıya ulaşması için gerçekten destek olmayacaktır. 

b) K. Irak 

K. Irak Yönetimi ise Araplarla arasının sert bir kırılmaya doğru yaklaştığı bir dönemde Türkiye ile mümkün olduğu kadar yaklaşmak istemektedir. 
Ankara ile Bağdat arasında oluşacak bir ittifak K. Irak için çok bir şey yapmadan da ezici sonuçlar doğurabilir. Ancak KDP/KYB, Türkiye ile yaklaşmanın 
bedeli olarak PKK'nyn tamamen yok edilmesine katkıda bulunmayı asla düşünemezler. Bunun bir nedeni gelecekte PKK'nyn potansiyelini Türkiye'ye 
karşı kullanacakları bir araç olarak görmeleri, diğeri ise PKK'nın yok edilmesinin Türkiye'deki Kürtçü potansiyeli K. Irak'a yabancılaştıracak olmasıdır. 

Türkiye'deki reform sürecine rağmen PKK'nın teröre devam etmesi, PKK'ya karşı bir Türk-Amerikan-K. Irak askeri operasyonuna neden olur mu? Hayır olmaz. ABD, Askerlerinin Türkiye uğruna ölmesine izin vermeyecektir. Barzani, Türkiye'nin büyük bir askeri güçle Kandil'de operasyon yapmasının bölgede tekrar TSK'nın en etkin güç haline gelmesine neden olacağı için bu gelişmeyi onaylamayacaktır. Özetle, dörtlü saç ayağının “ Dörtlü Görüşmeler ” ayağı, PKK'- nın K. Irak'taki varlığına son verecek etkinliği ulaşamaz. 

c) Güvenlik Müsteşarlığının Kurulması AKP, terörle mücadelenin etkinleştirilmesi vaadiyle bir eşgüdüm kuruluşu olarak İç İşleri Bakanlığı'na bağlı bir güvenlik 
müsteşarlığı kurulması için 2008/2009 yasama yılında kapsamlı çalışmalar yapmıştır. Ancak yanlış bir anlayışla kurulmuş, Üstesinden gelmek zorunda olduğu görev için yetersiz yetki, kadro ve kaynağa sahip olması öngörülen Müsteşarlık ile ilgili hazırlanan yasa tasarısı, muhalefetin sert eleştirilerine maruz kaldığı için geri çekilmiştir. Muhtemelen yapılacak değişikliklerden sonra TBMM'de tekrar gündeme gelecektir. “ Güvenlik Müsteşarlığı ” PKK'nyn terör eylemlerini etkin bir Şekilde sınırlandıracak bir yapıda değildir. 

d) Öcalan/PKK/DTP ile Dolaylı Temaslar DTP ile açık bir temas kurma konusunda çekingen davranan AKP öte yandan uzun zamandan buyana DTP ile görüşme 
sürecini hazırlamıştır. 

<  K. Irak Yönetimi ise Araplarla arasının sert bir kırılmaya doğru yaklaştığı bir dönemde Türkiye ile mümkün olduğu kadar yaklaşmak istemektedir. Kürt Açılımının Geleceği >

AKP-DTP görüşmelerinin zeminini oluşturmak amacı ile PKK'nyn DTP içindeki örgütlenmesine yönelik “ KKC Operasyonları ” adı verilen bir dizi operasyon yapılarak, PKK'nın DTP üzerindeki etkisi kırılmaya çalışılmıştır. 

Ancak bunun mümkün olmadığı anlamşılınca DTP ile PKK'nın yetkilendirmesi ile görüşmeyi kabul etmiştir. DTP ile başlayanlar dışında da PKK/A. Öcalan ile bir dolaylı ilişkilerin olduğunu bazı gazeteciler ileri sürmüşlerdir. Ancak bunlar A. Öcalan için yeterli olmamıştır. Öcalan, PKK'nın DTP'ye görüşmeler için verdiği yetkiyi ortadan kaldırmış ve muhatap olarak kendisini göstermiştir. AKP'nin büyük iddialarla ortaya koyduğu açılımın tek başarı şansı vardır, o da oyunu kuralına göre oynayıp, Öcalan ile doğrudan görüşmeler yapmak veya Öcalan'ı DTP'ye vekâlet vermeye zorlamaktır. Ancak bu tür bir görüşme süreci önümüzdeki genel seçim sonrasına ertelenmiştir. Öcalan'ın yakalanmasının üzerinden on sene  geçmiştir. Tek kişilik hücrede devletin sınırlarını çizdiği bir zeminde dış dünya ile ilişkisini sürdüren Öcalan, 62 yaşındadır. 

Bu süre içinde Talabani Irak Cumhurbaşkanı, Barzani ise K. Irak Yönetimi başkanı olmuştur. Öcalan için bunlar başlı başına imha edicidir. 

İmralı'da ölme düşüncesi Öcalan'ı çıldırtmaktadır. Öcalan bundan dolayı bir şekilde “ Affedileceği ” bir süreç için her türlü işbirliğini yapmaya yatkındır. 

Öcalan'yn işbirliğine yatkın oluşu, kayıtsız şartsız işbirliğine açık olduşu anlamına gelmemektedir. Öcalan doğrudan muhatap alınmanın yanında, teröre son vermek için bazı olmazsa olmazları da vardır. Öcalan'ın taleplerini iki noktada özetleyebiliriz: 

1) Öcalan'ı kapsayan bir genel af ilân edilmesi, 
2) Kürt kimliğinin siyasal kimlik haline dönüştürülmesi. Oysa, AKP Hükümeti, kısa vadede Öcalan'ın bu taleplerini karşılayamaz. 

e) Demokratik Açılım Paketi 

Demokratik açılımın içeriği henüz belirsizdir. Bu aşamada söylenebilecek tek şey, bu girişimin Kürt kökenli yurttaşlar için etnik nitelikli demokratik hak ve özgürlükler zemini yaratacağını, Anayasanın “dil, Irk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç ve din ve mezhep” zemininde ayrı uygulamaları 
yasaklayan 10. Maddesine aykırı olduğudur.

Öcalan, PKK'nın DTP ' ye görüşmeler için verdiği yetkiyi ortadan kaldırmış ve muhatap olarak kendisini göstermiştir. 

Öte yandan AKP Şimdiye değin AB Uyum Yasaları ve Kopenhag Kriterleri'nin talep ettiği değişimleri de aşan önemli ve radikal değişikliklere imza atmıştır. Türkiye, yurttaşlarına herhangi bir AB ülkesinin sağladığı demokratik haklardan daha azını sağlamamaktadır. Buna rağmen, nerede biteceği belirsiz bir demokrasi talebi gündemin parçası olmaya devam etmektedir. Em. Büyükelçi Ü. Pamir'in çözüm önerisi, demokrasinin “ Bölünme referandumu” 11 yapılmasına kadar uzanmıştır. İçişleri Bakanı, yapılacak demokratik açılımları, kısa, orta ve uzun vadeli açılımlar şeklinde tanımlamıştır. 
Aşağıda Hükümetin kısa, orta ve uzun vadeli önlemlerini tartışacağız. 

Kısa Vadeli Önlemler; 

AKP bu aşamada TSK'ıın ağır tepkisini almadan ve seçimlerde oy kaybına uğramadan kısa vadeli önlemleri yaşama geçirmeyi hedeflemektedir. 
Kısa vadeli önlemler, ilk genel seçimlerden 2009 sonuna kadar tamamlanacaktır. 

AKP'nin kısa vadede atacağı adımlar, 

a) Değişik üniversitelerde Kürt Dili ve Edebiyatı bölümlerinin açılması, 
b) İsimleri değiştirilen köylere tekrar eski isimlerinin verilmesi, 
c) Özel Kürtçe televizyon ve radyo yayınlarının başlaması, 
d) Kürtçenin lise ve dengi okullarda seçmeli ders olması, 
e) Pişmanlık yasasının kapsamın genişletilmesi ve etkinleştirilmesi, 
f) Bazı devlet dairelerinde Kırmaçca ve Zazaca tercüman uygulamasının başlatılması, 
g) Güneydoğu Anadolu'daki bazı illerde, Edirne, Kırklareli ve Tekirdağ'ı kapsayan ve 14 Temmuz 2009'da kurulan “Trakya Bölge Kalkınma Ajansı” benzeri bir 
bölge kalkınma ajansının kurulması gibi önlemlerle sınırlı olacaktır. 

Kısa vadeli önlemler Öcalan'ı muhatap almadığı için sorunun özünü de kapsamayacaktır. Çünkü Kürt sorunu demek, terör ve Öcalan demektir. 

Kısa vadeli önlemler, ilk genel seçimlerden 2009 sonuna kadar tamamlanacak tır. 

Kürt Açılımının Geleceği 

Öcalan'ı muhatap almadan terörü ve “Kürt” sorununu çözmek mümkün değildir. Kısa vadeli önlemlerin eş zamanlı olarak PKK'nın K. Irak'tan uzaklaşması, 
teröre son vermesi mümkün değildir. Öcalan gerçek gücünün DTP değil, PKK olduğunun bilinciyle terör örgütünün gücünü korumaya çalışacaktır. 

Öte yandan açılımı “ Annelerin göz yaşlarının durdurulması”  teoriği üzerine kuran Erdoğan, son günlerde geri adım atarak, terörün hemen kesilmesinin mümkün olmadığını açıklamaya başlamıştır. Kısa vadeli önlemler konusunda Hükümet ile Genelkurmay Başkanlığı arasında uzlaşma vardır. Org. İlker Başbuğ bireysel kültürel haklara TSK'nın sert bir muhalefetinin olmadığını açıklamıştır. 

TSK'nın direnişinin Milli ve Üniter devleti hedef alan orta ve uzun vadeli önlemlere sıra geldiğinde başlaması muhtemeldir. 

Orta ve Uzun Vadeli Önlemler AKP'nin PKK'nın taleplerini karşılaması orta ve uzun vadede alınacak önlemlerle gerçekleştirilecektir. 

AKP bu amaçla orta ve uzun vadeli önlemler konusunda çalışmalara başlamış görünmektedir. 21 Temmuz 2009'da Polis Akademisi'nde yapılan, İngiltere ile IRA arasındaki görüşmelerin mimarı Lord John Alderdice'in de bulunduğu bir heyet ile yapılan toplantı, “ Devlet-Terör Örgütü Teması ” konusundaki deneyimler konusunda AKP iktidarının bilgi topladığını göstermektedir. 

Orta ve uzun vadede Öcalan'yn taleplerini karşılamaya ciddî yaklaşan AKP'nin bu aşamada artık siyasal ortamın bu talepleri karşılamak için yeterince olgunlaştığını düşüneceğini de söyleyebiliriz. 

Halk, PKK terörünün durması karşılığında üniter-millî devletten âdem-i merkeziyetçi/etnik yapıya doğru parça parça değiştirilmesine alışacaktır. 

Önümüzdeki genel seçimlerde Anayasayı değiştirecek ölçüde büyük bir destek aldığı takdirde yeni kurulacak AKP hükümetinin orta vade ve uzun vadede alacağı önlemleri şu şekilde özetleyebiliriz: 

a) Anayasa'nyn 1-4 ve 66. maddeleri başta olmak üzere değiştirilmesi ve Kürt kimliğinin siyasal bir kimlik haline dönüştürülmesi, böylece millidevlet 
ilkesinin tasfiye edilmesi, 

b) Yeni Anayasa'da milli devlet ilkesi tasfiye edilirken, Üniter-Devlet ilkesinin görünürde korunması ancak, özerk bölge yapılanmasının adı konulmadan 
gerçekleştirilmesi, Orta ve uzun vadede Öcalan'ın taleplerini karşılamaya ciddî yaklaşan AKP'nin bu aşamada artık siyasal ortamın bu talepleri karşılamak için yeterince olgunlaştığını düşüneceğini de söyleyebiliriz. 

c) A. Öcalan'ın İmralı'dan F-tipi bir ceza evine nakledilmesi ve PKK kadrolarına genel değil, kapsamlı af uygulaması  şeklinde özetlenebilir. 

AKP'nin gelecek iktidar dönemi içinde uzun vade de gündeme taşımayı hedeflediği önlemler ise, 


a) Güneydoğu Anadolu için federal çözümün gündeme getirilmesi, 
b) Kürtçenin ikinci resmi dil olması, 
c) A. Öcalan'ın serbest bırakılması, 
d) PKK'nın lider kadrolarına siyaset yapma izni verilmesi Şeklinde öngörülebilir. 

Bu önlemlerin iki etkisi olacaktır. Birincisi sınırın hemen öte yanındaki K. Irak'taki pankürdizm hayallerini güçlendirecek ve Güneydoğu Anadolu'da da bu hayallerin etkileri belirginleşecektir. İkinci etki ise Kürtler siyasallaşmı. Kürt kimliğiyle Türkiye'ye daha fazla bağlanmayı değil, Türkiye'den ne kadar toprak kopararak ayrılabilirim duygusuna kapılacaktır. 

Sonuç

Cumhuriyet 1923'ten bu yana en büyük dönüşümü yaşamaktadır. Dönüşümün ana dinamiği milli değil, dış dinamik olduğu için dönüşümün tasarımcılarının 
hiç beklemediği sonuçların ortaya çıkması muhtemeldir. Amerikan işgali altındaki Irak'ın bile federal devlet modelini içine sindiremediıi ve bölünme sürecine 
karşı her geçen gün artan bir tepkinin geliştiği düşünülür ise milli-üniter devlet karşıtı bir modelin Türkiye'de uygulanması çok zor olacaktır. 

Türkiye'yi etnik fay hatları boyunca bölecek politik girişimler, ülkemizde sosyolojik olarak var olmayan etnik sorunun politik olarak kurgulanmasına yol açabilir. “ Kürt Sorunu ”nu çözme adına yapılacak girişimler bir “ Türk Sorunu ”nu doğuracaktır. Siyasal Türk kimliğinin dışında siyasal bir Kürt kimliğinin inşa edilmesi durumunda, bir Türk için ayrı bir siyasal kimliğe sahip olan Suriyeli, Iraklı, İranlı ile Kürt arasında nasıl bir fark olacaktır? 

PKK'nın temsil ettiği sorunun aşılması için alınması gereken önlemler, milli-üniter devlet modeli içinde ve yurttaşlık temelli bir demokrasi anlayışı ile olmak zorundadır. Aksi bir yaklaşım, Anadolu coğrafyasında etnik cehennemin kapısını aralayabilir. 

< Türkiye'yi etnik fay hatları boyunca bölecek politik girişimler, ülkemizde sosyolojik olarak var olmayan etnik sorunun politik olarak kurgulanmasına yol açabilir. Kürt Açılımının Geleceği>

Askeri olarak Türkiye tarafından korunan, ekonomik olarak Türkiye'- den beslenen, ekonomik damarlarını Türkiye'nin açık tuttuğu dört milyon Kürt, bir milyon Türkmen'in yaşadığı bu bölgede (Musul ve Telafer başta olmak üzere bazı büyük Türkmen yerleşim yerleri Arap sınırları içinde kalacağı için Irak genelinde 2.5 milyon civarında olan Türkmen nüfusu K. Irak'ta 1 milyon civarına kadar inecektir) kişi başına düşen gelir hızla yükselecek ve K. Irak bir cazibe merkezi hâline gelecektir. Üstelik cazibe merkezi olan K. Irak ile Türkiye'de yapılacak Kürt Açılımından sonra siyasal bir Kürt kimliği etrafında toplanan Güneydoğu Anadolu Kürtleri ile K. Irak Kürtleri arasında sosyal, kültürel, ekonomik bütünleşme artarken, Türkiye bütünlüğünden kopma süreci güçlenecektir. 

Barzani'nin Türkiye'deki Kürtlere yönelik izlediği pankürdist politikalar kopma sürecini hızlandıracak ve çatışma zeminini güçlenecektir. Kürt(çü) siyasî kadrolar Kürt Açılımlarını stratejik hedef olan bağımsız, birleşik Kürdistan hedefine giden yolda ara adımlar olarak değerlendirmektedirler. 

Stratejik hedef, Kürt Açılımları ile Türkiye Cumhuriyeti Mersin-I.dır hattına geri itilirken, denizlere açılan büyük Kürdistan'ın kurulmasıdır. 

DİPNOTLAR;

1 Today's Zaman, 20 Şubat 2007, Suat Kınıkoğlu, “ Kirkuk, Northern Iraq and the Grand Bargain” 
2 Zaman, 27 Mayıs 2007 Prof. Dr. Ümit Özdağ 2008'e kadar K. Irak Yönetimi ile doğrudan etkili ilişki kurmak düşüncesine muhalefet eden Ankara geri adım atmıştır. 
3 Star, 14 Ekim 2008, “ Desteği kes, istihbaratı paylaş ” 
4 Radikal, 24 Aralık 2008, Murat Yetkin, “Kürt meselesinde sıcak gelişmeler” Bu gelişmelerin iç politikadaki yansıması, A. Öcalan'ın konumunun düzeltilmesi 
ihtimalinin ortaya konması olmuştur. 
5 Vatan, 22 Aralık 2008, “PKK'yı tasfiye plânı” 
6 Radikal, 7 Aralık 2008, Murat Yetkin, “ Obama döneminde PKK'ya karşı İşbirliği geriler mi? ” 
7 Yeniçağ, 24 Aralyk 2008, Sadi Somuncuoğlu, “ Dış Siyasetimiz karmakarışık halde ” ve Cumhuriyet, 27 Aralık 2008, “ Tasfiye plânnda af çıkmazı ” 
8 Cumhuriyet, 26 Aralık 2008, Mehmet Faraç, “ Peşmergenin Nafile Çabaları ” 


2 1 . YÜZYIL Ek im 2 0 0 9 
Prof. Dr. Ümit Özdağ,


http://www.21yuzyildergisi.com/assets/uploads/files/143.pdf


***

Suriye Demokratik Türkmen Hareketi


Suriye Demokratik Türkmen Hareketi ve Suriye Türkmen Kitlesi Kurucu Üyesi Bekir Atacan ile Söyleşi


Bekir ATACAN*
25.01.2013





 * Bu söyleşi ORSAM Ortadoğu Uzmanı Oytun Orhan tarafından 17 Aralık 2012 tarihinde İstanbul’da gerçekleştirilmiştir.

Suriye’de halk ayaklanması uzun yıllardır üstü kapatılan toplumsal ve siyasal taleplerin su yüzüne çıkmasına imkan sağladı. Bunların başında Suriyeli Türkmenler gelmektedir. Baas yönetimi altında hiçbir şekilde örgütlenme imkanı tanınmayan ve baskı politikalarına maruz kalan Suriyeli Türkmenler yeni dönemde uzun yılların açığını kısa sürede kapatma çabası içindedir. Suriye Türkmen siyasal hareketleri diğer muhalifler gibi ülke dışında örgütlenmek durumunda kaldı. Türkiye merkezli olarak gelişen Suriyeli Türkmen hareketlerinin başından beri kurucu üye olarak içinde yer alan Bekir Atacan ile Suriye Türkmenlerinin durumu, Türkmen siyasal hareketlerinin gelişimi ve Suriye Türkmenlerinin beklentileri konusunda bir söyleşi gerçekleştirdik.

“Türkmenler Olarak Türkiye ve Suriye Arasında Köprü Rolü Oynamak İstiyoruz”

ORSAM: Öncelikle kendinizi tanıtabilir misiniz?

Bekir ATACAN: 

               Bekir Atacan

Ben Bekir Atacan. Suriye’nin Bayır Bucak Türkmenlerindenim. 

32 yıldır Türkiye’de yaşıyorum. Türk vatandaşıyım. Son zamanlarda kurulan siyasi örgüt ve partilerde görev aldım. Suriye Türkmen Kitlesi’nin hem kurucu üyesiyim hem de ilk genel kurul başkanıyım. Kitleyi büyütmek istedik ancak başarılı olmayınca istifa ettim. Türkiye’nin de desteğiyle Suriye Demokratik Türkmen Hareketi’ni kurduk. Hareket’in de hem kurucu üyesiyim hem de Genel Başkan Yardımcısıydım. Sonrasında ise Türkiye’de Suriye Türkmenleri adına geniş yelpazeye sahip bir siyasi parti kurulmasını istediğimiz için bir grup arkadaşımla Hareket’ten istifa ettik. Bunun gerçekleştirilebilmesi için zemin hazırlığı yapıyoruz. Umuyorum ki Ocak ayına kadar çekirdek kadromuz oluşmuş olacaktır. Suriye’de muhalefet gruplarının tamamının parti kurması imkansızdı. En çok baskı gören grup Türkmenlerdi. Çünkü dağınık şekilde yaşıyorlardı. Ama son zamanlarda hem Türkiye’nin desteğiyle hem de muhalefetin güçlenmesiyle birlikte aktif şekilde siyasi yaşamımız devam etmekte. Amacımız yeni bir yapılanmaya gitmek. Bu yapılanma siyasi parti olmalı. Birinci amacı Suriye’deki Türkmenlerin haklarını savunmak, sonrasında ise Suriye ve Türkiye arasında bir barış köprüsü vazifesi üstlenmek. Önemli bir diğer amaç ise Suriye’de bulunan tüm azınlık grupları ve diğer kesimlerle dostane ilişkiler kurulmasını sağlamak. Bu sayede Suriye’nin geleceği için barışçıl bir sistemin benimsenmesinde rol oynayacağımıza inanıyorum. Bu da ancak Türkiye’nin bizi desteklemesi ile mümkün olacaktır. Bizim Suriye’de bütün kesimlerle iyi ilişkilerimiz var ancak güçsüzüz. Bir Türkmen bir Nusayri’yle, bir Arap’la, bir Kürt’le çok iyidir. Tüm kesimlerle içli dışlı yaşıyoruz. Dağınık şekilde yaşadığımız için birimizin komşusu Arap, diğerimizin Kürt bir diğerinin Hıristiyan. Atalarımızdan kalan barışçıl özelliğimiz sayesinde iyi münasebetler geliştirdik. Şimdi bunları değerlendirme zamanı. Bu durum hem Suriye halkının hem de Türkiye’nin lehine olacaktır. Bunun için büyük çaba harcanması ve Türkiye’nin bize destek vermesi gerekiyor.

ORSAM: Suriye’deki Türkmen siyasal hareketini geçmişten günümüze özetleyebilir misiniz?

Bekir ATACAN: 

Suriye’de devrim başladığında, bundan 20 ay önce Suriye Ulusal Konseyi kuruldu ve Türkmenlere hiç yer verilmedi. Bunun üzerine bizim de Konsey’de olmamız gerektiğini ve diğer kesimler gibi kendi haklarımız adına konuşmamız gerektiğini düşündük. Bunun üzerine görüşmeler yapmaya başladık. Bize öncelikle Türkmenlere ait bir örgütün olup olmadığını sordular. O tarihte bir örgütümüz yoktu. Ben kendi imkanlarımı kullanarak Türkiye’de bulunan 180 Suriyeli Türkmeni bayram münasebetiyle bir yemekte bir araya getirdim. Bu yemekte mutlaka örgütlenmemiz gerektiğini ve bu sadece haklarımızı savunabileceğimizi konuştuk. Bunun üzerine bir araya gelip Suriye Türkmenler Birliği adıyla bir dernek çalışması yaptık. Sonrasında bu derneği 2011 yılının Kasım ayında bir siyasi harekete dönüştürdük. Adını da Suriye Milli Kitle Partisi olarak belirledik. Ben bu kitlenin kurucusu ve genel başkanıydım. Bu çatı altında az da olsa bir yol kat ettik. Ancak zaman içinde gördük ki çalışmalar bir kısır döngü içinde. Bu nedenle oradan istifa edip Türkiye’nin de desteğiyle Suriye Demokratik Türkmen Hareketi’nin kurulmasına öncülük ettik. O patinin de kurucusu ve genel başkan yardımcısıydım. Demokratik Türkmen Hareketi çatısı altında ve Türkiye sayesinde Suriye Ulusal Konseyi’nde temsil edilmeye başlandık. Ulusal Meclis bizden 16 üye aldı. Aynı zamanda diğer azınlıklara verilecek bazı hakların bize de verilmesini sağladık. Demokratik Türkmen Hareketi, Suriye Milli Kitle Partisi’ne göre daha geniş çaplı çalışmalar yürütüyor olsa da kadrosu ve çalışmaları yetersizdi. Biz bu kadrodan Lazkiye, Humus, Halep ve Tarsus Türkmenlerinden bir grup istifa ederek yeni bir partinin kurulmasını savunduk. Suriye Türkmen Kitlesi, İslam Partisi adı altında bir partimiz daha vardı, bütün bunları lağvedip yeni bir yapılanmaya gidilmesi ve tek bir çatı altında toplanmasına karar verildi. Ocak ayında bir kurultay düzenlemeyi düşünüyoruz. Bu kurultayda yeni partinin kurulması kararı alınacak. Şu an için isim belli değildir. Ancak büyük ihtimalle “Türkmen” ve “Demokrasi” kelimeleri kullanılacaktır.

ORSAM: Esat sonrası için Suriye Türkmenleri olarak talepleriniz neler? Nasıl bir Suriye görmek istiyorsunuz?

Bekir ATACAN: 

Türkmenler Suriye’nin her şehrinde her kasabasında 1000 yıldan beri var. Biz Suriye’de varlığımızı devam ettirmek ve yeniden inşasında yer almak istiyoruz. Suriye’de tek çatı altında devam etmek istiyoruz. Elbette bazı kültürel hak isteklerimiz olacak. Dernek toplantılarının yapılması, kendi dilimizi konuşabilmek, kendi kültürümüzü yayabilmek gibi isteklerimiz var. Ama asla bağımsızlık ya da federal bir yapı isteğimiz yok. Suriye’nin üniter yapısını destekliyor; toprak ve siyasi bütünlüğünü savunuyoruz.

ORSAM: Suriye’deki genel durum nedir? Rejimin geleceği için neler söyleyebilirsiniz?

Bekir ATACAN: 

Bir diktatörlüğün bir günde yok olması mümkün değil.  Hele ki Suriye’de Baas diktatörlüğü 1963 yılından beri devam etmektedir. Çatışmalar 21 aydır devam etmekte. Biz çatışmaların bir süre daha devam edeceğini düşünüyoruz. Halep düştü, Şam ise şu an kuşatma altında. Şam da düştüğünde, daha önce Irak’ta ve yakın zamanda Libya’da olduğu gibi, Devlet Başkanları doğdukları yerlere çekilecektir. Muhtemelen orada da çatışmalar sürecek. Beşar Esad, Lazkiye’de yer alan Kırdaha’da doğmuştur. Çatışmalar o topraklara kayacak. Sonuç olarak ise federal bir yapıya gidileceğini düşünüyorum. Eğer yakın zamanda olmazsa bile gelecekte federal yapı kurulacaktır. Rusya’nın isteği Nusayri Devleti’nin kurulmasıdır. Bu sayede Rusya kendi çıkarlarını korumaya devam edecektir. Bu sınırlar içinde kalacak yaklaşık olarak 600 bin Türkmen yaşamaktadır. Bu toplam Türkmen nüfusunun yaklaşık dörtte birine denk gelmektedir. Bu durum bizler için kabul edilebilecek bir şey değildir. Bunun olmaması adına elimizden geleni yapacağız.

ORSAM: Ülkede federalleşmeye gidilirse Türkmenler çatışmaların ortasında kalabilir ve büyük sıkıntılar yaşayabilir…

Bekir ATACAN: 

Aynen. Türkmenler 1000 yıldan beri oradalar ama hep geri planda kalmışlar. Lazkiye’ nin ilk şehidi Türkmenlerdir. Suriye basınının iddiası Devrimi Türkmenlerin başlattığı yönünde olmuştur. Ancak maalesef ne Türkiye’de ne de dünyada bizden bahsedilmemiştir. Çünkü biz bugüne kadar önce “Suriyeli yiz” dedik. Biz kendimizi Suriye’ nin parçası, Suriye’nin vatandaşı olarak gördük. Ön planda olmasak bile devrimin her adımında biz de vardık. En fazla şehit veren toplum Tükmen ler dir. Bab-ı Amr’ın %80-90’ı Türkmendir. Şu an da katliam yapılan illerin ve ilçelerin çoğunda Türkmenler vardır. Biz önce Suriyeli sonra Türkmeniz. Ama diğer azınlıklar önce mensup oldukları azınlığı söylüyor sonra Suriye diyorlar. Onlarla aramızdaki fark budur. Biz 1000 yıldan fazladır bu topraklarda yaşayan asli unsurlar ız. Zaten Ulusal Konsey’den talep ettiğimiz konulardan biri de asli unsur olarak kabul edilmemiz dir. Umarız ki bu anayasaya girer.

ORSAM: Suriye Türkmenlerinin zayıf oldukları noktalar neler?

Bekir ATACAN: 

Zayıflığımızın iki nedeni vardır. Örgütlenemememiz ve dağınık halde yaşıyor olmamız. Kürtlerin, Süryanilerin, Hıristiyanların, Çerkeslerin, Nusayrilerin, Dürzilerin bölgeleri belli ancak bizim bölgemiz belli değil. Suriye’nin her karışında varız. 4 milyon Türkmen Suriye topraklarına yayılmış durumda. Çünkü o bölge bizlerin atalarından kalma. O topraklar bir zamanlar Selçuklu’ya, Osmanlı’ya aitti.

ORSAM: Son olarak Türkiye’nin Suriye Türkmenlerine ve Suriye’ye yönelik politikası hakkında neler düşünüyorsunuz? Beklentileriniz nelerdir?

Bekir ATACAN: 

Hem Suriye’deki halklar arasında hem de Suriye ve Türkiye arasında bir köprü olduğumuza inanıyoruz. Bu nedenle Suriye’de barış elçisi olmak istiyoruz. Türkiye’den beklentimiz bunu sağlayabilmek ve daha örgütlü hale gelebilmek için bize destek vermesidir.


http://orsam.org.tr/orsam/soylesi/10085?dil=tr

***