2 Ekim 2018 Salı

MİT ESKİ DAİRE BAŞKANI MEHMET EYMÜR’DEN “CASUSLUK HİKÂYELERİ '' BÖLÜM 3,

MİT ESKİ DAİRE BAŞKANI MEHMET EYMÜR’DEN “CASUSLUK HİKÂYELERİ '' BÖLÜM 3,
MİT ESKİ DAİRE BAŞKANI, Mehmet Eymür, CASUS, casusuluk hikayeleri,
HOOVER KENDİNİ TANRI MI SANIYORDU?
Ama herkes HOOVER’ın kendisini Tanrı sandığını biliyordu. Bu adamların bundan kendi aralarında bile söz etmemeleri acayipti. İki adamla ‘TISLER Olayı’ndan söz ettik. Sonra HOOVER’in odasına gittik. FBl’ın Direktörü masasının arkasında duruyordu. Parlak lacivert bir elbise giymişti. Resimlerinde durduğundan daha uzun boylu ve inceydi- Ama yüzü kırışıktı ve etleri sarkmıştı. Kesin, fakat neşesiz bir tavırla elimi sıktı.
BELMONT ziyaret nedenimi anlatmaya başladı ama HOOVER sert bir tavırla onun sözünü kesti. ‘Raporu okudum, Al. Olayı Mr. Wright’tan dinlemek istiyorum’. Kömür gibi kapkara gözlerini bana dikti. RAFTER’in (Not-Türkçe ‘KİRİŞ’–Sovyetlerin İngiliz Takipçilerin telsizlerini dinlediğini tespit eden ve gizli haberleşmelerini bulan teknik sistemin kod adı) bulunmasını anlatmaya başladım ama HOOVER lafı hemen ağzıma tıktı. ‘Sizin Servis’in bizim Çek kaynağın açıklamalarından artık memnun olduğu anlaşılıyor’… Cevap verecektim ama beni susturdu. ‘Güvenlik organizasyonlarınıza burada, Washington’da çok yardım ediliyor’. Sesi tehdit doluydu. ‘Bu durum milli güvenliğimizi etkilediği zaman Amerika Birleşik Devletleri Cumhurbaşkanı’na önerilerde bulunmam gerekiyor. Onun için böyle olaylarla yakından ilgilenmek zorunda kalıyorum. Özellikle İngiltere’nin bu alanda son zamanlarda karşılaştığı problemler açısından. Ayağımı bastığım yerin sağlam olduğunu bilmeliyim. Anlatabiliyor muyum’? ‘Tabii, efendim. Anlıyorum’.
Harry STONE gözlerini ayakkabılarının bağlarına dikmişti. Al BELMONT’la Bill SULLIVAN, HOOVER’ın masasının bir yanında, gölgelerin arasında oturuyorlardı. Yani iş bana düşüyordu. ‘Verdiğim raporda’. ‘Adamlarım raporunuzu hazmettiler bile, Mr. Wright. Beni aldığınız dersler ilgilendiriyor’. Ben cevap veremeden HOOVER öfkeli, küçültücü bir eleştiriye başladı. Batı, Komünizm saldırısı karşısında yetersiz kalıyordu. HOOVER’ın düşüncelerinin çoğunu paylaşıyordum- Ama konuşma tarzı çok çirkindi. Tabii sonunda BURGESS ve MACLEAN konusunu açtı. Bu iki casusun adlarının her hecesini yakıcı bir kinle söylüyordu. ‘Mr. Wright, burada, bu Büro’da böyle bir şey olamaz! Ajanlarımın hepsi hakkında araştırma yapılır! Bu olaydan alınması gereken dersler var. Anlatabiliyor muyum’? Başımı salladım. Harry STONE atıldı. ‘Tabii, Mr. HOOVER’. ‘Daima tetikte olmalı, Mr. Wright. Tetikte olmalı. Burada, Büro’nun merkezinde ışıklar her zaman yanar’.
CIA KARŞI CASUSLUK ŞEFİ ANGLETON
HOOVER’la yaptığım bu sıkıcı konuşmanın ertesi günü CIA’nın Karşı Casusluk Bölümü Şefi James ANGLETON’la yemek yedim. Müthiş zeki bir adamdı. Soğuk Savaş’ın keyfini çıkarmayı değil, mücadeleyi kazanmayı istiyordu. 1950’lerin sonunda ANGLETON’un yıldızı Washington’da iyice parlamaya başlamıştı. Özellikle İsrail’deki bir ajanından Kruschev’in Stalin’i suçlayan konuşmasının gizli kopyasını almayı başardıktan sonra. ANGLETON, eski MI6 bürosunda eğitilmişti. Hem de Kim PHILBY tarafından. ANGLETON’dan hoşlanıyordum. Ve o daha önce birlikte iş yapabileceğimizi de ima etmişti. Lokantadan içeri girdiğim zaman ANGLETON masada oturuyordu. Zayıf, veremli bir adamdı. Gri bir elbise giymişti. Ona katılırken boğuk sesiyle, ‘HOOVER nasıldı?’ diye sordu.
‘Her şeyi çok çabuk haber alıyorsun, Jim’, dedim. Bir ölününkini andıran yüzünde bir tebessüm belirdi. Onun ağzımdan laf almaya çalıştığını biliyordum. CIA’nın ‘TISLER Olayı’ndan da, adamın iddialarından da haberi yoktu. ‘Bu sıradan bir ziyaretti. Büroyla dost olmaya çalışıyoruz. Şu ara Londra’da moda bu’.
ANGLETON, ‘Boşuna zaman kaybediyorsun’, dedi. ‘Ben bildim bileli o adamla dost olmaya çalışıyorsunuz. O bize her zaman İngilizlere hiç dayanamadığını söylüyor’. Biraz öfkelendim. Oysa damarıma mahsus bastığını da biliyordum. ‘CIA’nın bize daha dostça davrandığı söylenemez’. ANGLETON bardağına tekrar içki doldurdu. ‘Şu son on yıl Washington’a çok şey borçlandınız… HOOVER gibilere gelince… Onlar BURGESS’le MACLEAN’e bakıyorlar. Sonra da MI5’e. Ve ‘Ne uğraşalım?’ diyorlar’. ‘Yanılıyorsun, Jim’ dedim. ‘Her şey değişiyor. On yıl önce beni bir bilim adamı olarak işe almazlardı. Ama şimdi Büro’dayım. Ve durmadan yeni ajanlar tutuluyor’.
İNGİLİZ OKULUNDA OKUDUM, SİZİ İYİ TANIRIM
ANGLETON alay etti. ‘Ben bir özel İngiliz okulunda okudum. Sizi iyi tanırım’. ‘Durmadan BURGESS’le MACLEAN’den yakınmanın bir yararı yok. O olay geçmişte kaldı. Dünya çok küçüldü. Tekrar birlikte çalışmaya başlamalıyız’. ANGLETON sigarasının dumanlarını havaya üfledi. ‘HOOVER size yardım etmez!’ Ama kendisinin yardım edeceğini de söylemedi. Yemek bir hayli uzun sürdü. ANGLETON ağzından bir şey kaçırmıyor, durmadan beni konuşturmaya çalışıyordu. Bir ara, ‘Ya PHILBY?’ diye sordu. Açık açık, ‘Onun bir casus olduğunu sanıyorum’, dedim. ‘Bana MI5’in Armond HAMMER’le ilgili dosyasını verebilir misin?’ HAMMER, ‘Occidental Petroleum’un başıydı ve Sovyetler Birliği’yle iş yapıyordu. ‘Seninle dostuz, Jim. Ama o kadar da samimi değiliz’. Ayrılırken, ‘Beni dinle, Jim’, dedim. ‘Çok ciddiyim. Sen Washington’da bana yardım etmezsen ben de başkasını bulurum’. ‘Bakalım, elimden geleni yaparım’, diye mırıldanarak uzaklaştı.”
Evet, bu günlük burada keselim. Görüyorsunuz, ‘Süper Güç’ ABD, milli menfaatlerine dokununca, en yakın akrabası İngiliz Kraliyetini bile tanımamış ve aşağılamış! Koskoca İngiliz güvenlik teşkilatının ikinci adamı, FBI Başkanı HOOVER’in karşısında bir laf dahi edememiş, ezilip büzülmüş.
Ama HOOVER deyip geçmeyelim. O ABD Başkanlarının açıklarını bilen ve bu sebeple 48 yıl makamında kalan enteresan bir şahsiyet. Başkan Kennedy suikastı dahil, birçok siyasi cinayette parmağı olduğu iddia ediliyor.
Gerçi bizde de HOOVER benzerleri, çok sır bilen, kimsenin dokunamadığı önemli makam sahipleri çıktı ama, 48 senelik rekoru kırabilen yok!
Polonya Entelijans Servisi’nde yüksek kademede, bir kaynak olan ve CIA’ya Polonya ve Sovyet entelijans operasyonları hakkındaönemli bilgiler veren Michael GOLENIEWSKI (1922-1993)CIA tarafından SNIPER, MI5 tarafından da LAVINIA kod adıyla anılıyordu. Onun CIA’ya ilettiği ve CIA’nın da MI5’e aktardığı bilgiler neticesinde İngiltere Portland’da ‘Portland Casusluk Şebekesi’ olarak adlandırılan ve İngiliz nükleer denizaltı filosu hakkında bilgi toplayan bir Sovyet Operasyonu çökertildi. Bu faaliyette suçüstü yakalananlardan biri Deniz Kuvvetleri Entelijans Servisi’nde görevli Harry HOUGHTON diğeri ise Gordon LONSDALE isimli bir Kanadalıydı. Esasında LONSDALE, ölü bir kişinin hüviyetine girmiş ve yıllardan beri faaliyet gösteren bir illegal Sovyet istihbaratçısıydı ve esas adı ‘Konon Trofimovich MOLODY’di.
Casusluk Hikâyelerine MI5’in ikinci adamı Peter WRIGHT’ın bir diğer ABD seyahati anlatımı ile devam edelim:
“Amerikan entelijans çevreleri Lonsdale Olayını olağanüstü bir zafer saydılar. Washington, Yayın Operasyon Komitesi’nin çalışmalarına karşı büyük bir ilgi duymaya başladı. Yeni teknikleri koordine eden bu komiteydi. Ben Amerikalılarla yapacağımız görüşmelerin İngiliz Gizli Servislerinin yeniden göze girmelerini sağlamak bakımından şahane bir fırsat olduğunu biliyordum. 1961 Ekim’inde Hugh Alexander, Hugh Denham, Ray Fravvley ve ben Washington’a gittik. Bize orada MI6 Bürosu’nun şefi Christopher Phillpotts da katıldı. Tabii aslında bizimkinin bir kumar olduğunu biliyordum. Hugh Alexander da benimle aynı fikirdeydi.
NSA’DA TOPLANTI
Toplantıda yapacağımız açıklamalara karşılık Amerikalıların bize bir şeyler anlatacakları kesin değildi. Hatta hiçbir açıklamada bulunmayacakları hemen hemen kesindi. Güvenlik meselesini de düşünmemiz gerekiyordu. Ama bütün bunlara karşılık büyük yararlar sağlayabilirdik.
Toplantı NSA’nın Maryland’de Fort Meade’deki merkezinde yapıldı. NSA Başkan Yardımcısı Louis TORDELLA açık açık fikir alış verişi yapılmasını istiyordu. Tabii açıklamalarımız Amerikalıları çok etkiledi. Tordella’nın açık açık konuşmasına karşılık CIA teknik gelişmeler konusunda hiçbir şey söylemedi. Sanki bize güvenemedikleri için sırlarını açmak istemiyorlarmış gibi bir tavır takınmışlardı, ama biz başka bir neden olduğundan şüpheleniyorduk. Ne olursa olsun toplantı, İngiliz-Amerikan Entelijans Servislerinin ilişkileri bakımından yine de bir dönüm noktası sayılabilirdi. On yıldan beri ilk defa altı entelijans bürosu oturmuş nasıl iş birliği sağlayabileceklerinden söz ediyorlardı. Müşterek araştırma programları başlatıldı,özellikle kompüter alanında. Böylece aradaki güvensizlik duvarını yıkmak için ilk adımı atmış olduk. Londra’dan ayrılmadan önce Arthur Martin, ‘Lonsdale Olayı’nın teknik yanı ve özellikle KİRİŞ’in geliştirilmesi konusunda Amerikalılara bir brifing vermemi ayarlamıştı. İki yüz CIA ajanının oturduğu salonda podyuma çıktığım zaman bir hayli sıkıldım. Ağır ağır konuşarak kekemeliğimle savaşmaya çalıştım- Brifingim bir saat sürdü. Ancak KİRİŞ’le ilgili açıklamalarım hiç de iyi karşılanmadı. CIA’nın D Bölümünü yöneten Bil HARVEY’in ANGLETON’a doğru eğilmiş, öfkeli öfkeli bir şeyler söylediğini fark ettim.
İŞBİRLİĞİ BUNA DENİR
Sonra geriden biri, ‘Bu KİRİŞ [Not: İngilizce RAFTER –Sovyetlerin İngiliz Takipçilerin telsizlerini dinlediğini tespit eden ve gizli haberleşmelerini bulan teknik sistemin kod adı]ne zaman geliştirildi?’ diye bağırdı. ‘1958 baharında.’ ‘Peki, bu günün tarihi nedir?’ Şaşalayarak kekeledim. Adam yine haykırdı. ‘Ben söyleyeyim. 1961’deyiz’ Başka biri ekledi. ‘İşbirliği buna denir!’
Yerime oturdum. Ajanlar salondan çıkmaya başladılar. Daha sonra HARVEY’le ANGLETON yanıma geldiler. Bir boğaya benzeyen Bill HARVEY’in çok kızgın olduğu belliydi. Jim ANGLETON, kibar bir tavır takınmaya çalışarak, ‘Dinle Peter,’ dedi. ‘Bu konunun iyice konuşulması gerekiyor. Ama böyle bir konferans salonu bu işe uygun değil. Bu akşam Bill ve benimle yemek yemeni istiyoruz. Rahatça konuşabileceğimiz güvenli bir yer buluruz.’ HARVEY bir şey söyleyemeden koluma girip beni podyumdan uzaklaştırdı.
O akşam ANGLETON’un teknik uzmanı Joe Burk, beni otelimden aldı. Bir saatlik bir yolculuktan sonra kırlar arasındaki bir eve gittik.
‘BURAYA BAK İNGİLİZ PİÇİ’
ANGLETON verandaya çıkmıştı. Sakin bir tavırla beni karşıladı. ‘Bu gün olanlardan üzgünüm,’ dedi, ama bir açıklama da yapmadı. Beni içeri soktu. Bir masanın başına geçtik. CIA’nın Batı Avrupa Bölümü Şefi de bize katıldı. Kibar bir adamdı ama işte o kadar- Daha sonra Bill HARVEY de geldi. Elinde bir şişe viski vardı. İyice içmiş olduğu da anlaşılıyordu. Şişeyi masaya vurarak, ‘Buraya bak İngiliz piçi’ diye kükredi. ‘Artık gerçeği öğrenmeliyiz’. Bu oyunu önceden planlamış olduklarını hemen anladım. MI5’le ilgili ciddi konular görüşüleceği zaman Harry Stone de benimle birlikte gelirdi. Ama o kalp krizi geçirmişti ve şimdi hastanedeydi. ANGLETON’a döndüm. ‘Bu haksızlık, Jim. Beni yemeğe çağırdığını sanıyordum.’ ANGLETON benim için bir bardağa viski doldurdu. ‘Tabii yemeğe çağırdım, Peter.’ Kesin bir tavırla, ‘Beni ezmenize izin verecek değilim, ‘ dedim. ANGLETON usulca, ‘Öyle bir niyetimiz yok,’ diye cevap verdi. ‘Sadece anlattıklarını tekrar dinlemek istiyoruz… Başından itibaren…’ Lonsdale hikâyesini tekrar anlattım.
Hikâye sona erdiği sırada HARVEY de kendisini tutamadı. Tükürür gibi, ‘Güvenilemeyecek köpekler olduğunuzu biliyordum!’ diye bağırdı. ‘Buraya geliyor, araştırma yapmanız için para vermemizi istiyorsunuz. Ama o sırada KİRİŞ gibi bir şeyi de bizden gizliyorsunuz.’ ‘Meseleyi anlayamadım…’ ‘Sen hiçbir şeyi anlayamıyorsun zaten!’ HARVEY ikinci viski şişesini açtı. ANGLETON, ‘Mesele bizim operasyonlarımız, Peter,’ diye açıkladı. ‘Ajanlarımızdan çoğu yüksek frekanslı alıcılar kullanıyorlar. Ruslar KİRİŞ’i ele geçirdilerse, çoğu yakayı ele vermiş demektir… Peter, KİRİŞ Sovyetlerin eline geçti mi?’ ‘Önce geçmemişti. Ama şimdi KİRİŞ’ten yararlandıklarından eminim. UB’nin içindeki bir kaynak MI6’ya, Polonya’yla Sovyetlerin birlikte yürüttükleri bir operasyondan söz etti. Ajan olduğundan kuşkulandıkları birini yakalamak için… Anlatılanlardan Sovyetlerin KİRİŞ’i elde ettikleri anlaşılıyor. ‘ HARVEY ıslık çalar gibi, ‘Kahretsin,’ diye fısıldadı. ‘Polonya’daki bütün kaynaklarımızı kaybettik demektir’ ‘Ama bütün bu raporları sizin Polonya Bölümü’ne yolladık, ‘ diye cevap verdim. ‘Ajan bizimkilerden biri değildi. Bu yüzden sizin adamlarınızdan biri olduğunu düşündük. Bu rapor hiç olmazsa size Polonya’yla yapılan telsiz haberleşmelerinin tehlikede olduğunu açıklamalıydı.’ Batı Avrupa Bölümü’nün Şefi kızardı. ‘Bu işi yarın sabah araştırırız.’ HARVEY, ‘KİRİŞ’i başka kimler biliyor?’ diye sordu. Ona FBI’ya ve Kanada Gizli Servisi’ne bilgi verdiğimizi açıkladım.
‘AŞAĞILIK BİR DİLENCİDEN BAŞKA BİR ŞEY DEĞİLSİNİZ’
HARVEY öfkeyle masaya vurdu. ‘Kanadalılar! Papau’lulara da söz etseydiniz.’ ‘Korkarım biz olaya bu açıdan bakmıyoruz. Kanadalılar, İngiliz Milletler Topluluğu’nun güvenilen üyeleridir-’ HARVEY homurdandı. ‘Onlara başka bir şifre makinesi almalarını söyleyin!’ Onun D Bölümü’nün sırlarını açıklamasından korkan ANGLETON masanın altından adama müthiş bir tekme attı. Tartışma uzadıkça uzadı. Beni sindirmeyi önceden planladıkları öyle belliydi ki. Kendimi suçlu hissetmemi, sonradan pişman olacağım sözler söylememi istiyorlardı. Hep aynı şeyleri tekrarlıyorlardı. ‘Biz size Sniper’ı verdik,bakın karşılığında ne yaptınız. Araştırmalarınız için milyonlarca dolar vermeye razı olduk. Bu borcunuzu nasıl ödediniz? Savaştan beri dikkatsizce davrandınız. PHILBY, MACLEAN, BURGESS…’ HARVEY sonunda, ‘Şunu unutmayın,’ diye haykırdı. ‘Siz bu kentte aşağılık bir dilenciden başka bir şey değilsiniz.’
‘SİZ GERİDE BIRAKTIĞIMIZ İÇİN ÖFKELENİYORSUNUZ’
Darbelere karşı koymaya çalıştım. ‘Evet, karşı casusluk konusunda başarılı olamadık Ama Arthur MARTIN artık geri döndü. Lonsdale Olayı ise bizim için sadece bir başlangıç. Size başlangıçta KİRİŞ’i haber vermek zorunda değildik. Bu bizim sırrımızdı. Ben buraya geldim ve uğrunda hayatımı harcadığım projeleri açıkladım. KİRİŞ, ŞARAMPOL, SARMA, Her şeyi. Ama siz NSA’da tam beş gün karşımda oturdunuz ve bana hiçbir şey söylemediniz. Dostça alışveriş böyle mi oluyor? Aslında siz geride bıraktığımız için öfkeleniyorsunuz…’
HARVEY mosmor kesilmişti. Saat dörde geliyordu. Oradan ayrıldım. ANGLETON’a ertesi günkü programa uymayacağımı da söyledim. Olanlar hoşuma gitmemişti. Barışı sağlamak artık onlara düşüyordu. Ertesi gün ANGLETON birdenbire kalkıp otelime geldi. Pek sevimli tavırlar takınmıştı, özür dileyip duruyordu. Bütün suçu HARVEY’e yüklüyordu. ‘Çok içiyor o. Siz İngilizler’ in gerçeği zorlukla açıkladığınıza inanıyor. Ama artık o sana inanıyor Peter. Sadece sizi bir tehdit gibi görüyor, işte o kadar.’ Beni zorla alıp yemeğe götürdü. Ertesi gün de NSA’ya gidebilmem için arabasını yolladı. Bu sayede Amerikalıların desteğini sağlamayı da başardım. HARVEY’le yaptığımız tartışmayı unutmuştum. ANGLETON bana gelerek, ‘HARVEY seninle konuşmak istiyor,’ diye haber verdi. Çok şaşırdım. ‘Olamaz!’ ‘Yanlış anlama. O senin fikrini almak istiyor. Küba’da bir problemle karşılaştı da. HARVEY’e senin ona yardım edebileceğini söyledim.’ ‘Ya geçen gece olanlar?’ diye sordum. ‘Onun için endişelenme. HARVEY sadece sana güvenip güvenemeyeceğini anlamaya çalışıyordu. Sınavı geçtin.’ ANGLETON başka bir açıklama yapmaya yanaşmadı. Sadece HARVEY’le iki gün sonra yemek yiyeceğimizi söyledi. 1961 yılında CIA’nın aklı fikri Küba’daydı. Domuz Körfezi çıkarması yeni başarısızlığa uğramıştı.
KIBRIS’TA EOKA LİDERİ GRIVAS’A OPERASYON
İki gün sonra ANGLETON’la birlikte lokantaya girdiğim zaman HARVEY ayağa kalkıp karşıladı, elimi hararetle sıktı. Her zamankinden daha sağlıklı duruyordu. İki gece önceki olaya hiç değinmedi. Bana Küba problemini incelediğini ve MI5’in 1950’lerde Gerilla lideri GRİVAS’a karşı giriştiği operasyon konusunda bilgi istediğini söyledi. Kıbrıs işine MI5’e girdikten kısa bir süre sonra karışmıştım. E Şubesi yani Sömürge İşleri Bölümü Şefi Bill MAGAN bana ilgili dosyayı yollamıştı. Makarios bağımsızlık için bir kampanyaya girişmişti. Yunan Hükümeti, AKEL Komünist Partisi ve Albay GRİVAS’ın yönettiği EOKA gerillaları onu destekliyorlardı. Kıbrıs’ın askeri bir üs olarak kalmasını isteyen İngiltere, Makarios’a karşı koymaya çalışıyordu. İngiliz siyaseti Kıbrıs’ta bir felaket halini almıştı. GRİVAS’ın bulunması ve etkisiz hale getirilmesi gerekiyordu. Siyasi görüşmelerden ancak ondan sonra bir sonuç alınabilirdi. Ordu bütün gücüyle GRİVAS’ı arıyor ama bulamıyordu. Dosyayı inceledikten sonra MI5’in bu işi daha iyi başaracağına karar verdim.
MAGAN’a, ‘GRİVAS’ın yerini haberleşmeleri izleyerek bulabiliriz,’ dedim. ‘Ruslarınkini dinlediğimiz gibi.’ MAGANGRİVAS’ın bulunduğu yerle ilgili bilginin oradaki Özel Şube’nin dosyalarında bulunduğundan emindi. Sadece uzmanlar bu bilgiyi doğru biçimde yorumlayamamışlardı. Şimdi mesele o dosyaları incelemekteydi. EOKA yerel Özel Şube’nin bürosuna iyice sızmıştır. MI5’in ajanının kimliği anlaşıldığı takdirde dosyaları incelemesi onun için tehlikeli olabilirdi. Ajanlarımızdan biri Lefkoşe’de ana caddede vurulmuştu bile. MAGAN olağanüstü bir insandı. Terörün tehlikelerini çok iyi biliyordu. Tehlikeli görevi adamlarından birine vermek istemedi. Kıbrıs’a gitmekte ısrar etti. Onu Kıbrıs’taki irtibat subayı Albay Philip Kirby GREEN destekleyecekti. Kirby son derecede cesur ve azimli bir insandı. Ben de operasyonun teknik yanını planlayıp uygulamak için kısa bir süre sonra MAGAN’ı izleyecektim. Operasyona ‘GÜNEŞ IŞIĞI’ kot adı verilmişti. ‘GÜNEŞ IŞIĞI’nın bir suikast operasyonu olduğunu söylemek kabalık sayılır. Ama bu yine de aynı kapıya çıkıyordu plan basitti. GRİVAS’ın yerini bulacak ve oraya çok sayıda asker yollayacaktık.
***

MİT ESKİ DAİRE BAŞKANI MEHMET EYMÜR’DEN “CASUSLUK HİKÂYELERİ '' BÖLÜM 2,

MİT ESKİ DAİRE BAŞKANI MEHMET EYMÜR’DEN “CASUSLUK HİKÂYELERİ '' BÖLÜM 2,

KIM PHILBY
Esas adı Harold Adrian Russell PHILBY (1912-1988) olup, sömürge Hindistan’da İngiliz yönetici sınıflarından bir ailenin ferdi olarak doğmuş ve İngiliz Dış İstihbarat Servisi MI6’da Karşı Koyma (Kontr-Espiyonaj) Bölümünün Şefliğine dek yükselmiştir. Ayrıca PHILBY, Washington’da İngiliz ve Amerikan istihbarat servisleri arasındaki bağı yürüten en yüksek İngiliz istihbarat subayı olarak görev yapmıştır. PHILBY, Rudyard Kipling’in romanındaki İngiliz casusu çocuk Kim’in adını almış ve tüm dünyada Kim PHILBY olarak tanınmıştır.
Kim PHILBY Şubat 1947’de Türkiye’deki İngiliz İstihbaratının başı olarak tayin edilmiş, İstanbul’a ikinci eşi Aileen ve diğer aile fertleri ile yerleşmiştir. PHILBY, İngiliz Konsolosluğu’nun Birinci Sekreteri pozisyonundadır. Ancak gerçekte işi Türk Güvenlik servisleri ile birlikte çalışarak Sovyet Ermenistanı, Sovyet Gürcüstanı ve Enver Hoca’nın Arnavutluğu’na yönelik, operasyonlar yönetmektir. Bu çalışmalar sırasında, PHILBY’nin Türk İstihbaratı tarafından Gürcistan sınırına götürülüp sınırı geçen iki ajanının kısa bir süre sonra öldürüldükleri öğrenilmiştir.
PHILBY 1949 yılında, soğuk savaşın zirvede olduğu bir dönemde Washington’a MI6’nın (SIS) Baş Temsilcisi olarak atandı. Burada CIA ile birlikte komünistlere karşı çalışacaktı. Bu esnada Amerikan Atom Enerji Komisyonu gibi birçok yere girip çıktığı ve birçok teknolojik sırrı Ruslara gönderdiği sonradan anlaşıldı. PHILBY Sovyetlere sığınana kadar Moskova’ya devamlı bilgi aktardı, İngiltere’deki Sovyet casuslarını perdeledi. 1951’de BURGESS ve MACLEAN’e, kendilerinden şüphelenildiğini ve kontrol altında olduklarını bildirdi. Her ikisi de Sovyetler Birliği’ne sığındılar. PHILBY de, 1963’de Sovyetlere sığındı. Orada "My Silent War – Sessiz Savaşım" isimli bir kitap yayınlayan PHILBY, 1988’de ölümünden önce "Lenin Nişanı" ile ödüllendirildi, ölümünden sonra Rus’lar PHILBY’nin hatırasına posta pulu bastılar.
Alkolik bir kişi olan BURGESS, BBC’de yayıncılık yaptıktan sonra MI6’ya katıldı. Esasında, MI6’e Kim PHILBY’den önce girdi ve PHILBY’nin girişine de yardımcı oldu. Daha sonra İngiliz Dışişlerine katıldı. Dışişleri Bakan Yardımcısının özel kalem müdürlüğünde bulundu ve Washington’da görev yaptı.
Anthony BLUNT, özel Fransızca hocalığı, sanat tarihçiliği yaptı. Kraliçe Elizbet’in özel sanat danışmanı oldu, Kraliyet Müzesi Müdürlüğüne getirilerek "şövalye" ünvanı aldı. İkinci Dünya Savaşı sırasında İngiliz Güvenlik Servisi MI5’de çalıştı. 1979’da Margaret Thatcher BLUNT’un Rus Ajanı olduğunu deklare etti. Bunun üzerine "şövalye" unvanı kaldırıldı. 4 yıl sonra 1983’de öldü.
MACLEAN, İngiliz Dışişlerine girdi, Paris, Washington ve Kahire’de görev aldı. İngiliz Dışişleri Bakanlığı Sekreterliği’nde bulundu. Bu dörtlü, ülkelerinde en üst noktalarda görevlere gelerek, uzun yıllar Sovyetlere hizmet verip, İngiliz ve ABD menfaatlerine büyük darbe vurdular. Böylece "Cambridge Casus Ağı"nın mensupları, istihbarat tarihinin en önemli kişileri arasında yerlerini aldılar.
Şimdi, meslek hayatını bilinen 4 Cambridge’li casus dışındaki diğer casusları bulmaya çalışarak geçiren, 5’nci Cambridge’li casus eski şifre uzmanı John CAIRNCROSS’u, Anthony BLUNT’u sorgulayarak ortaya çıkaran Peter WRIGHT’ın hatıratına dönelim:
“İstanbul’da Konstantin VOLKOV adında üst seviyede bir NKVD görevlisi vardı. İstanbul İngiliz Konsolosluğuna ulaşmış ve para karşılığı İngiltere’deki Sovyet casusların isimlerini vereceğini söylemişti. Elçilik görevlisine casusların çalıştığını iddia ettiği bölümlerin bir listesini vermişti. Maalesef VOLKOV’un listesi Kim PHILBY’in masasına gitmişti. PHILBY o tarihte MI6’nın Sovyet Kontr-Espiyonaj bölümünün başındaydı. PHILBY, bağlı olduğu direktörü, kendisinin Türkiye’ye gidip VOLKOV’un sığınma işlemini bizzat takip etme konusunda ikna etti. PHILBY sonra seyahatini iki gün kadar erteledi. Sığınmacı bir daha hiç görülmedi. Türkler, VOLKOV ve karısının sedyelere sarılı olarak Türkiye’den uçup gittiğini düşünüyordu. VOLKOV’un casusunun birinin PHILBY’in kendisi olduğu anlaşılıyordu ama VOLKOV’un belirttiği İran’da görev yapmış olan MI6 çalışanı Sovyet casusu gibi birçok diğerleri hiçbir zaman tespit edilemediler.
Önce Konstantin VOLKOV’un verdiği bilgileri inceledik. Bütün belgelerin İngilizcesi vardı. Fakat ben bunları bir kez de çok iyi Rusça bilen Geoffrey Sudbury’e çevirtmeyi uygun buldum. VOLKOV’un bir sözü beni şaşırtmıştı. Adam Londra’daki önemli resmi dairelerdeki Rus ajanlarından söz ederken «Kod adlarından anladığıma göre yedi kişiler» demişti. «Onlardan beşi İngiliz Haber Alma Örgütleri’nde. İkisi de Dışişleri’nde».
1951’de PHILBY aleyhindeki dosya hazırlanırken MI5 bu belgeden de yararlanmıştı. VOLKOV, «Bu ajanlardan birinin İngiliz Karşı Casusluk Örgütü’nün şefinin yerine baktığını anladım,» diyordu. O sırada PHILBY gerçekten MI6’nın Karşı Casusluk Şubesi’ne vekâlet ediyordu. Dolayısıyla da herkes sözü edilen kimsenin PHILBY olduğuna inanmıştı. Sudbury’e VOLKOV belgelerini vermemden birkaç gün sonra telefon çaldı. Arayan Sudbury’du ve çok da heyecanlıydı. «Çeviri yanlışmış. Belgede NKVD’ye özgü deyimler var. Yazanın üst düzeyden olduğu da belli. Şimdi sana çevirinin doğrusunu okuyorum. ‘Bu arada o ajanlardan biri, İngiliz Karşı Casusluk Örgütü’nün şubelerinden birine vekâlet ediyor’. Böyle olması gerek. Anlamıyor musun? Ruslar için İngiliz Karşı Casusluk Örgütü M16 değil M15’tir!»
Bunun anlamı açıktı. Sudbury haklıysa bu köstebek PHILBY veya Blunt olamazdı. 1944-45’de sadece bir tek adam İngiliz Karşı Casusluk Örgütü’nün şefine vekâlet etmişti. Onun adı da Roger HOLLIS’di.” (NOT: MI5’in başı olan Roger HOLLIS, Peter WRIGHT’ın da amiri idi. WRIGHT, onunla ilgili şüphelerini, çeşitli belgelere dayanarak, hep muhafaza etti ama ispat etmesine fırsat verilmediği için sonunda pes edip emekliliği seçti.)
KOSTANTIN DIMITRYEVICH VOLKOV
Konstantin Dimitryevich VOLKOV İstanbul Sovyet Konsolosluğunda Konsolos Vekili ve Türkiye’deki NKVD Şefinin Yardımcısıydı. İstanbul’daki İngiliz Konsolosu’na 4 Eylül 1945’de şahsen gidip, 50,000 Pound verilmesi ve eşi ile birlikte siyasi iltica hakkı tanınması halinde İngiltere ve Türkiye’deki üst düzey Sovyet casusları açıklayacağını belirtti. Bilgi düzeyini belirtmek için İngiltere’deki üst düzey ajanların 2’sinin Dışişleri Bakanlığı’nda (Burgess ve Maclean olduğu anlaşılıyor), diğer 7’inin ise Londra’daki İngiliz Karşı Casusluk biriminin başı dahil İstihbarat Teşkilatları içinde olduğu gibi ön bilgiler verdi. Bunların İngiltere’ye mesajla gönderilmemesini, Rusların tespit edebileceğini de belirtti. 19 Eylül’de VOLKOV’un raporu PHILBY’in önündeydi. 21 Eylül’de Moskova’daki Türk Konsolosluğu’ndan 2 iri NKVD personeli, “Diplomatik Kurye” vizesi aldı. 24 Eylül günü VOLKOV ve eşi bir Sovyet uçağı ile Moskova’ya götürüldüler. 26 Eylül’de PHILBY İstanbul’a geldiğinde, VOLKOV ve eşi Moskova’da sorgulanıyorlardı. İnfaz edilmeden önce VOLKOV itirafta bulundu ve 314 Sovyet ajanının ismini vermeyi planladığını belirtti. (The Mitrokhin Archive And The Secret History of KGB)
Şimdilik bu kadar, ilginç “Casusluk Hikâyelerine” devam edeceğiz…
“CIA, devşirdiği mülteci elemanları kullanarak Ukrayna, Arnavutluk, Doğu Almanya ve sair ülkeler üzerinden Moskova’ya sızmak için sayısız girişimde bulundu. Ajanlar, gözü pek Polonyalı pilotların kullandığı işaretsiz uçaklarla demir perde gerisine indiriliyor ama çoğu Sovyet yetkililerince teker teker yakalanıyordu. Komünistler esirlerine zorla ‘Her şey yolunda, daha para gönderin, daha silâh gönderin’ diye mesajlar göndertiyor, gönderilen ganimete el koyduktan sonra da onları öldürüyordu”.
Bu anlatım, yirmi altı yıldan beri Amerikan istihbarat servisleriyle ilgili yazılar yazan Pulitzer ödüllü bir New York Times muhabiri olan Tim WEINER’e ait. Bu kitap, CIA tarafından düzenlenen operasyonları izlemek için Afganistan dahil birçok ülkeye seyahat etmiş olan yazarın üçüncü kitabıdır.
JAMES J. ANGLETON
“İşin iç yüzü yıllar sonra ortaya çıktı. CIA teşkilâtındaki gizli operasyonların güvenliğinden sorumlu şef James J. ANGLETON (Doğum 1917 – ölüm 1987), tüm bu operasyonları, Pentagon’daki oda arkadaşı, İngiliz istihbarat görevlisi Kim PHILBY ile birlikte düzenliyordu. PHILBY ise, Moskova hesabına da çalışan çift taraflı bir casustu ve CIA tarafından görevlendirilmiş paraşütçülerin indirilecekleri noktaların koordinatlarını Sovyetlere veriyordu.
KİM PHİLBY
Alkolik ANGLETON’un, yakın dostu PHILBY’nin yaptıklarından haberi olmadığı gibi Amerikan hükümeti içinden de bu kayıpların neden verildiği hakkında fikri olan yoktu. Yıllar sonra CIA, bu mültecilerin Sovyetler aleyhine kullanılmasının gerçekçi bir fikir olmadığını kabul etti ama 1950’ler boyunca, demir perde arkasına sızmaya çalışan yüzlerce CIA ajanının esir düşüp öldürülmesinin hesabı hiç sorulmadı. ANGLETON ise yararlı (!) hizmetleri nedeniyle terfi ettirilip yirmi yıl daha görevini sürdürdü.” (Tim Weiner)
ANGLETON’UN ‘AYNALARIN VAHŞETİ’ KİTABI
Bu kötü tecrübeyi yaşayan CIA karşı istihbarat bölümünün şefi James Jesus ANGLETON’un, geri kalan meslek hayatında, herkesten şüphelenen, herkesi KGB ajanı gibi gören bir kişi haline geldiği söylenir. Nitekim onun hayatını anlatan ’Wilderness of Mirrors – Aynaların Vahşeti’ isimli kitapta, bir aşamada istisnasız her insandan şüphelenmeye başladığı, herkesi takip ettirdiği, soruşturmalar açtırdığından bahsedilmektedir. Görevden alınıp, işi bırakırken bile şirketteki gizli KGB ajanlarından bahsediyormuş…
Biz tekrar MI5’in ikinci adamı, ‘Casus Avcısı’ Peter WRIGHT’ın anlatımına dönerek, enteresan sahnelere, ilginç ilişkilere göz atalım:
PETER WRIGHT WASHINGTON’DA
“Capitol binası, mavi gökyüzü, pembe çiçekler, beyaz mermer ve ışıltılı altın bir kubbeden oluşan bir fresk gibiydi. Washington’u ziyaret etmek her zaman hoşuma gidiyordu. Londra çok renksizdi. MI5’de ise paralar peni-peni hesaplanıyordu ve Büro’ya sınıf sistemi hakimdi. Entelijansa savaştan sonra giren bütün gençler gibi ben de Amerika’nın tek umudumuz olduğuna inanıyordum. 1950’lerin sonunda İngiliz ve Amerikan Entelijans Servislerinin ilişkileri iyice bozulmuştu. Tabii bütün bu karmaşanın asıl nedeni BURGESS ve MACLEAN’in Rusya’ya kaçmaları ve PHILBY’nin de resmen temize çıkarılmasıydı. M16 artık her zaman şüpheyle karşılanacaktı. Çünkü önemli memurlarının hepsi de PHILBY’nin yakın arkadaşlarıydılar. MI5’in bu üç casusu yakalayamaması da Amerikalılara beceriksizlik gibi gözüküyordu. Sadece GCHQ’nun (Government Communications Headquarters – Genel Muhabere Merkezi), Amerikan karşıtı olan NSA (National Security Agency – Milli Güvenlik Teşkilatı) ile resmi bir anlaşması vardı. Bu yüzden de savaş zamanında çok sıkı olan İngiliz – Amerikan entelijans bağlarını sarsan akıntılar bu birimleri pek etkilemiyordu.
FBI İLE İLİŞKİLERİ DÜZELTMEK
HOLLIS, Genel Müdürlüğe (MI5) getirildiği zaman FBI’la olan ilişkileri düzeltmek için çok çabaladı. Ama HOOVER savaştan beri İngilizlere düşmandı. BURGESS ve MACLEAN olayı HOOVER’ın peşin yargılarını daha da güçlendirdi. Bir ara M16 ajanlarını FBI binasına bile sokmadılar. MI5’in FBI entelijans raporlarını görmesine de izin verilmedi. HOLLIS 1956’da ilişkileri düzeltmek için HOOVER’a gitti İşin garibi bu iki adam birbirleriyle iyi de anlaştılar. HOOVER da ondan sonra beni FBI’ya davet etti. Teknik araç ve gereçlerini görmemi istiyordu.
Bu yolculuk benim için önemliydi. Çünkü MI5’e ilk adımımı attığım günden beri uzun vadeli başarının, Amerikalılarla eski ilişkilerin yeniden kurulmasına bağlı olduğuna inanıyordum. Ama fikirlerim pek beğenilmiyordu. Leconfield House’da bazı kimseler hâlâ eski İmparatorluğun hayaliyle yaşıyorlardı. Mesela, Cumming MI5’in teknik bölümünün başıydı, ama Amerika’ya hiç gitmemişti. Gitmeye gerek de görmüyordu.
FBl’ın teknik kaynaklarının genişliği beni çok etkiledi. Ama onlardan pek de iyi yararlanamıyorlardı. Kendi aletlerini oluşturmuyor, piyasada satılan makinelerden yararlanıyorlardı. Teknik araştırmaların başında Dick MILLEN vardı. Ve o bir fenci değil, bir avukattı. Bu da etkinliğini azaltıyordu.
TISLER OLAYI
FBI’ya ‘TISLER Olayı’ (Frantisek TISLER – FBI tarafından ele alınmış olan, Washington’daki Çekoslovak Sefaretinde Şifre memuru. FBI’a verdiği bilgilerden, ‘İngiliz gizli servislerinde Sovyetlere çalışan ajanlar’ gibi İngiltere ile ilgili konular, FBI tarafından MI5’e bildiriliyordu) hakkında bilgi vermek fikri hiç hoşuma gitmiyordu. HOOVER’ın olayla ilgileniş tarzından MI5’in içendeki casusla ilgili sorunu çözemeyeceğimizi umduğu anlaşılıyordu. Böylece Başkan’a İngilizlerle yapılan entelijans alış verişinin sona erdirilmesini önermek için bir bahane bulmuş olacaktı. HOLLIS’in ve benim daha önce yaptığımız ziyaretlerin, durumu düzeltmeme yardım edeceğini umuyordum.
Bana MI5’in Washington’daki irtibat memuru Harry STONE refakat ediyordu. Harry cana yakın bir adamdı. Herkes hoşlanıyordu ondan. Bunun en önemli nedeni, Harry’nin görevini temelde toplumsal bir şey saymasıydı. Ama aslında zekâ ve karakter bakımından 1950’lerin sonunda Washington’da başlayan uydu ve kompüter entelijansı çağına uyacak bir insan değildi. Harry, HOOVER’la konuşmaktan hiç hoşlanmıyordu. Bundan kaçamayacağını anlayınca basit bir çare buldu. ‘Peter dostum, beni dinle. Bırak o konuşsun. Sakın sözünü keseyim deme. Ve sözleri sona erince, ‘Çok teşekkür ederim Mr. HOOVER’, demeyi de unutma… Öğle yemeği için güzel bir masa ayırttım. Buna ihtiyacımız olacak’.
Haşmetli FBI binasına girdiğimiz zaman bizi İç Entelijans Bölümü şefi Al BELMONT ve Komünizm Şubesi’ne bakan yardımcısı Bill SULLIVAN karşıladı. SULLIVAN 1970’lerin ortasında New England’da ördek avlarken ölü bulundu. (Not-1977’de Parlamento Cinayetleri Soruşturma Komisyonu tarafından dinlenmesinden birkaç gün önce şüpheli bir av kazası ile öldü.) Onun cinayete kurban gittiğine karar verildi. BELMONT, Büro kurulduğundan beri FBI’daydı. Sert, eski tip bir G.-Man’di. BELMONT güçlü, SULLIVAN da akıllıydı. Ama tabii BELMONT da aptal değildi. BELMONT’un pek çok düşmanı vardı ama ben onunla her zaman iyi geçiniyordum. O da benim gibi zor bir çocukluk çağı geçirmişti. Çalışkanlığı ve ‘ihtiyara olan sadakati’ yüzünden FBI’da iyice yükselmişti. Yüksek mevkideki bu iki ajan her şeye rağmen HOOVER’dan çekiniyorlardı. Ben bu kadar büyük bir sadakatin anormal bir şey olduğunu düşünüyordum. Tabii HOOVER’ın başlangıçtaki başarılarına hayranlık duyuyorlardı. O beceriksiz ve bozuk bir örgütü etkili ve korkulan bir güç haline getirmişti.
***

MİT ESKİ DAİRE BAŞKANI MEHMET EYMÜR’DEN “CASUSLUK HİKÂYELERİ '' BÖLÜM 1,

MİT ESKİ DAİRE BAŞKANI MEHMET EYMÜR’DEN “CASUSLUK HİKÂYELERİ” BÖLÜM 1,

İngiliz İstihbarat Teşkilatları dünyanın en iyileri arasında sayılırlar. Esasında müstemleke idare etmiş olan birçok ülkenin istihbarat teşkilatları için de aşağı-yukarı aynı şeyleri söyleyebiliriz.
İstihbarat teşkilatları her tarafı kapalı bir kutu gibidir. Ayrıca bu kutunun içinde de birbirinden bağımsız, birbirinin işini bilmeyen kutular vardır. Bu kutulara kompartıman, bu yapılanmaya da kompartımantasyon denilir. Bu yapılanma gizli teşkilatların gizli faaliyetlerini saklı tutmak içindir. Bütün bu gizleme çabasına karşın, istihbari faaliyetlerin temel hedefi de, karşı teşkilatların, rakip ülkelerin ana unsurlarına sızmak ve oralardan güvenilir bilgiler elde etmektedir. Bugün size dünyanın en iyileri arasında bulunan İngiliz İstihbarat Teşkilatlarında vuku bulmuş bazı olaylardan örnekler vererek, en güçlü gizli teşkilatlarda dahi ne gibi oyunlar döndüğünü anlatmaya çalışacağım.
SON GÜNÜM
“Yıllar boyunca son günümün nasıl olacağını düşünmüştüm. Ve işte o gün gelmişti. 1976 yılının Ocak ayıydı. Ve ben İngiliz Güvenlik Servisi MI5’de yirmi yıl yüksek mevkilerde bulunduktan sonra, şimdi tekrar gerçek dünyaya katılmaya hazırlanıyordum. Easton Road metro istasyonundan son kez çıktım. Gower sokağından Trafalgar meydanına doğru inerken, kış güneşi parıldıyordu. Elli metre ileride, iş yerlerinden oluşan blokun dikkat çekmeyen bir kapısından içeri girdim. İngiliz Karşı Casusluk Teşkilatı’nın merkezi, olmayacak bir yerde, bir hastaneyle bir sanat kolejinin arasındaydı. (NOT: MI, Military Intelligence –Askeri İstihbarat- kelimelerin kısaltılmasıdır.)
Resepsiyon bölmesinde sessizce bekleyen polise izin belgemi gösterdim ve yüksek mevkideki memurları, altıncı katta bulunan özel merkeze çıkaracak biçimde programlanmış asansörlerden birine bindim. Koridordan sessizce odama doğru gittim. Bu Genel Direktör’ün dairesine bitişikti. Etrafta çıt çıkmıyordu.
Aşağılardan yolcuları West End’e taşıyan metro trenlerinin gürültüsü geliyordu. Anahtarla kapımı açtım. Şimdi karşımda bir entelijans memuruna özgü araç ve gereçler vardı: Bir yazı masası, iki telefon, dışarıyla yapılan konuşmaların başkaları tarafından dinlenmesini engelleyen alet ve bir yanda, koskocaman bir şifreli kilidi olan madeni, yeşil, büyük bir kasa. Paltomu astım ve işlerimi düzene sokmak için çalışmaya başladım. Kokteyl partilerde haber ve dedikodu kırıntıcıkları kapabilmek için dolaşan pek çok emekli memur görmüştüm. Entelijansla ilgimi tamamen kesmek istiyordum. Kendime yeni bir hayat kurmak, Avustralya’da at yetiştirmek niyetindeydim.
KASALAR, ŞİFRELER, GİZLİ DOSYALAR
Şifreyi çevirerek kasanın ağır kapağını açtım. Önde üzerlerinde «Çok Gizli» yazılı yığınla dosya duruyordu. Bunların gerisine ise, şifre-kilitli kutular düzgünce dizilmişlerdi. Yıllar boyunca binlerce dosya gelmişti. Bu karşımda duranlar sonunculardı. Dosyalara her zaman cevap vermek gerekir. Ama benim verecek bir cevabım yoktu. Rus Diplomatının dosyasını bana, daha genç bir entelijans memuru yollamış, bu adamı tanıyıp tanımadığımı sormuştu. Pek tanımıyordum. Yıllardan beri süregelen bir ikili-ajan olayıydı bu. Bu konuda bir fikrim var mıydı? Pek yoktu. İnsan Entelijans Servisi’ne ilk girdiği zaman, ona her olay farklı gözükürdü. Servisten ayrılacağın zaman da birbirinin eşi gibi…
Dosyaları dikkatle parafe ettim ve sekreterime onları Kayıt Bölümü’ne götürmesini söyledim. Öğle yemeğinden sonra kitli kutularla ilgilenmeye başladım. Onları kasanın dibinden teker teker çıkardım. İlk kutuda mikrofon ve telsiz alıcılarının teknik ayrıntıları vardı. MI5’te ilk Fen uzmanı olarak çalıştığım 1950’lerden kalma şeylerdi bunlar. Kutudakilerin ‘Teknik Bölüm’e gönderilmesini sağladım. Bir saat sonra Bölüm şefi bana teşekküre geldi. Tam bir resmi fen uzmanıydı o. İntizamlı, ihtiyatlı ve durmadan para bulmaya çabalıyordu. Ona, «Sakladığım acayip şeyler onlar,» dedim. «Her halde işine pek yaramayacak. Artık her şey uydularla sağlanıyor. Öyle değil mi?»
«Ah, hayır,» diye cevap verdi. «Onları okumak bana zevk verecek.» Biraz utanmış gibi bir hali vardı. Şefle hiçbir zaman iyi geçinememiştik. Ayrı dünyaların insanlarıydık. Ben savaştan kalma, zamk, çıta ve lastik bantlarla bir şeyler yaratan bir insandım. O bir savunma müteahhidiydi. Onunla el sıkıştık. Ben yine kasamdaki belgelere döndüm. Geri kalan kutularda 1964’te Karşı Casusluk Bölümü’ne girdikten sonra toplanmış olan belgeler vardı.
ENTELİJANS SERVİSİNDE CASUS AVI
O günlerde İngiliz Entelijans Servisi’nde casus avı en yoğun halini almıştı. El yazısıyla alınmış notlar ve yardımcıların daktiloda hazırlanmış raporları, casusluğun ana hatlarını oluşturan şeylerle doluydu: Şüpheliler listeleri, suçlamaların, ihanetlerin ve kararların ayrıntıları. Bu açık açık başlayan ama esrarengiz bir biçimde sona eren kâğıt üzerindeki kovalamaca meslek hayatımın da temeliydi. Bir süre sonra sekreterim bana gelerek mavi kaplı iki defter uzattı. «Günlük defterleriniz.» Onunla birlikte sayfaları yırtıp yakılacak kâğıtların atıldığı torbaya doldurduk. Ve böylece son törene sıra geldi.
Odamdan çıkıp ‘Yerleşme Bürosu’na gittim. Oradaki nöbetçi memur bana bir dosya uzattı. Bunda bildiğim son gizli şeylerin bir listesi vardı. Küçük makbuzları imzalamaya başladım. Önce ‘Uydu Entelijansı’ndan yararlanma hakkımdan vazgeçmiş oldum. İnsanın sırları öğrenmesi öyle kişisel bir şey ki. Onları kaybetmek ise acı verecek kadar bürokratça bir olay. Dolmakalemle yaptığım her çizgiyle kapı biraz daha kapanmış oldu. Ve yarım saat içinde, beni yıllarca yaşatmış olan o gizli dünyanın kapısı sonsuza kadar yüzüme kapanmıştı artık.”
CASUS AVCISI
Bu anlatım İngiliz Güvenlik Servisi MI5’in kilit noktalarında uzun yıllar çalışmış ve MI5’in Direktör yardımcılığına kadar yükselmiş olan Peter WRIGHT’ın “Casus Avcısı” adlı kitabından. Meslek hayatını, İngiliz İstihbarat Teşkilatlarına ve önemli İngiliz Devlet birimlerine sızmış olan Rus casuslarını bulmakla geçiren WRIGHT’ın, İngiliz Hükümetinin yayımlanmaması için büyük çaba harcadığı ve İngiltere’de yasaklandığı için Avusturalya’da basılan “Casus Avcısı – Spy Catcher” adlı kitabı casusluk dünyasının içyüzünü, gösteren olağanüstü anılardır.
Elektronik konusunda uzman bir bilim adamı ve İngiliz MI5 Karşı koyma (Kontrentelijans) Servisi mensubu olan Peter Maurice WRIGHT 1916 yılında Chesterfield, Derbyshire’da doğdu. Babası George Maurice WRIGHT, Marconi Şirketi’nin Araştırma Direktörü, aynı zamanda Birinci Dünya Savaşı zamanında "Sinyal İstihbaratı" kurucularından biriydi. Dünyada "En iyi Satan Kitaplar" arasına giren Casus Avcısı isimli kitabı iki milyondan fazla satmıştır. Kitabı hem bir hatırattır, hem de İngiliz gizli servislerindeki ciddi kurumsal bozuklukları ve bunların üstünün örtülmesi ile ilgili tespitleri yansıtmaktadır. 1954 yılında, “Bilim Uzmanı” olarak MI5’de göreve başlayan WRIGHT, 1964’te MI5-MI6 “Bileşik Komitesi Başkanı” oldu. 1976’da kendi isteğiyle emekliliğini istediğinde MI5 Direktör Yardımcısıydı. WRIGHT 1995 yılında vefat etmiştir…

GİZLİ KOMÜNİSTLER
Biraz geriye gidelim… 1920’lerden sonra Sovyet İstihbarat Servisi NKDV (daha sonra KGB oldu) İngiliz istihbarat çarkına sızmak için güzel bir planlama yaptı. Açık bir şekilde "Komünist Partisi" üyesi olan Marksistler, güvenlik teşkilatlarının hedefi olduklarından, belli etkin kademelere gelemiyorlardı. Bunlar daha ziyade işçi ve basın sınıfından insanlar olarak hayatlarını devam ettiriyorlardı.
Sovyet planı, geleceğin "Dışişleri Bakanlığı personeli", "İstihbarat Teşkilatı Personeli" olabilecek başarılı, kültürlü, iyi ailelerden gelme gençlere, üniversite talebelerine yönelikti. Bunlar yeterli derecede "Marksist" hale getirilebilirse gerisi kolaydı.
CAMBRIDGE BEŞLİSİ
Bu plan son derecede başarılı bir şekilde gelişti. Hindistan Ambala’da dünyaya gelen Kim PHILBY (Harold Adrian Russell, 1912-1988), casusluk tarihinde " Cambridge Beşlisi veya Cambridge Casus Ağı" diye bilinen grubun en önemli üyesidir. PHILBY, Cambridge Üniversitesinde tarih ve ekonomi tahsili yaparken, Guy Francis de Moncy BURGESS (1910-1963), Donald MACLEAN (1915-1983) ve Anthony F. BLUNT (1907-1983) ile tanıştı.
NKDV, önce Cambridge Üniversitesinde gizli bir Marksist cemiyete üye olan Anthony BLUNT’a çengel attı. Daha sonra da ondan "mimleyici" olarak yararlanarak diğerlerine. Neticede dört arkadaş "gizli komünist" olarak Sovyet İstihbarat Servisine hizmet etmeye başladılar. Dört arkadaşın bir diğer müşterek özelliği, hepsinin homoseksüel olmalarıydı.
Meslek hayatına "Gazetecilik" ile başlayan ve bu unvanını ilerideki yıllarda da faaliyetlerini gizlemek için kullanan Kim PHILBY, 1940’larda MI6 olarak bilinen İngiliz Gizli İstihbarat Servisine girdi ve 1963’de kaçıp
Sovyetlere Sığınana kadar MI6’de Önemli pozisyonlarda bulundu.
***

1 Ekim 2018 Pazartesi

BELGEDEN BÖLGEYE: Osmanlı Modernleşmesinin Doğu Karadeniz’deki Yansımaları Üzerine Notlar

BELGEDEN  BÖLGEYE: Osmanlı Modernleşmesinin Doğu Karadeniz’deki Yansımaları Üzerine Notlar 

Yrd. Doç. Dr. Necmettin AYGÜN[1] 

Osmanlı devletinin son yüzyılı, devlet yapısı ile sosyal yaşamın önceki yüzyıllara oranla farklılaştığı bir yüzyılı ifade eder. Bu farklılaşmanın dinamikleri iç nedenlerden çok dış etkenlerin itelemesiyle ortaya çıkan, ancak bir çığ kümesi gibi önüne kattığı ilgili-ilgisiz pek çok unsur ile birlikte gittikçe büyüyen ve 
günümüzde de devam eden devasa bir değişim-modernleşme yumağını andırır. Coğrafi Keşifler ile ufku açılan Avrupa, 1700’lü yılların ikinci yarısından sonra Sanayi Devrimi denilen değişimi yaşamaya başlamış; ilerleyen süreçte hayatın her bir alanında yapısal değişiklikler birbirini izlemiş ve neticede günümüz 
Avrupa’sının siyasî ve sosyal çehresi ortaya çıkmıştır. 1683 yılında gerçekleşen Viyana Muhasarasının başarısızlıkla sonuçlanması ve devam eden yıllarda savaşlarda istenilen başarının elde edilememesi, Osmanlı devletini Avrupa karşısında “geri kalmışlık” duygusuna itmiştir. Bu duygunun izalesi için devlet 
bürokrasisi boş durmamış; yapısal değişiklikler birbirini izlemiş ve neticede Modern Türkiye Cumhuriyetine giden yolun zemini daha bu yıllarda belirginleşmeye başlamıştır. 

Savaş alanlarındaki yenilgiler ile ilişkili olarak zorunluluktan dolayı önce askerî alanda başlayan modernleşme faaliyetleri, daha sonra hayatın her bir alanını kuşatacak şekilde devam etmiştir. 1800’ler ile birlikte bilhassa Osmanlı Balkan topraklarında başlayan ulusal ayaklanmalar karşısında devlet, yönetilen 
sınıf olan reâyânın vatandaşa dönüşmesi için Avrupa tarzı kanun ve kurumları uygulamaya koyarak, devletin devlet-vatandaş işbirliği ile yönetildiğini teba’aya anlatma gayreti içinde olmuştur. Bu amaçla vilâyet ve kaza merkezlerinde (1840’lar ve sonrasında) birbiri ardınca İdare Meclisleri açılması ve bu 
meclislerde halkın ileri gelenlerinin görev alması söz konusu olmuştur. 

Modernleşme sürecinde devlet, yüzyıllardır devam etmekte olan idarî/yönetsel sorunlar üzerinde özellikle durmuştur. Bilindiği gibi 19. yüzyılın ilk çeyreğine kadar Osmanlı devletinde-eğitim öğretim de dâhil-bazı hizmetler mahallî gruplar (a’yân ve eşrâf, vakıflar ve dinî cema’atler vb) tarafından yerine getirilmekteydi. 
Devlet, genelde askerî meseleler ile ilgili olan konularda inisiyatif almaktaydı. Tanzimat (1839) ve sonraki süreç ile birlikte ise bu anlayış değişmeye başlamış; taşradaki hizmetler merkezî hükümet örgütü içine alınmaya çalışılmıştır. 19. yüzyılda, yukarıda bahsi geçen taşra meclisleriyle, en basitinden en önemlisine 
taşradaki bütün faaliyetler devlet kontrolüne alınmaya, devlet bürokratları (memurları) tarafından yürütülmeye başlanmıştır. Bu hizmetlerin bir plan dâhilinde ve akıllıca yürütülebilmesi için Osmanlı idare anlayışında kurumsal değişikliklere gidilmiştir. Çağdaş bir merkezî örgüt/merkeziyetçi devlet kurma amacı taşıyan bu gelişmeler-taşradaki eşrâfın yeniliklere direnmesi, en büyüğünden en küçüğüne kadar memurların meslekî yetersizlikleri, ardı arkası kesilmeyen savaşlar, azınlıkların isyan hareketleri ve dinî misyonerlik faaliyetleri gibi iç ve dış unsurların baskısına rağmen-kısmen başarılı olmuştur. 

Tanzimat modernleşmesi, yönetilenlerin (Müslim-gayri Müslim, şehirli-köylü vb) siyasal yaşamda (devlet idaresinde) söz sahibi olmasını istemekten çok, bu grupların devlete olan sadakatini (buna bağlı olarak vergilerin düzenli bir biçimde toplanmasını ve asker devşirme işinin kolaylıkla gerçekleştirilmesini) sağlama alma ötesinde farklı bir anlayışa sahip değildir. Bununla birlikte taşranın yol, köprü, su, iletişim (telgraf), aydınlatma gibi alt ve üst yapı ihtiyaçları yanında sağlık ve eğitim gibi ihtiyaçları devlet-millet işbirliği ile aşılmış; pek çok hizmet devletin kasasından tek kuruş çıkmadan, merkezî hükümetin yardımı olmadan taşra ileri gelenlerinin desteğiyle (şüphesiz vali, kaymakam ve müdürlerin önderliğinde); halkın ücretsiz katılımıyla, imece usulüyle gerçekleşme imkânı bulmuştur. Bu açıdan bakıldığında 19. yüzyıl taşrasında 
devlet-millet yakınlaşmasının önceki yüzyıllara oranla daha yoğun olduğunu söylemek mümkündür. 

Burada bahse konu olan iki arşiv belgesi, 19. yüzyıl Osmanlı taşrasının yukarıda kısmen değindiğimiz hususiyetleri hakkında bilgi vermektedir. Belgeler, Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde (İstanbul) İrâde Şûrâ-yı Devlet tasnifinde 19 numaralı dosyada (BOA İ.ŞD 19/790) yer almakta olup 1870 yılına tarihlidirler. Bahsi geçen belgelerde taşranın merkezden bazı talepleri yer almaktadır. Bu taleplerin kayda alınarak ilgili arşiv belgelerinin ortaya çıkması şu şekildedir: Trabzon vilâyet merkezinde, Vilâyet Umûm Meclisi[2]nde[3] gerçekleşen müzakereler neticesinde vilâyetin sorunları/ihtiyaçları ile ilgili olarak ortaya çıkan teklifler mazbata hâline getirilerek Umum Meclis üyelerinden Hacı Emin ve Malkon Efendiler aracılığıyla devlet merkezine; Şûrâ-yı Devlet’e (Osmanlı Meclisine) havale edilmişlerdir. İlgili mazbatalardan Şûrâ-yı Devlet’in 
Dahiliye (İç İşleri) Dairesi’ne ait olan on iki mazbata Şûrâ-yı Devlet’in toplantısında, üyeler huzurunda okunmuş, Trabzon Vilâyeti’nden gelen talepler özet hâlinde kayda alınarak ortaya yeni bir mazbata çıkmıştır. Bu mazbata ilkin Sadaret (Padişahlık) makamına, daha sonra da Sadaret makamında hazırlanan 
arz tezkiresi ile de Padişahın onayı alınmak üzere Mabeyn’e sunulmuş ve neticede ilgili tezkireye padişahın şerhi/Mabeyn şerhi kayıt edilerek arz ve tasdik süreci tamamlanmıştır. 

Trabzon Vilâyeti’nin talepleri ve bu taleplere Şûrâ-yı Devlet üyelerinin verdiği karşılık şu şekildedir: 

1-Canik (Samsun) sancağındaki Rüşdiye (Ortaokul) Mekteplerindeki öğrenciler Fransızca öğrenmek istemektedirler. Bu nedenle gerekli hocaların tayin edilmesi talep edilmektedir. Ancak, Maarif (eğitim-öğretim) Nizamnâmesi’nin uygulamada olan kaidelerine göre, bu tarz yabancı dil öğrenme isteklerinin tedrîcen (kademe kademe, zamanla) tertîb ve te’sisi gerektiğinden bu maddenin (talebin) ileride îcâbına bakılmasına, 

2-Trabzon Vilâyeti’ne bağlı Niksar kazasında ahâlî tarafından bir Mekteb-i Rüşdiye (Ortaokul) inşa edilmekte olduğundan, burası için talep edilen/gerekli olan kitap ve risalelerin tedârikinin uygun görüldüğünün mahalline (Trabzon’a) bildirilmesine, 

3-Vilâyete bağlı Gümüşhâne sancağında bulunan Kelkit kazası hınta (buğday) ve şa’ir (arpa) mahsulünden çift (hâne) başına, kot ta’bir olunur ölçek üzerinden ikişer kot zahire (hububat) alınarak ve yine vilâyete bağlı Ordu kazası arazi mahsullerinden yüzde iki buçuğu alınarak (%2.5’ine el konularak) bu gelirlerden 
hâsıl olan kıymetin (paranın) sermaye kabul edilip Kelkit ve Ordu’da birer Memleket Sandığı kurulmasına, 

4-Trabzon Vilâyeti’ne bağlı Rize kazasında bulunan ve yeni müdürlük hâline getirilen Mapavri (Çayeli) ve Karadere (Kalkandere) nahiyeleri merkezlerinde, inşası için gerekli olan levâzımın (malzemelerin) buraların servet ve iktidar sahiplerinin rızasıyla, diğer masraflarının da belediye idaresi gelirlerinden karşılanmak üzere, peşin beş yüz kuruş sarf edilerek, birer hükümet konağı inşa edilmesine izin verilmesine, 

5-Trabzon Vilâyeti dâhilindeki eğitim-öğretim kurumlarında gerçekleştirilecek olan eğitim-öğretimin hangi nizâma/kural ve kaideye göre gerçekleşeceğinin tespiti için gerekli olan tedbirlerinin tespitine başlanmak üzere Ta’mîm-i Ma’ârif emrinde merkez vilâyette (Trabzon’da) özel bir komisyon kurulmasına[4], 

6-Vilâyete bağlı Livane (Artvin) kazasıyla Tirebolu kasabasında ciyâdet-i havaya (havanın güzelliğine) engel olan bazı etkenlerin ortadan kaldırılması için gerekli olan işlemin yapılmasına hemen girişilmesi gerektiğinin mahalline tebliğ edilmesine/bildirilmesine, 

7-Trabzon Vilâyeti’ne bağlı Canik sancağında yer alan Ünye, Niksar, Çeharşenbe ve Bafra kazalarında harîk (yangın) tulumbaları bulunmadığından, bahaları-mahallin-bazı hamiyet ve servet sahibi kimseler tarafından karşılanmak üzere adı geçen kazalara dört adet yangın tulumbasının gönderilmesine, 

8-Görünen lüzum üzerine daha önce Ünye kazasına bağlanan Bolman (Bolaman) nahiyesi nüfusunun Ordu kazasında kayıtlı olmasının yanı sıra kur’a-i şer’iyyesinin (askere alma işlemlerinin) dahi Ordu kazasında keşide olması/çekilmesi nedeniyle ve bütün bu işlemler gerçekleştirilirken ahâlinin ve hükümetin sıkıntı yaşamakta olması da göz önünde bulundurularak, Bolaman nahiyesi nüfus kayıtlarının (defterlerinin) Ünye kazasına nakledilmesine karar verilmiştir. Ayrıca, 

9-Canik (Samsun) sancağına bağlı Torul kazasının kaymakamlık mahalli olan Ardasya (Ardasa) isimli mahalde haftada iki ve Maçka nahiyesinde Aşağı Cevizlik’te dahi haftada bir kez olmak üzere pazar kurulması için ruhsat verilmesi talebi bulunmaktadır. 

İstanbul’da, Osmanlı Meclisi’nde okunan taleplerden bazıları-yukarıda görüldüğü gibi-uygun bulunarak onaylanmış iken, diğer bazıları hakkında ise çeşitli kurum ve kuruluşların görüşlerinin alınarak- daha sonra- karar verilmesi uygun bulunmuştur. Bu bağlamda; Canik sancağına gönderilecek olan yangın tulumbaları hakkında-muhtemel yol güvenliği vb sâ’iklere bağlı olaraktan-Zaptiyye Müşirliği’ne bilgi verilmesine, Bolaman nahiyesi nüfus kayıtlarının Ünye kazasına nakledilmeden önce Bolaman nahiyesi deniz askeri neferât kur’ası tertibâtının varlığı göz önünde bulundurularak, Bahriye Nezareti ile gerekli yazışmalar yapıldıktan sonra alınacak cevaba göre hareket edilmesine, pazar kurulması talebine gelince; eskiden beri uygulamada olan usule göre pazar kurmak padişahın onayına bağlı ise de bir şehir, kasaba ve köyde pazar 
kurulmasından maksat o mahal ve çevre halkın ihtiyaçlarını kolaylaştırma amacına yönelik olup buralarda toplanan insanların da sayısı belli olduğundan; panayır gibi yoğun bir nüfus katılımını gerektirmediğinden[5] , bu meselenin merkezî hükümetin nazar-ı itinaya alacağı bir iş olmadığına; meselenin adı geçen mahalli ilgilendiren bir sorun olduğuna ve bundan sonra bu tarz küçük/önemsiz kararların alınmasında/verilmesinde mahallî hükümetin me’zûn ve muhtar bırakılmasının Vilâyet Nizamnâmesinin (1864 Vilâyet Nizamnâmesi kast edilmekte) gereği olduğundan, pazar kurulması meselesine Vilâyet İdare Meclisi’nin, vilâyet makamının resmî izin vermesinin uygun olacağının Vilâyete 
(Trabzon’a) bildirilmesine karar verilmiştir. 

Sekiz üyeden oluşan Şûrâ-yı Devlet’te, beş üyenin katılımıyla 7 Temmuz 1870 tarihinde okunup üyelerin görüşleri alınarak hazırlanan bu mazbata Padişahın onayını almak üzere Sadarete sunulmuş, Sadaret makamı da bir arz tezkiresi hazırlayarak[6] 15 Temmuz 1870 tarihinde Mabeyne sunmuştur. Aynı tezkirenin üzerine Padişah adına Mabeyn Başkâtibi olan şahıs 16 Temmuz 1870 tarihinde şerh düşerek tasdik/onay süreci tamamlanmıştır. 

Trabzon Vilâyeti’nin yukarıdaki talepleri, Osmanlı modernleşmesinin 19. yüzyılda hangi sahalarda ilerlediğini görmek açısından önemlidir. Her biri başlı başına birer çalışma/araştırma konusu olan bu maddeler içerisinde memleket sandıklarının kurulması bilhassa önemlidir. 

Bilindiği gibi 19. yüzyıl, aynı zamanda Osmanlı gayri Müslim vatandaşların bağımsızlığa kalkıştıkları bir dönemdir. Osmanlı devlet adamları ise, bu vatandaşların dış devletlerden olan beklentilerini onlara Osmanlı idaresinin de verebileceğini göstermek için gayret etmişlerdir. Bu anlamda Mithat Paşanın Osmanlının en problemli bölgelerinden olan Niş (1861-64) ve Tuna (1864-68) 
valilikleri sırasında göstermiş olduğu gayret önemlidir. Paşa, halkın çoğunluğu gayri Müslimlerden oluşmasına rağmen, yerel halkla birlikte hareket ederek onların güvenini kazanmış, halkı kominal yardımlaşma içerisinde bayındırlık hizmetlerine yönlendirmiş ve başarılı olmuştur. 


http://www.serander.net/photos/mithatpasa.jpg

Bu bağlamda Paşa, Niş valisi iken vergi ve kredi borçlarını ödeyemeyen ve benzeri sıkıntılar nedeniyle borç yükü altında ezilen çiftçileri kurtarmak için Menâfi’-i Umûmiyye Sandıklarını kurmuştur. Memleket Sandıkları olarak şöhret bulan bu sandıkların ilki 1863 yılında Niş sancağına bağlı Şehirköy (Pirot) 
kazasında kurulmuştur. Türkiye Ziraat Bankası’nın temeli olarak kabul edilen bu girişim çiftçilere düşük oranda kredi sağlamış; tarımı desteklemiştir[7] . Bu girişimin başarılı olması nedeniyle 1867 yılında Memleket Sandıkları Nizamnâmesi yayımlanarak Osmanlı Devleti'nin her yanında sandıklar kurulmaya başlanmıştır. 1863 yılında ilki kurulan, 1867 yılıyla birlikte ülke genelinde yaygınlaştırılması kararlaştırılan memleket sandığı uygulamasının, sadece üç yıl sonra Trabzon Vilâyeti’ndeki yerleşimlerde kurulmaya 
başlanması, 19. yüzyıl modernleşme hareketlerinin öncesine oranla daha hızlı ve memleketin her tarafını kapsayacak şekilde gerçekleştiğini görmek açısından önemlidir. 



Ek 1-2: Trabzon Vilâyeti Umum Meclisi’nin Taleplerini İçeren Sadaret Makamının Arz Tezkiresi ve Aynı Belge Üzerinde Tezkirenin Arz ve Tasdik Olunduğuna Dâir Mabeyn (Padişah) Şerhi: Türkçe Çevrim yazısı. 

Trabzon Vilâyeti Umum Meclisi’nin Taleplerini İçeren Sadaret Makamının Arz Tezkiresi ve Aynı Belge Üzerinde Tezkirenin Arz ve Tasdik Olunduğuna Dâir Mabeyn (Padişah) Şerhi; Orijinal Belge İle Birlikte Türkçe Çevrimyazısı. 

(Trabzon Vilâyeti Umum Meclisi’nin Taleplerini İçeren Sadaret Makamının Arz Tezkiresi ve Aynı Belge Üzerinde Tezkirenin Arz ve Tasdik Olunduğuna Dâir Mabeyn (Padişah) Şerhi; Orijinal Belge İle Birlikte Türkçe Çevrim yazısı.) 

İ. ŞD, 19/790-2 

(Sadâret makamının arz tezkiresi) 

Atûfetlü Efendim Hazretleri 

Trabzon vilâyeti merkezinde bu sene ictimâ’ etmiş olan Meclis-i ‘Umûmîde cereyân eden müzâkerâtı hâvî 
bi’t-tanzîm meclis-i mezkûr a’zasından Emin ve Malkon Efendiler vasıtalarıyla irsâl olunan mazbatalar 
Şûrâ-yı Devlet’e bi’l-havâle bunların Dâhiliye Dâiresine müte’allik mevâdı mutazammın on iki kıt’ası 
mûmâ-ileyhimâ hâzır oldukları hâlde kırâ’at olunarak ol-bâbda kaleme alınan mazbata ‘arz ve takdîm kılındı 
mütâla’asından müstebân[8] olduğu vechile Gümüşhane sancağı dâhilinde kâin Kelkit Kazâsı hınta ve şa’ir 
mahsûlâtından beher çift içün ale’s-seviyye kot ta’bir edilen ölçek ile ikişer kot zahire ve Ardu (Ordu) 
Kazâsında dahî mahsûlât-ı arzıyyenin yüzde iki buçuk mikdârı alınarak esmân[9]-ı hâsılasının sermaye 
ittihâzıyla birer memleket sandığı küşâdı ve Rize Kazâsı dâhilinde olup müceddeden müdîrlik ittihâz olunan 
iki nahiye merkezlerinde levâzım-ı inşâ’iyyesi bi’r-rızâ ashâb-ı servet taraflarından ve mesârif-i sâ’iresi idare-
i belediyye vâridâtından tesviye edilmek üzere keşfi mûcebince (gereğince) beşin beşyüz guruş sarfıyla birer 
hükümet konağı inşâsı zımnında mahallerine me’zûniyyet verildiği ve dâhil-i vilâyetde ta’mîm-i ma’ârif (umûm 
eğitim-öğretim) içün mekâtib-i sulbiyâtının tensik-i ahvâl ve idâresine mahsûs bir komisyon teşkîline ve Livana 
Kazâsıyla Tirebolu Kasabasında ciyâdet-i havaya (havanın güzelliğine) mani’ olan ba’zı esbâbın izâlesi 
zımnında ameliyyâta mübâderet olunduğu inhâ ve Ünye ve Niksar ve Çehâr-şenbe ve Bafra kazâlarında 
harîk tulumbaları bulunmadığından bahâları ashâb-ı hamiyet câniblerinden verilmek şartıyla ma’a edavât 
dört aded tulumbanın irsâl ve mukaddemâ bi’l-iktiza Ünye Kazâsına ilhâk olunan Bolman (Bolaman) 
nâhiyesi nüfûsunun Ordu Kazâsında mukayyed olmasından dolayı kur’iyye-i şer’iyyesi[10] dahî orada 
çekilmekde ve bu ise ahâlice ve hükûmetce su’ûbeti mucib (zorluk, zahmet) olmakda bulunduğundan 
nâhiye-i mezkûre nüfûsu kuyûdının Ünye Kazâsına nakli ve Canik Sancağı dâhilinde kâ’in Torul Kazâsında 
ka’immakamlık makarrı olan[11] Ardasya (Ardasa) nâm mahalde haftada iki ve Maçka nâhiyesinde dahî 
beher hafta bir def’a bâzâr ikamesine ruhsat i’tâsı istid’a olunmuş olduğuna ve mevâdd-ı mezkûreden 
sandıklar teşkîli ve i’âne-i mahalliye ile hükûmet konakları yapılması ve mekâtibin tedkîk-i ahvâli maddeleri 
teşebbüsât-ı muktezıyyeden bulunduğuna binâen icrâatının tasdîki ve istenilan tulumbaların mahalliyle bi’l-
muhâbere mübâya’a ve irsâl olunmasının Zabtiyye Müşîriyyet-i Celîlesine iş’ârı ve Ünye Kazâsına kuyûd-ı 
nüfûsunun nakli husûsunun Bahriye Nezâreti Celîlesiyle ba’de’l-muhâbere alınacak cevâba göre iktizâsının 
icrâsı ve bâzâr küşâdı mine’l-kadîm mer’î olan usûl icâbınca eğerçi buradan istindak olunarak emr-i ‘âlî 
sudûrına vâ-beste (bağlı, ilişkin) ise de bâzâr küşâdından maksad bir şehr veyahud kasaba ve karye ile 
civârındaki kurâ ahâlîsinin tedârik-i havâyicini (ihtiyaçlarını) teshîl (kolaylaştırma) kazıyyesi (konusu, 
sorunu) olduğundan ve bundan tecemmu’ eden efrâd dahî nüfûs-ı ma’dûdeden (sayılı, tek tek sayılmış 
nüfûstan) ibâret olarak panayır gibi tahaşşüd-i nüfûsça[12] hükûmetin nazâr-ı i’tinâya alacağı derecede 
olmadığından ba’dezîn (bundan sonra) bir şehr veya kasaba ve karye dâhilinde bâzâr ikamesine lüzûm 
görüldükde me’zûniyyet-i resmîyyenin idâre meclisi karârı üzerine vilâyet makamından i’tasıyla iktifa 
edilmesi zımnında cevâben vilâyet-i mezkûreye (Trabzon’a) ve ta’mîmen vilâyâta[13] icrâ-yı tebligât 
olunması tezkire kılınmış ise de ol-bâbda her ne sûretle irâde-i seniyye-i cenâb-ı mülûk-dârî müte’allik ve 
şeref-sudûr buyurulur ise ana göre hareket olunacağı beyânıyla tezkire-i senâ-verî terkîmine ibtidâr olundu 
efendim fi 15 R (Rebî’ü’l-âhir) sene 1287 (15 Temmuz 1870) 
(Tezkirenin arz ve tasdik olunduğuna dair Mabeyn şerhi) 
Ma’rûz-ı çâker-i kemîneleridir ki 
Hâma[14] -ârâ-yı ta’zîm olan[15] işbu tezkire-i sâmiyye-i âsafâneleriyle[16] mezkûr mazbata manzûr-ı âlî-i 
hazret-i padişâhî buyurulmuş ve mevâdd-ı muharrerenin tezkire ve istîzan olunduğu vechile icrâ-yı 
muktezâları müte’allik ve şeref-sünûh buyurulan emr ü irâde-i inâyet-‘âde-i cenâb-ı mülûk-dârî iktizâ-yı 
celîlinden olarak salifü’z-zikr mazbata yine savb[17]-ı sâmî-i sadâret-penâhîlerine i’âde kılınmış olmakla ol-
bâbda emr ü fermân hazret-i veliyyü’l-emrindir fi 16 R sene 1287 (16 Temmuz 1870) 

Dipnotlar: 

1-Aksaray Üniversitesi, Tarih Bölümü Öğretim Üyesi. 
2-Meclis-i Umûmî-i Vilâyet veya Vilâyet Umûm Meclisi; bu meclisler 1864 ve 1871 Nizamnâmeleri ile tesis edilmişlerdi. 
Vilâyete bağlı Livalardan katılan delegelerle yılda bir kez toplanan, yerel temsilcilerden oluşan, vilâyetin sorunları ile ilgili 
olarak Vilâyet İdare Meclisi’ne teklif ve tavsiyelerde bulunan meclislerdi. 
3-İlgili belgelerden anlaşıldığı kadarıyla bu meclis Trabzon’da ilk olarak 1870 yılında kurulmuştur. 
4-Bu teklifin arkasında, 1869 yılında Maarif-i Umumiyye Nizamnâmesinin ilân edilmesiyle memleket genelinde eğitim-
öğretim faaliyetlerinin daha disiplinli bir şekilde yürütülmeye çalışılması girişimi yatıyor olmalıdır. 
5-Yılda bir kez kurulan panayırlar yerli ve yabancı pek çok kişinin katılımıyla gerçekleştiğinden güvenlik ve barınma 
sorunu gibi sorunlar ortaya çıkmaktaydı. Devlet, bu gibi panayırlar kurulurken önlem almak ve görevli kimselere gerekli 
talimatları vermek durumunda kalırdı. Oysa şehir, kasaba ve köylerde kurulan hafta pazarları o mahalde sayısı ve ikameti 
belli kimselerin katılımıyla ortaya çıktığından bu gibi pazarların kurulması ve idaresi devlet merkezinden çok mahallin 
idarecilerini ilgilendirmekteydi. 
6-Bu resmî vesikada/pusulada Şûrâ-yı Devlet’te alınan kararların bir kısmı aynen bir kısmı da özet hâlinde yer almaktadır. 
7-Bu sistemde çiftçiler ürünlerini sattıklarında elde ettikleri hâsılatı doğrudan sandığın hazinesine aktarırlardı. Çiftçilere 
aylık yüzde bir faizle kredi verilirdi. 
8-Açık olan, âşikâr, meydanda olan. 
9-“Semen”in çoğulu: Kıymetler, bedeller. 
10-Diğer belgede “kur’a-i şer’iyye” imlâsıyla yazılmış: Asker alımında çekilen kura. 
11-Oturulan yer-karargâh-ikametgâh. 
12-Bir araya gelme, birikme; nüfusun birikmesi açısından. 
13-(Diğer) vilâyetlere. 
14-Başın üstü-tepesi. 
15-Başın üstüne konulması gereken; baş üstüne konulmaya lâyık. 
16-Vezire yakışır biçimde 
17-Taraf, cihet, yön. 

Yrd. Doç. Dr: Aksaray Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi 

(Bu yazı 13 Temmuz 2011 tarihinde serander.net’te yayımlanmıştır) 

Her hakkı saklıdır. Yazarının ve Serander.Net'in izni olmaksızın alıntı yapılamaz, kullanılamaz. Bilgi için: 
iletisim@serander.net 


***