24 Ekim 2018 Çarşamba

MUHTEMEL ÇIKIŞ SENARYOLARININ IRAK’IN TOPRAK BÜTÜNLÜĞÜ AÇISINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ VE BU KONUDA TÜRKİYE’NİN ALMASI GEREKEN TEDBİRLER

MUHTEMEL ÇIKIŞ SENARYOLARININ IRAK’IN TOPRAK BÜTÜNLÜĞÜ AÇISINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ VE BU KONUDA TÜRKİYE’NİN ALMASI GEREKEN TEDBİRLER 

Yazan: P.Ütğm. Fatih AYDUĞAN 


Güvenlik, oksijen gibidir. Onu kaybetmeye başlayıncaya kadar fark edemezsiniz. Fakat, bir kez gerçekleştiği takdirde başka düşünecek 
hiçbir şeyiniz olmaz.” 

Joseph Nye 

Irak, 21’inci yüzyılın başında, 11 Eylül saldırıları sonrası oluşan konjonktürde ABD’nin güvenlik parametresinin ve terör odaklı emperyal politikalarının merkezinde yer almıştır. Saddam Hüseyin’in kitle imha silahı üretmesi ve teröre verdiği destek iddiaları sebebiyle ABD’nin Irak müdahalesi gerçekleşmiştir. ABD liderliğindeki Koalisyon Güçleri, başarılı olarak kabul edilen askerî operasyon sonrası, Irak’ta yönetimi Iraklılara bırakarak Irak’ın yeniden inşası için çalışmalara başlamıştır. Irak’ın Anayasasını yazmak üzere 30 Ocak 2005 tarihinde yapılan seçimlerden sonra ABD’nin askerî varlığı dünya kamuoyu tarafından sorgulanarak ABD’nin Irak’tan çıkış senaryoları gündeme gelmiştir. 

Irak’ın yeni Anayasasının oluşturulması ve ABD askerî varlığının meşruluğunun sorgulandığı, muhtemel çıkış senaryolarının gündeme getirildiği bu süreçte Irak Savaşı’nın başarılı olarak kabul edilebilmesi ve başta Türkiye olmak üzere bölge ülkelerinin güvenliğinin sağlanabilmesi için Irak'ın toprak bütünlüğü ve ulusal, siyasal birliği çok önemlidir. Bilindiği üzere Irak’ta etnik köken ve dine dayanan üç ana ağırlık merkezi mevcuttur. Birincisi; kuzeyde ABD’nin Körfez Savaşı sonrası verdiği destekle güçlenen KDP ve KYB liderliğindeki Kürt bölgesi. 
İkincisi; ortada bugüne kadar üniter Irak’ı savunmuş, nüfusça üstün olmaması na rağmen bu ülkeyi yönetmiş olan Sünni üçgeni. Ve üçüncüsü güneyde büyük Şii nüfusu barındıran ve milliyetini mezhebiyle tanımlayan Şii bölgesidir. Irak’ın %60’ı Şii, %20’si Sünni, %15’i Kürt ve %5’i ise Türkmen, Asuriler ve diğerleridir. 
ABD’nin müdahalesi sonrası egemen olan Sünni iktidarın gücünü kaybetmesi ile Irak’ta iktidar mücadelesi yaşanmaktadır. El Kaide terör örgütünün El Zerkavi liderliğinde Irak’a yerleşmesi, Baas Partisinin tasfiyesi sonrası Sünnilerin işgal güçlerine karşı direniş göstermesi sonucunda Irak’taki en önemli problem olarak güvenlik ortaya çıkmıştır. Irak’ta giderek etnik özellik kazanma ihtimali olan şiddet ve terör olaylarının önüne geçilebilmesi için Sünnilerin yönetime katılmaları ve siyasal sürece dâhil olmaları gerekmektedir. Sünniler, Irak’ın toplam nüfusu bakımından (en azından) %20’sini oluşturmalarına karşın coğrafi 
açıdan Irak’ın yaklaşık yarısını kapsamaktadırlar. ABD’nin müdahalesine 
kadar, siyasi iktidarda azınlık olan ya da iktidardan uzak tutulan kesimler 
(Şiiler ve Kürtler) yeni iktidarın çoğunluğunu oluştururken, uzun süre iktidarı elinde bulunduran Sünniler bu seçimler sonucu iktidar olma gücünü kaybetmişlerdir. Türkmenler de, geçmişte olduğu gibi bugün de uluslararası dengelerin kurbanı olup, siyasal iktidardan yine dışlanmışlardır. Bir Arap ülkesi ilk defa M.S. 740’da Abbasi Halifeliği’nin kurulmasından beri Şiiler tarafından yönetilecektir. İslam Dünyasının mezhep azınlığını oluşturan Şiiler (sadece İran, Bahreyn ve Irak’ta çoğunluk) bu süreçte ön safta yer alacaktır. 

Muhtemel çıkış senaryoları Irak’ın toprak bütünlüğü açısından değerlendirildiğin de; birinci senaryoda, ABD’nin Irak’ın toprak bütünlüğünü göz önüne alacağı düşüncesiyle hareket edildiği, ikincisinde ise toprak bütünlüğünü konfederal yapı içerisinde gelişen durumlara göre dikkate almayabileceği düşünülmüştür. 

Harita-2 
Irak’taki etnik ve dinî dağılımı gösteren Harita 

1. Birinci Senaryo: ABD’nin 2005 Yılı Sonuna Kadar Irak’tan Çıkmaması 

Bu senaryo, ABD’nin muhtemel çıkış senaryoları içerisinde Irak’ın toprak bütünlüğü ve siyasal yapısı açısından en olumlu senaryo olarak  değerlendirilmekte dir. Fakat bu senaryonun başarılı olabilmesi için kısa  bir süre içerisinde Irak’ın güvenlik problemini çözmesi, Anayasanın kabul edilmesi, siyasal sürece Irak’ın etnik ve dinî grupların hepsinin katılması, güçlü bir altyapının oluşturulması ve kaynakların adil bir şekilde dağıtılması gerekmektedir. ABD’nin dünya petrolünün %10’una ve yeryüzüne en yakın petrolüne sahip bir ülkenin bölünmesi ve böylece denetiminin iyice zorlaşmasına razı olmayacağı düşünüldüğünde kendi hedefleri doğrultusunda Irak Savaşı’nın başarılı olarak kabul edilebilmesi için Irak’tan çekildikten sonra istikrarın ve güvenliğin Iraklılar tarafından sağlanması bu senaryo kapsamında hedeflenmektedir. Bu senaryonun gerçekleşebilmesi için Irak’ın toprak bütünlüğü açısından yapılması gerekenler şunlar olmalıdır: 

ABD’nin bu senaryo kapsamında 2005 sonrası çekileceği öngörüldüğünde öncelikli olarak Irak’ın her gün kan gölüne çevrilmesine etken olan terör ve direniş hareketlerinin önüne geçilmesi gerekmektedir. Direniş ve terör saldırılarının önüne geçilebilmesi için öncelikli olarak sınır güvenliği sağlanmalı ve terörist faaliyetlerin önlenmesi için hangi etnik kökenden veya mezhepten olursa olsun bütün Iraklılar tarafından iş birliği yapılmalıdır. Direnişe son vermek için Sünnilerin siyasal sürece nüfusları oranında katılması sağlanmalıdır. Baas Partisi hâlâ Sünniler arasında itibara sahiptir. Amerikalıların algılamasına göre El Kaide Baas’la iş birliği içindedir. El Kaide örgütünün mali desteğinin ve Irak’ta 
yuvalanmasının engellenebilmesi için Baas Partisi siyasi sürece dâhil edilmelidir. Sünnilerin siyasi sürece dâhil edilmeleriyle Irak'taki direniş hareketi bölünecektir. 

Bugün Irak’ta bazı partilerin silahlı kanadı mevcuttur. Başta Kürt Bölgesinde yer alan “Peşmerge Kuvvetleri”, Irak İslam Devrimi Yüksek Konseyi (SCIRI)’nin askerî kanadı “Bedir Tugayı” ve Mukteda El Sadr grubu “Mehdi Ordusu”nun Irak’ın güvenlik güçlerine katılması sağlanmalıdır. 

Irak polis ve askerî gücünün oluşturulabilmesi için NATO aktif olarak devreye sokulmalıdır. Teşkilatlanmaları ve eğitimleri NATO tarafından yapılmalıdır. Irak’ta asayişin ve güvenliğin sağlanabilmesi için Irak güvenlik teşkilatları aktif olarak yer almalıdır. 

Irak'ın anayasal ve yönetimsel yapısını oluşturma sürecinde başlıca etnik ve dinî gruplar; Şii Araplar, Sünni Araplar, Kürtler ve Türkmenlerin aktif olarak katılması sağlanmalıdır. 15 Ekim 2005 tarihinde yapılacak referandum ile halkın oyuna sunulacak olan Anayasanın yürürlüğe girmesi için, yalnızca toplam evet oylarının toplam hayır oylarından fazla olması yetmeyecek; Irak'ı oluşturan 18 bölgeden 
hemen her birinde evet oylarının fazla çıkması gerekecek. 

Irak’ın dağılmasını engelleyebilecek ve toprak bütünlüğünü sağlayacak en önemli aktörlerin başında Şiiler yer almaktadır. Şiilerin 2003 Nisan’ından beri 500’den fazla din adamı öldürülmüş ve 24 Şii cami ile türbesi bombalanmıştır. 2004 yılında Şiilerin kutsal aşure gününde 181 kişi intihar saldırılarıyla öldürülmüş ve geçen iki ay içinde 60 ceset Dicle Nehri’nden çıkarılmıştır. Bugüne kadar Irak Şiilerinin bu saldırıları kan davasına dönüştürmemeleri, Sünnilerden öç almaya karşı çıkmaları Irak’ın toprak bütünlüğü açısından son derece önemli gelişmeler dir. Şiilerin, Irak Devleti’nin tarihinde ilk defa siyasi yaşamda ağırlıkları ile orantılı şekilde ele geçirdikleri temsil şansını geri çevirmeyecekleri değerlendirilmektedir. 

30 Ocak 2005 genel seçimleriyle birlikte yeni bir yapılanmanın eşiğine gelmiş olan Irak'ta Kürtler anahtar rolüne soyundular. Cumhurbaşkanlığı koltuğuna Talabani’nin oturması ve İslam siyaset ilişkilerinde laikliği savunan bir çizgi izliyor olmaları Kürtlerin Irak’ın toprak bütünlüğü savunması açısından son derece önemli bir gelişme olarak değerlendirilmektedir. 

Türkmenlere, Irak’ın yeniden yapılanması sürecinde, hazırlanan Geçici Anayasada, nüfuslarıyla orantılı bir temsil hakkı verilmemiştir. Türkmenlerin nüfuslarıyla orantılı temsil edilebilmeleri için ortak hareket etmeleri ve siyasal sürece katılmaları gerekmektedir. Irak’ın toprak bütünlüğü ve siyasal yapısı açısından 1932 Anayasasında olduğu gibi Türkmenler Irak’ın kurucu unsurların dan biri olarak kabul edilmelidir. 

Federal bir devlet yapısı içinde etnik gruplar arasındaki en önemli anlaşmazlık konusunun doğal kaynakların ve gelirlerinin paylaşımı olacağı değerlendirilmekte dir. Irak’ın toprak bütünlüğü açısından Kerkük, Irak’ın etnik ve mezhepsel çatışmasının bir sahnesi konumundadır. Kerkük kesinlikle bir grubun kontrolüne verilmeden bütün Iraklıların şehri olduğu, yeni Anayasada özel statüsü korunarak vurgulanmalıdır. Kerkük’ün petrol gelirleri Irak’ın barış ve istikrarı için kullanılmalıdır. 

Bütün bunların yanında Irak’ın altyapısı ve temel ihtiyaçları ABD tarafından süratle karşılanmalıdır. Irak petrol gelirlerinin şeffaf bir şekilde Iraklıların geleceği için harcanması sağlanmalıdır. Irak’ın petrol altyapısına ilave yatırımlar yapılarak dünya pazarlarına ulaşması Irak’ın istikrarı için önemlidir. Ülkenin yeniden imarı bütün Iraklılar için iş imkânı sağlayacaktır. Ekonomisi gelişmiş, güven ve istikrarın hâkim olduğu bir Irak Orta Doğu bölgesinde istikrara katkıda bulunacaktır. 

Türkiye’nin Alması Gereken Tedbirler 

Bu senaryo kapsamında Türkiye Irak’taki bütün gruplara eşit mesafede yaklaşmalıdır. Irak Başbakanı İbrahim Caferi'nin ilk yurt dışı gezisini Türkiye'ye yapması Türkiye açısından önemlidir. Türkiye’nin inisiyatifi ile gerçekleşen Irak’a Komşu Ülkeler Konferansı süreci canlı tutulmalı ve bölge ülkeleriyle beraber her platformda Irak’ın toprak bütünlüğünün bütün gruplar ve ülkeler için önemi belirtilmelidir. 

Türkiye, Kerkük konusunun yeni Anayasa düzenlemesi sırasında çözülmesini ve Kerkük'ün özel statü olarak Anayasa güvencesine alınmasını sağlamalıdır. Irak hükümetine bu konunun yeni Anayasada açıklığa kavuşturulmaması ve olumsuz gelişmelere açık bırakılması hâlinde, ileride iki ülke arasında problem olarak kalabileceği belirtilmelidir. 

ABD bölgeden çekilmeden, Türkiye ABD ile Kuzey Irak’ta PKK’ya yönelik operasyon ve iş birliği yapılmasını tekrar belirtmelidir. ABD çekildikten sonra PKK’ya karşı mücadelede Irak hükümetinin desteği sağlanmalıdır. Irak’ın yeniden yapılanması kapsamında Türkiye bütün kurumlarıyla aktif olarak yer almalıdır. Irak Ordusunun oluşturulmasına NATO’da yer alarak katkıda bulunmalı, Irak güvenlik güçlerinin eğitilmesini üstlenmelidir. 

Türkiye-Irak ekonomik ilişkilerinin geliştirilmesine yönelik ikili görüşmeler bir an önce tamamlanmalıdır. Terörün kol gezdiği bu ortamda bile Türkiye Irak'a 1.8 milyar dolar ihracat yapıyor, ithalatımız sadece 400 milyon dolar. İkinci bir hudut kapısı açılarak Türkiye’nin ticaretinin artırılması sağlanmalıdır. Irak’ın altyapı çalışmalarına Türk firmalarının girmesi teşvik edilmeli ve Türkiye, Irak’ın kalkınmasında Eximbank vasıtasıyla kredi sağlamalıdır. 

 Türkiye, Sünnilerin ve özellikle Türkmenlerin kurucu unsur olarak Anayasada yer almalarını ABD ve Irak hükümetine belirtmelidir. Ankara, Irak'ın kuruluşunda Bağdat'ın Milletler Cemiyeti'ne verdiği ve Irak'ı Araplar, Kürtler ve Türkmenler den oluşan bir devlet olarak tanımladığı zeminden hareket edilmesini talep etmelidir. Türkmenlerin 

Irak’ta etkili olarak temsil edilmesini teşvik etmelidir. Türkmenlerin Bağdat ve bütün dünyada çok etkili bir diplomasi ve politika yapmaları sağlanmalıdır. Yapılacak Anayasa referandumu öncesinde Türk sivil toplum örgütlerinin Türkmenlere seçim ve referandum uygulamaları konusunda yoğun bilgi vermesi sağlanmalıdır. 

2. İkinci Senaryo: ABD’nin 2006 Yılından İtibaren Kademeli Olarak Irak’tan Çıkabileceği Durumu 

İkinci senaryo kapsamında ABD’nin ekonomik, politik ve siyasal zorluklar sebebiyle 2006’dan itibaren kademeli olarak çekileceği öngörülmektedir. Bu senaryoda; ABD’nin çekilirken Irak’ın geleceğini, güçlü bir siyasal yapıya sahip Irak’tan ziyade etnik gruplar arasındaki anlaşmalara, bölge ülkeleri ve AB ülkeleriyle yapılması muhtemel anlaşmalara dayandıracağı düşünülmektedir. Bunun yanında güvenliği ve altyapı hazırlıklarını NATO ve BM gibi kuruluşlara devredeceği düşünülmektedir. Irak’taki yetkisini Irak hükümeti yerine uluslar arası kuruluşlara devretmeye hazırlanan ABD’nin Irak’ın etnik ve dinî bazda  parçalanmaya doğru gideceği ihtimalini varsaydığı kabul edilmelidir. 

Şu an için federatif bir yapının oluşumu için çalışıyor gibi gözükse de, ABD gücünün kademeli olarak çekilmesi sonrası etnik ve dinsel temelde  yapılanmış konfederatif bir Irak’ın altyapısını bu zaman zarfında hazırlaya  bileceği değerlendirilmektedir. 

ABD’nin Irak’tan kademeli olarak çekilmesi sürecinde, artan şiddet olaylarının etnik ve mezhep tabanına yayılabileceği beklenmektedir. Terör saldırılarının ABD ile iş birliği yapan Irak güvenlik güçlerini ve iktidarda bulunan Şiileri hedef aldığı görülmektedir. Irak güvenlik güçlerine katılımın azalması ve hatta güvenlik görevlilerinin ayrılması sonucu kademeli olarak çekilen ABD geride tam bir kaos ortamı bırakacaktır. 

Irak’ın toprak bütünlüğü açısından Şiilerin kutsal mekanlarına ve din adamlarına yapılan saldırılara şu ana kadar Şiiler karşılık vermemişlerdir. 
Şiilerin bu saldırılara cevap vermesiyle Sünni tabanlı yapılan saldırıların Irak’ı Şii-Sünni iç savaşına sürükleyebileceği değerlendirilmektedir. 

ABD tarafından planlanan Irak’taki Başkanlık görevinin etnik kategoriye göre dağıtılması ve Irak’ın kuzeyinde gerçekleşen parlamento seçimleri sırasında yine ABD’nin kontrolü altında olacak bir Kürt federe oluşumu için referandumun yapılması, Irak’ın toprak bütünlüğü ve egemenliğinin tehlikeli boyuta ulaştığını gösteriyor. ABD’nin Kürtleri himaye eden yaklaşımının anayasal iradeye de benzer şekilde yansıması durumunda istikrarsızlık ortamının artabileceği ve bu 
durumun orta ve uzun vadede Irak’ı parçalanmaya kadar götürebileceği  kıymetlendirilmektedir. 

Kuzey Irak’ta Kürtlere bir devlet kurdurulması ve Irak’ta Türkmen kenti Kerkük’ün bu sözde devlete bağlanmaya çalışılması, ayrıca Amerikan eliyle Telafer şehrinin de bu bölgeye dâhil edilmesiyle Kürtler Suriye’deki Kürt nüfusun ağırlıklı olarak yaşadığı bölgeyle temas kurabileceklerdir. Bunun sonucu olarak gelişmelerin, ABD’nin Orta Doğu Projesi kapsamında İran ve Suriye’nin sınırlarını değiştirme projesine dönüşecek olması muhtemeldir. Bu gelişmeler odağında Kuzey Irak’ta iç savaş çıkması, Kürtler ile İran-Türkiye-Araplar arasında etnik 
çatışmaların başlaması, ortaya çıkacak kaos ortamı nedeniyle El-Kaide ve PKK başta olmak üzere terör örgütlerinin bu bölgeyi mesken tutması 
beklenmektedir. 

Konfederatif yapıya dönüşmesi muhtemel bir Irak’ta etnik gruplar arasında zararlı çıkması muhtemel olan Türkmenlerdir. Coğrafi olarak dağınık olmaları, başarıya olan inancın zayıflığı, geçmişten beri Türkmenlere yapılan haksızlıklara ABD’nin katkısı, Türkmenler arasında ortak hareket sorunu Türkmenlerin de parçalanmasına yol açacaktır. 

Konfederal bir Irak ABD’nin kademeli çekilmesi sürecinde bölge ülkelerinin müdahalesine maruz kalabilir. Kürt Devleti’nin İsrail’le yakın diyaloğu, Sünni Arap bölgesinin Ürdün’le federasyon kurması, Şii devletin İran’ın nüfuz alanına girmesi ve Türkmenlerin Türkiye tarafından korunması beklenebilecek gelişmelerdir. Fakat herhâlde ABD’nin, Irak topraklarında yıllar boyu Amerikan üsleri ve petrol bölgelerini koruyacak askeri bulunacaktır. 

ABD’nin yetkilerini uluslararası kuruluşlara devretmesi, kendisinin başaramadığı veya bölünmesini amaçladığı bir sürece yol açacaktır. Güvenlik ve altyapı çalışmalarının Irak’a sonradan konuşlandırılan NATO ve BM gibi örgütlerin eliyle yürütülmesinin başarı şansı oldukça zayıftır. 

Harita-3 
Türkiye’nin Alması Gereken Tedbirler 

Türkiye, Irak’ta konfederatif yapının hâkim olacağı değerlendirilen bu senaryo kapsamında bütün gruplara eşit mesafede yaklaşmalıdır. Çıkabilecek bir iç savaşa müdahale etmekten kaçınmalıdır. Gerek PKK konusunda gerek Irak’la ilgili hayati çıkarları tehlikeye girdiğinde Türkiye, güç kullanabileceğini ima ve yerine göre ifa etmelidir. Böyle bir durumda, yapılacak müdahalenin sınırlı olacağı, yalnızca Türkiye’nin güvenliğini sağlamak amacıyla yapıldığı hem Irak halkına hem de bölge ülkelerine anlatılmalıdır. 

Irak’taki muhtemel bir parçalanmadan olumsuz etkilenecek olan 
İran ve Suriye ile ortak bir Irak politikası oluşturulmasının ve Irak’ın 
toprak bütünlüğüne yönelik birlikte hareket edilmesinin, muhtemel bir 
Kürt devletinin kurulması ihtimali göz önünde bulundurularak, Kürt 
devletinin yaşamasını engelleyecek stratejilerin bu ülkelerle birlikte 
şimdiden hazırlanmasının uygun olacağı değerlendirilmektedir. 

3. Üçüncü Senaryo: 2025 Yılı Ve Sonrası (ABD Irak’tan Çekilebilir Ancak Bölgeden Çekilemez) 

Durumu Bu senaryo kapsamında ABD’nin 2025 yılından sonra Irak’tan çekileceği öngörülmektedir. ABD’nin petrol odaklı 2025 stratejisine göre 11 Eylül’den sonra ortaya çıkan ve uzun yıllar süreceği öngörülen askerî güvenlik boyutu ile petrolün Batı pazarlarına güvenli ve kesintisiz bir biçimde taşınması temel politikaları olacaktır. ABD varlığının, Irak’ın toprak bütünlüğü açısından tehdit unsuru olarak değil de uzun yıllar Irak’ta güven ve istikrarın tesis edilmesi yönünde çalışacağı değerlendirilmektedir. ABD’nin Saddam döneminin izlerini silmek için Irak’ın ekonomik kalkınmasına ve toplumun sosyal önceliklerine önem vererek refah içerisinde yaşayan demokratik bir Irak Devleti ortaya 
çıkaracağı düşünülmektedir. 

ABD’nin Irak’ta uzun yıllar kalabilmesi için kendi iç siyaseti açısından ağır kayıplar vermeden Irak’ta güvenliği sağlaması gerekmektedir. Bu maksatla Irak güvenlik güçlerinin ve millî bir ordunun kurulması maksadıyla; etnik ve mezhep farklılıkları gözetilmeksizin bütün tarafların bu sürece dâhil edilmeleri temel konulardır. Irak’ın toprak bütünlüğü ve toplumsal mutabakatın sağlanabilmesi için Sünniler ve Türkmenlerin de Anayasa ve siyasi sürece dâhil edilmeleri  gerekmektedir. Kürtlerin ve Şiilerin silahlı güçlerinin Irak ordusuna katılması sağlanmalıdır. İç istikrarın oluşturulması için öncelikle direnişçilerin bastırılması ve Irak El Kaide Cihat Örgütü’nün Irak’tan çıkartılması için kısa sürede geniş kapsamlı operasyonlar düzenlenmelidir. Irak’ın sınır güvenliğinin sağlanabilmesi için komşu ülkelerle anlaşmalar imzalanmalı ve sınırlarda güvenlik önlemleri 
artırılmalıdır. 

ABD’nin Irak işgalinde temel hedefleri olan; Irak petrollerinin dünya pazarlarına kesintisiz ve güvenli bir şekilde akıtılmasının, Orta Doğu’nun demokratikleşmesinin ve İsrail’in güvenliğinin sağlanabilmesinin yolu Irak’ın istikrarı, toprak bütünlüğü ve bağımsızlından geçmektedir. Bu maksatla Irak’ta özellikle Kürtlere ayrıcalık tanınmasına son verilmelidir. Kerkük’ün yeni dönemde özel statüsü Anayasada garanti altına alınarak hiçbir grubun egemenliğine 
veya kontrolüne verilmemelidir. Bu noktada Irak’ın toprak bütünlüğü açısından kaynakların adil olarak dağıtılması önemlidir. Irak’ta başlayacak bir istikrarsızlık veya devamında bir iç savaş sadece Irak ve Orta Doğu ile sınırlı kalmayacak, jeopolitik kırılma noktaları olan Kafkaslar ve Orta Asya’ya da kayabilecektir ve bu istikrarsızlık da ABD’nin küresel politikalarının sonunu getirecektir. 
Bu maksatla ABD başarılı olabilmek için Irak’ın toprak bütünlüğünü bozacak politik açılımlardan kaçınmalı ve Irak genelinde Irak vatandaşı bilincini ön plana 
çıkarmalıdır. 

Türkiye’nin Alması Gereken Tedbirler 

Türkiye, ABD’nin 2025 sonrası Irak’tan çıkacağı öngörülen bu senaryo kapsamında öncelikle Irak’ın siyasal sürecine destek vermeli ve Irak’taki bütün kesimlere eşit mesafede yaklaşarak Irak’ın politik ve toprak bütünlüğünü her platformda savunmaya devam etmelidir. Türkiye hayati öneme sahip iki konuda; Kuzey Irak’taki PKK varlığı ve Kerkük’ün herhangi bir grubun kontrolüne verilmeden özel statüsünün korunması konularında ABD ve Irak hükümeti ile iş birliğine giderek gerekli önlemlerin alınmasını sağlamalıdır. Türkiye, Irak’la sınır güvenliğinin sağlanması ve terörist faaliyetlerin önlenmesi için iş birliği yapmalıdır. 

Ankara uzun vadede Türkmenlerin millî bilinçlerini ortaya çıkaracak, birlik ve bütünlüklerini koruyacak yeni bir yapılanmaya gitmelerini maddi ve manevi olarak desteklemelidir. Türkmenleri kültürel ve siyasi olarak tek başlarına ortak politikalar peşinde hareket edecek şekilde yönlendirmelidir. 

Türkiye bu dönem boyunca ABD ile tezkere sonrası oluşan havanın izlerini silmek için ABD’nin yanında yer almalıdır. Türkiye, Irak’ın yeniden inşasında gerekli altyapı desteğini sağlamalıdır. Diplomasi, ekonomik, sosyal ve kültürel vasıtalar aracılığıyla, Irak’ın yeniden yapılandırılmasında etkin bir rol oynamalıdır. Irak’ın en büyük ekonomik ortağı olabilmeli ve Batı’ya açılan koridor olarak Irak’la yakın iş birliğine gitmelidir. Türkiye, petrolün batı pazarlarına ulaştırılmasında ve ABD’nin enerji güvenliğinde en büyük ortağı olacak şekilde başta Kerkük-
Yumurtalık Boru Hattı olmak üzere bütün imkânların kullanılması için çalışmalı  dır. 
Irak’tan petrol ticaretinde petrolü Bağdat merkezli olarak tedarik etmeye dikkat etmelidir. 

Sonuç 

ABD’nin muhtemel çıkış senaryolarının Irak’ın toprak bütünlüğü açısından değerlendirilmesinin yapıldığı ve bu konuda Türkiye’nin alması gereken tedbirlerin belirtildiği bu bölümde; ABD’nin Irak müdahalesi, Orta Doğu stratejisi, küresel enerji politikaları ve küresel teröre karşı verdiği savaş kapsamında uyguladığı politikalarının başarılı olması Irak’ın toprak bütünlüğüne ve siyasi yapısının istikrarı sağlayacak şekilde muhafaza edilmesine ve şekillenmesine bağlıdır. 

Irak’ta oluşacak yeni Anayasa ve sonrasında yapılacak seçim sürecinde güvenliğin sağlanması ve etnik mezhep ayrımı gözetmeksizin bütün grupların sürece dâhil edilmesi gerekmektedir. Türkiye, Irak’ın toprak bütünlüğünü bütün gruplara eşit mesafede durarak savunmalı, kendi güvenliği açısından Kuzey Irak’ta PKK varlığına son verilmesi ve Kerkük’ün statüsü üzerindeki kaygılarını belirtmelidir. Türkiye Irak’ta yaşanabilecek olumlu veya olumsuz gelişmelere yönelik askerî, siyasi ve ekonomik stratejilerini hazırlamalıdır. Türkiye, Irak’ta konfederal bir Kürt devletinin mahzurlarını ayrıntılı bir şekilde ortaya koymaya devam etmeli, bu yolla ABD yetkililerini bölgenin istikrarı için yönlendirmelidir. 

11 Eylül sonrası şekillenen dünyada, ABD gücünün sınırlarının oluşmasında ABD’nin “Küresel Hâkimiyet mi”, “Küresel Liderlik mi” peşinde koştuğu ve bundan sonrası için neler planladığı Irak politikalarında yaşam bulacaktır. 


***


ABD’NİN IRAK’TAN ÇEKİLME SENARYOLARI VE BU KAPSAMDA ÇİN, RUSYA VE JAPONYA’NIN POLİTİKALARI


ABD’NİN IRAK’TAN ÇEKİLME SENARYOLARI VE BU KAPSAMDA ÇİN, RUSYA VE JAPONYA’NIN POLİTİKALARI 

Yazan: Mu.Yzb. Tamer AKKAN 


Genel 

Ünlü Amerikalı sosyal bilimci Samuel HUNTİNGTON, çok bilinen 
Medeniyetler Çatışması” adlı eserinde, 1990 sonrası dünyanın dokuz 
ayrı medeniyetten oluştuğunu18 iddia etmişti; birazdan incelemeye gayret 
edeceğimiz konuda bahsi geçen beş ülke de (ki dördü ait oldukları 
medeniyetin tartışmasız lideri durumundadırlar) bu sınıflandırmada farklı 
gruplarda yer almaktadırlar. İşte bu farklılık ve liderlik hâlen yaşanmakta 
olan olayların da ana sebebini ortaya koyar: Büyük güçlerin çıkar 
mücadelesi. 

ABD yapmış olduğu Afganistan ve Irak müdahalelerini, uluslararası arenada haklı görünebilmek maksadıyla, her ne kadar demokrasi, insan hakları, kadın hakları, kitle imha silahları ve terörizmle mücadele, özgürlük gibi idealist söylemlere dayandırmaya gayret etse de, en iyimser yorumla bile bunların sadece ikincil amaçlar yahut ana maksada ulaşmak için kullanılan araçlar olarak değerlendirilmeleri uygun olacaktır. Asıl amaç ise kulağa Türkçe’de biraz sevimsiz gelse de çıkardır. Tüm ülkeler çıkarlarına ulaşmak üzere Zbigniew 
BRZEZİNSKİ’nin tanımına benzer şekilde, dünya satranç tahtasında karşılıklı hamlelerini yapmaktadırlar. Uluslararası arenada bu satrancı aktörlerin tamamı birbiriyle oynamakta ve aynı zamanda da muhtemel rakiplerinin diğerleri ile oynadığı oyunlara bakmaktadırlar. ABD’nin Irak’ta yaptığı hamle sadece Irak ile kendini ilgilendirmenin çok ötesine geçmiş ve başta büyük devletler olmak üzere birçok devleti birçok sebepten ötürü etkileyen ve ilgilendiren bir hamle olmuştur. 

Bu hamlenin küresel boyuttaki en önemli etkisi öncelikle dünya 
enerji piyasalarına olmuştur. Temmuz 2003’te Yeni Delhi’de yapılan 
beşinci Asya Güvenlik Konferansı’nda sunulan bir bildiride; 11 Eylül ve 
Irak Harekâtlarının akabinde, çok değişken bir hâl alan dünya petrol 
piyasalarının, ekonomiler için ciddi risk teşkil ettiği belirtilmiştir19. 

Bu konuda dünya enerji ajansının verilerine baktığımızda, 1999-2020 
arasında dünya petrol tüketiminin %60 artacağı ve bu artışın da büyük 
oranda gelişmekte olan ülkelerde olacağı öngörülmektedir. Enerji bir 
ülkenin gelişmesi, o ülkede yaşam kalitesinin temini için vazgeçilmez bir 
unsur ve aynı zamanda dünyada ekonomik anlamda en büyük 
sektördür. 
Hâlen dünyanın petrol üretiminin yaklaşık %30’u Orta Doğu kökenli iken bu oranın 2020’li yıllarda %60’ları geçeceği öngörülmektedir 20. Bu bağlamda ülkeler ekonomiyi, değişen ve asimetrikleşen tehdit ortamında, en öncelikli güvenlik sorunu olarak algılamaktadırlar. Eskiden uluslararası ilişkilerin konularına baktığımızda gündemi silahsızlanma antlaşmaları, yıldız savaşları, askerî yardımlar, nükleer denemeler, ideoloji ve devrim ihraçları gibi klasik, güvenlik odaklı konular, göze çarpmaktaydı. Günümüzde ise gümrük duvarlarının kaldırılması, kotalar, serbest ticaret, enerji temini ve benzeri ekonomi odaklı konular görülmektedir. ABD-Rusya arasındaki zirvede, en kritik 
konulardan biri YUKOS petrol şirketi olabilmektedir. 

Tüm bu enerji konuları beraberinde bir başka sorunu daha gündeme getirmiştir; enerjinin üretiminden pazarlanma ve taşınmasına kadar her alanda güvenilir bir ortam, yani enerji güvenliği ihtiyacı. Eskiden gelen sorunlar, Soğuk Savaş sonrası ortaya çıkan belirsizlik dönemi ve kaç kutuplu olacağına karar verememiş bu dünyada, ABD kendi güvenliği ve bu bağlamda enerji güvenliği sorununa küresel yaklaşmakta ve bunu temin için de dünyanın her tarafında 
konuşlanmakta dır. Chalmers JOHNSON Amerika’nın Üsler İmparatorluğu adlı makalesinde, resmî rakamlara göre ABD’nin ülke dışında 130 farklı ülkede toplam 702 üssü olduğunu belirtmektedir. Yazar bu büyük rakamın bile aslında gerçeği tam olarak yansıtmadığını, çünkü Pentagon’un, örneğin Kosova, Afganistan, Özbekistan, Kırgızistan, Irak, İsrail, Kuveyt ve Katar’daki üslerden, aynı raporda hiç bahsetmediğinin altını çizmektedir21. Bu durum gerek Çin gerekse Rusya tarafından doğal olarak ABD’nin çevreleme politikası22 olarak 
algılanmaktadır. ABD bu konuşlanması ile hem stratejik açıdan kendine rakip gördüğü ilk iki ülke olan Çin ve Rusya’yı Soğuk Savaş dönemine göre çok daha yakından çevrelemekte, ayrıca yine bu ülkeler açısından hayati öneme haiz enerji havza ve iletim güzergâhlarını kontrol altında tutabilmektedir. Ekonomik gelişmeyi ve bu sayede güce ulaşabilmeyi temin edebilmek için Rusya sahip olduğu enerjiyi satmak, Çin ise ihtiyaç duyduğu enerjiyi almak zorundadır. Bu her iki ülkenin ortak zayıflığıdır ayrıca Çin’in Doğu Türkistan, Rusya’nın ise Çeçenistan’daki sorunları bir diğer benzer sıkıntılarıdır. ABD mevcut konuşlanması ile aynı zamanda bu iki sorunlu bölgeye de yakın olarak söz konusu ülkeleri tedirgin etmektedir. 

Japonya ise Çin ve Rusya ile tarihten gelip hâlâ devam eden sorunları ve ABD ile yakın iş birliği nedeniyle bu oyuna farklı bir boyut katmaktadır. Enerjiye muhtaç olan Japon ekonomisi bu benzerlik sebebiyle Çin ile ortak bir çıkara sahip olması gerekir gibi görünür. Ancak zayıf askerî ve siyasi gücüne rağmen devasa ekonomik gücü üzerinden önce bölgesel sonra da küresel güç olma iddiasındaki Japonya için, benzer iddialara sahip Çin en dişli rakip konumundadır. Rusya ise hem Çin’e karşı denge sağlamak hem de enerji sağlayıcısı olması konumu ile Japonya açısından daha iş yapılabilir bir ülke konumundadır. 

Şimdi öncelikle, ABD’nin Irak Harekâtının neden ve nasıl Çin, Rusya, Japonya’yı ilgilendirdiğini, ardından da ABD’nin burada yapması muhtemel yeni hamlelerine karşı adı geçen ülkelerin takınabileceği tavırları anlatmaya çalışacağım. 


1. ABD’nin Irak Harekâtı Ve Çin 

a. Genel 

Dünyanın en büyük nüfusuna ve en hızlı gelişen ekonomisine sahip olan Çin, enerjiye olan ve hızla artan ihtiyacı sebebiyle, dünya enerji havzalarının merkezi sayılabilecek ve kendisi de önemli enerji kaynaklarına sahip Irak’ın, güç oyununda en büyük rakibi tarafından işgalinden etkilenmiştir. ABD’den sonra dünyanın ikinci büyük petrol tüketicisi olan Çin çok büyük oranda dışa bağımlıdır. 1993 yılına kadar kendi petrol kaynakları sayesinde petrolde dışa bağımlı olmayan Çin bu yıldan sonra yakaladığı yıllık ortalama %9 büyüme ile enerji ithal etmeye başlamak zorunda kalmış ve bugün bölgesinde Japonya’dan sonraki en büyük ithalatçı konumuna gelmiştir23. 

Irak Harekâtı sonrası artan petrol fiyatları en büyük darbeyi bu ülkeye vurmuş ve ayrıca İran ile yapmış olduğu enerji antlaşmalarının da riske girmesi durumu ortaya çıkmıştır. Ayrıca stratejik rakibi ABD’nin oyunda yeni bir taşı daha almış olması sıkıntısını arttırmıştır. ABD’yi engellemek için BM Güvenlik Konseyi’nde Irak’ın işgali için gerekli onayı vermemiş ancak bu pasif hamlesi yeterli olmamıştır. 


Harita-1 
 Irak Enerji Kaynaklarını Gösteren Harita 

 b. Birinci Senaryo: ABD’nin 2005 Yılı Sonuna Kadar Irak’tan Çıkması Durumunda Çin’in Muhtemel Tutumu 
 Bu durumun gerçekleşmesi ABD’nin dünya genelinde hâlen 
uygulamakta olduğu sert politikalardan ani bir geri dönüş yapması 
anlamına gelir ki bu pek olası görülmemektedir. Ancak gerçekleştiği 
faraziyesi ile yaklaştığımızda bu durumun Çin açısından en iyi durum 
senaryosu olduğunu söyleyebiliriz. Kurulacak bağımsız Irak Devleti 
ağırlıklı olarak Şii idarecilerin kontrolünde olacaktır. Hâlen İran ile yoğun 
ve iyi ilişkiler içinde olan Çin yönetimi bu referansla Irak ile de yakın 
ilişkiler kurma imkânına şu andan çok daha fazla kavuşacaktır. Ayrıca bu 
durumun dünya genelinde oluşturacağı görece olumlu havayla enerji 
fiyatlarının daha aşağıya düşmesi ve dünya ticaret hacminin özellikle 
savunma dışı alanlarda artması ihtimali de Çin açısından olumlu 
gelişmeler olacaktır. 

 c. İkinci Senaryo: ABD’nin 2006 Yılından İtibaren Kademeli Olarak Irak’tan Çıkması Durumunda Çin’in Muhtemel Tutumu 

Çekilmenin başlangıç yılının sarkabilmesi ihtimaline rağmen, 
gerçekleşmesi en muhtemel senaryodur. Bu durumda ABD genel olarak 
dünyadaki genel düzeni ve kısmen yumuşatarak eğilimlerini devam 
ettirmiş olacaktır. Çin kurulması muhtemel bir BM Güvenlik Gücü tarzı 
organizasyonda istekli olmasına rağmen önerilmesi muhtemel geri 
planda kalmış ve etkisiz bir pozisyon sebebi ile sadece dışardan destek 
olmakla yetinecektir. Buna karşın başta enerji ve inşaat konularında 
olmak üzere ülke içinde yatırımlar yaparak, güçlü olduğu ekonomik 
alanda ön plana çıkmak için çaba harcayacaktır. Enerji fiyatları yüksek 
seyrini koruyacak Çin ise burada oluşan kaybını ticaret ile telafi etmeye 
çalışacaktır. 

 ç. Üçüncü Senaryo: 2025 Yılı Ve Sonrası (ABD Irak’tan Çekilebilir Ancak Bölgeden Çekilemez) Durumunda Çin’in Muhtemel Tutumu 

ABD, klasik güç politikalarının devamı anlamına gelen bu 
senaryoda, dünyada fosil enerji kaynak kullanımının düşüş eğilimi 
göstermeye başlayacağı 2025 yılı civarına kadar Irak’ta kalarak Suriye, 
İran gibi çevre ülkelere de yayılıp enerji yanında diğer kritik konu olan 
jeopolitik konuşlanma yolu ile küresel hâkimiyetini pekiştirmeye 
çalışacaktır. Fiziki sınırları zaten ABD üsleri ile çevrelenmiş olan Çin ise, 
ekonomik güvenlik alanlarının da tek bir süper gücün elinde olmasından 
çok fazla memnun kalmayacaktır. Bu durum Çin’i, tarihsel 
sürtüşmelerine rağmen, çıkarlarının kesişeceği Hindistan’la, 
(muhtemelen Şangay İş Birliği Örgütü, ŞİÖ bünyesinde) iş birliğine yöneltecektir. 


2. ABD’nin Irak Harekâtı ve Rusya 

a. Genel 

Soğuk Savaş öncesinin iki süper, emperyalist gücünden biri olan 
SSCB’nin mirasçısı Rusya, gücünü sürdürememiş ancak, o dönemin 
benzeri yaklaşımlardan da vazgeçememiştir. Eskiden ABD ile problemi 
olan zayıf ülkeler, sırtlarını SSCB’ye dayardı, şimdi ise Rusya’ya 
dayama eğilimindedirler. Ancak Rusya şu an yaşadığı ekonomik, etnik 
ve idari sorunlar sebebiyle, selefinin etkinliğinden uzaktır. Yaptığı kısmi 
karşı çıkışlar, ABD’den aldığı birkaç ödünle genelde bastırılmaktadır. 
Irak olayında da başlangıçta karşı çıkmış, eski Irak hükümetiyle yaptığı 
milyarlarca dolarlık ticari antlaşmalarla elini kuvvetlendirmeye çalışmış, 
ancak neticede işgali sessiz kalarak kabullenmiştir. Bu işgal ve 
sonrasındaki süreç de Rusya’ya artan petrol fiyatlarıyla büyük bir çıkar sağlamıştır. 

 b. Birinci Senaryo: ABD’nin 2005 Yılı Sonuna Kadar Irak’tan Çıkması Durumunda Rusya’nın Muhtemel Tutumu 

Bu senaryo gerçekleştiği takdirde Rusya bu çekilmenin kendi karşı 
çıkışları ile gerçekleştiğini, süper güce karşı koyduğunu, bunun kendi 
zaferi olduğunu resmen olmasa da ilan edecektir. ABD’nin çekilmesi ile 
oluşacak boşlukta eski iyi ilişkilerini kullanarak Orta Doğu’da etkinliğini 
arttırmaya çalışacaktır. Tüm bu artılarına karşın bu durumda ortaya 
çıkacak petrol fiyatlarındaki muhtemel gerileme nedeniyle, Rusya gibi 
ekonomisi büyük oranda enerji satışından gelecek girdiye dayanan bir 
ülke için, bu senaryonun en iyi senaryo olduğunu söylemek zor olacaktır. 
Bu durumda Rusya’nın bu senaryonun gerçekleşmesine olanak 
sağlayacak girişimlerde bulunmasını, kısa vadede beklememek 
gerekmektedir. 

 c. İkinci Senaryo: ABD’nin 2006 Yılından İtibaren Kademeli Olarak Irak’tan Çıkması Durumunda Rusya’nın Muhtemel Tutumu 

Rusya açısından en iyi durum senaryosu da diyebileceğimiz bu 
senaryonun, muhtemel etkilerini incelediğimizde görüyoruz ki; Rusya 
hem bu kademeli çıkışta etkisi olduğunu iddia edebilecek, hem de aynı 
yüksek düzeyde seyretmesi muhtemel petrol fiyatları sayesinde kısa 
vadede ekonomik bir sıkıntı yaşamayacaktır. Bu durum, dünyada terörle 
etkin mücadele söylemini ön plana çıkaran eğilimin de devamı anlamına 
geldiği için, aynı zamanda Çeçenistan sorununun yakın zamanda tekrar 
gündeme gelmesine de engel olacaktır. 

 ç. Üçüncü Senaryo: 2025 Yılı ve Sonrası (ABD Irak’tan Çekilebilir Ancak Bölgeden Çekilemez) Durumunda Rusya’nın Muhtemel Tutumu 

Bu durum kısa vadede ekonomik açıdan Rusya’nın yararına bir tablo sergilerken, uzun vadede, hem ABD’nin çevreleme politikasının etkinliğini artırarak devamı ve bu 

kapsamda Rusya’nın etkinlik alanının daralması anlamına gelecek, hem de o dönemde ortaya çıkması muhtemel alternatif enerji kaynakları ülkeyi ekonomik sıkıntı içine 
sokabilecektir. Rusya bu süreçte bir yandan ekonomisini alternatif sektörlere kaydırarak çeşitlendirmek, öte yandan da ŞİÖ kapsamında, Çin ile birlikte, ABD’nin etkinliğini 

sınırlamaya çalışmak uğraşında olacaktır. Ancak ŞİÖ’de Çin’in lider konumu, bu durumdan pek de hazzetmeyen Rusya’nın, Orta Asya’da alternatif ve kendisinin lider 
olabileceği bir örgütlenme ihtiyacını doğurmuştur. Bu kapsamda, ŞİÖ’de bir problem çıkması durumunda, Şubat 2002'de Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan ve Tacikistan 

tarafından kurulan Orta Asya İş Birliği Örgütü’ne (OAİÖ) Ekim 2004’te katılan Rusya24, gelecekte başta Hindistan olmak üzere ilave ülkelerle, bu örgütü daha ön plana 
çıkartmak ve lider olduğu bir organizasyona sahip olmak isteyecektir. 

3. ABD’nin Irak Harekâtı ve Japonya 

a. Genel 

Küresel güç olma isteği duyan devletlerden biri de Japonya’dır. Şu an askerî harcamalar bakımından ABD’den sonra dünya ikincisi olan Japonya; İngiltere ve Fransa’dan 

bile büyük kara kuvvetlerine; ABD, Rusya, Çin ve İngiltere’den sonra en büyük beşinci deniz kuvvetlerine, dünyanın on ikinci büyük hava kuvvetlerine sahiptir25. 

Japonya’nın tekrar (her alanda) güçlenme isteğine karşı en büyük tepki eski düşmanı ve komşusu Çin ve sonra da daha üstü kapalı şekilde Rusya’dan gelmektedir. Bu 

durum ister istemez Japonya’nın genel olarak güç mücadelesinde, (en azından şimdilik) ABD’nin yanında yer almasına yol açmıştır. Bu kapsamda Japon hükümeti, Irak 

Harekâtında ABD’ye, kamuoyundan gelen olumsuz tepkilere26 rağmen asker dâhil her türlü desteği vermiştir. Kendisi de enerji ithal eden bir ülke olmasına rağmen 
Japonya enerji kontrolünün sadece Rusya ya da Çin’de olmasındansa, müttefiki ABD’de olmasını tercih etmektedir. 

 b. Birinci Senaryo: ABD’nin 2005 Yılı Sonuna Kadar Irak’tan 
Çıkması Durumunda Japonya’nın Muhtemel Tutumu 

ABD’nin bu ani çıkışı şu aşamada petrol fiyat avantajı, ticari gelişim gibi konularda Japonya lehine sonuçlar doğuracak olsa da, Çin’in çok daha fazla lehine bir durum 

oluşturacaktır. En büyük bölgesel rakibinin kendi önüne geçmesi yerine, ekonomik alanda belli bedeller ödemek, Japonya açısından daha cazip bir seçenektir. Ancak yine 

de bu durum gerçekleşirse Japonya, ticari yönden Irak ile ilişkilerini geliştirerek bölgede etkin olmaya çalışacak ve rakipleri kontrolündeki fosil enerji kaynakları yerine, 

yüksek teknolojik imkânları ile kendi kontrolünde olacak alternatif enerji kaynaklarına daha hızlı geçiş için uğraşacaktır. 

 c. İkinci Senaryo: ABD’nin 2006 Yılından İtibaren Kademeli Olarak Irak’tan Çıkması Durumunda Japonya’nın Muhtemel Tutumu 

Japonya için çok daha cazip görünen bu seçenek gerçekleşirse, Çin bir müddet daha frenlenebilecek, bu süreçte ülke ekonomik gücünün yanında askerî ve siyasi gücünü de 

geliştirme imkânına kavuşacaktır. 
Açıkça beyan etmeseler de Japonlar, orta vadede Çin ve Rusya gibi iki nükleer güce sahip komşusunu sebep göstererek, kitle imha silahlarına sahip olmaya çalışacaktır. 

ABD bu durumda muhtemelen Japonya’nın bu talebini diğer küresel rakiplerini dengelemek adına kabul edecektir. Irak’tan kademeli çıkış esnasında kurulabilecek barış 

gücü yapılanmalarında da, Japonya’yı yine aktif olarak görmek mümkün olacaktır. 

 ç. Üçüncü Senaryo: 2025 Yılı ve Sonrası (ABD Irak’tan Çekilebilir Ancak Bölgeden Çekilemez) Durumunda Japonya’nın 
Muhtemel Tutumu 

Bu durum kısa ve orta vadede Japon menfaatleri ile çelişmemektedir. Ancak uzun vadede birtakım problemler mevcuttur. 
Uzun vadede bu senaryonun sonu ABD’nin baskın olacağı tek kutuplu bir dünya düzenidir, bu durum ise gelecekte çok kutuplu dünyada küresel bir güç olma amacında bir 

ülke için, uygun değildir. Bu durumda 
da Japonya’nın ekonomik gücünü askerî ve siyasi bir güce dönüştürme çabaları devam edecektir. 

3. Sonuç 

Mevcut durum ve öngörülen senaryolar ışığında baktığımızda, geleceğin, Asyalı yeni güç merkezi adayları ile ABD arasında, tek-çok 
kutuplu dünya düzeni mücadelesi şeklinde geçeceğini söylemek, hiç de yanlış olmayacaktır. Uzun vadede bu mücadelede yeni yükselmeye başlayan güçlerin, hâlen zirvede 

olan güçlere göre avantajlı oldukları söylenebilir. Türkiye’nin burada yapması gereken ise uluslararası ilişkileri, güç mücadelelerini futbol takımı taraftarlığı gibi değil 

satranç gibi algılamak ve yürütmektir, aksi takdirde sık sık mat olmak işten bile değildir. 


KAYNAKÇA 

1. ADIBELLİ Barış, “Çin Halk Cumhuriyeti’nin Merkez-Çevre Denkleminde Tehdit Algılaması Ve Güvenlik Yapılanması”, Stratejik 
Araştırmalar Dergisi, Sarem Genelkurmay Askerî Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı Yayınları, Ankara, Sayı 3, Şubat 2004. 

2. BRZEZINSKI Zbigniew, Büyük Satranç Tahtası, (Çev. Ertuğrul Dikbaş, Ergun Kocabıyık), İstanbul, Sabah Kitapları, 1998. 

3. HUNTİNGTON Samuel P. Medeniyetler Çatışması, 3. bs., (çev. Mehmet Turhan, Y.Z. Cem Soydemir), İstanbul, Okuyanus Yayınları, 2004. 

4. JOHNSON Chalmers, “America's Empire of Bases”, (Çevrimiçi), http://japanfocus.org/article.asp?id=084, 29 Mayıs 2005. 

5. MCCORMACK Gavan, “Koizumi's Japan in Bush's World: After 9/11”,2004, (Çevrimiçi), 
http://www.japanfocus.org/article.asp?id=162, 29 Mayıs 2005. 

6. MUHTOROV Nurullo, DUBNOV Arkadi, “Çin'siz Fakat Rusya İle Birlikte”, Vremya Novostey, 19 Ekim 2004, (Çevrimiçi), 
http://www.gnkur.tsk/sarem/belgeler/2004/20ekim2004/guncel/makale/diger/cin_rusya.doc, 29 Mayıs 2005. 

7. ÖGÜTÇÜ Mehmet, “China’s Energy Security: Geopolitical Implications for Asia and Beyond”, Fifth Asian Security 
Conference“Asian and Chinese Security Issues in the Decade to 2011”, 26-29 January 2003, (Çevrimiçi), 
http://www.gasandoil.com/ogel/samples/freearticles/article_15.htm, 29 Mayıs 2005. 

8. PRİDEAUX Eric, “Japan's Iraq Conundrum(An Interwiew with Sakai Keiko)”, The Japan Times, Jan. 9, 2005, (Çevrimiçi), 
http://www.japanfocus.org/article.asp?id=196, 29 Mayıs 2005. 

9. THOMPSON Drew, “China's Global Strategy For Energy, Security, And Diplomacy”, (Çevrimiçi), 4/27/2005, 
http://www.asianresearch.org/articles/2581.html, 29 Mayıs 2005. 

BU BÖLÜM DİPNOTLARI;

18 Samuel P. Huntington, Medeniyetler Çatışması, 3. bs., çev. Mehmet Turhan, Y.Z. Cem Soydemir, İstanbul, Okuyanus Yayınları, 2004, s. 20. 
19 Mehmet Ögütçü, “China’s Energy Security: Geopolitical Implications for Asia and Beyond”, Fifth Asian Security Conference“Asian and Chinese Security Issues in the 

Decade to 2011”, 26-29 January 2003, (Çevrimiçi), 
http://www.gasandoil.com/ogel/samples/freearticles/article_15.htm, 29 Mayıs 2005. 
20 A.e. 
21 Chalmers Johnson, “America's Empire of Bases”, 2004, (Çevrimiçi), 
http://japanfocus.org/article.asp?id=084, 29 Mayıs 2005. 
22 Barış Adıbelli, “Çin Halk Cumhuriyeti’nin Merkez-Çevre Denkleminde Tehdit Algılaması Ve 
Güvenlik Yapılanması”, Stratejik Araştırmalar Dergisi, Sarem Genelkurmay Askerî Tarih ve 
Stratejik Etüt Başkanlığı Yayınları, Ankara, Sayı 3, Şubat 2004, s. 221. 
23 Drew Thompson, “China's Global Strategy For Energy, Security, And Diplomacy”, (Çevrimiçi), 4/27/2005, 
http://www.asianresearch.org/articles/2581.html, 29 Mayıs 2005. 
24 Nurullo Muhtorov, Arkadi Dubnov, “Çin'siz Fakat Rusya İle Birlikte”, Vremya Novostey, 19 Ekim 2004, (Çevrimiçi) 
http://www.gnkur.tsk/sarem/belgeler/2004/20ekim2004/guncel/makale/diger/cin_rusya.doc., 29 Mayıs 2005. 
25 Gavan McCormack, “Koizumi's Japan in Bush's World: After 9/11”,2004, (Çevrimiçi), 
http://www.japanfocus.org/article.asp?id=162, 29 Mayıs 2005. 
26 Eric Prideaux, “Japan's Iraq Conundrum(An Interwiew with Sakai Keiko)”, The Japan Times, Jan. 9, 2005, (Çevrimiçi), http://www.japanfocus.org/article.asp?id=196, 29 Mayıs 2005. 


***

23 Ekim 2018 Salı

ABD’NİN IRAK’TAN ÇIKIŞ SENARYOLARININ TÜRKİYE AÇISINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ VE BU BAĞLAMDA TÜRKİYE’NİN GELİŞTİRMESİ GEREKEN STRATEJİLER

ABD’NİN IRAK’TAN ÇIKIŞ SENARYOLARININ TÜRKİYE AÇISINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ VE BU BAĞLAMDA TÜRKİYE’NİN GELİŞTİRMESİ GEREKEN STRATEJİLER 

Yazan: Yrd.Doç.Dr. Gamze Güngörmüş KONA 

Strateji I : “2005 Yılı Sonuna Kadar Irak’tan Çıkmayacak Olan ABD” (Senaryo I) Karşısında Türkiye’nin Geliştirmesi Gereken 

Stratejiler (Strateji I); 

ABD’nin Irak’tan çıkış senaryoları kapsamında en olumlu senaryo 
olarak nitelendirebileceğimiz bu senaryoda, ABD’nin sadece 2005 yılı 
sonuna kadar Irak’ta kalacağı öngörülmektedir. Ancak, ABD bu kısa 
süreç içinde Irak’ın güvenliğini sağlamak, sivil yönetimi Irak halkı 
gözünde meşrulaştırmak, Irak’ın zaruri altyapı ihtiyaçlarını gidermek, 
Irak’taki federatif yapıyı koruyabilmek ve bu yapının ileride 
konfederasyona dönüşmesini engelleyebilmek adına Irak’taki etnik ve 
dinî gruplar arasında dengeye dayalı iş birliğini tesis etmek gibi 
amaçlarının tümünü gerçekleştiremeyeceği için yoğun bir çaba 
harcayacaktır. Bu senaryo; Irak’ın siyasal, sosyal ve ekonomik açılardan 
daha az sorunlu olmasını ve federatif yapısını korumasını sağlayacağı 
gibi; Türkiye’nin de ulusal güvenliğine, Irak ve Orta Doğu devletleri ile 
gelecekte geliştireceği ilişkilere ve Orta Doğu’daki siyasal duruşuna 
olumlu bir getiri sağlayacaktır. Bu nedenle bu senaryo karşısında 
tartışılması gereken temel konu; “Türkiye’nin bu senaryonun 
gerçekleşmesi için geliştirmesi gereken stratejiler neler olmalıdır” konusu 
olmalıdır. 

 1. ABD 2005 sonu gibi oldukça kısa bir zaman içinde Irak’tan 
çekileceği için, burada düzeni istediği biçimde şekillendiremeden gitmek 
durumunda kalacaktır. Ancak, ABD 2005 yılı sonunda Irak’tan 
çekildiğinde, Irak üzerindeki etkinliğini güvenlik açısından NATO, sosyal 
ve ekonomik açılardan ise BM üzerinden sürdürmeye devam edecektir. 
2005 sonrası Irak’ta güvenlik sorunlarını NATO üzerinden sağlayacak 
olan ABD, NATO üyesi Türkiye’den askerî ve lojistik destek talebinde 
bulunabilecektir. Bu durumda Türkiye’nin koşul olarak öne sürmesi 
gereken temel unsur; federatif yapının devamının sağlanması ve Kuzey 
Irak’taki Kürt gruplara Sünni ve Şiilere oranla daha fazla fırsat 
tanınmasının engellenmesi olmalıdır. 

 2. ABD 2005 sonunda Irak’tan çekildikten sonra İngiltere, Fransa, 
Almanya ve Japonya gibi devletler, özellikle ekonomik beklentilerle Irak 
üzerindeki hareket alanlarını geliştirmek isteyeceklerdir. Petrol bu 
bağlamda belirleyici faktör olacaktır. Türkiye’nin hedefi petro-politiğin 
merkezini Bağdat’ta tutmak, bu merkezin Kerkük’e kaymasını 
engellemek olmalıdır. 

 3. ABD 2005 sonunda Irak’tan çekilmeden önce hem Irak 
genelinde kendisine karşı olumsuz tavır alan grupları yatıştırmak hem de 
Irak işgali sonrasında dünya kamuoyundan gelen tepkileri gidermek 
adına, Irak’ın zaruri altyapı ihtiyaçlarını karşılama yoluna gidecektir. Bu 
aşamada Türkiye Türk firmaları vasıtası ile Irak’ta pek çok altyapı 
çalışmalarında yer almalıdır. 

 4. ABD 2005 yılı sonunda Irak’tan çekildikten sonra, Irak’ın 
içişlerine karışmamaları için bölge ülkelerinden Türkiye, İran ve Suriye 
ile belli anlaşmalar imzalama yoluna gidebilir. Bu noktada Türkiye’nin 
pazarlık masasında görüşmesi gereken en önemli konu, Kuzey Irak ve 
Kerkük-Musul olmalıdır. 

 5. Türkiye, ABD’nin 2005 yılı sonunda Irak’tan çekilmesinden 
sonra ardında bıraktığı federatif yapının konfederatif yapıya dönüşmesini 
engellemek için, Iraklı Şiilere ve Sünni Araplara özerkliklerini ancak 
federal yapı içinde koruyabileceklerini, konfederasyon tesis edildiğinde 
ise Kürtlerin bu yapı içinde dış devletlerin de desteği ile en etkin unsur 
olacağını anlatmalı, böylelikle Şiilerin ve Sünnilerin federatif yapıyı 
korumaları özendirilmelidir. 

 6. Konfederatif bir Irak’ta belirleyici unsur durumunda olacak 
Kürtler ile Orta Doğu genelinde müttefiklik ilişkisi geliştirmeyi planlayan 
İsrail’e, bu türden bir siyasal yapılanmanın uzun vadede Irak’ın yakın 
çevresi için bir tehdit unsuruna dönüşebileceği diplomatik bir dille izah 
edilmelidir. 

 7. ABD’nin 2005 yılı sonunda Irak’tan çekilmesinden sonra İran, 
Orta Doğu genelinde Iraklı Şiiler üzerinden revizyonist politikasını 
uygulamaya devam edecektir. Bu durumda Türkiye, İran’ı 
dengeleyebilecek devletler ya da gruplar ile ilişkilerini geliştirmelidir. 

 8. 2005 yılı sonu gibi kısa bir zaman içinde Irak’tan çıkacak olan 
ABD, Irak’ı istediği biçimde ve tam düzenleyemeden çıkacaktır. Bu 
tarihten sonra Irak üzerindeki kontrolünü tümü ile yitirmek istemeyecek 
olan ABD, Irak’ta bir üs oluşturacaktır. Bu üs; Irak’ta işler ABD’nin 
istediği biçimde gelişme göstermeyecek durumlarda devreye sokulacak 
ve bu üsse gerektiğinde askerî destek Türkiye’den talep edilecektir. 
Türkiye bu üssün hangi amaçlarla kullanılacağını net bir biçimde tespit 
etmeden, destek vermekten kaçınmalıdır. 

 9. Etnik unsurların çeşitliliği bakımından oldukça zengin bir ortam 
arz eden Orta Doğu coğrafyasında Sünni Araplar, Şii Araplar, Kürtler ve 
Türkmenlerden oluşan Irak’ın bu unsurların bağımsızlıklarını kazanarak 
parçalanması, diğer Orta Doğu devletlerine gayet olumsuz bir örnek 
teşkil edecektir. Orta Doğu genelinde siyasi nüfuzunu tam olarak tesis 
etmek isteyen ABD’ye Irak’ı örnek alıp, Orta Doğu genelinde bağımsızlık 
mücadelesine girişen çeşitli etnik unsurlarla mücadele etmesinin ne denli 
zor olacağı ciddi biçimde anlatılmalı ve böylece Kürtlere bağımsız bir 
devlet kurdurabilmek adına Irak’ı parçalamayı göze alan ABD’ye Orta 
Doğu genelinde büyük siyasi kayıplar verebileceği açıklanmalıdır. 


Strateji II : “2006 yılından itibaren kademeli olarak Irak’tan 
çekilecek olan ABD” (Senaryo II) Karşısında Türkiye’nin 
Geliştirmesi Gereken Stratejiler (Strateji II); 

Bu senaryo kapsamında ABD’nin 2006 yılından itibaren kademeli 
olarak Irak’tan çekileceği öngörülse de bu denli kısa bir süre içinde 
Irak’tan çekilecek olan ABD ardında; siyasal, etnik, ekonomik ve sosyal 
açılardan oldukça karmaşık bir Irak, etnik ve dinsel bazda parçalanma 
ihtimali kuvvetli bir Irak, yani konfederatif yapıya dönüşme ihtimali 
yüksek bir Irak bırakacaktır. Bu nedenle bu senaryo kapsamında 
tartışılması gereken temel konu; “Türkiye’nin etnik, dinî, ekonomik ve 
siyasal açılardan gayet karmaşık bir görünüm arz eden ve konfederatif 
bir yapıya dönüşme ihtimali gayet güçlü bir Irak karşısında geliştirmesi 
gereken stratejiler neler olmalıdır?” sorusu olmalıdır. 

 1. Konfederatif yapıya dönüşmesi muhtemel bir Irak kapsamında 
siyasal kazanımlarını artırmış Kürtler, siyasal avantaj sağlamaya çalışan 
Şiiler ve geçmiş dönemlerdeki siyasal üstünlüklerini korumaya çalışan 
Sünniler arasında belirmesi kuvvetle muhtemel ciddi çıkar çatışmaları 
karşısında Türkiye hiçbir grup, aşiret ya da parti ile iş birliğine 
girmemelidir. Orta Doğu toplumlarının genelinde gözlemlenen kaygan ve 
kırılgan yapı içinde mevcut dengeler kolaylıkla değişebildiği gibi mevcut 
stratejik ortaklıklar ve iş birlikleri de aynı kolaylıkla değişim 
gösterebilmektedir. Bu nedenle Türkiye her bir grup, aşiret ya da partiye 
eşit uzaklıkla durup, bunların yanında ya da karşısında tavır almamalıdır; 

 2. Konfederatif yapıya dönüşmesi muhtemel bir Irak’ta dış güçlerin 
desteği sayesinde diğer aşiret, grup ya da partiler karşısında daha fazla 
güç kazanması muhtemel Kürt oluşumların sınır ötesi operasyonlarını 
engelleyebilmek için Türkiye İran-Irak sınırını tümü ile kendi güvenlik 
kontrolüne almalıdır. Burada ifade edilmek istenen yayılmacılık değil 
sınır güvenliğinin sağlanmasıdır. 

 3. Türkiye Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde 
yaşayan Kürtlerin Konfederatif yapıya dönüşmesi muhtemel bir Irak 
kapsamında Kuzey Irak’ta güçlenen Kürt hareketine destek vermelerini 
engelleyebilmek için sistemle özdeşleşebilmelerini sağlamalıdır. Türkiye 
genelinde özellikle adı geçen bölgelerde yaşayan Kürtleri sisteme 
entegre etmenin en çabuk ve kalıcı yönteminin o bölgelerin 
ekonomilerini yükseltmek olduğu unutulmamalıdır. Bölgeye yönelik 
siyasi olmayan güvenliğin teminatı olarak görülen ve bu şekilde 
yapılacak yatırımlar olası güvenlik tehdidini kısa vadede giderecektir; 

 4. Bilindiği üzere, İsrail bölgedeki hareket alanını ABD’nin Irak’a 
düzenlediği operasyonun ardından oldukça genişletmiştir. Operasyonun 
ardından konfederatif yapıya dönüşmesi muhtemel bir Irak ortamında 
İsrail’e Irak ve Suriye’den gelebilecek tehditlerin nitelik ve niceliği de 
azalmış olacaktır. İstanbul’da iki sinagoga düzenlenen insanlık dışı 
saldırıların ardından, İsrail bölgede daha fazla ABD desteği 
sağlayabilecek ve daha rahat hareket edebilecektir. Türkiye bu türden bir 
İsrail karşısında İran ve Suriye ile ilişkilerini geliştirmeli ve İsrail’i, tehdit 
unsuru olarak saydığı bu iki Orta Doğu devleti ile göstermelik de olsa 
dengelemelidir; 

 5. İran, konfederatif yapıya dönüşmesi muhtemel bir Irak 
kapsamında Iraklı Şiileri yanına çekerek, değişen Orta Doğu 
dengelerinde tutunmaya çalışacaktır. Bu dengeler içinde tutunmayı 
başaran İran, bir süre sonra Orta Doğu genelinde revizyonist tavır 
alacaktır. Revizyonist bir İran’ın Türkiye’yi bocalatabilmek için Türkiye 
sınırları dâhilindeki Şii unsurları ve İslami motifleri kullanmayacağı 
söylenemez. Bu türden bir İran karşısında Türkiye Irak’taki Sünni 
Arapları ve ABD’yi birer dengeleyici unsur olarak kullanmalıdır; 

 6. Konfederatif yapıya dönüşmesi muhtemel ve merkezî otoritenin 
gücünü yitirmiş olduğu olası Irak gelecek ortamında petrol politikalarının 
merkezi otoritenin silikleştiği Bağdat’tan, bağımsız Kürt devletinin 
kurulma aşamasında olduğu, ya da kurulduğu Kuzey Irak’a kayacaktır. 
Bu türden bir ortamda Türkiye, Kafkasya bölgesinde Azerbaycan ve Orta 
Asya bölgesinde Orta Asya Türk Cumhuriyetleri ile ilişkilerini geliştirmeli 
ve petrol alışverişini bu bölgelerde yer alan ülkelerle gerçekleştirmelidir. 
Bu petro-politik Rusya Federasyonu’na rağmen değil, Rusya 
Federasyonu dikkate alınarak gerçekleştirilmelidir. 

 7. ABD’nin bölgeden ayrılmasının ardından karşılaşılacak olan 
konfederatif yapıya dönüşmesi muhtemel Irak ve karmaşık Orta Doğu 
ortamında, grup ve aşiretler arası iç savaş kuvvetle muhtemel 
gözükmektedir. Bu iç savaşa Türkiye duygusal ya da pragmatist; her ne 
sebeple olursa olsun asker göndererek, diplomatik yoldan destek 
vererek ya da anlaşmalar imzalayarak asla müdahale etmemelidir. Bu 
aşamada Mustafa Kemal’in Orta Doğu’ya ilişkin mesafeli tavrı düstur 
teşkil etmelidir; 

 8. ABD Irak’ı ve Orta Doğu bölgesini düzenlemeden ya da 
düzenleyemeden bölgeden uzaklaşmış olsa dahi Irak ve Orta Doğu’ya 
ilişkin politikalarından vazgeçmeyecek ve adı geçen devleti ve bölgeyi 
aynı bölgede yer alan güvendiği müttefiklerinin üzerinden yönlendirmeye 
devam edecektir. Bu aşamada, Türkiye de payına düşen sorumluluğu 
üstlenmiş olacaktır. Burada dikkat edilmesi gereken Orta Doğu’daki bazı 
devletlerle husumeti yoğunlaştırmadan ve yeni düşmanlar yaratmadan 
ABD’nin politikalarına aracı olmaktır. Denge önemlidir, çünkü Türkiye 
bölgede istediğini ABD’ye rağmen elde edemeyeceği gibi Arap Orta 
Doğusu’na rağmen de elde edemeyecektir. Ancak, olayların ve sürecin 
dışında kalmanın da Türkiye’ye bir getirisi olmayacaktır. 

Strateji III : “2025 ve sonrası Irak’tan çekilen ancak bölgede 
etkinliğini devam ettiren ABD” (Senaryo III) Karşısında Türkiye’nin 
Geliştirmesi Gereken Stratejiler (Strateji III): 

Bu senaryo kapsamında, ABD’nin 2025 yılından sonra Irak’tan 
çekileceği öngörülmektedir. Ancak, 2025 yılına dek Orta Doğu bölgesi 
genelinde ve Irak özelinde bu denli uzun bir süre varlığını devam 
ettirecek olan ABD, sadece Irak’ta değil tüm Orta Doğu bölgesi 
kapsamında siyasal, ekonomik ve sosyal ortamı kendisine en yüksek 
fayda sağlayabilecek ve en az zararla kapatabilecek bir şekle 
büründürecektir. 2025 yılına dek sürecek olan bir ABD hâkimiyeti 
neticesinde Irak özelinde üç net mikro senaryo ortaya çıkabilecektir: 

Birincisi, Irak özelinde 2025 ve sonrasında ortaya çıkabilecek en 
net mikro senaryo; ABD destekçisi ve ABD karşıtı ülkelerden oluşan bir 
Orta Doğu ve yine ABD karşıtı ve ABD yandaşı gruplardan oluşan 
ideolojik ve siyasal açılardan ikiye bölünmüş bir Irak olacaktır. Bu 
nedenle bu mikro senaryo kapsamında tartışılması gereken temel konu; 
“Türkiye’nin ABD karşıtı ya da yandaşı olmak üzere ideolojik ve siyasal 
açılardan ikiye bölünmüş bir Irak karşısında geliştirmesi gereken 
stratejiler neler olmalıdır” konusu olmalıdır. 

Kaynak:Maptown 


İkincisi, Irak özelinde 2025 ve sonrasında ortaya çıkabilecek ikinci 
mikro senaryo; bu süreç içinde Irak’ın siyasal, sosyal ve iktisadi 
politikalarını belirleyen iki başat devlet olacaktır; ABD ve müttefiki İsrail. 
Bu nedenle bu ikinci mikro senaryo kapsamında tartışılması gereken 
temel konu; “Türkiye’nin Irak’ın siyasal, sosyal ve iktisadi politikalarını 
belirleyen iki başat devlet ABD ve müttefiki İsrail karşısında geliştirmesi 
gereken stratejiler neler olmalıdır” konusu olmalıdır. 

Üçüncüsü, Irak özelinde 2025 ve sonrasında ortaya çıkabilecek 
üçüncü mikro senaryo; bu süreç içinde Türkiye Irak politikalarından 
uzaklaştırılacaktır. Bu nedenle bu üçüncü mikro senaryo kapsamında 
tartışılması gereken temel konu; “Irak politikalarından uzaklaştırılan 
Türkiye’nin bu durum karşısında geliştirmesi gereken stratejiler neler 
olmalıdır” konusu olmalıdır. 

 1. “Türkiye’nin ABD karşıtı ya da yandaşı olmak üzere ideolojik ve 
siyasal açılardan ikiye bölünmüş bir Irak karşısında geliştirmesi gereken 
stratejiler neler olmalıdır?” 

 a. NATO üyeliği kimi kesimlerce şiddetle eleştirilmiş olsa dahi 
Soğuk Savaş döneminde NATO kapsamında ABD’nin politikalarına 
uygun davranması Türkiye’nin başta savunma ve güvenlik olmak üzere 
pek çok alanda kazançlı çıkmasını sağlamıştır. Bu bağlamda, gelecekte 
Orta Doğu genelinde olası bu türden bir ortam karşısında Türkiye, 
ABD’nin safında yer alarak politize ve polarize duruma gelen Orta Doğu 
bölgesinde Türkiye karşıtı grup karşısında güçlenecektir. Türkiye’nin 
kendisine karşı olan Orta Doğu ülkeleri ile mücadelesinin, kendisine 
karşı olan ABD ile mücadelesinden daha kolay olacağı unutulmamalıdır; 

 b. Gelecekte ABD yanlısı ve ABD karşıtı olarak bölünmüş olası 
Orta Doğu ortamında, Türkiye Orta Doğu’da yer alan hiçbir devletin reel 
anlamda yanında yer almamalıdır. İleride bu gruplar arasında 
oluşabilecek uzlaşı karşısında Türkiye her iki tarafın da olumsuz 
uygulamalarına maruz kalabilir; 

 c. İdeolojik açıdan ikiye bölünmüş Orta Doğu senaryosunda ABD 
yanlısı Orta Doğu ülkeleri ve ABD karşıtı Orta Doğu ülkeleri birbirleri 
karşısında siyasal, askerî ve ekonomik yönlerden güçlenebilmek adına 
bölge dışından kendilerini her açıdan destekleyecek yeni müttefikler 
edinme yoluna gideceklerdir. Türkiye bu süreçte, Orta Doğu’ya bazı Orta 
Doğu devletlerini sözde desteklemek amacı ile gelen Avrupa 
devletlerinden bazılarının desteğini kazanma yoluna gitmelidir. Böylece, 
Türkiye Orta Doğu’dan gelen ve gelecek olan tehditleri bu dış devletlerle 
geliştireceği ortaklıklarla bertaraf edebilecektir; 

 ç. Orta Doğu bölgesine Batı’nın tekrar yerleşmesi ile birlikte ilk 
aşamada bu gelişmeyi protesto etmek daha sonraları ise bu gelişme 
karşısında direnebilmek için bölgede İslami kökten dincilik yükselecektir. 
Orta Doğu’da böylesi bir kıpırdanma Türkiye sınırları dâhilindeki bu 
türden İslami oluşumları tetikleyecektir. Bu olası gelişmeyi 
engelleyebilmek için Türkiye’de tespit edilmiş olan yasa dışı İslami 
oluşumlar, bunlara yardım ve yataklık eden kişi ya da kişiler ciddi bir 
istihbarat faaliyeti ve operasyonla kökten temizlenmeli, bunun da 
ötesinde Türkiye’deki iktidarların laik, demokratik ve Atatürkçü çizgiden 
uzaklaşması engellenmelidir; 

 d. İdeolojik açıdan ikiye bölünmüş Orta Doğu senaryosuna paralel 
olarak değişecek olan Orta Doğu güç dengelerinde Türkiye, Orta Doğu 
bölgesine ilişkin politikalarına Orta Doğu’daki gruplaşmanın herhangi 
birinde yer alarak değil, ABD ya da bölgeye gelen Avrupa devletleri 
üzerinden yön vermelidir. Aksi takdirde Orta Doğu politik batağının içine 
sürüklenebilir. Oysa yabancı devletlerin Türkiye’den talepleri hiç 
bitmeyeceği için ilişkiler karşılıklılık esasına dayanacak ve daha sağlıklı 
olacaktır; 

 e. İdeolojik açıdan ikiye bölünmüş Orta Doğu senaryosunda, Orta 
Doğu bölgesinde yer alan bir grubun bir diğerine karşı güçlenme 
stratejisi doğrultusunda edinilen yeni müttefiklerin Türkiye’ye yönelik 
duruşları ve Türkiye’yi algılama biçimi de bu süreçte büyük önem arz 
etmektedir. Bölge ülkelerince bölgeye davet edilen Avrupalı müttefiklerin 
Türkiye ile geliştirecekleri ilişkinin belirleyici unsuru Kuzey Irak Kürtleri 
olacaktır. Bu aşamada, hem Avrupa devletlerinin hem de ABD’nin çeşitli 
dönemlerde farklı amaçlarını gerçekleştirmek için Kürt kartını 
kullandıkları gerçeği akılda tutularak, Kuzey Irak’ta kurulacak bir Kürt 
devletine bölgeye gelen ABD ve Avrupa devletleri tarafından destek 
verildiğinde, Türkiye bu konu bağlamındaki karşıt duruşunu 
değiştirmemelidir. 

 2. “Türkiye’nin Irak’ın siyasal, sosyal ve iktisadi politikalarını 
belirleyen iki başat devlet ABD ve müttefiki İsrail karşısında geliştirmesi 
gereken stratejiler neler olmalıdır?” 

Geliştirilecek olan stratejilerde dikkate alınması gereken başlıca 
aktör İsrail’dir. ABD’nin yardımları ile Orta Doğu genelinde kendisi için 
potansiyel tehdit yaratan devletlerin sırayla elimine edildiğini, Kuzey 
Irak’ta bir Kürt devletinin kurulma aşamasında olduğunu ve yol 
haritasının ABD tarafından tereddütsüz rafa kaldırıldığını gören İsrail, 
ABD ile birlikte Orta Doğu jeopolitiğinin ve jeostratejisinin tek belirleyicisi 
olacaktır. Türkiye’nin bu doğrultuda İsrail’in etkinliğini kırabilmek için 
geliştirmesi gereken stratejiler şu şekilde özetlenebilir. 

 a. Bilindiği gibi İsrail’in 1991 yılını takip eden süreçte Orta Asya 
Cumhuriyetleri ile ciddi ticari bağlantıları bulunmaktadır. Orta Asya 
Cumhuriyetleri ile iyi ilişkiler kapsamında, Türkiye bu cumhuriyetlere 
İsrail ile mevcut ticari ilişkilerini hafifletmelerini önermelidir. Ancak, bu 
teklifi getirirken Türkiye’nin bu cumhuriyetleri tatmin edici birtakım öz 
kaynaklara sahip olması gerekmektedir; 

 b. İstihbarat faaliyetleri yoğunlaştırılmalıdır; 

 c. Mevcut durumda potansiyel İsrail aleyhtarı durumda bulunan 
Arap devletleri ve İsrail’in direkt karşısına alacağı Suriye ile ilişkiler, 
ABD’yi karşımıza almayacak ölçüde, İsrail’e karşı “stratejik ortaklığa” 
kaydırılmalıdır. Böylelikle, olası İsrail-Ermenistan-Rusya Federasyonu 
stratejik üçlüsü karşısında Arap devletleri-Türkiye stratejik ortaklığı 
oluşturulmalıdır. 

 3. “Irak Politikalarından Uzaklaştırılan Türkiye” Senaryosu Karşısında Türkiye’nin Geliştirmesi Gereken Stratejiler 

İlk bakışta gayet olumsuz gibi algılanan bu senaryo karşısında 
Türkiye, Orta Doğu’ya ilişkin politikalarını kendi ulusal güvenlik 
endişelerine uygun olarak, bağımsız bir biçimde geliştirme imkânına 
sahip olabilir. Bugüne dek ABD başta olmak üzere, batılı bazı devletlerin 
isteklerini dikkate alarak geliştirdiği ve bu nedenle oldukça sınırlı olan 
Orta Doğu’ya ilişkin hareket alanı Orta Doğu’dan politik anlamda 
uzaklaştırılması ile özgürleşip, genişleyebilir. Bu bağlamda Türkiye, 

 a. Suriye, yeni Irak ve İran’a ilişkin dış politik önceliklerini yeniden 
belirlemelidir; 

 b. Kuzey Irak’ta bir Kürt devleti yapılanmasına ilişkin olarak 
kendisini Orta Doğu’dan dışlayan ABD’nin ve bu olası Kürt devletine yeni 
bir müttefik edinmek uğruna sınırsız prim veren İsrail’in isteklerini dikkate 
almaksızın, sadece kendi güvenlik kaygıları doğrultusunda kendi Kuzey 
Irak politikasını geliştirmelidir. Bu özgün Kuzey Irak politikası 
kapsamında geniş çaplı sınır ötesi operasyonlar, istihbarat çalışmaları 
ve çeşitli yaptırımlar uygulanmalıdır. Bu politika doğrultusunda 
Türkmenlere özel bir önem verilmeli ve bölgedeki Türkmen unsuru 
Türkiye’nin o bölgedeki politik ayağını oluşturmalıdır; 

 c. Orta Doğu’dan uzaklaştırılan Türkiye’nin bu bölge devletleri ile 
olan petrol alışverişi ve ekonomik ilişkileri de zedelenecektir. Bu iki 
hususu telafi etmek amacı ile Türkiye’nin yönelebileceği en yakın ve en 
verimli coğrafya Orta Asya’dır. Orta Asya devletleri ile geliştirilecek çok 
yönlü ekonomik ilişkiler, petrol hususundaki endişeleri de uzun vadede 
giderecektir; 

ABD’nin Irak’tan çıkış senaryoları bağlamında Türkiye’nin 
geliştirmesi gereken stratejilerin tartışıldığı bu son bölümde; ABD’nin 
Irak’a düzenlediği operasyon ve Irak’ta yapılan seçimlerin ardından Orta 
Doğu’nun yeniden şekillendirileceği açıktır. Bu yeniden şekillendirme 
esnasında ve sonrasında ise hem Orta Doğu’da yer alan devletlerin 
jeopolitiğini hem de Türkiye’nin kendi ulusal güvenliğini risk altında 
bırakacak bazı yeni unsurların ortaya çıkması kuvvetle muhtemeldir. 
Yapılması gereken; Türkiye’nin bu süreci en az kayıpla 
tamamlayabilmesi için akılcı, güvenilir ve somut sonuç verecek olan bir 
dizi strateji belirlemesi ve uygulamaya koymasıdır. 


***

MUHTEMEL SENARYOLAR DÂHİLİNDE AVRUPA BİRLİĞİ PERSPEKTİFİNDE ALMANYA VE FRANSA’NIN İNCELENMESİ

MUHTEMEL SENARYOLAR DÂHİLİNDE AVRUPA BİRLİĞİ PERSPEKTİFİNDE ALMANYA VE FRANSA’NIN İNCELENMESİ 

Yazan: P.Ütğm. Ahmet SAPMAZ 


Amerika Birleşik Devletleri, yirminci yüzyıl boyunca Avrupa 
kıtasına totalitarizmin iki farklı versiyonu olan nazizm ve komünizm gibi 
iki büyük tehlikeden kurtulma konusunda büyük destek sağlamış ve 
Avrupa’da özgürlük ve barış güvence altına alınmıştır. Soğuk Savaş 
dönemi boyunca ortak tehdit temelinde geliştirilen transatlantik ilişkiler 
çok istikrarlı bir seyir izlemiştir. Bu dönemde Batı Avrupa devletleri, 
çıkarlarının artık çatışma ile değil; uzlaşı, şeffaflık ve rekabet ile 
korunabileceği öngörmüşlerdir. 1952 yılında Avrupa Kömür Çelik 
Teşkilatı’nın(AKÇT) kurulmasıyla başlayan süreç, çeşitli aşamalardan 
geçerek ve ekonomik alanda büyük başarılar kazanılarak, Soğuk Savaş 
dönemi boyunca sürmüştür. 9 Kasım 1989’da Berlin Duvarı’nın yıkılışı, 
bunu takip eden iki Almanya’nın birleşmesi(3 Ekim 1990) ve SSCB’nin 
dağılması(26 Aralık 1991) uluslararası güç dengesini bütünüyle alt üst 
etmiştir. Yaklaşık yarım yüzyıl süren Soğuk Savaş, kan dökülmeden 
demokrasinin komünizme karşı zaferiyle son bulmuş; ABD uluslararası 
sistemde rakipsiz ve tek küresel güç konumuna gelmiştir. Soğuk Savaş 
döneminde kurulan iki kutuplu sistemin yıkılması ile Kuzey Amerika ve 
Avrupa dışında neredeyse dünyanın her yerinde tehlike, kaos ve 
istikrasızlıklar baş göstermiştir. Bu dönemde Avrupa Birliği ülkeleri, 
ekonomik birlikteliklerini ve bu alandaki başarılarını, siyasi ve askerî 
boyuta taşıma konusunda hemfikir olmuşlar ve Maastricht Antlaşması ile 
bu süreci başlatmışlardır. Avrupalılar sahip oldukları büyük ekonomik 
gücün uluslararası sistemde etki yaratabilmesi için siyasi irade ve askerî 
güç ile desteklenmesi gerektiğinden yola çıkarak, AB’nin Ortak Dış ve 
Güvenlik Politikası(ODGP) sürecini başlatmışlardır. Bu gelişmeler 
esnasında bazı Batı Avrupa devletleri tarafından transatlantik ilişkilerin 
çerçevesi ve bu ilişkinin kurumsal ayağını oluşturan NATO 
sorgulanmaya başlanmıştır. Avrupalılar siyasi ve askerî açıdan ABD 
himayesinden kurtulup kurtulmama; yani AB’nin önümüzdeki dönemde 
uluslararası sistemde oynayacağı rol konusunda karar verme noktasına 
gelmişlerdir ve bu süreç hâlen devam etmektedir. Soğuk Savaş’ın 
bitimiyle ortaya çıkan tehditler güvenlik mülahazalarını yeniden 
şekillendirirken, 11 Eylül 2001’de ABD’nin uğradığı saldırı uluslararası 
sistemi derinden etkilemiştir. Artık Avrupa’nın savunulması ve güvenliği 
ABD için birinci öncelik olmaktan çıkmıştır. Çünkü yüzyıllar sonra 
Avrupa, dünyanın en güvenli toprakları hâline gelirken, şimdiki hedef 

ABD’nin kendi toprakları olmuştur. 20 Eylül 2002 tarihinde açıklanan 
yeni ulusal güvenlik stratejisi, ABD’nin güvenlik ve dış politika 
parametrelerinde önemli değişiklikler meydana getirmiştir. Stratejiye 
göre potansiyel tehdit oluşturan, ileride problem çıkarabileceği 
düşünülen her oluşum veya ülke önleyici darbe kavramından yola 
çıkılarak hedef hâline gelebilecektir. 11 Eylül sonrası ABD’nin değişen 
uluslararası ilişkiler ve dış politika konsepti, Avrupalı müttefiklerini 
rahatsız etmiştir. Transatlantik ittifakta son yıllarda meydana gelen 
kırılmanın nedenini Avrupa ve ABD’nin farklı dünya görüşlerinde aramak 
gerekmektedir. Bu farklılıklar şu şekilde sıralanabilir: 


 1. ABD, dünya düzenini kendi ulusal çıkarları ve değer yargıları 
çerçevesinde tanımlarken, Avrupalılar bu düzenin çok taraflı çabalar ve 
çıkarların uyumlulaştırılması ile sağlanacağını düşünmektedirler. 

 2. ABD değer yargılarına göre uyguladığı politikalarda uluslararası 
hukuk ve organizasyonları ikinci derecede önemserken, Avrupalıların 
çoğu uluslararası hukuk ve organizasyonları politikalarının merkezinde 
görmektedir. 

 3. ABD devamlı olarak üstün askerî gücünü politikalarının bir 
aracı olarak kullanırken, Avrupa çok zorunlu hâller dışında askerî güç 
kullanımına karşı çıkmakta ve diplomasiyi savunmaktadır. Bunda 
Avrupa’nın askerî kapasite eksikliği ve etkin savaş karşıtı kamuoyunun 
rolü vardır. 

Hâlen Avrupa ve ABD arasında politika farklılıklarından 
kaynaklanan uyuşmazlıklar şunlardır: 

. ABD’nin, Uluslararası Ceza Mahkemesine taraf olmaması, 
. ABD’nin, Kyoto protokolüne taraf olmaması, 
. Fakir ülkelerin borçlarının silinmesi için İngiltere ve Fransa’nın 
aldığı inisiyatife sıcak bakmaması, 
. Çin’e yönelik uygulanan silah ambargosunun kaldırılması 
konusundaki görüş ayrılıkları olarak sıralanabilir. 


Özelikle Irak krizi ile başlayan süreç, transatlantik ilişkilerin 
tarihindeki en önemli sarsıntılardan birini yaşamasına sebep olmuştur. 
Çok eski mazisi olan Transatlantik ilişkiler, ortak hareket etme 
noktasında kesintiye uğramıştır. 

Irak Savaşı öncesi ve sırasında Avrupa’da bir bölünme yaşanmış, 
Avrupa’nın büyük ülkelerinden Fransa ve Almanya savaşa karşı 
çıkarken İngiltere, İtalya, İspanya ile birlikte 2004’te AB’ye üye olan 
Doğu Avrupa ülkelerinin çoğu ABD’ye destek vermiştir. ABD Savunma 

Bakanı Donald Rumsfeld’in, Fransa ve Almanya’yı “eski Avrupa”, 
ABD’ye destek veren ülkeleri ise “yeni Avrupa” olarak adlandırması, 
transatlantik ilişkilerinde yeni bir dönemin ifadesi sayılmıştır. 


İşgal Bölgeleri: 
Kaynak:http://photos1.blogger.com 

Fransa ve Almanya’nın Irak Savaşı’nda karşı cephede yer 
almalarının nedenleri incelendiğinde; Almanya ve Fransa, Irak’ın, 
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararları gereğince uluslararası 
yükümlülüklerini yerine getirmesini, askerî müdahalenin sorunu çözmek 
için tek seçenek olmadığını, uluslararası boyutta uygulanacak siyasi, 
politik ve ekonomik yaptırımlarla zaman içerisinde sonuca ulaşılabileceği 
yönünde bir politika izlemişlerdir. Avrupalı müttefikler Birleşmiş Milletler 
silah denetçilerinin yaptığı çalışmaların kesin bir sonuca varılana kadar 
sürdürülmesini istemişler, El Kaide terör örgütü ile Irak arasında bağlantı 
kurularak müdahaleye meşruiyet kazandırma girişimini şüpheyle 
karşılamışlardır. Ayrıca Saddam Hüseyin rejiminin devrilmesinden sonra 
bölgede istikrarın yeniden sağlanabilmesine kuşkuyla bakılmış, Orta 
Doğu’da daha köklü sorunlar varken Irak’a yapılacak askerî bir 
müdahalenin bölgeyi daha fazla istikrarsızlığa sürükleyeceğini öne 
sürmüşlerdir. 

Fransa’nın Irak politikasına etki eden faktörleri incelediğimizde; 

1. Fransız Dış Politikasının Genel Karakteristiği 

Fransız dış politikasının ana ilkesi devamlı surette dünyada ve 
Avrupa’da aktif bir rol almaktır. Fransa bu siyaseti uygularken politik 
olarak birliğini sağlamış, askerî bakımdan güçlü ve ortak dış politika 
izleyebilen bir Avrupa’yı amaç edinmektedir. Ayrıca demokratik 
prensiplere ve kendisinin de Güvenlik Konseyi daimi üyesi olduğu 
Birleşmiş Milletlere büyük önem vermektedir. Fransa, dünya 
zenginliğinin %3’ünü üretirken, Birleşmiş Milletler bütçesinin % 6’sını 
karşılamaktadır. 

2. Geçmişte Fransa İle Irak Arasındaki İlişkiyi Destekleyenler 

1991’de Mitterand’ın Çöl Fırtınası Harekatına katılma kararı, 
Fransız politik ve entelektüel çevrelerinde büyük bir kargaşaya yol 
açmıştır. Savunma Bakanı bu karara tepki olarak istifa etmiştir. Bu 
reaksiyonun sebebi, Fransa’daki bazı çevrelerce Amerika’nın bu krizi 
jeopolitik ve ekonomik çıkarlarını korumayı amaçlayan yeni bir dünya 
düzeni yaratmak için fırsat olarak değerlendireceğinin düşünülmesidir. 
Diğer bir önemli faktör de Fransa’nın geleneksel olarak Arap yanlısı dış 
politika izlemesidir. Fransa Irak’ı, İran’ın yaydığı tehlikeye karşı laik ve 
dengeleyici bir güç olarak görmektedir. Fakat Fransa ile Irak arasındaki 
özel ve yakın ilişkiler, Fransa’nın Körfez Harekatına katılmasıyla sona 
ermiştir. 

3. Ekonomik Çıkarlar 

Bazı Fransız firmalarının diğer Avrupalı ve Amerikalı ortakları gibi 
Irak’la ticari ilişkilerin sürdürülmesinde ekonomik çıkarları vardır. Fakat 
tüm bunlara rağmen Irak, Fransa’nın büyük bir ticaret ortağı olmaktan 
uzaktır. Irak, Fransa’nın ihracatında %0.15 pay ile 60’ıncı, ithalatında ise 
%0.30 pay ile 30’uncu sıradadır. Fransa, Irak petrolünün % 8’ini ithal 
etmektedir. Bir karşılaştırma açısından bu oran Amerika için %40’dır. 
Fransa 1.8 milyar Euro ile Rusya, Japonya, Almanya, ve Amerika’dan 
sonra Irak’ın beşinci büyük kreditörüdür. 

4. Kamuoyu Ve Medya 

Kamuoyu görüşü Fransa’nın Irak politikası üzerinde giderek artan 
bir etkiye sahiptir. Washington’un tek taraflı politikaları, Amerikan karşıtı 
düşüncelerin Fransa halkı arasında yayılmasına neden olmuştur. Bu 
düşünceler medya ve basın tarafından da paylaşılmaktadır. Ayrıca 
Fransa’da yaşayan Müslüman azınlığın bu süreçte etkisi vardır. Bölgede 
İsrail ile Filistin arasında uzun süredir devam eden sorunlar 
çözülemeden Irak’a karşı yapılan müdahale, Müslüman azınlık 
tarafından Arap Dünyasına yapılmış ayrı bir saldırı olarak görülmektedir. 
Görüldüğü gibi Fransa’nın Irak politikasının oluşumuna birçok faktör etki 
etmiştir ve etmektedir. Bunlar içerisinde en önemli olanı ise uluslararası 
hukuka saygı, güç kullanımının meşruluğu faktörüdür. Fransa’ya göre 
Irak Savaşı gerekli olan bir savaş değildir, birçok çözüm seçeneği 
arasından savaş tercih edilmiştir. 

Almanya’nın Irak politikasına etki eden faktörleri incelediğimizde ise; 

1. Alman Dış Politikasının Genel Karakteristiği 

Almanya 20’nci yüzyılda yol açtığı iki dünya savaşı nedeni ile kötü 
olan imajını düzeltmek maksadıyla uluslararası kuruluşlar ve toplumla 
olan ilişkilerine büyük önem vermektedir. Almanya ittifaklara açık ve 
uzlaşmacı bir tavır sergilerken, uluslararası politikada daha fazla 
sorumluluk üstlenmek istemektedir. 

2. Tarihî ve Politik Kültür 

Almanya, geçmişte iki büyük dünya savaşına yol açan yayılmacı 
güç politikalarından ötürü travma yaşamış bir ulustur. Alman halkı bu 
politikanın getirdiği felaket ve yıkıntıyı hâlâ zihinlerinde barındırmaktadır. 
Bu nedenle Almanların ülkelerinin askerî bakımdan tarihte olduğu gibi 
tekrar güçlenmesi ve askerî gücün politikanın aracı olarak kullanılması 
konusunda çekinceleri vardır. 

3. Yerel Politik Yönelimler 

Almanya hâlen Sosyal Demokrat Parti ve Yeşillerin oluşturduğu 
merkez sol bir koalisyon hükümeti tarafından yönetilmektedir. Bu 
hükümet barışa ve çok taraflılığa sıkı sıkıya bağlı ve askerî güç 
kullanımını seçenek dışı bırakan bir politika izlemektedir. Hükümet 2002 
yılında yapılan ve tekrar iktidara geldiği genel seçimler öncesi, Irak 
Savaşı’na tamamıyla karşı çıkarak kamuoyundaki desteğini arttırmıştır. 
Alman halkı da Irak Savaşı’na büyük bir çoğunlukla karşı çıkmış ve 
hükümetin ABD karşısında izlediği politikayı büyük oranda 
desteklemiştir. 

4. Ekonomik Çıkarlar 

Irak, Almanya’nın dış ticaretinde küçük bir öneme sahiptir. Irak, 
365 milyon euro ile Almanya’nın ihracatında 79. sırada, 2.1 milyon euro 
ile Almanya’nın ithalatında 179. sıradadır. 
Almanya ve Fransa her ne kadar savaş öncesi müdahaleye karşı 
çıkmışlarsa da, savaş sonrası oluşan de facto durumu kabul etmek 
zorunda kalmışlardır. Almanya ve Fransa, Birleşmiş Milletler kontrolünde 
Irak’ta egemenliğin en kısa sürede Irak halkına devredilmesi konusuna 
önem vermektedirler. İki ülke ABD ile Irak’ın demokratik, istikrarlı ve 
barışçı bir ülke olarak yeniden yapılandırılması hususu ile Irak güvenlik 
güçlerinin NATO tarafından eğitilmesi ve Irak ekonomisinin geliştirilmesi 
konularında, ortak irade belirlemişlerdir. Bu çerçevede BM Güvenlik 
Konseyi’nce kabul edilen 1511 ve 1546 sayılı kararlar ile Irak’taki çok 
uluslu güce meşruiyet kazandırılmış ve Irak’ta egemenliğin devri ve 
politik geçiş süreci takvime bağlanmıştır. Almanya ve Fransa, Irak’ta 
yapılan seçimleri ve sonuçlarını olumlu karşılamıştır. Bush yönetimi ile 
Avrupa arasında Irak’a ilişkin sorunlar yakından izlendiğinde, temelde 
görüş ayrılığı bulunmadığı görülmektedir. Ortak unsurların en önemlisi 
Irak’ta istikrarın sağlanmasıdır. Birbirlerinden ayrıldıkları önemli nokta 
ise; bu hedefe hangi yöntemle varılacağı konusudur. Bush güç 
kullanmaya, Avrupa ise diplomatik yolların kullanılmasına öncelik 
vermektedir. Bush Avrupa’dan asker yardımı istemişse de, onun yerine 
Irak Ordusu mensuplarının, polis ve yargıçlarının eğitimi için NATO’dan 
tam destekle yetinmek zorunda kalmıştır. NATO’da alınan kararlar 
neticesinde güvenlik görevlilerinin eğitimi için, Fransa ve Almanya dâhil 
AB’nin, ABD’nin Irak politikasına en fazla şüpheyle bakan ülkeleri de 
sorumluluk üstlenmeyi kabul etmiştir. Örneğin, Fransa Ürdün’de, 
Almanya ise Birleşik Arap Emirlikleri’nde, Irak güvenlik görevlilerine 
eğitim verecektir. 

Günümüze kadar olan gelişmeler ve mevcut parametreler dikkate 
alınarak Almanya ve Fransa’nın senaryolar dâhilinde incelenmesine 
geçildiğinde; 

BİRİNCİ SENARYO: ABD’nin 2005 Yılı Sonuna Kadar Irak’tan Çıkması 

Almanya ve Fransa ittifakı, ABD’nin Irak’tan güvenliği ve istikrarı 
sağlamadan çekilmesine karşıdırlar. Çünkü güvenlik ve istikrar 
sağlanmadan ABD’nin Irak’tan çekilmesi, bölgenin daha da 
istikrarsızlaşmasına yol açacak ve ABD’nin geride bıraktığı güç 
boşluğunu dolduracak bir aktör bulunamayacaktır. 

Almanya ve Fransa, ABD’nin Irak’ta güvenliği ve istikrarı 
sağladıktan sonra Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 1546 sayılı 
kararı gereğince ve Irak hükümetinin talepleri doğrultusunda ülkeden 
çekilmesini destekleyeceklerdir. Irak’tan, ABD’nin önderliğindeki çok 
uluslu gücün çekilmesinden sonra, ülkede Birleşmiş Milletler’in 
günümüzden daha aktif rol üstlenmesini talep edeceklerdir. Irak 
hükümetine gerek ülkenin yeniden inşası için gerekse de politik geçiş 
süreci için her türlü desteği başta Avrupa Birliği olmak üzere, 
uluslararası örgütler ve sivil toplum örgütleri vasıtasıyla sağlayacaklardır. 
Avrupalı müttefikler bu politikayı izlerken, bölgede ABD’nin zedelenmiş 
imajı nedeniyle ülke yönetimi ve halk tarafından tercih edilen bir 
konumda bulunacaklardır. 

Fransa ve Almanya’nın bu süreçte Irak politikalarında radikal bir 
değişikliğe gitmeleri beklenmemelidir. Zira Fransa’da Avrupa 
Anayasasının reddedilmesi ile ortaya çıkan bunalım, bu dönemde dış 
politikayı ikinci plana itecek ve Fransa iç politik sorunlarına angaje 
olacaktır. Almanya’da ise iktidardaki Sosyal Demokrat ve Yeşillerden 
oluşan koalisyon hükümetinin Kuzey Ren Westfalya’da yapılan yerel 
seçimler sonucunda aldığı yenilgi, ülkeyi 18 Eylül 2005’te yapılması 
öngörülen bir genel seçime götürmektedir. Yapılacak seçimlerde, 
muhalefetteki Hıristiyan Demokrat Partinin iktidara gelmesinin söz 
konusu olabileceği değerlendirilmektedir. Hıristiyan Demokratlar, Irak 
krizinin başından bu yana ABD’nin politikalarını destekleyen bir tutum 
ortaya koymaktadırlar. İktidara geldiklerinde kamuoyundaki savaş karşıtı 
düşünceler nedeniyle Alman politikasında radikal bir değişiklik 
yapamasalar da ABD ile daha fazla iş birliğine yönelmeleri beklenmelidir. 

Ülkede güven ve istikrarın sağlanmasıyla beraber Alman ve 
Fransız firmaları, Irak ile savaş öncesi kurdukları ticari ilişkileri yeniden 
canlandırmak amacıyla bölgeye yoğun bir talep gösterecekler ve Irak’ın 
yeniden inşası projelerinde büyük ölçüde pay elde edeceklerdir. 

 Kaynak:http://photos1.blogger.com 

İKİNCİ SENARYO: ABD’nin 2006 Yılından İtibaren Kademeli Olarak Irak’tan Çıkabileceği; 
Amerika’nın 2006 yılında Irak’tan, arkasında çözülmemiş birtakım 
sorunlar bırakarak kademeli olarak çekilmesi, Avrupalı müttefiklerinin 
arzu etmediği bir durumdur. Bu sebeple Almanya ve Fransa ABD’yi, 
Irak’ta istikrar ve güvenliği sağlamadan çekilmesi hâlinde, bölgenin 
Saddam Hüseyin döneminde olduğundan daha istikrarsız bir duruma 
sürüklenebileceği konusunda ikna etmeye çalışacaklardır. Zira Irak’ın 
istikrarsızlığa sürüklenmesi, bölgeyi uluslararası terörizmin 
kaynaklarından biri hâline getirecek, bölgenin Alman ve Fransız 
şirketlerce ekonomik açıdan değerlendirilme potansiyelini ortadan 
kaldıracak ve bölgeden Avrupa’ya yasa dışı göç tetiklenecektir. 

Almanya ve Fransa, Irak’ta, federal sisteme dayalı, tüm kesimleri 
temsil eden, demokratik bir yönetimi destekleyecektir. Avrupalı 
müttefikler, Irak’ta bir grubun diğer bir gruba üstün duruma gelmesinin 
ülkenin istikrarını riske atacağı düşüncesiyle, tüm kesimleri adil şekilde 
temsil eden bir yönetimi destekleyecekler; etnik ve dinî gruplar arasında 
denge gözetmeye çalışacaklardır. 

Müttefikler, bu süreçte Irak üzerinde kendi çıkarları doğrultusunda 
tasarrufta bulunmaya çalışan Irak’a komşu ülkeler üzerinde, ABD ile 
birlikte siyasi, ekonomik ve askerî boyutta yaptırımda bulunacaklardır. 
Özellikle nükleer faaliyetleri dolayısıyla İran ve uluslararası terörizme 
verdiği destek ile Suriye’ye karşı bu yaptırım faaliyeti daha da kolay 
uygulanacaktır. 

Almanya ve Fransa etnik veya dinî temele dayalı bir konfedere 
yapılanmada, kendileri de söz sahibi olmak isteyeceklerdir. ABD, 
Avrupalı müttefikleri ile bozulan ilişkileri düzeltmek için Almanya ve 
Fransa’nın bu süreçte etkin olmasına müsaade edecektir. 

Almanya, Irak’ta yönetim şekli ne olursa olsun güvenliğin 
sağlanması, ABD önderliğindeki uluslararası gücün Irak’tan çekilmeye 
başlaması ve Birleşmiş Milletler’in Irak’ta rolünün artmasına paralel 
olarak Birleşmiş Milletler Barış Gücü kapsamında Irak’ta asker 
görevlendirebilir. Bu büyük ölçüde 2005 yılı sonunda yapılacak genel 
seçim sonuçlarına ve ABD’nin bu dönemde izleyeceği politikalara ve 
uluslararası konjonktüre bağlı olacaktır. 

Fransa’nın ise ABD’nin dominant olduğu Irak’a asker göndermesi 
mümkün olmayacaktır. Ancak Fransa, Irak ile Saddam Hüseyin 
döneminde kurulmuş olan ekonomik ve ticari ilişkileri aynı düzeye 
taşımak için her türlü çabayı gösterecektir. 

ÜÇÜNCÜ SENARYO: 2025 Yılı Ve Sonrası (ABD Irak’tan Çekilebilir Ancak Bölgeden Çekilemez Durumu) 

Almanya ve Fransa’nın 2025 yılına uzanan süreçte Irak 
politikalarını şekillendiren çok çeşitli etkenler olacaktır. Bu etkenlerin en 
önemlisi, Avrupa Birliği’nin gelişme sürecinin varacağı noktadır. Bu 
sürecin muhtemel iki sonucundan birincisi; AB’nin bugünkü bulunduğu 
durumdan daha ileri bir seviyeye yani ortak bir dış politika üretebilme ve 
Avrupa’nın çıkarlarını savunabilecek güçte bir askerî yeteneğe sahip 
olma durumudur. Bu durumda dahi, Avrupa Birliği’nin güvenlik sorunu 
bulunan bir bölgeye askerî güç göndermesi düşünülemez. Ancak, AB’nin 
sahip olacağı askerî güç ve ortak dış politika yürütebilme iradesi, 
ABD’nin uygulayacağı politikalarda AB’yi daha çok dikkate almasını 
gerektirecektir. 

Muhtemel sonuçlardan İkincisi ise Avrupa Birliği’nin bugün 
bulunduğu noktadan daha ileri gidememesi durumudur. Fransa’nın 
ardından Hollanda’nın da Avrupa Anayasasına “hayır” demesiyle, 
Avrupa Birliği’nin ekonomik birliktelikten, siyasi ve askerî birlikteliğe 
geçiş süreci büyük darbe almıştır. Avrupa Birliği’nin istenilen konuma 
gelmede yetersiz kalması veya bunun mümkün olmaması hâlinde, 
AB’nin çekirdek ülkeleri olan Almanya ve Fransa merkez olmak üzere 
özellikle dış politikada daha etkin bir birlikteliğe gidilebilir. Bu durumda 

Almanya ve Fransa bölgede politik, ekonomik, sosyal ve kültürel açıdan 
etkin olmaya çalışacaklardır. 

Bu süre zarfında, ülke yönetimlerinde seçimler sonucunda 
meydana gelebilecek değişiklikler, Irak politikalarında farklı açılımlara yol 
açabilecektir. Avrupa’daki ABD karşıtlığının büyük ölçüde Bush 
yönetiminden kaynaklandığı göz önüne alındığında, 2008 ABD başkanlık 
seçimleri büyük önem arz etmektedir. Yönetime gelecek olan Başkanın 
uygulayacağı politikalar bu hususta belirleyici olacaktır. 

Alternatif enerji kaynaklarının ortaya çıkarak petrole olan 
bağımlılığın azaltılması, Almanya ve Fransa’nın bölgeye olan ilgisini 
ortadan kaldırmayacaktır. Çünkü Almanya ve Fransa’nın, Irak politikaları 
petrol ile sınırlı olmadığı gibi, Irak’ın ve Orta Doğu’nun istikrar ve 
güvenliği Avrupa kıtası için hayati öneme haizdir. 

Sonuç olarak, Avrupa ve ABD’nin küresel çıkarları, Irak 
konusunda iki merkezin “çatışması yerine bütünleşmesini” zorunlu 
kılmaktadır. ABD–Avrupa ilişkileri son dönemdeki gelişmeler sonucunda 
belki hiçbir zaman eskisi gibi olmayacaktır. Ancak, her iki tarafın birbirine 
olan ihtiyacı devam edecektir. ABD’nin Irak konusunda Almanya ve 
Fransa’nın desteğini kazanması, hem bölge hem de dünya barışının bir 
an önce tesis edilmesi bakımından büyük önem taşımaktadır. Arz 
ederim. 

 ***